15. Bölüm

14.Bölüm: Yanan Bal Köpüğü

Safinaz S.
umudundaparlayanla

Selammm nasılsınız umut ışıklarımmm? Bugün keyifleriniz nasıl, umarım iyi bir gün geçiriyorsunuzdur. Beğeni ve yorumlarınızı merakla bekliyorum. Bu bölüm biraz üzüleceğiz. Kendinizi hazırlayın canlar.

O zamannn bölüm sizindir…

Keyifli okumalarr.😊

Bölüm içi şarkılar:

. Sezen Aksu - Tükeneceğiz (Official Audio)

. Sezen Aksu - Unut | Kolay Olmayacak (Official Audio).

. Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını Çeken Bilir Ayrılığın Derdini - Nezahat Bayram.

. Ender Balkır - Ruhumda Sızı.

. Edip Akbayram Hasretinle Yandı Gönlüm. ( bu şarkıyı medyaya koydum.)

. Kıraç Taş Duvarlar.

. Zerrin Özer - Şimdi Hayallerdesin (Official Video) ( Buda bonus şarkı)

14. BÖLÜM: YANAN BAL KÖPÜĞÜ

“Bana kırgın baktığın her an, tükeneceğim. Tükenip yok olacağım.”

Ali Asaf ARIKAN😉

Alisya’nın taksiye binmesi ile aracı hızla çalıştırdım. Her şeyi mahvettiğim gibi onu kırdığımı bana bakan bakışlarında gördüm.

Ali Asaf derken bütün iliklerime kadar titredim. Ali demeliydi bana. Ali demeliydi ki ben bu geçmişi hatırlamalıydım. Hoş zihnimin her köşesinde dönen hatıralarım, buna izin vermiyordu.

Geçmiş hiçbir zaman geri gelmiyordu, geçip gidiyordu. Ama zihnimde her daim kanlı ve canlı duruyordu.

O gün bugündü.

Bu gece yine adresim belliydi. Orada olacaktım. Her sene yaptığım gibi gideceğim adresim bir tanemin yanıydı. Onu bekletmemeliydim. Beni bekliyordu, soğuk karanlıkta beni bekliyordu. Bu gece yine beni bekliyordu. Onunla geçirdiğim yıllar ise hiçbir zaman geçmiyordu.

Geçemezdi, ruhumu tamamlayan anılarım kedere bürünse de bu gece yanında olmalıydım. Yine ona en sevdiği çiçeklerden alacaktım.

Zambaklara bayılırdı o zamanlarda bayılıyordu. Düşündüğüm aklımdan çıkmayan anları düşlerimde her canlandığın da yüzümde acı bir gülüş peyda oluyordu. Tebessüm ettim. Çiçekleri aldığında yüzünün aldığı mutluluğunu hayal ettim. Gözlerimin önüne gelen yeşillerinin kenarları mutlulukla kıvrıldı.

Dalgın bakışlarım kızardı. İleride bir alana geçtim. Aracı kenara park edip beklemeye başladım. Ayık kafayla ağrıyan başımı artık hissetmiyordum. Tek odak noktam şu an taksiden inen Alisya’ydı.

Taksiden inip eve girmesini bekledim. Şu an yanına gitsem bile benimle konuşmayacaktı. Yüzü asıktı karanlığın döşenmiş olduğu sokakta bile yüzünü seçiyordum. Ezbere bildiğim yüzünün her köşesi şu an yorgun bakıyordu. Şu an böyle olması çok saçmaydı, madem beni sildiyse neden durgundu? Mutlu olması gerekiyordu.

Beni bıraktığı için mutlu olmalıydı üzgün değil.

Eve giden bakışları ileriden gelen bir gölge ile o tarafa döndü. Kimdi o? Zarar verir düşüncesi ile araçtan inip gelen kişiyi seçtim. Kısık gözlerim gelen kişiyi seçti.

Bu Aytekin’di. Demek dönmüştü.

Sarılmaları ile adımlarım geriye doğru döndü. Artık güvendeydi bana gerek yoktu. Kimse ona zarar veremezdi zaten benden başka.

Araca binip tekrar yola koyuldum. Artık adresim belliydi. Trafik ışıkların yanması ile ani bir fren ile durdum. Avuçlarımı sıkıp direksiyona bir tane geçirdim.

“Sakin ol, gideceksin ve sakinleşeceksin.” Başım direksiyonda kalırken korna sesi ile aldırış etmeden sakinleşmeye çalıştım.

Direksiyona tekrar bir tane daha geçirdim. “Allah kahretsin.” Avuç içlerimi sıktım.

Titreyen ellerim sadece bu anlarda baş gösteriyordu. Aldırış etmeden sürmeye devam ettim. Her zaman açık olan çiçekçiye döndüm.

Sahil kenarında park ettiğim araçtan inip bir yudum daha içtim. Ayık kafayla bugünü geçiremezdim.

Açık olan çiçekçiden içeriye girdim.

“Hoş geldiniz,” beni görmesi ile gülümsemesi bir oldu. “Aa Ali oğlum, sen misin?” diyen Gül teyzeye baktım. Oğlum ne kadar çabuk ağzından dökülmüştü. Hep buradan aldığım için beni tanıyordu. Çünkü en güzel çiçekler buradaydı.

“Evet, Gül abla yine benim.” diye burukça yüzüne doğru baktım.

“Zambak almaya geldin değil mi?” diye sorsa da biliyordu. Zaten sadece bunun için geliyordum.

“Evet” gözlerim zambaklarda gezindi. “En güzellerinden olsun, çok sever zambakları.” diye zambaklara bakarken gülümsedim. Zambakları her zaman sevmişti. Onun gibi narin bir çiçeğe zambaklar bile azdı.

Gül Teyze ileride ki çiçekleri gösterse de bakışlarım dalgındı. “Hemen hazırlarım, bak bunlar yeni geldi istersen bunlardan da koyayım.”

“Olur.” diye kısık sesimi ben bile zor duydum. Yumru boğazımda yer edinse de gözlerim gece karasıydı. Bugün o evi başlarına yıkmıyorsam kendime verdiğim sözdendi. Zamanı vardı her şeyin bir anı olduğu gibi bununda bir zamanı vardı.

Hazırladığı zambak buketini uzattı.

“Al bakalım.”

Uzattığı zambaklara baktım. “Her sene hiç şaşmadan gelip aldığın çiçekleri, götürdüğün kadını çok merak ediyorum doğrusu. Güzel mi hım?” diye sordu.

“Çok güzel bir kadın,” diye konuşmaya çalıştım. Yüzü gözümün önüne serildi. Yeşil gözleri her zaman mutlulukla bakardı şimdide bana gülümsüyordu. Dolan gözlerim daha da kızarsa da aldırmadım. Yumru boğazımda kor geziyordu. “Hayatımda görüp göreceğim en güzel kadın olur kendisi.” diye tamamladım. Artık gitmeliydim geç kalıyordum.

“Çok şanslı senin gibi birine sahip olduğu için.” diye gülümsese de karşı çıktım.

“Hayır ben değil o, ben kederim. Gittiğim her yere şansızlığı götürürüm. O şanslı ve hep öyle kalacak.” dedim kararlılıkla.

Yüzümde gezinen bakışları dediklerimi anlamasa da baktı. Artık gülümsemesinde hüzün vardı.

Ücreti ödeyip çiçeği usulca yanıma yerleştirdim. Zarar gelmemeliydi. Araç yolda ilerlerken vakit karanlığa büründü. Gece on ikiye yaklaşıyordu. Yollar akıp gitse de gözlerimin önüne gelen kırgın bakışlar ile aracı yolun kenarına tekrardan çektim.

“Ali Asaf değilim artık, o gün o Ali Asaf’ta öldü. Unuttun ve öldü. Ali’yim artık, sadece Ali.” Kırgın bakışları dediklerimi anlamadığını gösterse de kırgın bakmamalıydı.

Gerçi böyle onun için daha olay olacaktı.

Aracı tekrar çalıştırıp bildiğim yoldan dönerek toprak yola saptım. Uzun bir yokuş sonrası her sene geldiğim alana vardım. Çiçeği yanımdan alıp bir elimde usulca tutarken titreyen ellerim yine kendini belli etti. İçkimi iç cebime atıp radyoyu da yanıma aldım. Ona en sevdiği müziği açacaktım. Birkaç adım atıp geniş ıssız sokakta cılız yanan sokak lambasının altında karşıya baktım.

Karakuyu mezarlığı tabelası ile artık karşı karşıyaydım.

“Geldim yine geldim. Her zaman geleceğim.” Kısık sesim karanlıkta sessizliğin ardına karıştı.

İlerleyen adımlarım savsaklasa da geldim. Mezarlık sessizdi, adımlarımı güçlükle atmaya gayret ettim. İnsanlar mezarlıktan korkardı ama bilmezlerdi ki mezarlık değil asıl korkması gereken insanlar yer yüzündeydi. Gördüklerim ile adımlarım savsaklayıp durdu.

Nil ARIKAN

Mezarlık taşında yazan isimle dudaklarımın kenarları titredi. Ceketimin önünü ilikledim. Beni böyle pasaklı görmemeliydi. Ağzımı açtım. Konuşmayı denedim. Sesim sanki kesilmiş soluğuma karışmıştı.

Güçlükle dudaklarımı tekrar araladım. “Geldim… geldim bir tanem, ben geldim.” kısık sesim boğazımı tahriş ederek çıktı. Bana hep bir tanem dediğinden ona böyle seslenmek hoşuma gidiyordu. Sanki her söylediğimde kulağıma sesi ilişiyordu. İşte o zamanlar hep benimle oluyordu.

Titreyen ellerimle kollarımın arasında sıkı sıkı tuttuğum çiçekleri gösterdim. “Hem bak sana yine en sevdiğin zambaklardan aldım.” dedim burukça. Kalbim göğsüme ağırdı.

Adımlarım mezarlığın ucuna gelerek oturdum.

“Gül abla, yeni gelen zambaklardan da ekledi. Umarım seversin.” Ellerimdeki zambakları yavaşça paketinden çıkartıp tek tek açtığım toprakların aralarına ektim. Bir bir toprakların içine zambakları ekerken konuşmaya devam ettim. Sesimi duyarsa mutlu olurdu.

“Eğer sevdiysen çiçekler solmasın ama sevmezsen de sorun değil ben yine getiririm. Lütfen sev.” İç cebimdeki ağır içkimden bir yudum aldım. Elimdeki içki şişesine baktım.

“Kesin kızıyorsun, içme diyorsun ama zihnim bugün bana çok ağır be anne.” Bir yudum daha mideme indirdim. Yüzüm buruşsa da toprakta ellerimi gezdirdim. “Zor, bugün diğer günlerden daha zor be annem. Sanki gece hiç gündüze dönmeyecek gibi, geçmişe dönsem hiç sabah olmasını istemezdim şimdi ise bugün hiç sabah olmayacak gibi benim güzel bir tanem.”

Bir zambak daha iliştirdim nemli toprağa.

“O gün benden ayrıldığın an hiç aklımdan çıkmıyor biliyor musun anne? Artık soru soru sorsam da alamadığım cevaplar beni daha çok üzüyor annem. Benim güzel annem.” Toprağı hafif nemliydi. Gözlerim gece karanlığında daha da yandı.

“Yokluğun çok koyuyor ama sana yapılanlar işte en çok beni o bitiriyor. Biliyor musun? Utanmadan karşıma anlaşma yapmaya çıktılar. Hem de ben hiç uğraşmadan. Çok şaşırsam da bugün olduğu gibi o günde kendimi tuttum. Biliyor musun? O gün gelmedi, ben belki gelir dedim ama o, o gün orada yoktu.” Gözümden akan yaşı sildim. Annem ağladığımı görmemeliydi, üzülsün istemiyordum.

“Beni hatırlamıyor, sanki zihninde hiç var olmamışım, gün gün anılarından silinmişim gibi beni hatırlamıyor. Çoktan unutmuş beni. Ya da artık umursamıyor. O gün yaşandı ve bitti. Artık yollarımız ayrıldı.” Bir zambakta mezar taşının yanına ektim. “Onun kestane şekeri sevdiğini bilmeme rağmen bu zamana kadar yiyemediğimi bilmiyor, unutmuş. Önce benden vazgeçmiş…oysa ilk kestane şekerini ona ben almıştım.”

“Hatta bir anı var o da zihnimde.” Gözümün önüne gelenler ile iç çektim. Geçmiş hiçbir zaman geçmiyordu.

“Afas afas, kestane çekeri” diyen küçüklüğü gözlerimin önüne serildi. Saçlarını annesi iki yandan bağlamış üzerine çok sevdiği mor kurdelelerden takmıştı. Tokanın birisi mor birisi pembeydi. Kesin ikisini de takmak istemişti.

İnatçı bal.

“Evet sana aldım bal.” dedim.

“Benim için.” diyerek ela gözlerini belertti.

“Evet senin için al bakalım.” diyerek paketten bir tane kestane şekeri alıp ağzına doğru uzattım.

“Çok lezzetti.” Biraz ısırsa bile yanakları hemen şişmişti. Tombuldu yanakları.

“Evet ama hep ağzına yüzüne bulatırdın, pasaklı mısın sen.” diyerek elimin içi ile dudaklarının, yanaklarının kenarlarını sildim.

“Hayır hiçte bile.” diye ellerini birleştirip surat astı. Pasaklı bal.

“Hiçte kabul etmez, hem sakar hem pasaklı.” Diyerek gülerek yanaklarındaki kırıntıları temizledim.

“Hayıll dedim ya hayırr” diyerek sesini yükseltse de silmeme izin verdi.

“Pasaklı.”

“Afas bak giderim.” diyerek dudakları büzüşünce ağlamasından korktum.

“Tamam tamam senin dediğin olsun bal, gitme.” Diyerek tedirginlikle baktım. Gitmesindi.

“Yok gitmem şakacıktan dedim” minik ellerinin birleştirip gözüme yaklaştırdı. “Şakacıktan.” diyerek minik ayaklarının üzerinde yükselip elleri omuzlarıma tutundu. Elaları daha da yakındı. Cam gibi parlıyordu. Yanağıma küçük bir buse kondurup konuştu. “Seni bırakmam ben.”

Yakın olan elaları ile minik kalbim öttü. Yanaklarım yanıyordu bu normal miydi?

Yakın elalarına daha fazla bakamadım. “Ya bal bütün yanağım kestane oldu.”

Hiii işte şimdi sende paskalı oldun. Bırakamazsın beni.” diyerek koşmaya başlasa da peşinde gülerek koşturan küçüklüğüm mutluydu.

Bırakmazdı beni değil mi?

“Bende öyle düşünmüştüm taki o güne kadar ne acı.” Diyerek bir zambak daha ektim toprağa.

“Ne acı ben onu her an, her saniye zihnimde taşırken, hatırlarken beni bu kadar kolay silmesi ne acı. İlk tanıştığımız da yüzüne baktım biliyor musun? Beni tanıyacak ve kaçacak diye emindim kaçacaktı. O ne yaptı biliyor musun benim güzel annem. Tanımadı, yıllar geçse de ben onun gözlerinden tanıdım ama o beni bir an olsun tanımadı.”

Zambaklarım azalıyordu.

“Sonra dedim belki adımdan tanır ama beni en çok o şaşırttı biliyor musun annem? Beni gerçekten silmiş. Bir şüphem vardı küçüktü. Ama ben onu hatırlarken onun beni silmesi… Ben onlarla karşılaşacağım her anı planlarken beni silmesi bunu kendine nasıl yaptı.”

Elimde kalan son iki tane zambağa baktım. Onlara da yer ayarlamalıydım. “Geçmiş artık çok karanlık ben bile aydınlatamıyorum. Ailesi hele kendisi…” gözümün önüne gelen elaları kırgındı. Bu ilk kıracağım an olmayacaktı ama kırgın bakan gözleri içimi delip geçiyordu. Gözümden akan bir damla yaşı savuşturdum.

Toprakta gezinen ellerimle toprağı avuçladım.

“Ama onların yanına bu yapılanları bırakmayacağım. Üzülen üzülecek…ben de dahil. Huzurla uyuman için her şeyi yapacağım benim güzel annem. Benim bir tanem her şey senin için. Senin için bu davamı kazanacağım.”

Son zambakları da ekip boş bir alan yarattım.

Mezarın üstüne doğru kenarına kıvrılıp uzandım. Bacaklarım kendiliğinde kıvrıldı. Radyodan annemin en sevdiği Edip Akbayram Hasretinle Yandı Gönlüm kasetini radyoya yerleştirip usulca başımı koluma yasladım.

“Yine uyutur musun? beni güvenli kollarında. Bu gece çok üşüyorum annem, beni sıcak kollarınla ısıtır mısın?”

Alisya AKMAN

“Sana şöbiyet getirdim.” diyerek beni koltuğunun altına alan abime hüzünle baktım. Ağlamaklı halime nazaran gülümsedim. Gece karanlığında bakışlarım durgundu. Dudaklarım titrerken elimi beline atıp gövdemi sıcak göğsüne yasladım. Kendi limanımın içinde bir dolu denizin boşluğunda kavruluyordum. Yanıyor ama sönemiyordum.

Eve doğru yürürken ardımda gizlerin saklandığı karanlık köşe de beni izleyen bir çift yeşil yosun gözlerin elası karaydı. Gizler saklı kalmazdı, saklı olan da giz olmazdı…

yürürken güvenli limanıma daha da tutundum.

İçeri güvenliğin yanından geçerken Yakup abinin yanında dikilen Ufuk abi önümüze geçti. Adımlarımız dururken Ufuk abi konuştu.

“Alisya Hanım” diye seslenen Ufuk abiye baktım.

“Evet ne oldu?” diye gözlerimdeki yaşı sildim. Yaşlarım artık yaşımdan yorgundu.

“Efendim siz ne zaman çıktınız?” diye sorması ile abimin kolunun altından çıktım.

“Bu sabah, sanırım siz görmediniz.” diye tedirginlikten hızlıca konuştum. Dün gece çıksam da sabah güvenliğin soracağını hesaba katmamıştım. Umarım sorun olmazdı.

“Ne oluyor Ufuk?” diye konuşan abim güvenlikçi abinin yanına yaklaştı.

“Aytekin Bey efendim hoş geldiniz. Alisya hanımı bugün dışarı çıkarken görmedim, o yüzden efendim.” Diye sorsa da gözleri şüpheli bir şekilde üzerimdeydi.

“Yok ben çıktım, sanırım siz görmediniz” diye konuşsam da Ufuk abinin gözleri şüpheyle bakmaya devam etti.

“Ufuk sen yanımdan ayrılırken Alisya Hanım çıktı ben buradaydım.” diyen Yakup abiye döndüm. Şaşkınlığım belli olsa da içimde tuttum. Yakup abi benim için yalan söylüyordu.

“Değil mi, Alisya Hanım? öyle oldu.” diye devam etmesi ile dudaklarımı araladım.

“Evet, evet öyle oldu.” diyerek hızla başımı aşağı yukarı sallayıp onayladım.

“Sorun çözüldüğüne göre bize müsaade Ufuk.” Abim tekrardan beni kolunun altına alıp yürütmesi ile kolunun altına iyice yerleştim.

“Affedersiniz efendim buyurun.” Demesi ile içeri geçtik.

“Dedemin adamları sanırım kaçık.” diyen sesine tebessüm ettim.

Kalbim zaten akşamdan beri yerinde durmazken bir yalanın daha altında yükü ile ezildim.

Ardımdan Yakup abiye bakıp başımı hafiften salladım. Teşekkürümü kabul edip tebessüm ederek önüne döndü. Ufuk abi şüphelenmişti. Umarım kameralara bakmak gibi bir seçeneği seçmezdi. O zaman hem benim yalanım hem de benim için yalan söyleyen Yakup abinin yalanı ortaya çıkar başımız yanardı. Yürürken düşüneceğim bir neden daha ekledim. Hiç nedenim yokmuş gibi bir de bunu dert edecektim.

Kapıyı açarak içeri geçtik.

“Aytekin?” diye neşe ile bizi görüp koşarak gelen anneme duygu yüküyle baktım. Uzun bir zaman olmuştu. Abimin kollarının altından çıkıp anneme yer açtım. Bugün kalbimin bir köşesi ağrırken bir köşesi dolmuştu.

“Hoş geldin benim güzel oğlum, neden haber vermedin?” gözleri dolsa da Satı Hanım mutluydu.

“Anne tamam dur sıkma.” diyerek konuşan abime baktım. Neyse kıskanmayacaktım, uzun yoldan gelmişti.

“Sus bakiyim. Birazda şöyle sarılacağım.” diye abimi sarması ile hallerine güldüm. Seslerimizi duyan babamda içeriden geldi.

“Hanım dur oğlan biraz soluklansın.” dedi babam. Annem sarılıp çekilince bu haline güldüm.

“Hanımlardan sıra gelmedi hoş geldin kerata” diye gülen babamın abime sarılması ile tutamadığım bir göz yaşı daha yolunu bulup ilerledi.

Sultan teyzede seslerimizi duyup salona girince sırayla abim onunla da kucaklaştı.

Eve resmen neşe gelmişti. taki dedemin sesini duyana kadar.

“Aytekin torunum hoş geldin.” diye konuşan dedemin sesi ile yüzümdeki gülümsemem soldu.

“Hoş buldum dede. Nasılsın? İyi misin?” diye konuşan abime baktım.

“Hamdolsun. Seni gördüm daha iyi oldum.”

“Siz sohbet edin ben bir üzerimi değiştireyim.” diye annemin kulağına fısıldayıp odama doğru çıktım. İçeri geçerek kapımı kilitledim.

Odamın penceresi açıktı. Önce oraya doğru adımladım. Elim yukarıda perdenin ucunda kalırken gözlerim karşıdaki evin yanmayan ışıklarında gezindi. Gelmemişti.

“Aman banane. Dediği oldu işte Ali Asaf değil, Ali artık.” demem bile sanki birisi kalbimin köşesindeki penceremi taş attı.

Perdeyi hızla çekip örttüm. Tekrar perdeyi açıp baktım. “Neden gelmedi ki?” Duvardaki saate baktım. Vakit gece yarısına geliyordu. Kırgın düşlerime hüzün düştü. Perdeyi tekrar çektim.

Gelmezse gelmesindi belki de barda yanına giden kıza gitmişti. Yüzümün asılması ile üzerimi çıkartıp düz bej renkli takımımı giydim. Gözlerim ağlamaktan kızarmıştı. Hiçbir sözümü tutamıyordum. Hele ki ağlamayacağım dediğim her anım göz yaşıydı.

Banyoda elimi yüzümü yıkayıp odadan çıktım. Abimin yanımda olması bana dayanaktı. Artık gitmeyecekti. Salona geçip yanına gülerek oturdum.

“Bıcırık seni, anne bu kız hiç sana çekmemiş.” diye konuşan abime yüzümü astım. Babam ordan hemen konuya dahil oldu.

“Ne varmış benim kızımda” diye kolunun altına alan babama sarılıp abime “kıskan, beni seviyor.” diye mırıldanıp sarıldım.

Ayağıma hafiften vurması ile gülerek bende bir tane vurdum. “Beni görünce ağlamaya başladı. Neyse ki şöbiyetini getirdim de öyle durdu.” demesi ile durdum.

“Doğru şöbiyetim.” Babamın kolunun altından hızla çıktım.

“Bak şimdiden unutulduk.” diyen sesini duysam da soluğu mutfakta aldım. Masanın üzerinde bir adet şöbiyetim duruyordu. Tabakla bile uğraşamayacaktım. Elime paketten bir dilim alıp ısırdım. Ağlamak hem yorucuydu hem de insanı acıktırıyordu.

Gözlerimin kenarları acısa da bir ısırık daha aldım. Gözlerim doluyordu. Yukarı bakarak yaşlarımı geriye doğru iteledim. Bugün ayrı bir hüzünlüydüm. Sanırım hasta olacaktım.

“Git artık, istemiyorum.” diyerek elimle yaşlarımı savuşturdum.

“Kiminle konuşuyorsun sen?” diye içeri giren Levent abi ile başımı indirip ona doğru döndüm.

Ağzımdaki lokmaları güçlükle yutup konuştum. “Hiç, hiç kimseyle.” Onu serçe kumarhaneden sonra görünce gözlerine baktım. İçki kokusu burnuma ilişti.

Elimde şöbiyet dilimine bakıp “Tatlı mı var?” diye sordu.

“Evet abim getirmiş.” Diyerek mesafeli bir şekilde konuştum. Ona orada neden bulunduğunu sorsam kesin anlardı. Bir şekilde öğrenmenin bir yolunu bulmalıydım.

İçeriden gelen gülüşme sesleri ile “Aytekin mi geldi?” diye sordu.

“İçeride.” Diyerek bende içeri geçecekken sözleri ile duraksadım.

“Tatlı yemeden bırakmam seni.” Gülerek bakması ile bir adım geriye adımladım.

Kaşlarım çatık Levent abiye baktım. “Ye orada duruyor Levent abi.” diyerek masanın üzerindeki tatlı paketini gösterdim. Yanıma doğru gelince gerilip elimdeki dilimim aniden yere düştü.

“Ben burayı temizleyim.” diye konuşarak lavabonun önündeki peçete havlu koparıp yerdeki tatlıyı temizleyerek çöp kutusuna attım. Artık gitsem iyi olurdu gerilmekten midem burkulmuştu.

“Alisya” demesi ile dışarı çıkacakken adımlarım durdu.

“Ali nasıl? İyi mi?” diye sorması ile arkamı döndüm.

“Evet neden sordun?” diyerek kuşku ile kaşlarım büküldü.

Masanın üzerindeki tatlıdan bir dilim alıp gülerek bana döndü. “Merak ettim. Neyse sen git biricik abiciğinin yanına.” demesi ile arkamı dönerek kapıdan çıktım.

Tekrar salona geçerken levent abinin dediklerini düşünerek içeri girdim.

İçeri girdiğimde abim dedemle bir köşede konuşuyordu. Dedem ilk göz ağrı olan abimi çok severdi. Beni sevmese de abimi sevdiği için mutluydum. En azından sevme duygusunun olduğunu gösteriyordu. Dedemin gülmeyen suratına baktığım her an vücudum sanki buz kesiyordu. Abim ile konuşurken gülse de sanki yüzü kireçtenmiş de yeni çözülmüş bir hali vardı.

“Kızım otursana ayakta kaldın.” Annemin sesi ile daldığım yerden gözlerimi çektim.

“Hı,” diye şaşkınlıkla sordum.

“İyi misin sen?”

“Evet iyiyim, çok iyiyim.” Başımı sallayıp annemin yanına oturdum.

“Gel buraya kaç gündür göremiyorum kızımı, özledim.” diyen babamın sesi ile kollarını açtı. Abim geldiği için yüzü durgun bir deniz olsa da gülümsedi. Babamın sıcak kollarının arasına girip güvenle izledikleri diziye baktım. Burası sıcak bir yuva gibi rahattı.

Biraz içeridekilerle oturduktan sonra yorgun adımlar ile yukarıya doğru çıktım. Telefonumu elime aldığımda birkaç arama ve mesajlar ile hızlıca mesajlara cevap yazıp tekrardan telefonu yatağın üzerine atıp ışığımı söndürdüm. Kızıyordum ama bir yandan da patronuma hak veriyordum. Kendi ismiydi tabi ki seslenmemi istemeyebilirdi ama sesini yükseltmese iyiydi be.

Onu o kadar çok mu kırmıştım ismini söylemekle.

Yatağın üzerine uzanmam ile karnımın kenarındaki yanan yaram aniden sızladı. Elim hızla karnımın köşesine giderken kaşlarım kuşku ile çatıldı. Hiç böyle yapmazdı, sanki derim tekrardan yanıyor gibi sızlıyordu. Elim yaramı üzerinde kalırken tavşanıma sarıldım.

“Lütfen bugün güzel bir rüya göreyim.” diyerek gözlerimi karanlığa yumdum.

Afas, Afas bekle beni.” diyerek koştuğum çimenlerin ardında biraz daha gülerek elimi uzattım. Hızla önümden koşsa da yavaştı. Biliyordu onu yakalayamayacağımı adımlarını ona göre atıyordu.

“Kaçma.” dedim gülerek.

“Yakala beni bal.” diye çıkan neşeli sesi kulaklarımda çağıldadı.

“Göreceksin bu sefer seni yakalayacağım Afas.” Derin bir nefes alıp koşmaya devam ettim.

Benden uzaklaşması ile adımlarım dursa da tekrardan koştum.

“Yaa ama sen üç adım atıyosun ben bir, kaçma Afas,” diye koşuşturan halimiz ile gülen dudaklarım huzurla uyumamı sağladı. Yüreğimin kenarında peyda olan tarçın kokusuna tutunup rahat bir nefes aldım.

Ellerimi gerinerek gözlerimi aydınlığa açtığımda yüzümün kenarında duran tebessümüm ile yatağımdan çıktım. Artık kalksam iyi olurdu geç kalmak istemezdim. Bugün bakalım patronum nasıldı?

Hızlı bir duşun ardından dolaptan siyah askılı elbisemi çıkarttım. Bugün canım topuklu giymek istiyordu. Ayrıca öyle saçma bir madde mi olurdu. Keyfim bugün böyle giyinmek istiyordu. Yarında isterse yarında topuklu ayakkabı giyecektim.

Siyah stilottalarımı ayaklarıma geçirdim. Dün üzerimdeki kıyafetleri yıkayıp güzelce teslim edeceğimden onları Sultan teyzeye emanet ettim.

Aşağı inerken merdivenlerde abimle karşılaştım.

“Günaydın.” dedim yanına ilerleyip.

“Günaydın fıstık, bu ne güzellik böyle.”

“Ya utandırma, olmuş mu?” salık saçlarımı ardıma atıp baktım.

“Evet hem de çok. Ne giyse benim kardeşime yakışır.” diyerek saçlarımın üzerinden başımın köşesini öptü.

“Hadi kahvaltıya inelim.” dedim hızla.

Merdivenlerden inerken durdu. “Hala dedemin dakiklik huyu devam ediyor mu?” diye sordu.

“Yok, yani etmiyor sanırım. Boş ver şimdi dedemi. Beni sabah şirkete sen bırakır mısın?” diye tatlı tatlı gülümsedim.

“Tabi ki bu halde otobüslerde gitmene gönlüm razı gelmez.” Diyerek göz kırptı.

“Allah razı olsun yaa.”

“Cümlemizden, Aytekin taşıma hizmeti olmak kolay değil tabi.” Diyerek böbürlendi.

Salondan içeri girip masaya doğru ilerledik. Her şey hazır ve çok güzel görünüyordu.

Gülerek yanağını öpüp sandalyemi çekip oturdum. Ev ahalisinin de gelmesi ile sessizlikle kahvaltılardan tabağıma tedirginlikle aldım. Uzun bir aradan sonra sofra da ilk defa midem ağzımda yemeğimi yemedim.

Kahvaltının ardından abim garajdan çıkardığı araca binerek kemerimi taktım.

“Nerde bu şirketin.” Aracı çalıştırırken evin sokağından çıktık.

“Arıkan holding.” dedim gururla. Patronuma kızsam da soyadı bile her yerdeydi.

“O zaman sen Ali’yi tanıyorsun.” diye bir kaşı havaya kalktı.

“Evet de sen nerden tanıyorsun?” diye sordum.

“Behzat Arıkan, babamla iş yapıyor ordan biliyorum.”

“Hem biliyor musun? Bahadır da yurt dışından döndü. Aynı şirkette çalışıyoruz.” Diye güldüm. Gülerken dünkü dedikleri ile sinirlensem de aklımdan onu savuşturdum. Gördüğüm yerde kendisini parçalayacaktım.

“Hadi be Bahadır da mı döndü?” diye bana dönmesi ile gözlerim önüme takıldı.

“Abi dikkat ett!!” diye seslenmem ile direksiyonu kırması ile önümüze çıkan bisikletli bir hanım efendi yere doğru düştü. Vücudum kasılırken emniyet kemerime tutundum.

“Kadın…kadın düştü. Kadın düştü.” diye kesik kesik soludum.

“Sakin ol çarpmadık” gözleri ilerideydi. “Şimdi inip bakacağım, sakin ol derin derin nefes al.” diyerek araçtan hızla çıktı. Derin derin nefesler ile göğüs kafesimi rahatlatıp kemerimi çözerek dışarıya çıktım.

“Kör müsün koca yolda beni görmüyorsun.” Yerden kalkan kısa saçlı kadın ile gözlerimi üzerinde gezdirdim. Umarım canı yanmamıştır.

“İyi misiniz?” diye soran abim kadına doğru yaklaştı.

“Sence oradan iyi gibi mi görünüyorum? Bisikletim mahvoldu. Ben işe nasıl gideceğim şimdi.?” Diye bisikletine bakarken aracın kenarına tutundum. Araç çarpmasa da kadının bisikleti düşmesi ile zinciri kopmuştu.

“Durun yardım edeyim.” diyen abim baktım.

“İstemez.” diye konuşan kadın yerden bisikletini kaldırdı.

“İzin verin yardım edeyim. Zincir kopmuş.” İkisi arasında giden bakışlarım ile bir yere varamadıklarından araya girdim.

“Merhaba, abimin kusuruna bakmayın, iyi misiniz?” diyerek usulca konuşmaya başladım.

Benim sesimi duyması ile bakışları bana doğru döndü. “Evet iyiyim.”

“Bende aynısı sordum.” diye ters ters bakan abime döndüm.

“Demek ki iyi soramamışsınız?” diyen kadına dudaklarımı sıkıp gülmemi tuttum.

“Çattık ya.” Diyen abimin yüzü sirke satıyordu.

“Asıl ben çattım.” Birbiri ile konuşmaları ile bir yere varamıyorlardı.

“İsterseniz sizi gideceğiniz yere kadar bırakalım. Burada mı oturuyorsunuz?” diyerek konuştum.

“Evet ileriki bloklarda.” diye eli ile sokağın başındaki blokları gösterdi.

Gösterdiği yere bakıp kendisine doğru döndüm. “Bizim eve yakınmış, bisikletinizi abim bagaja koysun. Tamir edip size tekrar verelim.” dedim kabul etmesini umut ederek.

“Zahmet olmasın, ben giderim.” diyerek bisikletine baksa da yüzü asıktı.

“Yok zahmet olmaz.” diyerek içten bir tebessüm ettim. Gideceği yere kadar götürmeliydik bisikleti mahvolmuştu, yoksa geç kalacaktı.

“Gerek olsa sormazdı.” araya giren abime kaşlarımı çatıp baktım.

“Sana soran olmadı.” diye sitemle konuşan kadına doğru döndüm.

Ellerimi öne doğru uzatıp “Tamam durun yine tartışmayın. Ben Alisya.” diyerek elimi öne doğru uzattım.

“Bende Sevgi, memnun oldum.”

“Lütfen binin. Gideceğiniz yere kadar götürelim.” diye tekrarladım.

“Peki sizin için bineceğim.” Diyerek usulca bisikletini yere bıraktı.

“Lütfettiniz.” Diyen abime baktım.

“Abi sus. Sen bisikleti bagaja koy gidelim.” diyerek orta yolu bulmaya çalıştım. Sevgiyle araca bindik.

“Sevgi ne tarafta çalışıyorsun.” Diye konuşma açtım. Kendimden beklenmedik bir performans sergiliyordum. Ama Sevgi’ye baktığımda hiç kötü bir enerji almamıştım.

Ellerini birleştirip ileriye doğru baktı. “Aslına iş görüşmesi için gidecektim ki bu oldu.” dedi üzgün bir sesle.

“Çok üzgünüm biraz abimi lafa tutunca oldu. Benim hatam, ona kızma.”

“Neyse bir şeyim yok en azından.” Diyerek gülümsedi.

“Nereye gideceksin.?” diye sordum. Kıvırcık saçları yüzüne çok güzel bir hava katmıştı.

“Lukka diye bir yer, yeni açılmış garson arıyorlar. Olursa başlayacağım.” dedi.

“Şansın böylesi.” Gülerek arkamı döndüm.

“Neden öyle dedin.?” Kaşları yukarı doğru kalksa da meraklanmıştı. Merakını gidermek için hızlıca konuştum. Abim hala garaja bisikleti oymaya çalışıyordu.

“Arkadaşlarım, oranın sahipleri.” dedim gülerek.

“Gerçekten mi?” şaşkınlığı yüzüne yansıdı.

Başımı sallayıp onayladım. “Evet istersen arayıp konuşabilirim.” Bir umut belki kabul ederlerdi.

“Çok çok isterim. Bu işe gerçekten çok ihtiyacım var.”

“Olmuş bil.”

“Ne diyeceğimi bilemiyorum, Karşılaşmamız boşuna değilmiş.”

“Bence de” diyerek gülümsedim. “Ama iyisin değil mi? İstersen önce bir hastaneye gidebiliriz.”

“Yok iyiyim gerçekten.” Yüzü mutlukla gülümsüyordu.

Abim araca binince konuşmamızda sonlandı. Aracın aynasından Sevgiye doğru bakınca elimle hafiften dizine doğru vurdum. Kıza dik dik bakıyordu.

“Ne tarafa hanımefendi.” Diye dikiz aynasından arkaya baktı.

“Lukka, zahmet olmazsa.” Kedi köpek gibi birbirlerine ters ters bakıyorlardı. Yüzümü camdan tarafa çevirip gülümsedim. Bana da ters ters bakmayacaklarını bilmesem kahkaha atacaktım.

“Olmaz.” diyen abimin sesi ile aracı çalıştırıp yolda ilerlemeye başladık. Aracın içinde Sevgi ile sohbet ederken abimin gözleri yoldaydı. Sohbetimize dahil olmadan suskun bir şekilde aracı kullanıyordu.

Biraz ilerledikten sonra Arıkan Holdingin önüne geldik. Biraz geç kalmıştım ama patronum biraz bekleyebilirdi. Emniyet kemerimi çözüp arkamı döndüm. “Sevgi kusura bakmazsan ben burada ineceğim.” dedim tebessüm ederek.

Kaşlarını yukarıya doğru kaldırıp merakla sordu. “Ne, sen gelmeyecek misin? Sen varsın diye bindim. O zaman bende inerim.” diyerek emniyet kemerini çözdü.

Abim dikiz aynasından Sevgi’ye baktı.

“Otur.” dedi. Aracın kulpuna uzanan Sevgi’ye bakmaya devam edip konuştu. “Eğer bana güvenmiyorsan askerim ben.” dediğinde şaşkınlık sırası bendeydi.

“Yani, asker olman sana güveneceğim anlamına gelmiyor, nerden çıkartıyorsun belki asker değilsin.” diyerek araçtan inmesi ile bende araçtan indim. Aracın önünde dikilirken Sevgiye baktım.

“Kızım manyak mısın bin şu arabaya.?!” diye başını dışarı uzatan abim konuşması ile ona doğru döndüm. Yine başlamışlardı.

“Kızımlı mızımlı konuşma benimle.” Aracın önünde birbirlerine bakarken ellerimi öne doğru uzattım.

“Ayy durun birbirinize bakmaktan başım döndü.” Önce Sevgi’ye dönerek konuşmaya başladım.

“Sevgi ben burada çalışıyorum, patronum biraz asabi o yüzden seninle gelemeyeceğim. Ama numaranı verirsen seninle iletişime geçeyim.”

“Olur.” Telefon numarasını kayıt edip yanına yaklaştım. Abim aracın içinde ileride dikilen bize bakarken somurtuyordu.

“Abim sorun yaratmaz, lütfen benim için bin. Eğer binmezsen kendimi kötü hissederim.” diye kısık sesle mırıldandım.

“Tamam bineceğim, ama senin için.” Diyerek gülümsedi. Abime bakan gözleri ile gülümsemesi düşerken sorgulu bir yüz hali aldı.

“Bin.” diyen abimin sesi ile aracın önünden çekildim. Araca binip gitmelerinin ardından merdivenleri yavaşça çıkarken telefonumdan Timuçin’i aradım. Umarım açardı. Çalan telefon uzun bir süre çaldıktan sonra açıldı.

“Alo Alisya.” diye sesini duyunca konuşmaya başladım.

“Merhaba Timuçin.”

“Bir sorun mu var?” diye meraklı sesi ile devam ettim.

“Yok sana bir işim düştü de. Lukka da mısın?” diye sordum. Arkadan gelen müzik sesleri mekan da olduğunu gösterse de belki Lukka da olmayabilirdi.

“Evet yeni geldim ne oldu?”

“Bir arkadaşım var, orada iş görüşmesine gelecek, sanırım sizin de garsona ihtiyacınız varmış, rica etsem yardımcı olur musunuz? Yani sorun olmazsa.” Diyerek merdivenlerin sonuna geldim.

“Yok be Alisya ne sorunu. Ben hallederim de dün siz nereye kayboldunuz ya?” meraklı sesi eğlenir gibi çıkmıştı. Ayrıca siz derken.

“Biz derken.” Diye sorması ile kaşlarımı çatıp etrafıma bakındım.

“Ali ve sen. Hıımm.” Sesine bakılırsa gülüyordu.

“Benim işim çıkınca erkenden gitmek zorunda kaldım. Ali As..” Asaf diyecekken son anda kendimi frenledim. “Oda mı yoktu?” eve gelmemişti yani ben uyuduktan sonra geldiyse tabi ki bilemezdim ama gece yarısından sonra uyuduğumu var sayarsak belki de sabah gitmişti evine ya da hiç gitmemişti.

“Yok, arkalı önlü çıkınca bir daha gelmedi, bende ikiniz gittiniz sandım.” Diyen sesi ile meraklandım.

“Yok bilmiyorum, ben.” diyerek kendime kızdım. Nerden bilecektim ki gittiği yerimi söylüyordu.

“Neyse tekrardan teşekkür ederim.” diye devam ettim. Telefonu kapatacakken “Dur gelen arkadaşının adı ne.”

“Sevgi.” Adı gibi sevgi dolu bir kıza benziyordu. Bence insanlarda ilk görüş önemliydi. Bir insanın ilk görüşte tanırsak öyle gidiyordu. Tabi ki bazı insanları kırk yıl tanısak ta tanıyamıyorduk orası ayrıydı ama Sevgi’den öyle bir elektrik almamıştım.

“Tamam görüşürüz.” Diyen sesi ile devam ettim.

“Hoşça kal.” telefonu cebime atıp kartımı elime aldım.

Şirket kapısından geçip turnikeden geçerek asansöre bindim. İçerisi yine bildiğim gibi kalabalıktı. Kendime köşe de bir yer bulup sırtımı duvara doğru yasladım.

Adımlarım asansörün içinde takırdarken yanımdaki kadının bakması ile topuğumu yere vurmayı durdurdum. Vücudum stresi böyle atıyordu ben ne yapayım.

Katlar çıktıkça yerimde duramıyordum. Patronumu düşünmeden duramıyordum. Acaba nasıldı? Timuçin Bahadır’ın sorması ile geçiştirse de dün gerçekten canı sıkkındı.

“Başka şeyler düşün başka şeyler.” Diye dışımdan mırıldanınca yanımdaki kadın tekrardan bana baktı. Sanırım deli olduğumu artık düşünmüyorsa şimdi düşünmeye başlamıştı.

Abim umarım kızı yarı yolda sinirden atmazdı. Asansörün kapıları iki yana açılınca kendimi dışarıya tabiri caizse attım. Ceyda’yı yerinde görünce elimle selam verip odama doğru geçtim. Bu cam bölmeye bir perde alıp kapatacaktım. İşte o zaman beni hiç göremeyecekti. Daha içeri adımımı yeni atmamla masanın üzerindeki telefon çalmaya başladı.

Evet sinir ve ruh mesaim an itibariyle başladı. Kendime bu yarışta başarılar diliyordum.

Elimi telefona uzatıp kulağıma yasladım.

“Alo.” Heyecanla mırıldansam da cam bölmeye gözlerim ister istemez takıldı.

“Odama gel Alisya.” Sesi yine nur saçıyordu sevgili patronumun.

“Tamam.” diyerek telefonu bir şey demesine gerek kalmadan kapattım. Eli hava da kalırken arkamı döndüm.

Daha kabanımı bile çıkarmamıştım. Hem iş kolik hem de patronumdu. Üzerimi çıkartıp asarak tabletimi alarak odasının kapısını tıklattım. Gel sesi ile içeri girerken yüzümü düz tutmaya gayret ettim. Dünkü sebepten üzgün olduğumu bilmesini istemiyordum. İsmini söylememi istemiyorsa söylemezdim ama bana bağırmasına kızdığımı bilse yeterdi.

Tak tak tak. Ayakkabımın sivri topuğu yere döverken karşısında usulca dikildim. Elimle tabletimden notları açarak beklemeye başladım.

“Ulak soylu ile ilgili konuşmak isteyen gizli bir tanık var. Bugün burada olacak. Onunla ilgilenmeni istiyorum.” Bilgisayarından başını kaldırmadan söylediklerini dinlerken başımı salladım. Sesi yorgun olsa da çekimser bir hali var gibiydi.

“Tamam.” dedim ciddiyetle.

Şu an aramızdaki soğuk rüzgarların estiğini hissedebiliyordum. Soğuk bir bahar gibi keskindi. Ben ondan çekiniyordum. O da benden. Ya bir şey dersem yine bana kızar mıydı? Ya da yine ağzımdan bir şey kaçırırsam kırılır mıydı? Bunları düşünmekten kendimi alamadım.

Yüzüne bakışlarımı kaldırınca yutkunup boğazımı rahatlatmaya çalıştım. Yorgunluktan göz altları çökmüştü. Dün eve gitmezse böyle olurdu. İçimden bir yandan kızarken bir yandan çöken göz altlarına baktım.

İyi de neden gitmemişti ki. Dün aramıza koyduğu set ile bunu da artık soramazdım. Off neden böyle olmuştu ya. Bir yanım sinirlense de bir yanım anlatması için can çekişiyordu. Göz altları koyuydu. Uyamamış sanki sabahlamış gibiydi. Dalgın yüzüne bakarken gözlerim solgun yüz hatlarında gezindi.

Kapının tıklatılması daldığın yüzünden bakışlarımı çekip başımı kapıya doğru çevirdim. “Ali ARIKAN.” diye ellerinde çiçeklerle bir görevli içeri girdi. Adamın kucağında siyah bir buket çiçek vardı. Merakla görevliye baktım.

“Evet.”

“Efendim bu çiçekler size.” diyerek çiçekleri gösteren görevli içeriye adımladı.

Getir.” Diyen patronum ayaklanıp çiçeklere uzandı. Sanki her gün çiçek alıyormuş gibi uzandığı çiçekleri masanın üzerine bıraktığında şaşkındı. Kimden gelmişti bu çiçekler? O sırada bakışlarım yüzünden kıyafetlerine çevrildi. Dünkü giydiği kıyafetleri üzerindeydi. Sanki üzerinde toz toprak da vardı. Dün ne olmuştu?

Bakışlarım siyah güllerde gezinirken hem güzelliği hem de ürkütücülüğü ile merak ettim. Kimden gelmişti acaba? Hep bir sorum vardı ama soramıyordum. Sorularım içimde hep cevapsız kalarak bana geri dönüyordu.

Ellerine çiçekleri alıp kenara itelerken içindeki siyah küçük zarftan notu çıkardı. Bir adım atıp yaklaşarak nota bakmak istedim. İçindekileri okuyup yorgun yüzünde sinir peyda oldu.

Ne yazıyorsa sinirle buruşturup çiçekleri ve notu çöp kutusuna fırlatması ile bir adım daha yaklaştım.

“Bir sorun mu var.” diye tedirginlikle yüzüne bakıp sordum. Elbette ki vardı. Yazılanlar her ne ise yüzündeki gerginlik seçiliyordu.

“Yok. Artık yok.” Çiçeklere bakıp yüzüme bakışlarını çıkardı.

“Kızmazsanız çiçek kimden geldi.” dedim boş bulunup. Şu ağzım bir gün başıma iş açacaktı. Bu sorum sanki onu bozguna uğratmıştı. Gözlerindeki irisler söndü.

“Kızmam…Alisya sana kızmam.” diye mırıldanması ile yüzüne bakakaldım.

“Ben pek emin olamıyorum bundan.” dedim dün geceye ithafen. Elimdeki tableti gövdeme yapıştırıp gözlerine baktım. Anlat, anlat dinlerim…anlat. Ben soramıyorum sen anlat. diyen gözlerim durgundu. Bakışlarım, yorgun irislerinde gezinirken gözlerimle konuştum.

“Alisya…” demesi ile bakışlarımı yeşillerinden çektim.

“Söyleyecek misiniz?” diyerek attığı siyah güllere baktım.

“Ulak SOYLU’dan.” Adam hapiste her şekilde işlerini yönetiyordu demek ki.

“Neden size çiçek göndermiş olabilir ki.” Gözlerim siyah karası güllerde olsa da notta yazılanları merak etmeden duramadım.

“Böyle davalarla çok uğraştığımdan sevenim çok oluyor.” diye yorgunca gülümsedi. Gülümsemesinde hüzün kokuyordu.

“Tehdit mi ediyor?” diye korku ile sordum. Başlarım onun tribine. Ne hakla benim patronumu tehdit ediyordu. Hadsiz. Sinirlenip derin bir nefes verdim. Bir de başımıza Ulak Soylu çıkmıştı. Daha kardeşinden paçayı zor kurtarmıştık.

“Evet üzüldün mü yoksa.” diye alayla sorsa da meraklanmış gibi bir hali vardı.

“Evet. Yani patronuma zarar gelsin istemem.” diye çenemi kaldırıp baktım.

Dediklerim ile gülen dudakları duraksadı. “Doğru patronunum ben senin değil mi?”

“Evet patronumsunuz.” diyerek mırıldandım. sonuçta patronumdu zarar gelsin istemiyordum.

Alisya dün hakkında…” demesi ile sözünü kestim. Önce ben konuşsam daha iyiydi.

“Ben sanırım sizi yanlış anladım. Yani patronum olduğunuzu unutup çizgimi aştım. Üzgünüm bir daha olmaz emin olabilirsiniz.” diye başımı salladım.

“Alisya...” dese de devamında sanki ne diyeceğini bilmiyor gibi sustu.

“Görgü tanığı gelince size yönlendiririm. Ali Bey.” Kapıyı çekip çıkarken yüzüm asıktı. Aramızın böyle olmasını hiç sevmemiştim. Atışsak ta ne bileyim, dün farklı bir şeyler olmuş gibiydi.

Odama geçip biraz oyalanırken vakit hiç geçmiyordu. Telefonum çalınca hızlıca cevap verdim. Cam bölmeye baktığımda arayanın patronumun olmadığını görünce omuzlarım düştü. Telefona usulca cevapladım.

“Alo?”

“Alisya Hanım. Ali beyin misafiri geliyor yönlendiriyorum.” diyen kadının sesi ile konuşmaya başladım.

“Tabi ki bekliyorum.” dedim saygıyla. Patronum odasının, penceresinden elleri cebinde sanki dalmış gibi öylece ileriye doğru bakıyordu. Bu hallerine alışık değildim. Hem dünün tribini aslında ona ben atacaktım. Ama bu hali beni daha da çok düşünmeye zorluyordu.

Telefonu kapatıp sandalyemden kalktım. Ulak Soylu dosyasını kapatıp elime aldım. Buna ihtiyacımız olacaktı. Gerçekten şu Ulak Soylu’yu tanımadan nefret etmiştim. Nefret duygusu çok keskindi, insanı ya yok diyordu ya da birbirine bağlıyordu.

En büyük korkum ise nefret etmekti. Nefret ettiğimde ne yapacağımı hiç kestiremiyordum.

Odadan çıkarken asansörden çıkan kadın ile sabahtan asık yüzüm nihayet gülümsedi.

“Güzin Hanım, hoş geldiniz.” dedim saygı ile. Yanına hızlıca varıp karşısında dikildim. Hiç beklemiyordum ama iyi ki gelmişti. Artık kendisi içinde kurtuluşunda yardım edebilirdik.

“Merhaba, Alisya nasılsın?” demesi ile gülerek baksam da yüzündeki yaralar ile içim yandı.

“Sizi gördüm daha iyi oldum gerçekten.” dedim umutla.

“Ben Ali Bey ile görüşmek için geldim. Bana verdiğin kâğıtta adresi de vardı.”

“İyi yaptınız. Buyurun ben sizi odasına götüreyim.” Diyerek arkamı dönecekken kolumda elini hissettim.

“Alisya” usulca mırıltı ile çıkan sesi ile Güzin Hanıma baktım.

“Efendim.”

“Bu davadan uzak dur kızım.”

“Ben…”

“Ben batacağım kadar battım. Ama sen iyi birisin. Bu gözlerine baktığımda anlaşılıyor.” dediğinde başımı iki yana sallayıp karşı çıktım. “Ali Bey çok güçlü bir avukat ama sana da bu davada zarar gelmesin kızım.” dediğinde konuşmaya çalıştım.

“Ben…”

“Bir şey deme sadece geride dur. Geçen geldiğiniz gibi oraya bir daha gelmeyin. Ulak SOYLU sandığından daha kötü, zarar görme.” dedi nefes nefese. Sanki kat kat merdiven çıkmış gibi soluklanmasını bekledim.

“Ali Bey’i yalnız bırakamam. Beni merak etmeyin lütfen. Siz kendinize çok dikkat edin o bana yeter.” dedim tebessüm ederek. Ne kadar patronuma kızsam da onu yalnız bırakmazdım. Bu yola beraber çıkmıştık.

“Ahh yavrum, daha çok gençsin. Hayat bazen bizi istemediğimiz anlara mecbur kılar. Hiçbir şeye mecbur kalma, mecbur kılınma. Hadi gidelim Ali Bey’in yanına.” Yaralarına rağmen gülümsemeye çalıştı. Hayat bu kadar acımasızdı. İstemediğimiz durumlara getirse de yüzümde oluşan bir tebessüm bile bizi hayata tutundurmaya yetebilirdi.

“Tamam buyurun.” diyerek elimle önden geçmesini istedim.

“Koluna girsem sorun olur mu? Yürümekte zorluk çekiyorum.” diye mırıldanması ile çenemi sıktım. Yaralar, insanın canının yakıyordu. Yarayı açanlar ise onlar hiçbir şeyi hak etmeyen mahluk olarak yaşamaya devam ediyorlardı.

“Yok hiç sorun değil.” Koluma girmesi için elimi ileriye doğru açtım. Yüreğim burkuldu. Yüzündeki yaralar artmıştı. Gözlerimi çektim, dik dik bakmam hiç hoş olmazdı.

Koluma girip yavaş adımlarla yürüyerek Ali Bey’in odasının önüne gelip kapısını tıklatarak içeri girdik. Gittiğimiz günün gecesi bir şeyler olmuştu. Yaraları daha da artmıştı. Sanki o gün topallamıyordu da. Ama bugün gördüklerim tam tersiydi.

“Güzin Hanım hoş geldiniz, buyurun şöyle oturun.” patronum oturduğu yerden kalkıp yanımıza doğru geldi.

Güzin Hanıma yardım edip bende yanın oturdum. “Bir şeyler içer misiniz? Kahve, çay isterseniz bitki çayı da yapabilirim.” diye sordum.

“Papatya çayı alırım.”

“Siz Ali Bey.” diyerek yorgun patronuma baktım.

“Sen yapacaksan.”

“Evet ben yapacağım.” derken ağzımdan laflar sanki papatya tarlasından bitkileri toplayacağım gibi çıksa da ayağa kalktım.

“Olur bana da getir.” Sesi yorgun çıksa da yüzünün kenarına kondurduğu tebessümü sıcaktı. Odadan tekrar çıkıp kahve odasına doğru ilerledim. Kızgınlığım yüzüne bakmamla toz bulutu misali eriyip gitmişti resmen.

İçeride kahve alan Ceyda’yı görünce “Selam” diyerek içeri girdim.

“Selam ya başım çok yoğun. Oğuzhan’a daha dün nikah günü verdim. Bugün beyefendi ortalarda yok.” Diye konuşması ile elime aldığım tepsiyi mermer zemine bıraktım.

“Ne oldu?” diye sordum.

Ellerini sallayıp kahvesinden bir yudum aldı. “Beni boşver şimdi sende dün haber vermeden ayrılmışsın. Timuçin görmüş seni.”

Dün ki hallerim hal olmaktan çıkmıştı. “Ya biraz işim çıkınca, gitmek zorunda kaldım.” diyerek cam fincanları tepsiye sıraladım.

“Ne işi?”

“İş işi işte.” diye sıraladım.

“O ne be.” diyerek halime güldü. Bende ne dediğimi bilmiyordum.

“Ya boşver şimdi işi, papatya çayı var mı buralarda.” Etrafta görememiştim.

“Ali mi içecek? Papatya çayı?” bir kaşı havaya kalkıp şaşkınlıkla sordu.

“Evet görgü tanığı geldi ona da yapacağım.” dedim gülümseyerek.

“Var, üst çekmecede olması gerekiyordu.”

Çekmeceleri yoklamaya başladım. “Ali de dün erkenden ayrıldı. Gerçi bugünlerde normal onun üzerine o yüzden gitmedim.” Demesi ile elim pakette asılı kalırken Ceyda’ya baktım.

“Ne normaldi, yani neyi var sen biliyor musun?” diye merakla sordum.

“O, bu zamanlar biraz kabuğuna çekilir.” Konuşmasına devam edecekken telefonu çalınca bir saniye yapıp kulağına yasladı. Paketi indirip tezgâha koydum.

Telefonla konuşurken zihnim karıncalandı. Neyi vardı? Yüreğimi kor gibi yakan bu ateş neyin nesiydi?

“Benim çıkmam lazım benimki gelmiş hadi görüşürüz.” diyerek beni sorularla odada bir başıma bırakan Ceyda’nın ardından baktım.

Valla orta yerimden çatlayacaktım. Soramıyordum, öğrenemiyordum, yanında olamıyordum.

“Off, Ali off, off yani.”

Su ısınınca papatya çaylarını hazırladım. Şu an iki kilo papatya çayı içsem de rahatlamazdım. Öyle bir gerginlik içimde baş gösteriyordu.

İçeri çayları getirip önlerine usulca bıraktım.

Geldiğimde ne konuşuyorlarsa yarıda kesilmişti. Tepsiyi bir kenara bırakıp Güzin hanımın yanına oturdum. “Güzin Hanım lütfen rahat olun, Alisya güvenilir bir insan.” demesi ile bakışlarım gözlerine çıktı. Bana güveniyor muydu? Bana. Daha kendisi için güven hakkında bana nutuk çeken kendisi şimdi beni güvenilir mi buluyordu.

Ya da dün için geri adım mı atıyordu. Neden insanların zihinlerini okuyamıyorduk ki.

“Yani sorun yok devam edin lütfen.” demesi ile sessizce oturduğum yerde beklemeye başladım. Ulak dosyasını açan patronum içinden çıkardığı bir kâğıdı alıp dosyayı masasının üzerine koydu.

“Biliyorum, Alisya kızım gerçekten güvenilir olduğu gibi hem cesur hem de merhametli. Oradan çıkmak isteseydim beni orada bırakmayacak kadar cesur, yaralarımı görmesine rağmen yüzüme baktığında çekinirim diye de yaralarıma bakmayacak kadarda merhametli.” diyerek elimin üzerine iki kere gayri ihtiyari vurdu.

Bunları fark etmesi ile utanarak başımı eğdim. Ben çaktırmayım derken fark etmişti.

“Evet nerde kalmıştım. Ulak’la aslında ben tanıştığımda bu işlerin içinde değildim. Yani Serçeyi işletmiyordum. Orası kâğıt üzerinde benim olsada Ulak’a ait bir mekân.” demesi ile daha da meraklandım. “Buraya bile aslında oradan kaçarak geldim. Akşam tekrardan orada olmam gerekiyor.” Demesi ile kan resmen beynime sıçradı.

“Gitmeyin.” Diyerek itiraz ettim.

“Alisya” patronumun uyarı dolu sesini kulak arkası ettim.

“Ali Bey gitmesin, yani tanık korumadan yardım alalım. Gitmeyin Güzin Hanım.” İkisi birbirine bakarken sanki biliyorlardı. İkna etmeliydim, yüzünün halini görmüyor muydu? Ne kadar canının yandığından haberi yok muydu?

“Ahh Alisya, bilmediğin şeyler var ben…ona muhtacım, o yüzden gitmem gerekiyor.” demesi ile bir gözüm seğirdi.

“Nasıl muhtaçsınız?” diye tedirginlikle sordum.

Elini koluna kadar sıyırınca ellerindeki yarları görünce üzgün suratımla başımı Ali Bey’e çevirdim. Ali lütfen bir şey yap.

“Ben hastayım. Sanırım önümde altı ay bile yoktur. Şu hayatta Ulaktan nefret ettiğim kadar bir başka hiç kimse yok, olamazda. Yaptıkları yanına kar kalmasın diye buraya geldim. Planlarım ters tepti.” Nefes nefese kalırken nefesini düzene girmesini bekleyip soluklandı.

“Bir kayıt aldım. Öldüğümde bu kayıt televizyon ekranlarında duyurulacak ama onun oradan çıkması gerekiyor. Benim ona ihtiyacım var.” demesi ile başımın köşesindeki damarım attı.

“Güzin Hanım siz neler diyorsunuz?” diye şaşkınlıkla soludum. O pislik orada çürümeliydi.

“Alisya!” diyerek uyaran patronuma dönmedim. Nasıl bir suçlunun çıkmasını isterdi. Kızgınlıkla Ali Bey’e baktım.

“Ama..siz neler diyorsunuz.” Kaç gündür adamın çıkması için mi uğraşıyorduk.

“Alisya çık dışarı.” demesi ile itiraz ettim.

“Hayır çıkmayacağım.” diyerek oturduğum yerden hızla kalktım. “O adam suçlu, yemediği hiçbir halt kalmamış, nasıl çıkmasını istersiniz.” Anlamayarak ikisine bakarken Güzin Hanım’ın gözlerine yerleşen hüzün ile Ali Bey’e baktım.

“Alisya çık dışarı dedim. Sakinleş ve öyle gel,” yüzüme bakıp “çık.” diye tekrarladı.

Çenemi sıkıp arkamı döndüm. Ellerim titreyerek kapının kulpunu aşağıya doğru indirdim. Yumru boğazımda takılı kalırken kapıyı ardımda örterek terasa doğru ilerledim.

Nasıl böyle bir istekte bulunurdu, nasıl. Titreyen ellerim baş göstermesi ile ellerimi yumruk yaptım. Terasa çıkıp derin nefesler alarak ileri doğru yürüdüm. Yine beni odasından kovmuştu.

Trabzanlara uzanıp oraya yaslandım. Yok ne kadar düşünürsem düşüneyim bu mantıksızdı, nasıl adamın çıkmasını isterdi.

Terasta trabzanlara tutunurken omuzlarıma örtülen bir ceket omuzlarım sıçradı. Başımı yanıma doğru kızgınlıkla çevirdim. Saman alevi gibi yanıp sönen sinirim kendime ağırdı.

Ali Bey de benim gibi ellerini birleştirip trabzanlara tutunarak ileriye doğru baktı.

Sessizlik içinde bir müddet soğuğunu hissetmediğim havada bakışlarımız keskin ve ileriye dönüktü.

Bir müddet sonra yanımda kıpırtı ile daldığım yerden gözlerimi çektim.

“Bana koyduğun tavrını bir kenarda tut ve beni iyi dinle.”

“Ali Bey…” desem de sözlerim kesildi.

“Dinle. Biliyorum üzgünsün ama bazen her istediğimiz olmaz. Ne kadar istesekte bazen olmaz.”

Başımı yan tarafıma çevirip yüzüne şaşkınlıkla baktım. “Yani siz de mi?”

“Hayır ben o adamı içerde tutmak için elimden ne geliyorsa yapacağım. Ama Güzin hanıma bir söz verdim.” Sözleri ağzından bir yemin gibi çıkmıştı. “Ulak SOYLU çıkacak.” demesi ile yine seğiren gözümü kırptım.

Ellerimi birleştirdiğim yerden çekip iki yana açtım. “Neden çıkacak daha düne kadar içerde tutmak için delil ararken…deli gibi çırpınırken… şimdi neden dışarı çıkartmak için uğraşıyorsunuz.”

“Dinle sözümü bitirmedim.”

“Ama ben bitirdim. Bu çok saçma adamın suçlu olduğunu siz söylediniz. Hani her suçlu içerde kalmaya mahkumdu. Hatırlatırım bunu bana siz söylemiştiniz.” Diyerek dediği sözleri hatırlattım.

“Lafımın her zaman arkasındayım Alisya.”

“Sizi anlamıyorum.” Diyerek bir adım geriye çekildim.

“Dinlemiyorsun çünkü.” Diye isyan ederek çıkan sesi ile derim bir nefes aldım. “Tamam anlatın, dinleyeceğim.”

“Önce bana bakan bakışlarına bir çeki düzen var.” Demesi ile dumura uğradım.

“Ha yani ona da karışıyorsunuz öyle mi?”

“Hayır ama bana böyle bakma.”

“Nasıl bakmayım.” Kaşlarımı birleştirip gözlerime indirdim.

“Kızgın.” diye dudaklarının arasından çıkan sözler ile duraksadım.

“Size kızgın bakmıyorum.” İtiraz eden sesim de kızgın çıkmıştı. Ahh en sevdiğim konu kendimle çelişiyordum.

“Aramızda engel olsun istemiyorum.”

“Bunu siz istediniz aramıza bir sınır çizdiniz bende sınırlarım dahilinde öyle davranıyorum.” dedim.

“Ben öyle bir şey..”

“Yaptığınız neyse konumuz bu değil bana anlatacak mısınız? Neden Ulak SOYLU Cüneyt SOYLU’NUN da o gün bağırarak söylediği gibi tahliye olacağını.” dememle kızgın bakma sırası patronuma geçti.

“Anma şu itin adını ağzına.” Dişlerinin arasında tıslaması ile geri durmadım. Madem çıkmasını istiyordu duyacaktı.

“Durum bu Cü…”

“Güzin hanımın bir oğlu var.” diyerek gözü kara bakışlarını benden alıp tekrar bana çevirdi.

“Ne Nasıl?” diye sordum. Oğlu vardı. Güzin Hanım’ın bir oğlu vardı.

“Oğlunu Ulak SOYLU kaçırıp kadına göstermemiş. Kadın hasta, ilaçlarla ayakta zor duruyor. Gördün kendi ağzı ile dedi altı ayı var diye. Her akşam o ilaçları almazsa iki dakika, sadece hayatta iki dakika kalır beni anlıyor musun Alisya iki dakika.” Yanıma adımlayıp dibimde bitti.

“İki dakika mı? ama bu.” Üzgün bakışlarım yorgun irislere tutundu. Bir dal arar gibi irislerin yeşillerine tutundum.

“Çok acımasızca değil mi?”

Başım usulca aşağı yukarı gitti.

“Evet aynen öyle. Kimimiz için iki dakika kısa bir süre olsa da hayat bazen o iki dakika için canını önüne seresi gelir. İki dakika…hiçte kısa bir süre değildir Alisya. O iki dakika insana can katar, o iki dakikada can alır beni anlıyor musun Alisya?” diye cümleleri tek tek üstüne basa basa konuştu.

“Ben. Bilmiyordum.” Titreyen dudaklarım üşüdü.

“İki dakika çok uzun bir süre Alisya.” Önümden çekilip ellerini trabzanlara tutup sıktı.

“Anla..”

“Anlamıyorsun. Sen beni anlamıyorsun Alisya, anlamada. Hiçbir zaman da anlama bal yanak.”

Gözümden bir damla yaş aktı. Dilim tutuldu. Bir şeyler yaşamıştı. Kendisini tuttuğu bakışlarından anlasam da sanki içimde engin bir deniz ağlamak için sıra bekliyordu. önüne set geremediğim göz yaşlarım yüreğime ağırdı.

Sanki içimde yüreğimi yakan bir deniz vardı. Gözlerine baktıkça ağlayasım geliyordu. Diğer gözümden akan bir yaşı da hızla yok ettim.

“Güzin Hanıma yardım edeceğim, bu süre de oğlunu da araştıracağım. Dava iki gün sonra. Yani iki günümüz var. Oğlunu bulursak kaydı bize verecek. Ama bulamazsak Ulak SOYLU her türlü o delikten çıkacak.” Trabzanlar zangırdarken ona bakmadan duramıyordum. İki dakika. İki dakika. Zihnimde çınlayan çan sesi ile başımı tuttum. Göz yaşımı silip konuşmaya başladım.

“Bende yardım edeceğim. Yani izin verirseniz.” desem de izin vermese bile gizliden yapacağımı bilmese de olurdu.

“İzin senin bal yanak.” diyerek trabzanlardan ellerini çözüp bana bakması ile gözümden akan yaşları gördü. Ellerini uzatıp gözümden akan bir damla yaşı sildi. “Ağla diye bunları anlatmadım.” Akan bir damla daha yaşı parmaklarının ucu ile silip “Akmasın o elalardan yaşlar.” Demesi ile yüzüne bakakaldım. Sıcak parmakları yüzümü terk edip yere doğru indi.

Arkasını dönüp terastan çıkarken ardından baktım. Bana da sadece ondan geriye, omuzlarıma sıcaklığını bıraktığı ceketinden, burnuma yükselen tarçın kokusu kaldı. Yüreğimin yuvasına bir çıra düştü. Yakıp yıkıyordu. Bilmediğim bir sebepten gözlerimden yaşlar dökülüyor buna engel olamıyordum.

Sebebi hüznümde gizli yaşlarım, ıslaktı. Bir müddet soğukta kalıp üşüyene kadar insanları izledim.

Kendime gelip içeri girdiğimde Güzin Hanım çoktan gitmişti. Kadından özür dilemeliydim. Ona böyle davranmamalıydım.

Çocuğu için o adama katlanmıştı. Anneydi yüreği el vermemişti. Yaptığım hata ile yüzüm düştü. Bir sene sonra avukat olsam da duygusallığımı bırakamıyordum. Odama geçip kapımı örterek koltuğa oturdum.

Düşüncelerle akşamı zor ederken yemek yemek bile içimden gelmedi. Yeni bir boşanma davası ile güç bela onu hazırlayıp Ali Bey’in yanında soluğu aldım.

“Alisya dosya.” demesi ile Ali Bey’e baktım.

Aa evet buyurun?” elimdeki dosyayı masasına bıraktım. Sadece gözüm siyah güllere takılmıştı.

“Otur dalgınsın.” dediğinde koltuğa oturup beklemeye başladım.

Dosyanın içine birkaç imza atarken bakışlarını bana çekti. “Küs müyüz?”

“Hı.”

“Küs müyüz?” diye tekrarladı. Sanırım benimle aramızdaki soğukluğu kırmaya çalışıyordu. Hoş içimde kırgınlığın esamesi -sabah onu o şekilde gördükten sonra -okunmuyordu.

“Neden size küseyim siz benim patronumsunuz.? Küs olmam için…”

“Yakının mı olmam gerekir Alisya.” diye tamamladı.

“Yani evet. Yakın arkadaşlar küser.”

“Öyle mi?” eli kalemi düşürmesi ile baka kalırken öylesine başımı salladım.

“Ben vakit doldu, eğer bir işiniz yoksa çıkabilir miyim?” diyerek oturduğum yerden kalktım. Artık eve gitsem iyi olurdu.

“Çık Alisya.” demesi ile arkamı döndüm.

“Aa unutmadan çıkmadan bana ilerideki dosyayı getirir misin? İki nolu serili olanı.”

“Tabi” ilerideki geniş dolaptan serilerde göz gezdirdim. İki numaralı dosyayı dolaptan çekip çıkardım. Masasının üzerinde yerleştirip dönecekken kalemini yere düşürdü. Uzanıp yerden alıp onu da verirken parmak uçlarına çarpan parmaklarım titreşti. Hızla çekip geride durdum.

“Birde çay getirir misin?” kapıdan çıkacakken sesini duymam ile adımlarım durdu.

“Tabi, getiririm çay.” dedim yüzümü düz tutup. İsteklerini sıralaması bitmezken odadan çıktım.

“Çay içmeyen patronumun çay içesi gelmişti.” kahve odasına gidip ince belli bir bardak çıkardım. Dikkatlice tepsiye yerleştirip kapısını çalarak içeri girdim.

Çayı tepsiden alıp eğilerek masasına bıraktım. Tepsiyle gidecekken artık sesi gelmezken rahat bir nefes alacakken tekrar duyunca gözlerimi sıkıp gülümsedim. Evet bugün sabır kotamı dolduran sevgili patronuma döndüm.

“Şekeri yok bu çayın.” diye yüzünü buruşturdu.

“İyi de siz kahveye şeker atmıyorsunuz.” Kahveye şeker atmayınca çayı da öyle içer diye düşünmüştüm.

“Yani evet ama çayı mı şekerli içerim.” diyerek çayı masanın ucuna doğru iteledi. Başını sallayıp içmeyeceğini belli etti.

“Peki onuda getiririm. Siz zahmet etmeyin.” diyerek gülümsedim. Çok sabırlı bir insandım.

“Lütfen.”

“Aa Alisya.” demesi ile içimden yine ne olduuu derken dudaklarımı araladım. “Ali Bey?” bir şey demesini beklemeden konuşmaya başladım. “Siz beni oyalıyor musunuz acaba? Yoksa bana mı öyle geldi.” Kuşku ile sesim çıksa da bas bayağı gitmemem için türlü bahanelerin ardına saklanıyor gibi bir hali vardı.

“Sana öyle gelmiştir. Ne diye seni oylayacağım.” Diyerek elinde her zamanki gibi kalemi çevirmeye başladı.

“Değil mi? ben yanlış anlamışım. O zaman izninizle.” Diyerek şekeri getirmek için çıkacaktım ki “Dur beraber çıkalım benimde işim bitti zaten.”

“Çayınız?” ellerim ile masanın üzerindeki çayı işaret ettim. O kadar getirmiştim içse iyi olurdu.

“O soğumuştur.” Ceketini giyip kabanını da üzerine geçirdi. Yorgun olsa da hala yakışıklıydı. Gözlerimi üzerinden çekip çayını gösterdim.

“O kadar getirdim. İçmezseniz hatırım kalır.” diyerek tatlı tatlı gülümsedim. Bir bana bir çaya bakıp eline çay bardağını aldı. Yüzünü buruştursa da bir dikişte sıcak çayı içti.

“Oldu mu?” bardak masanın üzerine çarpsa da mutluydum.

“Evet çıkabiliriz.” dedim içimden gülerken. “Önden buyurun.” diyerek elimle ileriyi gösterdim. Bana ters ters baksa da önden yürümeye devam etti. Arkadan rahat rahat gülecektim. Odadan eşyalarımı alıp beklettiği asansöre yetiştim.

Dışarı çıktığımızda soğuk rüzgâr yüzüme dikenli teller gibi çarptı. “Sanırım acıktım.” diye yanımda konuşan patronuma baktım.

Bence benimle dalga geçiyordu. Bir şey demedim. İleriye doğru bakarken soğuk rüzgar ile montuma sarıldım. “Açım diyorum.”

“Ne yapayım Ali Bey” dememle gözleri bana döndü.

“Yine bey olduk iyi mi?” demesi ile adımlarımı yürütmeye başladım. “Bana poğaça al” dediğinde merdivenlerden aşağı inip kaldırımda dikilmeye başladım.

“Neden ben alacak mışım? Kendiniz alabilirsiniz?” sonuçta artık işte değildim.

“Asistanımsın.” diye dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. Kıvrılan dudaklarının kenarlarında hafif gamzelerde yer edince gözlerine baktım. Soğuktan aklımı kaybediyordum.

“Ama şu an işten çıktık yani sizin asistanınız an itibari ile değilim.” diyerek rest çektim. Otobüs durağına doğru döndüm. Yine konuşması ile bu sefer yürümeye devam ettim.

“Yarın çok iş olacakmış, sanırım asistanlar işten ancak gece yarısı çıkar diyorlar.” diye arkamdan seslenmesi ile adımlarım durdu. Ellerimi avuç içlerime doğru kıvırıp arkamı döndüm.

Patronuma bakarken içimden iyi dileklerimi sundum. Umarım duymuştur. “Neyli istiyorsunuz.” diye karşımda pişin pişkin sırıtan patronuma seslendim.

“Neyi?” diye gülerek anlamazlıktan gelmesi ile çenemi sıkıp konuştum.

“Poğaçayı?”

“Hıım, zeytinli” demesi ile arkamı döndüm. Resmen işçi haklarım an itibarı ile ihlal ediliyordu! Adımlarım ilerleyecekken konuşması ile kulak kesildim. “Ya da dur, peynirli evet peynirli olsun.” Tekrar ilerleyecekken “Dur dur ya da boş ver sen hangisini istersen onlardan olsun işte.” demesi ile havada adım atmayı bekleyen ayağımı usulca yere indirim. Arkamı döndüm.

“Peki, patronum ne derse o.” diyerek arkamı döndüm. Sinirle gülerken karşı kaldırıma geçtim. Ardımdan güldüğünü duysam da bakmadım. Hem beni ayar ediyordu hem de sinir. Gıcık, gıcık Ali.

Çınar pastanesine gelince içeri kapıyı iteleyip girdim. Yüzüme vuran sıcak çöreklerin kokusu ile guruldayan karnıma baktım. Gün boyu bende hiçbir şey yememiştim. Belki kendi istediklerimden biraz fazla alabilirdim.

İçeride ki kadına baktım. “Merhaba”

Hoş geldiniz efendim.”

“Hoş bulduk” ileride güzel görünen poğaçalara baktım. Hepsi birbirinden güzeldi ve çok güzel kokuyordu. Ya da ben bir şey yemediğimden her şeyi çok güzel görüyordum.

“Ben iki tane peynirli poğaça bir de şu ilerideki su böreğinden de birkaç dilim alabilir miyim?”

“Ha birde zeytinliden de olsun.” diye ekledim. Tekrar beni yollamasını istemezdim. Pastanenin camından dışarıya göz gezdirdim. Dışarı da şirketin önünde dikilen patronum aracına yaslı telefonu ile konuşuyordu.

Bak yine sinirlendim ama gözlerimi de üzerinden çekmedim.

“Hanımefendi.” Diye sorması ile daldığım gözlerimi kırpıştırdım.

“Efendim?”

“Burada mı yiyeceksiniz? Paket mi yapayım.” diye sorması ile gözlerimi patronumdan çektim.

“Paket olsun.”

Ücreti ödeyip dışarıya çıktım. Ellerimde iki paket ile sağıma soluma bakıp tekrardan karşıya geçtim. Beni görüp telefon görüşmesini sonlandırması ile yanına yaklaşan adımlarım devam etti.

Ellerimdeki paketleri yüzüne bakmadan uzattım. Verip artık eve gitmek istiyordum. Uzattığım paketler hava da kalırken uzanıp alması için hafiften salladım. Bileğimde bir sıcaklık ile gözlerim adresini buldu.

“Alisya.” Sesi kör bir kuyuyu aydınlatır gibi ikna edici çıkmıştı.

Üzerimize aniden çiseleyen kar taneleri ile birbirimize bakarken zaman sanki akmayı durdurdu. Gökten süzülerek yağan kar tanelerine başımı kaldırıp baktım. Yağan karın altında beyaz boncuklar etrafımızı sararken tutuklu kalan bakışlarımız titrek bir deniz kıyısında kayıkçı gibi dalgalıydı. Elimdeki paketleri uzanıp alarak aracın kaputuna koydu.

Gitmek isteyen adımlarım yere yapışmıştı. Sanki adımlarımdan gitmek istemiyordu. Yanıma gelip bir adım karşımda durdu. Tekrardan eli ileriye doğru uzandı.

Bileğimi tutan sıcak elleri ile gözlerim bileğime indi. Gökten yağan kar taneleri yüzümün köşelerinde gezinerek eridiğini hissettim. Yanaklarım yanarak uzuvlarımı uyuşturdu. Avuç içimi açıp bileğimi yukarıya doğru kaldırırken bakışlarımda onunla beraber yukarıya doğru çıktı. Bir sokak lambasının aydınlattığı şirketinin önünde ikimizde karşı karşıyaydık.

Sonun da yüzünün hizasında durunca dudaklarını usulca avuç içime yaklaştırıp küçük, iç gıdıklayan sıcacık bir buse kondurması ile gözlerimi yumdum.

Kar gibi yandım, kar gibi eridim, kar gibi kül oldum.

Titreşen kirpilerim dudaklarını avuç içlerimden çekmesi ile açılırken yeşilleri ay ışığında cam narenciyesi gibi pas parlaktı.

“Özür dilerim bal köpüğü. Ben özür bilmem ama sana bağırmamalıydım.” Yağan kar üzerimizi bir yorgan gibi örtmeye devam etse de bakışlarım yeşillerinde tutuklu kaldı.

….

Veeee bölüm sonu bal köpüklerimmm. Bu hitapta güzel oldu. 😊Yazarken bazı anlarda üzüldüğümü belirtmek isterim. Duygu değişimleri beni perişan etse de birazda olsa son anda yüzümüz güldü😉

Düşüncelerinizi lütfen benimle paylaşın. Sevginiz yüreğinizde hiçbir zaman eksilmesin.

Diğer bölümlerde görüşmek üzere.

Hoşçakalınnnnnn.

…..

 

 

 

Bölüm : 10.02.2025 15:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...