11. Bölüm

10.Bölüm: Kızıl Gerdan

Safinaz S.
umudundaparlayanla

BU BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.

10.BÖLÜM: KIZIL GERDAN

İnkâr Aynasında Başarılar

Aslında biliyor musun?

Bende yalan söyledim.

Ama sana değil, kendime

Bu sana söylemediğimden de kötü

Kafamın içi varya enkaz!

Her şey doğrudan geçiyorsa,

Neden kendime bu yalan?

Biliyor musun?

Hiçte pişman değilim.

Neden kendime bu yalan?

Alisya AKMAN

Bu çok güzel bir haberdi. İstediğim, umut ettiğim güzel bir haberdi. Tarçın kokusuyla harmanlanan zihnim daha da nefeslendi. Bu koku cennetin bahçesinden kopup ta gelmiş gibi yoğun bir kokuydu. Ciğerime bir nefes daha çektim.

Nefes aldığım sarılı beden hareket etti. Belimde belli belirsiz bir dokunuş hissettim. Saniyelik bir dokunuştu. Gülen yüzüm kendiliğinden donduğunda mimiklerim titredi. Şaşkınlıktan kendime gelmem uzun sürdü.

Bir dakika ben napıyordum? Saklı gözlerimi gerçekliğe açtım. Ben ben napıyordum? Ben patronuma sarılmıştım. Hem de hiç düşünmeden. Sarıldığımdan beri patronumdan hiçbir kelime duymadım. Sımsıkı sardığım boynundan ellerimi hızla geri çektim. Ellerimi çekmem ile tarçın kokusu da benden uzaklaştı. Utançtan gözlerine bakamıyordum. Hızla gözlerimi yere doğru indirdim.

Patronumun şu an nasıl olduğuna bakamıyordum zira yanağıma toplanan kan hücreleri ile uğraştığımdan hızla konuştum. “Ben…ben üzgünüm. Şey bir an da oldu. Ben…ben çıksam iyi olacak.” diye gerginlikten ne dediğimi bilemeyerek arkamı dönerek hızla kapıyı açarak dışarı çıktım.

Sola doğru baktım. Odama gidemezdim. İlerideki lavaboya ilerleyip kapısını örterek arkasına sırtımı yasladım. Ellerim direk pır pır öten yuvamın köşesine gitti. Gerginlikten titreyen ellerim kalbimin köşesinde bir süre beklerken rotasını şaşırmış gemi gibi olan nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım.

Nasıl sarılırdım? Neredeydi benim aklım?

Yanaklarım bir fırınının sıcaklığında kavrulan ateş gibi yanıyordu. “Adama niye sarılıyorsun Alisya?” diye kendime kızdım. Patronum şaşkınlıktan kalakalmıştı.

“Kim kime sarılmış?” diye tuvaletlerden çıkan Ceyda’ya bakakaldım.

“Ceyda?”

“Alisya?” birbirimize amansız bakarken ne diyeceğimi bilemedim.

“Sen burada mıydın?”

“Evet de bu kulaklarım yanlış duymadıysa bir şeyler duydum.” diye muzip bakışlarla bana baktı.

“Yanlış duydun yok öyle bir şey.” diye hızlıca konuştum. Bakışlarından kandırma beni diyordu. Ne kadar kıvırmaya çalışsam da olan ortadaydı. “Off” diyerek kapıdan sırtımı çekip lavabonun siyah mat mermerine yaslanıp Ceyda’ya baktım. Resmen yardım et bakışları atıyordum.

“Ne oldu?” diye merakla sorduğunda bodoslama lafa girdim. “Ali Bey’e sarıldım.” Tepkisini anlamak için yüzüne baktığımda gülmekle gülmemek arasında gidip gelen yüzü ile konuşmaya başladı.

“Nasıl yani? Bizim Ali’ye. Hani ketum olana.” İnanamıyordu. Evet şahsen bende nasıl yaptığım hakkında kendime inanamıyordum. Düşündükçe titreşimlerim ayak parmaklarımdan vücudumu talan ederek yüzeyimde yayılarak etrafımı kuşatıyordu. Bu benim için olağanüstü bir şeydi. Hele ki patronum! Adam beni yanlış anlayacaktı. Birde sanki kaçacak gibi boynuna yapışmıştım. Aklıma geldikçe kendi başımı kuma sokasım geliyordu. Neden bir deve kuşu değildim!

Üzgün bir şekilde konuşmaya devam ettim. “Evet. Ya bir dava vardı. Biz hani gitmiştik sana da anlattım ya. İşte o kabul olmuş. Dava tekrar açılacak haberini Ali Bey, verince bende heyecanla adama sarılmış bulundum.”

“Ne diyorsun?” diye gülerek şaşkınlıktan açılan ağzına kapatıp devam etti. “Ee o ne yaptı? Bir tepki verdi mi?”

“Ne mi yaptı… bilmiyorum. Ben o gerginlikle odadan kaçtım.” diyerek elimle kapıyı gösterdim.

“Alisya.”

“Bittim ben, adamın yüzüne bir daha bakamam. Beni yanlış anlayacak.” aklıma gelenle konuşmaya devam ettim. “Hem adamın sevgilisi var.”

Son dediklerim ile Ceyda gülmeyi bırakıp “Bir dakika bir dakika sevgilisi mi var.” diye sordu.

“Senin haberin yok mu?” nasıl olmazdı. Yakın arkadaşıydı. Yüzündeki şaşkınlığa bakılırsa sanırım yoktu. Ağzımdan kaçırdıklarım umarım sorun olmazdı. Kollarını birleştirip kısılan bakışları ile konuştu. “Burada neden en son babalar duyarı ben oynuyorum.”

Sanırım pot kırmıştım. “Üzgünüm ben sen biliyorsun sandım.”

“Yok da sen bu kızı gördün mü ki? Ya da buraya mı geldi?” Yüzüm asıldı maalesef görmüştüm. “Evet, geçen buluştuk ya eve giderken bir kızla kendi evlerine girdiler orada gördüm.”

“Haaa sen onu mu, diyorsun?” diyerek gülümsedi. “Peki kızın saçları…” ellerini omzunda gösterip “bu boylarda kısa siyah mıydı? Böyle minyon tipli?”

Aklıma kızın yüzü gelince onayladım. “Evet de sanırım sen de tanıyorsun.” diye merakla sordum. Kimdi bu kız?

“Ayy evet sen, Asya’yı diyorsun.” İsmi de kendi gibi güzelmiş diye düşünürken merakla sordum. “Asya?”

“Ali’nin kız kardeşi. Tek varlığı. Asya’sı. Ya sanırım oda gelmiş.”

Şaşırdım ama kim görse öyle zannederdi ki! “Kız kardeşi eminsin. Sevgilisi değil?” diyerek emin olmak için sordum. Sevgili kavgasında sorun olmak istemiyordum.

“Evet. Ya Alisya ya bir alemsin kız. Hadi çıkalım. Bizde tuvalette konuşuyoruz. Çarpılacağız.” diyerek gülerek dışarıya çıktık. “Yemekte konuşuruz sende sıkma canını Ali takmaz böyle şeyleri.” diyerek masasına doğru ilerlerken başımı çevirdim.

Umarım takmazdı çünkü ben adama sarıldığımdan beri aklımda geri sar, başa sar tuşu var gibi sarıldığım sahne oynayıp duruyordu. Odama geçerken cama bakmamaya ant içerek içeri girdim. Bakmamalıydım bakarsam yüzümden anlardı. Avukat olsam da mimiklerimi yüzümde saklamakta maalesef usta değildim.

Ne yaşarsam sanki yüzümde resmi çıkmış gibi belli oluyordu. O yüzden hiç vampir köylüde kazanamıyordum. Hep yüzüm beni ele veriyordu. Masanın kenarındaki dosyalara elimi attım. Daha bu sabah patronum gelene kadar oyalandığımdan etraf düzgündü. Tekrar düzgün olan masa düzenimi bir daha düzelttim.

Başımı yavaşça kaldırıp onu kontrol ettim. Evet buraya bakmıyordu. Patronum ayakta odasının camından elleri cebinde düşünceli bir şekilde dışarı doğru bakıyordu. Adamı aniden sarılmamla şaşırttığım belliydi. Ne düşünüyordu acaba? Bakışlarımı dikkatle yüzüne çevirdim.

Sevgilisi değildi kardeşiydi. Ya yanılıyorsa? Yok canım resmen gördüğüm kızı tarif etmişti.

“Offff.”

Sesli bir iç isyanım ile oturduğum koltuğumdan kalkıp tıpkı Ali Bey gibi bende kendi odamın camına doğru yaklaşarak ellerimi birleştirdim. Odam geniş olsada şu an bana dar geliyordu. Dar geldi bana odam yani. Pencere kenarında ellerimi birleştirip dışarıya doğru göz gezdirdim. Bulunduğum kat çok yüksekti aşağı doğru bakındım.

Ne kadar çok insan vardı. Dikkatli gözlerle etrafa baktığımda geçenlerde gittiğim fener bile buradan göründüğünü fark ettim. Ogün hüzünlüydüm bugün ise gerginlikten midemde kramplar geziyordu.

Deniz bugün sakince dalgalarını kıyıya getiriyordu. O günden sonra hiç kar yağmamıştı. Deniz ne kadar durgunsa içim bir o kadar hırçındı. Dinginliği göğsünde taşıyan da denizdi hırçınlığı kalbine yer edende. Aslında bazen bir deniz kıyısında kendimi hayal ediyordum. Bir kayığın içinde tek başıma kürek çekiyordum. Ya bir şeyden kaçıyordum ya da bir şeye doğru koşuyordum.

Dalgalı deniz kıyıları, derin bir nefesle göğsümü şişirdim. Her hüznüme şahitlik ederdi. Huzur veren sesi ise beni her daim rahatlatıyordu. Bilinmez bir kulvardı denizin boşluğu.

Odanın içinde düşüncelerimden farklı bir melodi çağlayınca daldığım düşlerime kilit vurup masama doğru ilerledim. İki dakika durumumuza uygun melankolide takılamıyorduk. Çalan telefonu elime alarak açtım.

“Efendim Ali Bey.” sesim içime kaçmış gibi mahcup çıktı.

“Sevgili asistanım odama gel.” dedi ciddi tonundan hiçbir şey kaybetmeyen patronum.

Sevgili asistanım. Ah kalbim.

“Peki Ali Bey.” diyerek telefonu yavaşça kapattım. Kendimi şu odanın camından atmak istiyordum. Ali beyin ne kadar sesi ciddi çıksa da eğlenen sesi beni geriyordu.

Odamdan adımlayarak çıktım. Tabletimde odada kalmıştı. Derin bir nefes alarak odasının kapısını tıklattım. “Gel” komutu ile içeri girip ayakta dikilmeye başladım. Tabletim Ali Bey’in masasının üzerindeydi. Gitmeden onu alsam iyi olacaktı.

Oturduğu yerden başını dosyalardan kaldırmadan konuştu. “Birazdan görgü tanığı Burcu Hanım gelecek. Onunla ilgilenmeni istiyorum. Ama ondan önce söyleyeceklerim var otur.”

İkiletmeden oturdum. Umarım konusunu açmazdı. Çünkü diyebileceğim bir şey yoktu. İnsanlık hali bence olabilirdi böyle şeyler. “Yarın akşam baronun düzenlediği bir etkinlik var. Beraber orada bulunmamız gerekiyor. Senin içinde iyi olur.”

Başımı salladım. “Yarın Zeyna’nın davası ile ilgileneceğim.” Dosyalardan sonunda başını kaldırdı. “Sen öğleden sonra çıkarsın. Seni hazır olunca alırım.” Nasıl yani beraber derken beni evden mi alacaktı?

“Olur Ali Bey.” diyerek onayladım. İtiraz edersem konuşma uzardı. Yine Ali Bey kazanırdı. Bu zevki ona tattırmak istemiyordum.

“Alisya” patronumun sorgulayan sesi ile yutkunup “Efendim.” dedim. Dizlerim kendiliğinden titremeye başlayınca elimi dizimin üzerine götürüp sıktım. Lütfen durur musun ayağım? Beni zora sokuyorsun.

“İyi misin?” sorusu ile durdum. Herkesin iyi olmasa da iyiyim diye cevap verdiği o malum soru. Sanırım bende iyi değildim. Ama tam tersi cevap verdim. “Evet.” dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.

“Güzel” diyerek sırıttı. Nasılda sırıtıyordu! Gözlerimi gözlerinden uzakta etrafta gezdirirken duvarda asılı tablo dikkati mi çekti. Bu tablo çok tanıdıktı. Ne ara gelmişti ki?

“Bu tablo sizin evdeki tablo değil mi?” diyerek ilerideki tabloyu gösterdim.

“Evet” dedi. Kısa ve net. Neden astığını sormayacaktım. Demek ki burada görmek istiyordu.

Ali Bey arkasına yaslanarak elinde tuttuğu kalemi çevirerek konuştu. “Neden diye sormayacak mısın?” diyerek sırıttı.

Neden bugün bu kadar çok sırıtıyordu. Sırıttıkça ben geriliyordum ama.

“Sormalı mıyım?” diyerek bir kaşımı havaya kaldırdım.

“Sor.” Kısa ve net.

Gözlerindeki meftun bir karaydı. “Neden buraya astınız?”

“Evde duruşu iyi değildi.” diyerek kalemi çevirmeyi bırakıp ellerini önde birleştirip masaya doğru yaslandı. “Sanki burada daha güzel durdu.”

“Öyle mi?” diyerek tabloya tekrar baktım. Bu koca tablo. Bu şaheser tablo. Buraya biraz fazlaydı. Yani patronumun oda zevkine göre biraz ters gibiydi sanki.

“Öyle değil mi?” bu sefer patronum emin değil gibi kaşını havaya kaldırdı.

“Bilmem siz daha iyi bilirsiniz.” diyerek konuşmamı sonlandırdım. Sonuçta olmaz desem tekrar evine götürecek değildi ya.

“Demi patronum sonuçta.”

“Öyle.” Bu amansız konuşmamızı kapının tıklatılması bozdu. İyiki yani yoksa konuşma değişik yerlere kayacaktı. Elim uzanarak tabletimi almak için ileri doğru atıldı. Fırsatı değerlendirip odadan çıkacaktım.

“Ali.” tiz tonda bir ses ile başımı kapıya doğru çevirdim. Vavv. Gözlerim kendiliğinde kırpıldı. Kapıyı bir kadın açmıştı ama yani bir gör. Ben giydiğim elbisem kısamı diye düşünürken kadının giydiği elbisenin yanında kendim daha kapalıydım. Elim kendiliğinden geriye düştü.

“Burcu Hanım hoş geldiniz.” diyerek masadan kalkan patronuma başımı çevirdiğimde yanıma gelerek odanın içine giren kadına elini uzattı. Bende kalkıp üzerime çeki düzen verip tabletimi elime aldım.

“Hoş buldum. Seni burada görmek çok iyi geldi bana.” diyerek Ali Bey’e sarılacakken patronum o sıra bir adım geri çekilip bana doğru döndü. “Sana söylediğim görgü tanığı Burcu Hanım.” dedi. Gözlerimi kırpıştırdım.

Kadın ellerini yere indirip gözlerini çevirdi. Patronumun bu tavrı ile sanki bozulmuştu. Gözlerimi Ali Bey’den çekerek Burcu Hanıma döndüm.

“Merhaba Burcu Hanım.” diyerek elimi uzatıp tebessüm ettim. Davada konuşacakları önemliydi. Önce uzattığım elime sonra bana eğretiyle baktı. Dediklerimi duymamış gibi ilerleyerek koltuğa geçip oturdu. Elim havada kalırken kendime doğru çektim. Peki görünmez olalım sorun değildi.

Bünyem buna alışıktı. Ne acı.

Tebessümüm yüzümde kalırken ayakta dikiliyordum. Sanırım çıksam iyi olacaktı.

“Sen bize iki kahve getir Alisya.” diyerek masasına oturan patronuma döndüm.

“Peki Ali Bey.”

“Benimki orta şekerli olsun.” diyerek konuşan Burcu hanıma bir şey söylemedim. Sakinlik güzel bir duyguydu. Evet sakinlik dava bitene kadar. Bu güzel duygularımın katili bu kadın olmamalıydı. Başımı sallayıp odada ikisini yalnız bırakarak dışarıya çıktım. Kapıyı kapattığımda aklıma gelenlerle durdum. İyide patronum nasıl içerdi ki? Tekrar içeri girmeyi istemiyordum. Bence bu ciddi duruşun ardında iyi bir sade içici kişiliği olabilirdi. Evet onunkini sade yapacaktım.

Önce elimdeki tabletimi odama bırakıp kahve odasına doğru yürüdüm.

Sanırım gelmediğim gün Ali Bey Zeyna davası ile ilgilenmişti. Kahve fincanlarını çıkartıp birini sade birini de orta şekerli yapıp beklemeye başladım. Bu kadın nasıl içeride olmadığını da sonra öğrenecektim. Suçluların elini kolunu sallayarak rahat yaşamaları kanıma dokunuyordu.

Pişen kahveleri güzelce tepsiye yerleştirip yavaşça odadan çıkarak yürümeye başladım. Ne kadar sakar olduğumu kabul etmesem de arada bana uğradığından kahvelere bakarak odanın yolunu buldum.

Dökmeden gelerek kapıyı tıklatıp gel komutu ile kapıyı açıp içeri girdim.

Önce Burcu hanıma kahvesini uzattım daha sonra da Ali Bey’e. Umarım severdi. O sıra Burcu Hanım kahveden bir yudum alması ile yüzünü buruşturması bir oldu.

“Ayy bune be.” sanki kahvenin içine limon koymuşum gibi yüzü dahada buruştu. “Çok şekerli bu. Git bana yenisini getir.” dedi eğreti bir tonda.

“Peki Burcu Hanım.” diyerek koyduğum kahve fincanına uzandığımda “Beceriksiz” diye kısıkça mırıldandı.

Elim kahve fincanında kalırken gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım. Evet bana söylemişti. Öyle sessiz tonda söylemişti ki ben bile zor duymuştum. Sanki sadece ben duyayım diyeydi. Ali Bey’e baktım. Adamın hiçbir şeyden haberi olmayarak ünündeki açık dosyayı inceliyordu. Kahveyi alarak eğildiğim yerden kalkıp odadan çıktım.

“Sensiz beceriksiz botoks güzeli seni.” Dava olmayacak kahveyi bir güzel dökeceksin ama yapamam olmazdı, şimdi değildi. Tekrar bir kahve daha yapıp soluğu odada aldım.

Bakalım bunu beğenecek miydi? Kapıyı tıklatıp tekrar kahveyi bırakarak doğruldum.

Kaşlarım eğer dışarıdan belli oluyorsa kadına dik dik bakıyordum. “Beğendiniz mi? Becerebilmiş miyim?” diye mırıldandım.

Ali Bey’den gelen hafif gülme sesi ile ona döndüğümde dudağının kenarı saliselik kıvrılıp tekrar ciddi halini alsa da görmüştüm. Beni duymuştu.

Burcu Hanım yaptığım kahveye dokunmadan yüzünü buruşturdu. “Kalsın. Ali burada ki her çalışan böyle mi?..” beni baştan aşağı süzerek gözlerime baktı. “vasıfsız. Bir kahveyi bile yapamıyor.”

Hah. Kadına bak ya! Sakin. Sakin.

“Burcu Hanım dediklerinize dikkat edin. Asistanım öyle alelade konuşabileceğiniz birisi değil.” diye konuşan patronuma şaşkınlıkla baktım. Böyle bir çıkışı bende beklemiyordum. Patronum beni savunmuştu hem de beni.

“Neden kraliyet mensubu mu? Basit bir asistan işte.” diyerek elini savuran Burcu hanıma döndüm. Resmen kadın beni gözünün önünde çekiştiriyordu. Bu sözleri ile aklım geçmişe, karşılaştığımız sokaktaki diyaloğumuza gitti. Bu sözleri ondan duymuştum. Gülmemi bastırarak konuşmaya çalıştım. Sanırım Ali Bey’in de aklına bu gelmiş olmalı ki sırıttı.

“Kraliyet mensubu mu bilmem ama benim asistanım.” diyerek ciddiyet maskesini takınan patronuma tebessüm ettim. “Eline sağlık çıkabilirsin Alisya.”

Başımı sallayarak bir şey demeden odadan çıktım. Yüzünün aldığı hal ise ayrı bir gülmeme sebep oldu.

Odamın içinde biraz oyalanıp davayı biraz daha incelerken içeride konuşmaya devam ediyorlardı. Ara ara Burcu hanımın yüzü ekşise de yüzü gülüyordu. Bu görüntü ile sinirlerim gerilirken gidene kadar o tarafa bir daha dönmedim.

Burcu hanım gittikten sonra tekrar Ali Bey’in çağırması ile odasına geldim. Öğlen yemeğini bile zor zekât yedikten sonra Ulak Soylu davası için dosyalarla ilgilenirken Ali Bey aldığı bir telefon ile ortadan kaybolmuştu.

Odamda çalışmak için eşyaları toplayarak odasından ayrılırken ileriden hızlı adımlar ile gelen patronuma baktım. Nerdeyse iki saattir ortalıkta yoktu. Elinde kırmızı bir dosya ile geliyordu. Ama dosya yumruk yaptığı elinde kıvrılmıştı.

Çok sinirli bir hali vardı. Yeri göğü inleten adımlar ile buraya doğru geliyordu. Karşısına çıkmasam iyi olacaktı. Dosyaları kollarımda sıkıp düşmesini engelledim.

Eşyalarımı odama bırakıp içeride beklemeye başladığımda cam bölmeden baktığımda Ali Bey’in içeri girdiğini gördüm. Bir sorun vardı. Hem de büyük bir sorun vardı. Kapıyı serçe örterek ileri geri adımlar ile odada turlarken aniden durdu.

Yanına gitmeli miydim? Hiç kestiremedim. Duvarda asılı olan televizyonu açarak bir haber kanalında durdu.

Yazılanlar seçilemese de bir şeye sinirlenmiş gibi aniden elinde tuttuğu kumandayı televizyona fırlattı.

“Hıııı!” diyerek elimi ağzıma kapattım. Patronum çıldırdı resmen. Hemen oturduğum yerden kalkıp odasına kıpıyı çalmadan girdim. Bir sorun vardı. Odasına girerken çekinsem de geri durmadım. Masasının üzerindekiler içeri girmemle yere doğru dağıttı.

“Ali Bey.” diye korkuyla mırıldandım. Ellerim gerginlikten kırılırken tekrar seslendim. “Ali Bey.”

“Alisya çık dışarı.” diye sinirle konuştu.

Bir adım daha içeri girdim. Bu böyle olmazdı. Her yer iki dakika da savaş alanı gibi dağılmıştı. “Ama Ali Bey…”

“ÇIK!” korku ile attığım adımım durdu. Resmen burnundan soluyordu. Sorun neydi? Masanın üzerinde dağıttığı eşyaların üzerinden geçip cam bölmenin olduğu yerde ellerinden birini beline atıp birisini de anlında tutarken sessizleşti. Çabuk parlasa da sanki sinirini kontrol altında tutmak ister gibiydi.

Korku ile sordum. “İyi…misiniz?”

“Sence bana bakınca iyi gibi mi görünüyorum.” Elini alnından çekip yandan bana döndü. “Sence şu an iyi miyim?”

Sinirden gözleri kanlanmıştı. “Tabi ki hayır… ben sadece sizden duymak istedim.”

Tekrar arkasını döndü. “Çık dışarı Alisya.”

Gitmeyecektim.

“Üzgünüm Ali Bey, çıkmayacağım.” Bu inat değildi. Sanki yalnız kalırsa etrafta kalan eşyalarla kendine zarar verirse diye korktum. Bir nebze engel olabilirdim.

Arkasını dönüp iki üç adım atarak dibimde bitti. “Öyle mi?”

Doğrusunu söylediğimde kolumdan tutup dışarı atacak gibi olsada başımı dik tutup gözlerine bakıp konuştum. “Öyle. Daha fazla kamu mallarına zarar vermenize izin veremem.”

Aramızda uzun bir bakışma yaşandı. Dediklerim ile şaşırdı. “Ne…kamu malımı?”

“Evet kamu malı.” diye mırıldandım. Sonuçta etrafa bir sürü eşyayı dağıtmıştı.

“Hatırlatırım Alisya, burası benim şirketim.” diye gözlerini dikti. Gözlerimi gözlerinin kıskacından çektim. “Olabilir ama mesleğimiz için masa lazım değil mi masa önemli bir detay.” diyerek saçmaladım. Şu an bende ne dediği mi bilmiyorum çok yakındı. Ama en azından siniri dağılmıştı.

“Alisya…” bana bakıp güldü. “Bazen cidden sana diyecek bir söz bulamıyorum.”

Kuşku ile sordum. “Bu kötü bir şey mi?”

Başını iki yana sallayıp geriye çekildi. “Hayır sorunda buya, kötü değil.”

“O zaman…” etrafın dağınıklığı ile bakışıp “ben buraları toplayım.” dedim.

Yere eğilerek dağılan çerçevenin camlarını bir kenara ayırmaya başladım. Çok fazla eşya yere sıçramıştı. Ali Bey ise beni yerde görüp oda eğildi. “Bırak elini yaralamanı istemiyorum.” diyerek cam kırığına uzandığım elimi, bileğimden tutarak beni yerden kaldırıp koltuğa oturttu.

Ee kim toplayacaktı burayı diye düşünürken patronum yere eğildi.

Dağıttığı gibi topladı.

Ne yardım etmeme izin verdi ne de odadan çıkmama. Sessizlik için de işini halletmesini bekledim. Sonuçta kendisi dağıtmıştı. Televizyonun kırık camını saymazsak çoğu şey derli toplu olmuştu. Allahtan astırdığı tabloya bir şey olmamıştı. O yerli yerinde duruyordu. Sonunda dağılan eşyaları topladıktan sonra karşımdaki koltuğa oturup şakaklarını ovdu.

Sıkıntılı hali her halinden belliydi. Ne kadar meraklansam da biraz zaman tanıyıp öyle konuştum.

“Ali Bey ne oldu? Yani isterseniz dinlerim. Bana anlatabilirsiniz.” dedim. Bu konuda ciddiydim. Sır tutabilirdim.

Gözlerini sıkıp açtı. “Ulak Soylu davası bir hafta önceye alındı.”

Gözlerim büyüdü.

“Na-Nasıl yani haftaya mı? İyide neden?” anlamlandıramadım. Daha dosyanın içeriğinde sunacaklarımız tam bile değildi. Bir haftamız vardı. Hamit görgü tanığını bile bulamamıştık. Nasıl öne alınırdı.

Ali Bey karşımda sıkıntı ile soludu. “Hamit görgü tanığı bu sabah ölü bulunmuş.”

Elimi ağzıma kapattım. “Nee! Ali Bey siz ne diyorsunuz? Nasıl ölmüş?” şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Nasıl ölmüştü? Davanın çoğu delili yetersizdi. Hamit bizim için çok iyi bir görgü tanığı olacakken ölümü bana hiç mantıklı gelmese de şaşkınlıktan konuşamadım. Nasıl ölürdü? Daha geçen videoda kanlı canlı gittiğini gözlerimle görmüştüm.

“Ölmemiş, öldürülmüş.” diye sinirle konuşan patronum saçlarını sinirle savurup oturduğu yerden kalktı. “Bu bu nasıl olur?” diye mırıldansam da Ali Bey ayakta sinirle dolanıyordu.

“Ulak davasında diğer kişilerle konuşacağım ama onlarda davalardan çekilirse bu it elini kolunu sallayarak dışarı çıkar.” diyerek sinirle konuşsa derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti. “Davaya bir hafta var. Hamit kilit noktaydı ve yaptığı işleri bilen adamdı. Bu olmamalıydı. Allah kahretsin.” diyerek sinirle konuştu.

Diyecek bir sözüm yoktu. Yine de denedim. “Sakin olun, belki başka bir yol buluruz.” diye kuşku ile mırıldandım. Belki başka tanıklar bulabilirdik.

“Belki. Sen bana Oğuzhan’ı bul, ben bir görüşme yapacağım.” diyerek aklına ne geldiyse masanın üzerindeki telefonuna uzandı. Oturduğum yerden kalkıp “Peki Ali Bey.” diyerek odadan hızla çıktım.

Bu adam hapiste kalmalıydı. Ne kadar suçu olsa da serbest kalacak bir an yakalamışlardı. Bir bir kaybolan insanlar listesine Hamit’in de eklenmesi hiç iyi olmadı. Hızla yürüyerek Ceyda’nın yanına vardım. “Oğuzhan Bey içeride mi?”

“Evet de ne oldu? Sen iyi misin?” diye merakla sordu. Telaşlı halim sanırım seçiliyordu.

“Dava ile ilgili önemli bir görgü tanığı vardı ya. O… öldürülmüş.”

“Ne diyorsun.” diyerek şaşırdı. Sıkıntı ile konuştum. “Öyle bende şimdi duydum. Ali Bey çok sinirli Oğuzhan Bey’i çağırıyor. Sen bir baksana.” Başını sallayıp odaya girerek Oğuzhan Bey ile konuştu.

İçeriden çıkan Oğuzhan Bey karşısında beni görünce “Ne oldu?” dedi.

“Bence Ali Bey daha detaylı anlatır sizi bekliyor?” başını sallayarak Ali Bey’in odasına doğru yürüdü. Sıkıntı ile Ceyda’nın karşısına geçip oturdum. “İş çok ciddi. Daha geçen adamla konuşacaktık. Böyle bir anda ölmesi hatta öldürülmesi hiç iyi olmadı. Ali bey sinirden çıldırdı resmen.”

Ceyda konuşacakken hızla ileriden odanın kapısı açıldı. İçeriden Ali Bey ile Oğuzhan Bey art arda çıktı. Yanımıza geliyorlardı. Sanırım bir yere gidiyorlardı.

“Alisya sen çıkabilirsin. Yarın şirkete gelmene gerek kalmadı. Ben seni yarın alırım.” dedi patronum.

“Ali Bey, yardım edebileceğim bir şey varsa.” Ne bileyim belki bir şeye ihtiyaçları olabilirdi. “Herhangi bir şey kalabilirim.”

“Yok, sen çık. Hadi Oğuz çıkalım.” Başımı salladım. Sıkıntılı hali her halinden belliydi. Bu dava beni korkutsa da bu hiç iyi olmamıştı. Yanımızdan gitmelerinin ardından sıkıntı ile tekrar kalktığım koltuğa oturdum. “Ceyda sen bu dava hakkında bir şeyler biliyor musun?” diye sordum. Benden önce olan bir davaydı. Belki bir şeyler duymuş olabilirdi.

“Aslında bu dava çok önceden beri açıktı. Hatta bu dava ile önceden Behzat Bey ilgileniyordu. Sonra Ali Bey davayı aldı. Zamanla bazı davaları düştü. Bu Ulak Soylu’nun davasında hatırladığım kadarıyla çoğunlukla kaçakçılık dosyaları vardı. Sonra o davalardan bazıları gelip ifade vermiş hatta davaları üzerinden düşmüş.” Şaşkınlığım katlansa da dinlemeye devam ettim. Resmen üzerinden bir bir suçları yıkmışlardı.

“Hatta geçen sizin gittiğiniz yeri söyleyen birisi Hamit burada diye şirkete bir görüntü yollamıştı. Şimdi o videoyu da bulamıyorlarmış.”

“Nasıl yani iyide adresi verdiler.” diye kuşkuyla sordum. Nasıl olurdu yoksa bir tuzak olabilir miydi? Ya da şirkette bir ajan? Olabilir miydi? Bu nasıl olurdu? Görüntülerde net bir şekilde görgü tanığı gözüküyordu.

“Hiç bilmiyorum canım. Ama adamın ölmesi hiç iyi olmadı.”

“Öyle. Keşke konuşabilseydik belki doğruyu anlatırdı.” dedim. O gün o depoda kilitli kalmasak belki bir şansımızı olabilirdi. Şans hiçbir zaman uğramasa da yüzünü dahi göstermiyordu. Ah ah nerden çıkmıştı o Cüneyt Soylu. O olmasaydı işimiz belki daha kolay olacaktı.

“Hadi bizde çıkalım.” diyerek Ceyda eşyalarını toplamaya başladı. “Dur çantamı alıp geliyorum.” diyerek odama geçtim.

Dava dosyaları masanın üzerindeydi. Dosyaları etrafta bırakmayarak dolaba kilitledim. Şimdi bir nebze daha güvenliydi. Buna ihtimal bile vermek istemiyordum. Ajan olsa, yok canım şirkette o kadar kamera vardı. Bu işi ne ara yapacaklardı ki? Ama ya buradan çalışan birisiyse bu daha kötüydü. Sıkıntı ile odadan çıkarak beni bekleyen Ceyda’nın yanına ilerledim.

Yoğun bir otobüs yolculuğun ardında soluğu evde aldım. Yemek yemek istemediğimden aşağı bir daha inmedim. Dedem ile o son konuşmamızın ardında sessizliği hiç hayra alamet olmasa da bu beni korkutuyordu. Elim komodinin üzerindeki telefonuma gitti. Telefonuma ne kadar baksam da bir ses seda yoktu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bu saatten kadar bir haber gelse sanırım şimdiye haberim olurdu.

Sıkıntı ile yatağımdan kalkıp pencere kenarına doğru yaklaştım. Evinin ışıkları yanmıyordu, sanırım gelmemişti. Yatağıma adımlayarak gözlerimi yumdum.

“Bence bu çok güzel. Ben bunu bir deneyim.” diyerek neşe ile elbise kabinine giden Ceyda’ya bakıp tekrar kıyafetlerde göz gezdirdim. Neden illa elbise diye tutturuyorlardı ki alt tarafı bir baloydu. İçimden hiç gitmek gelmese de kendimi kızlarla bir AVM’nin içinde kıyafet seçerken buldum.

Elime su yeşili askılı bir elbise geldi. Bence bu olurdu. Kabine geçecekken kıyafeti tuttuğum elimin üzerine Gülce tarafından bir elbise daha kondu.

“Bunu da dene. Beyaz tenlisin sana çok yakışacaktır.” dediğinde elime tutuşturduğu elbise de gözlerimi gezdirdim. Askılı yırtmacı olan kırmızı bir elbiseydi.

“Gülce bu çok açık.” diyerek elbiseden gözlerimi çektim. Askılı neyse de yırtmacı biraz keskindi ve bu elbiseyi taşıyacağımı zannetmiyordum. Ne bileyim biraz elbise uzun boy ister gibiydi.

“Hiç de değil. Hadi hadi bekliyorum burada. Giymeden de gelme.” Gülce’nin ittirmeleri ile kabine girdim.

İki elbiseyi de kabinin askılığına bırakıp üzerimdekilerden kurtuldum. İlk kendi seçtiğim düz su yeşili elbiseyi üzerime giydim. Zorlanarak arkasındaki fermuarı çekip üzerimi düzelttim. Karşımdaki aynadan kendime şöyle bir baktığımda ellerim kumaşında gezindi. Bence buda olurdu. Sadece biraz sade kalır mı diye aklıma düşse de kabinden çıkıp kızların yanına ilerledim. bakalım ne diyeceklerdi. “Ceyda, Gülce sizce nasıl?”

“Çok yakışmış canım.” diyen Ceyda’ya gülümsedim. “Bak beğendi.” diyerek Gülce’ye baktım. Bence güzel bir elbiseydi sadece gideceğimiz yere biraz daha spor kalıyor gibiydi.

“Bence daha benim seçtiğim elbiseyi görmediğinden böyle söylüyor. Birde onu dene.” dediğinde gülerek tekrar kabine doğru ilerledim. Kabinden içeri girdiğimde hızla üzerimdeki elbiseyi çıkardım. Kabin küçük olduğundan işimi hızlı yapıp çıkmak istiyordum. Kırmızı elbiseyi askılığından çıkarıp üzerime geçirdiğimde yere bir şey düştü.

 

 

Yere doğru eğildiğimde küçük katlanmış bir kâğıt parçası ile karşılaştım. “Allah Allah bu ne ki?” Kâğıdın parçalarını açarak içine baktım. Bir yazı yazılmıştı.

“Herkes sana yalan söylüyor.”

Kâğıdın üzerinde sadece bunlar yazıyordu. Neydi bu kamera şakası mı? Şakaysa artık tadı kaçmıştı. Kalbim kendiliğinde hızını arttırırken kâğıdın arkasını çevirdim. Boştu. Bu kâğıt bana olabilir miydi? Yok canım daha neler. Belki birisi düşürmüştü olamaz mıydı? Olsundu.

Kabindeki küçük pufa oturdum. Belki birisi düşürdü. Peki kalbim neden kâğıdın içindekiler doğru söylüyormuş gibi göğüs kafesimde çırpınıyordu. Aklıma sahil kenarındaki kutunun içindeki not düştü. Aynı yazı olabilir miydi? “Düşün Alisya düşün.” Başımı yerden kaldırıp aynadaki kendim ile yüz yüze geldim.

Gözlerim neden korku ile bakıyordu? Titreyen parmaklarım ile kâğıdı zor tutarken tekrar yazıyı okudum. Bu not neden beni bu kadar korkutuyordu. “Alisya hadi, biliyorum sende aşık oldun elbiseye ama çıkta bizde görelim.” diye seslenen Gülce ile yüzümden akan bir yaşı hızla sildim. Ya hala buradaysa. Bana değildi olamazdı.

“Gel-geliyorum.” diyerek yüzümü düzeltip kabinden çıktım. Sağıma soluma bakınırken bir mağaza çalışanını gördüm. “Pardon, bu kabine benden başkası girdi mi?” diye kuşku ile sordum.

“Görmedim hanımefendi? Ama bir sorun mu var?”

“Yok teşekkür ederim kolay gelsin.” diyerek yanından geçerken yüzüme bir tebessüm kondurdum. Kızları da şüpheye sokmak istemiyordum.

“Alisya, dehşetül vahşet olmuşşun kızım.” diye şakıyan Ceyda ile aynada kendime tekrar baktım. Elbise cidden üzerime dikilmiş gibi olsada gözlerimi etrafta dolaştırmaktan da kendimi alamıyordum.

“Evet çok güzel beğendim. Siz bir şeyler seçtiniz mi?” dediğimde ikisi de aldıkları elbise paketlerini gösterdiklerinde “Ne çabuk, o zaman ben de çıkartayım, öyle gidelim.” dedim.

İkisinden de onaylayan mırıltılar ile kendimi tekrar kabine atıp sırtımı kapıya yasladım. Titreyen ellerime bir çare bulamadığımdan açıp kapatarak rahatlatmaya çalışsam da başarılı olamadım. “Korkma bana değil? Hem olsa adım yazardı değil mi? korkma.” Kendime ettiğim telkin ile üzerimdeki kıyafeti çıkartıp kendi kıyafetlerimi giydim. Bu sefer notu yanıma alacaktım. Eğer bu not banaysa ne anlatmak istediklerini öğrenmek için yanımda kalsa iyi olurdu.

“Hadi gidelim.”

Kızlar ile avm den çıktıktan sonra evlere dağılırken aklıma notta yazılanları getirmeden duramıyordum. Kim bana yalan söyleyecekti ki. Evdekiler desem çoğuyla yakın değildik. Başka aklıma bir ihtimal gelmiyordu. Bana yalan söyleyecekleri bir durum yoktu ki!

“Hanımefendi.” Taksi şoförünün sesi ile daldığım andan koptum.

“Efendim?”

“Geldik seslendim sanırım duymadınız?” dediğinde etrafıma bakındım. Evin önünde bekliyorduk.

“Kusura bakmayın. Buyurun.” diyerek taksimetrede yazılan ücreti ödeyip taksiden indim. Aklımı başıma toplamalıydım. Bu böyle olmazdı. Kapıdaki korumalara tebessüm ederek içeri doğru yürüyüp eve girdiğimde kimseye görünmeden hızla odama doğru merdivenleri çıkmaya başladım. Hazırlansam iyi olacaktı yoksa geç kalacaktık.

Annemin haberi vardı. Ne kadar şoförle gitmemi söylese de patronumun alacağını söyleyince bir şey demese de kuşku ile yüzüme baktığından patronumun ne kadar iyi olduğundan bahsettim.

Kapının kulpuna elimi atıp odama geçecekken Menekşe ile karşılaştım. Koridorun sonundan buraya doğru geliyordu. “Nereye böyle kül kedisi?” dediğinde elim kapının kulpundan çektim.

“Senin işin yok mu Menekşe?”

Merak ediyordum bu kız bütün gün bana laf sokmayı mı bekliyordu?

“Sadece soru. Neyse, banane.” diyerek merdivenlerden inerken odama geçtim. Kül kedisi olamayacak kadar kendimde kaybolmuştum. Hızla bir duş alarak kendime geldim. Notu çekmecemdeki kutuya koyarken bir yandan da düşünmeden kendimi alamadım. “Yok canım yok.” Ayrıca bir derdi olan neden not bırakırdı ki adam akıllı çıkıp karşıma söylese ya.

Sinirle çekmeceyi kapatıp hazırlanmaya başladım. Bu gece düşünmeyecektim. Onuda zihnimin köşesine kilitledim. Zihnim artık bir arşiv odası olsada bu konu ilk çıkanlar listemde olacaktı. Ama şimdi değil.

Dalgalı saçlarımı arkadan tatlı bir şekilde toplarken önlerinden birer tutam bıraktım. Elbisemin altına siyah bilekten ince bağcıklı bir topuklu ayakkabı giymiştim. Umarım bugün sakarlığım bana uğramazdı. Dudak parlatıcımı dudaklarımda gezdirirken telefonuma bir mesaj düştü. Yatağın üzerinden telefonumu alarak açtım. Mesaj Ali Beydendi.

“Hazır mısın?”

Sesi sanki kulaklarımda yankılandı. Üzerime aynadan şöyle bir baktım. Evet bence hazırdım. Yırtmacım bana aynadan gösteri yaparcasına açılınca elbisemin kenarını düzelttim. Evet çok büyük adımlar atmadığım sürece bence sıkıntı yoktu. Elim klavyeye giderken heyecanlanmadan edemedim.

“Evet” diye yazarak gönderdim. Kısa ve öz. Bence açıklayıcı olmuştu. Mesajımın arkasına bir mesaj daha düştü.

“Aşağıdayım.”

Gelmişti. Evet sakin ol Alisya sadece bir balo. Sakin ol. Ne olabilir ki? Patron ve asistan olarak bir baloya gidecektik. Evet sakin ol. Üzerime aldığım kabanımın önünü ilikleyip çantamı da aldığımda odamdan çıktım.

“Anne ben çıkıyorum. Ali Bey gelmiş.” dediğimde mutfaktan çıkan Menekşe duyduğu kişi ile durdu.

“Ali Bey mi? Sen onunla mı gidiyorsun?”

“Evet. Benim çıkmam gerekiyor. Hoşça kal anne.” Kapıdan çıkarken Menekşe’nin sözlerini duymazdan gelerek arkamdan kapıyı kapattım.

“Sakin düz adımla. Evet düz adım.” Bahçeden çıkarak karşı kaldırımda olan patronumun aracını görüp yanına adımladım. Patronum aracına yaslanmış eli cebinde sigara içiyordu. Nefes kesen bu görüntü ile gözlerim kendiliğinden kırpıştı.

Birkaç adım daha atarak yanına yaklaştım. Seslenemeden topuklumun tıkırtıları ile sigarasını söndürdü. Geldiğimi görünce başını kabanımdan görünen kırmızı elbiseye değdirse de gözleri ile fazla durmadan yanıma gelerek oturacağım kapıyı açtı. “Ben açardım Ali Bey.” diyerek mahcup bir tavırla mırıldandım. Koyu yeşilleri, gözlerimi tesiri altına aldı.

“Sorun yok bin, Alisya.” Açtığı kapı ile yanından geçerek aracına bindim. Gözlerim takım elbisesinin üzerinde takılı olan Türk bayrağı broşuna takıldı. Çok yakışmıştı. Güzel bir detaydı.

Gözlerim üzerinde gezindi. Üzerinde simsiyah bir takım elbise vardı. Bu sefer saç tutamları dalgalı değildi. Geçen gördüğüm gibi toplayarak düzeltse de itiraf etmem gerekirse çok yakışıklı olmuştu. Tabi ki bunu içimde tutarak kendiliğinden uluşan tebessümüm ile başımı cama doğru çevirdim.

Elimi nereye koyacağımı bilemediğimden bacaklarımın üzerinde tuttum. Evet böyle daha iyiydi, yani sanırım. Aracı çalıştırırken ısıtıcıyı açmayı ihmal etmedi. Üşüyen bacaklarım ısınmaya başlaması ile titremelerim hafifledi.

Gideceğimiz yer biraz uzakta olsada yolda akıcı bir şekilde ilerleyerek baro parti alanına geldik. Şimdiden etrafın kalabalığı gözler önündeydi. Kameramanlar dışarıda insanları çekiyordu. Çok ciddi bir ortam olduğu belliydi. Gerildim. Ben şirket yemeklerine gitmekten elimden geldiğince kendimi sakındırırken burası ile gerilen vücuduma hak verdim. Çok kalabalıktı. Bu kadar büyük bir organizasyon olmasını beklesem de bu biraz daha fazlaydı. Geri mi dönsemdi? Göz ucuyla Ali Bey’e baktım.

Çok normaldi. Tek gerilen ben miydim burada. Ciddi suratı ile kemerini çözdü. Şak. Evet sanırım iniyorduk.

Emniyet kemerimi çıkartana kadar Ali Bey kapımı açması ile gözlerine tutundum. Bugün neden bu kadar nazikti? Kemerimi sıkıştığı yerden kolayca çıkartınca gözlerimi kırpıştırdım. Konuşamıyordum benim sesim nereye gitmişti? Her daim konuşurdu, susma. Sanki bakışlarımdaki tuhaflıkları fark edip konuştu. “Ben nazik bir patronum.”

“Evet öylesiniz.” dediğimde kolunun birini kıvırdı. Bakışlarımı açtığı koluna dokundurup elimi usulca kaydırdım. Kalbim göğüs kafesime ağır geliyordu. Lütfen düşmeyim lütfen.

“Sorun yok. İzin vermem.” Keskin yeşilleri koyu bir orman çukuruydu.

“Hıı.” Anlamadım dışımdan mı konuşmuştum?

“Düşmene izin vermem. Sakin ol yeter.” dediğinde dudağındaki çarpık gülüşe takıldım.

Başımı sallayarak dediğini onayladım. Evet düşmeme izin vermeyecekti. Sakin adımlar atmaya gayret ettim. İçeri alana ilerlerken birkaç kameramanın çektiği fotoğraf ile patronum kısaca sorulara yanıtladı. Yanında dikilirken flaşların ışıkları gözlerimi alıyordu. Arkamızı dönüp gidecekken gelen sorular ile tekrar durduk.

“Ali Bey efendim Ulak Soylu davasını üstlenmişiniz? Doğru mu?”

“Ali Bey sizi ilk defa ir hanımefendi ile görüyoruz sevgiliniz mi?”

“Yoksa gizli aşkınız u genç bayan mı?”

“Efendim çıkan haberlerde çıkacağı söyleniyor. Yoksa iftira kurbanımı?”

Yutkunup soruları sindirmeye çalıştım. Daha görgü tanığının öldürülmesini sindiremezken sadece dinledim ve sevgilisi mi ben mi?

Kalbim düşüncesi ile gerilirken Ali Beye göz ucuyla baktım.

“Arkadaşlar bugün ne yeri ne zamanı. Süreç devam ediyor. Konuşmam doğru olmaz. İyi çalışmalar.” diyerek beni ilerletip alana girdik. Sanırım sormamalıydım. Şu an değildi.

Kolundan yavaşça sıyrılıp kabanımı çıkartarak içerideki görevli hanıma uzattım. Kabanım üzerimden çıktığında sanki kendimi savunmasız gibi hissettim. Umarım çok parlamıyorumdur.

Ne tarafa gideceğimize bakınırken Belimde hafif bir dokunuş ile yutkundum. “Hadi içeri geçelim.” diye konuşan patronum ile yürümeye başladık. Eli belimdeydi, eli belimdeydi. Altını çiziyorum ELİ BELİMDEYDİ. Sakin ol kalbim sakin ol. Neden vücudumun hiçbir uzvu beni dinlemiyordu ki! Gümbürdeyen nefesim ile yürümeye devam ettim.

Ali Bey’in yönlendirdiği alanda ilerlerken her adımımla açılan yırtmacım ise göz kamaştırıyordu. Ben demiştim ama Gülce’ye çok açık diye. Partinin yapılacağı büyük alana girerken görevliye adımızı verip içeri Ali Bey’in yönlendirdiği masaya doğru ilerledim. Masaların hepsi beyaz bir örtü ile kapatılmıştı. Yuvarlak geniş masalar alanda çok güzel görünüyordu.

“Ali buradayız.” Oğuzhan beyin sesi ile masalarına geldik. Belimdeki dokunuş giderken yanında sıcaklığını da götürdü. Sandalyeye oturunca etrafımda göz gezdirdim. Karşıda oturan Ceyda’ya tebessüm ettim. “Çok güzel olmuşsun.” diyerek dudaklarımı oynattım. Bana güzel bir gülümseme ile bakarken “sende” dedi. Üzerine yakışan sarı bir elbise giymişti.

Etrafıma bakınırken Gülce’yi de arıyordum. Sırtımı yaslayarak yanımda oturan Ali Bey’e baktığımda her şey normal gibi oturuyordu. Neden ben bu kadar heyecanlıydım ki sanki? Hiç bu ortamlar bana göre değildi.

Neyse ne diyorduk bugün iyi geçecek, gülümseyerek etrafıma bakındım. İyi geçecek evet iyi.

“Oliver.” diye ağzının ucu ile konuşan patronum ile baktığı yöne döndüm. Oliver Bey geliyordu. Adama da o gün ayıp olmuştu. Ali Bey sağ olsun bir fotoğraf bile çekilememiştim. Gözlerimi kısarak Ali Bey’e baktım.

“Selam dostum.” diyerek Oliver Bey elini Ali Bey’e uzatıp sıktığında sandalyemden elbisemin kenarını tutarak kalktım. Kalkmam ile gözleri yavaşça bana dokundu. “Ah güzel asistan, sende mi buradaydın?” gülerek elini uzatan Oliver Bey’e tebessüm ettim.

“Evet efendim. Hoş geldiniz.” diyerek nezaketen uzattığı elini sıktım. “Lütfen asıl sen hoş geldin. Rahatsız olma keyfine bak.” dediğinde yanımda bir “Ihım.” sesi ile gözlerimi Ali Bey’e çevirdim.

“Ali iyi misin dostum?”

“Evet oturursan iyi olacağım.” dediğinde elimi yavaşça çektim. Patronum ciddi olduğu kadar etrafındakilerinde ciddi olmasını ister bir halde bakınca kısılan gözlerle kendisine bakmayı sürdürdüm.

Oliver Bey bize gülerek bakıp “Ah gençlik.” dese de konuşmasına devam etti. “Yalnız ilk dansınızı alırım küçük hanım.” Ya bir fotoğraf dememek için kendimi zor tutarken tam konuşacakken patronum benden önce davrandı.

“Olmaz! Alisya dans edemez.”

Kaşlarım çatıldı. Neden edemiyordum. Bal gibi de edebilirdim. “Neden yani niye dans edemiyorum Ali Bey?” ellerimi birleştirip kendisinden cevap beklemeye başladım. Ayrıca ikidir sözlerimi kesiyordu gözümden kaçmadı.

“Evet Ali neden edemiyor?” diyerek Oliver Bey de benim gibi kollarını birleştirince ciddi ifadem sekteye uğradı. Sanki annesinden hesap soran çocuklar gibi Ali Bey’e bakarken halimiz çok komikti. Gülen suratımı, dudaklarımı birbirine bastırarak saklayıp başımı çevirdim.

Patronum ise biz kısık gözlerle bakıp soluğu tekrar gözlerimde aldı. “Çünkü şu an bir parti olsa da yanımda sana ihtiyacım olabilir. Olmaz o yüzden.”

“Bu yüzden mi?” diyerek şaşkınlıkla sordum. “Evet başka ne olabilir değil mi?” kaşının biri hava kalktı.

“Evet.” diye mutsuz bir şekilde mırıldanıp Oliver Bey’e yapacak bir şey yok dercesine bakıp yerime oturdum.

“Güzel.”

“Üzgünüm Oliver Bey.”

Bize el sallayıp gülerek yanına gelen bir hanım efendi ile beraber yanımızdan ayrıldı.

“Üzgün falan değilsin.” diye yanımda kendi kendine mırıldanan patronuma baktım. Keskin gözleri yanımızdan ayrılan Oliver Bey’deydi. Sanki avını bir saniye olsun bırakmayacak gibi keskin gözleri ile bakarken Oliver Bey aniden halıya takılması ile gülerek önüne döndü. Ağzım iki karış açılınca şaşkınlıkla sordum. Adam resmen gözleri ile emir vermişti.

“Efendim?”

“Yok bir şey.” Yanımıza gelen garsona işaret etti. “Bir şey içer misin?”

“Su, su alayım.” İçmek şöyle dursun yakınından bile geçmek istemiyordum. Midemden o gün çok çekmiştim. Ünüme bırakılan sudan bir yudum alarak arkama yaslandım. Ceyda nişanlısı ile yanımızdan ayrıldığından sessizlik içinde etrafa bakındım.

Parti alanı yavaş yavaş dolarken gelenlerde göz gezdirdiğimde bütün baro buradaydı resmen. Gelenler arasında Gülce ile Fatih’i de görünce gülerek yerimden kalktım. Bir merhaba deyip gelecektim. Açılan bacağımı hafifçe örtüp Ali Bey’e döndüm.

Malum bir saniye yanından ayrılamıyorduk.

“Ali Bey ben birazdan geliyorum.” diyerek gidecekken “Bekle.” dedi. Baktığım yere bakınca “Çabuk ol.” diyerek önüne döndü. Gözlerimi devirip elbisemin bir kenarından tutunarak yürümeye başladım. Resmen iş kolikti.

Patronumun halleri yedi yirmi dört değiştiği için çabuk olsam iyi olacaktı. İlerlerken birkaç gözle göz göze geldim. Kendimi sıkıp yürümeye devam ettim. Sanki yüzümde bana bakarsanız düşebilirim yazıyordu da bakanlarda bunu görüyor gibi yüzümde bir tedirginlik ile adım atım. Bu şekilde göz önünde olmak beni daha da gererken kendimi yürümeye zorladım. Gülce benim geldiğimi görünce gülümsedim. Mavişim ya. Üzerine giydiği siyah vücuduna tam oturan elbise ile çok güzel görünüyordu. Bir nebze rahatlayarak adımlarımı hızlandırdım.

“Alisya.” diyerek sarılan Gülce’ye kollarımı sardım. “Selam.”

“N’aber Alisya?”

“İyidir Fatih sen?” elimle arkayı işaret edip “İsterseniz bizim masamıza gelin.” diye öneride bulundum. Başını sallayıp “iyiyiz.” diyerek Gülce’ye baktı.

“Yok amcam da burada onun yanına gideceğiz.” diyen Gülce ile konuşmaya devam ettim.

“Tamam o zaman. Bende patronumun yanına gidiyorum haberleşiriz.” Yanına yaklaşarak kısık sesle konuştum. “iyi eğlenceler.” Gülerek arkamı döndüm. İkisinin bu halleri çok tatlıydı.

Geldiğim yoldan oturacağım alana yürümeye başladım. Patronumun olduğu alana adımlarken önüme birisi geçince duraksadım.

“Selam” sesin geldiği yöne bakınca adımlar bir adım geriye doğru gitti.

Bunu diyen kişi Cüneyt’ti.

Yüzümdeki gülümseme yerle yeksan olurken arkasından sırtı dönük patronuma baktım. Buraya bakmıyor hararetli bir şekilde konuşuyordu. Evet iyi geçecek dediğim akşamı karşıma çıkan kişi ile bozulmasını istemediğimden kendimi sıkıp cevap vermeden yanından geçtim.

Tekrar önüme geçince kaşlarımı çatıp kendisine baktım. Bu ne cüretti! “Önümden çekil.” diyerek sertçe konuştum.

“Sadece konuşacağım güzellik.” Yüzünü eğerek fısıltıyla konuşmaya devam etti. “Sakin ol seni kaçırmayacağım.” dediğinde şiddet bağımlısı olmasam da sırıtan yüzüne vurmamak için kendimi zor tuttum. Bu ne çirkin bir üsluptu. Omuzlarım gerilirken yutkundum.

“Seninle konuşacağım hiçbir şey yok. Çekil önümden.” diyerek direttim. Etrafta insanlar vardı bana bir şey yapamazdı. Ama bir an önce masama gitmek istiyordum. Patronum görürse hiç iyi şeyler olmazdı. Hele ki davanın son durumu böyle iken hiç iyi olmazdı.

Gülerek ellerini suçsuz gibi yukarı kaldırıp sırıtarak yol verince titreyen ellerimle elbisemin kenarını sıkıp hızlı adımlar ile yerime geçerek oturdum. Yüzümden düşen bin parça olsada arkama dönüp bakmadım.

Ali Bey geldiğimi görünce başımı çevirip yüzümü düzeltmeye çalıştım. Zira kavga çıksın istemiyorum. Hele ki böyle bir organizasyonda. Aklıma gelen düşüncelerime ket vurmak istesem de olmadı.

Bu Cüneyt Soylu buraya elini kolunu sallayarak nasıl girmişti? Suyumdan bir yudum daha alarak titreyen ellerimi masanın altına sakladım. Neden her daim titriyorsunuz? Bakışlarım titreyen ellerimdeyken omzumda bir ağırlık ile gözlerimi kırpıştırıp ağırlığa baktım.

Patronum çıkardığı ceketini üzerime örtmüştü. Tarçın kokusu hızla burnuma ilişince bir nefes aldım. Sakinlik içinde derin bir nefes daha içime doldurduğumda biraz daha kendimi iyi hissetmeye başladım. “Üşüme sevgili asistanım.” diye mırıldanan patronuma döndüm.

“Ben, gerek yoktu aslında.” diyerek elim cekete giderken sözleri ile elim havada kaldı.

“Gerek var titriyorsun.” dediğinde gözleri saklamaya çalıştığım ellerimdeydi. Kısılan gözleri, sanki sebebini arar gibi ellerimde gezinirken kendini sıkar bir hali vardı. Çıkık âdem elması yutkunması ile bir aşağı bir yukarı gidince bir şey diyemedim.

“Alisya” Ceyda’nın sesi ile gözlerinden kendimi çektim.

“Hım, yani efendim.”

Masamıza benden sonra gelen birkaç kişiyle tanıştırdı. Başımı sallayarak konuşmalara dahil olmadan dinlesem de titreşen bakışlarımı sakinleştirmeye çalıştım. Bir nefes daha aldım. Patronumun ceketi buram buram tarçın kokuyordu.

Evet bu iyiydi. Tarçın kokusu iyi gelmişti. Psikolojide kokuların insan üzerinde bir etkisi olduğu ile ilgili bir araştırma metni okumuştum. Benim bu tarçın sevdamın nereden geldiğini bilmesem de beni rahatlatıyordu. Masaya yeni oturanlar ile konuşan patronuma baktım. Konuşmamız yarım kalsa da ellerim sakinleşmişti. Bunu nasıl başarıyordu bilmiyordum ama kokusu bana iyi geliyordu.

Vakit ilerlerken konuşmacılar konuşmalarını yapmış ve arka fonda çalan müzik ile dans eden insanlara bakıyordum. Güzel bir geceydi ne kadar pürüzler olsada böyle bitsin istiyordum.

Gözlerim Gülce ile Fatih’e takılınca gülümsemeden edemedim. Ya ama çok tatlılardı. Gülen gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Bu kadar zaman sonra mutlu olmaları beni de çok mutlu ediyordu.

Etrafta dans eden insanları seyrederken omzumun kenarına bir omuz temas etti. Başımı çevirdim.

“Şarkı bitene kadar benimle dans etmeni istiyorum.” kaşlarım kendiliğinde havaya kalktı. Ne demişti patronum, dans benimle “yani asistanım olarak.” diye ekledi.

“Bilmem ki nasıl olur,” gözlerim dans edenler üzerinde gezinirken konuşmaya devam ettim. “Yani işiniz falan çıkmasın biz dans ederken?” diyerek sorgulayan gözlerle baktım. Sonuçta Oliver beyle izin vermeyen de kendisiydi. Şimdi kendisi ile dans etmemi istiyordu.

Gözlerim bir anlığına dişlerinin arasına aldığı alt dudağına kaysa da gözlerimi kırpıştırıp bakışlarımı gözlerine çıkardım. Güzel bir gülümseme ile bana bakıyordu. Dans mı edecekti benimle?

Masanın çoğu dans için kalktığından ikimiz yalnız kalsakta sanki sesini bana ulaştıramıyormuş gibi biraz daha yaklaştı. Ama böyle olmazdı. Bu mesafe çok yakındı. “Çık olmaz. Verdiğim en güzel karar…” dedi kısık sesle. “Kabul edersen senin de verdiğin en güzel karar olmasını sağlarım.” diye konuşurken koyu yeşil gözleri gözlerimi dağlar gibi bakıyordu.

Bu gözlere hayır demek imkansızdı, hele ki gözlerime bu kadar derinden bakarken. “İddialı sözler” dedim.

Keskin gözleri kısıldı. “Her daim iddialıyımdır, her anlamda.”

Bir tık başımı geriye atarak dans eden insanları gösterdim. “O zaman görelim. Dans edin benimle sevgili patronum.” dedim. Sonuçta bir danstı hem otur otur sıkılmıştım.

Gülerek geri çekildi. “Asistanım ne dedi de yapmadım.”

Ayağa kalkarak elini açıp kolunu uzattı. Ceketini usulca çıkarıp masanın üzerine bıraktım. Titreyen ellerimi koyacak bir yuva arar gibi hemen uzattığı eline tutundu. Sıcaklık, bu…bu sıcaklık sanki…sanki tamamlamıştı.

Patronum önde ben bir adım ileride beni dans edenlerin arasına yürütürken kararlarım arasında çelişki yaşamasam da heyecanlanmıştım. Dans müziği arka fonda yükselirken kalbime eşlik ediyordu. En azından yalnız değildi. Pistin ortasında dikilirken bana bir adım daha yaklaşan patronumun omuzlarına kolumun birini kaldırdım.

Bu yakınlık kalbime zarardı. Zor nefes alıyordum. Göğsüme kan yerine hayat pompalar gibi gümbürtüsünü dinliyordum. Bir elim kendi elinin içinde kaybolurken diğer eli belimi sahiplenerek hafif adımlarla beni yönlendirmeye başladı. Hafif adımlarla dans etsekte sanki etmiyor gibiydik te. Aramızda bir karışlık bir mesafe ile gözlerimi etrafta gezdirdim.

Patronumun bakışlarında yüzümde hissetsem de bakamadım. “Gecenin en güzeli.” dudaklarının nefesini kulağımda ve boynumda hissettim. “Bal yanak.”

Yutkunup bakışlarımı gözlerine taşıdım. Dilim lal olurken yanaklarımdaki ısı beni yakıyordu. İçime kaçan sesimi bulup çıkardım. “Abartmayın Ali Bey sadece düz bir elbise.” diyerek iltifatını reddettim. Bir kez beni etrafımda döndürüp tekrar yakınına çekti. Göğüs kafesi göğsüme siper oldu.

“Ali” dudakları kıvrıldı. Güzel gülüyordu vicdansız. Dinledim konuşmaya devam etti. “Belki bir gün söylersin diye.”

“Belki bir gün Ali Bey.” diyerek gülümsedim. Israr edip tek yaptıramadığı konu sanırım ismiydi. Dilimin ucuna gelse de Bey olarak çıkıyordu. Bir kere daha elleriyle beni döndürüp yavaşça arkaya doğru eğilirken bir eli açılan yırtmacımın kumaşında gezindi.

“Sabırsızlıkla bekliyorum.” diyerek dudaklarının arasında mırıldandı. “Sabırsızlıkla.”

Eğildiğimiz yerden kalkarken bir şey yapamıyordum. Sadece kendisinin hareketlerine uyum sağlamaya çalıştım. Sırtıma saplı parmakları elbisemin üzerinden bile hissediliyordu, yakıyordu. Parmakları kanca misali omurgamdaydı. Rahatsız hissettirmiyordu sadece sadeceydi. Kan kırmızısı elbisem ise dokunuşları ile yanıyordu. Parmak uçlarında oluşan alevi elbisemin içinden bile hissedebiliyordum. Etraftaki insanlar değişti atmosfer değişti yanımızdan insanlar geçip giderken müzik değişti. Biz orda iki kişi olarak dans etmeye devam ettik.

….

Yoğun bir akşamın sonuna gelerek eşyalarımızı almış dışarı doğru yürüyorduk. Beni ise patronum Ali Bey bırakacaktı. O danstan sonra hiçbir şey olmamış gibi yerimize otursakta kendime gelmem uzun sürmüştü.

Dışarının çetin soğuğu ile arşı karşıya gelince gözlerim kısıldı. “Sen beni bekle aracı alıp geliyorum.”

“Tamam Ali Bey.” diyerek onayladım. Dışarı merdivenleri aşıp patronumu beklemeye başladım. Araçlar yolu kapattığından sanırım otoparka çekilmişti. Kabanıma sarılıp gözden kaybolan patronumu beklemeye başladım. Havanın soğukluğu içime işlerken ağzımdan çıkan sıcak dumanda bu soğuk havanın içinde tuzla buz olarak kayboldu. Gözlerim ayın ışığında gezinirken dudaklarımda taze bir tebessüm yerini koruyordu.

“Vayyy, benim güzellikte buradaymış.” diye konuşan kişinin sesi ile tebessümüm dudaklarımda düz bir şekil alırken yanıma gelen Cüneyt Soylu ile ellerimi cebimden çıkardım.

Arkamı dönüp içeri girecekken hızla kolumdan tuttu. “Kaçma nereye?” dedi.

“Uzak dur benden.” diyerek kolumu kendisinden kurtardım. Etrafta göz gezdirdim. Nerde kaldınız Ali Bey? Tekrar bir iki adım atarak ilerlerken hızla önüme geçip beni tekrar durdurdu. Ellerim titrek bir halde korku ile kıpraştı.

“Lütfen kendimi tanıtmama izin ver…Ben Cüneyt. Cüneyt Soylu. Peki sen? Bir adın var demi.” diye sordu. Adımı biliyordu ve bilerek soruyordu.

“Bundan sana ne?” dedim kızgın bir tonla. Artık rahatsızlığı huzursuzluk boyutundaydı. Nerde görsem yolumu değiştirir olmuştum.

“Aaa yapma böyle ama kırılıyorum. Senden duymak istiyorum fenamı. Hem abimi araştırıyormuşsunuz. Belki bilgi veririm hım ister misin?” diye içtiği belli olan bir tonla konuşunca korku ile geriye bir adım daha attım. Lütfen Ali Bey nerde kaldınız!

“İstemez yanımdan defol git!” dedim sesimin titremesini umursamadan. “Gel bir şeyler içelim daha iyi sohbet ederiz.” dediğinde bileğimde sert bir tutuş ile gerildim.

“Bırak beni sana bırak beni dedim.”

“Aaa nazlanma.” Tekrar çekiştirince sesimi yükselttim.

“BIRAK BENİ!”

Önümüzde hızla bir araba fren yaptığında arabanın farları ile gözlerimi kısılsa da kolumu tekrar çekmeyi denedim. Hızla araçtan inen Ali Bey ile ne olduğunu anlamadan beni yanına çekti.

“Ne yapıyorsun lan sen şerefsiz!” Cüneyt soyluya yumruğunu geçirmesi ile şaşkınlıkla olduğum yerde kalakaldım.

Bir yumruk daha atıp sinirle konuşan patronuma baktığımda. “Nasıl dokunursun sen ona SOYSUZ!” dedi.

“Ooo Ali sende mi buradaydın ya. Ben o fare deliğinde takılıyorsun sanıyordum?” gülerek bana bakan Cüneyt Soylu ile gözlerim Ali Bey de olsada dedikleri ile elimi ağzımdan çektim.

Nasıl biz o depoda kendiliğinden kilitli kalmamış mıydık? Ama ama bu nasıl olurdu yoksa çıkmamamızı mı istediler? Vücudum titrerken ayaklarıma baskı uygulayıp ayakta durmaya zorladım. “Ne o çıkamadınız mı?”

Ali Bey’in bakışları anlık bana dokununca gelen yumruk ile “Dikkat et.” diye bağırdım. “Hıı!” yumruk sesi ile yüzüm buruşurken acısını derinden hissedip birkaç adım attım.

Ali Bey yüzüne gelen darbe ile beni geriye çekip “ORDA KAL!” dediğinde önüne dönüp bir tane daha vurdu.

“Sendin demi lan!” Cüneyt Soylu aldığı darbe ile yere düşerken üzerine eğilerek yumruk atan patronumu durdurmak için koluna uzandım.

“Ali Bey yapmayın.” diyerek konuşsam da sanki beni duymuyordu.

“Alisya arkamda dur.” dese de geride durmadım. Kana bakamıyordum.

“Sendin demi soysuz. Depoya bizi sen kilitledin?”

Cüneyt Soylu ise yerde gülerek konuştu. “Keklik gibi avlandınız.” Daha yüksek bir kahkaha daha attı. Resmen alay ediyordu. “Sen kaşındın oğlum.” Bir yumruk daha atacakken hemen önüne geçtim. Korksam da kolunu da bırakmadım.

“Durun…durun lütfen…durun.” titreyen sesimle konuşmaya devam ettim. “Korkuyorum durun lütfen.” Dudaklarım titrerken gözlerinin yakıcılığı yüzümde gezindi.

Derin nefesleri ile göğüs kafesi habire inip kalkıyordu. Siniri geçmessede bakışlarındaki kırılma ile Cüneyt Soylunun yanından çekilerek bir adım geriye gittik. Kolunu hala tutuyordum. Sanki bıraksam ben yıkılacaktım. Gözlerim anlık yüzündeki kana gitse de çok uzun süre bakamayıp gözlerimi yüzünden çektim.

Beni bir adım arkasına çekerek elinin bir parmağını yerde yatan Cüneyt Soyluya uzatıp konuştu. “O yumruk merhametti. Bir daha karşıma çıkarsan acımam. Duydun mu soysuz acımam!”

Biz arkamızı dönüp gidecekken kahkahalarla yerde gülen Cüneyt Soylu tekrar konuştu. Ali Bey durunca bende yanında durarak onu tutuyordum.

Yattığı yerden dudağındaki kanını kolu ile sildi. Sanki dayaktan zevk almış gibi sırıtmaya devam ediyordu. “Ah be avukat yazık oldu biliyor musun?”

Ne olduğunu umursamadan kolunu tutuşumu sıkılaştırıp resmen patronumun koluna yapıştım. Ne kadar kolundan tutsam da ani bir hareketle kıskacımdan kurtulabilirdi. Ellerim titrese de tutmaya devam etim. “Ne saçmalıyorsun lan sen?” diye çatık kaşları ile yerde yatan Cüneyt Soyluya baktı.

“Boşuna uğraşıyorsunuz.” Kahkaha atmaya devam ediyordu. “Ulak ulak soylu tahliyeee.” Delirmiş gibi ellerini açarak kahkaha atıyordu. “Tüm delilleri de sunsan boşuna. Gerçi bir delil de kaldıysa.”

Gözlerim korku ile küçüldü. Bunlar ne yapmıştı öyle? “Hamit’i siz öldürdünüz değil mi? Bu yüzden karşımıza çıkamadı.” diye aniden boş bulunup konuştuğumda patronumun çatık kaşları ile karşılaşsam da çekinerek durdum. Resmen gözleri ile neden konuştum diyordu.

“Hah, inanamıyorum Hamit öldü mü?” ellerini yalandan ağzına kapatıp şaşırmış numarası yaptı. Sesin tınısı bizimle alay eder tondaydı. “Hiç haberim yok. Daha doğrusu kırıldım. Ben hiç öyle bir şey yapar mıyım?” yattığı yerden güçlükle ayağa kalktı. “Sen söyle güzellik, ben öyle birisi miyim?”

“Ben sizi tanımıyorum.” diyerek tekrar konuştum.

“Aaa kırılmalara doyamıyorum ama. Ee geçen baloda tanıştık ya.” dedi.

Ali Bey beni daha da arkasına çekip önümde görünmez bir duvar yapıp “Bana bak lan bana. Bana konuş şerefsiz. Bir daha kafanı çevirip gözünü değdirdiğini görürsem kırılmadık kemiğini bırakmam.” dedi sinirle.

“Avukat sende ne şiddet yanlısı çıktın. Tatlı tatlı konuşuyorduk şurada.” Ellerini yukarı kaldırıp konuşmaya devam etti. “Tamam tamam gidiyorum ama şimdilik. Tekrar görüşeceğiz.”

“S*ktir git.”

Cüneyt Soylu gözden kaybolsa da ben korku ile titreyen dizlerimi sabit tutmaya çalışıyordum.

“İyi misin?” Omzuma eli ile dokunan patronuma baktım. Kaşı kanıyordu. Gözlerim kaşında gezinirken yutkundum. Benim yüzümden kanıyordu. “Alisya iyi misin?”

“Ben ben iyiyim de sizin kaşınız kanıyor.” diyerek elim kaşına uzanacakken başını geriye doğru çekti.

Beni araca bindirip kendi de bindiğinde duramadım. Elim torpido gözünde bir peçete ararken bulamayıp tekrar kapattım. “Boşver, geçer şimdi.”

“Olmaz öyle. Kan bu geçmez.” dediğimde kasıldı. Aracın içinde işe yarar bir şey yoktu.

Gözüm kıyafetime takıldı. Hızla elbisemden bir parça kopardım. Ben kan görmeye dayanamıyordum. Ne kadar izin vermese de “Lütfen izin ver.” diyerek konuşmasını beklemeden kaşına kumaşı bastırdım.

Kaşındaki yaraya elbise parçasını bastırdığımda gözlerim ister istemez kanda gezinirken gözlerim, yeşillerine takıldı. Sanki anlamlandıramayarak bakıyor gibiydi. Sorgulayan bakışları elalarımda bir şey arar gibiydi. Gözlerimi kaşına doğru kaldırdığımda çok yakın olduğumuzu fark ettim. Aramızda bir karış mesafe anca vardı. Gözlerine tekrar bakmak istesem de şu an gözümü kandan alamıyordum. İçimi çeken bir hissiyat ile başım hafiften döndü.

Kumaş parçasından parmak ucuma gelen kan ile bir…bir şey gördüm. Sanrı ya da bir yanılsama değildi. Sanki bir anıydı. Gözlerimi andan çekemedim. “Yardım edin. Lütfen yardım edd-din.” Kan içinde elbisem ile ormanda dolaştığım bir an gözümün önüne gelince başımı hafiften salladım. Bir şok dalgası içimden geçmiş gibi sanki zihnimde bir pencere açmıştı. Bu da neydi? Vücudum titrerken elimin arasından düşecek olan kumaşa tutunup tekrar kaşına bastırdım.

“İyi misin?”

“Evet. Evet sanırım…kandan. Sorun yok.” dedim. Bu gördüklerim bir anıydı. Bu bir gerçekti. Benim gerçeğim.

Elime uzanarak tuttuğum kumaşı eline aldı. “Tamam bırak ben eve gidince hallederim.”

“Bitti zaten.” diyerek elimi yarasından çektim. “Gidince yaraya su değdirmeyin yeter.” Bakışlarımı kaşından yavaşça orman yeşillerine indirdim. Gecenin karasında cam gibi parlıyorlardı.

“Elaların, elaların parladığını bilmiyordum.” dediğinde gözlerimde tutuklu kalan bakışlarına tutundum.

 

 

 

 

Bölüm : 18.01.2025 13:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...