
Selammm umut ışıklarımmm. Keyifleriniz yerindedir umarım. Bugünkü bölüm çoooook heyecanlı oldu. Kemerlerinizi bağlayın yer altına gidiyoruz. Umarım beğenirsinizzz. Bu bölümü güzel yorumları için değerli @senyori_taa, @yasemin0888 ve siz değerli okuyucularıma ithaf ediyorum. 😊 Uzun soluklu bir bölüm oldu. Keyifli okumalar dillerimmm.
Bölüm içi şarkılarr:
. butterflies - Isabel LaRosa Türkçe Çeviri ( Bu şarkı ileriki bölümlere ithafımdır. Çünkü çok güzel anlara sebep olacak 😉Şimdilik ilk yakınlıkları için dinleyin canlarımm.)
. İzel : Düşer O.
.Sezen Aksu: Bu Gece.
. Burak Bulut - Ama Yine Sen.
12. BÖLÜM: KIRIK KAVRUK TEN
Alisya AKMAN
Yüzü yansıyan cılız ışıkta kahru perişan bakıyordu.
“Senin yapacağın işe sıçayım Timuçin!” Evet bir adet kızgın bir patronum ile baş başaydık. Gazamız mübarek olsundu. Gözleri, duman karası bakışlarına ev sahipliği yaparken benden bir an olsun çekmiyordu.
Ben gelmesem nasıl gireceklerdi ki. Kızgın harelerine daha fazla bakmayı göze alamayıp başımı çevirdim. Böyle daha iyiydi.
Bende çekili bakışlar şimdide Timuçin’i buldu. Sıra ona gelmişti.
“Ben kız ayarla dedim Timuçin. Alisya’nın burada ne işi var.!!” Çatık kaşları bir an olsun inmez halde, yanımda dikilen Timuçin’e bakarken, sessizlik içinde beklemeye başladım. Siniri birazdan bana da ulaşacağından sıramı beklesem daha iyi olacaktı.
“Abi ben bu saatte nereden güvenilir bir kız bulayım. En azından Alisya tanıdık.” diyerek göz kırpan Timuçin ile başımı sallayıp destek çıktım.
Yolda Ali Bey’in kızacağını hesaba katarak buraya gelmiştim. Tamam bende biraz, birazdan biraz daha fazla korkuyordum ama başka bir yolu yoktu. Kadın buradaydı ve bir görüşme yaparsak bir ihtimal belki yanımızda olup yardımcı olabilirdi. o zaman bir ihtimal davayı kazanabilirdik.
Ali Bey sakallarını sıvazlayıp konuştu. “Tanıdık öyle mi?” eli ile beni gösterip anlamaya çalışır gibi tekrar sordu. “Alisya tanıdık. Nerden tanıyorsun lan sen bu kızı?” diyen patronuma kısık bakışlarımla baktım. Ben yokmuşum gibi konuşmasına daha fazla müsade etmedim.
“Biz Fatih ile Gülce aracılığı ile tanışmıştık.” dediğimde başı usulca bana doğru kaydı. Çıkık çenesi dişlerini sıkması ile daha da ciddiyete büründü. Ama öyle bakmasanız olur muydu? Minik kalbim maratona çıkarcasına atmasına sebep oluyordu.
“Sana sormadım. Senle de görüşeceğiz.” Sustum. Tamam görüşelim de il sınırlarında olursa daha iyi olurdu. Resmen beni yakalamak için an kollar bir hali vardı. “Güzel valla çok iyi, süper plan.” Ellerini sinirle çarptı. “Ee başka gelen yok mu?”
“Ben yardımcı olabilirim.” diyerek tekrar konuşmaya çalıştım. Ayak üstü bizi azarlamasına daha fazla müsaade etmedim. Resmen karşılıklı atışmalar ile azar yiyorduk.
“Sorması ayıp neye Alisya, neye yardımcı olacaksın. LAN oğlum şaka mı bu. Tehlikeli lafının neresini anlamadın.” diye tekrar Timuçin’e döndü.
“Birader bir dur anlatacağım.”
“Sus Timuçin sus.” Ee ama konuşmamıza da müsaade etmiyordu ki. Esip gürlüyordu.
“Evet Timuçin yolda bana her şeyi anlattı. Eğer Ulak Soylu hapiste kalmaya devam edecekse ben varım.” dedim emin bir sesle. Bir ihtimal vardı oda buraya girip o kadınla konuşup şansımızı denemek.
Ali Bey ise elinin birini beline atıp diğeri ile alnını kaşıdı. “Allah’ım çıldıracağım.” Başını karanlık gökyüzüne çevirince âdem elması tekrardan gün yüzüne çıktı. “Allah'ım sen bana sabır ver. Ben varım diyor ya.” Gözlerini tekrar bana indirip konuşmaya başladı. “Kızım tehlikeli tehlikeli!!”
“Anladım Ali Bey. Tehlikeli. Anladım bağırmayın bana.” diyerek kollarımı birleştirdim. Adama yardıma gelmiştik kovulmaya doymuyorduk resmen. Bende memnun değildim akşamın bir vakti burada olmaktan ama işte başka bir yolu yoktu ve bunu anlamamakta ısrar eden bir adet patronumla karşı karşıyaydım.
“Bence sen beni anlamadın. Gelsene sen şöyle bir.” kolumdan tutup çekiştirmesi ile gittiği yere doğru adımladım. Kolumu tutuşu sert değildi. Aksine sahiplenircesine tutsa da adımlarımı dikkatli atmaya gayret ettim. Ayağıma giydiğim topuklu ayakkabım yüksekliği ile can yakıyordu.
“Hemen buradan bir taksi çağırıyorum. Biniyorsun evine gidiyorsun. Anlaşılmayan bir şey.” diyerek başını eğdi.
“Anlaşılmadı.” dedim inatla.
“Anlamadım.”
“Hayır gitmiyorum hiçbir yere.”
“Alisya beni çıldırtma patronun olarak sana emrediyorum. Gidiyorsun. İleride bizi bekleyen Timuçin’e bakıp ıslık çaldı. “Timuçin bir taksi çağır.”
Ardından bende karşıt bir cevap ile seslendim. Buraya o kadar riski göz alarak gelmiştim. Geri dönemezdim.
“Hayır çağırma Timuçin.” Önüme dönüp kolumu çektim. “Şu an patronum değilsiniz. diyerek omuz silktim. “Ali Bey bir düşünün buraya kadın olmadan girmeniz imkansız. Bu kuralı sonuçta ben koymadım. Bende size yardımcı olabilirim diyorum işte.” dedim umutla.
“Başka bir yol bulurum, sen olmaz.”
“BAŞKA YOL YOK. YOK BAŞKA YOL!” diyerek sesimi ilk defa yükseltince gözlerini açıp bana baktı. Evet bende böyle bir sesin kendimden çıkmasını beklemiyordum. Ama beni anlamakta ısrar ediyordu. “Ali Bey, bakın, kadın içerideyse bir şansımız olacağını siz söylemişsiniz. Davaya az bir vakit kaldı. İyi düşünün bakın bu son şansımız olabilir.”
“Olmaz seni tehlikeye atamam. Timuçin nerde kaldı lan şu lanet taksi.”
“Tamam abi geliyor.” diye seslenen Timuçin ile son çare tekrar konuştum. İş ciddiydi evet ama yardım etmek istiyordum.
“Ali Bey durun beni dinleyin bir ya. Atmayacaksınız beni tehlikeye. Zaten… hem bir dakika olsun yanınızdan ayrılmayacağım.” Böyle bir yerde zaten yanlarından ayrılmak akıl karı değildi. Kurda kuşa bu ıssız yerde yem olmak istemiyordum. “Size güvendiğimi söylemiştim lütfen bir düşünün. Sadece konuşacağız.”
Uzun bir sessizlik oluştu. Etrafta cırcır böceklerinin sesleri artarken Ali Bey sessizliğini sürdürdü. Antlaşmalar bile bu kadar ciddi düşünülemezdi. İnatçıydı ya resmen inatçıydı.
“Bak yemin ediyorum Alisya.” Bir iki adımla dibime girince irislerimi yeşillerine diktim. “Bir dakika. Bir dakikayı bırak, bir salise bile gözümün önünden ayrılırsan sonu çok fena olur.” Yutkundum. Evet her bir kelimesini zihnimin içine kaydederek baktım.
Dudağımın kenarı usulca yukarı doğru kaykıldı. Alisya Akman gururla sunardı. Gülen gözlerim, başardığım için mutluydu. Daha fazla gülmemi bastırmak için dudağımı ısırarak baktım. “Anlaştık.”
Bakışları usulca gülen dudağıma kaysa da çok durmadan geriye doğru bir adım attı. Ani bir heyecanla elimi kendisine çarpmak için havaya kalktığında anlamsız bakışlarla elime baktı. Bu gereksiz hareketim ile elimi usulca aşağıya indirdim. Sadece çak yapacaktım. Neyse buda bir şeydi. Avukatlar tuttuğunu koparmalıydı değil mi?
“Eee son durum ne.” diye bağıran Timuçin ile gülerek arkamı dönüp yanına adımladım. “Geliyorumm.” dedim gülerek.
“Çattık ya. Bunlar ne derdinde ben ne derdindeyim. Düştüğümüz duruma bak.” diye konuşan patronuma gülmemi tutarak baktım. Timuçin ise ben biliyordum bakışı atıyordu.
“Hadi birader daha içeri gireceğiz.”
“Patlama geldim.” diyen bir adet sinirli patronum ile dik durmaya çalıştım. Siniri hala diriydi. Olsundu sonuçta kabul etmişti bu da bir şeydi.
Aklıma takılan ile Timuçin’e dönüp kısık sesle konuştum. “Taksiyi iptal et istersen.” dedim mutlulukla.
“Aramadım ki.” dediğinde sırıtarak bakıyordu. Kaşım şaşkınlıkla havaya kalktı.
“Nasıl yani.?” Göz kırpıp gelen patronuma doğru baktı. Sanırım patronumun kabul edeceğini o da düşünüyordu. Ali Bey’in yanımıza gelmesi ile bileğimde naif bir tutuş olunca yutkunup elimi tutan kişiye baktım.
“Rolümüzü merak ediyor musun Alisya? Timuçin sana bunu da anlattı mı?” diye sordu. Aslında bundan haberim yoktu. “Ya da son çare bu fikrini değiştirir mi?”
Merakla kendisine baksam da gerginlikle yutkundum. Neydi ki rolüm bu kadar gitmemi gerektiriyordu. Geri dönemezdim zor zekât kabul etmişti olmazdı.
“Hayır değiştirmez.” dedim kendimden emin bir şekilde. “Rolüm nedir Ali Bey?” meydan okuyan elalarım bugün çok cesurdu.
“Karım olacaksın.” dedi kararlılıkla.
Af buyur ne? Gözlerim duyduklarımla kırpıştı. Ne dedi? Karım mı?
“Ne-ne karım mı?” diye kekeledim. Evet kekeledim. Kalbim var git yoluna ben neler duyuyordum. Yanımda gülen bir adet Timuçin ile kaşlarım çatık ona baktım. Ne diye gülüyordu. Komik bir durum yoktu. Rol icabı bir çift olacaktık işte.
Timuçin bakışlarımı görünce gülmeyi bırakıp konuşmaya başladı. “Varya tam ideal çift. Aklımdakine tam uyuyordu.” dedi ve eli ile bizi gösterdi. “Mafya vari avukat ve eşi, yılın çifti seçildi. Şimdi sinemalarda.” İki elini açıp manşet haberi gibi bizi gösterdi.
“KES SESİNİ TİMUÇİN!” bileğimi bırakmazken konuşmaya başlayan patronuma hak verdim. “Yani rolün karım olmak. Seçim senin.”
Yutkundum. Bana böyle söylenmediydi ama. Bir şey söyleyemeden baktım. Bu yola bir defa çıkmıştım. Geri dönüşü yoktu. Bir şekilde rolüme uygun davranmaya çalışacaktım. O nasıl olacaksa.
“Tamam” diye kısık bir şekilde mırıldandım. Yapacak bir şey yoktu bir gecelik karısı olacaktık. Rol icabı, evet rol icabı. Şu an sakinlik vücuduma gelse iyi olurdu.
Bileğimi alsam daha sakin olacaktım. Gözlerimi indirip bileğime bakınca Ali Bey de neye baktığımı anlamak için başını indirince, bileğimi tuttuğunu gördü. Sanki şimdi tutmuş gibi baktığım yere bakıp bileğimi aniden bıraktı.
Gıcık tutmuş gibi genzini temizleyip konuşmaya başladı. “İsmin Bade olacak. Benimki de Gökhan. İsimlerin bir önemi yok. Evli bir çifti oynayacağız. Daha yeni evliyiz. Çok fazla soru soracaklarını zannetmiyorum. Sen uslu bir şekilde yanımda oturacaksın, gerisini ben halledeceğim zaten. Sesini asla çıkarmayacaksın.” diyerek tekrar ciddiyete bürünen patronumu baktım.
Her şeyi anlasam da neden konuşmayacaktım. Bir şey olursa konuşmalıydım elbette.
“İçeride legal çalışmadıklarından kişileri liste ile içeri alıyorlar. İçeri gidilen gizli bir kapı var, oradan geçip alana gireceğiz. Bir kumar oynuyor gibi görüneceğim ama o sırada Timuçin bana kulaklıktan haber verecek.” Elini cebine sokup küçük bir şey çıkardı. Ne çıkardığını göremeden elini saçlarıma doğru kaldırdı. Ne yapıyordu.
Alnımda ki saç tutamımı kenara doğru iteledi. Parmak uçları alnıma değince soğukluğunu hissettim. Az öncesine kadar sıcak olan elleri, buz kesmişti. Saç tutamımı bir kenara alarak saçıma bir şey taktı.
“Senin kulaklığın ise bu tokan olacak. Sakın çıkarma. Bak bu legal bir iş değil. Burada olduğumuz asla bilinmeyecek. Anlaşılmayan bir şey.” dedi kararlılıkla.
Karşısında Timuçin ile başımızı salladık. Evet iş ciddiydi ve bende yardımcı olacaksam korkumu bir kenara bıraksam iyi olacaktı. Lütfen tek bir vücut, sağlam bir şekilde geri buradan çıkalım. Lütfen.
“Sadece bana uy. Fazla konuşma sadece dinle.” diye tekrar konuşan patronuma baktım.
“Tamam” diye kısık sesle mırıldandım. Konuşmama takmıştı. Evet şu an Ceyda’ya da hak veriyordum. Çok ısrarcıydı ayrıca konuşacaktım o bilmese de olurdu.
“Tamam mı?”
“Birader ortamı geriyorsun, kız anladı bence.” diyen Timuçin’e hay razı olsun kardeş dememek için kendimi zor tuttum.
“Tamam mı Alisya.” diye direten patronuma dik dik baktım.
“Tamam.”
“Güzel.” Bakışları benden çekilip Timuçin’e baktı. “Timuçin sana söylediklerimi ayarladın mı, her şey hazır mı?”
“Evet abi. Ayvaz bizi dışarıda bekleyecek. Her ihtimale karşı.”
“Güzel hadi girelim şuraya.” diyerek önümüze geçti.
Olduğumuz yerden çıkıp yürümeye başladık. Heyecandan yürümekte güçlük çeksem de bunu içimde tutarak ayak durdum. Üzerimdeki kaban daha da beni sıcak tutması gerekirken yakıyordu. Fazla doz gerginlikten, soğuk havayı bile vücudumda hissedemiyordum.
Dışarıda formaliteden bekleyen görevlilere pas vermeden içeri girerken Ali Bey’e yakın durdum. Söz dinliyordum bir kere yoksa korktuğumdan falan değildi.
İçerisi eğlence mekanlarını aratmayacak şekilde döşense de bizim işimiz buranın aşağısında olanlar ile ilgiliydi. Üzerimde ki kabanımı içeride bulunan bir görevliye verip beni bekleyen patronum ve Timuçin’in yanlarına doğru yürüdüm.
Ali Bey Timuçin ile konuşmayı yanlarına gelince kesip bana doğru usulca döndü. Bakışları baştan ayağa bana bakınca değişen yüz hatları ile duraksadım. Kötü mü olmuştu acaba.
“Bir dakika bir dakika” eli ile üzerimdeki kıyafetleri gösterdi. “Bu halin ne senin.” demesi ile giydiğim kıyafetlere ben de bakma ihtiyacı sezdim. Ne vardı ki halimde. Üstüme belimi hafif açık bırakan siyah askılı bir büstiyer ve altına takımı olan bir etek giymiştim. Karnımdaki yanık görünüp görünmediğine özellikle bakıp bu kıyafetleri giymiştim. Tamam birazdan fazla açık bir kıyafetti. Ama elimde bu kadarı vardı.
“Timuçin dedi” diyerek topu Timuçin’e attım. Sonuçta o söylemişti yalan değildi.
Kaşları çatık yüzümden aşağı bakamıyordu. “Ne dedi?”
“Diskoya gider gibi giyin deyince elimde bu kıyafetler vardı. Bende bunları giydim.” Ayrıca şu an sorun benim kıyafetim miydi? Ben neden takım giydiniz diye soruyor muydum? Hoş siyah boğazlı kazağının üzerine aynı renk olan ceketi ile çok güzel olsada bir şey demedim.
Timuçin hemen ellerini yukarı kaldırıp konuşmaya başladı. “Alisya ben öyle mi dedim.” diyerek sırıtıp konuştu. “Abi valla ben bu kadarını beklemiyordum.”
“Patronum ise yukarı doğru başını kaldırdığında çıkık adem elması dahada belirginleşti. “Allah’ım neden bugün, neden bu kadar sınanıyorum.!” Yukarı bakmaktan boynu tutulacaktı haberi yoktu.
Timuçin’e bakıp kısık sesle mırıldandım. “Kötü mü olmuş.” dediğimde cevap alamadan omuzlarıma bir ceket bırakılınca olduğum yerde sıçradım.
“Bunu üzerinden asla çıkartmıyorsun Alisya. Asla.”
“O kadar mı kötü?” bence okeydi. Beğenmese de olurdu ama böyle söylemese iyiydi. Omuzlarımdaki tarçın kokulu ceket ile mest olurken yüzüm asıktı.
“Alisya bak buradayım.” diyerek eli ile boğazını gösterdi. Ne giydiği kazaktan ne de ışıkların parlaklığından, sinirden kıpkırmızı olan boğazının gözükmesine engel oluyordu. Evet kızsa da anlamsızdı. Kıyafet ile seçiliyorsa içeri bence de girmeyelimdi. Ayrıca istediğimi giyerdim. Daha da kendimi gösteremezdim yani. Bu kıyafetler bile yeterince açıktı. “Tamam mı? Sakın. Bunu. Üzerinden. Çıkartma.” dedi tek tek kelimelerin üzerine basa basa.
“Tamam çıkartmam.” diye gözlerimi devirdim.
“Hadi girelim şu lanet yere, bu gece bir an önce bitsin çok uzadı.”
Gözlerim yanımda dikilen Timuçin’e takıldı. Timuçin ise boşver sen der gibi elini salladı. Demek o kadar kötü olmuştu. O zaman gitsin daha güzelini bulsun. Göz zevkini bozduğum için kusura bakmasındı. Ama yüzümde asıldığı aşikardı.
İçeride biraz dolandıktan sonra merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başladık. Ali Bey önde ben ortalarında ilerlerken karanlık merdivenlerin tırabzanına tutunarak adımladım. Şimdi spor ayakkabı iyi giderdi ama artık yapacak bir şey yoktu. Ne sızlanmam ne de somurtmam işe yarardı. Cesur ol korkma.
Aşağı indiğimiz de bizi ileri kapıda dikilen bir görevli karşıladı. “Buyurun?”
“Sen yeni misin?”
“Evet efendim isminiz?”
“Belli oluyor. Ben Gökhan Tozlu eşim Bade Tozlu.”
Elindeki deftere bakıp başını kaldırdı. “Affedersiniz efendim. Tanıyamadım buyurun içeri geçin.” Biz içeri adımlayacakken tekrar bizi durdurdu. Arkamızda bekleyen Timuçin’e bakınca Ali Bey tekrar konuştu. “Korumamda benimle.”
“Peki efendim, buyurun iyi eğlenceler.”
“Göreceğiz bakalım eğlenceyi.” dediğinde belimde hafif bir dokunuş hissettim. Sırtım belime dokunan parmaklar ile dik konuma geldi. Beni hızla yanına çekti. Elinin bütün parmakları şu an belimi sahipleniyordu.
“Korkma, ben yanındayım.” Korktuğumu da nerden çıkardı. Korkmak ne kelime başımıza bir iş gelecek diye ödüm kopuyordu.
Bir eli ince bileğimden aşağıya kayıp elimi tuttu. Bakışlarım usulca tuttuğu elime kayınca gördüm nedenini. Evet titriyordum. Ve yatıştıran sesi ile titremelerimi kontrol almaya çalıştım. Ne kadar kendimi tutsam da nasıl gördüyse titreyen ellerimi görmüştü. Rolünü şimdiden çok güzel oynamaya başlamıştı.
Kapılar yan tarafa doğru açılınca derin bir nefes alıp belimdeki elini unutmaya çalıştım. Ama bu konuda başarılı olmadığım aşikardı. Etraf resmen duman altıydı. İçeride birden fazla insan masaların etrafında oyun oynayarak eğlenen sesleri kulağıma ilişti. Çıkın bir hava alın bune kokuydu.
Ali Bey yani bugünlük Gökhan belimden beni ilerletince ayağım önüme bakmadığım için bir yere takıldı. Ya daha bir dakika olmamıştı.
“Özür dilerim, ayağım takıldı.” Dedim. daha ilk andan yanmıştım. Elini belimden çekip yere doğru eğildi. Ne yapıyordu bu kocam? Yok fazla oldu bu. Gökhan evet Gökhan.
“Gökhan ne yapıyorsun?” diyerek yalandan bir tebessüm ile etrafa baktım. Etrafta bir o kadar insan vardı. Gerçekten gülmediğimi anlasa da ses etmeyip eğildiği yerden baktı.
“Sakar, dur sakın eğilme. Sakın.” diyerek topuklu ayakkabımın bileğine doğru uzandı. Usulca bileğimin kenarında yere doğru sarkan bağcığı parmaklarının ucu ile kavradı. Bileğimdeki bağcığım açılmıştı. Açılan bağcığımı bir dizi yerde güzelce bağladı.
Ama bu nasıl roldü, gözlerim yerden kalkana kadar kendisinde kalırken, eğildiği yerden kalkıp, tekrar belimi tutarak ilerlemeye başladık.
…
Geldiğimizden beri bir masada oturmuş bekliyorduk. Rolünü oynadığımız çift yurtdışında yaşayan, buralara arada bir gelen, kendi halinde insanlar olsada tanınmasak daha iyiydi. Umarım bizi tanıyan birileri çıkmazdı.
“Endişelenme, kimse tanımaz. Sağlam çalışırım.” diye konuşan Timuçin’in sesi ile başımı ona doğru çevirdim. Ben ilk defa böyle bir yere geldiğim için tedirgin olsam da patronum yedi köyün ağası genişliğinde rahattı.
Bu masada beklememizin sebebi ise birinin oyununu bitirmesiydi. Güzin hanımı tanıyan kişilerin masasında oynamak isteyen patronum sebebiyle, yarım saattir sigara dumanının kol gezdiği bu yerde bekliyorduk.
Ciğerlerim bugün bana veda edecekti. Pasif içicilikten artık nefes alamıyordum. Eve gidip ciğerlerimi çıkarıp yıkasam da bugün aldığım nefesleri geri temizleyemezdim.
Millet kafayı yemiş gibi oyunlarını oynarken etrafa bakmaktan gözlerimi alamadım. Garsonlardan tut, insanlara kadar benim giydiklerim onların yanında hiçbir şey kalırdı. Gözlerimi eve gidince bol suyla yıkasam da geçmeyecek gibi olaylar dönüyordu. Neden polisten gizli tuttukları ise aşikardı. Kolay yoldan para kazanıyorlardı. Şikâyet etsek bile öyle bir konumlandırmışlardı ki akla durgunluk getirirdi. Güya elit bir mekân gibi hazırlanmıştı. Herkes de halinde memnundu.
Sanki etrafta çok duman yokmuş gibi yanımda oturan Timuçin de bir tane yaktı. Ona cins cins bakıp Ali Bey’e döndüm. Yanına gelen bir garsondan uzanıp viski alan patronum “Durum ne?” diye sordu.
“Efendim sizi çağırıyorlar buyurun?” diye söyleyen garson hızla yanımızdan ayrılınca yerimde toparlandım. Sanırım gidiyorduk.
“Hadi.” Tek hamlede gelen bardağı içip, masanın üzerine tok bir sesle bırakıp ilerlemeye başladı. Evet başlıyorduk. Oturduğum yerden kalkıp gösterdikleri yere doğru ilerlemeye başladım. Patronumun yönlendirmesi ile bir sandalyeye usulca çöktüm. Yanıma da pek sevgili patronum oturdu.
Timuçin ayakta dururken etrafta gezinen bakışlarında kuş uçmuyordu. Masamızda üç kişi daha vardı. Ve yanlarında bulunan kadınlardan bazıları sandalye tercih etmeyip ayakta yanlarındaki insanlarla ilgileniyorlardı. İlgili, fazla ilgiliydiler. Gözlerimi kadınlardan çekip patronuma dönünce onunda bana bakan gözlerini yakaladım.
Gözler konuşurdu ve şu an da gözlerini okuyabiliyordum. Korkma diyordu. Gözümü bir kere açıp kapatıp onayladım. Beni merak etmemeliydi bir an önce kadını bulmalıydık. Benimle ilgilendiği sürece burada kalmamızın süresi de eş zamanlı uzuyordu.
Masamıza gelen bir görevli kartları dağıtıp oyunu başlattı. İlk el anladığım kadarıyla iyi gitmişti. Karşımızda göbekli kirli sakallı birisi daha oturuyordu. ilk el sanırım kaybettiğinde ara da savurduğu küfürleri ile yüzüm buruştu. Yabancı olduğundan kelimeleri yutuyordu.
İkinci bir el daha oyuna başlandı. Ben patronuma bakarak ne yapılacağını düşünürken yanımızdan ayrılan Timuçin ile patronum beni kendine biraz daha çekti. O kadar insanın içinde buhar olup kaybolacakmışım gibi bunu bana bakmadan yaptı. Sanki günlük ağırlık çalışıyormuş gibi kolaylıkla sandalyem yana doğru çekilip ağzındaki sigarasını içti.
“Abi biraz daha oyalayın, kadının bir arkadaşını buldum. Onunla konuşup yerini öğreneyim. Siz takılın.” diyen ses ile etrafıma bakındım. neredeydi bu? Saçıma takılan toka sayesinde Timuçin’in sesini duysam da ses sanki zihnimde yankılanmıştı. Usulca yanıma baktım. Ali Bey ise gayet normaldi. Onunda duyduğu aşikardı ama benim kadar bir tepkisi yoktu.
Patronumun avukat olduğunu bilmesem buralarda çalıştığını düşünecektim. O kadar profesyonel kartlarla oynuyordu ki. Parmaklarını çok güzel hareket ettirip oynaması ile dudağı yukarı doğru kıvrıldı. O an bir el daha kazandığını anladım. Elinde kalem olsun ve şimdi gördüğüm kadarıyla da kartlar olsun oynamayı seviyordu. Kemikli uzun parmakları hareketliydi.
Gözlerimi kemikli pürüzsüz ellerinden çektim. Karşımızda geldiğimizden beri kötü kötü bakan, göbekli adam, kucağında oturan kadına aniden bir tokat atıp yere doğru düşürdü.
Göz bebeklerim büyüdü. Ne yapmıştı o adam. Ellerim masanın altında titremeye başlayınca ayağa kalkmak için hareketlenecektim ki aniden dizimde sert bir tutuş hissettim. Bir el beni kıskacı altına almıştı. Kadın yerden kalkmadı bir şey olmuştu bakmam gerekiyordu. Gözlerimle anlatmaya çalışsam da elini dizimden çekmedi.
Usulca patronuma doğru döndüm. Uyarıyordu, kalkmamam için elini dizimde sabit tutmaya devam etti. Bu durumda nasıl durabilirdim. Kadın tokatın etkisi ile yerden kalkamadı. Bunlar ne yapıyordu. Ne sanıyorlardı kendini.
“Pislik, sen yüzünden kaybetti ben.” diye bozuk Türkçesi ile konuşan adama kaşlarım çatık baktım. Yerde düşürdüğü kadına tükürükler saçarak konuştu. Patronum beni sakin tutmak için durdursa da gözlerini adamın üzerinden çekmedi. Biliyorum kalktığımız an canımıza okuyacaklarını ama kendimi zor zapt ediyordum. Yerde yatan kadından hafif bir inleme sesi ile yutkundum. Canı çok yanıyordu.
“Oyunumuza devam ediyor musun?” diye ketum sesi ile konuşan patronuma baktım.
“Şansım yok, bu piste şans vermedi.” diyerek konuşan göbekli adamın bir ayakkabısının ucu ile yerde kalkamayan kadına tekrar vurdu. Ama bu kadarı fazlaydı. “Dur!” dudakları usulca hareket etmesi ile patronumda kalan bakışlarım karşıdaki caniye döndü. Sanki o da bu anı bekler gibi bakışları aniden bana doğru dönünce korkmadan tiksinerek baktım.
Gözlerimle dövebilseydim şu anda yaşamıyordu. Sensin pislik diyerek şiddet yanlısı olmayan bana, kafasında şişe kırdıracak bir sinir vermişti. Oturduğum yerde kıpraşıp titreyen ellerimi birbirine kilitledim.
Neden bakıyordu. Zihniyeti pis olanın, bakışları da pisti. Yerdeki kadın dizlerinin üzerine kalktı. Ağzından akan kanı görüp başımı çevirdim.
“Sen güzelsin.” dedi karşımdaki adam. Dizimdeki tutuş sıkılaştı. Ellerinin parmak boğumları, kızarırken soğukluğu can yakıyordu. “Yoksa korktun mu? Yeni mi geliyorsun buraya güzel kadın.” dedi pişkin pişkin.
Gülünce ağzındaki altın dişi parlayan adama bakakaldım. Bana söylüyordu. Neyse ki yerdeki kadından ilgisini çekmişti. Yoksa tekrar vurabilirdi. Patronum konuşma dese de geri durmadım. Belki kadında o sırada gitmek için vakit kazanırdı.
“Yok korkmadım, sanırım kadınları şans olarak görüyorsunuz? Yoksa kendinize güveniniz mi yok?” diye soğuk rüzgarlar esen sesim konuşurken bir an olsun titremedi. Korkum geri plandaydı. Dizimi tutan el daha da sıkılaşınca gerginlikten küçük dilimi yutup sustum.
Parmakları her daim sıcaklığa, ev sahipliği yapsa da şimdi, geniş kemikli elleri soğuktu. Dizim ise tezatlığa uyarcasına yanıyordu. Gözleri meydan okur gibi gözlerime tutundu. Resmen ikazı ile sonra bunların hesabını bana soracaktı.
“Ah sesi de güzel kadın, neden şansın sana uğradı kesin.” Diye konuşmaya devam eden göbekli adama baktım. İsmini bilmiyordum öğrenmek şöyle dursun duymakta istemiyordum.
“Karım. Benim karım.” Ortaya bomba miseli düşen, kara sesi ile konuşan patronuma baktım. Keskin köşeli çenesi kaskatıydı.
“Ahh demek karın, bu güzel kadın.” diyerek sırıtıp bakmayı sürdürünce başımı çevirdim.
“Biraz daha güzel kadın derse ağzıyla burnunun yerini değiştireceğim.” Kısık sesle konuşan patronuma baktım. Gözlerim masadakilere gezinip patronuma döndüm. Sakın yapmayın diyen gözlerim ile aniden dizimin üzerindeki eline, elimi kapattım.
Eğer masadan kalkarsa ben bile tutamazdım. Timuçin gideli biraz olsada daha değildi. Biraz daha bu lanet ortama katlanmak zorundaydık.
“Evet karım. Oynuyorsak oyna. Benim vaktim kıymetli.”
“Ohh evet görüyor ben kıymeti.”
Elimi sıkılaştırdım. Kapatsana çeneni ya. Resmen adam üzerimize oynuyordu. Eğer masadan kalkıp adamı döverse burada çıkmamız imkânsız olurdu.
Patronum elinin tersini çevirip elimi bir kere sıkarak dizime bıraktı. Ellerini masanın üzerine çıkarıp birleştirdi.
“Son el.” dedi. Koyu yeşil hareleri.
“Kabül.”
Stresten midem ağzıma gelince patronumun ceketini dürttüm. Ani basınçtan midemi tutamadım. Usulca mırıldandım. “Ben lavaboya gitmeliyim.”
“Sakın.” Dişlerini sıkıp konuşsa da elim karnıma gitti.
“Lütfen iki dakika.”
“Bade.” diyerek gülen patronuma üzgün bir yüzle baktım. Masadakiler işkillenmesin diye sırıtsa da biliyordum ki gözleri öyle bakmıyordu.
“Ne oldu Gökhan?” diye konuşan başka bir adamın sesi ile daha da yüzüm buruştu. Göbekli adamın yanındaki başka birisiydi. Şu an onlara bakacak bir halde değildim. Sanırım gördüğüm kan mideme vurmuştu.
“Yok bir şey.” diyen patronumun kulağına doğru eğildim. “Midem çok bulanıyor. Sen oyna, beş dakikaya yanına geleceğim. Lavaboya gitmeliyim.” dedim kısık bir sesle.
“Dostum sesinizi duyuyorum. Sen yolla kızı ben birazdan önüne çıkarım.” diye kulaklıktan gelen ses ile rahatladım.
“Çabuk ol. Dakika tutuyorum. Eğer iki dakikayı geçerse burayı yakarım. Emin ol yaparım. Çabuk ol.” diye dişleri arasında mırıldandı.
“Tamam” diye başımı sallayıp masadan kalktım. Hem sigara kokusu hem de kandan midem çalkalandı. Hızlı adımlar ile ilerlerken geniş alanda yürüyüp kapıdan çıktım. Geldiğimizde kapıda olan görevli adam burada değildi. Midem tekrardan ağzıma gelince elimi ağzıma atıp kendimi zor tuttum.
Etrafıma baktım. İki yol vardı ya sağa gidecektim ya da sola. Adımlarım beni sağa doğru yönlendirince hızlıca bilmediğim yerde yürümeye başladım. Lütfen nerede şu lanet lavabo. Birkaç kapalı oda vardı. Biraz daha ilerledim. iki tane daha yol ayrımı gibi alana gelince sinirden ağlayacaktım. O sıra patronumun sesi kulağıma geldi. Güzin hanım hakkında konuşmaya başlamışlardı. Masadakilerden laf alıyordu.
Bu iyiydi en azından bilgi alırdı.
“Güzin Hanım burada mı?” diye kulağıma gelen ses ile durdum. “Dostum kadın kendi odasında değilmiş dur bir dakika yerini sana söyleyeceğim.” diyen Timuçin ile ileride gördüğüm lavaboya doğru yürüdüm. Daha fazla kendimi tutamayacaktım.
İçeri girdiğimde temiz oluşu ile hızla başımdaki tokayı ıslak olmayan mermere bırakıp bir kapıyı açarak eğildim. Midemde ne var ne yok çıkartırken kendimi bıraktım.
Bu durumdan nefret ediyordum. Sifonu çekip yerden kalkarak musluğu açıp ağzımı bir güzel çalkaladım. Bu durumdan nefret ediyorum nefret. Yüzüme çarptığım soğuk su ile kendime gelirken biraz daha iyi oldu. Kuru ellerim ile tokayı tekrar saçıma taktım.
“Nerde bu kız Timuçin!” diye bağıran patronumun sesi ile gözlerimi yumdum. İki dakikayı çoktan geçmişti. Çıksam iyi olacaktı.
“Abi bir dur sakin ol lavabo bu katta geliyorum.”
“Alisya cevap ver.!”
“Buradayım.”
“Neden cevap vermiyorsun? Delirdim burada.”
“Sakin olun lavabodayım. Şimdi çıkıyorum.” diyerek etrafta kimse var mı diye baktım.
“Geliyorum bekle. Alisya ne taraftasın yanına geliyorum tarif et bana.”
“Alandan çıkınca sağa döndüm. oradan da bir sol yaptım.” diyerek lavabonun kapısını açıp dışarı çıktım. Aslında dışarısı içeriye nazaran korkunç değildi. Sadece fazla sessizdi. Sessizliği yutan duvarlar ile kan kırmızısı rengine bürünmüştü. Etrafıma bakıp geldiğim yönü hatırladım. Evet sol önce sola doğru gidersem karşılaşırdık. Resmen içerisini labirent gibi döşemişlerdi. Topuk tıkırtılarım, yere döşeli kırmızı hali sebebiyle ses çıkartmıyordu.
Köşeyi dönerken gördüğüm yüz ile sırtımı hızla soğuk duvara çarpıp sendeledim.
“Allah kahretsin! Bunun ne işi var burada.” diye konuşup tekrar o yöne doğru baktım. Geliyordu bu tarafa doğru geliyordu. Hızla arkamı dönerek koşmaya başladım. Nasıl çıkacaktım buradan. Arkama tekrar bakıp gelip gelmediğini kontrol ederek kapıları yoklamaya başladım. “Hadi açıl. Hadi.” Birkaç tane daha kapıya elimi attım. Arkama tekrar baktım. Çabuk olmalıydım. Bir tane açık kapı yoktu. Elimi attığım kapı duvar olunca biraz daha ilerledim.
İleride açık olan bir kapı gözüme ilişince hiç düşünmeden içeri hızlıca girdim. Bu Leventti. Onun burada ne işi vardı ki. Beni görürse ben hepten bitmiştim. Nasıl içeri girdiğimi bilmediğim odada duraksadım. Umarım odada kimse yoktur.
“Alisya cevap ver ne oldu?” kulağıma patronumun sinirli ve telaşla çıkan sesi ile yutkunup karşımda duran tabloda kilitli kaldım.
“Alisya ne oldu? Yapacağım işe sıçayım. Timuçin neredesin?”
“Abi geliyorum. Sakin ol buradan başka tarafa çıkış yok.”
Gözlerim etraftaki tablolara takılı kalsa da konuşmayı akıl ettim. “Ali Bey sanırım ben Güzin Hanımın odasındayım.” diyerek elim kadının asılı olduğu tabloya gitti. Bu o kadındı. Şansın böylesiydi. Biz kadını gökte ararken kadın buradaydı.
Gözlerim kapalı kapıya doğru gitti. Hızla gidip kapıyı kilitledim. Dışarı çıkamazdım Levent’in gidip gitmediği meçhuldü. Demek geceleri burada takılıyordu. Ailem kendisini geziyor olarak bilse de burada olduğu bilinse onun içinde çok kötü olurdu.
Beni bulmasını geçtim burada görmesini, doğruyu söylesem bile beni haklamazdı. Bana da inanmazlardı.
“Alisya çabuk çık oradan, güvenli bir yerde bekle beni. Yanına geliyorum.” Bir adet sinirli patronumun sesi ile durdum.
Yan odanın kapısı açılınca içeriden çıkan kadın ile kulaklığa doğru konuştum. “Çıkamam.!” dedim.
“Ne demek çıkamam Alisya! Timuçin Ayvazı bağla. Alisya’nın konumuna baksın. Çabuk ol.” Patronum sinirden köpürürken karşımdaki yüzü gözü şiş kadına baktım. Çok kötü dayak yemişti. Yüzü morlukların yer yer bezeli olduğu yüzünde kendini belli ederken üzgün bir yüzle kendisine baktım. Ne oluyordu bu lanet yerde ya.
Usulca mırıldandım. “Merhaba Güzin Hanım.”
“Buyurun kimsiniz.” diye tedirginlikle bana bakan kadına sakince baktım.
“Ben-ben Alisya, sizinle konuşmak için geldim. eğer izniniz olursa.” Diye tebessüm ettim. Adım ifşa olsa da sorun değildi. Kendisi bilse yeterdi.
Kulağıma gelen seslere aldırış etmeden kadını dinledim. “Kapıdaki korumalar mı seni içeri soktu? Çık dışarı.”
“Hayır ben geldiğimde kimse yoktu. Lütfen izin verin konuşalım. Ben kimseye zarar vermem.” diye kendimi gösterdim.
“Otur lütfen. Kimsin neden geldin.?” diyerek karşı koltuğu gösterdi. Hemen karşısına oturup konuşmaya devam ettim.
“Ben Alisya. Güzin hanım, ben aslında konuya nereden gireceğimi bilmiyorum ama adalete inanır mısınız?” diye sordum.
“Ne saçmalıyorsun Alisya.” diyen patronumun sesi kulağıma ilişse de konuşamaya devam ettim. “Ben inanırım. Ya siz.?”
“Evet doğru işlediği sürece inanırım.”
Başımı salladım. “Bende inanırım yani adalete. Ama bazen adalet işleyeceği zaman yardımcı olmamız gerekir.” diyerek kendisini çekindirmemek için başımı eğdim. Yaraları çok fazlaydı. nasıl dayanmıştı çok acıyor olmalıydı.
“Ne gibi?”
“Ulak Soylu’yu tanıyor musunuz?” dediğimde gözleri küçüldü. Duyduğu işim ile gerginliği ile eli yanağına doğru gitti. Adam hapiste olmasına rağmen etrafına bakıp parmakları sıkılaşınca hızla konuştum.
“O beni göndermedi lütfen sakin olun. Ben ne polisim ne de Ulak Soylu’nun bir tanıdığıyım, oturun lütfen.”
“Polis olmadığını biliyorum Alisya. Kim gönderdi seni?” diye tedirginlikle sordu.
“Hayır beni kimse göndermedi. Sadece konuşmak istiyorum. Ulak Soylu’yu tanıyor musunuz?”
“Evet tanıyorum.”
Gözlerim kesik ellerinin üzerine kasa da hemen çektim. “O zaman haftaya davası olduğunu da biliyorsunuz?”
“Konuyu nereye getiriyorsun. Açık konuş.”
Ellerimi birleştirip oturduğum yerde öne doğru eğildim. “Bildikleriniz mahkemede anlatmanızı istiyorum. Canınız tehlikede olabilir. Eğer korkuyorsanız tanık koruma…” demeye kalmadan sözüm hızla kesildi.
“Bence gitsen iyi olacak Alisya.” dedi. Başını benden çekip pencereye doğru baktı.
Oturduğum yerden kalkıp “Bakın lütfen, bakın buraya sizin için geldik. Bazı insanlar sizi tehdit edebilir. Size zarar vermişler ama bunu beraber engel olabiliriz.” diye bir umut konuştum. Bir şeylerden korktuğu belliydi. Bu dört duvar arasında, hele ki kendi mekânı dedikleri yerde böyle ise dışarısı onun için daha da kötüydü. Yardım etmeliydim.
“Çık dışarı yalnız kalmak istiyorum.” diyerek oturduğu yerden kalkıp, pencere kenarına gitti.
“Lütfen Güzin Hanım bırakın size yardım edelim.”
Ellerini göğsünün altında birleştirip bana doğru döndü. “Sence oradan hiçbir şey yapamayan biri gibi mi görünüyorum. Bilmediğin şeyler var. Kimse görmeden çık dışarı.” Diyerek tekrar arkasının döndü.
Son çare tekrar konuştum. Onu burada bırakamazdım. “Güzin Hanım, lütfen, bizimle gelin.”
“Çık! Beni yalnız bırak. Hiçbir şeye ihtiyacım yok benim. Çık dışarı!” demesi ile bir adım geriye doğru çekildim. Yüzüm hayal kırıklığı ile dağlandı. Yapacak bir şey yoktu en azından çabalamıştım. Elim, cebime iliştirdiğim karta gitti. Timuçin beni almaya gelirken aracından almıştım.
“Eğer fikriniz değişirse bu patronumun kartı istediğiniz zaman arayabilirsiniz, şuraya bırakıyorum.” diyerek masanın üzerine bıraktığım kart ile arkamı dönüp kilitlediğim kapıyı açtım. Yapacak bir şeyim yoktu. Kapıdan çıkınca bana doğru gelen Ali Bey ile rahat bir nefes aldım.
Kızgındı başaramamıştım. Çok kızacaktı. Hızlı adımları yeri kamçılarcasına geliyordu. Beni görünce adımlarını büyükçe açıp kolları ile beni kendisine doğru çekti.
“İyi misin?” diye sordu soluk soluğa. Kalbine çarpan başım şiddetli sesi ile ne yapacağımı bilemedim.
Ellerim kollarının arasında sıkıştığından başımı kaldırıp konuştum. “Ali Be..aman Gökhan.”
“Bırak şimdi Gökhan’ı iyi misin? bir şey oldu mu?” geriye çekilip bir şeyim var mı diye baktı. Elleri yanaklarımı tutup gözlerime baktı. “İyi misin?” dedi. İnsanları hem tedirgin etmiştim hem de başaramamıştım.
“Evet siz.?” Diye sordum. Ellerini yanaklarımdan çekip, başımı hızla gövdesine doğru çekti. “Beni korkuttun. Bunu sonra soracağım sana. Yanımdan ayrılmanın cezasını sonra soracağım. Şimdi çıkalım şuradan.”
“Durun. Kadının odası ileride. Üzgünüm başarmadım, kadın konuşmak istemiyor, ne dediysem olmadı. Ama belki siz…” diyerek başımı çevirdim.
“Tamam sorun yok hadi çıkıyoruz buradan.”
“Ama bilgi.” diyerek direttim. Belki Ali Bey konuşursa ikna edebilirdi.
“Etrafta biraz kargaşa çıktı. Hemen çıkmalıyız buradan.”
“Ne kargaşası.” diye sordum.
“Bir şey yok, hemen buradan çıkalım hadi.” diyerek beni çekiştirdi.
Aklıma gelenle tekrar durdum. “Timuçin?” o da buradaydı. Kulaklıktan artık ses duyamıyordum.
Kaşlarını gözlerine indirip yandan bakış attı. “O it yolunu bulur. Bırak şimdi onu.” Bileğimi tutarak ilerlemeye başladık. Geldiğimiz yönden farklı bir alana dönünce ileriden gelen iki tane görevli ile tekrar geri döndük. Adımlarım sarsakça ilerlerken ardımızdaki gelenlere baktım. Birilerini arar gibi bir halleri vardı.
“Ne oldu?”
“Bizi arıyorlar.” dedi. Gözleri etrafta gezinirken kapıları yokladı.
“Neden?” arkama baktım. Şu an bizi fark edemezlerdi ama gelmeleri yakındı.
“Patronları yürüyemeyecekte ondan.” dediğinde ufaktan güldüğünde anlamadım.
“Nasıl yani?” Ben gittiğimde bir şey mi olmuştu.
“Çok soru soruyorsun. Yürü çıkalım şuradan.” diyerek başka bir yere doğru yöneldik. Labirentin içinde bir o yana bir bu yana çıkışı ararken arkamızdakiler geride kaldı. Diğer bir alana dönünce oradan da gelen bir adam ile patronumun duran adımları ile benimkilerde eş zamanlı ardında durdu.
“Ali Bey geliyorlar.” Gözlerimi çekemedim. Tedirginlik içinde yanına biraz daha yaklaştım. Ne yapacağımızı bilemedim. İki taraftan da bizi aradıklarını söyleyen kişiler ile ortada kalmıştık. Çıkış yoktu, kaçacağımız bir alan yoktu.
“Yapacak bir şey yok.” diye mırıldanıp bileğimi hızla bırakıp soğuk parmakları belime dokundu. Gözlerim yuvalarından çıkıp ne yaptığını anlamaya çalıştım. Soğuk parmakları gövdeme ev sahipliği yaptı. Sırtımı, hızla soğuk duvarda bulsam da önüme etten bir duvar ile Ali Bey geçti.
“Alisya.” Nefes nefese kalmış gibi mırıldandı.
“Ali Bey geliyorlar ne yapıyorsunuz?” diye şaşkınlıkla sordum.
“Korkma şimdi bir şey yapacağım.” dese de gözleri dudaklarıma inip gözlerime çıkıyordu. Yok artık düşündüğüm şeyi yapmayacaktı değil mi? Yok canım daha neler.
“Ne yapacaksınız.?” diye tedirginlik ile sordum. Tırnaklarım avuç içlerini dağladı. Başımı bu tarafa gelenlere baktım. İlerideki adam telefonunu bırakıp daha da yanımıza yaklaşırken yutkundum. Fark edilmiştik ama sanırım yüzümüzü seçemiyordu.
“Hiç hoşuna gitmeyecek, bu seferki hiç hoşuna gitmeyecek.”
“Ne yapacaksınız ki.” İrisleri hareket halindeydi. Bakışları gözlerimin etrafında tavaf edip, son durak göz bebeğimde konakladı.
Kemikli eli çenemin ucunu havaya doğru kaldırıp gözlerime baktı. “Sen sadece bana bak ve kıpırdama. Sana zarar vermeyeceğim. Sadece bana bak.” demesi ile donup kalırken sadece usulca başımı salladım. Teslim olmuş gibi duvar ile kendi arasında kalırken gerginliğim hat safhadaydı.
Sadece dediğini yaptım. iki taraftan kuşatılsak ta sadece baktım. Kendi yansımamı gözlerinde buldum. Tedirginliğin yanında huzurlu bir ifadem vardı. Demek böyle bakıyordum. Yeşilleri güvenli bir limandı. Bana zarar vermezdi. Sadece yeşillerinde gezindi elalarım. Bana zarar vermeyecekti. Sorun yoktu bana zarar vermeyecekti.
Bir eli belimi sabit tutarken diğer eli çenemdeydi. Parmaklarının soğukluğu ile bir kere daha yandım.
Çenemdeki eli yerini korurken baş parmağı ile dudağımın üstünü okşayıp, tüy hafifliği dokunuşu ile usulca başını eğdi. Ellerimi sıkarken yandaki duvarın çıkıntısına tutundum. Ayakta duramayacak kadar zihnim uçmuştu. Neler oluyordu, kafamda bir çakra açılmış gibi kalakalırken hiçbir şey yapamadım.
Eğildi ve aramıza paravan olarak koyduğu baş parmağının üzerine, etli dudaklarını bastırdı.
Beni öpüyordu.
Hayır hayır. Öpmüyordu, öpüyormuş gibi duruyordu. Gözlerim karşımda bana bakan yeşiller ile bir kat daha açılırken gözlerini yüzümden çekmedi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuştum. Ne yanımıza gelen adamların gitmesi nede başka bir şey sadece bakıyordum. Öylece gözlerine tutuldum. Aramıza koyduğu parmağı baskı ile dudaklarım titrese de ne yapacağımı bilemedim. Belimdeki eli daha da sıkılaşırken ayakta zor duruyordum.
Gözlerimi bir an olsun çekmedim, çekemiyordum. Elini paravan yaptığı aramızda çok yakın dururken hiçbir şey yapamadım. Aramızda parmağından başka bir mesafe yoktu. Bu aklıma bile gelmezdi. Baktım, bakmakla kalmadım hissettim. Gözlerim ise bir yeşil kuyunun uğruna atılan taşta takılı kaldı.
Benden yavaşça çekilmesi ile bir adım ayakta sendeledim. Aramızdaki parmağını da dudaklarımdan çekip geriye doğru çekildi. Ayakta dururken kalbim göğsümde hızını arttırama devam etti. Kalp çarpıntılarım artık benimle değildi. Benden ayrı bir yolda kendi kervanı ile ilerliyordu. Ali Bey’in bakışları dudaklarımda gezinirken yanan yanaklarım ile arkamızdan gelen sesler ile bakışlarım sekteye uğradı.
“Orda yakalayın şunları. Durun kaçmayın.!” Peşimizden bağırıp koşan insanlar ile patronuma bakakaldım. Ne yapacaktık şimdi. Zihnim az önceki anda kaldığından aklımı toparlayamıyordum.
“Allah kahretsin. Tut elimi.” Düşünmeden açtığı geniş ellerini minik ince ellerimi bıraktım. Elimi tutup koşmaya başladı. Sanırım işe yaramamıştı. Ayağımda yüksek topuklular ile koşmaya çalışırken aklım yerinde değildi. Ya gerçekten öpseydi. Ellerim buz kesmişti. Az öncesine kadar soğuk olan parmakları parmaklarımda yer aldığından beri sıcaklığa ev sahipliği yapıyordu. Peşimizde bizi, nedenini bilmediğim kişiler kovalarken biraz daha koştuk. Köşenin kenarına gelince aniden bir kişi daha karşımıza çıktı.
“Cahit tut şunları!” diye bağıran arkamızdaki iki adam ile kendime gelmeye çalıştım. Elim aniden bırakılması ile soğuk karın altında kalmış gibi elim buz kesti. Sağa doğru baktım. Koridorda bir diğer çıkış boştu.
Önümüze gelen adam hamle yapamadan Ali Bey aniden kafa attı.
“Hıı Ali Bey ne yaptınız?”
“Koş Alisya koş! Ben bunlarla ilgileneceğim. Timuçin bu tarafa doğru geliyor. KOŞ!” karşıdaki bir yumruk atmaya çalışırken hamlesinden kurtulup karşısındaki adamdan bakışlarını çekmeden bir kere daha vurdu.
“Olmaz sizi bırakamam.” derken yerde kalkmaya çalışan adama bir yumruk daha atıp bayılttı.
“Git Alisya.” Adım atmama vakit kalmadan arkamızdaki iki kişide gelmişti. Korku ile arkamdaki duvara yaslandım. Adam cebinden bir çakı çıkartınca aniden bağırdım.
“DİKKAT ET!!”
“Sana git dedim. Koş!” Gelen adamın birisine sertçe bir yumruk atınca çenesinden ses gelmesi ile yüzümü buruşturup bir adım daha geriye çekildim.
Elinde bıçağı olan adam bakışlarını bana çevirince arkamı döndüm. Patronum gelen adamla boğuşuyordu. Orada bırakmak istemesem de koşmaya başladım. Timuçin’i bulursam yardım ederdi. Arkamdan duyduğum adım sesleri ile ayağım sendeledi. Peşimden geliyordu. Bu iyiydi en azından bir kişi ile uğraşmış olurdu.
Ayağımdaki topuklu ayakkabı ile koşmaya çalışsam da ikedebir takılması ile arkama bakmak gibi bir hata ettim. Köşeyi hızla dönsem de topuğum dönünce olduğum yerde sendeledim.
“Ahhhh” aniden ayağım bükülünce yere dizlerimin üzerine doğru düştüm. Dizlerimden gelen sızı ile soyulduklarının habercisi olurken korku ile arkama baktım. Topuklularla koşmam bir hataydı. Ama şimdi onu düşünemezdim. Arkamdaki adamın ayak sesleri yaklaştığını gösteriyordu. Bir şey yapmalıydım. Ama ne. Burada kimse bize yardım etmezdi. Ayağa kalkmayı denedim. Arkamdaki adam yerde beni görünce koşmayı bırakıp yanıma doğru adımlamaya başladı.
“Kaçma, patron seni bulduğuma çok sevinecek.”
“Patronunda senin de canınız cehenneme. Uzak dur benden.” Düştüğüm yerden kalkamazken geriye doğru kaydım. Elindeki bıçaktan gözümü alamıyordum. Pis pis sırıtan yüzünü astı.
“Bakalım o da bu kadar hırçın olduğunda ne yapacak?” Hızla kolumdan tutup beni yerden kaldırması ile ayağına vurmayı denedim. Ayağına vuracağımı görüp geriye çekilse de yüzümde bir yanma ile tekrar kendimi yerde buldum.
Bana tokat atmıştı. elim tokatın sızısı ile yanağımı buldu. Şerefsiz adam dudağımı patlatmıştı.
“Aptal.” diyerek saçıma asılınca ağzıma gelen kanı yüzüne doğru tükürdüm.
“Sensin aptal, yaklaşma bana.” diyerek biraz daha geriye giderken arkadan gelen bir yumruk ile kendisini yerde buldu. Gözlerim vuran kişiyi görünce rahatladım. Gelmişti. Her zaman gelirdi.
“Ali Bey?”
“Alisya.” Aynı anda isimlerimiz dudaklarımızdan dökülmüştü. Sanki bir koro gibi hangimiz daha önce söylediği bile seçilmezdi. Hızla yanımda eğilip dudağımın kenarına dokundu.
“Vurdu mu o şerefsiz sana!”
Koluna tutundum. “Sorun yok acımıyor gidelim.” dedim sızlayan yanağıma dem vurup.
Bir an önce buradan çıkamazsak daha kötü şeyler olacaktı. Eli usulca dudağımdan çekilip beni ayağa kaldırınca yerde yatan adamın da ayağa kalktığını gördüm.
“Dikkat edin!” diye korku ile soludum.
Beni bırakıp arkasını dönünce gelen bıçağı eli ile durdurdu. An be an gözlerimi önünde olanlar karşısında duramazken elim duvarı daha sert kavradı. Bıçak elini kesmişti. Ali Bey elinin kesilmesini umursamadan karşıdaki adama aniden bir kafa attı. Gelen sesler ile gözlerimde baloncuklar oluşurken titreyen ellerime bir çare arar gibi diğerini de duvarın çıkıntısına tuttum. Ayakta zor duruyordum.
“Sen nasıl vurursun lan ona şerefsiz soyunu sopunu.!!” diyerek yumruk atan patronumun yanına ilerlemek için kollarımı duvardan çektim.
Ardı arkası kesilmeyen küfürleri ile yerde baygın yatan adamı döverken koluna doğru uzandım.
“Lütfen gidelim.”
Birkaç ayak sesi ile patronumun koluna daha çok asıldım. Geliyorlardı, ne bitmez insanlardı. Seslerimiz o kadar müzik arasından da seçiliyorsa hepten bitmiştik. Çıkamayacaktık buradan.
“Burada ne oldu ya. İki dakika kaybolduk. Şu halinize bak.” diye konuşan Timuçin’in sesi ile tedirginlikten kasılan yüzümle rahat bir nefes aldım.
“Timuçin?”
“Evet benim, kaçış biletiniz. Hadi çıkalım. Çoktan peşime takılmışlardır da...” Yüzüme doğru baktı. “Ne oldu sana kim yaptı bunu?” diye soran Timuçin’e yer de hala yumruk atan patronumun ellerindeki adamı gösterdim.
“Ne yaptığınızı anlatacaksınız? Ama önce çıkalım şuradan.” diyerek konuştum.
“Bir dakika yardım edeyim.” diyen Timuçin’e baktım. Ali Bey’i güçlükle adamın üzerinden çekip kendisi de adama yumruk atması ile ağzım açık kaldı. “Vurmazsam içimde kalırdı. Hadi çıkalım.”
Ben yardım edecek diye beklerken şaşkınlık ile karşımdakilerden gözümü çekemedim.
“Siz delirmişsiniz?” diye dehşetle ikisine bakarken patronumun çarpık gülüşü ile gözlerimi kırpıştırdım. Hiç o kadar insanı dövmüş gibi değildi.
“Akıllı olduğumuzu söylemedik zaten.” dedi kararlılıkla. Gözlerim tekrardan sıktığı eline kaydı. Elini sıksa da kan damlaları kızıllığın yerini alıyordu.
“Buradan gelin size çıkışı göstereceğim.” diye kapısı açılıp içeriden çıkan Güzin Hanım ile koridorda karşılaştık. Demek buraya kadar gelmiştik. Her yer birbiri ile bağlantılı bir şekilde karmaşıktı.
“Benim odamdan çıkın. Gizli bir geçit var.” dediğinde gözlerim Ali Bey’in yumruk yaptığı elindeydi. Kan akmasın diye elini tutarken bir miktarı çoktan elini boyamıştı. Hemen müdahale etmezsek kötü olacaktı.
“Bakın eğer yalan söylüyorsanız.” diye sesi ile uyaran patronumun ellerindeki kana baktım. Gitmeliydik artık oyalanıyorduk burada.
Güzin hanım yüzündeki yaralara rağmen tebessüm edip konuştu. “Ulak’tan sadece siz nefret etmiyorsunuz. Çıkın. Bu yerde yatanlar Ulak’ın adamları sizi görmeden çıkın.”
“Çabuk gidelim.” dedim tane tane.
Histeri krizi gibi titrerken Ali Bey’in belime yerleştirdiği eli ile yürümeye başladım. Ayakta zor duruyordum. Onlar bedenen bense zihnen yorulmuştum. Odaya tekrar girdiğimiz de hemen yerde bulunan halıyı var gücü ile kaldırdı. Birkaç tahtayı da yerinde oynatıp başını kaldırdı.
“Buradan çıkın, biraz yürüdükten sonra bir kapı göreceksiniz. Ana caddeye çıkıyor, çabuk olun birazdan gelirler.” diye hızlı hızlı konuştu.
“Sizde gelin Güzin Hanım.” Diye tekrar son bir kez daha şansımı denedim.
“Gidin.” dedi.
Timuçin önden geçip aşağıya inerken Ali Bey beni kucağına alması ile ellerim hızla boynuna tutundu. “Titriyorsun, sakin ol.” dediğinde Güzin Hanıma baktım.
“Teşekkür ederiz.” diye konuşup içten bir tebessüm kondurdum dudaklarıma.
“İlk defa bir iyiliğim olsun şu hayatta, hadi gidin.” Ali Bey’in merdivenlerden inmesi ile üzerimize kapanan karanlık ile baş başa kaldık. Kollarım boynuna daha da sıkı tutunurken avuçlarımı birleştirdim.
“Özür dilerim.” Diye kısık bir sesle mırıldandım. etrafın zifiri karanlığında önden giden Timuçin’in telefonundan başka bir ışık yoktu. Korkmaya çalışsam da Ali Bey’e tutundum.
“Ne için.” Sesi kulağımın yakınındaydı.
“Kaçamadım.” Belki kaçsaydım eli yaralanmayacaktı.
“Alisyaa.” diyerek adımı uzunca söyleyip derin bir nefes aldı. Adam hem gerçek hemde mecaz anlamda yük olmuştum.
“Üzgünüm benim yüzümden oldu.” diye mırıldandım.
“Bak bir daha üzgünüm, özür lafını ağzından duyarsam seni burada bırakır giderim.” diyerek ellerini tuttuğu vücudumda sıkılaştırdı. Sözleri ile davranışları zıtlaşırken sordum.
“Gerçekten mi?” beni bu izbe karanlık yerde bırakırsa ben ne yapardım.
“Hayır tabi ki şapşal. Şimdi sar kollarını uyumaya çalış, yolumuz uzun.” diyerek gözlerini ileri doğru çevirdi. Karanlığın aydınlattığı yolda yürümeye devam etti. Kollarının arasında karanlık daha bir çekilir hal almıştı. Sanki ben kollarında değilmişim gibi rahatça yürüyordu. Güçlü kollarında en son duyduğum yatıştırıcı sesi ile gözlerimi huzurla örttüm. Ali Bey yanımdaydı artık üzemezlerdi beni.
…
Ali Asaf ARIKAN
“Abi ben çıkıyorum. O eline de baktır.” diyen Timuçin ile yürümeye devam ettim.
“Tamam lan uzatma çık.” Gece yarısını çoktan geçmişti. Uzun bir yol sonunda caddeye çıkıp eve gelmiştik. Kucağımda uyuyakalan asistanıma bakıp yavaşça koltuğunun üzerine doğru bıraktım.
Gelen kapı sesine aldırış etmedim. Timuçin gitmişti.
Geri çekilecekken yakamda tutuklu kalan parmaklar ile kaşlarım çatıldı. Bu kız uyumuyor muydu? O kadar vakit kucağımda uyku numarası mı yapmıştı.
Gözlerimi ellerinden çekip yüzüne baktım. Alnında oluşan boncuk boncuk ter ile yere doğru eğildim. Diğer elim, kendiliğinden alnına gidince usulca alnındaki terini sildim. Ne görüyordu rüyasında da bu kadarda terliyordu. Kapalı gözlerini izlesem de nefesleri normaldi. Uyuyordu, yakamı tuttuğu bileğine elimi atıp usulca ayırdım.
Koltuğun üzerindeki battaniyeyi elime aldığımda açılan beli ile başımı çevirdim.
“Bakma yanlış.” Sinirle kaşlarım çatıldı. Zaten giydiği kıyafetler ile akşamdan beri üşüdüğü de gözümden kaçmadı. İnatçıydı her konuda bana kafa tutmaya ant içmiş gibi inatçıydı. Başımı çekerken durdum. Bir şey dikkati mi çekince gözlerim tekrar beline takıldı. Orada bir iz vardı sanki.
Yerinde kıpırdanıp elini beline atması ile yüzüne baktım. Uyumaya devam ediyordu. Güvendiği patronunun kollarında olduğu kadar, evinde, evinin koltuğunda huzurla uyumaya devam ediyordu. Bana güveniyordu. Bana neden güveniyorsun bal yanak ben kimdim ki. Gözlerim kapalı göz kapaklarında, kırmızı dudaklarından kızarık yanaklarında gezindi. Huzurla uyuyordu.
Masum yüzü uyuduğunda daha da masumdu. “Çirkinsin işte, uyuduğunda daha da çirkin oluyorsun.” diyerek beni duymadığını bile bile yüzüne karşı konuştum. Nasıl böyle masum bakardı bir insanın gözleri. Masumluk çocuklara özgü kalmalıydı. Çocukken herkes masumdu. Hiçbir leye aklımızın ermediği anlar. Aklıma gelenler ile üzgün suratımın yerini, sinir aldı. Masum… çok güzel bir kelimeydi. Keşke öyle olsaydı. Uyandığında da keşke geçmişteki gibi masum olsaydı.
“Git Ali.” dedim kendi kendime. “Git yapma bunu kendine.”. Elimdeki battaniyeyi sıkıp bir adım attım. Gözlerim ilerideki çerçevede ki, kimsenin görmediği o köşeye gitti. Yapamadım gidemedim. Bana bakan çerçeve ile gözlerimi yumdum. Eğilerek elimdeki battaniyeyi açıp üzerine usulca örttüm. Şimdi daha iyiydi. Artık üşümezdi, dinerdi titremeleri.
Gözlerim yüzüne tırmanınca yanaklarına doğru süzülen bir damla göz yaşı ile bakışlarım çehresine takıldı. İri tane çenesine düşmeden damlayı yakaladım. Parmak ucumda iri tuzlu su tanesi dağlandı.
“Lütfen beni bırakma…korkuyorum.” demesi ile ayaklarım yere çakıldı. Ne bir adım ileri ne de bir adım geriye gidebildim. Kötü rüyalar mı görüyordu. Yoksa o da benim gibi… yok canım saçma yani göremezdin, onlar kötüydü ve orada kalmalıydı. Temiz zihnini kirletmemeliydi.
Titreyen ellerini avcuma aldım. Rüyasında bari titremesindi çare olsundu ellerim. “Ellerim hala sen kokuyor, bal yanak.” yere çöküp sırtımı koltuğa yasladım. Avcu hala ellerimin arasındaydı. Küçük elleri avuçlarımın içinde kaybolmuştu. Avcuma aldığım minik ellerin titremesi dinerken dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı.
“Merak etme yanındayım. Her daim, her an yakınındayım.” dediğimde kendimi çiğnediğimin farkında bile değildim.
….
Veeeeeeeeeee bölümün sonuna geldikkk. Nasıl buldunuz bölümü? Ben yazarken duygudan duyguya girdim. Beğeni ve yorumlarınızı merakla bekliyorum. Bu hafta yoğun olmadığımdan iki bölüm yazdım. Haftaya cumartesi günü bölüm gelecektir. Alıntıları bazen Instagram hesabımdan paylaşıyorum. Beni takip ederseniz çoook mutlu olurum. Şimdilik görüşürüz.
Hoşçakalınnnnnnn.
….
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |