
Atlasın yüzündeki gülümseme beni umutlandırıyordu. Sanırım artık buradan kurtulma zamanım gelmişti.
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Diyince yüzümdeki gülümse yavaşça soldu.
"Anlamadım?"
"Gerçekten bunu kabul edeceğimi mi düşündün?"
"Siktir git odanı da kendin bul o zaman köpek!" Diyip tekrar odama doğru ilerleyecekken Atlas durdurdu.
"Akça bak bu benim için çok önemli. Bana odanın nerede olduğunu göstermen gerekiyor."
"Koskoca oda, kendin ara bul. Evin içindeki odayı bana soruyor." Diyip tekrar odama yöneldiğim an Atlas tekrar durdurdu.
"Bu evde kaç tane gizli oda var sen biliyor musun? Biz de bilirdik evin içindeki odalara tek tek bakmayı ama yok bulamıyorum. Oda gizli." Diye isyan etti. Ayrıca o oda gizli değildi. Yerine oturmayan taşlar var.
"Ben sana şartımı sundum. İstersen kabuk et ve odayı sana göstereyim, istersen kabul etmeyip odanı da kendin bul." Dedikten sonra tekrar arakamı döndüm ve odama doğru ilerledim. Atlas arkamdan bağırdı.
"İyi peki gösterme." Sözlerini hiç umursamadan ilerlemeye devam ettim. Bir kaç saniye sonra tekrar seslendi. "Bari orada ne olduğunu söyle." Yine umursamadım ve odama girdim. Kapıyı arkamdan kapatıp yatağa oturdum. Oturduğunda yatakta çarşaf olmadığını fark ettim.
Ah, doğruya camdan sarkıtmıştım.
Yataktan kalkıp dolaba yöneldim. Nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde tüm kıyafetlerim buradaydı. Sabah Pars, tüm kıyafetlerin odanda dediğinde anlam verememiştim ama sonradan beni burda uzun süre tutacağına yorumlanmıştım bunu.
Dolabı biraz daha kurcalayıp başka çarşaf var mı diye bakındım. Dolabı didik didik ettim fakat hiç bir şey bulamadım. Burdan kaçmak için kıyafetlerimi kullanabilir miyim peki? Bunların beni taşıyacağını hiç sanmıyorum. Ayrıca bahçede bir sürü adam varken kesinlikle yakalanırım.
Umutsuzca yatağa oturdum tekrar. Evde hiç bir ses yoktu. Sanki tek başıma gibiydim. Kocaman şato gibi evde mahsur kalmışım. Kaçamıyorum çünkü her yerde adamları var.
Bu evde kaç tane gizli oda var senin haberin var mı? Diyen atlasın sesi zihnimde yankılandı birden. Aklıma düşen şey ile yüzüme sinsi bir sırıtma yayıldı.
"Atlas bir işe yaradın." Diyip ayağıya kalktım. Eğer evde gizli odalar varsa gizli çıkışlar da illa ki vardır. Buna adım kadar eminim.
Sessizce kapıyı açıp dışarı çıktım. Atlasın hala evde olma ihtimaline karşı sessizce aşağıya indim. Nerde olabileceğini düşünürken aklıma bodrum kat geldi. Etrafa kontrol ederek bodrum kata indim. Eğer gizli bir çıkış varsa muhtemelen en alt kattadır. En alt kata doğru sesizce merdivenleri indim. Merdivenin son basamağındayken etrfa kısa bir bakış attım ardından önümdeki uzun kolidora doğru ilerledim.
Bir kaç adım atmıştım ki adım seslerinin değiştiğini fark ettim. Bir kaç adım geri attım ve buradaki adım seslerinin daha farklı olduğunu duydum. Tam altımda. Tam altımda bir boşluk var. Hızlıca yere eğilip burayı açmak için bir kol ya da her hangi bir çıkıntı var mı diye bakındım. Ama hiç bir şey yoktu. Belki de vardı ama ben karanlıktan dolayı göremiyordum.
"Kahretsin! Nerden açılıyor bu!" Diyip ayağımı sinirle yere vurdun. O sırada küçük bir tık sesi duydum. Sanırım kilidi açmıştım.
"Çok zekisin pars." Diyip tekrar yere eğildim. Elimi yerde gezindirmeye başladım. Elimin altında bir boşluk hissettiğimde zafer kazanmış gibi hissettim. "Ama ben de çok şanslıyım pars." Diyerek boşluğa parmaklarımı geçirip kapağı kaldırdım. Kapak ağır olduğu için biraz zorlandım fakat açmayı başardım. İçeriye doğru başımı uzattım fakat çok karanlıktı. Hiç bir şey göremedim. Ama aşağıya doğru dik bir merdiven olduğunu fark ettim. Hiç düşünmeden merdivenlerin bir kaç basamak indim. Kapağı arkamdan kapatmaya çalıştım fakat çok ağır olduğu için ve şu anda bulunduğum konum itibariyle kapatmak çok zordu. Mecbur kapağı kapatmadan merdivenleri inmeye devem ettim.
Evet artık kaçtım sayılır. Sadece burdan çıkışı bulmak kalıyor. Dikkatlice merdivenleri indim. Her yer karanlıktı. Ellerimi etrafta gezindirdim. Baya dar bir yerdi. Belki bir lamba vardır diye elimi duvarlarda gezindirdim. Ve evet var. Hızlıca lambaları açtım. Etrfa cılız sarı bir ışık yayıldı. Çok değildi ama önümü görmeme yetiyordu.
Düşük tavanlı, dar ama uzun bir kolidorun içindeydim. Etrafıma bakark yavaşça yürümeye başladım. Kolidorun sonu görünmüyordu. Ne kada sürecek bilmiyorum ama burdan çıkacağım.
....
Odama girip koltuğuna oturdum. Arkamda gelen sekreterime baktım.
"Anlat."
"Pars bey, sabah Antalya projesi yaptığımız dalkıranlar sonra da Edirne sevkiyat projesi yaptığımız Erbaylar ortaklıktan vazgeçtiğini iletti. Ve..."
"Ve?"
"Ve dalkıranlar ve Erbaylar ortaklığı bozduktan hemen sonra Demirkollar ile ortaklık için anlaşmışlar."
"Tamam dosyaları ver çık." Kadın dosyaları bırakıp çıktı. Dosyaları elime alıp incelemeye başladım.
Bora aklı sıra beni batırmaya çalışıyor. Ama bilmiyor ki bozulan bir kaç ortaklık beni batırmayı bırak hiç bir şekilde etkilemez bile.
Dosyayı bırakıp diğer işlerime yöneldim. Bir kaç saat bu şekilde çalıştiktan sonra odamın kapısı çalındı.
"Gel." Dedim önümdeki bilgisayara bakarak. İçeriye bir çalışanım girmişti.
"Efendim Baran Karmen geldi. Sizinle görüşmek isteğini söyledi."
"Gelsin." Dedim sırıtarak. Adam çıktı ve bir kaç dakika sonra tekrar kapım çalındı ve yine aynı çalışanım kapıyı açtı. Baran içeriye girdi ve çalışanım kapıyı kapattı. Baran büyük bir sakinlik içinde masamın önündeki koltuğa kuruldu.
"Sanırım neden burda olduğumu tahmin edebiliyorsun-"
"Uzatma!" Dedim keskin bir sesle. Derin bir nefes bıraktı ve devam etti.
"Akçayı geri vereceksin."
"Boşuna uğraşmayın onu size vermeyeceğim." Dedim net bir şekilde.
"Bana bak Pars kızıl kurşun, Akçayı geri ver yoksa-" her kelimesini vurgulayarak söylüyordu ki sözünü kestim.
"Yoksa ne? Beni bitirir misin? Öldürür müsün?" Derken yaslandığım yerden biraz öne çıktım.
"Bu yaptığına seni pişman edeceğim." Sözlerinden sonra alaylı bir şekilde gülüp arkama geri yaslandım.
"Bunu ben yapmadım."
"Ne anlatıyorsun sen?" Kaşlarını çatıp ne dediğimi anlamaya çalışır gibi baktı yüzüme.
"Akçayı ben kaçırmadım. Siz bana verdiniz." İşte şimdi başlıyoruz.
"Ne diyorsun lan sen!"
"Git kardeşin Emire sor. O sana detaylı anlatsın."
"Lan ne emiri! Ne diyorsun sen!" Diyip birden ayaklandı ve masaya elini vurdu.
"Karşında kim olduğunu ve nerde olduğunu unutma Baran Karmen." Diyen sesim açıkça onu tehdit ediyordu.
"Sikerim lan seni de şirketini de!" Dediği an çekmeceden silahımı çıkardım ve serçe masaya koydum.
"Otur." Bir silaha bir bana baktı ardından dişlerini sıktı ve oturdu
"Emirin bu işle ne alakası var?" Diyen sesi biraz daha düşmüştü.
"Emir Akçayı bana sattı desem inanır mısın? Gerçi senin inanıp inanmaman pek de önemli değil."
"Ne satması?" Derken büyük bir şaşkınlık içindeydi.
"Emir Akçayı bana sattı. Nesini anlamıyorsun?"
"Yalan söyleme Emir böyle bir şey yapmaz." Diyen sesi tekrar yükselmişti. Tekrar çekmeceyi açtım ve halihazırda bekleyen dosyayı çıkarıp masaya koydum ve yavaşça önüne ittirdim. Tereddüt ederek dosyayı aldı ve inceledi. Bir kaç dakika sonra dosyayı kapattı ve masaya geri koydu.
"Bu belgenin gerçekliğine inanamam." Sözlerini hiç umursamadan bakışlarımı kapıya çevirdim ve Ayaza seslendim.
"Ayaz!" Saniyesinde kapı açıldı ve ayaz içeri girdi.
"Buyrun efendim."
"Götür şunu." Dedim Baranı kastederek.
"Ne götürmesi lan ne oluyor!"
"At dışarıya şunu. Fazla bile vakit ayırdım." Sözlerimden sonra bir hışımla ayağıya kalkıp elini tekrar masaya vurdu.
"Akçayı vereceksin!" Dedi gür bir sesle. Ama bana hiç kimse sesini yükseltemez. O bunu sanırım bilmiyor.
Masanın üzerinde olan silahı alıp hiç düşünmeden omzuna sıktım. "Bana hiç kimse sesini yükseltemez." Dedim ardından.
Acıyla inleyerek omzunu tuttu.
"Götür şunu!" Diyip tekrar koltuğuma oturdum.
"Hemen efendim."
"Bu senin yanına kalmayacak." Dedi dişlerini sıkarak. Ardından ayaz onu odadan çıkardı. Tekrar işimin başına döndüm.
....
Bir kaç saat önce Akça...
Sonunda kolidorun sonuna gelmiştim ve karşımda çelikten yapılmış kocaman bir kapı vardı. Kapının bir kolu yoktu ve nerden açacağımı bilmiyordum. Biraz daha kapıyı incelyince sürgülü olduğunu fark ettim.
"Demek bu kadar kolaydı." Diye kenidmle gururlandırdı. Ardından kapıyı ittirip açtım. Ağır bir kapıyıdı ama açmayı başardım.
Kapı açılınca içerde bir ışık yandı. Sanırım sensörlüydü burası. İçeriye girip kapıyı tekrar arkandan kapattım.
Kapıyı kapatıp arkama dönüp içinde olduğum yeri incelemeye başladım. Büyük bir yerdi. Sol köşede mutfak gibi bir yer vardı sağ köşede koltuklar falan vardı. Sol tarafta bir de kapı vardı. Usulca oraya doğru adımladım ve dikkatlice kapıyı açtım. Burası orta boylarda bir yatak odasıydı. Çift kişilik bir yatak, büyük bir dolap ve banyo ve lavabo olduğunu tahmin ettiğim bir yer. Lavabo ve banyo olduğunu düşündüğüm kapıyı açıp içeriye baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi, burası banyo ve lavabo. İkisi birleştirilmiş bir şekildeydi.
Burdan çıkıp içeriye biraz daha bakındım. Burası sığınak gibi bir yerdi. Küçük bir yerdi ama içinde her şey vardı. 1+1 bir evden farkı yoktu.
"E buranın çıkışı nerde?" Evet, çıkışı yok gibi görünüyor. Pars'ın kaçtığımı anlaması uzun sürmez o yüzden bir an önce buranın çıkışını bulmam gerekiyor.
...
Odama girip üzerimdeki gömleği çıkarıp yatağın üzerine attım. Giyinme odasına gidip başka bir gömlek alıp üzerime geçirdim. Düğmelerimi iliklerien Atlasın sesini duydum.
"Hassiktir ya!" Diye bağırdı. Bir kaç saniye sonra odamın kapısı açıldı ve yine bağırdı. "Ağabey!" Bir kaç saniye sonra adım sesleri giyinme odasına doğru geldi. "Ağabey!" Diyerek içeriye daldı. Yüzünde belirgin bir telaş vardı.
"Ne var lan?"
"Akça yok."
"Nasıl yok?"
"Yok işte. Odasında yok, mutfakta yok, salonda yok, hiç bir odada yok."
"Nasıl yok oğlum! Sen evde değil miydin?"
"Evdeydim ama uyuyordum."
"Dışarda bir sürü adam var nasıl çıkacak oğlum evden. Buralarda bir yerdedir."
"Yok ağabey her yere baktım."
"Git adamlara söyle her yere baksınlar. Sen de git ara." Başını sallayıp çıktı.
Giyinme odasından çıkıp çalışma odama gittim. Masanın başına geçip bilgisayarımı açtım. Her nereye gittiyse kameralara yakalanmıştır.
Akça'nın odasına bakan kameranın görüntü arşivini açıp incelemeye başladım. Bir kaç dakika sonra odasından çıktığı yeri buldum.
Etrafa bakınarak odadan çıkıyordu. Bu kameranın görüş açısından çıkınca merdivenler bakan kameradan izlemeye devam ettim. İzlediğim görüntülerle kaşlarım çatıldı. Çünkü bodrum kata inliyordu. Oradaki merdivenlerin kamera görüntülerinden Akçayı takip etmeye devam ettim. En alt kata iniyordu. Bu açıdan da çıkınca başla bir kameranın açısından seyretmeye devam ettim. Kolidora doğru ilerlerken bir anda durdu ve merdivenlerin önüne tekrar geldi.
Eğer oradan kaçmaya çalıştıysa gidebileceği tek yer sığınak. Görüntüleri izlemeye devam ederken geçitin kapağını açmayı başarıyor ve oraya giriyor. Daha fazla izlemeyi bırakıp hızla ayaklandım. Bahçeye çıkınca atlasa seslendim.
"Atlas!" Bir kaç saniye içinde koşarak yanıma gelmişti.
"Yok ağabey-" telaş içinde konuşurken sözünü kestim.
"Sığınağa gitmiş."
"Ne! Nasıl gitmiş oraya?"
"Geçitten gitmiş." Dediğim de şaşkınlıkla kaşları havalandı.
"Orayı nerden biliyor bu kız?"
"Çok konuşma Atlas, arabamı getir."
"Vale miyim ben amına koyayım! Adamlarına getittir-" Derken elimi omzuna koyup hafifçe omzunu sıktım "Tamam ağabey." Diyip yanından gitti. Bu da böyle biri işte. Bana karşı fazla diklenir ama aynı zamanda benden çekinir de.
Atlas en sık kullandığım arabayla önümde durup kornayı çaldı.
"Salta bebé, nos vamos."
"Atla bebeğim, gidiyoruz." Diye heyecanla bağırdı.
Sert bir şekilde arabanın kapısını açıp bindim. Yine aynı sertlikle kapıyı kapattım.
"Ağzına sıçarım senin. Ne bebeği lan!" Diye birden bağırmamla sesini alçaltarak yine kedi Atlas modunu açtı.
"Ağabey hiç şakaya gelemiyorsun."
"Boş konuşma da sür."
"Hemen ağabeycim."
"Lan bak bir gün seni fena döveceğim ha!"
"Ağabey sen bu aralar baya gerginsin. Bak sana bir önerim var."
"Saçmaysa sus."
"Bana göre saçma değil."
"Tamam anladık saçma."
"Söyliyim mi?" Dedi tekrar. Oflayarak cevap verdim.
"Söyle."
"Diyorum ki bu akşam seni çok iyi bir mekana götüreyim-"
"Tamam Atlas yeterli."
"Dur ağabey daha bitmedi."
"Bu saçmalığın devamı da mı var?".
"Oo ayıpsın! Tabiki de var. Bak şimdi ikimiz gidiyoruz, iki tane en sağlamından kadın-"
"Oğlum piçlik yapma otur oturduğunu yerde!"
"Ağabey bu piçlik değil. Ticaret gibi düşün. Para karşılığı-"
"Lan yeter! Şöyle iğrenç işlerini bana anlatma. Bir kadının parayla iş görmesi mi, yoksa senin onu parayla becermen mi daha iğrenç karar veremiyorum."
"Fazla masumsun ağabey." Diyip bana döndü. Kaşlarım çatık bir şekilde ona bakıyordum. Bakışlarını üzerimde gezdirip yüz ifadesini değiştirdi.
"Pardon yanlış oldu. Masumiyet kelimesi ile yan yana bile çok saçma kalıyorsun." Dediğinde yine ofladım.
"Keşke biraz sussan."
"Susarım susadığım zama da su içerim." Diye aniden bağırınca ters bakışlarını tekrar üzerine çevirdim.
"Neydi bu şimdi?"
"Ağabey hani da Selena vardı ya işte oradaki-"
"Atlas tamam yeter. Kızıl kurşun modunu aç." Dedim. Oturduğu yerde biraz daha dikleşti ve hafif öksürerek boğazını temizledi.
"Şirkette işler nasıl?" Diyen sen tonu tam da istediğim gibiydi. Sert, gür, ciddi, korku veren bir ses tonu.
"Bora bir kaç ortağıma göz koymuş sanırım. Aklı sıra mali savaş açtı. Ama bilmiyor ki iki ortaklıkla ben batmam."
"Biz, biz batmayız." Diye düzelttiğinde gözlerimi devirdim.
"Her neyse aynı şey."
"Kızıl kurşun modunu iki dakika kapatabilir miyim?" Dedi yumuşak bir sesle. Ne diyeceğini tahmin edebildiğim için cevabım kesindi.
"Hayır. Sadece sus ve yola devam et."
...
Ne kadar oldu bilmiyorum ama uzun bir süredir buranın çıkışını arıyorum ve yok. Belki işime yarayacak bir şey bulurum diye her yeri didik didik ettim ve bir telefon buldum. Telefonun şifresi yoktu. Bu gün şanslı günümdeydim. Telefonda kayıtlı üç numara vardı. Biri '!' şeklinde kayıtlıydı. Bir diğeri '+!' şeklinde kayıtlıydı. Sonuncusu da '++!' şekilde kayıtlıydı.
Bu numaraların hiç birini aramadım. Yarım sattir polisi aramaya çalışıyorum ama bir engelden dolayı arayamıyorum. Son bir kere daha şansımı deneyerek polisi aradım. Çağrı düşmeden kapanıyor ve altta yabancı bir dille bir yazı çıkıyor. Ne yazdığını anlamayı geçtim hangi dille yazıldığını bile anlamıyorum.
"Kahretsin ya!" Diyerek telefonu koltuğun üzerine fırlattım. Ellerimi saçlarımdan geçirip ofladım. Kayıtlı numaraları arayamam çünkü onlar pars'ın acil durumlar için kaydettiği numaralar olmalı. Yani onun elinden kaçmak için onun adamlarını veya güvendiği insanları aramam saçma olur. Bora aklı sıra buraya beni kurtarnay geldi ama bir şey beceremedi. Yani onu da arayamam. Emir asla olmaz. Zaten beni bu adama satan da o. Baran abim de olmaz. Şimdiye kadar beni kurtarmak için bir girişimi olmadı. Yani onun da umrunda değilim. Baran abim eğer bir şey yapmadıysa babam hiç yapmaz. Annem ise bir şey yapamaz. Başka da arayabilecegim biri yok.
Tam ümitsizliğe kapılmışken aniden aklıma gelen fikirle yerimden sıçradım. Koltuğun üzerindeki telefonu tekrar aldım ve açtım. Hızlıca en yakın arkadaşım hatta kardeşim olan kızın numarasını tuşladım. Arama tuşuna basıp gözlerimi kapattım.
"Lütfen ara. Lütfen..." Diye mırıldanırken kulağıma dola çalma sesiyle gözlerimi açtım. Ve evet çalıyor. Telefon saniyeler içinde açıldığında rahatlıkla bir nefes verdim.
"Alo?" Diyen sesini duyunca gülümsedim.
"Zeynep ben akça."
"Ne! Akça nerdesin sen? Nasılsın-"
"Zeynep beni dinle. Pars kızıl kurşun beni kaçırdı. Evinde tutsak tutuyordu. Ama ben geçit gibi bir yer bulup kaçtık. Şu an sığınak gibi bir yerdeyim ve buranın çıkışını bulamıyorum."
"Ah Allah'ım! Şu an iyi misin? O adam sana zarar verdi mi?"
"Ben iyim. Sen sadece polisi ara ve telefon sinyalinden konumumu bul."
...
Ormanlık alanda sığınağın olduğu yere doğru ilerliyorduk.
"Ağabey niye adamlarla gelmedik."
"Gerek yok."
"Nasıl yok?"
"Olum kızı alıp gideceğiz. Ne gerek var adama."
"Ya kız bir şey yapmaya çalışırsa." Dediğinde göz ucuyla ona bakıp. Sırıttım.
"Olum küçücük kız ne yapacak?"
"Ağabey öyle deme. Kız bana bir tekme attı yeminle hala ağrıyor."
"Sen de çıtkırıldım olma o zaman."
"Ne alakası var ağabey?"
"Yürü Atlas yürü!"
"Neredeydi bu giriş?" Diyerek ofladım. Tam da o sırada girişin üzerinde duruyorduk. Yandaki ağacın dibine eğilip yaprakları temizlemeye başladım.
"İşte burda." Dediğinde girişin kapısını açtım.
"Nasıl hatırlıyorsun sen burayı?"
"Zeka deniyor buna."
"Vay! İyiymiş ya. Nereden alınıyor bu?"
"Allah vergisi kardeşim. Üzülme sana biraz az vermiş ama neyse."
"Bu ne amına koyayım! İlkokul laf sokmalar mı?" Diye mırıldandı. Ergen gibi laf atmak her ne kadar midemi bulandırsa da Atlasa bu şekilde takılmayı seviyorum.
"Boş yapma da yürü."
"Ne?" Dedi şaşkınlıkla sonra oflayarak, "Ben burda beklesem olmaz mı?" Diye sızlandı. Omuz silkip tünelden aşağı merdivenleri inmeye başladım.
"Burda bekle beni. Sakın bir yere kaybolma."
"Tamam ağabey."
Merdivenleri inmeye devam edip kapağı kapattım.
Sonunda merdivenler bittiğinde yere eğilip kapağı açtım. Sessizce aşağıya doğru sarkıp atladım. Yatağın üzerine düştüğümde içerden bir çığlık sesi geldi. Yataktan kalkıp yatak odasından çıktım. Tam o sırada üzerime doğru fırlatılan bardağı fark edip bardağı havada yakaladım.
"Ne yapıyorsun sen!" Diye bağırdığımda tezgahın üzerinden başka bir bardak aldı.
"Uzak dur benden!" Diye bağırdı. Umursamadan üzerinde doğru yürüdüm.
"Yaklaşma!" Diye tekrar bağırdı ve elindeki bardağı havaya kaldırdı. Her an fırlatmaya hazırdı.
"Dur orda!" Dedi ama yine umursamadan üzerine doğru yürüdüm. Aramızda sadece bir kaç adım vardı. Elindeki bardağı tam bana fırlatacağı sırada elinden çekip aldım. Elimdeki iki bardağı da Akça'nın arkasındaki tezgahın üzerine koydum.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
"Sana kaçacağımı ve elinden kurtulacağımı söylemiştim."
"Ama bak kurtulamadın."
"Sen öyle san." Diyip kendinden emin bir şekilde sırıttı.
"Burdan bakınca pek kurtulmuş gibi görünmüyorsun." Dedim alayla.
"Bu sözlerini yarım saat sonra da söylersin." Kaşlarım çatıldı. Neyden bahsediyor bu kız?
"Ne demek oluyor bu?"
"Yarım saat sonra görürsün." Diyip yanımdan geçeceği sırada kolundan tutup tekrar karşıma çektim.
"Ne olacak yarım saat sonra?" Dedim gözlerimi kısarak.
"Onu o zaman görürsün." Dediğin de hemen yanımzdaki tezgaha yaslayıp üzerine doğru biraz eğildim.
"Aynı oyuna iki kere gelmem ben." Diyip beni göğsünden ittirdi. Fakat kıpırdamadı. Yüzüne biraz daha yaklaştım. Sol elimin dışıyla yanağını hafif okşadım.
"Evet biliyorum." Diye kulağına fısıldadım. "Güzel olduğun kadar zekisin de." Zeki midi? Evet zekiydi. Peki güzle miydi? Hem de çok.
"Süslü cumlerinle beni manupule edemezsin." Diyen sesi tamamen duygusuzdu.
"Belkide manupule etmeye çalışmıyorumdur." Diye yine kulağına fısıldadım.
Aslında yaptığım şey yine aynıydı. Onun bu konudaki hassasiyetinden faydalanıp konuşturmaktı amacım.
"Pars!" Diyip beni kendinden itmeye çalıştı ama yine kıpırdatamadı. Bakışlarını yüzüme çevirdi. Gözlerinde hiç bir duygu yoktu. "Amacını biliyorum ama bu sefer olmayacak." Dedi keskin bir şekilde.
Bana çevirdiği yüzüne biraz daha yaklaştım. Hiç bir şey söylemeden öylece dudaklarına bakıyordum.
"Neymiş amacım?" Diye mırıldandım duraklarına doğru.
"Pars uzaklaş!" Diyip tekrar beni itti. Ama yine kıpırdatamadı.
"Ne oldu küçük Karmen? Hoşuna gitmedi mi?"
"Tabiki gitmedi!" Tekrar ittirdi ama yine kıpırdatamadı. Sağ elimle çenesini hafifçe tuttum. Yüzünü yüzüme daha da yaklaştırdım. Nefes alış verişi hızlanmıştı.
"Heyecanlandın."
"Yapma" diyebildi zorlukla. Demin kendinden emin ve kararlı çıkan sesi şimdi sadece bir fısıltıdan ibaretti.
"Neyi?" Diyen sesim hırıltılıydı.
"Pars lütfen." Yine fısıldıyordu. İşte bu onun zayıf noktasıydı. Birinin onu köşeye sıkıştırması, onun kaçamaması. Köşeye sıkıştığında bırak hareket etmeyi konuşması bile güç bir hale geliyordu.
Onu öpmeyecektim. Ama o öpebilir. Zaten bana lazım olan da bu; ondan gelecek bir adım.
"Sen de istiyorsun Karmen." Diye fısıldadım dudaklarına doğru.
"Hayır pars." Dediğinde dudaklarına bakmayı kesip gözlerine baktım. Gözlerinde sadece korku vardı. Sadece büyük bir korku. Az önce böyle değildi. Köşeye sıkışmaktan bu kadar mı korkuyordu. Boranın onda açtığı yaraların farkındaydım. Fakat ona sadece biraz yaklaştığımda bile bu derece korkuyla bana bakması beni huzursuz etti. Açıkçası bu kadar çabuk etkilenmesini beklemiyordum.
Beni huzursuz eden şey benden korkması mı, yoksa onun bu derecede yaralı olması mı bilemiyorum ama huzursuz oluyorum.
Akça'nın bakışları sanki başka anılara dalmış gibiydi. Bana o adama baktığı gibi bakıyordu. Daha fazla böyle bakmaya devam etmedi ve yüzünü geri çekti başını sağ tarafa çevirip gözlerini kapattı.
"Lütfen... Lütfen pars şunu yapmayı kes." Dediğinde daha fazla onu rahatsız etmek istemedim. Gözlerinde gördüğüm korku beni bir anda ondan uzaklaşmaya itti. İçimde bir şeyler onu rahatsız etmemem gerektiğini bana söylemeye başladı. Sertçe yutkunup bir adım geri çekildim.
"Peki," sesim benden bağımsız bir şekilde kısık ve çatallı çıkmıştı. Akça titrek bir nefes verip hızlıca yanımdan geçti koltuklardan birine oturdu. Başına önüne eğip bir kaç saniye o şekilde kaldı sonra oflayarak parmaklarını saçlarına geçirdi.
"Nasıl buldun beni?"
"Kameralardan" dediğimde sıkıntıyla bir nefes verdi.
"Beni ne zaman bırakacaksın?" Dediğinde onun oturduğu koltuğun karşısındaki koltuğa oturdum.
"Gerçekleri duymak istiyor musun?"
"E yeni!" Dedi isyan eder gibi.
"Senle hiç bir derdim yok. Sadece bir süre elimde olman gerekiyor, o kadar."
"Ağabeyilerim olacak o beş para etmeyen şahıslarla ya da o Bora piçiyle olan meselende neden yanan ben oluyorum?" Derken kollarını göğsünün altında kavuşturup arkasına yaslandı.
"Senin yandığın yok aslında. Aksine bu senin de işine geliyordu. Sen sadece bunu değerlendiremiyorsun." Dediğimde kaşları çatıldı.
"Ne demeye çalışıyorsun?"
"Sen sadece benim elimde bir süre kalacaksın. İşim bitince seni bırakacağım. İşte o zaman her şey değişmiş olacak. Hem senin için hem benim için." Dedim ve hemen ekledim. "İyi anlamda."
"Ne değişecek pars? Ne anlatıyorsun?"
"Borayla evlenmeyi istemiyorsun değil mi?"
"Evet de-"
"Benim de amacım bu zaten."
"Nasıl yani?"
"Bu kadarını bilsen yeter. Şimdi gitme vakti." Diyip ayaklandım.
"Elinden kurtulacağım pars."
"Sadece deneyebilirsin." Alaylı bir şekilde sırıttı ve ayağıya kalktı.
"Denedim ve başardım pars." Ne demeye çalıştığını anlamıyordum. Biraz önce de bunu demişti. Bu kız ne haltlar çeviriyor?
Akça'nın sözlerinin üzerinden sadece bir kaç saniye sonra siren sesleri geldi. Siren sesini duyan Akça'nın yüzünde bir gülümseme belirdi.
***
Selamın aleyküm canlar. Baya uzun bir aradan sonra bölüm geldi. Bölümü düzenlemedim o yüzden yazım hataları olabilir. Bir de buraya kopyalayıp taşıdığım için satır aralarında da sorun olabilir hepsi için özür dilerim. Yarın da bir bölüm gelecek haberiniz olsun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |