
Heyecan, stres ve korku tüm vücudumu sarmıştı. Bedenim inanılmaz bir şekilde titriyor ve nefes alırken bile zorlanıyordum. Gözlerim dolu doluydu ve her an ağlayabilirdim. Ama kendimi tutuyor ve ağlamamı beş dakika sonra olacaklar için erteliyordum.
İçinde bulunduğum araba sonunda Karmen malikanesinin önünde durduğunda yanımda oturan adam beni sert bir şekilde arabadan indirdi ve yaka paça Araban dışarıya fırlatıp tekrar arabaya bindi ve araba hızla uzaklaştı.
Karmen malikanesinin önünde dizlerimin üzerinde yere çökmüş bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Üzerimde kaçırıldığım gün giyindiğim kıyafetler vardı ama paramparça bir şekilde. Saçlarım karmakarışıktı ve yüzüm gözüm toz içindeydi. Gözlerimden akan göz yaşlarım yanaklarımda şeritler çekerek çeneme doğru süzülüyordu.
Malikanenin kapısı açıldı ve dışarıya fırlayarak başta annem olmak üzere, abim Baran, Emir, Zeynep ve Bora çıktı.
Bu Bora neden her gün bizim malikanede? Kendi evi yok mu bu piçin?
Annem feryatlar içinde yanıma çöktü ve yüzümü ellerinin arasına aldı. Hıçkırıklarımın arasında nefes almakta bile zorlanıyordum. Annemde benim gibi ağlamaya başladı ve sıkıca bana sarıldı. Annemle sıkıca sarılırken bir el kolumu sıkıca sardı ve beni aniden ayağıya kaldırdı. Bu Boraydı. İşte şimdi başlıyor tüm tiyatro.
"Bora fırsatçı biri. Senin bu halinden yararlanmak isteyecek. Sana destek oluyormuş gibi yapacak. Sana yakın olmak isteyecek. Sen de ona yakın davran."
Ağlayarak Boranın boynuna sarıldım ve başımı boynuna gömdüm. Bora da hiç vakit kaybetmeden bana sıkıca sarıldı. Temasa bayılır piç. Her fırsatı değerlendirir.
Boynunda hıçkıra hıçkıra ağlarken birbirine girmiş saçlarımı okşadı.
"Şşş her şey bitti." Dedi fısıltıyla.
"Bo-bora" dedim zar zor. "Çok korkunçtu." Dedim yine ağlayarak.
"Tamam sevgilim bitti her şey." Dedi yine fısıltıyla. Senin sevgine sıçsınlar.
"Bir daha olmayacak." Dedi ve yüzümü avuçlarının arasına alıp yüzümü inceledi. Ardından yüzünü buruşturdu.
Çatlamış ve kupkuru olmuş dudaklarım titriyordu. Zoraki bir şekilde konuştum. "Bo-bora bir daha olmayacak değil mi?"
"Hayır hayır. Bir daha böyle bir şey asla olmayacak."
***
Elimdeki kupaya bakıyor ve etrafımda oturan aile üyelerimi dinliyordum.
"Tabi amacına ulaştı ya pic kurusu." Dedi Baran abim sinir dolu bir sesle.
"Baran bu şekilde durmamalıyız. Bir şey yapmalıyız. Bu yaptığı yanına kalamaz." Dedi Bora. O da abime gaz veriyordu.
"Tabiki durmayacağız. Pek çok ortağını kaybetti ve yine kaybetmeye de devam edecek."
"Ne planlıyorsun?" Diye sorunca Bora abimin dudağın bir köşesi kıvrıldı.
"İki ay sonra daha büyük bir gelir elde edebileceğimiz bir ihale olacak."
"Ellerinden büyük bir ihaleyi aldım. Onlar daha da büyüğüne koşacaklar. Kazanmalarına izin vereceğim."
"İyi de neden?"
"Kaleyi almak için bir piyon vermek gibi düşün bunu."
"İki ay," dedi Bora düşünceli bir şekilde. "İki ay içinde onu daha da zayıf düşürmeliyiz."
Bok yaparsınız.
"Sen ne düşünüyorsun baba." Dedi abim bir köşede sessizce duran babama dönerek. Babam ise gözünü dahi kırpmadan bana bakıyordu. Bu bakış beni korkutuyordu. Sanki kafasına oturmayan bir şeyler var gibi. Umarım öyle bir şey yoktur.
"O kadar gün orada ne oldu?" Diye sordu bana. Bu soruyu şu bir kaç saatte yüz kere falan sordular.
"Sana günlerce burada neler olduğunu soracaklar. İşkence ederek senden laf almaya çalıştığımı söyle."
"İşkence." Dedim düz bir sesle.
"Peki neden sana işkence yaptı? Amacı neydi?"
"şirketle alâkalı bir şeyler öğrenmeye çalıştı."
"O kadar mı?" Dedi tek kaşını kaldırarak. İnanmadığı her halinden belliydi.
"Evet."
"Günlerce sadece bunlar mı oldu orada?"
"Evet."
"İşkenceleri nasıldı?"
"Su," Dedim ve sertçe yutkunup devam ettim. "Su ve topraktı çoğu."
"Başka ne vardı?"
"Şiddet uyguladı."
Aniden "Sana elini sürdü mü?" Diyince afalladım.
"Sana dokunup dokunmadığım onların asıl derdi. Bekaretini umursayacaklar sadece. Sana yaptığımı sandıkları işkenceleri değil."
"Bana işkence yaptın."
"Yapmadım öyle bir şey!"
"Ha-hayır." Dedim zor bir şekilde.
"Emin misin?"
"Eminim tabiki! Olmadı öyle bir şey." Ani çıkışımla babamın yüz hatları gevşedi. Beni ikna etmek için yumuşak bir dile başvuracak. Biliyorum.
"İnanıyorum tabiki ki kızım sana. Ama biz yine de işimizi sağlama alalım dimi."
"Hatta sana bekaret testi yapmaya kalkacaklar."
"Nasıl yani?"
"Tabiki doğruyu söylediğine eminim kızım ama yine de hani anlarsın ya tam anlamıyla emin olmak lazım."
"Bekaret testi yapmalarına izin verme. Sana dokunmadığımı söyle ve buna ikna etmeye çalış. Ama yine de asla test verme."
"Hayır olmadı öyle bir şey."
"Kızım yine de emin olmak lazım."
"Hayır! O kast ettiğiniz testi yapmayacağım!"
"Ne demek yapmayacağım!" Diye aniden bağırdı babam ve yumruğunu sıkıp koltuğun kenarına vurdu. "Yapacaksın diyorsak yapacaksın!"
Oturduğum yerden aniden kalkıp bir hışımla bağırdım. "O pislik adamın derdi sadece bir kaç bilgiydi ve bende de ona verebileceğim bir bilgi olmadığını anlayınca beni bıraktı. Hepsi bu."
"Madem öyle bir şey olmadı o zaman neden tedirginsin? Neden test yapmak istemiyorsun?"
"Çünkü bu yaptığınız yakıştırma çok iğrenç ve kendimi buna alet etmek istemiyorum."
Babam cevap vermeden Bora düz tutmaya çalıştığı sesiyle "Korkuyor gibisin." Dedi. Ardından sertçe yutkundu. Boraya döndüm ve gözlerine yalvarır gibi bakıp ona doğru bir adım attım.
"Bora, lütfen bana inan. O adamın derdi çok başka bir şeydi. Bedenimle asla ilgilenmedi." Bana olan bakışları tuhaftı. Korkuyor gibiydi. Pars'ın bana dokunmuş olma ihtimali onu deli gibi korkutuyor gibiydi. Yumruklarını ve dişlerin sertçe sıkıp gözlerini kapattı. Nefesini sertçe verip gözlerini tekrar açtı ve "Bu gün dinlensin, yarın test işini hallederiz." Dedi.
Yüzüme samimi bir gülümseme yerleştirip "teşekkür ederim." Dedim. Ardından hemen oradan uzaklaştım. Merdivenleri koşar gibi çıkıp odama geldim. Buraya gemeyeli çok oldu. En son yine Borayla kavga etmiştik ve ben İstanbul'a gitmek için burada hırs içinde valiz hazırlıyorum. Hoş valiz de bahaneydi. Ne İstanbul'a giderken bir şeye ihtiyacım vardı ne de İstanbul'dan gelirken. Ama o zamanlar valiz hazırlamak bir şeyler için iyi bir bahaneydi.
Odaya girdiğim an burada ki kötü anılarım hafızamda kendini belli etti. İstanbul da ki 2+1 kiralık öğrenci evim bile daha huzurluydu. Belki de orada huzurlu olmamın sebebi orada sıradan biri gibi davranmamdı. Emekli bir babam vardı orada. Beni seven bir babaydı. Babamla bir birilerine aşık olan annem vardı. Mutluydu annem. Küçük bir tatlıcısı olan abim Emir ve evli, mutlu, huzurlu muhasebeci abim Baran vardı. Ve tabi aşık olduğum adam, Bora. Orada her şey böyleydi. En azından ben böyleymiş gibi davranıyordum. Güzeldi... Gerçeklikten çok uzak ama güzel.
Daha fazla hayal kurmak yerine kendime geldim ve hızlıca arkamdaki kapıyı kilitleyip odamdaki banyoya girdim. Arka cebimden pars'ın verdiği ayna görünümlü telefonu çıkartıp Pars'a olanları kısa yazdım.
Dediklerini bir bir yaptığımı ama babamın bazı şüphelerinin olduğunu kısaca anlatıp telefonu kapattım. Arkamdaki aynaya döndüm ve yüzümü inceledim. Zayıflamıştım. Bir kaç günde çok zayıflamıştım. Yanaklarım içine çökmüştü. Tenim soluktu. Gözlerimin ışığı yoktu. Bakışlarım ise çok boştu. Elimi yüzümü yıkayıp odama geçtim. Üzerimi değiştirip yatağıma geçtim ve kendimi uyumaya zorladım.
***
"Anne tomom yeter."
"Sus da ağzındakini yut." Ağzımı dahi zor kapattığım büyük lokmayı zorlukla çiğneyip yuttum. Annemin hazırladığı diğer lokmayı görünce "Hayır hayır doydum."diyerek masadan kalkacak iken annemin sert bakışları altında kalktığım yere geri oturdum. Bu bakış bana her şeyi yaptırabilen bir bakıştı. Annem elimdeki lokmayı da ağzıma tıkınca "Aferin." Dedi.
Henüz aşçılar kahvaltıyı hazırlamayı bitmemişti ama annem beni zorla doyuruyordu. Ağzındaki lokmanın son olması ümidim annemin elindekini gördüğün an bitti.
"Anne hayır daha fazlası olmaz."
"Bu son." Anne yalanları listesinde ilk onda olan o yalan; bu son. Hayır hiç bir zaman son değildir. Kendimi zorlayarak annemin elindeki lokmayı da alıp direk masada kalktım ve koşar adımlarla mutfaktan çıktım. Merdivenleri hızla çıkıp odama girdim. Girmem ve girdiğime pişman olmam bir oldu. Abim Emir odamdaydı. Ellerini arkasında birleştirmiş beni bekliyordu.
"Niye burdasın?"
"O adam sana ne anlattı?" Direk konuya girmesi beni şaşırtmadı.
"Emir konusuna gelirsek de, onun yaptıklarını bildiğini ona söyle. Arada bir tehdit edersin. İşine yarar."
"Yaptıklarını." Dedim ve yavaşça üzerine doğru yürümeye başladım. "Onun deposunu patlattığını, borcunu ödeyemediğini ve beni burcuna karşılık ona verdiğini anlattı." Sözlerimi bitirdiğimde tam karşısında durmuştum. Serçe yutkundu, elleri iki yanında yumruk oldu ve dişlerini sıktığı için çenesi kasılmıştı. Sıktığı dişlerinin arasından bana bir yılan gibi tıslayarak konuştu. "Eğer bundan birinin dahi haberi olursa-" demişti ki ben lafını böldüm.
"Sakın beni tehdit etmeye kalkışma!"
"Unutma ki hala senin üstündeyim. Bunu kime söylersen söyle sana inanmaz."
"Sen öyle san. Babam da Baran da senin ne bok olduğunu az çok biliyorken asıl bana inanırlar. O yüzden ayağını denk alsan iyi edersin." Sözlerimin ardından tekrar yutkundu. Söylediklerimin doğru olduğunu o da biliyor. Kimse ona inanmaz. Bir kaç saniye sonra öfke dolu bakışlarını benden çekti ve hızlı adımlarla ilerleyip odamdan çıktı.
Emir'in bir açığını bulmuş olmak beni keyiflendirmişti. Emirle ile olan abi-kardeş ilişkimiz hep böyle oldu. O benden nefret eder ve ben de ondan. O hep benim kuyumu kazar ve ben de onun kuyusunu kazarım. O bunu benden nefret ettiği için yapar ve ben ise o bana böyle davrandığı için. Yani aslında o bana bir abi olabilseydi ben de ona güzel bir kız kardeş olabilirdim. Sanırım aramızdaki en normal olay; ben sekizinci sınıftayken benden ona bir kız ayarlamamı istemesiydi. Artık buna da ne kadar normal dersek.
Üzerimi değiştirip aşağıya indiğimde babam hariç herkesin yemek masasında olduğunu gördüm. Bu masaya oturmama gibi bir şansım yok o yüzden ben de masadaki yerimi aldım. Bir kaç dakika sonra babam da geldiğinde her kes kahvaltısını yapmaya başlamıştı. Annem beni tıka basa doğurduğu için sadece çay içmiştim.
Biz kahvaltımızı yaparken içeriye Bora'nın girmesiyle serçe yutkundum. Muhtemelen dün ki bekaret meselesi için genişti. Masaya doğru ilerlerken "Herkese günaydın." Dedi. Babam onu gördüğü an gülümsedi ve "Günaydın oğlum." Diye karşılık verdi. Babam Borayı hep sevmişti. Babamın karşılığıyla kimse görmeden Emir gözlerini devirmişti. Babamın ona oğlum diye hitap etmesine çok bozuluyor.
Babam hiç bir zaman Emiri oğlu olarak sevmedi. O hep ailenin yüz karası oldu, aile için zarar oldu, hep bir fazlalık oldu. Emir küçükken babamı çok severdi. Babama duyduğu hayranlık ve sevgi çok fazlaydı. Ama babamın onu sevdiği söylenemezdi. Onu çok döverdi. Emir ile aramda çok fazla yaş farkı olmadığı için bunları hatırlıyordum.
Bir akşam babam Emiri çok fazla dönmüştü. Emir'in sırtı, babamın kemerinin izleri ile doluydu. Annemin onunla ilgilenmesine izin vermedi. Emir babamın çalışma odasında şöminenin ateşinin önünde ağlaya ağlaya kendi yaralarını sarmaya çalışıyordu. Ben bunları kapı aralığından izlerken beni fark etti ve ağlamayı kesti. O halinden utanmıştı. Onun yanına gidip yaralarını silip temizlemeye çalışmıştım. Sekiz yaşındaki bir çocuğun yapabileceği kadar bir şeyler yapmıştım. Abim Emir beni o yaşlarda da pek sevmezdi ama şu an ki kadar değildi. Onun yaralarını sarmasına yardım etmiştim ve o ise bana mahcup bir şekilde yüzüme bile bakmadan kendi çapında teşekkür etmişti.
"Gel kahvaltı edelim oğlum." Dediğinde babam Bora ona gülümsedi. "Teşekkürler ederim Hamdi baba. Size afiyet olsun ama ben kahvaltımı nişanlımla beraber dışarıda yapmak isterim izniniz olursa."
NE!
"Tabiki oğlum. Zaten Akça da henüz bir şey yememişti." Bu masada benim söz hakkım yoktu. İtiraz edemezdim o yüzden sadece masadan kalkıp "Afiyet olsun." Diyebildi. Boraya doğru adımlarken yüzümü ifadesiz tutmaya çalışıyordum. Bora'nın yanına geldiğimde beraber yemek salonundan ayrıldık.
"Şu an beni terslemen gerekmiyor muydu?" Dedi şaşkın bir şekilde.
"Neden tersliyim ki?" Dedigimde şaşkınlığı büyüdü ve yanımda yürüyen adımları durdu.
"Sanırım o delinin yandayaken benim kıymetimi bilmen gerektiğini anladın." Gözlerimi devirdim.
"Lütfen onu hatırlatma." Dedim ve yürümeye devam ettim. Odamın önüne geldiğimde benimle beraber içeri girmesini beklemiyordum.
"Nereye?" Dedim kaşlarımı çatarak. Beni hiç umursamadan odama girdi ve yatağımın önündeki pufa oturdu.
"Hazırlanmayacak mısın?"
"Eğer odamdan çıkarsan evet hazırlanıcam."
"Benim önümde hazırlanamıyor musun?"
"Hayır." Dedim net bir şekilde. Derin bir nefes verdi ve bıkkınlıkla "Bir kaç hafta içinde evleneceğiz biliyorsun değil mi?" Dedi. Şu anda böyle bir şeyin olmayacağını ona haykırmayı ne kadar istesem de yapmadım.
"Evet." Dedin düz bir sesle.
"Güzel o zaman benden çekinme."
"Bora lütfen beni sürekli buna zorlama." Dedim bıkkın bir şekilde. Beni hiç umursamadan rahat bir şekilde arkasına yaslandı. "Çabuk hazırlan." Dedi.
"Peki." Dediğimde sırıtarak beni izlemeye başladı. Odamın yan kısmında bulunan giyinme odasına girdim. Hızlıca kendime bir şeyler seçip orada giyindim. Bunların hepsi bir dakika kadar sürmüştü. Yani Bora kıyafet seçtiğimi falan sanıyor. Salak!
Odadan çıkmak için arkamı döndüğümde Boranın kapıya yaslanmış çatık kaşlarla bana baktığını gördüm.
"Siktir." Diye mırıldandım. "Ne zamandır oradasın?" Diye sorduğumda gözlerini devirip odama yöneldi. Ben de peşinden çıktığımda hâlâ ondan cevap bekliyordum. Derin bir nefes verip "merak etme çok değerli kıçını görmedim." Dedi.
Bir de görseydin!
"İyi!" Dedim soğuk bir şekilde. Pars, Boraya yakın davranmamı söylese de elimden gelen bu kadardı. Hiç bir makyaj yapmadım sadece çantamı aldım ve Bora ile beraber evden ayrıldık.
***
"Bunu nerede giyeceksin?" Dedi Bora tek kaşı havada bir şekilde elindeki elbiseyi süzerken.
Ebenin-neysee!
"Bilmem bulurum giyecek bir yer."
"Dışarıda falan giyemezsin bunu."
"Nerede giyeceğimi sana sormadım." Dedim umursamaz bir şekilde ve elbiselere bakmaya devam ettim.
"Nişanlın olarak buna karışabilirim ve bu bez parçasını sadece benim yanımda giyebilirsin." Bu bardağı taşıran son damla olmuştu artık.
"Siktir git! O kadar da karışamazsın." Diye aniden yükseldim.
"Gayette karışırım!" Diye o da bana yükseldi. Mağazada ki bir kaç göz bize dönmüştü.
"Lütfen sabırlı ol."
Derin bir nefes verip sakin olmaya çalıştım. Parsın planına aykırı davranmamaya çalışıyordum. "Peki."
"Güzel. Benim yanımda giyinmek için bunlardan almaya devam edebilirsin." Dedi mal mal sırıtarak. Bu gereksiz gerçekten de mal. Mağaza da birkaç elbiseye daha baktım ve artık seçtiğim kıyafetler ile kasaya doğru ilerledim. Bora ödemeyi yaptıktan sonra mağazadan çıktık ve yakınlardaki bir kafeye geçip oturduk.
Bora ile ilk kahvaltı yapmıştık -daha doğrusu o yaptı ben onu bekledim- sonra ise alışveriş yapmıştık. Saatlerdir bununla uğraşıyordum. Benden daha çok Bora alışveriş yapmıştı. Alacağı donu bile bana sorarak aldı ve bu çok igrençti. Bora'nın işleri bitince ben kendim için bir şeyler bakmıştım. Ama Bora alacağım her kıyafete karışmıştı. Bu aşırı sinir bozucu bir şey. Kendisi yanından geçen ultra ultra açık kızları dikizlerken benim giyindiğim kıyafetlere karışması da büyük bir saçmalık.
"Bir şey yer misin?"
"Sabahtan beri zaten bir şeyler yiyip içiyorum."
"Verdiğin kiloları geri alman gerekiyor." E yok artık ama!
"Nedenmiş o?" Dedim ona yandan ters ters bakarken.
"Çünkü ben balık etli kadınlardan hoşlanırım." Dedi pişkin pişkin. Artık yeter ama. Bana haddinden fazla karışıyor.
"Siktir git o zaman balık etli bir kadınla evlen." Dedim ve hızla masadan kalktım. Bora da benimle beraber ayağı kalkıp bileğimden tutup beni durdurdu.
"Hey hey sakin ol. Sadece sana kilo yakışıyor. Yani seni daha iyi gösteriyor." Bu konu kapansın ve biraz tek başıma kalmak istiyorum.
"Eve gitmek istiyorum ben."
"Annem seni görmek istiyormuş. Yani önce bize gitmemiz gerekiyor."
Kraliçe hazretleri lütfedip tahtından kalkıp beni görmeye gelmedi ve beni mi ayağına bekliyor? Hah‽ Asla!
"Ben kendimi iyi hissetmiyorum. Başka bir zaman gidelim."
"İyi peki."
Neyin var diye sormadı...
Oysaki eğer Bora bana karşı daha ilgili davransaydı, bana beni sevdiğini gösterseydi ve en önemlisi bedenimden çok benimle ilgilenseydi belki ona karşı nefret ve iğreti dışında iyi hislerim de olurdu. Ama o hep böyleydi. Küçükken onunla oyun oynamayı çok severdim. O benim bir tanecik Bora abimdi. Gerçi ona sadece saklambaç oynamak istediğimde Bora abi derdim ama neyse. Keşke hep öyle kalabilseydik.
***
Bora ile arabada giderken yolu izlemeye dalmışım. Aslında yolu görmüyordum bile. O kadar dalmışım ki bir hastanenin önünde arabanın durduğunu Bora seslenene kadar fark etmemiştim bile. Şaşkınlık ile etrafa bakındım. Burada ne işimiz vardı?
Hass-
"Neden buradayız?" Diye sordum tereddütle.
"Akça bu gerekiyor."
"Ney gerekiyor?" Dedim kaşlarımı daha çok çatarak.
"Bekaret testi gerekiyor."
İşte şimdi başlıyorum. Manipülasyon kelimesinin ne olduğunu size uygulamalı bir şekilde öğreteceğim.
"Bana güvenmiyor musun?" Dedim büyük bir hayal kırıklığı ile ona bakarken.
"Güvenmek istiyorum." Dedi. O da büyük bir çelişki içindeymiş gibiydi.
"Güven o zaman bana Bora." Dedim ve bu sefer sesimde titriyordu.
"O adamın sana dokunmuş olma ihtimali beni deli ediyor." Diye bağırdı aniden ve direksiyona serçe vurdu.
"Boşu boşuna hiç deli olma çünkü öyle bir şey olmadı." Dedim ikna edici ve net bir sesle.
"İşte bunu bize kanıtlaman gerekiyor." Diye daha çok bağırdı.
"Benim sözlerim senin için yeterli değil mi?" Dedim gözlerimi kısarak ve artık gözlerim dolu doluydu. Onun aksine ben çok sakindim. Bu sakinlik yıkılmış bir kadının sessizliğini andırıyordu.
"Off!" Dedi ve ellerini saçlarına daldırdı. "Bilmiyorum Akça. Lütfen beni bu karmaşadan kurtar ve o testi yap." Dedi. Artık onun sesi yalvarır gibiydi.
"Yapmayacağım!" Diye ben de çıkmıştım. Ellerim titriyordu ve gözlerimdeki yaşlar taşmak üzereydi.
"Ne demek yapmayacağım!" O daha da çok bağırdı.
"Duydun işte beni yapmayacağım!"
"Madem aranızda bir şey geçmedi o zaman neden korkuyorsun bu kadar?" Dedi ve gözlerini kısıp başını omzuna doğru eğdi.
"Korkmuyorum! Sadece bana güvenmeni istemiştim." Sesim ve dudaklarım titriyordu. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum. En azından Boranın gördüğü buydu. "Sadece sözlerime inan istedim Bora." Dedim ve ona doğru uzanıp elini tuttum. Gözlerinin içine yalvarır gibi bakıyordum. "Çok mu gördün biraz güveni evleneceğin kadına." Derken gözümden bir damla yaş yuvarlandı. Bir süre yanağımdan süzülen yaşı seyretti ardından bakışlarını gözlerime çevirdi ve sertçe yutkundu.
"Siktir bakma şöyle bana." Diye fısıldadı. Yüz ifademi hiç bozmadan ona bakmaya devam ettim.
"Ben sana inansam bile babam inanmaz, baban inanmaz." İşte sırada asıl can alıcı cümlem vardı.
"Senin güvenin bana yeter. Başka birini inandırmama gerek yok. Kimse inanmasın, sadece sen inan bana." Dedim ve gözlerinin içine umutla baktım. Bir süre hiç bir şey demedi ve o da benim umut pırıltıları dolanan gözlerime derin derin baktı. Harelerimde kaybolur gibi baktı.
"Benim hâlâ inancım var." Dedi hâlâ gözlerime bakarken küçük bir tebessümle. Ben işimi halletmiştim. Borayı kendime ikna ettim ve bunu o testi yapmadan başardım.
"Neye?" Dedim biraz imalı bir şekilde.
"Beni seveceğine." Dedi. Buna bir cevabım yoktu. Cevap vermedim ama onu kızdıracak bir şey de yapmadım. Bir süre sonra ellerimi ellerinden çektim ve önüme döndüm. Hafif bir öksürükle boğazımı temizleyip "Artık eve gidelim mi?" Dedim.
****
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |