
AVUÇLARIMDA KOKAN PORTAKAL ÇİÇEĞİ
O gün gözlerimi senden kaçırsaydım, şu an aklımı kaçırmazdım.
DUM SPİRO SPERO
THEACRİTOS
Kendine iyi bak kendim, bu yolda beraberiz.
…
Bu hikâye onların.
Yazılmış olan hayat onların hayali ve hikâyeyi yazanda benim.
Benim, onlar için seçmiş olduğum ruhum.
Herkese selamm arkadaşlar. Bu benim ilk kurgum. Yanlışlarım var ise affola. Düşüncelerinizi merak ediyorum. Yorumlardan benimle paylaşabilirsiniz. Keyifli okumalar. Sevgilerle.
Bu bölüm düzenlenmiştir, diğer bölümlerde sırasıyla düzenlenecektir.
Okumaya başladığınız tarihi buraya bırakabilirsiniz.
. Can Oflaz - Fikrimin İnce Gülü.
.
1.BÖLÜM: YABANCININ İS KOKUSU
İsli Kara Çıkıntı
Bir bir ekledim taş koleksiyonuma,
Zümrüt’ü, akiği, ametisi,
Ellerimin tırnaklarıyla kazıyarak,
Çıkarıp aldığım kömür karası elmasım.
Çukurlarımda irili ufaklı çizikler,
Uğraşımdır sana kan elmasım.
Kızıl renkli pas parlak,
Zaman gerekir sana,
Emek gerekir bana,
Sonunda olur beyaz anka.
22:06
Bilinmeyen bir zaman dilimi…
Satırları yavaş yavaş dolduruyorum gün gün yazmış olduğum günlüğüme. Tıpkı gökten yağan usul usul karların, gövdemi doldurduğu gibi.
Soğuk, çok soğuk. Yoğun bir ağrı kaplamıştı her bir yanımı. Sanrılar etrafımda kor geziyordu. Etraf karanlıktı. Benimle beraber bir ay kalmıştı. O gece… ayaz vaktiydi. Sen söyle sen olsan unutur muydun?
Ben mi? Ben ise… unuttum.
…
Alisya AKMAN
Her şeyin başladığı bir o kadarda bittiğini sandığım günlerin birindeyimdim. Ne kadar kendimi avutsam da içimden geldiği gibi davranmadığım zamanlarda buluyordum.
Bugün iyiydim. Yarında iyi olacağım diye diye kendimi sürükleyerek yirmi bir yaşıma kadar gelmiştim. Zor olan aslında zamandı. Zamanın benden alıp geri vermediği her zaman benden azalttığıydı. Zamanı tutmak ise her zamanki gibi benim anımdı. Anlar önemliydi... Bir an geri bir an ileri fark etmiyordu. An’lar önemliydi…
Bunun bir zaman beni yakalayacağını biliyordum ama ne zaman olduğunu bilmemekte benim anımdı. Kaçtıkça kovaladığım zamanın içinde hapsolmuştum.
Bu anın içinde.
…
Ayazlı bir sabaha gözümü açtım. Araflı kıyıların, soğuk duvarları etrafta kol geziyordu. Şubat ayının ilk karının gelmesini bekliyordum. Bu sene yağmamıştı. Bu biraz beni üzüyordu açıkçası.
Yılın bu zamanları havalar kasvetli, soğuk olurdu. Gün daha yeni yeni kendini ağartmaya başladı. Gök arafı geride bırakmış kendisini gün yüzüne çıkarıp doğudan güneşi doğurmuştu.
Açılan gözlerim ile etrafa bakındım. Saat daha sabahın altı sularıydı. Soğuk mevsimlere geçiş zamanıydı.
En sevdiğim mevsim…
Sevdiğim mevsimler olsa da soğuktan hiçbir zaman haz edemeyecektim sanırım. Ayrıyeten beni üşüten bir mevsimdi. Bu, bir gülü seviyorsak dikenine de katlanmak gibiydi.
Soğuk ellerimi birbirine sürtüp ısınmaya çalıştım. Ellerim her zamanki gibi buz gibiydi. Oda sıcacıktı ama bazen elim istemsiz soğukları oluyordu. Her heyecanlandığımda, gerildiğimde istemsiz bir şekilde parmak uçlarımdan, ellerime doğru soğukluk giderek artıyordu. Kışın ise ayrı bir ısıtma çabası içerisine giriyordum.
Bugünde o günlerden biriydi. Gidip kahve yapsam iyi olacaktı. Üzerimdeki yorganımı, kenara doğru savurdum. Soğuk mevsimlerin güzel bir yanı ise yağacak olan kardı. Onu beklemek ise bende ayrı bir mutluluk uyandırıyordu. Bir şeyi beklemek işte paha biçilemez an, o andı.
Yatağımın yanında bulunan pofuduk, tavşan desenli panduflarımı ayaklarıma geçirdim. “Ahh evet bu biraz ısıttı.” diye mırıldanıp yatağımdan kalktım.
Odam, dış görünüşüm gibi şirin bir şekilde döşeliydi. Küçük balkonum ise içim gibiydi.
Kasveti barındıran mabedim.
Bakışlarımı küçük balkonumdan çektim. Benim kaçışlarımın adresi. Ne kadar beni üzüyor olsada orayı seviyordum.
Fazla düşüncelere dalmayarak banyoya doğru ilerleyip işlerimi hallederek soluğu tekrar odamda aldım. Dağınık yatağım adeta ben buradayım diyordu. Odadan çıkmadan ilk işim yatağımı toplayarak çeki düzen vermek oldu. Güzel şimdi derli ve topluydu.
Odadan çıkarken kapıyı yavaşça kapattım. Zira evdekilerin uyanmasını istemiyordum. Hoş bu saatte de benden başka kimsenin ayakta olacaklarını sanmasam da yine de temkinli olmayı elden bırakmadım. Etraf her zamanki gibi sessiz olsa da bugün sanki daha fazla sessizdi.
Merdivenlerden inerken tırabzanlara tutunarak yavaşça inmeye başladım. Basamakları adımlayarak, ilerideki beyaz kapıyı açarak mutfağa girdim.
Ellerim direk üst çekmeceye gitti. İçinden kahve kutusunu alarak cezveyi ocağa koydum. Biraz kahve birazda şeker ekleyerek karıştırıp beklemeye başladım. Aslında sabah sabah içmek iyi değildi ama sıcak bir şeylere ihtiyacım vardı. Birazda olsa içim ısınsa iyi olurdu.
Pişen kahveye bakarken sırıttım. “Evet, piş kahvecik. işte böyle.”
Bir yandan saate bakıyordum. Bugün girmem gereken dersler vardı. O yüzden hızlı olsam iyi olacaktı. Gittiğim üniversite açılmış dersler çoktan başlamıştı. Üniversitenin ikinci döneminde olsam da erkenden derslere girmek, her öğrenci gibi bana da yorucu geliyordu.
Neyse ki üstten aldığım dersler sayesinde seneye böyle bir derdim kalmayacaktı. Sadece stajım ve birkaç ders dışında monoton hayatıma devam edecektim.
Kahve iyice köpük köpük olunca ocaktan aldım. Lila renkli, üzerinde beyaz, çiçekli desenlerin olduğu fincanıma kahveyi yavaşça döktüm. İşte şimdi içim ısınacaktı. Kahvemi içerken bir yandan da kahvaltılıkları hazırladım. Bu kadar basitti işte. Bu hayatta küçük şeylerle mutlu olabilmek ama… bir ama mutlaka karşımıza çıkıyordu. Mutluluğu bazen bir tebessümde bazen ise bir anda, bulmak her daim kendim için kolay olmuştu. Kendim için her daim bardağın dolu tarafına bakmaya çalışıyordum.
Gözlerim tekrar duvardaki saate takıldı. Gün aydınlansa da saat daha erkendi. Evde ses olmadığına göre Sultan teyze daha kalkmamıştı. Bende kahvaltılıkları tepsiye ayarlayıp hazır hale getirdim. Kahvemi alarak mutfaktan usulca ayrıldım.
Sultan teyze evde çalışanımızdı ama hiç ona o gözle bakmamıştım. Bizi büyütürken de emeği büyüktü.
Aklıma gelenler ile dudağıma bir tebessüm kondu. Abim ile küçükken çok yaramazdık. Yani öyle anlatıyorlardı. Yaramazlık yaparken kendimi düşünemiyordum. O zamanlar Sultan teyze bizi ayırmaya yardım edermiş.
Kahvemi içerek merdivenleri sessizce çıkıp odama doğru ilerledim. Annemle babam şirket yemeği için şehir dışındalardı. O sebeple iki gün evde olmayacaklardı. Şirket işleri bizde çoğunlukla olduğundan hiç yadırgamıyordum. O yüzden bende bazen böyle evde yalnız kalıyordum.
Yalnız kalıyorumdan kastım insanların evde olması değildi.
Odamdan içeri girerek kapımı kilitleyip rahat bir nefes alabildim. Fincanı masanın üzerine bırakıp tekrar saate baktım.
Bir an önce hazırlansam iyi olacaktı. Daha gidecek yolum vardı. Geç kalmak istemiyordum.
Dolabımın karşısına geçerek kapaklarını iki yana açtım. Elime ilk gelen tok kumaşa sahip, beyaz eteğimi askılıktan alarak yatağımın üzerine bıraktım. Hızlıca fermuarını çekerek üzerime geçirdim. Dizlerimin biraz üzerinde biten şirin bir etekti. Üzerine Lila renginde olan badimi giydim. Bugün hava biraz kapalı olduğundan eteğin altına ince bir çorap geçirerek makyaj masama doğru ilerledim.
Odam şirin olsada ferah bir yapıya sahipti. Odada dolanıp sandalyeme oturdum. Su dalgası saçlarımı tarayıp salık bıraktım. Böyle daha iyiydi. Çekmecemin bir gözünü açtığımda mavi renginde olan kelebekli tokamla göz göze geldim. Elimi uzatarak avcuma aldım. Elim üzerinde narince gezindi. Yüzümde kendiliğinden naif bir tebessüm belirdi.
Bu toka, bana küçüklüğümden kalan bir parçaydı. Taktığımda kendimi huzurlu ve mutlu hissediyordum. Sanki bazı anlar içimdeydi ve bana onu hatırlatıyordu. Hissiyatı yerinin doldurulamadığı, içimdeki boşluğu dolduruyordu. Onu yerine bırakıp çekmeceyi hızla kapattım. Puslu gözlerimi kırpıştırıp aynadan kendimle göz göze geldim. Gözlerim bana yaşımdan yorgun bakıyordu.
Çok ruhsuz görünen yüzüme ela gözlerimi öne çıkaracak bir makyaj yapıp bu görüntüyü ortadan kaldırdım. Hafif allık ve birazda rimel sürüp canlılık gelen yüzüme her zaman yaptığım tebessümü kondurdum. Birazda olsa göz altlarım kapanmıştı. Masamdan kalkarak üzerimi düzelttim.
Aynada kendime baktığımda nude rujumu da sürüp işte şimdi hazır olduğuma kanaat getirmiştim. Çantama gerekli eşyaları koyarak montumu da alıp odanın kapısını açarak çıktım. Kulağım aşağıdan gelen seslerle duraksadı.
Sesler geldiğine göre ev halkı ayaktaydı. Merdivenlerin başına geldiğimde aşağıyı sesledim. Aşağıdan her zaman ki gibi dedemin sesi yükseliyordu. Adımlarım sesi ile savsakladı. Acele etsem iyi olacaktı. Katı kurallarından biride kahvaltıda ve akşam yemeklerinde hep masada olmamızı istiyordu. Hiçbir zaman anlayamasam da dakikliğe takmış durumdaydı.
Çok göze batmamak için merdivenlerden hızlıca inmeye başladım. Eşyalarımı vestiyere bırakıp holden ilerleyerek açık salona girdiğimde herkesin masada oturduğunu gördüm. Sanırım geç kalmıştım. İşte bu hiç iyi olmamıştı.
Dedem yani Şahin Akman her zamanki gibi masanın başında gazetesini okuyordu. Omzum aniden açık kapıya çarpınca dedemle göz göze geldik. Her zaman yaptığım gibi tebessüm ettim. Belki…gülümserdi.
Hafif bir tebessümü bile çok gördüğü bana sert gözleri, ruhsuz bir yüzü ile karşılık verince hali hazırdaki gülümsememde çehremde böylece son buldu. Sofrada oturan amcam Murat, eşi Serra yenge ve kızı Menekşe bulunuyordu. Sanırım Levent abi de gecikmişti.
Dedem okuduğu gazetesini katlayıp masanın üzerine savurarak gözlerini bana dikti. “Nerde kaldın? Saatten haberin yok mu?! Benden sonra sofraya oturulmayacağını bilmiyor musun ha!?” dedi kızgınlıkla dedem.
Kaşlarının sertçe gözlerine indirmiş bakışlarını çekmeden bana bakıyordu. Sertçe yutkundum. Avuç içlerim kendiliğinden kaşınınca tırnaklarımı avucuma bastırıp kendimi rahatlatmaya çalışarak sandalyeme doğru adımladım. Ne desem de kabul etmese de tekrar kendime bir şans verdim. “Özür dilerim dede, bir daha olmaz.” diyerek sandalyemi kendime çekip oturacakken dedemin sözleri ile duraksadım.
“Bir daha olmayacak zaten, kalk yerinden mutfağa git. Sorumsuz!!” diye azarlayınca titremeye başlayacak ellerimi sıkarak sandalyemden çekilecekken omzumda bir el hissettim. Omzuma baskılayan el ile durdum. Geri çekilip arkama dönüp gelen kim diye baktım.
“Dede sabah sabah ne bu tantana! Bırak bir günde huzurla kahvaltımızı edelim.” diye yanıma Serra teyzenin oğlu yani kuzenim Levent abi kuruldu.
Bana dönüp göz kırptı. “Ne dikiliyosun otursana.” demesi ile ona baktım. Birkaç salatalığı ağzına atıp sandalyemi işaret etti. Evdekilerin ben dışındaki rahatlığı beni benden alırken oturmaya karar verdim. Hemen kahvaltımı edip çıksam iyi olacaktı.
Oturmam ile masanın üzerine hızla bir yumruk indi. İrkilip gözlerimi dedeme diktim.
Vermez olsaydım. Hiçbir zaman bu evde huzur olmadığı gibi masada da o huzuru beklemem benim hatamdı. Bana kızgın gözlerle bakıyordu. kızgın değil düpedüz anlamadığım bir şekilde benden nefret ediyordu.
Dedem elini tekrar yumruk yapıp masaya vurunca elimde olmadan geriye çekildim. Dedemin bendeki bu hıncını anlayamıyordum. Hiçbir zamanda anlamayacaktım. Stresten boş olan midemde bulanmaya başlayınca
“Ben zaten çok aç değilim.” diyerek hızlıca oturduğum yerden kalkıp seri halde odadan çıktım.
Masadan çıt çıkmıyordu. Kimse umurlarında olmadan yemeklerine devam ediyorlardı. Burada daha fazla durmamak için hızlıca çantamı vestiyerden aldım. Topuklu botlarımı da hızlıca giyerek evden çıkacakken Sultan teyze ile karşılaştık. Elinde tuttuklarına baktım.
Bana sandviç hazırlamıştı. Ona tebessüm edip yanağına bir buse kondurdum. Gözlerine bakarsam ağlardım. Anneme bu olanları dememesi için kendimi sıktım. Ağlamak istemiyordum. Sandviçi çantama atıp evden çıktım. Dedemin bana karşı tutumunu Sultan teyzede biliyordu. Ama elinden bir şey gelmiyordu.
Kolumdaki ince gümüş saatime baktığımda çoktan geç kalacağımı anlamıştım. Erken kalkıp geç kalmayı başaran sanırım tek kişiydim.
Hızlıca durağa doğru adımladım. Evdekiler kendi araçlarını kullansa da ben tercih etmiyordum. Elim boş çantamı kavradığında aklıma gelenle arkamı dönüp evin yoluna doğru baktım. O hengamede şemsiye almayı da unutmuştum. Adımlarım bir ileri bir geri gidince duraksadım. Geri dönemezdim. Yapacak bir şey yoktu. İleriye doğru yürüyüp durakta beklemeye başladım.
Çok beklemeden ileriden görünen otobüs ile gülümsedim. Geç kalsam da belki diğer derse girebilirdim. Ceketimin fermuarını çekerek gelen otobüse binip otobüs kartımı okuttum. Arkada kalan boş yere doğru ilerleyip sakince oturdum. Montumun cebinden telefonu çıkartarak Gülce ’ye mesaj çektim. Gülce, can dostum. Benim küçüklükten beri arkadaşımdı.
Gülce: “Günaydın biraz geç kalabilirim sen derse gir. Ben yetişmeye çalışacağım.” diye yazıp gönderdim.
Dersim sabah erken saatlerde olduğundan erken kalkıyordum. Avukat olmama şurada bir yıl gibi bir süre kalmıştı. Onun için elimden geldiğince çalışıp başarmak istiyordum.
Okula yaklaşınca ayağa kalkarak düğmeye basıp, tıklım tıklım olan otobüsten kendimi dışarı zor attım.
“Şükür.” diyerek kaldırıma doğru adımlayıp yürümeye başladım. Sanırım sabah bu saatlerde okula gelenlerde ben gibi düşünüyorsa sıkıntıydı. Çünkü şimdiden enerjimin yarısı otobüste kalmıştı.
Birde bugün girmemiz gereken uzun zaman dilimli dersler vardı. Şimdiden kendime acıdım desem yeriydi.
Okul kartımı çıkartarak turnikeden geçerek içeri, kendi fakültemin olduğu alana doğru yürümeye başladım. Çantamın içinden çok sevdiğim keman sesi yükselince elimi çantama atarak çağrıyı cevapladım.
“Efendim.” diyerek gülümsedim.
“Alisya neredesin kızım sen?” diye cıvıl cıvıl konuşan Gülce’nin sesi kulağımı çınlatınca telefonu biraz uzaklaştırıp “Sana da günaydın Gülce.” dedim.
“Kızım bırak şimdi günü aydırmayı. Hemen buluşmamız gerekiyor diyorum. Sana bomba haberlerim var.” diyerek daha da neşelendi. Meraklanıp kısık olan ela gözlerimi açarak etrafıma bakındım. “Ben fakültenin önündeyim. Ne oldu?” diye sordum.
“Hah iyi işte. Çabuk yanıma gel.” diyerek telefonu yüzüme kapattı.
Telefona uzaylı görmüş gibi bakarken beş on saniye geçmeden tekrar telefonum çaldı. Elimdeki telefonumu tekrar açıp dinlemeye başladım.
“Ay pardon ben yerimi söylemedim.” deyince “Ee yani,” diyerek bu haline güldüm.
Bir yandan dağılan saçlarımı bir omuzumda toplayıp “Neredesin bakayım sen? Ne bu neşenin kaynağı?” diye sordum. Bir işler karıştırdığı sesinden belliydi.
“Bir şey yok ya normal bir gün işte.” diye sonlara doğru sesi kısılarak devam etti. “Neyse sen kantine gel. Zaten ilk dersi kaçırdık. Sonrakine gireriz, çabuk beni bul!” deyip bir şey dememe izin vermeden telefonu tekrar yüzüme kapattı.
“Çatlak.” diye gülerek fakültenin arkasında yer alan kantine doğru yol aldım. Üniversitenin kampüsü geniş bir alanda yer alıyordu. İlerideki okul kantininin merdivenlerini çıkarak alana vardım.
Okulun en kalabalık yerlerinden birisiydi. Her öğrenci mutlaka bir şey içmek için buraya uğrardı.
Kantinin kapısını aralayarak içeri girdim. Bu aralar normal bir kalabalık vardı. Sınav zamanı ise içeride yer bulmamız bile çok zor oluyordu. Sağıma doğru baktığımda bir adet el sallayan Gülce’yi görünce yüzümde yerini koruyan tebessüm ile yanına doğru ilerledim. “Selam” diyerek gülümsedim.
Çantamı yan sandalyeme asarak sakince oturdum. Bakalım derdi neydi.
Karşımda oturan Gülce’ye baktığımda, onunda bana bakan boncuk gözleri ile karşılaştım. Yerinde duramıyor gibi bir hali olsada arada gözlerini etrafta gezdiriyordu. Sanki birini arar gibi bir hali vardı.
Arkama yaslanarak “Apar topar çağırdın ne oldu?” diye sordum. Merak etmiştim doğrusu.
Gülce telefonundan bir resim gösterince öne eğilerek gösterdiği resme dikkatlice baktım. Bir gece partisiydi.
“Akşam parti var veee bize bilet aldım.” diye neşeyle konuştu.
Kaşımı kaldırıp “Bize derken?” diye sordum.
“Kızım bize işte.” masaya eğilip “Beraber bu gece kurtlarımızı dökeceğiz. Hem şurada sınavlara ne kaldı? Biliyorsun, iki ders yaparız ardından dönem ödevleri gelir. Azıcık eğlenmek bizimde hakkımız hımm?” diye sordu.
Biraz dik konuma gelip “Gülce ben…” dediğimde elini uzatıp “Dur hemen bir şey deme.” diyerek beni susturdu.
“Yani biliyorsun evdekiler var, nasıl geleceğim, hem saat kaçta bu parti?”
“Saat onda.” dedi rahatlıkla.
“Hayatta olmaz Gülce. Ben nasıl geleyim kızım? Kendimi geçtim, sen nasıl çıkacaksın?” deyince bana imalı bakışlarla cevap verdi. Hallederiz bakışları bana hiç iç açıcı gelmiyordu. İşte bende bundan korkuyordum.
Hemen karşı atağa geçtim. “Hayır, bak ben bu bakışı biliyorum. Geçen seferi unuttum sanma. Kıl payı yakalanıyorduk evdekilere.” dedim.
Gülce gözüme masum masum bakmaya devam ediyordu. “Bakma bana öyle boncuk boncuk yemezler.” Dedim bir umut.
Gözlerini kısıp dudaklarını büzdü. “Ya ama lütfen gidelim. Lütfen lütfennn.” diye ısrar edince dayanamadım.
“Evden çıkmam bir dert, gelmesi ayrı. Onu nasıl yapacağız?” deyince gözleri parladı.
Emin olmak için sordu. “Geliyorsun yani?” bir kaşı sorgu ile kalksa da laf ağzımdan bir defa çıkmıştı.
“Tabi ki seni yalnız bırakacak değilim.” deyince rahat bir nefes aldı. “Yaa sen bir tanesin.” Diye oturduğu yerden kalkıp kollarını gövdeme sardı.
“Ama bak bu son.” diyerek uyardım.
“Tamam. Tamam bu son.” dediğinde ona inanmayan gözlerle bakınca “Dur iki kahve alıp geliyorum.” diyerek arkasını dönüp ilerledi.
O sırada saate bakıp ardından “Çabuk ol!” diyerek notlarımı ayarladım. Bugün akşama kadar okuldaydık. Yoğun bir gün bizi bekliyordu.
Gülce, kahvelerimizi alıp sıcak kahvenin birini bana uzatarak yerine oturdu. Güzlerimde muzip bir bakışla kahveme şeker atıp Gülce’ye baktım. “Ya bir dakika senin bu neşe… bu ısrar neden? Yoksa şu fa…” demeye kalmadan kendisi döküldü.
“Ya ne alakası var Fatih’le, ben eğlenmeye çıkalım, diye şey etmiştim.” demesiyle gözlerini kaçırması bir oldu. Sırıttım partiye gitme amacımız şimdi belli olmuştu.
Gülümsememi durduramadan “Tamam tamam şu Fa..” elimi kaldırıp emin olmak için sordum. “Yok diyorsun, öyle mi?” dedim. Omzunu bilmiyorum dercesine silkti. Bana kalırsa gelecekti.
Kahvelerimizi bitirip çöp kutusuna atarak masamızdan kalktık. Bana dönüp “Tamam belki,” diyerek elleriyle baş ve işaret parmağını kısıp “birazcık ondan dolayı olabilir.” deyip kantin kapısını açınca, bizim şu fa… olan Fatih ile çarpışmaları bir oldu.
Her şey bir anda olduğundan fark edemedim. Seslenemeden Gülce, sendeleyerek düşecekken Fatih, onu belinden ve kolundan tutarak düşmesine engel oldu. Ya ama bu sahne, isteseler olmazdı. Birbirini dengede tutarken kapıdan geçip dışarı çıktım.
Gülce, üniversitenin başlarından beri Fatih’e platonikti. Hiçbir zaman açılmasa da uzaktan, gizlice seviyordu. Ve ilk defa bu kadar yakınlardı. Şaşkınlıkla ikisine bakıyordum.
Fatih ise çarptığı kişiyi yeni görüp şaşıran bakışları ile “Hanımefendi iyi misiniz.?” diye sordu.
Ben de Gülce’ye bakıp ne tepki verecek diye beklerken, o sıra Gülce başka alemlerdeydi. Zira yere düşen eşyalarına bakıyordu. “Dikkat etsene ya az daha düşüyordum.” dedi.
Kafasını sinirle kaldırınca Fatih’i görmesi ile ne yapacağını şaşırdı. İşte bende bundan korkuyordum.
Ne yapacağını bilemeyen gözlerle birbirlerine bakarken Gülce, eğilerek yere düşen eşyalarını toplamak isterken, o sırada Fatihte birden eğilince kafalarını birbirine çarpması bir oldu.
Komedi sahnesi gibi ben de ayakta onları izliyordum. Gülce, eliyle başını tutarak neyin çarptığını anlamak ister gibi başını kaldırıp Fatih’e doğru baktı. Bense gözlerimin önünde yaşanan film karesi gibi bu komik anı gülümsememi saklayıp izliyordum. Hala yerde birbirlerine bakarken kendime gelerek Gülce’nin, kolundan tuttum. Zira bunlar yerden kalkamayacaktı.
Kolunu dürtüp “İyi misin?” diye sordum.
Gülce bana bakıp tekrar Fatih’e döndü. “İ-iiyim afedersin benim hatam.” diyerek kekeledi. Fatih ise yere düşen çantasını uzatıp “Sevindim.” diyerek yanımızdan geçip kantinden içeri girdi.
Gülce Fatihin arkasından bakınca ona dönüp baş ve işaret parmağımı kısıp “birazcık” dedim. Bir yandan da tebessümle yüzünü izliyordum. “Dalga geçmesene ya.” diyerek bozuldu.
“Tamam tamam hadi gidelim, derse geç kalacağız” dedim. Bir anda duraksayınca bende durdum. Sanırım bir şey oldu.
“Ya inanamıyorum saçım nasıldı, kötü görünmüyordum değil mi?” deyip kahverengi düz saçlarını düzeltti. Eline hülyalı bakışlar atıp “Sanırım elimi yıkamayacağım.” diyerek eline bakmayı sürdürdü.
“Saçmala” diyerek devam ettim. “Ayrıca benim güzeller güzeli kankamdan başkasını mı bulacak hiç sanmıyorum” dedim. Biraz yüzünde gülümseme sağlayıp kollarımı Gülce’ye sardım.
“Gerçi beni de bulduğu yok orası ayrı da. Neyse gidelim hadi.” deyip tebessüm etti. Biraz eğlenip kafa dağıtmaya ihtiyacımız vardı anlaşılan. Rotamızı oluşturdum.
“Ne yapıyoruz biliyor musun? O partiye gidip, ortalığı ağlatıyoruz.” diyerek devam ettim. “Ayrıca bırak erkekler bize muhtaç olsun onlar kim ya.” diye birden yükseldim.
Gözlerini belertip bu halime güldü. “Abartma, tamam biraz daha iyiyim, hem sen bana bakma. Hadi şu derse girelim ikinciyi de kaçırmayalım. Selen hocadan tekrar azar yemek istemiyorum.” dediğinde koluna girdim.
“Ha şöyle, hadi gidelim.” diyerek fakültemizde yer alan dersliklere doğru ilerledik.
Üniversitenin içi çok genişti. Fakülteler ayrı alanlarda bulunsa da içerisini, öğrencilerin vakit geçirecekleri şekilde ayarlamışlardı.
İlk dersi, kaçırdığımızdan ikincisine girsekte derslerin çoğu notları almak ile geçmişti. Son derse girmeden yemek yiyip girdiğimizden son dersi uyumamak için zorlayarak geçireceğimde belli olmuştu. Amfide yapılan derslerin çoğunda arkada olduğumuzdan bu derste uyumayı planlayarak kararlılık seviyem benimle dalga geçiyordu. Başım ağrıyordu, bugünlerde ağrısı artmış hissediyordum.
Sıraya kollarımı bağlayıp başımı yasladım. Son derste biraz kestirsem bir şey olmazdı. Hoca gelene kadar uyuyabilirdim. Elbette derste uyumaya hocalar bir şey demese de yani birey olarak hocamın derste beni uyuyor diye görmesi hoş olmazdı.
Yanımda duran Gülce’ye “Sen notları alırsın ben biraz kestireceğim.” diyerek gözümü kapattım.
“Kızım saçmalama ya Ali Ata Hoca görürse?”
“Sorun olmaz.” diye mırıldanarak kollarımı dahada birleştirip uykuya daldım. Daha hoca derse girmemişti. Vakit vardı biraz kestirmekten zarar gelmezdi. Belki uykusuzluğum, bir nebze olsun yerine gelirdi. Sınıfın içindeki yoğun karmaşa sesleri bir anda kesildi.
Kolumun dürtülmesiyle dalmaya yakın olduğum uykudan da bu şekilde ayrıldım. Başımı yasladığım kolumdan kaldırıp etrafta göz gezdirdim. Sersem halim uykumun habercisiydi. Gözlerim uykusuzluktan kapanıyordu.
İçeri giren hoca ile gözlerimi ovuşturdum. Ali Ata Hoca gelip hepimizi selamlayınca gözlerimi açık tutmaya zorluyordum. Bu yemeğin içinde ne vardı da beni bu kadar uykulu yapmıştı. Biraz daha uyku için tekrar başımı ellerimin üzerine koydum. Umarım ders erken biterdi.
Kapı sesi ile etrafa baktım. Amfinin iki girişi var. Birisi aşağıda birisi yukarıdaydı. Ses yakından geliyordu. Öğrencilerin girdiği arka kapı tekrar çalınca aldırış etmedim. “Affedersiniz hocam, girebilir miyim?” diye söyleyen öğrenci, sınıfın kapısını kapatıp içeri girdi.
“Bir daha olmasın Fatih.” dediğinde Ali Ata Hoca tahtadaki slaytı açıyordu. Bense gözlerimi kapatıp açarken tekrar başımı yasladım. Birisinin adımları yanımızdan geçerken adım sesleri kesildi.
“Oturabilir miyim?” diye bir ses gelince böğrüme çarpan kol ile iyiden iyiye uyku namına bir şey kalmayınca “Hıh ne oldu?” diye sessizce mırıldanıp Gülce’ye döndüm. Gözlerim, karşımdakileri görünce şaşkınlıkla açıldı.
Evet böylece dürtülmemin sebebini de anlamış oldum. Fatih, Gülce’nin yanında dikiliyordu. Sanırım yanındaki boş alanı işaret ediyordu.
Gülce ise Fatihe bakıp “T-tabi, tabi oturabilirsin.” dedi. Heyecandan donduğunu yanımdan olduğundan hissedebiliyordum. Heyecandan yerinde duramıyor gibi bir hali vardı.
Fatih de o sıra Gülce’ye dönüp “Sen o boncuk gözlü hanımefendisin.” dedi.
“Ne ben mi?” diye Gülce şaşkınlıkla kendisini gösterince güldüm.
“Evet senden başka mavi gözlü sınıfta yok sanırım.” dedi etrafına şöyle bir bakmak için bakıp.
“Öyle mi?” diye Fatih’e bakınca bir heyecanla Gülce elini uzattı.
“Gülce ben.” dedi. Fatih de elini uzatıp “Biliyorum.” gülümseyip “bende Fatih.” diyerek elini ensesine götürüp kısa saçlarını kaşıdı. “Sanırım sende beni biliyorsun.”
Tatlı tanışmalarına an be an kulak misafiri olduğumdan Gülce, bana dönüp “Bu da arkadaşım Alisya.” diye beni tanıttı.
Fatih bana bakıp “memnun oldum.” diyerek tebessümü ile başımı salladım.
“Bende” diyerek ikisine de tebessüm edip defterimi çıkardım. Anlaşılmıştı ki dersi dinleyecektim. Uykum olur olmadık anlarda bazen beni yoklasa da bugünlük sanırım mesaisi bu kadardı. Yapacak bir şey yoktu, hocanın açtığı slayttan önemli gördüğüm yerleri yazmaya başladım.
Vaktimin çoğu dersin sonuna kadar not almakla geçmişti. Yanımdakiler fısır fısır konuştuklarından bir şey anlaşılmasa da ara ara gülmeleri iyi olduklarını açıklıyordu. Kendi hallerine bırakıp Ali Ata hocayı, dinlemeye koyuldum. Avukat olmama şurada nerden baksam bir yılım kalmıştı. Bu dönem yeni başlasa da son senede yapılacak staj ile okulumdaki derslerimde bitmiş olacaktı. Çoğu dersimi üstten aldığımdan seneye çok bir dersim kalmayacaktı.
Anlatılanları güzelce defterime not ettim. Hocamız tam bir takıntı olduğundan harfi harfine notları defterime geçirdim.
Elimi alnıma atıp köşelerini ovaladım. Yorgunluktan başım çatlıyordu. Birde akşam gizlice yaptığımız plan için evden kaçmam gerekiyordu. Annemle babam iki gün sonra geleceği için bu akşam, evdekilere çaktırmadan, erkenden odama kapanmayı planlıyordum. O şekilde bir çaresini bulup evden gizlice çıkacaktım.
Hocanın son sözler ile kalemimi elimden bıraktım. Parmaklarımı hissetmiyordum, lise de sanırım bu kadar not almamıştım. Parmaklarımı esnetip rahatlattım.
Dersin bitmesi ile notları toplayıp çantama koydum. Bugün sınırları daha fazla zorlamasak iyi olurdu. “Tamam.” diye bir sesle yanımdakilere döndüm. Gülce’nin neye tamam dediğini anlamazken Fatih de Gülce’yi onaylayıp “haberleşiriz.” dedi.
Olaylardan habersiz onlara bakarken Fatih’in telefonuna gelen mesaj ile aniden yerinden kalkıp “Hanımlar iyi günler dilerim.” dediğinde cevap almayı beklemeden sınıftan acilen çıktı.
Gülce’nin yanakları sırıtmaktan patlayacaktı. “Numara mı istedi, bende verdim.” diyerek aniden konuya girdi. Yüzündeki gülümsemesi eksilmeden sırıtmaya devam etti.
“Nee” diye heyecanla bir tepki verdim. Ben ders dinlerken ne olmuştu öyle.
“Yazımın çok güzel olduğunu söyledi, bana notları atıp atmayacağımı sordu, fotoğrafını çekebilirdi ama o numaramı istedi.” diyerek gülen dostuma baktım.
“Ya çok sevindim.” dedim. sırıtarak bana döndü. Ya şu an tam bir leyla olmuştu benim can dostum.
“Akşam partiye oda gelecekmiş benim gelip gelmeyeceğimi falan da sordu.”
Kaşlarım istemsiz havaya kalktı. “Kızım bune hız. Hangi ara konuştunuz bunları?” dedim. Ben gariban notları alırken bunlar Bağdatı geçmişti.
“Valla bende çok şaşkınım.” diyerek devam etti. “Sence çok mu acele davrandım. Numaramı vermekle.” Diye kuşku ile kaşları düşse de gülen gözlerindeki heyecanı söndürmek istemedim. Çok mutlu görünüyordu.
“Saçmalama, bak hem ismini bile unutmamış ben bile sınıfın yarısını tanımıyorum.” diyerek düşüncemi belirttim. Sınıf hem kalabalıktı hem de hepsini tanımam benim için çok zordu.
Fakülteden çıkmış Gülce’nin aracının önüne geldik. “Dimi ama.” tatlı bir gülümseme ile devam etti. “O zaman atla bebek, bugün seni ben bırakayım” dedi.
“Daha akşam planımız var.” dedim.
“Ayy evet ne giysem acaba? Çabuk çabuk gidelim.” diyerek kapısını açtığı aracın koltuğuna kuruldu. Bende yan koltuğa oturdum. Evet sakinim. Hafiften araçlara karşı bir sıkıntım olsa da bunu yavaş yavaş aşmaya çalışıyordum.
“Sence elbisemi etek mi?” diye sordu. Çantamı kenara koyup emniyet kemerimi bağladım. “Eve geçince kıyafetlerini at, ordan seçeriz.” diye fikrimi belirttim.
“Bana değil kızım sana.” sinyali verip sola doğru döndü.
“Bana mı, bir kot pantolon bir kazak iş görür?” Bu soğuk havada kıçım üşüsün istemiyordum doğrusu. Kışı seven ama üşümek istemeyen bir bünyem vardı. Elimden gelse dışarı yorganım ile çıksam bana koymazdı.
“Asıl sen saçmalama olmaz öyle.” dedi. Gece soğuk olacağından Gülce’ye bakıp konuşmaya başladım.
“Beni biliyorsun, ufak bir soğukta kıçım donuyor, elbise giyersem hepten donarım” dedim gözlerimi belertip.
“Olmaz reddedildi.” diyerek itiraz etti. “Geçen doğum gününde giydiğin Lila bir elbise vardı. Hem sana da çok yakışmıştı.”
Yol boyu kıyafetlerden konuşarak evin önüne gelebilmiştik.
Gülce’yi yanağından öpüp ileride kapı önünde dikilen korumalara bakıp kısık sesle konuşmaya başladım.
“Akşam görüşürüz, aşağı sokakta beni bekle. Ben evin arkasından dolanacağım, gece sen gelince mesaj at ben çıkarım.” diyerek arabadan indim.
“Tamam öptüm.”
“Dikkatli git.”
“Tamam görüşürüz” diyerek aracı ile ilerledi.
Ev denilen duvarlarla, çitlerle örülü moloz yığınına baktım. Yine başladığım yere geri dönmüştüm. Korumalara tebessüm ederek iç kapıdan girdim. Herkes elbet bir gün evine dönerdi değil mi?
Ben ise bu dört duvar için içimde, moloz yığınından başka bir şey hissetmiyordum. Derin bir nefes alarak yürümeye başladım. Bahçenin geniş alanı yeşilliklerle kaplıydı. Etrafta araç göremedim. Bu iyiydi. Dedem ve amcam daha gelmemişti.
Evimiz üç katılı geniş bir alanı kaplıyordu. Benim odamın olduğu kısım arka yola baktığından, akşam dışarı çıkmamda daha kolay olacaktı. Gözlerim yandan görünen salıncağıma takıldı. Sahici bir tebessüm ile gözlerim daldı. Küçükken salıncaktan inmediğim için babam iki kişinin rahat bir şekilde sığacağı salıncağı arka bahçeye konumlandırmıştı. Gözlerimi oradan çekip kapının yanına yaklaştım.
Çantamın içinden anahtarı çıkartıp içeri girdim. Sultan teyze, elinde banyo havluları ile karşısında beni görünce “Kızım hoş geldin” dedi.
“Hoş buldum Sultan teyze, elindekileri gösterip “Üst kata götüreceksen ben hallederim.” diyerek dış kapıyı örttüm.
“Yok kuzum bunu alt kata, garajın olduğu odaya koymamı istedi Şahin Bey” dedi.
“Allah Allah niye ki.” dedim şaşkınlıkla. Aşağı katta garajdan başka bir şey yoktu. Garaj desekte dedem çoğunlukla araçları ile ilgilendiğinden kendisine ait bir atölye vardı.
“Hiç bilmiyorum canım, hadi sen üstünü değiştir, akşam yemeği hazır olunca ben sana seslenirim” dedi.
“Cansın.” diyerek odama çıktım. Odam ikinci katta en köşede kalıyordu. Odamın içine girip eşyalarımı masanın üzerine bıraktım. Derslerin yorgunluğu ile bir duş alıp rahatladım.
Üzerime rahat bir ikili takım giyerek ıslak kestane renginde olan saçlarıma bakımlarını yapıp kuruttum. Saçlarımın hatırı sayılır bir uzunluğu vardı. Kurutmazsam sabaha kadar iki kat baş ağrısı çekerdim.
Akşam için kıyafetlerime bakıp Lila desenli elbisemi yatağın üzerine attım. Topuklularla balkondan inemeyeceğim için spor ayakkabılarımla gidecektim. Elbisenin fotosunu Gülce’ye çekip attım. Oda akşam askılı kısa bir elbise giyecekti. Okey işareti atınca elbiseyi tekrar rafa astım. Lila rengini çok seviyordum. Mor sevdam ise ezelden beridir vardı.
Aşağıdan Sultan teyze çağırınca telefonumu cebime koyarak saçımı da küçük kıskaçlı tokam ile tepeden toplayıp odadan çıktım. Sanırım ev ahalisi gelmişti. Telefonun sesi ile arayan kişiyi görüp gülerek açtım.
“Alo Satı Hanım, valla özlettiniz kendinizi.” diyerek şakıdım. Annem ile konuşmak her zaman iyi geliyordu.
“Benim elma yanaklım, hiç aramıyorsun darılıyom bak.” dedi daha yeni giden annem.
“Annem daha bir gün oldu.” diyerek güldüm bu haline. Her işe gidişlerinde aramadan duramıyordu.
“Olsun ben anneyim sus bakayım.” diye tatlı azarını da yiyip konuştum.
“İyi öyle olsun, ne zaman dönüyorsunuz.” diye sordum. Aşağı katta bulunan balkona girip sallanan sandalyeye oturdum. Yanında bulunan battaniyeyi de bacaklarıma sarıp arkama doğru yaslandım.
“İşimiz erken bitti, toplantı yarın yapılacakmış, yarın akşam dönmüş oluruz kuzum.”
“Erken geldiğiniz iyi olmuş.” Ses tonuma özen gösterdim.
“Bir sorun yok demi kuzum, evdekiler bir şey mi dedi yoksa.” diye şüpheli sesi ile sordu. Annemi endişelendirmek istemiyordum. “Yok bir şey olmadı, sizi özledim sadece.” dedim. Evet buradan kararlarımda ne kadar tutarlı olduğumda belli oluyordu.
“Kız çatlak hani bir gün olmuştu” demesi beni güldürdü.
“Neyse beni boşverin, vaktiniz varsa biraz daha vakit geçirin. Ordan güzel fotolar isterim bak.” dedim.
“Baban işini bitirsin, bakalım ona göre ayarlarız kuzum. Ben şimdi kapatıyorum yarın konuşuruz.”
“Tamam öptüm.” diyerek telefonu kapatıp balkondan çıktım. İş gezilerine annemle babam çoğunlukla beraber giderlerdi. Derin bir nefes alarak salona girdim. Evet umarım kimse ile münakaşaya girmeden bugünü atlatıp odama çıkabilirdim. İçeride göz gezdirdim.
Daha dedemle amcam gelmemişti. İçeride yengem kızı Menekşe ile kahve içiyorlardı. Beni görünce Menekşe dik dik bakıp başını telefonuna indirdi. Zaten kendisi ile hiç anlaşamadığımızdan çok üzerinde durmadım.
Yanlarından geçip karşı koltuğa oturacakken yengemde o sıra öne doğru kalkınca elinde tuttuğu kahve üzerime hızlıca döküldü. Can hali ile karnıma dökülen sıcak kahve ile yanan elimle yengeme bakakaldım. Menekşe telefonuna bakıp sırıtıyordu.
“Yenge sen ne yaptığını sanıyorsun?” diyerek geri çekilsem de sıcak kahve üzerimde bir leke gibi büyümeye başladı.
“Ay dikkat etsene beceriksiz! Kahvemi döktün.” diyerek bana kızdı.
Canımın acısı ile konuştum. “Ben mi döktüm. Yenge sen kalkınca bana döküldü.” Beyaz tenimde kızarıklık artmaya başladı.
“Yani bu benim kahvemin dökülmediği anlamına gelmiyor.” demesi ile kaşlarım çatıldı. İyide kendisi dökmüştü. Elimin sızısı giderek artarken ellerimi sıktım.
“Sultann Sultan.. bu da bir istediğim vakit gelmiyor.” diye koltuğa iyice yayılıp bacak bacak üstüne atıp, gözlerini bana diken yengeme baktım.
“Yenge sen… ahh!” elim daha fazla yanınca laf yetiştiremeden salondan çıktım. Daha fazla konuşmayacaktım.
Salondan çıktığımda Sultan teyze ile karşılaştım. Bir şey diyemeden odama çıktım. Elimi suya sokup acısını almaya çalıştım. Hassas tenim hemen su toplamıştı. Üzerimde karnıma gelen kıyafetlerimden dolayı sorun olmasa da elime direk temas edince kızarmıştı. Dolan gözlerimi hızlıca sildim. Bilerek yapmıştı. Canımın acısı ile gözlerim tekrar dolmaya başladı. Banyodan çıkıp üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup yenilerini elime dikkat ederek üzerime geçirdim. Gözüm kızarık elime takıldı.
O sırada kapım tıklatılınca “Gel.” diye seslenerek elimi arkama doğru sakladım.
Sultan teyze elinde yanık kremi ile odadan içeri girdi. “Ne oldu böyle kınalı kuzum, neren yandı?” diye sordu.
“Sorun yok kahve döküldü sadece.” dedim.
Arkamda saklı elime uzandı. Acıyla geri çekmeye çalıştım. “Dur, bunu sürelim su toplamış şuna bak.” eli usulca elimde gezindi.
“Sorun değil Sultan teyze, ben hallederim.” dedim.
“O yengen yaptı dimi kızıyla konuşup gülüşüyorlardı.” diyince konuşmaya başladım.
“Evet ama bunu kimse bilmesin, sorun değil krem sürerim geçer.” Annemin kulağına gitmesini istemiyordum.
“Kuzum ne diyorsun, elinin haline bak nasıl kızarmış.”
“Krem sürerim geçer, olay daha fazla büyümesin.” dedim.
Aşağıdan Sultan teyzeye seslenince, odadan çıkıp aşağıya indi. Titreyen elimle kremi yanan elime sürüp acının dinmesini beklemeye başladım. Elbette ki bunun acısını onlardan çıkartacaktım. Ne desem de inanmayacaklarından aşağıda uzatmak istememiştim.
Uzun kollu hırkamı da giyip yaramı kapatarak yemek için aşağıya indim. Sofra hazırlanıyordu. Salondakilerle muhatap dahi olmadan sandalyemi çekip oturdum.
O sırada dedemle amcamda salona giriş yaptı. Dedemle göz göze gelince başımı çevirerek göz temasını kestim. Hep nefret eder yüzü ile karşılaşmak beni yoruyordu. Oysaki ben hiçbir şey yapmamıştım.
Hayret bu sefer bir şey demeden sofraya oturdular. Yemekleri tabağıma usulca alırken gözüm takıldı. Dedem, amcama sanki gözleri ile bir şey anlatır gibi ciddi bir surat ile bakınca başımı çeksem de ara ara gözledim. Amcam, dedemin bakışlarından ne anladı ise kafasını usulca salladı. Gözlerimi onlardan çekip yemeğime odaklandım.
Sessizce geçen yemeğin ardından erkeden odama çekildim. Bugün o partiye gitmemem için engeller çıksa da yapacak bir şey yoktu. Ecza dolabından aldığım sargı bezi ile kremi yenileyip elimi güzelce sardım.
Gözlerim duvardaki saatime takıldı. Evden çıkacağım saat azalmıştı. Hemen hızlıca bir makyaj yapmaya başladım. Göz kapağıma ela gözlerimi ortaya çıkaran koyu kahve tonlarında bir far sürdüm. İnce kıl bir fırça ile eyeliner çekerek rimelimi kirpiklerime dokundurdum. Fondöten kullanmasam da göz altlarım gecelerin uykusuzluğu yüzünden halka halka olduğundan onları da her zaman olduğu gibi kapattım. Evet şimdi daha iyiydi.
Yüzümün gözlerimden sonra en sevdiğim yanı ise uzun kirpiklerim. Çoğu zaman rimel sürmeyip kullanıyordum. Kendi halinde de iyi duruyordu. Dudak rengime yakın bir ruj sürüp olmazsa olmaz glossumu da dudaklarıma güzelce yedirdiğimde makyajımda bitmişti.
Hızlıca üzerime lila elbisemi giyerek saçlarımı kendi halinde dalgalı bıraktım. Odamın kapısını kilitleyip spor ayakkabılarımı giydim. Odamda balkonumun olması bir şanstı. Buradan sessizce aşağı inecektim. Elbisenin eteğini baldırıma kadar çekip çantamı elime aldım. Kabanım beni umarım sıcak tutardı. Bu elbisenin içinde donmak istemiyordum. Gözlerim son bir ez bir şey unuttum mu diye bakındı. Odamın ışıklarını sönüktü. Artık her şey hazır olduğuna göre gazam mübarek olsun.
Penceremi açmadan Gülce’ye mesaj çekip telefonu da çantama koyarak pencereyi açtım. Önce sağıma soluma bakındım. Korumlar gece gezmesine çıkmadan aşağı inmem gerekiyordu. Hiçbir taraftan ses gelmeyince yandaki balkon demirliklerinden yavaşça sallanarak, aşağıdaki pencerenin demirliklerine ayağımı bastım. Zor tarafı bitmişti. Çantamı yere fırlatıp demirliklerden sıkıca tutunup aşağıya inerken işittiğim dalın çıtırtısı ile soluğumu tuttum. Kaskatı kesilirken çıtırtının sesi tekrar ilişti kulağıma.
Ayaklarımdan vücuduma dolan gerilim sebebiyle bir elektrik akımı yayıldı. Sanki arkamda birisi vardı. Korkuyla nefesimi tutup önüme yavaşça döndüm. Kalbim korku ile çarpıyordu.
Kimse yoktu. Sessizlik, karanlığın içinde elini kolunu sallayarak gezerken gözlerim etrafımda gezindi. Evimizin yanında bir tane daha villa bulunsa da yıllardır boştu. Sesin kaynağını bulacak vaktim yoktu. Korku ve gerginlikten ellerim yine kendiliğinden titremeye başlayınca ellerimi yumruk yapıp attığım çantamı elime aldım.
Sağa sola bakarak hızlı adımlarla çitlerin bitiminde kalan duvara doğru ilerledim. Çitten atlayarak arka yola çıktım. Hızlı adımlarla ileride selektör yapan Gülce’nin arabasına bindim. Derin bir nefes alarak Gülce’ye baktım.
“Ne yaptın, bir sıkıntı olmadı demi?” diye telaşlı çıkan sesi ile nefeslenmeye çalıştım.
“Bittim,” derin nefesler ile nabzımı yavaşlatmaya çalıştım. “Gülce az daha kalpten gidiyordum. Evden çıkana kadar gerim gerim gerildim.”
En zoru bitse de bir de eve dönüş yolum vardı. Şimdi onu düşünmeyeceğim şu anlık çıkmıştım. Kalbimin gümbürtüsü hızla kulağıma ulaşıyordu.
Benim halime sırıtınca arkadan su şişesini uzattı. “Al biraz su iç, beyazdın yerli beyaz olmuşşun.” dedi.
Elime su şişesini alınca bandajlı elimi de böylece görmüş oldu. Gözleri kuşku içinde çatıldı.
“Eline ne oldu?” diyerek aniden elime doğru uzandı. Elimi, hafifçe elinin arasından çekip “Ufak bir kaza sorun yok, hadi sürde gidelim.” diyerek gözlerimi kaçırdım.
“Ne demek ufak ne demek sorun yok? Alisya birde bandaja sarmışsın. Nasıl indin sen o elinle? Keşke deseydin çıkmazdık.” diye telaşla söylendi. Onu daha fazla telaşlandırmamak için “Krem sürdüm bandajı da darbe almasın diye taktım.” diyerek açıkladım.
Hafif sızlasa da şimdilik sorun yoktu. “Şimdi daha iyi, hadi yakalanmadan gidelim bari buna değsin.” dedim.
Bana onaylamayan bakışlar atıp arabayı çalıştırdı. Arabanın ön lambalarını yakmayıp evin arka yolundan ara sokağa doğru usulca girdik. Partinin olacağı konum biraz uzakta kalıyordu.
Biraz yolculuk yaptıktan sonra ara sokakta kalan geniş bir yeri işaret eden konuma arabayı sürdü.
Gösterişli ışıkların, bahçeyi süslediği bir alana gelmiştik. İçeri girerek bir masaya çantalarımız bıraktık. Etrafta içki dağıtan garsonlardan ayık kafa ile dolaşmak için alkolsüz bir kokteyl almıştım. Gülce ile içeceklerimizi içerek etrafa bakıyordum. Sanırım bütün üniversiteliler gelmişti.
Geniş bir alanı kaplayan ışıklar ile havuzu da süslemişlerdi. Kapıya bakan tarafta olduğum için gelen geçeni görüyordum. Bazıları kafayı bulmuş havuzda eğleniyor bazıları bir köşede sohbet ediyordu. Etrafta tanıdık kimse görünmüyordu. Tehlikeli bir durum yoktu şu anlık.
Fatih kapıdan arkadaşları ile girince merakla etrafa bakan Gülce’ye döndüm.
“Seninki geldi.” Gözlerini büyütüp “Nee nerede?” Fatih beni görünce gözleri arkası dönük olan Gülce’yi görüp hafif sırıtarak yanımıza yaklaşmaya başladı. Sessizce “Geliyor.” diyerek mırıldandım.
“Selam” sesini duyunca Gülce de ona dönüp tatlı bir gülümseme sunarak “merhaba” dedi.
“Selam” dedim.
Fatih’in yanında bulunan arkadaşları da bize bakıp tekrar aralarında konuşmaya dalmışlardı. Fatih’in arkadaşı olduğunu düşündüğüm geldiğinden beri sessiz olan çocuk Fatih’e ileriyi gösterip “Oğuzhan ileri de sende gelirsin.” diyerek yanımızdan ayrıldı. Diğer arkadaşı da onunla beraber gidince Fatih de Gülce’ye bakıp “geldiğine sevindim.” dedi. Onları yalnız bırakmak için içeceğimi bahane edip konuşmaya başladım.
“Ben bir içecek alayım.” diyerek bir şey demelerini beklemeden yanlarından ayrılarak içeriye girdim. Villa tipi bir yer ayarlamışlardı. Yanımdan geçen kıza bakıp “Pardon mutfak nerede acaba?” diye sordum. Buraya ilk defa geliyorduk. Mekan gibi ayarlansa da buradan eve bağlanıyordu. İlginç bir ayarlaması vardı.
“Aa Alisya benim Ayça,” demesi ile kıza daha dikkatli bakınca bizim sınıftan olduğunu anladım.
“Pardon ışıklardan tanıyamadım.” nezaketen “Nasılsın?” diye sordum.
“Seni gördüm daha iyi oldum. Tek geldim. Erkek arkadaşım beni ekti sen tek mi geldin?” sorması ile sesimi yükselttim. Müzik sesini fazla açmışlardı.
“Yok Gülce ile beraber geldim.” dedim.
“O zaman daha iyi, içecek bir şeyler alıp takılırız.” diyerek koluma girdi. Ani teması ile kolumu çekince umursamayıp önden mutfağa girdi.
İçeride az kişi vardı. Alkol şişesinden kendine doldurdu. Bana bakınca ister misin diyerek salladı.
“Yok,” elime aldığım narlı kokteyli gösterip “böyle iyi” dedim.
“Sen bilirsin.” deyip bardağı kafasına dikti. Bir kadeh daha doldurunca “hadi gidelim.” dedi.
Kelimelerine bakılırsa çoktan sarhoş olmaya başlamıştı. Çoğunlukla alkol tüketmekten kaçınıyordum. Bir iki kez sarhoş anım aklıma gelince aklımdan savuşturdum. Ayık olmadığımda içimden ne gelirse dilime vurduğundan sarhoş olmamak için bu gecede içmeyecektim. Zira eve daha gireceğim zorlu bir yolum vardı.
Mutfaktan çıkınca aniden önümde beliren birine çarptım. Yüzüm çarptığım eden ile acırken elimdeki kokteyl karşımdaki siyah gömlekli adamın üzerine sıçramıştı.
“Affedersin iyi misin?” diye sorarak geri çekildim. İşe bak neden önüme bakmıyordum ki.
“İyiyim güzellikte, bu biraz hızlı olmadı mı?” diye kelimeleri yayık yayık konuşan adama bakarken kaşlarım çatıldı.
“Anlamadım” dedim. Cidden ne demek istediğini anlamamıştım.
“Ya bu numaralar eskidi bence tanışmak için.” Diye gülmesi ile yana doğru kaydım.
“Anlamadım ne diyorsun sen be.” deyip kaşlarımı çattım.
“Kucağıma düşen sensin sen söyle.” diyerek yılışıkça sırıttı. Eli saçlarıma uzanacakken geriye adımladım.
“Ne yaptığını sanıyorsun, uzak dur benden.”
Sağıma dönüp baktığımda Ayça’yı yanımda göremeyince dahada tedirgin oldum. Önümde ayakta zor duran sarhoşun yanından geçerken kolumdan tutunca durmak zorunda kaldım.
Kolumu tutuşu ile gerilerek elimde duran bardağı yere düşürdüm. Ellerini kolumda hissedince midemin kasılmıştı.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen, bırak kolumu!” diyerek hızlıca kolumu çektim. Gürültüden kendi sesimi bile zor duyuyordum. Bana tekrar uzanacakken birisi ona seslenerek “Cüneyt” dedi.
Fırsattan istifade arkasını dününce bende yanından hemen uzaklaşarak bahçeye çıktım. Arkamdan seslense de durmayarak Gülce ile Fatih’in yanına gittim. Evet uzaklaşmıştım, gece gece sarhoş ile uğraşmak istemiyordum. masaya gelip elimi sıktım.
Gülce ile Fatih konuşmaları ben gelince dursa da tedirgin bakışlarımı Gülce görünce “Ne oldu” diye sordu.
Derin bir nefes alarak “Delinin teki boş ver.” dedim. Fatih’te benim halimi görüp “İyi misin bir sorun yok demi” diye sorması ile geldiğim yöne doğru baktı. İçeri baksa da bir şey bulamayıp bana döndü.
Onları da tedirgin etmemek için “iyiyim” dedim. Gülce sonra konuşacağız bakışı atınca gözlerimi tamam anlamında açıp kapatarak masanın altında duran elimi yumruk halinde açıp kapatmaya devam ettim.
“Ee siz ne yaptınız” diye konuyu değiştirip üzerimdeki bakışlardan kurtulmak istedim.
“Biz mi biz yani Fatih’le. Biz oturduk sohbet ediyorduk değil mi?” dediğinde ardından Fatih’te konuşmaya başladı.
“Evet evet sohbet ediyorduk.” birbirlerine bakıp gözlerini kaçırdılar. Burada tam olarak ne oluyordu. Birisi bana açıklayabilir miydi.? İçsel düşüncemle beraber ikisi arasında gidip gelen bakışlarım sürüyordu. Uzun bir sessizlik olunca Fatih bize bakıp “Neyse size iyi eğlenceler ben arkadaşlarımın yanına gideyim. Hanımlar bir sorun olursa haber edin. Ben buralardayım.” diyerek yanımızdan ayrıldı.
Gülce’nin hülyalı bakışları Fatih’in ardından devam etse de ciddi ifadesi ile bana döndü. “Anlat ne oldu? Geldiğinde tedirginlikten tonun attı.” dedi.
“İçecek almak için mutfağa gidecektim ya, birine mutfağın yerini sorayım dedim. Sorduğum kişide Ayça çıktı.” diyerek konuşmaya başladım.
“Ne şu bizim sınıftaki sarı yelloz mu? diyerek yüzünü buruşturdu. Gülce, sanırım Ayça’dan pek haz etmiyordu.
“Dur dinle sonra beraber içelim falan deyince bende bir şey demedim. İçecekleri aldık, mutfaktan çıkarken birisine çarptım.” Biraz soluklanıp konuşmaya devam ettim. “Sarhoştu, abuk subuk konuştu. Kolumu tutunca bende gerildim. Birisi ona seslenince bende hemen yanından ayrıldım.” diyerek olan biteni anlattım.
“Ne şimdi nerde o geri zekalı çabuk bana göster, kafasını patlatayım.” diyerek kaşlarını çattı. Gözleri ile etrafına bakınca kolunu tuttum.
“Kızım sakin ol. Boş ver sarhoştu zaten.” dedim. Gözlerimi ileri dikince onu gördüm. Cüneyt dedikleri ve arkadaşları ile tam karşı masa da görünce gerildim. Gözlerini çekmeden bana bakıyordu.
Gülce fark etmeden gözlerimi çektim. Ne diye bakıyordu ki. Rahatsızca olduğum yerde hareketlendim.
“Ee o Ayça şıllığı nerde o zaman? Yanın da bir şey demedi mi? Ah be orada ben olacaktım ki!”
“Ben onunla tartışırken yanımdan ayrılmış fark etmedim.” dediğimde “Yaa bide böyle bir durumda çekip…yanında olmak varken gitmiş öylemi… o çocuğun adı ne demiştin.”
“Kızım sakin ol, nerden bileceksin.” dedim. Okuldan biri olsa da tanımıyordum zaten.
“Söyle sen bir! “diyerek ısrar etti. Başımı kaldırıp Fatihgilin yan masasında duran kişilere bakıp “Bak göstereceğim ama sakin olacaksın, olay çıkmasın lütfen.”
“Sen önce göster bir de.” diyerek kendini tutarken sesine yansıyan sinir elle tutulurdu.
Fatihgilin masasının yanında duran sarışın sarhoşu gösterdim. Gülce arkasını dönüp gözlerini kısarak baktığında aklından geçenleri tahmin ederek “Bak Gülce, sakın bir sorun çıkmasın boş ver.” dedim.
Gülce masadan içki şişesinin başını kavrayıp bir hışımla arkasını döndü. Olacakların önüne geçmek için masanın yanından geçtim. “Gülce, Gülce bak saçmalama bırak o elindekini!” dedim gerginlikle.
“Bırakacağım sen merak etme ama onun kafasına.” diyerek onların masasına doğru gitti.
Fatih de Gülce’yi görünce kaşlarını kaldırıp bakmaya başladı. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Ben tedirgin olarak Gülce’nin kolundan tutup çekmeye çalıştım.
“Gülce, güzelim hadi gidelim.” benim sesimi duyunca Cüneyt’te bana bakarak baştan aşağı beni süzünce rahatsız olarak kaşlarımı çattım. “Hadi lütfen bir sorun çıkmasın hadi.” diyerek kolunu çekiştirdim.
“Oooo benimki de gelmiş beyler, bakın nasıl çıtır.” diyerek bir kahkaha patlattı.
Gülce elindeki şişeyi kavradığı gibi “Geldi geldi al bak seninki.” diyerek şişeyi kafasına geçirmesi bir oldu. Fatih ve arkadaşları gözlerini buraya dikince hızla yanımıza adımladılar.
“Hıııı” diyerek elimi ağzıma kapatırken kısık sesle “Bittik biz.” dedim.
Bu sırada yanında bulunan diğer arkadaşı da “Lan Cüneyt baksana yanında hediyesiyle gelmiş, ee güzellik sende mi istiyorsun?” deyince yanımız da bunu duyan Fatih “Ne diyorsun lan sen.” diyerek bir yumruk atması bir oldu.
Ortalık birden karışınca Cüneyt başındaki kesiğe elini bastırıp başını kaldırınca karşısında başını yaran Gülce’yi gördü. Başını sallayıp cam kırıklarından kurtulup Gülce’nin koluna uzanıp sertçe tuttu. Bunu görünce korksam da Gülce’yi çektim.
“Bırak arkadaşımı ne yaptığı sanıyorsun”” dedim.
Bu sırada Fatih Gülce’ye bakınca suratına bir yumru daha yedi. O sinirle bir yumruk savurup ayağa kalkarak Gülce’yi kolundan tutup arkasına çekti. Ben olayların şoku ile kımıldayamazken
“Sen kimin kolunu tutuyorsun lan.” diyerek ona da bir kafa atınca burnundan akan kanı görüp dahada gerildim. Cüneyt bu darbe ile yere düştü.
“Gülce gidelim.” sesim dahada kısılırken “lütfen gidelim.” gözümü kandan çekemeyip. Kan çok fazlaydı. Titreyen ellerimi sıktım.
Gülce, yanıma gelip kolumdan tutarak, beni oradan çıkardı. Ellerim titremeye devam edince ellerimi yumruk yapıp sakladım. Korkudan titreyen ellerimi durduramıyordum.
Fatih arkadaşlarına dönüp “Beyler sizde.” diyerek arkamızdan çıkışa kadar geldi.
Dışarı çıkarken fazla ilerleyemeden evin yanındaki kaldırıma çöktüm. Ayaklarım beni taşıyamıyordu bacaklarım titriyordu. Elimi çantama atıp ilacımı çıkardım. İçinden iki tane ilaç alarak susuz yuttum. Birazda olsa sakinleşecektim.
Gülce önümde diz çöküp “Özür dilerim, kendime hâkim olamadım. Sen iyi misin?” diye sorduğunda derin bir nefes aldım.
Endişelendirmek istemiyordum. Yüzüne bakarak, başımı usulca salladım. “Sorun yok iyiyim artık gidebilir miyiz Bir gece için bu kadar aksiyon yeter bence.” diyerek tebessüm ettim. Bu halimi görünce biraz olsun rahatladı. O sırada Fatih arabadan su getirmişti.
Elindeki suyu bana uzatıp “Al iç iyi gelir.” dedi. Uzattığı şişeden küçük yudumlar alarak suyu yarısına kadar içtim.
Fatih Gülce’ye bakıp “İyi misin? Ayrıca o boyla sen nasıl adamın kafasında şişeyi kırdın” diyerek sırıtınca bende gerginliğin boşlaması ile sırıttım. Resmen adamın kafasında şişeyi kırmıştı.
“Ben iyiyim de benim boyumda ne varmış?” diyerek elini beline koydu.
“İşte bende onu diyorum nasıl oldu?” dedi. Aralarına girip “Ya lütfen birde siz atışmayın. Artık gidelim mi, şu lanet yerden yarın konuşursunuz?” diyerek usulca kaldırımdan kalktım. Gece soğuktu ama kendime gelmem için biraz durmam iyi olmuştu. dediklerim ile birbirlerine bakıp tebessüm ederek, gözlerini kaçırdılar.
Gülce’nin arabasının olduğu yere doğru ilerlemeye başladık. İçeri de ne dönüyordu bilmiyordum ama sadece bu gerildiğim ortamdan gitmek istiyordum. O sırada arkadan birisi “Fatih!” diye seslendi. Sesi boş sokakta yankılanarak kulağıma ilişti. Arkamı dönüp gözlerimi kıstım. Kimdi bu?
Fatih karanlıkta elinde sigara tutan uzun boylu yüzü görünmeyen kişiye bakıp “Ali, abi nerde kaldın sen ya? Bir dakikaya geliyorum.” diyerek bize döndü. Gülce’ye bakıp “Dikkatli gidin, gidince bana mesaj at.” demeyi de ihmal etmedi. Arabanın ön koltuğuna binip camımı yarıya kadar indirdim. Hava almam gerekiyordu.
Gülce, Fatihe bakıp “Olur yarın görüşürüz.” diyerek arabaya bindi. Emniyet kemerini takarken Arabayı çalıştırıp park ettiği yerden çıkarttı. Karanlıkta kalan kişinin yanından arabayla geçerken sigarasını çehresine götürerek bir tutam alınca ateşin yüzünün bir kısmını aydınlattığı çenesini, gördüm. Kirli sakala sahip keskin bir çenesi vardı.
Yüzü tam görünmüyordu. Bana baktığını hissedip derin bir nefes alarak önüme döndüm. Araç hızlanınca kalbim çarptı. Bir an arabanın arka camından baktığımda ardımda kalan boş sokakta, Fatihle o yabancı partinin yapıldığı eve doğru gidiyorlardı. Geriye sadece tarçın karışımı is kokusu kalmıştı.
…
Bu bölüm düzenlenmiştir. Evet dostlarım ilk bölüm geldii. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Yorumlarınızı merakla bekliyorum. Yeni gelen okuyucularım sizlerde hoş geldiniz canlarr. Beni takip etmek isterseniz instagram resmi hesabım: Safinaz_Stlm başka hesabım yoktur. Gelin ve ailemize katılın. Beraber büyüyelim.
Alıntı ve yeni bölüm haberlerini, edit videolarınızı bu hesaptan paylaşıyorum. Gelin derim. Şimdilik görüşürüz.
Hoşçakalınnnnn.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |