

Selammm umut ışıklarım, keyifleriniz bugün nasıl bakalım. Umarım iyisinizdir çünkü bu bölüm duygudan duyguya gireceğiz. 😊Diğer bölüm cumartesi ya da pazar günü gelecektir. Bildirimlerinizi açmayı unutmayın.
Beğeni ve yorumlarınızı merakla bekliyorum.
Keyifli okumalarrrrr.
Alıntıları Instagram hesabımdan paylaşıyorum. Beni takip etmek isterseniz:
Instagram: Safinaz_Stlm
X: GeceKuşu7
Bölüm içi şarkılar:
. Tom Odell- Another Love (Lyrics)
. SONYAZ- SEVDİĞİM (Yavaş)[Original Audio] ( Bu fon müziği ayrı bir üzüyor.)
. Sezen Aksu: Beni Unutma.
. Sezen Aksu: Geçer.
. Umut Kaya- Mevsimler Geçerken.
. Erdem Akın- İsimsiz Türkü (Kızılağaç 2018).
. Haluk Levent: Elfida
11.BÖLÜM: KAHRU PERİŞAN
Gönlü Farazi
Vazgeçiyorum kalbi kırık yürekten,
Yağan yağmurun sesi karın soğuğundan,
Turna kuşundan getirdim bir selam,
Gözlerin ardındaki bakışlara.
Yazgı bahçeme çekiyorum seni,
Güçlü doğan yürek yuvama.
El ele diz dize yuvam,
Karmançormanım.
…
Alisya AKMAN
“Bitti zaten.” diyerek elimi yarasından çektim. “Gidince yaraya su değdirmeyin yeter.” Bakışlarımı kaşından yavaşça orman yeşillerine indirdim. Gecenin karasında cam gibi parlıyorlardı.
“Elaların, elaların parladığını bilmiyordum.” dediğinde gözlerimde tutuklu kalan bakışlarına tutundum.
“Ne..” dedim şaşkınlıkla.
“Ne…” yakın olan mesafemizi biraz açarak rahat bir nefes almamı sağladı.
“Siz konuştunuz.” dedim.
“Ben mi konuştum. Yanlış duymuşsun.”
“Hayır yanlış değil yani…”
“Hadi seni eve bırakayım. Yeterince şey yaşandı.” diyerek aracı çalıştırdı.
Lafı değiştirse de duymuştum. Bu sefer duymuştum ve duyduklarımı gözlerimin içine bakarken görmüştüm. Evet gözleri konuşmuştu.
Ara ara kısa bakışlar atsam da gözlerini yoldan ayırmayan patronum çok sessizdi. Karanlık sokaklardan çıkarak yola koyulduğumuzda gözlerimi camdan dışarıya çektim. Ellerim, koruma iç güdüsü ile kendime sarılı iken hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum. Ne diyorlardı herkes kendinin dağıydı değil mi?
Ah anılar, bazen kalbi insanı kırık bırakıyordu bazen de hüzne boğuyordu. Hatırlamak istemediğim anılar zihnimin en derin kuyularında uykuya yatmıştı. Ve bana huzur namına hiçbir uykuyu vermiyordu. Hep kendine saklıyordu. Neden kan görünce o anı hatırladığım ise bilinmez bir kuyuydu. En derin kuyuma bir taş atıldı.
Kendi tarafımdan.
Bu tozlu, kirli defterin bir sayfasını aralamak kadar güç olan eylemi bana yapanda zihnimdi. Sanrı değildi. Bundan emindim hem de hiç olmadığım kadar emindim. O küçük kız zihnimde yer etti. Zihnimin köşelerine çanlar vuruldu. Zihnim yoksa yine bana oyun mu oynuyordu? Yoksa bir gerçeğin içinde kaybolan gizlerim gün yüzüne çıkmak için an mı kolluyordu.
Başımı iki yana salladım şimdi olmaz şimdi değildi.
“Ali Bey size bir şey soracağım.” diye hızla konuştum. Daha fazla kendi içimde kalamayacaktım. O duvar elbet bir gün yıkılacaktı ama bugün değil. Şimdi değildi. Uzun bir sessizliğin ardından aklımdakilerden kurtulmanın tek yolu ise buydu. “Yani az önce olanlar hakkında.”
“Sonra.” dediğinde itiraz ettim. Sanki soracağımı tahmin etmiş gibi ertelese de bu sefer geri durmadım.
“Şimdi.” dedim ciddi bir sesle. O gün orada olanları öğrenmek için geç bile kalsam da kararlıydım.
“Sor.”
“Bizi o depo da aslında kilitli kalmadık mı? Ben anlayamadım. Bayıldığımda bir şey mi yaşandı?” diyerek kendisine döndüm. Arada gözlerini değdirse de gözlerini tekrar yola çevirdi.
“Bunları düşünme. Geçti gitti.” dedi lafı geçiştirerek.
“Ama düşünüyorum. Bir cevap vermeyecek misiniz?” diye direttim.
Aracı boş bir alana çekip durdurdu. Elini direksiyon da tutup yönüne bana çevirdi. “Ne duymak istiyorsun Alisya. Bizi kilitledikleri ve seni oradan nasıl çıkaramadığımı mı duymak istiyorsun.”
“Hayır ben gerçeği…” aslında kaçışlarımı dedim içimden gözlerine bakarken. Gözler konuşurdu değil mi? Peki neden bir cevap alamıyordum? Ya da istediğim cevabı mı vermesini istiyordum?
“Gerçek bu.” dediğinde gözlerimi kendisinden çektiğimde cama takıldı. Yansımasında sıkkın hali gözüküyordu.
“Bak. bunları düşünmeni istemiyorum. Tamam mı?” dedi sakin bir tonla.
Başımı sakince salladım. Ama tamam değildi. Benden bir şey saklıyordu. Bunu bana anlatmalıydı. Belirsizlik hayatımın hiçbir yanında olmasını istemesem de beni düşünmeye zorluyor. Neden saklıyordu ki? Onu suçlayacağımı düşünüyorsa yanılıyordu.
Sessizlik içinde evin önüne geldiğimizde emniyet kemerimi çözdüm. Artık gitsem iyi olacaktı.
“İyi akşamlar Ali Bey” diyerek kapının kulpuna uzandım. Kolumda naif bir dokunuş hissettim. Tutmaya korkar bir halde hafifçe kendini belli etti.
“Bak o gün kötüydün Alisya. Sadece bana bırak ben halledeceğim.”
“Size güveniyorum Ali Bey.” dedim içimde tutamadığım bir inançla. Belki gözlerimden değil ama sözlerimden anlardı.
“Neden neden bana güveniyorsun.?” dedi. Şaşkınlıkla. Ağzından şaşkınlıkla çıkan sözlerine bir anlam veremedim. Sanki kendisine güvenmem olağan bir şey değilmiş gibi konuşuyordu.
“Neden güvenmeyim.”
“Bir nedenin olmalı.” dediğinde yüzümü turlayan bakışlarını yakaladım. Sorguluyordu. Bunun meslekle alakası yok gibiydi. Gerçekten bakışlarında sorgu emareleri vardı.
“Bir nedene ihtiyacım yok.” diyerek omuzlarımı silktim. Bir insanın bir insana güvenmek için bir neden ihtiyacı yoktu olmamalıydı da.
“Bence olmalı Alisya. Bence olmalı.”
“Size güvenmemeli miyim?” diyerek bir kaşımı kaldırdım.
“Bak şimdi de kendi kararını sorguluyorsun.”
“Hayır sorgulamıyorum. Bu benim kararım.”
Derin bir sessizlik oldu. Sessizliği gölge düşen bakışlarından koparak aramıza düştü.
“Gecen iyi olsun Alisya.”
Evet anlaşılmıştı ki konuyu, kendi tarafında kapatmıştı. Peki öyle olsundu.
“Sizin de Ali Bey.” Aracın kapısını kapattığımda “umarım” dediğini duysam da yürümeye devam ettim. Neden ona güvenmemi istemez bir hali olduğu ise merak etmemi perçinliyordu. Bir insan bir insana güvenebilirdi. Bunun koşullu olmasına gerek yoktu. Bu insanın içinden gelen bir istekti. Ve bu istek can damarlarımı zorlar şekilde dışıma fışkırıyordu.
Evden içeri girdiğimde sessizlik beni karşıladı. Evet ev halkı çoktan uykuya yatmıştı. Sağ tarafımdaki ışık süzmesine baktığımda mutfağın ışığı yanıyordu. O tarafa adımlayamadan kapı kendiliğinden açılıp içeriden annem çıktı.
“Anne.”
“Geldin mi kızım?” yok daha yoldayım tabi ki demedim. Medenice cevap verdim.
“Evet şimdi geldim. Beklemeseydin bu saate kadar.” Ayakkabımı çıkartıp parmaklarımı rahatlattım. Uzun süre topuklu ile durmak parmaklarımı sıkmıştı.
“Olur mu zaten birisi dışarda. Kızımı tabi ki bekleyeceğim.” Abim yurt dışında çalıştığından arada anneme uykusuzluk vuruyordu. “Hadi sende yat bende birazdan yatarım.” diyerek merdivenlerden çıkacakken durdurdum.
“Anne sana bir şey soracağım.”
“Ne oldu Alisya?”
Aklıma gelen anılar ile zihnimin yoğunluğu başımı ağrıtırken gördüklerim ile derin bir nefes aldım.
“Biz yani…ben küçükken, hafızamı kaybetmeden önce böyle yeşilliklerin olduğu bir alana hiç gittik mi? Sadece merak ettim.”
“Hayır hayır gitmedik. Sen bir şey mi hatırladın doğru söyle bana.” diye sordu. Telaş eder bir hali olsa da çok üzerinde durmadım. Belki de hatırlayacağım için heyecanlanmıştı.
“Hayır sadece sordum. Bir şey hatırlamadım. Sadece böyle bir yerde bulunduk mu?” diyerek anlamaya çalıştım. Eğer cevap olumlu olursa zihnim bana gerçeği sunmuş olacaktı eğer cevap olumsuzsa o zaman zihnime tekrar karışmam gerekecekti. Boşluk gerçekliğin arasındaki o ince çizgideydi. Karanlık ise onu perçinliyordu.
“Küçükken dedenin bir çiftliği vardı Karadeniz de. Tatillerde oraya giderdik seninle. Neyse gece gece açmayalım. Yorgun değil misin sen? Hadi odana sonra konuşuruz.”
“Tamam iyi geceler.” yanağına bir buse kondurup “Satı Hanım.” dedim.
“İyi geceler kızım.”
Gülen yüzüm arkamı döndüğümde yavaş yavaş solarken merdivenlerden yorgunlukla çıkıp odama geçtim. Yoğun ve tatsız anların olduğu kadar bir o kadarda güzel anların olduğu bir gece yaşanmıştı. Gözüm parmağımın ucunda kuruyan kan izine gitti. Kan bana bir şeyleri hatırlatmıştı. Üzerimdekilerden hızla kurtulup aynanın önüne geçtiğimde yanık izimle karşı karşıya geldim. karnımın bir kısmında ufak bir yanık izi vardı. Elim direk yanık izimde gezinirken gözlerimi kapattım.
“Hadi hadi lütfen bana biraz daha anı sun, lütfen. Bu belirsizlikten kurtar beni.”
Gözümden yanağıma doğru düşen yaşı hızla sildim. Bir şeyler ters gidiyordu. Eğer ki bu doğru ise hiç iyi değildi. O rüyalardaki bendim. Benim küçüklüğümdü. O zaman o çocuk peki o çocuk kimdi? Elimi alnıma atıp ovuşturdum. Başım daha da ağrırken zihnimin boşluğu ile karşı karşıyaydım. Pijamalarımı giyinip yatağıma geçtiğimde küçüklüğüme sarılıp uykuya daldım.
Korkma küçüklüğüm ben yanındayım.
…
Beyaz bir örtünün altında minderlerin çevrili olduğu bir alanda gözlerimi açtım. Tepemde beyaz bir örtü seriliydi. Gözlerim etrafımda gezindi. Kanepelerin arasına minderler dizilmiş, üzeri de beyaz bir çarşaf ile örtülüydü.
Bu sefer küçüklüğümü izlemiyordum. Kendi küçük halimdeydim. Dışarıdan gelen seslere kulak kesildim. Bir erkek sesiydi. Çarşafın ucunu minik ellerim ile kavradım.
Ama başımı çıkarsam da küçük bir el önüme geçti.
“Dur daha bitmedi çıkma." Başımı salladım. “Bekle sen beni burada hemen geleceğim.” diyerek arkasını dönen oğlan çocuğuna baktım.
“Dur dur gitme.” diye oğlan çocuğuna seslendim. Belki dönerdi bana. Daha yakından görürsem belki tanırdım.
“Bekle hemen geleceğim.” Koşarak yanımdan ayrıldı.
Bekledim bana gelmesini. Bekledim belli ki burayı o oğlan çocuğu yapmıştı. Seninle tanışmak istiyorum oğlan çocuğu.
Bekledim bana gelmeni.
Rüyamda sözümü tutmak için çok çabaladım. Beni geldiğinde göremeyeceğini düşünerek üzülmesini istemediğimden sıcak minderden başımı kaldırdım. Çok uykum vardı umarım bir an önce gelirdi.
İsmini bilmediğim oğlan çocuğu sen kimdin? Neden her rüyamın içinde sana ait bir anı vardı? Neden adını bilmiyordum?
Gözlerim kendiliğinde kayarken uykuya karşı koyamadım. Mindere başım tekrardan düştü. Sıcak bir yuvanın içinde kendimi hiç olmadığım kadar güvende ve huzurlu hissediyordum. Aradığım evimin sıcaklığı yuvanın izleri buradaydı. Küçük huzurla atan bir yuva. Zihnim uykunun kollarına düşerek kayboldu.
“Geldim. Bal.” dediğinde çoktan rüyadan atılmıştım.
…
Gözlerimi açtığımda sabahın ışıkları gözlerimi kamaştırdı. Elimi alnıma atıp ovuşturdum.
“Düşünme Alisya, düşünme.” diye mırıldanıp yorganı üzerimden attım. Ayağa kalkacakken telefonumun sesi ile geriye dönüp telefonumu elime aldım. Kimdi ki bu sabah sabah. Gözlerimi kırpıştırıp kendime gelerek ekrana baktım.
Arayan Al Beydi. Acaba bir şey mi olmuştu. Hızla çağrıyı cevapladım.
“Alo Ali Bey?”
“Alisya. Hazır mısın?” dedi. Direk konuya girmesi ile afalladım.
Bir dakika neye hazırdım ki. Gözlerim duvar saatine gitti. Yoksa geç mi kalmıştım. İyide sabah daha altıyı biraz geçiyordu. Oh geç kalmamıştım.
“Hayır, bir yere mi gidecektik ben unutmuşum. Ben ben hemen hazırlanıyorum.” diyerek kendimi izah ettim. Yoksa önceden bana söyledi de ben mi unutmuştum acaba.
“Dur sakin ol. Bugün adliyeye senide yanımda götüreceğim. Hazırlan dışarıda detayları konuşuruz.”
“Hemen geliyorum.” diyerek telefonu kapatıp hızla banyoya ilerledim. Banyodan çıkarak üzerime dolabımdan siyah bir takım elbisem geçirdim. Belinden sallantılı bir kemer ile tutturdum. Altına desenli siyah çorabımı giydiğimde heyecanla aynanın önüne gittim. Evet bence güzel olmuştu. Ceket uzun olduğundan sıkıntı olmazdı. Saçlarımı tarayıp kendi halinde bıraktım. Siyah kabanımı yanıma alarak odadan yavaşça ayrıldım.
Adliye demişti yoksa bir davaya mı katılacaktık. Kahvaltı etmeye vaktim yoktu artık şirkette hallederdim. Evden çıkıp Ali Bey’in beni beklediği yere doğru adımladım. Beni bekliyordu. Altıma giydiğim stiletto ile adımlarıma dikkat ederek aracın kapısını açarak içeri girdim.
“Günaydın Ali Bey.” diye tebessüm ettim. Sabah sabah nur saçıyordum resmen.
“Erken geldin.” dedi.
“İsterseniz gideyim.” diyerek güldüm. Adama ne yapsak yaranamıyorduk iyi mi?
“Yok geldin artık, kemerini bağla Bal yanak.” dediğinde hızla kemerimi bağlayıp arkama yaslandım.
“Neden adliyeye gidiyoruz.” Merakla konuşmasını bekledim.
“Zeyna davası için. Sana söylemedim bugün mahkemeye çıkacak suçlular. Senin de bunu izlemeni istiyorum.” dediğinde gözlerim üzerinde gezindi. Patronumla resmen takım gibi siyahlara bürünmüştük.
Başımı sallayıp sessizlik içinde giden yolları izledim. Yolun yarısında bir yerde durup aldığı simit ve çay ile kahvaltımızı yapıp yola devam ettik. İlk dava bizimdi o yüzden bu kadar erkenden yola çıkmıştık.
Adliye sarayının otoparkına aracı park edip dışarı çıktık. Ali Bey cübbesini de alıp yanıma gelince içeri girmek için hazırdık. Çok heyecanlandım. İlk defa doğru bir karar verdiğimi bir kere daha anladım.
İleride bizi bekleyen Zeyna’nın annesi Gaye Hanım ve Yusuf’u görünce gözlerimi duygu yüküyle kırpıştırıp gülümsedim.
“Hadi.” Ali Bey’in komutu ile ilerledik.
Ali Bey yanımda ciddi halinden bir şey kaybetmeksizin dimdik duruyordu. Patronuma imrenmeden edemedim. “Merhaba Gaye Hanım. Nasılsınız?” Patronum ciddi tavrı burada kırılıyordu işte. Kendine çektiği duvarı, ciddiyetle perçinlese de mimikleri arada kendini bırakıyordu.
Aslında fark etmese de bunu yakalamıştım. Kendini saklıyordu.
“Merhaba Ali Bey, ben ne diyeceğimi bilmiyorum ama size çok teşekkür ederim.” Gaye hanımın gözleri ne kadar yorgun baksa da yaşanmışlıkların yükü ile bir nebze huzurluydu.
“Ali Bey size soracaklarım var ama...” diyerek oğluna baktı. Saçlarını anne şefkati ile okşadı.
Yusuf ise annesinin bacağına sıkı sıkı sarılmış meraklı gözlerle etrafa bakıyordu. Üzerimdeki kıyafete dikkat ederek yavaşça eğildim.
“Yusuf, merhaba. Beni hatırladın mı? Geçen gün size gelmiştik.” Başını tatlı tatlı sallayınca yüzümdeki tebessümümde çiçekler açtı.
“Evet Alis abla.” diyerek konuştuğunda yanağını sıkmamak için kendimi zor tuttum. Tombul yanakları vardı.
“O zaman, hadi gel seninle beraber birer çikolata alalım mı? Hem buranın çikolataları çok güzel oluyormuş?”
“Öyle mi?” kaşları mutlulukla havaya kalkınca ilgisini çektiğim için mutlu oldum.
“Evet gel bakalım.” Elimi uzatıp tutmasını bekledim. Gözlerim Ali Bey ve Gaye Hanıma kaydı. En azından şimdi rahat bir şekilde konuşabilirlerdi. İzin alıp Yusuf’un elini tutarak yürümeye başladım.
Bulunduğumuz yerden ilerleyip yürürken kantini bulup bir alt kata indik.
Seç bakalım, hangisini istersin.
“Su olsun.”
Elimle uzandım. “Bu mu?”
“Evet.”
Ücretini ödeyip istediği çikolatayı açıp eline uzattım. “Al bakalım ufaklık.”
Elini tekrar tutup boş bir yere oturttum.
“Alis abla, biz neden bulaya geldik.” Daha yaşı küçük olduğundan ş harflerini tam çıkartmıyordu. Ama ben onu anlasam da zor bir soru sormuştu. Neden buraya geldik. Başka bir konuda anlatmaya karar verdim.
“Yusuf ablanı seviyor musun?”
“Evet göremesem de seviyorum. O benim ablam. Ama annem ben ablam dedikçe ağlıyo.”
“Annen her ağladığında ona sımsıkı sarıl ona çok iyi gelir.”
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
“Biliyor musun? Bazen sevdiklerimizi göremesekte onlar kalbimizdedir.” diyerek kalbimi işaret ettim. Aslında her yükü kalbimiz taşırdı. Yaşananları, yaşanmışlıkları, unutulanları, anıları… Kalp ağırdı, ağrıtırdı…
Dalgın gözlerimi Yusuf’a çevirdim. Yediği çikolatanın kabını elinden alıp peçete ile yüzüne temizledim. Her tarafına çikolata bulaşmıştı. “Nasıl yani çimdi ablam kalbimde mi?” meraklı gözleri kalbine inip tekrar bana baktı.
Başımı salladım. “Evet ona onu sevdiğini söylemek istediğin zaman kalbine dokun ve ona çok sevdiğini söyle. Ablan seni duyacaktır.”
Küçük eli kalbinin köşesine gitti.
“Seni çok seviyorum abla. Ellerini kalbinden çekmeden yumuk gözerini açıp bana baktı. “Oldu mu? Alis abla, beni duymuç mudur?”
“Evet seni can kulağıyla duyduğuna eminim.”
Mutlulukla bana kollarını sarınca iki yandan bende sımsıkı sarıldım. Çocuklar masumdu ve hep masum kalmalıydılar. Kimse saçlarının bir tutamına bile zarar vermemeliydi. Kim olursa olsun zarar görmemeliydiler.
Kollarımın arasından çıkıp bana bakınca başımı eğdim. “Buraya neden geldiğimizi sormuştun, ablan için geldik.” Kantinden çıkıp ileri doğru geldiğimiz yere yürümeye başladık. “Şimdi annenle bir yere kadar gideceğiz ama sen bizi beklersen ablandan sana güzel haberler getiririm.”
“Alis abla kendi gelse olmaz mı? Ben ablamı çok özledim.”
Yusuf’un hizasına eğilip ona sıkıca sarıldım. Minik kolları omzuma sarıldığında bir şey diyemedim. Küçük çocuk diyorduk ama onlar bizden daha iyi hayatı görüp anlıyorlardı.
“Hadi gidelim Yusuf.” Gözlerim ağlayamamanın verdiği yoğunlukla sızlarken kendimi tuttum. Ali Bey dışarı da beklerken içeri girmememizi söyleyen görevli ile Yusuf’u bir görevliye teslim ettik. Biz çıkana kadar onunla ilgileneceklerdi. Davaya girmesi iyi olmayabilirdi. Ben bile kendimi tutarken çok zordu.
Ali Bey takım elbisesinin üzerine giydiği cübbesi ile daha ne kadar ciddiyete bürünecek derken gururlu bakışlar ile elindeki dosyaya odaklıydı. Cübbe üzerine dikilmiş gibi geniş omuzlarında süzülüyordu. Çok yakışmıştı gözlerimi ondan çekip yutkundum. Evet başlıyordu.
İçeri girdiğimizde seyirci koltuğuna geçerken Gaye Hanım ve Ali Bey de karşılıklı bölümde bulunan davacı alanında yer alıyorlardı. Gelen savcı ve hâkim ile ayağa kalktık. “Oturun.” Komutu ile yerime usulca yerleştim. Gözlerim Ali Bey’deydi. Tavrı bir insanı dar ağacına götürüp oradan çekip alacak gibi ciddiydi.
“Avukat Bey davanızı dile getirin.”
Ali Bey oturduğu yerden kalkıp dosyasını açtı. Oturduğum yerde dikleştim.
“Sayın hâkim, sayın savcım. Zeyna davası için buradayız. Olayları gören görgü tanığı tarafıma bir video sundu. Dosyamızda bu yer almaktadır. Sizlere bunu sunuyorum. Görgü tanıklarının da sunduğu görüşler ile suçluların...” diye konuşmaya başladığında gözlerimi kendisinden alamıyordum. Kemik yüzü ciddiyetinden ödün vermese de ara da çatılan kaşlarını düz tutmaya kendisini zorluyordu.
Ortalık bir ara karışsa da içeride bekleyen polisler ile ortam tekrar sakinleşti. Karşı tarafın Avukatı da ne kadar savunsa da her şey ortadaydı. Burcu hanım da payına düşen cezayı almıştı. Delilleri saklı tutması sebebiyle ceza alsa da gözlerim Gaye Hanıma kaydı. Gözleri ağlamaktan kurmuştu. Ne kadar da kötü insanlar vardı hele ki bir çocuğa. Bu asla affedilir bir şey değildi olamazdı da.
Ali Bey davayı çok güzel izah etmiş ve hiçbir açık kalmadan son sözünü söylemişti. Dosyayı güzel bir şekilde hazırlandığı belliydi. Hâkimin verdiği karar ile tutuklananlar ile dava sona ererken geriye sadece acı kalmıştı. Saf acı.
İçeride kimse kalmamıştı. “Gaye Hanım artık çıkmamız gerekiyor.”
Gaye hanım oturduğu yerden güçlükle kalktı. “Ali Bey, her şey için gerçekten kalbimden teşekkür ederim.”
“Bana teşekkür etmeyin. Bu benim görevim. Alisya’ya edin eğer kendisi davayı ortaya çıkarmasaydı bunlar olmazdı.” diyerek gözlerini bana dikti.
Kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Ne söylüyordu bu patronum acaba.
Hayır bu doğru değildi, kaçıyordu, benim yaptığım bir şey yoktu sadece yanına gitmek istemiştim. Sonuçta görgü tanıklarının konuşmasını kendisi sağlamıştı. “Sanırım insanları artık vicdan yüküyle dolup taşınca soluğu burada alıyorlar. Siz artık daha fazla üzülmeyin orada çürümeleri için her şeyi yapmaya devam edeceğim.” Su geçirmez katılıktaki sesi bunu yapacağına yemin eder gibiydi. Emindim yapardı.
Gaye hanım bu sefer bana döndü. Gözlerine uzun süre bakamadım. Yoksa bende ağlamaya başlayacaktım. “Kızım sana da teşekkür ederim.” Kollarını bana sarması ile bir an şaşırsam da hızla bende kollarımı sardım. Ardında Ali Bey’e baktım. Az önce dedikleri ile neden kendisini geriye attığını anlamlandırmayarak bakmaya devam ettim.
“Önemli değil. Kendinize çok dikkat edin.” diyerek kollarından ayrıldım. Kalbim ağrıyordu. Dışarı çıktığımızda Yusuf’u teslim alan Gaye Hanımın dudaklarında hüzünlü bir gülümseme vardı.
“Hoş çakalın.” Bakışlarım minik sabırsıza ilişti. “Hoşça kal Yusuf.”
“Sizde Alis abla hoççakalın.” diyerek el salladı.
“Unutma.” Kalbimi elime attığımda küçük eli de kalbinin köşesine ulaştı. Başını sallayarak annesinin elini tutarak dışarı doğru yürüdüler. Çenem sızı ile titrerken omuzlarım çöktü.
Arkalarından bakmayı bırakıp Ali Bey’ e döndüm. “Neden öyle dediniz?” resmen kendi yaptığı işi görmezden geliyordu. Ne kadar yüzünden gözükmese de uykusuzluğu gözlerinden belli oluyordu.
“Ne demişim.”
“Biliyorsunuz.” diyerek dışarı doğru yürümeye başladık.
“Fazla göz önünde olmayı sevmiyorum.” dedi yandan bir bakış atarken.
“Ama bu sizin başarınız.”
“Hayır Alisya ikimizin. Hadi çıkalım.”
…
Adliyeden ayrılıp şirketin yolunu tutarken durgundum. Ağlayamadığım için içimde bir şeyler birikmişti. Şirketten içeri girerken emin adımlar ile yürüyerek asansörün önünde durduk.
Gelen asansöre bindiğimizde köşe bir yere geçtim. Gözlerim kaçamak bakışlar ile yanımda dikilen patronumdaydı.
Ya olayları içine atıyordu ya da böyle bir yapısı vardı. Ama bence içine atıyordu. Ne kadar ciddi dursa da duvarlarını hep bir tuğla daha örüp kalınlaştırarak kendisini gizliyordu. Ama ben gördüm. Bugün o geçilmez duvarlarına nasıl bir set vurduğunu görmüştüm. Ama bir şey daha fark etmiştim. Duygularını gizliyordu. Ne kadar gizlese de o iki saniye insana bir ömür gibi gelse de içine atıyordu. Sadece bunun bilinmesini istemiyor gibi her daim ciddiydi. Gözlerine yandan bakarken bakışları ilerideydi.
“Ne o beğendiğin bir şey mi var?” ortama giriş yapan sesi ile hızla önüme döndüm.
“Ne?”
“Yüzüm diyorum beğendiğin bir şey mi var?” Ali Bey ne kadar bana baksa da gözlerimi ileriden çekemedim. Resmen yakalanmıştım.
“Yok yok ben bakmıyorum.” diyerek yalanladım. Yüzüne nasıl derdim sizi düşünüyordum diye.
“Bana mı öyle geldi, peki öyle olsun.” diyerek önüne dündü. Gözlerim asansörün kapısından çekip Ali Bey’e çevirdim.
“Yok, gerçekten ben bakmıyordum.”
“İnandım.”
“Ama şu an itham ediliyorum.” Topuğumu hafiften yere vurdum. Evet suyun üstüne yağ çıkıyordu değil mi? Bir de ben.
Yandan sırıtan yüzü ile bakıştım. Asansörün her yanı ayna olduğundan görmemesi imkansızdı. Yanaklarıma doluşan sıcaklık içinde dizlerim titredi. Patronum ise gülerek açılan kapı ile dışarı çıkarken utançtan gözlerine bakamadım. Adımı resmen dikizlerken yakalamıştı. Evet kum arayışım ile etrafa baksam da kafamı sokacak bir kum olmadığından kaçış yolumu bulup hızla konuştum. “Ben bir Ceyda’ya bakayım.”
“Bak. Sen Ceyda’ya.” Konuşması ile sözlerin resmen altını çizmişti. Yutkundum. Arkasını dönüp odasına girerken hala sırıtıyordu. Ellerimi yelleyip yanağımdaki ateş topunun gitmesini amaçlarken daha da sıcakladığımı fark ettim.
Kızarık yanaklarım bir alev topu halinde Ceyda’nın yanına doğru ilerledim. Çok utandım. Çok utandım.
“Selam Alisya.” Ceyda’nın sesiyle masasına geldiğimi anlayıp karşıdaki koltuğa kendimi bıraktım.
“Selam.” evet sesimde nur saçıyordu. Sesim içime kaçmış gibi çıksa da gözlerim patronumun gittiği yöne kaydı. Nasıl da kasıla kasıla gitmişti.
“Ne oldu yoksa…,” elini ağzına kapatıp şaşırdı. “yine mi patroncuğuna sarıldın?”
“Aaa Ceyda, yine mi ne demek ya?” evet yanaklarımdaki ısı sanırım hiç dinmeyecekti. “Ayrıca ben patronuma falan sarılmıyorum. Yok öyle bir şey.” diyerek hızlıca elimi koyacak yer aradım. Neden bu kadar gerildim ki yok sarılma falan düşünme. Ne sarılması ya.
“Hıhım evet.”
“Ya ama bugün neden üstüme geliniyor.” diyerek omuzlarımı düşürdüm. Bir patronum bir Ceyda.
“Bilmem, ben dün gördüğümü söylüyorum.” diyerek muzipçe sırıttı.
“Ne olmuş dün? Ne gördün ki.?” Dün bir şey yaptığımı hatırlamıyordum. Yoksa bilmediğim bir şey mi oldu.
Elini uzatıp beni gösterdi. “Sen ve Ali, yan yana dans desem.”
Ağzım iki karış açık kaldı. “Ya yok öyle bir şey, sadece patronum ısrar etti bende o yüzden kıramadım.”
“Hıhım. Valla dün çok güzel görünüyordunuz. Bir ara baktım. Müzik bitmiş siz hala el ele göz göze dans ediyordunuz.” diyerek daha da sırıtınca gözlerim kısıldı.
Sessizce masaya yaklaştım. “Yaa saçmalama birisi duyacak. Ayrıca patronum o benim. Aramızda yok öyle bir şey.” diye direttim. Kalbim kendin yanına ihanetini almış, yola çıkarken gözlerim Ceyda’daydı.
“Neyse tamam tamam kızarmaktan pancara döneceksin. Seni daha fazla zorlamayacağım. Yarın akşam Lukka’ya gidiyoruz. Gülce ile ayarladık. Beraber.” Arkasına yaslanıp önündeki dosyasını açtı.
“Beraber?” kız kıza mı gidecektik. Aslında iyi olabilirdi ama orda bana bu iki kaçık hiç rahat vermeyecek sinyallerini Ceyda’nın yüzünden okumamak mümkün değildi.
“İşte şirketten sen, ben, Oğuzhan, Bahadır eğer çağırırsan bir de Ali.” diyerek göz kırptım.
“Ben niye çağırıyormuşum ya. Siz ayarlamışsınız siz çağırın.” diye kollarımı birleştirdim. Zaten adam beni yanlış anladı. Tamam belki birazcık bakmış olabilirdik ama o anlam da eğildi. Şimdi birde çağırırsam offf.
“Alisya?”
“Olmaz ben çağıramam.” dedim panikle.
“Ama benim çok işim var, hem sen giderken ona da söylersin.” dedi.
“Ama…”
“Hadi bak oda sanırım seni arıyor bu tarafa doğru bakıyor.” diyerek sırıtıp telefonu kulağına götürdü.
Dişlerimin arasında mırıldandım. “Alacağın olsun.”
Öpücük atıp açılan telefona cevap verdiğinde yerimden kalktım. Evet Ali Bey bu tarafa doğru baktığı doğruydu. Off neden gerildiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sakin adımlar atmaya gayret edip Ali beyin yanına doğru yürümeye başladım.
Dimdik kapının yanında dikiliyordu. Bense parkeden sürüne sürüne yanına vardım.
“Ali Bey?”
Bir kaşı havaya kalktı. “Alisya?”
Ellerimi altta birleştirip gözlerimi indirdim. “Ali Bey şey...”
“Ne?” sesi neşeliydi. Kıvrandığımı görse de konuşmamı bekliyordu. bir anda konuştum.
“Yarın benimle Lukka’ya gelir misiniz?” Ağzımdan çıkan sözler kulağıma santim santim ulaştı. Neler diyordu bu dilim. Peki zihnimin bundan haberi var mıydı acaba?
“Ne!” şaşkınlık sesi ile yüzüne bakakaldım. Gerçekten nee, hay dilimin ayarına ben. Yutkunup gözlerimi iri iri açtım. Ne diyecektim şimdi ben? Gözlerime bakan yeşilleri yakıyordu. Yeşilleri bir ormana can verir gibi canlı baksa da yakıyordu.
“Yani gelir misiniz? derken beraber değil.” Battı balık yan gider, bu bendim. Konuştukça Ali Bey’in yüzü şekilden şekle giren bana, anlamsız bakışlar atıyordu.
Kollarını birleştirip kısılan gözleri ile bana baktı. “Nasıl?”
Ceyda’ya içimden iyi dilekler sunuyordum. Beni bu duruma o sokmuştu. “Yani beraber ama ayrı ayrı.”
“Alisya ne diyorsun?”
Gözlerimi sıkıp açtım. Kuma ihtiyacım var. Ciddiyim. “Ceydagil yarın bizi Lukka’ya çağırıyor, gelmek ister misiniz?” şükür iç organlarım yer değiştirmeden doğru cümleyi kurdum.
“Bizi?”
“Yani ayrı ayrı. Siz bir birey ben bir birey.” diyerek ikimizi gösterdim.
“Anladım Alisya.”
“Anladınız mı?” diyerek bir adım yaklaştım.
“Evet.” Dudağının kenarı usulca yukarı kıvrıldı.
“Peki cevabınız. Gelecek misiniz?” o kadar kendimi açıklamak için uğraşmıştım. Bence geleceği varsa da gelmeliydi.
“Bakarız.” dedi.
“Ne?” anlamadım bakarız mı dedi patronum. Yoksa dilimin kontrolünü kaybettiğim gibi kulaklarımda işlevini mi kaybetmişti.
“Bakarız.” dedi tekrar.
“Bakarız.”
Aramızdaki bir karış mesafeyi yok edip eğildi. “Gelmemi mi istiyorsun?” kimsenin duymasını istemiyor gibi fısıltı ile söylediği sözlerine, bir adım geriye çekilip panikle konuştum.
“Yok yani sizin kararınız tabi ki.”
“Değil mi?” bu panik halimle eğlendiği belli oluyordu.
“Bakın siz bakın.” İçimde tutamadığım sinirle mırıldandım. burada kendimi anlatacağım diye göbeğim çatlamıştı.
“Evet bakıyorum.” Gözleri keskinliğini korurken kısılan bakışlarını yüzümden çekti. Artık gitsem iyi olacaktı. Daha fazla rezil olmadan konuşmaya başladım.
“Tamam o zaman ben odama gidiyorum.” diyerek odama giderken “Alisya” diye seslenmesi ile tekrar döndüm. Cevabını mı söyleyecekti acaba. Eğer söyleyecekse tam zamanıydı.
“Unutmadan birkaç dosya var onları bana bulup getir olur mu?” Elime tutuşturduğu kâğıdı alıp, orda dikilirken tekrar odasına giren patronumun arkasından bakakaldım. Usulca eğilen başım ile kâğıda gözlerim ilişti.
Gözümün biri sinirle titredi. Bakarız öyle mi? bakarız yandan bir bakış ile Ceyda’ya baktım. Onunda bu tarafa bakan gözlerini yakalayınca hemen kafasını çevirdi. Biliyordu suçunu. Kısık gözlerim tuhaflıktan alev aldı.
Kâğıdı elimde sıkarken hızlı adımla ile oraya yürüdüm. Patronumun kapısına tekrar baktım. Sensin bakarız be. Bakarız bakamazsın sen ya. Asansörü çağırıp Ceyda’ya baktım.
“Ne ne oldu.? Ne dedi?” Meraklı sesi bizi duyduğunu anlatıyordu.
Omzumu silktim. “Bakarız dedi.”
“Gelmeyecek mi.?”
“Bilmiyorum. Ben aşağı arşive iniyorum.” diyerek gelen asansöre bindim. Daha fazla bu katta bulunursam patronumun artık odasının bir kapısı olmayacaktı. Cevap verebilirdi. Gelsin ya da gelmesin. Bence de gelmesindi ya. Kollarımı birleştirip çatık kaşlar ile asansörün düğmelerine bakarken sinirle konuştum.
“Sensin bakarız be. Neye bakıyor acaba. Bakarız, bakın o zaman.”
“Bana mı dediniz hanım efendi.” diyen ses ile olduğum yerde sıçradım. Asansörde yalnız değil miydim? Gözlerim asansörün içinde kendim dışında bulunan beyefendiye kaydı. Evet bugün utanmalara doymuyordum. Resmen sesimi dışa vurmuştum.
“Affedersiniz şey size demedim.” diyerek kendimi açıkladım. Beni birinin deli sanması isteyeceğim son şeydi. Bugün kota fazlası takılıyordum. Elimdeki kâğıdı ceketimin cebine koydum. Kaybolması istemezdim.
“Bende kusura bakmayın sizi korkuttum sanırım.” Karşımda takım elbiseli beyefendiye baktım. Sanırım burada çalışıyordu.
“Sorun değil.” diyerek gözlerimi yere indirdim.
“Ben Cihan Eryaman.” dediğinde uzattığı eline baktım. Başımı salladım. “Memnun oldum” dedim. El sıkışmasak ta olurdu.
“Siz?” dediğinde inen asansörün düğmesine baktım. Ne zaman inecekti bu asansör.
“Ben Alisya.”
“Bende memnun oldum Alisya. Tekrar kusura bakma burada mı çalışıyorsun.?” diye konuşması ile kendisine baktım.
“Evet Ali Bey’in yanında.” dediğimde sessizlik içinde sesim duyuldu.
“Arıkan mı?” patronumu tanıyor muydu? Gerçi burada çalışıyorsa tanımaması imkansızdı.
“Evet tanıyor musunuz?” dedim merakla.
“Kendisi ile çok iyi anlaşırız. Sık sık görüşürüz.” Dedi anlamını bilmediğim bir şekilde sırıtırken. Hiç görmemiştim bu adamı Ali Bey’in yanında. Belki önceden bir tanıdığıydı. Asansör sekizinci katta durdu. “Neyse benim bu katta inmem gerekiyor tekrar görüşmek üzere Alisya.” derken asansörden inen Cihan Bey’e bakmakla yetindim. Tekrar neden görüşecektik ki.
Gözlerim tekrar asansörün ışıklarına takıldı. Evet tanımadığım bir adama rezil olmadığım kalmıştı iyi mi? Arşiv katına gelen asansörden inerek arşiv odasına girdim. Cebimden çıkardığım kâğıdı düzeltip arşiv görevlisinin yanına doğru ilerledim. bu arşiv neden üst katlarda değildi ki. Bir oda da Ali Bey’in yan odasında olmalıydı. Güldüm. Belki bende böylece in çık yapmam.
“Merhaba.” diye boşluğa doğru seslendim.
“Merhaba kızım.” İçeriden çıkan görevliye tebessüm edip, elimdeki kâğıdı uzattım. “Bana şu seri numaralarının olduğu dosyaları verebilir misiniz?”
“Bekle kızım hemen getiriyorum.” Elimden aldığı kâğıt ile arkasını dönüp rafların arasına ilerledi. Ne kadar çok dosya vardı. İlk geldiğim zaman nasılda taşımıştım, resmen o gün canıma okumuştu sevgili patronum. Umarım kulakları çınlıyordu.
Aldığım dosyalar ile yine asansörün yolunu tuttum. Bugün duygularım Ankara şehrinin hava durumu gibiydi. Her duygudan duyguya geçmemde havanın sıcaktan soğuğa kar yağmasından akşamına açan güneş gibi evrildiği için sabit duramadım.
Karmançormanım.
Asansör bir katta daha durunca kenara çekildim. Gelenlere izin verdim. “Yine karşılaştık.” diyen ses ile başımı çevirdim.
“Evet.” diye mırıldanıp köşede kaldım. Asansöre binen Cihan Bey’di. Sanırım tekrar görüşürüz derken bu kadar çabuk olmasını o da beklemiyordu.
“Bende Ali’nin yanına gidiyorum.” dedi. Evet anlaşılmıştı neden karşılaştığımız. Kaşlarım merakla yukarı doğru kalktı.
“Öyle mi?” bir adım atınca köşeden yana kaydım. Üst üste koyduğum bir dosya o sırada hızla yere düştü.
“Hay aksi.?” Yere eğilip dağılan kağıtları hızlıca dosyaya iliştirirken Cihan Bey’in de eğildiğini görünce engel oldum.
“Sorun yok ben toplarım.” diyerek yardımını kabul etmek istemedim. Bu dosya Ulak Soylu dosyasıydı. Bir sorun olmasını istemedim. Gizli tutuluyordu ve kimse görmemeliydi.
“Dur yardım edeyim.” Uzanarak yerde kapalı bir fotoğrafa elini uzattı.
“Yok zahmet etmeyin.” diyerek dosyayı toplayıp yerden kalktım. Elinde tuttuğu bir fotoğrafı bana uzatınca onuda alıp güzelce dosyanın içine koydum.
“Teşekkürler.” diye mırıldanıp sırtımı aynaya verdim. Kata geldiğimizde yan yana odaya ilerliyorduk. Odadan çıkan Ali Bey ile karşı karşıya gelince utançtan yanaklarım kızardı.
Patronumun gözleri beni gördüğüne sevinirken yanımdaki Cihan Bey’e dönük bakışları ile kaşlarının çatılması bir oldu. “Cihan ne işin var lan senin burada.”
Patronumun sıfat-ül eşkaline bakılırsa yanımdaki beyefendi ile hiç iyi mazisi olmadığı açıktı. Resmen bir kaşık suda boğacakmış gibi kaşları çatıktı.
“Ali bir dakika,” yandan bana doğru baktı. “Alisya sonra görüşürüz tanıştığıma tekrar memnun oldum.” diyerek gülümsemesi ile Ali beyin aramızda gidip gelen bakışları ile karşılaştım. Bence görüşmeyelim Cihan Bey, Ali Bey’in bakışları hiç hayra alamet değildi çünkü.
Hiçbir şey söylemedim. Bana yalan söyledi. Bence tanışmak şöyle dursun patronumun hiç haz etmediği ortadaydı. Sorgulayan bakışları ile kaşları çatık bakmaya devam etti. Evet geliyordu gelmekte olan. Bu bakışlardan nasibimi almamak için bir adım geriye çekildim.
“İyi günler Cihan Bey.” diyerek odama geçecekken arkamdan Ali Bey seslendi. Neden ilk seferde şu odaya gidemiyordum ki.
“Odama geç Alisya. Ben birazdan geliyorum.” diyen patronumun sesi ile geri döndüm. Evet kızgın bakıyordu. Hem de çok fazla. Ama bana değildi doğrudan Cihan Beye bakıyordu.
İkisi arasındaki elektrikten etkilenmemek için yanlarından geçip odanın kapısını açtım. İçeri geçip dosyaları geniş masanın üzerine bıraktım. Üzerimden resmen tır geçmiş gibi kendimi koltuğa bıraktım.
Ali Bey sanırım konuşmak için-umarım konuşmak için gitmiştir- gittiğinden dosyayı açıp düzenledim. Siyah beyaz fotoğraf karesi gözüme ilişti. Fotoğrafa bakınırken odanın kapısı hızla açıldı. Kapı açılıp ardından kendiliğinden kapandığında karşımda bir adet sinirli Ali Bey bulunuyordu. Yine ne olmuştu. Adama günlük sinir yükleniyordu ya.
“Sen nerden tanıyorsun bunu?” diyerek yanımda dikilen patronuma baktım.
“Kimi?”
“Az önceki herifi.”
“Tanımıyorum asansörde karşılaştık.”
“Tanımıyorsun.” Elini beline atıp bir eli ile çenesini kaşıdı. Sinirden boynu kızarıktı.
“Evet Ali Bey tanımıyorum. Bir sorun mu var?” diye mırıldandım. Bir sorun vardı yoksa bu kadar sinirlenmezdi. Ya da sinirlenir miydi? Odayı bir sağa bir sola gezdikten sonra yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
“Bu Cihan Ulak Soylunun avukatı. Sana bir şeyler dedi mi herhangi bir şey iyi düşün.” Şaşkınlık ile gözlerim açıldı. Avukatı o bey miydi? Umarım bir şey görmemiştir umarım. Zihnimi yoklamaya başladım.
“Hayır Ali Bey ne oluyor bir sakin olun.”
Elini dizlerine atıp açtı. “Bak iyi düşün dava ile ilgili ağzından bir şey kaçırmış olabilir misin?” demesi ile omuzlarımı düşürmem bir oldu. Ne yani benden mi şüpheleniyordu. İyi de ben bir şey söylemedim ki. Kırgın bakışlarım irislerimin etrafın sardı.
“Ne demek istiyorsunuz? Ben neden gizli tutulan bir davayı bir başkasına söyleyeyim. Hele ki karşı tarafın avukatına.” diye sesimi titretmeden konuştum.
“Hayır beni yanlış anladın.” dese de sözleri buna çıkıyordu. Neden birisine hele ki böyle önemli bir davayı anlattığımı düşünürdü. Nasıl düşünürdü?
“Hayır doğru anladım. Merak etmeyin kimseye bir şey söylemedim söylememde.” diyerek oturduğum sandalyeden kalktım. Tamam bana güvenmeyebilirdi ama yapmayacağımı da bilmesi gerekirdi.
“Alisya…”
“Benim işim bittiyse ben çıkmak istiyorum Ali Bey.” dedim bakışlarımı kapıya çevirip.
“Bitmedi. Otur.” Kalktığım yere tekrar oturdum. Resmen patronum diye emir veriyordu. Ona bakmadım. Yüzümü cama doğru cevirdim. Resmen benden şüphe diyordu.
“Bak, beni yanlış anladın. Yanıma gelip abuk subuk konuştu. Bir şeylerden şüpheleniyor.” diyerek kendini anlatmaya çalıştı.
“Ben bir şey söylemedim. Gerçekten.” Kendimi neden bu kadar inandırmak istiyordum bilmiyorum ama bana inanmasını istiyorum.
“Biliyorum.” Evet şu an bakışlarındaki yumuşamayı hissediyordum. İlk geldiği gibi kızgın gözleri ile bakmıyordu.
Masadaki dosyalara gözü takılınca uzanıp eline aldı. Aklına bir şey gelmiş gibi tekrar gözlerimi buldu. “Sen dosyaları getirirken asansörde bir şey oldu mu?”
Az önce olanlar aklıma gelmesi ile konuştum. “Dosya, bir dosya düştü. Ama yani bir şey olmadı. Ben kendim topladım. Hatta bana yardım etmek istedi ama ben hepsini kendim topladım.” dedim.
Eli dosyanın üzerindeki fotoğrafa gitti. “Bu fotoğraf Ulakla bir kadının fotoğrafı, o şarlatan bunu gördü mü?” gözlerim fotoğrafta takıldı. Dikkatle inceledim.
“Evet dosyadan bu fotoğraf düştü ama bakmadı bile bana hemen uzattı.”
“O kadın Ulak Soylunun gizli sevgilisi. Aklımda birkaç yer var. Bugün onunla ilgileneceğim. Canı tehlikede olabilir.” demesi ile korku ile gerildim. Canı tehlike de derken. Kadın bir şey mi yapacaklardı.
“İyi de Ali Bey biz tek başımıza nasıl bulacağız.” Nerden baksan bir hafta vardı. Hadi kadını bulduk bizden tarafa konuşacağı da meçhuldü. Gözlerim sorgu ile patronumda gezinirken bir şeyler düşünüyordu.
Sessizliğe bürünmesi ile bakışlarım kendisinden bir an ayrılmadı. Ne düşünüyordu. Ne olacaktı hiçbir fikrim yoktu.
“Ali Bey?” diyerek sessizliği kırdım.
“Gelmeden önce polise haber verdim. Bir haber geldiğinde gidip gizli bir konuşma yapacağım. Eğer doğruyu söylerse bir şansımız olabilir. Ben şimdi çıkıyorum sende erken çıkabilirsin.” diyerek bir şey dememi beklemeden odadan çıktı.
Odadan çıkması ile dosyaları tekrar toplayıp arşive indirmek yerine odamdaki dolaba kilitleyip üzerime kabanımı geçirdim. Bugünlük bu kadardı sınırları zorlamasak iyiydi.
…
Eve yoğun uğraşlar sonunda gelebilmiştim. Yorgunluktan dermanım kalmadı. Mesleğimi aldığımda ilk işim araba almak olacaktı. Mutfaktan doldurduğum suyumu alıp tekrar odama çıktım. Evdekiler bugün yoktu. Ailem ise yine şehir dışına çıkmıştı. Yapacak bir şeyim olmadığından yatağıma uzanıp tavana baktı.
Akşamı sıkıntıdan patlayarak odamda geçirirken gözüm saate takıldı. Sekizi geçiyordu. Şirketten erken çıksam bile aklım Ali Bey de kaldı. Bugün bir şeyler yapacağını söylese de detay vermediğinden merak içinde tekrar çalmayan telefonuma baktım. Bildirim yok. Off neden insanları merakta koyuyordu ki. Ben meraklı bir insan olarak öğrenmek istiyordum. çal hadi çal. Elimdeki telefon titreşince heyecanla ekrana doğru baktım. “ Yok artık” Patronum diye sevinecekken farklı bir numara ile yüzüm düştü.
“Bu kim ya.” Kayıtlı bir numara aramıyordu. Ellerim kıpraştı. Aklıma hiç gelmeyecek bir ihtimal düşüncesi bile kendimi kötü hissetmemi sağlasa da açtım. Umarım o notları bırakan kişi değildir umarım.
“Alo?” tedirginlikle çıkan sesimi sakin tutmaya çalıştım. “Kimsiniz?”
“Alo Alisya.”
“Buyurun benim.” dedim yatağımdan kalkarak. Kimdi bu. Artık telefonuma mı dadanmıştı.
“Ben Timuçin, Fatih’in arkadaşı.” diyen ses ile rahatladım. Bu geçen tanıştığımız çocuktu. Neden bu saatte aradığı ise merakımı perçinliyordu birisine bir şey mi olmuştu acaba.
“Efendim. Timuçin?”
“Kusura bakma rahatsız ettim ama sana bir işim düştü. Numaranı Fatih aracılığı ile aldım. Yardımın lazım.” dediğinde oturduğum yerden iyice doğruldum. Benim ona nasıl bir yardımım olacaktı ki. İyice meraklandım doğrusu.
“Ne oldu yani yapabileceğim bir şeyse.” diye merakla mırıldandım. Akşamın bu saatinde aradığına göre önemli bir şey olsa gerekti.
“Yapabileceğin şey. Sen merak etme.” diyen neşeli sesi şüphe içinde düşünmeme yol açtı.
Neden merak etme derken kalbimin atışını boğazımda hisseder olmuştum ki.
…
Ali Asaf ARIKAN
Serçe tabelasına bakarken arabamın yanına ilerledim. Neden bir işimde kolay yoldan olmuyordu. Hızla telefonumu çıkartıp Timuçin’i aradım.
“Alo abi. Hazır mısın?” diyen sesi ile burun kemerimi sıkıp aracıma bindim.
“Yok birader ufak bir pürüz çıktı.” Aracı geriye alırken biraz daha ağaçlık alanda kaldım.
“Ne oldu, kadın orada değil mi? Ben baktım adres doğru, orada olması lazım.” arkadan gelen sesler ile sesimi yükselttim.
“Bir kadın ayarlaman lazım.!”
“Anlamadım abi ne dedin.? Dur dışarı çıkıyorum.” Sesler normale dönerek tekrar konuştu. “Söyle abi.”
“Bana bir kadın ayarlaman lazım.”
“Abi ben pezevenk miyim? Ne diyorsun ne kadını?” Timuçin’den çıkanlar ile çatık kaşlarım ağrırken dişlerimi sıktım. Büyük sınanıyordum. İl deliye ben akılla ya.
“Lan ben onu mu diyorum gerizekalı? Bir kadın ayarla güvenilir olsun kumarhaneye girilmiyor?”
“Ha sen onu diyorsun. Tamam abi o iş bende. Sen kapat ben bir şeyler ayarlayacağım.” Anlaması geç olsa da getireceğinden şüphem yoktu.
“Çabuk ol Timuçin bugün bu iş bitsin. Dokuzda adresini attığım mekânın önünde ol.”
“Tamam abi.”
…
Alisya AKMAN
Kendime inanamasam da dedikleri adrese gelince aracın içinde heyecanla gerildim. Bugün hiç yapmadığım, yapamayacağım bir ilke kendimde şahit olacaktım.
“Hadi burası, inelim.” Timuçin’in sözleri ile aracın kulpunu yavaşça aşağıya doğru çekip açtım. Siyah topuklu rugan ayakkabımı usulca aşağıya indirdim. Soğukluk çıplak bacaklarımı ısırırken kendimi sıktım. Bu bu gece yaptığım çılgınlık, kilitli tutmak istediğim bir anı olarak, zihnimin kilitli dolabında kalacaktı.
Timuçin’in beni araması ve evden gizlice çıkıp dediği yere gitmem zor olsa da yapmıştım. Evin içinde ajanlık oynamak heyecandan kalbime kan pompalarken gerilmemi arttırsa da sonuç olarak buradaydım. Resmen beni işin dışında tutmak için patronum çok güzel bir plan yapmıştı. Timuçin’den duyduklarım ile şaşkınlığım artarken sessizce dinlemiş yer yer tepkiler vermiştim. Mekanın tabelası karanlığın yuttuğu sokakta ışıl ışıl parlıyordu. Neden bir işimizde şöyle bir lokanta ne bileyim bir kafe de insanlar ile görüşerek olmuyordu ki. Bence normali böyle olmalıydı. Bizim aradığımız kadın ise buradaydı.
Serçe kuşu tabelaya hiçbir şekilde şirinlik katmamış korutucu bir güzellik katmıştı. Hoş böyle bir mekânda, şirinlik beklemekte benim gibi birinden beklenirdi. Kuşun gözleri içeri girenleri izliyorum izlenimi verilerek aşağı doğru konumlandırılmıştı. Güzin hanım demek burayı işletiyordu. Başımı kaldırıp tabelaya baktım. Serçe tabelasına tekrar baktım. Ne buraya gelirdim ne de arkadaşlarımı getirirdim! Dışardan bile karamsar olan bu yerin içini düşünmek bile istemiyordum. Zira bunu da bizzat deneyimleyecektim.
Gündüzleri legal çalışan bu yer geceleri illegal işlere çevriliyordu. Tabi ki bunları da yolda Timuçin anlatmıştı. İlk telefonda dediklerini dinlerken gidip gitmemek arasında kalsam da bugün cesur olmayı seçtiğimde kendime uydum.
İleride arkası dönük dikilen patronuma doğru yürürken adımlarımı cesurca atmaya çalıştım. Çok kızacağını hesaba katarak geldim. acaba beni gördüğünde ne tepki verecekti. Ne işin var mı diyecekti yoksa kovacak mıydı? Bence kovacaktı ama bende geri durmayacaktım. Buraya boşuna gelmedim. Bir işe yararsam iyi olurdu. Yürüdüğümüz sokağın köşesine gelirken seslerimizi duyan patronum elindeki telefon kulağında arkasını döndü. Eli havada kalırken sendeledi. İlk başta sanırım karanlıktan yüzümü seçemese de bir adım yanımıza yaklaşınca sokak lambasının cılız ışığı yüzüne yansıdı. Bakışlarındaki irisler küçüldü. Ve o an gözlerimiz karanlığın perçinlediği ıssız sokakta buluştu.
Yüzü yansıyan cılız ışıkta kahru perişan bakıyordu.
“Senin yapacağın işe sıçayım Timuçin!” Evet bir adet kızgın bir patronum ile baş başaydık. Gazamız mübarek olsundu.
…
Veee bölümmm sonu umut ışıklarımmmm. Bölümü nasıl buldunuz?
Merakla diğer bölümü yazmaya gidiyorum. En yakın bölüm dediğim gibi cumartesi ya da Pazar gelecektir. O bölüm cidden heyecanımız dorukta olacak. Spoiler vermeyim amaaaa Serçe onlara iyi mi gelecek kötümü gelecek okuyup öğrenelim.
İlk alıntı instagram hesabımda yarın akşam olacaktır.
O zamana kadar Allaha emanet olun.
Hoşçakalınnnnnnn.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |