14. Bölüm

13.Bölüm: Zehir Zemberek

Safinaz S.
umudundaparlayanla

Selam umut ışıklarımmm. Bugün nasılsınız? Yoğun bir hafta oldu benim için. Haftaya iki bölüm atıp arayı kapatırız. Keyifli okumalar dilerim. Bölüm sizindir.

Bölüm içi şarkılar:

. Mustafa Sandal - Tesir Altında

. Yonca Lodi - Emanet (Official Video)

. Perdenin Ardındakiler - Beni Kendinden Kurtar

. Pera - Sensiz Ben (Official Video)

. Özgün - Sadece Arkadaşız (Official Video).

.Sezen Aksu -Beni Unutma. (Bu şarkı son sahneye münhasır.)

.Sezen Aksu -Tutuklu

13.BÖLÜM: ZEHİR ZEMBEREK

Kalbi Kırık Gonca Parçası

Yüreğim, ızdırap yüküyle dolu,

Sancısını eker yollarıma sızısı,

Zamanıdır bana ilacı.

Yorgun düşlerim…kırgın gözlerim,

Bakar ardından giden bir çift irisi elaya,

Yarası ağır ama sızısı sancır,

Zamanıdır ilacı, zamanıdır sancısı.

(Bu şiirimin ithafı sana sevgili okurum. Anlar anda kalmalı. Sevgiyle kalın.)

Alisya AKMAN

Hayatın başlangıcı olduğu kadar birde ilerlemesi için harcanan zaman, yaşanan anlar, anılar vardı. Kimimiz bu kulvara boyun eğmiş, aynı yollardan gidiyorduk. Kimimizde kendi yolunun kervanında, ilerleyip yolunu çiziyordu.

Aynı olmak mı, iyiydi yoksa ayrı olmak mı daha iyiydi? Yola çıkan insanlar yanında ne yapmak istiyorlarsa amaçları da onunla beraber ardından gidiyordu. Bana kalırsa ayrı olmak iyiydi. Benzer yazgı çizili kaygılar insanı yorardı.

İnsanlar sanki boş bir kâğıdın tuvalinde çizili resimler gibi canlı kalabiliyorsa o zaman neden aynı olmaktı. Bir düşün ardına saklı gizlerde, o fotoğraf karelerinde gizli değil miydi? Amaca giden yolu aydınlatan bir kareydi. Küçük bir fotoğraf karesi. Siyah beyaz ardına yazılır gönlü farazi karası fotoğraf karesi.

Fotoğrafın karesi ise dört köşe bir kare… hiç… Hiçlik, hiçlik yasası ise en güzel insanlık yoluydu. Varsın, ya da yoksun. Aynısın ya da ayrısın. Canlısın ya da canlısın. Hepsi bir amaç içinse neydi bu hiçlik?

Zihnim, karanlık bir kuyu. Koşuyorum koşuyorum ama uçsuz bucaksız yolculuğun sonuna varamıyormuşum gibiydi. Uçsuz bucaksız örtülü siyah çarşaf. Adımlarım hızlandı. Karanlığımın arasında nereye koştuğumu bilmesem de beni buradan çıkaracak bir umut arıyordum. Yokluğun ortasında kalmışım gibi karanlık beni yutuyordu. Korktum, karanlık beni alacaktı. Korktum…

Etrafım sanki duvarla örülü gibi bana hiçbir geçit sunmazken ben yine de çabalıyordum. Karanlık geçmişimi, aydınlatır gibi ileride elinde lamba tutan birini görünce, karanlıktan kamaşan gözlerim kısıldı. Birisi vardı. İleride bir ışık süzmesi gözlerimi kamaştırıyordu. Tekrar baktım oradaydı.

İşte umuttu. Umudum ileride sanki beni bekliyordu. Bana ışık oluyordu. Elinin bir kısmı lambayı tutarken biraz daha koşmayı denedim. Beni bekliyordu yanına gitmeliydim. Ne kadar koşarsam koşayım yetişemiyormuş gibi, sanki ışık yetmiyormuş gibiydi. Biraz daha koşmayı denedim. O hala bilmediğim kişi elinde lambanın aydınlattığı ışıkla bekliyordu.

Yorgun dizlerime ellerimi attım. Dizlerim soyulmuştu. Gerçek mi değil mi ama dizlerim sızladı. Bir anlık sizi kendiliğinden gidince ileriye baktım. Oradaydı, ışık bekliyordu. Silkeleyip tekrar koşmaya başladım.” Bekle beni, geliyorum… lütfen.” dedim nefes nefese.

Derin bir nefes alıp ileri doğru baktım. Lambayı tutan kişi ellerini aşağıya doğru indirip arkasını döndü.

“Dur…Lütfen beni bırakma… korkuyorum.” Olağanca sesimi yükseltip beni duyması için ardından seslendim. “Lütfen gitme...” Tekrar ayaklarımın tabanı yerleri ezerken koşmaya devam ettim. Gidiyordu, beni burada karanlıkta bırakıyordu.

“Geri dön sensiz ben… karanlıktayım.”

Sesim kulağımda yankılandığında etrafımda birden fazla ışık süzmesi ile gözlerimi kırpıştırdım. Boynum gördüklerim sebebiyle kan ter içinde kalmıştı. Yutkunup derin bir nefes aldım.

Üzerimde ince bir pike örtülüydü. Üzerimdekini sıcaklığın verdiği yoğunlukla kenara doğru iteledim. Ev neden bu kadar fırın gibiydi? Gözlerimi tavandan alıp ileriye doğru baktım.

“Kalk uykucu geç kalacağız.” diye ileriden gelen ses ile gözlerimi belertip pikeyi tekrar üzerime örttüm.

“Ali Bey’in evindeyim ve şu an buraya geliyor ne yapacağım.” Acıyan dudağımın kenarını ağzımın içine doğru kıvırıp pikenin içene iyice gömüldüm. “Ben yine patronumun evinde mi uyudum? Off.” Kısık sesimle kendi kendime mırıldanırken aniden pikenin ucu tutuldu. Kaşlarım heyecanla kalkındı. Gelmişti, yanıma gelmişti.

Gözlerimi sıkıp pikeye asıldım. Bir süre burada saklanmak istiyordum. Şöyle unutana kadar mesela. Zihnim severdi oyunları. Hep istediklerini önüme serdiğinden Ali Bey’in bana yaklaşması, aramıza koyduğu parmağı, öpmesi oynayıp duruyordu. Can havli tekrar pikeye asıldım.

“Kızım bıraksana.” dedi kızgınlıkla.

Daha çok asıldım. Şu an olmazdı, şu an değildi. Neden bütün utançları, ben kendi vücudumda taşımak zorunda kalıyordum ki. Dün, beni dolaylı yoldan da olsa, adını andığımda kulaklarıma kadar kızarmamı sağlayan eylemi, gerçekleştirmesi ile daha da pikeye asıldım. Şu an yüzüne bakamazdım. Ya o parmağı aramızda olmasaydı. Beni gerçekten öpecek miydi?

Olmaz, olamazdı yani. Daha ilk öpücüğümü saklarken böyle bir anda, yok olmazdı. Nasıl olurdu?

Heyecandan pır pır öten kalbime baktım. Aklıma ihanet edercesine çarpıyordu. Adında bile heyecandan gerilirken böyle bir şey yaparsam kim bilir ne yapardım.

“Sen kaşındın, küçük sincap.” diye pikenin üzerinden gelen sesle durdum. Neden öyle demişti. Ellerim pikenin ucunda kalırken kulak kesildim. Adım sesleri odadan çıktığını gösterse de üzerimdeki pikeyi başımdan çekmedim. Oh en azından gitmişti.

Birkaç dakikanın sonunda tekrardan gelen sesler ile pikenin ucundan tuttum. Aslında utanmaz olabilir ve yüzüne bakabilirdim. Ama şu an bütün vücudum yanarcasına kaçmamı söylüyordu. Şu an bu pikenin altı resmen bana menzil gibi sığınak olmuştu.

“Ahhh” diye verdiğim can havli pikeyi yan tarafıma doğru atıp kızgın gözlerle karşımda sırıtan patronuma baktım. Üzerimden bir kova su dökmüştü. Hiç acımadan sırılsıklam olmuştum.

Saçımın tutamını kenara fırlatıp kaşlarımı çattım. “Bu yaptığınız varya...”

“Ee ne olur?” diye pişkince sırıtınca üzerimi gösterdim.

“Beni ıslattınız.” dedim. saçlarımı kenara doğru tekrardan iteledim. Islak yanaklarımı da silmek için uzanan ellerim yarı yolda kesintiye uğradı.

Ali Bey yanaklarıma damlayan suları usulca kenara doğru iteledi. “İyi ya işte yüzünü yıkamış oldum fena mı?” demesi ile bir kaşı yukarı doğru meyletti.

Yanaklarımı çevreleyen sıcaklık ile aklıma hiç olmayan görüntüler peyda oldu. Ellerinin sıcaklığı ile geriye çekilip ıslak olmayan yere doğru kaydım. Daha fazla ateş hattında kalamayacaktım. “Bu... bu yaptığınız hainlik.” dedim sonunda.

Üzerim su banyosundan halliceydi. Üzerimdekiler suyun etkisi ile vücuduma yapışsa da siyah olduğundan belli olmuyordu. Karşımda sırıtan patronuma sinirle baksam da kendisinin eğlenen yüz ifadesi ile suratım sekteye uğradı.

“Kalk hadi kalk, geç kalacağız.” demesi ile gözlerim duvardaki saate takıldı.

Saat yediye geliyordu. Aniden yattığım yerden kalkınca başım döndü. Belimden tutulan güçlü kollar ile kapalı gözlerim açıldı. Karşımda bir çift yosun peyda oldu. Düşecekken sarıp sarmalayan kollarına baktım. Gözleri huşu içinde büküldü. Dün de böyle mi bakıyordu?

Yutkundum. Bana ne oluyordu böyle. Kalbim vücuduma ağırdı. Kan pompalamaya devam etse de şu an hiç iyi değildim.

“Sakin…sakin ol.” diye konuşan masalsı sesi ile gözlerine daldığım kuyudan sıyrıldım.

“Hı.”

“Hı.. ya. Sakar sincap.” diyerek burnuma bir fiske vurup kollarını belimden çözerek arkasını dönüp ilerlemeye başladı.

Kendime gelip ardından seslendim. “Ben sakar, değilim. Ayrıca sincap…asla!!” diye sitem ettim.

“İyi.” Arkasın dönük olsada gülüyordu. Beni tiye alıyordu.

“Değilim dedim.” diyerek ayak direttim.

“Tamam değilsin sakar sincap, hadi hızlan kahvaltı edip çıkalım.” diyerek mutfak olduğunu tahmin ettiğim odaya doğru ilerledi.

Duyduklarım ile adım atacakken durdum. “Kahvaltı mı?” diye gayrı ihtiyari sormuş bulundum.

Arkasını dönerek kollarını birleştirdi. Pazıları kıvrımı ile daha da belirginleşmişti. “Evet hani sabahları yenir.” dedi.

Yüzüm kendiliğinden düşünce toparlayıp konuştum. “Öyle…değil mi? sabahları yenir.”

İlerleyip mutfağa bende geçtim. Gözlerim girdiğim mutfakta hazırlanan masa karşısında daldı. Bir erkeğe göre çok iyi bir iş çıkarmıştı. Neden şu an kendimi bu sofraya karşı bakarken, kışın, kapının ardında bahçede bırakmışlar gibi hissediyordum?

Gülce’nin evinde de aynısı olmuştu. Sanırım ağrıyan yaram, evimizde sıcak bir sofranın olmamasıydı. Kin, öfke ve hırsın yer ettiği evimizin duvarları dile gelse kim bilir neler derdi? Minnetle Ali Bey’e baktım. O şu an hiçbir şeyden habersiz bana bakarken, ben ise çok duygu yüklüydüm.

“Ne oldu?” diye sordu. Yüzümde gezinen bakışları kuşkuyla bakıyordu.

“Hiç” diye mırıldandım. Sadece hiçti, hiç olmak ise masanın ardında kalan kendimin yasasıydı. “Yok bir şey.” dedim.

Masaya oturacakken ince bileğimden tutuldum. “Alisya bir soru sordum. Soruma cevap ver. Ne oldu?”

Bileğimi sıcak kollarının kıskacından kurtardım. “Sadece…şaşırdım. Yani sıcak bir kahvaltı görünce.” dememle bir müddet bakışları yüzümde gezindi. Lütfen bu sefer okumasındı, sadece…sadeceydi işte. “Yani sizin hazırlamanıza şaşırdım. Sadece o kadar.” diye ardından toparladım.

“Otur, sana çay koyacağım.” diyerek arkasındaki çaydanlığa uzandı.

“Çay?” diye şaşkınlıkla ona döndüm. Çay da mı? yapmıştı. Onu çay içerken hiç görmemiştim. Demek seviyordu.

“İçmiyorsan kahve de var. Ama şirkette gördüm.” diye konuşunca sordum.

“Neyi?” dedim.

“Çay içtiğini.” İnce belli bir bardağa tam da istediğim çekilde ne açık ne koyu doldurdu.

“Evet severim…” bana doğru döndü. Elinde çay bardağı havada kalırken, gözleri açılınca heyecanla ekledim. “Yani çayı… çayı severim.”

“Otur.” Bazen düşünüyordum. Patron olmaz gerçekten doğulurdu. Emir verirken hiçbir mimiği oynamadığı gibi kasları da oynamıyordu.

İkiletmeden aç olan karnım için oturdum. O kadar hazırlamıştı yemezsem başta mideme ayıp olurdu.

Her çeşit peynir ile tebessümüm yer etti kuş yuvası dudağımın kenarında. Tabağıma birkaç peynir aldım. Kendisi de oturunca gözlerim yediklerine takıldı. Onunda eli ilk peynire gidince dudaklarımı içe doğru kıvırdım. Resmen ikimizde peynir canavarıydık.

“Sabah eve gidersen geç kalırız.” diye konuya girdi. Başımı salladım. Peynir dilimini ağzıma atıp bir lokmada ekmek aldım. Çok lezzetliydi. Şu an huzurla kahvaltı yapıyor olmak rahattı. “Kız kardeşimin kıyafetlerinden birkaç bir şey ayarladım. Onları giyersin, çıkarız.”

Başımı tekrar usulca salladım. Eve gün ışığında girmem daha zordu. Hele ki saçım başım kim bilir ne haldeydi. Gece girmesi tehlikeli olsa da gündüz gözüyle yakalanmam olasıydı.

“Olur.” dedim. Bilmeden beni bir yükten kurtarmıştı. Kahvaltımızı sessizlik içinde yapsak ta kız kardeşinin merakı ile dilimi tutamadım.

“Kız kardeşiniz burada mı yaşıyor?” diye sordum.

Çay fincanı masanın kenarına bıraktı. “Hayır arada buraya geliyor. Adı Asya.” diyerek gözlerime bakışlarını kaldırdı.

“Geçen sizi gördüm. Sevgiliniz sanmıştım.” dememle öksürmesi bir oldu. Çenemi olur olmadık yerlerde tutamadığımdan ağzımdan çıkanlar sonradan kulağıma ulaştı.

Hızla masadan kalkıp bir bardak suyu öksüren patronuma doğru uzattım.

“İyi misiniz?” elim ağzının kenarından akan bir damla su taneciğinin açtığı yolu izlerken silmesi ile gözlerine baktım. Elim o su taneciğini silmek için adeta karıncalanmıştı.

“Evet şimdi daha iyi…sevgili mi?”

Bardağı kenara bırakıp geriye adım attım. “Yani şey görünce..” diyerek gözlerimi kaçırdım. Ne diye söylediysem.

“Sende sevgilim dedin öyle mi?” demesi ile gözlerine baktım. Gözleri dalgalar ormanında gezintideydi.

“Hayır yani evet. Her neyse ben doydum. Üstümü değiştirsem iyi olur.” diyerek arkamı dönmemle mutfaktan çıkmam bir oldu.

“Kaç bakalım benden sana izin. Sol üçüncü kapı küçük sincap.” diye ardımdan seslenmesi ile merdivenlerden daha hızlı çıkmaya başladım.

Kaçmıyordum bir kere ben.

“Ahh”

Ayağım halının kenarına takılınca sendeledim.

İyi misin?” diye aşağıdan gelen sese kaşlarım çatık seslendim. “EVETT!”

Eğer aşağıda gülmüyorsa ben de bir şey bilmiyordum. Sakarlığımı zihninde resmen tescillemişti. Gözlerim takıldığım halıya kaydı.

Bu evin mimari ile ciddi bir sorunu vardı. Dizlerim sızlayınca gözlerimi aşağıya doğru indirdim. Gördüklerim ile öylece durdum. Bunu fark etmemiştim. Bende diyordum neden acı yok diye. Gözlerimin ardı sızladı. Sabahları ayık olurdum ama bu kadar kendimi kaybettiğimi hatırlamıyordum. Dizlerimin ikisinde de yara bandı sarılı bir haldeydi.

Oturduğum yerde dizlerime bakarken, dizlerime sarılı olan yara bandını sevdim. Sanırım ben uyurken yapıştırmıştı. Düştüğüm yerden yavaşça kalktım. Tebessümüm artık yüzümün elmacık kemiklerini ağrıtırcasına kendini belli ediyordu. Yaralar açılıyordu kendimizde elbette yaralarımıza merhem olurduk ama birisinin sizi düşünerek bunları yapması beni çok duygu yüklü biri haline çeviriyordu.

Ya bir de yara bandının üzerinde küçük sincap resimleri vardı. “Şapşal bu patronum ya.”

Dizlerimde dünden oluşan yaraları, temizlemiş üşenmeden birde pansuman yapmıştı. Gözlerim ileride bir yere takıldı. Aralık duran bir kapı ile banyo olduğunu görünce oraya doğru ilerledim. Hiçte söylemiyordu sanki yarama merhem olmamış gibi takılıyordu.

Aynadan yüzüme doğru baktığımda yanağımda hafif bir kızarıklık vardı. O kötü niyetli adamın attığı tokat acıtmıştı canımı. Yanağıma usulca dokundum. Neden insanlar gücü yetene böyle davranırdı ki. Vicdan yoksunuydular. Zarar verince mutlu olanlar cinsindendi bunlar.

Ben kimseye bile isteye zarar veremezdim. İnsanın canı acırdı zira benimki acıyordu. Elim yanağımdan, dudağımın kenarına doğru indi. Dudağımın kenarında ki kanda silinmişti. Patronum yaralarıma merhem olmuştu. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. Kendi elinde bile sarılı bir şey görmemiştim. Benim yaralarımla ilgilenmekten umarım kendi yarasını unutmamıştır. Daha da mahcup olarak aynadaki suretime baktım.

Acaba sevdiği bir şeyi yapsam teşekkürü mü kabul eder miydi? Acaba ne seviyordu? Zihnim geriye doğru aktı. Aklıma gelenler ile olanları savuşturdum. Kestane sevmiyordu o olmazdı. “Sorsam… neden derse.” Cevap veremezdim. Ne yapsam ne yapsam. Banyoda bir oyana bir bu yana döndüm. Aklımda bir ışık parladı. “Buldum.” O zaman bende Ceyda’ya sorarım.

İkisinin nedenleri de beni gerse de sanırım Ceyda’nınkilere cevap verebilirdim. Dudağımın kenarları yukarı doğru kıvrıldı. Vatan gülüşüm ile kendimi de ikna ettikten sonra banyodan çıkarak dediği odaya geçtim.

Odası bembeyaz bir şekilde döşeliydi. Sadece pembe renkli bir perdesi odasına renk katmıştı. Odanın hoş bir havası vardı. Gözlerim etrafta gezintiye çıktı. Tam bir genç kız odası gibiydi. Yatağın üstüne konan kıyafetler ile ayaklarım o tarafa doğru gitti. Üst üste kıyafetler diziliydi.

Üzerinde de sarı postişle kıyafetlerin üzerine yapıştırılmış bir not.

Elime notu alarak okudum. Sakar asistanıma. Sadece bu yazılıydı. Notu bir kenara güzelce koydum. Evet sakarlık olabilirdi ama patronum söyledikçe tersini yapmak gibi içime bir huy oluşuyordu ve buna engel olamıyordum.

Elime ilk ekru renginde bir kaban geldi. Onu kenara ayırıp altında olan eteği ve bembeyaz bir kazağıda elime aldım. Asya uzaktan gördüğüm kadarıyla hem güzeldi hem de kıyafet zevki de baya iyiydi. üzerime kıyafetleri şöyle bir tuttum. Bence olurdu. Gözüm yatağın üzerinde duran diğer parçalara gidince tekrar baktım.

Alt ta hiç açılmamış bir içi çamaşırı paketi ile ağzım yere düşmeden yarıda tuttum. Yok artıktı yani. Artık tamamdı tescillenmişti, bugün şu pencereden atlayıp buradan çıkmam gerekiyordu.

Beyaz iç çamaşırı ile elim havada kalırken yanaklarımdaki karıncalanmalar ile elimdekini hızla yatağa geri bıraktım.

Kıyafetler neyse de bunu seçmesi bile utancımı kamçılıyordu. İnce düşünmüştü ama bu birazdan fazla olan ince düşüncemesi ile ben burada patlıcana dönmüştüm.

Üzerime baktım, eve gidemezdim. Yapacak bir şey yoktu. Giyecektim. Al yanaklarım ile bakışarak kıyafetleri aldım. Üzerimdekiler dün ki mekândan dolayı leş gibi kokuyordu. Odanın kapısını kitleyerek üzerimdekileri çıkardım. Hızla getirdiklerini giyerek saçlarımı Asya’nın masasında gördüğüm bir kurşun kalem ile topladım. Böyle daha iyiydi. evin için gerçekten fırınla eş değer gibi sıcacıktı. Gözlerim ilerideki bir kapıya takıldı. Odasında bir kapı daha vardı. O tarafa doğru ilerledim. Kulpunu yavaşça indirince tahminim ile içeri girdim. Banyonun içinde yüzümü yıkayıp havlu ile kuruladım.

Yüzümdeki makyaj çıktığında aynada göz altlarımda sabahlaştık. Kabuslarım gibi göz altlarımda peşimdelerdi. Etrafıma bakınarak banyodan çıktım.

İzin almadan kızın odasında gezince huzursuz olup tekrar banyoya geçtim. Gözüm aynanın önündeki makyaj malzemelerine gitti. Sadece kapatıcısını kullansam iyi olabilirdi. rengi biraz açıktı ama yine de iş görürdü.

Göz altlarıma biraz yedirip halkalarımı kapattım. İşte şimdi daha iyi olmuştu. Aslında düzenli bir uyku ile düzelecek halkalarım ile yıllardır barışıktım. Aşağıdan gelen sesler ile kulak kesildim. Çabuk olmalıydım.

İçeri geçip kabanı da üzerime geçirdikten sonra usulca odanın kapısını kapattım. Elimdeki kirli kıyafetleri, gördüğüm banyodaki kirli sepetine atıp merdivenlerden inmeye başladım.

Sanırım Asya ile aynı bedene sahiptik. Üzerimdekiler hiç sırıtmamıştı. Ali Bey’i merdivenlerin başında görünce inmeye devam ettim. Kolunun düğmesini ilikliyordu. Eli nasıldı acaba. Banyoda bulduğum malzemeyi avcumda iyice sakladım.

“Geldim.” dedim usulca yanına varıp.

Kol düğmesini bağlayıp bana şöyle bir baktı. Yüzünde kendinden emin bir ifade vardı. Bende o sıra onu seyrettim. Bugün koyu yeşil bir takım elbise giymişti. Ve gözlerini daha da ortaya çıkarmıştı. “Gördüm yakışmış…yalnız bir şey eksik gibi.” dedi sorgulayan bir sesle.

“Ne?” dedim.

Yanıma yaklaşarak elini saçlarıma doğru uzattı. Ne yapacak diye merakla beklemeye başladım. Kalbim yine rotası şaşmış gibi koşuyordu. Kalbimi tekrar rotasına yerleştirmeye çalıştım.

Saçımdaki kalemi çekince, saçlarım omuzlarıma dalga dalga peyda oldu. Kestane rengindeki saçlarım omuzlarımdan sırtıma doğru serildi.

“İşte şimdi oldu. Çıkalım.” diyerek bana bakmadan arkasını döndü.

“O-olur.” Evden önlü arkalı çıkarken ayağıma giydiğim topuklular ile ilerlemeye başladım.

Avcumun içindeki ile biraz daha yanına yaklaştım.

Arabası evinin önündeydi. Aracına binince, bende yanındaki yolcu koltuğuna bindim. Yüreğim, öten bir kuşa yuva olmuş gibi şakıyordu. Saçlarımı soğuk havada sıcaklamamla arkama doğru attım.

Şirket yoluna doğru ilerlerken diğer yoldan gitmesi ile rahat bir nefes aldım. Eğer aşağıdan gitseydi arabanın içinde saklanmak zorunda kalacaktım. Buna gerek kalmadan ana caddeye çıktık.

Aslında bilmeden bana iyilik yapmıştı.

Telefonumdan anneme bir mesaj çekip erkenden evden çıktığımı yazıp yolladım. Dün olanları birine anlatsam güler geçerlerdi ama yaşananlar an be an aklımdaydı. Kendimden bu kadar cesareti bende beklemiyordum ama ani gelen bir cesaretle işin içine girmiştim. Keşke elle tutulur biraz bilgi olsaydı çok daha iyi olurdu.

Hele ki dün Levent’i de orada görmem ile şok olmuştum. İyi ki beni görmemişti yoksa bir de onunla uğraşacaktım. Planımız işe yaramamıştı. Güzin hanım ne bizimle gelmiş ne de konuşmak istemişti. Kadına üzülsem de elimden bir şey gelmiyordu. Umarım başına bir şey gelmezdi. Ulak Soylu davası her geçen saniye aleyhimize işliyordu.

Ufaktan patronuma döndüm. Yüz hatları önüme serildi. Ciddi haline dönmesi gecikmemişti. Araca binerken arabasını hep dikkatle kullanıyordu.

Gözlerine bakamadan bakışlarım çıkık keskin çenesinde kaldı. Aklıma hep o yakınlaştığı anı geliyordu. Başımı tekrardan kendi tarafımdaki cama doğru çevirdim.

Patronum için normal olsa gerek, hiç yüzünde böyle bir emare okunmuyordu. Hoş okunsa ne yapacaktım ki.

Tekrar patronuma dönecekken başını çevirmesi ile cama doğru baktım. Sırıtma sesi ile cama bakmayı sürdürdüm. Yakalanmıştım. Ellerimi kendiliğinden birleşince bir daha da ondan tarafa doğru bakmadım.

Nihayet şirkete gelince Ali Bey aracı park etti. İnmeden elimdekini vermek için önce davrandım.

“Ali Bey?” dedim inmeden.

“Söyle.”

Ellerine baksam da avuç içlerini göremiyordum. “Bence hiçbir yara açık kalmamalı yani tedavi edilmeli.”

“Öyle mi?” dedi elini direksiyonda sabit tutarken.

“Evet elinizi alabilir miyim?” diyerek bir cesaretle eline uzandım.

“Gerek yok.” Kapı kulpuna uzanırken tekrardan konuştum.

“Bırakında onu ben söyleyeyim.” dedim. ellerimin içi terlemeye başladı.

“Bak sen benim küçük asistanıma.” diyerek dudağının kenarını kıvırdı.

“Siz yaralarıma bakmışsınız minnettarım.”

“Önemli değil, ufak bir şey.” Sesi yüzü gibi durgundu.

“Değil, ufak bir şey değil… ben teşekkür ederim her şey için.” Dedim minnetle. Dün bile isteye oradaydım belki adamlar olmasa da masa da gerginlikten midem bulanmasa belki de daha erkenden oradan çıkabilirdik.

“Ne duyamadım.” Diyerek başını bana doğru eğdi. Bu haline güldüm. Yüzüne baktım oda gülüyordum. Biliyordum ki teşekkürü benden duymayı beklemiyordu. Tekrar konuştum.

“Teşekkür ederim.”

“Sonunda ettin.”

Bir şey demedim. Elimi açıp geri kapatarak elini uzatmasını istedim. “Sonuçta patronumun iyi olmasını isterim. Şimdi uzatın elinizi.” diyerek elini gösterdim.

“Al bakalım, senindir.” dedi yeşillerini çekip.

Ama böyle demese miydik? Kemikli eli usulca açtığım elimin üstüne yerleşti. Başımı gözlerinden çekip ellerine doğru indirdim. Banyoda bir yara bandı görmüştüm. Elinin içinde uzun bir çizik şeklinde bıçak kesiği vardı. Yüzüm gördüklerim ile hüzünle büküldü.

“Üzgünüm.” dedim ellerimi çiziğin üzerine sürtüp.

“Kendini suçla diye açmadım.” diyerek elini kapatmaya çalışınca engel oldum.

“Önüme geçmeseydiniz eliniz kesilmeyecekti.” Parmaklarını tekrar açıp yaraya baktım.

“Artık sana sakar sincap yerine ağlak sincap diyeceğim.” diyerek bir dudağı yukarı doğru kıvrıldı.

“Dalga geçmeyin.”

“Yapıştır hadi.” Elimi elinin altından alıp yara bandının kenarlarını açtım. Biraz eğilerek canını acıtmadan yapıştırdım.

“Oldu.” Nefesimi verip geriye doğru çekildim. Sessizlik içinde araçtan inerek şirketin kapısından geçtik. Dün ki kaçışımızı soracak bir an bulamadığımdan gün içinde soracaktım. Eğer Güzin Hanım bizi odasından çıkarmasaydı oradan çıkmamız daha da zor olacaktı.

Kendi katımıza gelen asansörden indik. Ceyda’yı görünce tebessüm ettim. Aklıma gelenler elim telefonuma doğru gitti. Akşam bir de Lukka’ya gidecektik. Gülce’den bir sürü mesaj vardı. Ve hiç iç açıcı şeyler yazmamıştı. Akşam canıma okumasa iyiydi. Elim klavyeye gitse de durdum. Ne diyecektim ki. Biz dün bir kumarhaneye gittik canımızı zor kurtardık mı? Akşama bir şekil anlatacaktım. Ali Bey odasına gidince bende odama doğru geçtim.

Biraz şirkette işlerle ilgilendikten sonra yemek yiyip tekrardan iş başına geçtim. ilk geldiğimde dava dosyalarını düzenlediğim bir dava ile ilgili biraz Ceyda ile çalışıp tekrardan soluğu odamda aldım. Akşam hep beraber şirketten direk Lukka’ya geçecektik. Ali Bey’in odasına giren Timuçin’i görünce dikeldim. İşte fırsattı, ne kadar sorma çabaları işine girsem de Ali Bey ikidir konuyu değiştiriyordu. Bence Timuçin anlatırdı.

Odadan çıkıp kapıyı tıklatarak içeri girdim. İçeri girmemle konuşmaları kesilirken ikisinin de bakışları kapıya döndü. Patronum neden geldiğimi gayet iyi bilirken kapıyı örttüm.

“Aa Alisya sen de buradaydın.” Dedi Timuçin.

“Evet”

“Önemli bir şey konuşuyoruz. Bizi yalnız bırak Alisya.” Diyen patronuma döndüm.

“Tabi ki Ali Bey ama önce bir şey soracağım. Dün orda malum kovalanırken soramadım. Orada ne olduğunu bana anlatacaksınız. Ne oldu da bizi kovaladılar?” dedim. Bana kızamazdı anlatsa iyi olurdu.

“Alisya sonra.” dedi çetin ceviz patronum.

Ellerimi göğsümde birleştirdim. “Hayır şimdi Ali Bey. Ne oldu da adamlar canları pahasına bizimle uğraştılar. Birisi bıçak bile çekti.”

“Alisya sonra.” Otomatiğe bağlamış gibi başka bir şey demiyordu.

“Hayır Ali Bey. Şimdi.” Neden bu kadar ısrar ediyordu ki. Tek seferde söylese şimdiye odadan çıkmıştım.

“Sonra” dedi. Kaşlarım çatılı bir şekilde ona bakarken ufaktan bana sinir geliyordu.

“Pardon, araya giriyorum ama ben bir kahve alıp geliyorum” diyen Timuçin oturduğu yerden kalkınca ona döndüm. Patronum konuşmuyorsa Timuçin belki konuşurdu.

Hiçbir yere gidemezsin. Yani bu konu konuşulmadan olmaz oturun.” Diyerek Ali Bey’e baktım. “Benim yüzümden eliniz kesildi. Patronum olabilirsiniz ama…”

“Ama.” diyerek araya giren Timuçin’e bakmadım. Göz kontağım Ali Bey’deydi.

“Anlatın yani bu kadar.” dedim. Anlatmazlarsa oraya gidip görüntülere bakacak kadar da aklımı yememiştim. Bir gün gitmem bile bana yetmişti.

“Ya Alisya bir efsanesin kız.” diyerek oturan Timuçin’e baktım. Resmen aramızdaki laf dalaşını mısır olsa da izlesem havasında seyrediyordu.

“Boş yapma Timuçin.” dedi Ali Bey. İnatçı. Katır inadı vardı bu patronumda. Sustum kelimelerim tükenmişti. Benden daha fazla inatçı birini ilk defa görüyordum. Dün olanları sakladıkça öğrenme iştahım gittikçe artıyordu. Sanki bir şeyi öğrenmeyeyim diye daha da bir ısrarcıydı.

“Durun o zaman ben anlatayım. Aranızdaki elektrikten ben çarpılacağım.” diyen Timuçin’e doğru döndüm. Başımı sallayıp onayladım. İnatçı patronuma bir daha dönmedim.

“Bizim mafya patronumuz, güzel mi güzel, tatlı mı tatlı oyununu oynuyordu…”

Araya girdim. “Evet biliyorum bende yanındaydım.” Gerim gerim gerilmiştim.

“Hah dinle işte. Sonra ben yanınızdan ayrılınca sende gittikten sonra işte içeride…” öksürük sesi ile lafı yarıda kalınca Ali Bey’e baktım.

“Devam et Timuçin içeride.” dediğimde Timuçin’in bakışları Ali Bey’deydi.

“Bir şeyler olmuş, Ali’yi geldiğimde bir adamın üzerinde buldum.” dedi Timuçin.

“Hangi adamın.” dedim bende merakla.

“Hak etti o şeref*z!!” diyen patronum, elini masaya vurunca direkt bakışlarım elini buldu. Bunu fark edince ellerini birleştirdi. Yaralı elini vurmamıştı. Kızgın bakışlarımı o da fark etti.

“Aynen bana da bunu deyince bende yanına gelen korumaları savuşturup oradan kaçtık.”

“Kaçmadık.” Diye ekledi patronum.

“Yani on kişi daha içeri girince biraz olaylar büyüdü tabi.” Diye ekledi Timuçin.

Aklıma takılanlar ile sordum. “İyi de ben bir şey duymadım.” dedim. sonuçta kulaklık için bana da o tokayı vermişlerdi.

“Sana ses gitmedi zaten. O sıra da seni aramaya çıktık zaten.”

“Yani kavga yüzünden oldu öyle mi Ali Bey?” dedim gözlerimi kısıp. Yüzü anlatılanlar ile bir şeyler saklar gibi bir hali vardı. Hiç açık vermiyordu. Bu da beni ayar ediyordu. Ben üzülsem de sevinsem de hemen yüzüme yansıyordu. Bir bakışımla anlıyor gibi bakıyordu. Ama çoğu zaman yüzündeki bakışları hep bir düşünceliydi. Düşüncesi, bakışlarını göstermek istediklerini gölgeliyordu. Ve bu da onu anlamamı bana güçleştiriyordu.

Nedenini söylemese de içimden bir ses göbekli adamı dövdüğünü söylüyordu.

“Evet hak etti. Bende gereğini yaptım. Neyse senin işin yok mu? Öğrendin artık.” dedi sinir bozucu patronum.

“Tamam Ali Bey.” diyerek Timuçin’e döndüm. “Anlattığın için teşekkür ederim Timuçin.” Tebessüm ederek merakımı giderdiği için mutluydum.

“Teşekkür mü ettin sen şimdi buna.” diye soran patronuma baktım.

“Evet?”

“Öylece.” Kaşları gözlerini gölgelerken yüzündeki ifade gülmemi tutmamı sağlasa da zor tutuyordum.

“Evet hatta bir daha edeyim. Teş…” diyemeden sözüm tekrardan kesildi.

“Tamam yeterli duymuştur bu.” Diye kızgınlıkla konuştu. Ona sık sık teşekkür etmediğim için şimdi dediklerimle sinirleniyordu. Bende bunu istiyordum zaten. İçimden gülerken yüzümü düz tutuyordum.

“Dostum ayıp oluyor bu felan.” Diyen Timuçin ile bakışmamıza ara verdik. “Rica ederim Alisya. Her zaman sen bana gel, ben sana anlatırım.” diyen Timuçin’e tebessüm ettim. Sıcak kanlıydı ilk tanıştığımızda insanlarla konuşmam zaman alsa da Timuçin iyi birisiydi.

Başımı sallayıp onaylarken Timuçin kafasına gelen kalem ile eğildi. Ağzım açık kalemi atan Ali Bey’e baktım.

“Çık Alisya.”

“Memnuniyetle.” diyerek arkamı döndüm. Kapıyı usulca kapatıp gülerek Ceyda’nın yanına doğru ilerledim. Patronum hem inatçı hem de kıskançtı. Sadece ilgi onda olsun istiyordu.

“Vayy bizim kız, bugün neşeli. Hayırdır…” diyerek elini ağzına getirip “yoksa…” dedi merakla.

Gülen yüzüm hemen normale döndürdüm.

“Sakın Ceyda, bak lafın sonunu çok iyi biliyorum, getirme.” Elimin bir parmağını ileri doğru salladım.

“Hadi yaa.” Dedi hemen suratını asıp.

“Bak ya bide üzülüyor.” dedim. Halime gülsem mi ağlasam mı ya.

“Tabi kızım. Ben sizi kafamda shipledim bir kere.” diyerek ellerini birleştirip güldü.

“Bak giderim.” diyerek tebessüm etim. Ali Bey ve ben. Ben ve Ali Bey. Daha adama ismi ile hitap edemiyordum. Düşüncesi bile kalbimin odacıklarında gezintiye çıkmamı sağlıyordu. Yok. Yok yani. Yutkunup Ceyda’nın dedikleri ile aklım allak bullak oldu.

“Tamam tamam otur sustum. Anlat sen…” dediğinde koltuğu çekip oturdum.

“Bugün Lukka’ya gidiyor muyuz?” diye konuyu değiştirdim. Daha aklımda Ali Bey’in ne sevdiğini soracaktım.

“Evet bugün Oğuzhan’ın doğum günü aslında ama onun haberi yok.” diyerek masaya doğru eğildi. “Orada kutlayacağım.” dedi gülen gözlerle.

“Ne diyorsun. Ama ben bir şey almadım.” dedim mahcup bir şekilde.

“Kızım saçmalama gelmeniz yeter. Hem sana söyleyebilirim. Pastanın içinde gizli bir not da var.” diye sessizce şakıdı. Şaşkınlıkla yaklaştım.

“Ne, ne notu.” dedim ardından merakla. Bu ara gizli notlar beni gerse de bu notu merak etmiştim.

“Oda, hepimize gecenin sonunda sürpriz olsun.” diyerek koltuğunda geriye doğru yaslandı. Ya neden beni hep merakta bırakıyorlardı.

“Ee ama böyle olmaz ki. Daha akşama çok var. Sen söyle ben kimseye söylemem.” diyerek masaya eğildim.

“Olmazz sürpriz.” diye güldü.

Dudağımı büzüp geri çekildim. “İyi peki öyle diyorsan ne yapalım artık, akşamı bekleyeceğiz.” Yapacak bir şey yoktu artık akşam öğrenecektim.

“Buradan hep beraber çıkacağız ya sende patroncuğunu alırsın hımm.” diyerek bir gözünü kırptı.

Hemen itiraz ettim. “Hayır canım ne münasebet, ben kendim giderim.” dedim panikle. Ellerim heyecanla yukarı doğru kalktı.

“Dur dur sakin ol. Ben ondan demedim. Yani normal patron asistan olarak dediydim.” diyerek güldü.

Ellerimi yavaşça indirdim. “Ha öyle mi? o zaman olabilir, yani bilmiyorum bakarız.” diyerek gözlerimi kaçırdım. Bakarız mı? iyice patronumun ağzından konuşur oldum.

Benim bu halime gülüp konuştu. “Bakın bakalım. Neyse ben şu dosyaları patronuna imzalatıp geliyorum.” Diyerek dosyaları eline aldı.

Elimle kolunu tuttum. “Dur ben sana bir şey soracaktım aslında.” diyerek yüzüne baktım.

“Dinliyorum.”

“Ama sakın yanlış bir şey düşünme, sadece iyiliğe karşılık olarak.”

Dosyalarını bırakıp gülen yüzü ile bana baktı. “Tamam tamam ne düşüneceğim ne de soracağım, tamam mı?”

“Tamam.” Gözlerimi kaçırıp konuşmaya devam ettim. “Hım, Ali Bey…”

“Eee” diye eğlenen sesi ile yutkunup devam ettim. Sordum sordum artıp ipin ucu kaçmıştı.

“Ne sever…yani yemek olarak.” dedim. Aslında yemekleri çok güzel yapardım. Belki sevdiği bir şey olursa Teşekkürümü böyle edebilirdim. Sultan teyzeden çok şey öğrenmiştim. Merakla Ceyda’yı dinlemeye başladım.

“Yemek diyorsun yani…” diye susup gülünce elimi kaldırdım.

“Düşünmek yok demiştim. Sadece…bana bir iyilik yaptı bende karşılık vermek istiyorum.” diyerek hızla açıkladım.

“Hıım bir düşüneyim o zaman. Öyle ne sever bilmiyorum ama halasının yaptığı portakallı keklerini çok övmüştü. Bence onu yapabilirsin. İyiliğine karşılık.” diye göz kırptı.

“Portakallı kek diyorsun, öyle mi?” evet yapabilirdim. İçine biraz da tarçın atardım. Zaten dışı tarçın gibi kokuyordu bence severdi.

“Hıhımm.” diyerek başını salladı.

“Tamam.” Yüzüne baktım. Düşünceli halime gülüyordu. “Gülmek yok demiştim.” diye tekrar uyardım.

Elini ağzına fermuar çeker gibi yapıp gülümsemesini bastırdı. Elinde dosyaları ile yanımdan ayrılınca sırtımı koltuğa yasladım. Gözlerim ardından baksa da yanaklarım gerginlikten şişti. Sonunda sormak için çatlasam da öğrenmiştim. Demek patronum portakallı kek seviyordu öyle mi?

Ne yapalım yapacaktım artık. İyilik karşılığı için değildi, içimden geldiği için yapacaktım. Oturduğum yerden kalkıp bir çay alarak odama doğru geçtim.

Odamda yine milyonuncu kez Ulak Soylunun davasını okurken bir açık bulmaya çalışıyordum. Yoktu adam sanki bir anda iyilik meleği kesilmiş gibi üzerine açılan davalar bir bir düşürülmüştü. Hepsinde de geçen asansörde karşılaştığım Cihan Bey’in adı geçiyordu. Dosya da okuduğum davalarda Cüneyt Soylu’nun da fotoğrafı vardı. Düşüncem Cüneyt Soylu’nun Ulak Soylu’nun işlerini paravan olarak yapıyordu.

“Soylu şirketi limana indirdiği teknolojik ürünler ile yani bir dönem getiriyor.” manşet yazılı gazete haberini kenara koydum. Dosyayı elime tekrardan aldım.

Dosyadan başımı kapının tıklatılması ile kaldırdım. “Gel” diyerek seslendim. Kapım açılıp “Selam” diyerek içeri giren Timuçin’e baktım. Daha gitmemiş miydi? Başım dosya da o kadar düşünceliydi ki şimdi görüyordum.

“Selam gel otur.” diyerek içeri buyur ettim. Boynumun kenarını kaşıdım. Yorgunluktan saçımı yine kalemle tutturmuştum.

“İyi misin?” diye sorunca merakla sordum.

Gözlerimi kaldırıp Timuçin’e baktım. “Evet neden sordun?”

“Dün biraz kötü oldun ondan iyi misin şimdi?” diyerek koltuğa oturdu.

“Evet iyiyim.” Tebessümümde bin bir türlü giz saklıydı.

“Valla o kadının gösterdiği çukurda resmen iki üç kilometre vardır. Dışarı çıkarken gözlerim kamaşmadı desem yalan olur.” Uyuduğumdan o anları hatırlamıyordum. Beni sarıp sarmalayan kolların arasında resmen uykuya çok çabuk dalmam ile şaşkınlığım ise ayrı bir konuydu. Sıcaklığı beni uyuşturup düşlere dalmamı sağlamıştı.

“Ali Bey çıkana kadar taşıdı yani.” diye merakla sordum. Hoş uyandırsa fark ederdim.

“Evet ben bile yürümekte zorluk çekerken sanırım bir iki kilometre daha olsa seni taşırdı.” diyerek güldü.

Yanaklarım Ali Bey’in beni taşıdığı görüntüler ile kızarırken aklıma gelenler ile dosyayı kenara koydum. “Bir şey soracağım, o kavga ettiği adam nasıl biriydi. Yani dış görünüşü.”

“Sizin karşınızda oturan göbekli biri vardıya o. Altın dişi ile gülüyordu. Hoş Ali’nin attığı yumruktan sonra altın dişi yere düştü biliyor musun?” diye bir kahkaha patlattı.

Onaylamaz bakışlarımla konuşmaya devam ettim. “İyi de ben masadayken bir sorun yoktu.” Yani sorun vardı ama işi böyle kavgaya götürecek bir durumla karşı karşıya gelsekte durmak zorunda kalmıştık. Ben müdahale edecekken o, o müdahale edecekken ben tutmuştum elini. Elini…sıcak kemikli elini. Başımı sallayıp ciddiyete büründüm.

Gözlerini kaçırdı. “Orasını bilmem. Neyse ben çıkıyorum.” dedi.

“Akşam Ali Bey ve benim arkadaşlarımla Lukka’ya gidiyoruz. Gelmek ister misin?” diye sordum. Gerçi kendi mekanlarıydı. Fatih ile Timuçin ortak işletiyorlardı.

“Haa şu, Ceyda’nın ayarladığı sürpriz mi?” diyerek oturduğu yerden kalktı.

“Evet.” dedim. Demek Timuçin de biliyordu.

“Olmuş bil. Neyse görüşürüz.” diyerek odamdan çıkınca tekrardan işime döndüm. Birkaç kişi ile konuşup davada yardımcı olmaları istesem de ya konuşmak istemiyorlardı ya da telefonlarını açmıyorlardı. Yorgunlukla sandalyemde yaslanarak gözlerimi kapattım. Demek birkaç kilometre daha olsa taşırdı. Dudaklarımda saklı duran gülümseme yüzümün etrafında peyda oldu. Sanırım taşıdığı süre boyunca da gıkımı bile çıkarmadan uyuduğuma göre orada da uyurdum. Aklıma gelenler beni daraltırken dosyaya odaklandım. Evet biraz da diğer bir sıkıntım ile baş başa kaldım.

Bu Ulak Soylu nasıl bir insandı ki girdiği delikten bile insanları korkutuyordu. Başım kazan gibi yoğundu. Düşüncelerim birbiri ardına bağlı şekilde zihnimde gezintideydi. Biri bitiyor biri başlıyordu. Patronumun bu davayı kazanmasını çok istiyordum. Hiç kaybetmemiş olarak avukatlık hayatına devam etmesini istiyordum.

Gözlerimi yorgunlukla açtığımda cam bölmeye doğru baktım. Ali Bey’in de bu tarafta olan bakışları ile karşı karşıya geldim. Gözleri hareketsiz bir halde üzerimdeydi.

Ne zamandır bu tarafa doğru bakıyordu. Gözlerim aramızdaki mesafe olsa da bakışlarının yoğunluğu ile küçüldü. Çalan telefon sesi ile kendime gelerek dalgın bakışlar ile masanın üzerindeki telefonu açtım.

“Efendim Ali Bey?”

“Hazırlan çıkalım.” Gözleri üzerimdeydi. Bu cam bölmeyi neden bu alana yapmışlardı ki. Resmen her hareketim gözler önündeydi. Ya da bilinç altıma gözüm üzerinde mi demek istiyordu? Telefonda olduğunu belirtir sesi ile konuşmaya başladım.

“Ben, arkadaşımla gitsem daha iyi olur.” Bahadır’a söylemiştim. Onunla gidecektim Lukka’ya. Bu düşüncelerimle arabaya binersem yarım saatlik mesafe bana bir asır gibi gelebilirdi. Hoş hep bunu dediğimde biniyordum.

“Gerek yok o bizimle gelsin.” Diye itiraz eden sesi ile sordum.

“Zahmet olmasın.” diye sordum.

“Yok. Olmaz zahmet. Çabuk ol, aşağıda bekliyorum.” diyerek telefonu kapatması ile odadan çıkan patronumu izledim. Umarım gelen kişinin Bahadır olmasından rahatsız olmazdı.

Bilgisayar ekranın da açık olan dosyayı kapattım. Boş odasında gözlerim oturduğu koltuğa kaydı. Güveniyordum işte ilk anlar yorucu geçse de günden güne alışıyordum. Bir yandan da bura da geçirdiğim anları özleyeceğim hissiyatı derinlerime vurmuyor değildi. Buradan ayrılmam çok zor olacaktı.

Ali Bey’in bana verdiği kabanı üzerime geçirdim. Bahadır’a mesaj atıp gelen asansöre bindim. Asansör alt katta durunca içeri Bahadır da bindi.

“Selam Alisss.” diye gülen dostuma yorgun bir tebessüm ettim. “N’aber?” asansörde biraz sohbet edip şirketten çıktık. Hava biraz esiyordu. Gözlerim gökyüzüne kaydı. Kara bulutlar dağılmış böyle yoğun bir andı. Havaya bakılırsa kar yağacaktı.

Dışarıda aracına yaslı, sigarasını içen Ali Bey ile adımlarım sekteye uğradı. Kolumu tutan Bahadır’a doğru baktım. “Dikkatli ol. Zaten güzel olmuşsun, düşersen bak bende kendimi tutamam gülerim ona göre.” diyerek daha düşmeden sırıtmaya başladı. Hayırlı dostuma döndüm. Hep hayırlı dostlar biriktirmiştim vesselam.

“Hain, çekil şuradan. Geçen lokantada düştüğümü unutmadım.” diyerek kolumu kendime çektim. O gün rezilliğim bir kere daha aklıma gelince tekrar utandım. Olur olmadık anlarım beni benden alıp beni bana bırakmıyordu.

“Kız sen onu daha unutmadın mı?” diye sitem eden Bahadır’a baktım. Omzumu silkip gülerek merdivenlerden indim. Aracın yanında bizi bekleyen patronuma döndüm. Ali Bey’in gülüşüme takılan bakışları ile dudaklarım yavaşça aşağıya doğru büküldü. Çok derin bakan gözleri ile yanıma gelen Bahadır’a doğru baktı.

“Bin.” dedi. Mimikleri dahi oynamadan dudaklarını hareket ettirmişti. Kısa ve net. Evet nazik patronumdan ciddi patronuma an itibarı ile terfi etmişti. İkiletmeden araca yaklaştım.

Aracın arka kapısını açacakken bunu görüp uyardı. “Yanıma. Bin.” dedi. Yutkunup aracın etrafından dönerek yan kapıyı açtım. Bahadır da arkaya binince aracı çalıştırıp yol aldık.

“Ali Bey beni hatırladınız mı?” arkadan ön tarafa doğru başını uzatan Bahadır’a baktım.

“Maalesef.” diyen patronum ile gülmemi tuttum. O gün birbirleri ile çarpışmaları tam bir komediydi.

“Kusura bakmayın ama yani sizde öyle aniden karşımda, uzun boyunuzla çıkınca…” dikiz aynasından bakan gözleri ile karşılaşınca “Neyse canım unutalım onu.” dedi. Bu haline gülerek camdan tarafa baktım. Karanlık etrafa yavaştan çöküyordu. Etrafta tek tük insan olsa da biraz trafik vardı.

Aracın içinde çalan müzik sesi ile yollara daldım.

Mekana gelince araçtan inip içeriye doğru geçtik. Bahadır yanıma gelip kolunu omzuma atınca diğer yanımda duran Ali Bey’in gözleri Bahadır’ın omzuma attığı koluna doğru kaydı.

“Yarını yokmuş gibi sarılıyor.” diye kısık sesle mırıldanan Ali Bey’e döndüm.

“Bir şey mi dediniz.” diye patronuma doğru döndüm. Sanki ağzının içinde bir şeyler mırıldanmıştı.

“Evet. dedim.” bileğimden yavaşça çekince Bahadır’ın kolunun altından çıktım. “Buradan daha rahat gidersin, sakar sincap. Düşmezsin.” diyerek beni köşeye aldı. Şaşkınlıkla ona bakarken bana bakmadan yürümeye devam etti.

Bahadır bana bakarken omzumu silkip peşine takıldım. Olur olmadık anlarda kalbim maratona çıktığı için dizlerimi hareket ettirdim.

İçeriden gelen yüksek sesli müzik sesi ile gözlerim kısıldı. Bizimkiler geniş bir masa da toplanmış oturuyorlardı. Sanırım en son biz gelmiştik.

“Aa geldiler.” diyen Gülce’ye ilerleyip kollarımı bedenine sardım. Fatih ile yan yana diz dizelerdi. Onları gördükçe ben daha çok mutlu oluyordum. Şirin çiftim benim ya.

Masada oturanlarda göz gezdirip “Selam” dedim. Boş bir köşeye geçip oturdum. Bir yanıma Bahadır çökerken diğer köşedeki yere de Ali Bey oturdu.

Ceyda ve nişanlısı Oğuzhan Bey de tam karşımızda oturuyordu. onlar bizden önce çıkmışlardı. Bu gece ikisinin gecesi olacağından Ceyda’ya tebessüm ederek göz kırptım. Elini ok işareti ile gösterince her şey yolunda ilerlediğini anladım.

Timuçin elinde içecekleri ile yanımıza geldi. Burayı ikisi işletse de gelmesi iyi olmuştu.

“Alın bakalım gençler,” diyerek patronuma bakıp “ve kendini genç hissedenler.”

S*ktir git.” Ufak bir gülme ile selamlaşıp kendisine içki alan patronumdan bakışlarımı çekip Timuçin’in uzattığı tepsiye baktım. Biraz yoğun içkilerdi.

Elim hafif bir içkiye uzanırken önüme naneli bir soda bırakıldı.

“Sen içme.” diye uyaran sesi ile Ali Bey’e baktım. Bunu bana Gülce dese anlardım da o gün içtiğimde ben bile kendimi kaybetmiştim.

“Neden.” diye gayri ihtiyari sorup kaşlarım çatıldı. Neden içemiyordum. Tekrar bardağa uzanacakken elimden alıp kendisi kafasına dikince gözlerimi kırpıştırdım.

“Ayık ol. Yarın bana lazımsın.” diyerek sodayı yanıma doğru iteledi.

“Sorun olmazdı.” diye mırıldandım.

“İçme… Alisya.”

“Tamam.” Ağzımdan bir anda çıkanlara bende inanamazken konuştuğu ses tonu ile bir anda ağzımdan sözcükler dökülmüştü. Gözlerim Ali Bey’deydi. Ne düşünüyordu içme derken sadece iş için miydi? Yüzünün her bir köşesi yoğun bakışlarımın altında önüme koyduğu sodamdan bir yudum aldım.

“Ya ben sizi gördüm ama hiç tanışma fırsatımız olmadı. Ben Gülce.” diyerek elini uzatan Gülce’ye doğru baktım. Ali Bey öne doğru eğilip elini uzattı. “Ali.” dedi.

“Ali mi?”

“Ali yeterli.”

“yeterli, yani bir tane daha mı isminiz var.” Diye soran Gülce ile Ali Bey’e baktım.

“Evet ama kullanmayı sevmiyor.” diyen Fatih’e baktığımda Gülce’nin omzuna elini attı. Nasıl yeni ikinci bir ismimi vardı. Hiç görmemiştim. Duymamıştım da. Merakla dinlemeye devam ettim.

“Asaf…Ali Asaf.” Kısık sesle mırıldanan patronuma hızla döndüm. Ali Asaf mı? zihnimin ağrıması ile elimi başıma attım. Nasıl yani, sanırım yüksek sesten başıma ağrı girmişti. Elimle başımı ovuşturdum.

Küçük çocuk zihnimin içinde “afass, afass beni bekle.” diye çınlaması ile diğer elimi de başıma sabitledim. Neler oluyordu, zihnimin bir penceresi açılmış gibi bir an anılarımdan kopuk zihnimde yer etti.

Ellerimi başımdan çekip patronuma bakarken onun yeşil gözleri içtiğinden olsa gerek içleri kızarmış bir şekilde bana bakıyordu. çatık kaşları gözlerini gölgelerken ellerim titremeye başlayınca yutkunup ellerimi dizlerimin üzerinde tuttum.

Bu da neyi şimdi?

Gözlerim orman kuyularında dolaşırken zihnimdeki çocuk sesi susmuyordu. Kulağım çınlayınca aniden dolan gözlerim ile bakışlarımı orman kızıllarından çektim.

Bana kızgın bakan gözlerine daha fazla dayanamadım.

Oturduğum yerden kalkıp “Ben bir lavaboya gidiyorum.” diyerek kimsenin bir şey demesini beklemeden hızlı adımlar ile oradan ayrıldım. Kalabalığı yaran adımlarımı güç bela birleştirip lavabodan içeri doğru girdim. Gözümden akan bir damla yaşı silip elime baktım.

Bana ne oluyordu böyle?

Zihnimdeki küçük çocuk susmuyordu.

“Sus, ne oluyor böyle.” Ellerimi başımın kenarlarında tutarken ağrıyan başım ile kapıya iyice yaslandım. Sanki bir dağdım da yıkılan bendim.

Derin nefesler alarak gövdemi rahatlatmaya çalıştım. Dizlerim, ellerim korku ile titriyordu. Vücudum korkuyordu. Avuç içlerimi sıkıp derin bir nefes alarak kapıdan ayrıldım.

Lavaboda ellerimi yıkayıp boynumu serinlettim. Başım kazan gibiydi. Başımın köşesinde sanki bir çan vardı ve düşündükçe çan daha güçlü bir şekilde zihnime vuruyordu. Ellerimi lavabonun kenarlarını sıkarak gözlerimi yumdum. Bu yanılsama değildi. Sanki bir şeyler hatırlıyordum. Parça parça olan anlar bana bir şeyler anlatmak ister gibi zihnimi istila ediyordu. Boynumu tekrar su ile ıslatıp derin bir nefes aldım.

Kendime gelerek lavabodan çıktım. Yüzümdeki solgun bakışlarıma çeki düzen verdim. Bu halimi görmeseler daha iyiydi. Ama gördüklerim zihnimin bana sundukları ile içimde oluşan sorularım da çoğalıyordu.

İçeri tekrar kalabalığın arasından geçerek yerime geçip oturdum. Herkes sohbet içinde farklı konulardan konuşurken patronum kimseye karışmadan içmeye devam ediyordu. Ne olmuştu da bir anda içmeye başlamıştı. Durgun yüzü işlerin yolunda gitmediğini gösterse de belki de normal hali böyleydi. Ya da içmeyi seviyordu sonuçta onu bana gösterdiği ya da gördüğüm şekliyle biliyordum. Ama bu hali benimde durgun olmamı sağladı.

Zihnimdeki ses patronuma baktığımda çınlamaya başlasa da olanlara bir anlam veremeyerek susturmayı denedim.

Bahadır omzuma çarpınca ona döndüm.

“Neyi var? Bir sıkıntısı var gibi.” diyerek patronumu gösterdi. Evet geldiğimizden beri durgun bir haldeydi.

O sıra bizi duyan Timuçin konuya dahil oldu. “İşine bak birader.” dedi düşünceli bir sesle.

Aniden yerinden kalkıp giden patronuma baktım. Ardından Oğuzhan Bey’de yerinden kalktı. Fatih’te oradan “Biraz canı sıkkın. Gelirler birazdan.” diyerek konuya dahil oldu.

Canım… sıkıldı.

Yarım saattir oturduğum yerde gözlerim etrafta dolansa da dalgındım. Sohbeti dinlesem de aklım Ali Bey’de kalmıştı.

İçeri giren Ali ve Oğuzhan Bey ile ellerimi çenemden çektim. Ayakta dikilirken Ceyda Timuçin’e işaret edince ışıklar birden söndü.

Karanlıkta kalmam ile elimi yanımda duran birisinin parmağını tuttum.

İleriden doğum günü pastası gelse de karanlıkta sadece mumun ışıkları yanıyordu. Göğsümü şişirip rahat bir nefes alırken burun deliklerime dolan bilindik koku ile gözlerimi yumdum.

Etrafta iyi ki doğdun şarkısı ile pastayı Oğuzhan Bey ve Ceyda’nın üflemesi ile ışıklar da açılıp etrafı aydınlatmaya başladı.

Bahadır iki eli ile alkışlarken kimin elini tutuğuma bakmak için yan tarafımda duran elin sahibine baktım. Ateşte yanan kavruk ten gibi vücudum sarsıldı.

“Ben affedersin, karanlık olunca…” diyerek usulca patronumun serçe parmağını serbest bıraktım.

Herkesin oturması ile ayakta dikilirken kendime gelerek bende usulca patronuma bakmadan yerime oturdum.

Doğum günü tebriklerini söyleyip sohbete devam ederken Ceyda Oğuzhan Bey’i ayağa kaldırıp pastanın yanına getirdi. Sanırım notu açıklayacaktı.

“Aslına günümüz belli olsa da bir sürprizde benden olsun dedim.” diyerek bıçağı Oğuzhan ile tutup pastayı kestiler. İçinden çıkanları sesli okuyan Ceyda ile durgun olan yüzüm yerini tatlı bir tebessüm aldı.

“Nikah günümüz.” Diyen güzel gülümsemesi ile Oğuzhan Bey’e bakan Ceyda’nın mutlulukla gözleri kısıldı. Biraz daha böyle kalırlarsa ağlamaya hazır olan içimden bir şelale akıp gidecekti.

“Evet.” dedi Ceyda mırıldanıp. Sanırım bunu çok uzun bir zamandır planlıyordu.

“İlk tanıştığımız günün tarihi.” diyen Oğuzhan Bey sıkıca Ceyda’ya sarıldı. O sırada kalkıp mutlulukla tebrik edip Ceyda’ya sarıldım.

“Çok güzel bir sürpriz.” diyerek kulağına fısıldadım. Yerime çökerken yanımdan Bahadır’ın dürtmesi ile ona döndüm.

“Alisim, hazır ortam bu kadar neşeli, şimdi sana bir şey söyleyeceğim ama kızma. Ayık kafayla beni parçalayacağın için şimdi demem daha iyi.” diyerek konuşan Bahadır’a baktım. Etrafta tekrardan müzik çalmaya başlaması ile Bahadır’a doğru eğildim.

“Ne oldu?” diye sordum. Yine bir şeyler yapmıştı. Ali Bey bir bardağı daha bitirirken gözüme çarptı.

“Geçen sen benim odama geldin ya. Bir kız vardı hani.” Diyen Bahadır’ın sesi ile tekrar ona döndüm.

“Ee”

“Eesi işte o biraz kızmış.” Diyerek biraz yanımdan kaydı.

“Nasıl yani neye kızmış, anlamadım.” Kaşlarım bükülürken geçen odasında bastığım kadının neye kızmış olması ile ne diye düşünürken aklıma bir ihtimal geliyordu. Umarım o değildir.

“Bizim sevgili olmamıza.” Diye aniden konuşan Bahadır ile gözlerimi belerttim. Yan tarafımdan sertçe boş bardağın masaya çarpması ile sıçradım.

Gözlerim Ali Bey de olsa da “Ne… şaka mı yapıyorsun, Bahadır.” Diye kızdım. Ne saçmalıyordu bu çocuk.

“Kızma dur hemen celallenme hallettim.” diye gevşekçe konuşmaya devam etti.

“Birkaç kıza seninle benim hakkımda konuşmuş ama hallettim valla bak, hallettim.” dediğinde inanamayarak ona bakıyordum.

“Bahadır. Bak elim ayağım titriyor. Neyi hallettin?” diye konuştum.

“Cidden söylemeyecektim ama duyunca şaşırma diye.”

“Neyi duyunca?” alnımın köşesindeki bir damar, ağrıyan başım ile seğirdi.

“İşte sevgili olduğumuzu.” diye gülünce gözlerimi kapatıp içimden saymaya başladım. Evet eski psikoloğum ne diyordu sakin olmak için önce sayı evet bir say, iki, üç. Gözlerimi açtım. Yok sakin olamıyordum.

Elimi omzuna vurmak için kalktı. Hızla oturduğu yerden kalkınca

“Gel buraya Bahadır.” diye gerilen yüzümle tebessüm ettim. Yanımızdakiler bizi duymasa da bunu duymaları iyi olmazdı. Gebertecektim bu çocuğu. Hiç değişmemişti. Kızgın gözlerle ayakta dikilen Bahadır’a baktım.

“Ama ben kızma dedim sana hallettim işte.”

Bende oturduğum yerden kalktım. “Ya neyi hallettin çıldırtma beni. Neden insanlara sevgili olduğumuzu söylüyorsun?” diye sesimi yükseltince o sıra da mekânda müzik değişirken sessizliğin azizliğine uğrayıp sesim etrafta yankılandı. Ağzım açık sesim kulaklarıma gelirken etraftan birkaç kişinin yüzü bana doğru çevrildi. Elimi alnıma atıp öldüreceğim seni Bahadır diyen gözlerim kısıldı.

“Neee siz sevgili misiniz?” diyen Ceyda ile masa da oturanlar da ayakta dikilen bize döndüler. Herkes şaşkınlıkla bize bakarken sadece Gülce ile Ali Bey şakın değildi.

Gülce bizim bu halimize gülerken Ali Bey gözlerini bir noktaya dikmiş duruyordu. Allah'ım neden ben. Dudaklarımı birbirine bastırıp durdum.

“Evet.” diyen Bahadır ile sesimi yükselttim.

“HAYIR.” diyerek karşı gelip kızdım. Bir elime geçireyim ne yapacaktım görecekti. Yanaklarım yanarken kaşlarımı çattım.

“Nasıl yani evet mi hayır mı?” diyen Ceyda ile panikle konuştum.

“Tabi ki hayır. Yok öyle bir şey.” diyerek konuşmaya devam ettim. Resmen iki dakika da sevgili ilan edilmiştim. Kendimi açıklayacağım diye göbeğim çatladı.

“Aşk olsun Alisss ben sevilmeyecek bir insan mıyım?” diye yanıma rahatça geçip oturan Bahadır’a döndüm. Dişlerimi sıkıp kaşlarımı çattım.

“Bahadır.” diye dişlerimin arasında konuştum.

Kolumdan tutup çekilmem ile tekrar kalktığım yere oturdum. “Tamam tamam ya şaka yaptım. Biraz durgun gibiydin iyi gelir eğlenirsin dedim.” diye omzuma vuran Bahadır’a baktım.

“Varya şu an mutluluktan uçuyorum biliyor musun?” diye ağrıyan başıma elimi sürttüm. Bizim bu halimize gülerlerken Ceyda duydukları ile rahatlayan yüz ifadesi gözler önüne serildi.

“Demiştim sana bak şimdiden iyi geldi.” diyerek elime içecek bir şey tutuşturdu.

“Dik kafana.” Elindeki bardağını bardağıma vurup içerken gülerek yanıma doğru baktığımda boşluk ile karşılaştım. Nereye gitmişti ki.

Bahadır’ın yanında oturan Gülce de bu halimize gülüp Bahadır’ın ensesine vurdu.

Etrafıma bakınırken Ali Bey’i bar taburelerinde içerken gördüm. Burada içtikleri yetmemişti ya da yalnız kalmak için gitmişti. Geçen benim oturduğum yerde içiyordu. Zaten geldiğimizden beri durgun hali hiç iç açıcı değildi. Yanına gitsem mi acaba. Nasıl olduğunu sorsam belki anlatırdı. Yüzünde gezinen bakışlarım fazla düşünceliydi.

Demek adı Ali Asaftı. Ne kadar güzeldi. Ali Asaf. Ali. Asaf. Bence ikisini söylemek daha güzeldi. Hep ismini söylememi istiyordu. Belki bugün vakti olabilirdi. Bey. Bey yoktu. Ali Asaf diyecektim. Evet Ali Asaf. Karnım gerginlikle şişti. Hiç böyle heyecandan gerilmemiştim.

“Alisya.”

“Hı.”

“Ne düşünüyorsun?” diye soran Gülce’ye döndüm. Baktığım yeri görse de bir şey söylemedi.

“Tabi ki beni.” diye gülen, ne ara karşıda oturmaya gittiğini anlamadığım Bahadır’a baktım.

Arkamda duran küçük yastığı ona doğru fırlatsam da hava da yakalayıp arkasına yaslandı.

“Bak bu da kanıtıydı.” diyerek gülen Bahadır’a dönmedim bile. İçip içip bana sarmıştı. Kesin bir kızdan ayrılmıştı. Canı yansa da gülerek bunu atlatmaya çalışıyordu. Çünkü her kızdan ekilince böyle çocuklaşıyordu.

Gülce’ye dönüp “Sence sorsam mı? İyi görünmüyor?” diye fikrini almak istedim.

“Eğer için rahat edecekse git konuş. Sonuçta patronun bence bir şey olmaz.”

“Değil mi? ben gideyim bir o zaman.” diyerek hızla yerimden kalktım.

“Git.” dedi gülerek.

“Tamam.” Tebessüm edip ellerimi kavuşturdum.

“Alisya.” Diyen sesi ile gidecekken tekrar Gülce’ye döndüm.

“Efendim.” dedim parmağım dudağımı dişlerken. Stresten karnımın içinde kramplar savaş halindeydi. Birbirileri tekme tokat girişip karnımın içini bir hoş ediyorlardı.

Bir gözüm Ali Asaf’taydı.

Elindeki kristal bardağın içinde kalan içkiye bakarken dalgın gözlerle seyrediyordu. Karnım içindeki yumru fokurdadı.

Kendimi çok tuhaf, işin içinden çıkılmaz bir halde hissediyordum. Sadece ismiydi. Ama bedenim ayakta olsa da zihnim, kırk kere mekânı turlamıştı. Zihnime gelen isminin tınısı çok…çok değişik hissettiriyordu. Kalbim göğsümün içinde harlanırken adım atmamla biraz daha yandı.

“Yok bir şey hadi git sen.” dedi Gülce sonunda.

Tekrar arkamı döndüm. Biraz daha adım atıp ortada dans edenlere çarpmadan geçmeye gayret ettim. Beni görmüyordu. Elindeki kristal bardağa bakıyordu. yanına bir kadın gelince adımlarım kalabalığın arasında asılı kaldı. Gözlerim kadında dolaşırken Ali Asaf’a baktım. Zihnimde adı çanlarla çalınırken kendimi adına hazırlıyordum.

Kadın ayakta dikilerek bir şeyler dese de Ali Asaf hiç onu duymuyormuş gibi elindeki bardağa bakıyordu. ayakta dikilirken ne ileri gittim ne de geri sadece ortada duruyordum.

Kadın sonunda alamadığı cevap ile yanından ayrılınca gözlerimi kırpıştırdım. Arkama oturduğumuz yerdekilere baktığımda kendi hallerinde takıldıklarını gördüm. Önüme dönüp adımlamaya devam ettim.

Birkaç tane daha içerken kalbim, kalbimin köşesinde ağrıdı. Yanlış bir şey yapmayacaktım. Sadece konuşacaktım. Normal bir şekilde sadece konuşacaktım.

Ellerim yanan yanaklarıma çıktı. Bana ne oluyordu böyle ya. Her zamanki, yutkundum. Ali Bey yani Ali Asaf’tı işte. Peki, şimdi dört bir tarafımdan denizin ortasında kuşatılmış gibi yanmam niyeydi?

Sonunda yanına doğru geldim. Yanındaki boş bir tabureye çekip titreyen dizlerim ile oturdum.

Bana bakmıyordu. Yeşilleri konuşmadan bardağın yansımasında geziniyordu. “Bence çok içtiniz.” diyerek sonunda konuştum. Gözlerini, sesimi duyması ile bardaktan kaldırdı.

Gözlerinin beyazı kızarmıştı. Beni görmesi sanki hoşuna gitmemişti. “Neden? Neden yanımdasın gitsene. Sevgilinin, arkadaşlarının yanına.” diyerek bir yudum daha içkisinden aldı.

“İyi misiniz?” dedim dediklerine cevap vermezken.

“Git.”

“İyi misin?” diye sorumu tekrarladım. İyi görünmüyordu. Ama bazen insana sormamız gerekirdi. Ses tonu bile, bir bakışında iyi olmadığı anlaşılıyor olsa da kendisinin konuşmasını istedim. Belki böylece içindeki üzüntüyü az da olsa azaltabilirdim.

“Neden iyi olmayım. Çok iyiyim.” diyerek bardağın içindeki son damlaları da kafasına dikti.

“Benden bu kadar. Gece bitti ama bende bittim.” diyerek oturduğu yerden kalktı. Dediklerinden hiçbir şey anlamazken üzgün bakışlarımla kendisine bakıyordum. Ardından arkasını dönüp hiçbir şey söylemeden gitti.

Yanımdan ayrılırken gitmesi ile üşüyen vücuduma biraz müsaade ettim. Sanki her bir uzvum buz kesmişti. Mekandan çıkan Ali Asaf’ın gittiği yöne doğru baktım. Vücudum titrerken başımı salladım. Kabanımı bile almadan telefonumu, masanın üzerinden alıp peşinden adımlamaya başladım. Fazla uzaklaşmış olamazdı.

Dışarı çıkarken sağa sola bakınıp nereye gittiğine baktım.

İleri de sokağa çıkmış savsak adımlarla yürüyordu. Kederim yüzüme yansırken o yöne döndüm. Biraz daha hızlı adımlar atıp bende ardından yola çıkıp sokağın ortasında durdum.

Karanlık sokakta, sadece sokak lambaları aydınlatan yolda önümde biraz uzağımda olan Ali Asaf’a baktım. Derin bir nefes ile göğüs kafesimi şişirip dudaklarımı araladım.

“Ali Asaf…” derin bir yutkunma boğazıma yumru gibi oturdu. Sadece bilmiyorum bana bakmasını istedim o an. Ali Asaf ilk defa ismiyle sesleniyordum. Dışımdan ilk defa, dudaklarımın arasından çıkmıştı. Değişik hissettirmişti.

Önden ilerleyen Ali Asaf’ın adımları seslenmem ile durdu. Yönünü bana doğru çevirirken birkaç adım daha attım. Kalbim yüreğimden akıp gitti.

Derinden gelen bir sesle “Yapma…” diyerek derin bir nefes aldı. Yüzünde bariz bir mutsuzluk peyda olmuştu.

Anlamlandıramayıp “Neyi yapmayım.” diye sordum. Yüzünden düşen bin parçaydı. Kırıklarını toplamasına yardım etmek için anlamaya çalışıyordum. Ördüğü duvardan ısrarla beni geri itiyordu.

“Bana böyle seslenme.” diye kısık sesle mırıldandı.

“Anlamadım nasıl seslenmeyim.” dediğimde kaşlarını çattı. Sanki sesime tahammülü yokmuş gibiydi. Birkaç adımda o attı. Artık karşılıklı birbirimize bakarken yorgun gözlerimi kan çanağı olmuş gözlerine çektim.

“Alık mısın? Bir defa da anlamıyor musun?” diyerek sesini yükseltince kaşlarım istemsiz çatılmıştı. Bir adım geriye çekildiğimi görünce kaşları daha da belirginleşti.

“Ne diyorsun sen ya?” diyerek birbirimizle bakışmamız sürdü. Cidden sorunu neydi.

Sustu sanki gözlerşyle anlayım diye uzun bir süre irislerimde gezindi. Konuşmaya sonun da karar vermiş olacak ki, “İki ismimi kullanma bundan hoşlanmıyorum.” dedi.

“İyi de senin ismin Ali Asaf değil mi?” diye sorma ihtiyacı duydum, yanlış mı duymuştum acaba.

“Yapma dedim sana!” diye sesini yükseltince bir adım daha geriye kaçtım. Bunu görse de başını yana çevirip dişlerini sıkarak “Ali kafi” dedi.

Sesinin tonunu düşürüp sanki duymamı istemez gibi “Sana kafi.” dese de kulaklarım bu iki kelimeyi duymuştu. İstemsizce kalp odacığımın penceresine taş atılıp kırılmış gibi hissederken adımlarım duraksadı. O an yüzüne dönüp baktım. Ciddi mi diye ama gözleri, ahh o yeşil gözleri neden bu kadar hırçın bakıyordu. Madem seslenmemi istemiyordu. Bende bundan sonra seslenmezdim. Demek ki ikinci ismini sevmiyordu. Tabi, olabilirdi. Genzime dikenli bir tel çevrilip boğazımı sıktı.

Kısık bir sesle “Peki tamam.” biraz daha sesimi yükselttim. “Bundan sonra benim için Ali’sin,” gözlerinin içine baktım. “Sadece Ali.” dediğimde gözlerinde değişen bakışını anbean fark ettim.

Donuk bakan gözleri filizlenmişti sanki. Yine ne demiştim. İstediğini yapmıştım işte. Ona adıyla pardon ilk adıyla seslenmiştim. Peki neden şimdi bana kırgın gözlerle bakıyordu, anlamıyordum. Ama bunu şimdi düşünmeyecektim. Bir diğer beni rahatsız eden konuyu dile getirdim.

Sesimin sakin çıkmasına özen gösterdim. Yoksa boğazımda ki yumru ile nedenlerin ardından ırmaklarımı boşaltacaktım. Kendimi sıkıp konuşmaya başladım. “Bir daha, bana bir şey söylerken bağırmazsan sevinirim. Bir dahakine bu kadar sakin karşılamam…Ali.” diyerek yanından geçip ayrıldım. Omzum omzunun kenarına sürtse de yürümeye devam etim.

Arkama bakmadan çekip gitsem de sanki gözlerinin yolunu, sırtımda hisseder gibi bir yanma ile içeri girdim. Birisi sizi izlerken bir his olurduya hah işte öyle bir histi. Canımı yakan bir histi. Yüzümden düşen bin parça içeri girerken bir nebze yüzümü düzeltip sahte bir tebessüm yüzüme yerleştirdim. Gözlerimin kenarları yanıyordu.

Masa da Ceyda ile Oğuzhan oturuyordu. Bahadır ise uyuyakalmıştı. Çantamı ve kabanı alarak usulca yanlarından ayrıldım.

Kimseye haber vermeden gidersem arayacaklarını bildiğimden Gülce’ye mesaj çekip dışarıya çıktım. Gözlerim adımlarımı takip ederken ilk gördüğüm bir taksiye binip evin adresini vererek pencereyi açtım. Oturduğum yerde gövdem sıkılırken derin bir nefes aldım.

Gözlerimin ardı sızladı.

Pencerem taşlanmıştı. Patronum olsa da bugün neden böyle olduğu hakkında hiçbir fikir üretemiyordum. İyiydi yani sabah iyiydi. gözlerimi yukarı doğru kaldırıp soğuk rüzgârı hissetmeye çalıştım.

Evin olduğu sokağa girerken çantamdan parayı ayarlayıp vererek araçtan indim. Dalgın adımlarım ile eve doğru yürürken ileriden gelen bir kişi ile gözlerimi kırpıştırdım. Karanlıktan yürüyerek gelen kişiyi tanıyordum.

“Abi” diye özlemle mırıldandım. Gözlerimin yuvasında, artık tutunacak bir dalı olmayan irili ufaklı yaşlar, birbiri ardına dökülmeye başladı.

Birkaç adım atıp gelen abime doğru düşünce denizimde bir yaş daha aktı.

“Gel buraya.” diye özlemle konuşan abime koşarak açtığı kollarının arasına girip sarıldım.

“Seni çok özledim. İyiki geldin İyiki.” Gözlerimdeki yanma beni terk etmezken boynuna sımsıkı sarıldım.

“Hey bıcırık, sakin ol. Bu kadar ağla diye gelmedim.” diye ellerini çekse de tekrardan sarıldım. Omzumu silktim. Hiç haber vermese de bir yanım üzgünken bir yanım özlemle zehir zemberek yandı.

“Sana şöbiyet getirdim.” diyerek beni koltuğunun altına aldı. Ağlamaklı halime nazaran gülümsedim. Dudaklarım titrerken elimi beline atıp gövdemi yasladım. Kendi limanımın içinde bir dolu denizin boşluğunda kavruluyordum.

Eve doğru yürürken ardımda gizlerin saklandığı karanlık köşe de beni izleyen bir çift yeşil yosun gözlerin elası karaydı. Gizler saklı kalmazdı, saklı olan da giz olmazdı…

….

Veeee bölüm sonu umut ışıklarımmmm. Bölümü nasıl buldunuz?

Bu hafta benim için çok yorucu geçti. Ruhsal olarak yorgun olsam da tekrardan burada olmak iyi hissettirdi. Beğeni ve yorumlarınızı merakla bekliyorum. Siz değerli umut ışıklarıma kucak dolusu sevgiler. Diğer bölüm gelene kadar sevgilerle. Ayrıca youtube de Lavantaokuryazar ‘a güzel editlerinden dolayı çok teşekkür ederim. İyiki varsınız.

Şimdilik görüşürüz.

Hoşçakalınnnnn.

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 04.02.2025 12:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...