
Selamm umut ışıklarımmm. Bugün nasılsınız bakalım. Bakalım bizi bu bölüm neler bekliyor? Beğeni ve yorumlarınızla beni yalnız bırakmayın. Seviliyorsunuz.
Fazla lafı uzatmadan bölüm sizindir canlarr. Keyifli okumalar.
Yorumlarda buluşalım, sevdiğiniz şarkıları buraya paylaşabilirsiniz.
😊
Bölüm içi şarkılar:
. Sezen Aksu - Aşktan Ne Haber (Official Audio).
. Haluk Levent – Zifiri.
. Ufuk Çalışkan - Unutmak İstiyorum.
. Yokluğunda (Leyla The Band).
17. BÖLÜM: AN’DA KALAN ZAMAN
Kalbin Özü: Son Durak
Hislerin çorak yüzü,
Çevir bana gönül karası yüzü.
Alda götür yuvanın ardına,
Sakla gizli kana da.
Ardımdan bekleyen kırık yürek,
Sana sözlerimi bekler adımlarım.
Çıkar gider; turnanın ardından,
Söyler gizli mabedin bahçesine,
Duyulur gizlerin açık sırrı,
Geride kalır bana yarası.
(11.01.2025)
Alisya AKMAN
Yorgunluktan kapanan kirpiklerime dayanamadım. Yanımdaydı, düzenli nefesleri huzurla inip kalkıyordu. Yanındaydım. Huzurla kapanan gözlerim yorgunluğa teslim oldu. Bizi bize bağlayan sıcak iki elin bir arada olmasıydı. Elini sıkı sıkı tutup bırakmak istemezcesine sıcaklığına tutundum.
…
Gözlerimi usulca araladığımda bana bakan bir çift yeşiller ile karşılaştım. Aniden başımdaki sıcaklıktan uzaklaştım. Gözlerini açmıştı ve doğrudan bana doğru bakıyordu. Mutlulukla dudaklarım aralandı.
“Uyandın. İyi misin?” diye heyecanla konuşurken bana bakan gözlerinde farklı bir şeyler vardı sanki. Burada olduğumu hem sorguluyor hem de mutlu bir hali var gibiydi. Yarasına gözüm çarptı. Bunu ne kadar beni korumak için kendini öne atsa da gözlerini açtığı için çok mutluydum.
“Evet, taki kulumu sıkı sıkı tutan bir bal yanak görene kadar.” diyerek dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı.
Bakışlarım eline indi. Demek başımın altındaki sıcaklığı eliydi. Tekrardan yüzüne doğru baktım. Gülümsüyordu. Yüzündeki gülümsemeyi görmek ise çok güzeldi. Dudaklarının kenarında küçük küçük gamzeler yüzüne ayrı bir hava katıyordu. Bana kalsa daha çok gülmeliydi.
“Üzgünüm, elini mi acıttım?” elini hala tutmam dışında bir sorun yoktu. Adamın hem elini bırakmamıştım. Hem de üstüne yatmıştım. Elimi avcunun içinden usulca çekecekken elimi sıktı. Gözlerine baktım. Sanki yaptığını fark etmemişti. Refleks miydi? Elim avuç içinde kaldı.
“Ne zamandır buradayım? Sıkıldım.” diyerek odanın içinde koltukta uyuyan Timuçin’e doğru baktı. “Adama bak, ölümden döndük, geviş getire getire uyuyor. Zaten bunun horultusuna uyandım.” diye ettiği sitem ile arkasındaki yastığı güç bela alıp Timuçin’e attı.
Şaşkınlık ile müdahale edemeden diğer eli doğrudan karnına yarasının üzerine gitti.
“Ahh.” Eli sargıda dolanınca hızla oturduğum yerden doğruldum.
“Ya ne yapıyorsun, canını acıtacaksın.” diye kızarak elimi elinden çektim. Yara da bir kızarıklık var mı diye bakarken bir şey olmuş olabilirdi.
“Noluyor ya, bir uyutmadınız.” diyen Timuçin, atılan yastığı da başının altına alıp tekrardan yan tarafına döndü. Tekrar horultusu ile uyurken ses etmedim. Dün haliyle yorulmuştu. Kızgın gözlerim yaradan yeşillerine çıkarken telaşlandım.
“Ben hemşireyi çağırayım.” diyerek oturduğum yerden kalkacakken elimi tuttu. “Gitme.” demesi ile tekrardan yerime oturdum.
“Ağrıdı sadece.” diyerek başı arkaya düşünce âdem elması gözler önüne serildi. Gözlerim Timuçin’in başını koyduğu yastığa gitti. Yerimden kalktığımda Ali’nin bakışları beni takip ediyordu.
Adımlarım koltukta yan dönmüş nasıl bu şekilde uyuduğunu sorguladığım Timuçin’in yanına gitti. Bir ayağı bir yerde bir kolu bir yerdeydi.
Timuçin’in başının altındaki yastığı çekip almam ile başı koltuğa düştü. Uyuyan yüzüne baktım. Üzgünüm Timu, ama bu yastık Ali’ye lazım. Ne kadar içimden dediğimi duymasa da en azından düşüncemi zihin yoluyla iletmiştim ama değil mi?
Ali’nin yanına gelip yastığını usulca başının altına yerleştirirken bakışlarını çekmedi. Hep böyle bakarsa sakarlaşabilirdim ama. Yoğun bakışlar altında tuttuğum nefes ile yastığını koyup tekrardan yerime geçip oturdum.
Vakit çok geçmeden, odaya gelen hemşire serumu çıkardı. Biraz daha dinlensin diye gözlerini kapatırken bende sessizlik içinde onu izliyordum. Çıkık çenesi sanki daha da belirmişti. Yeşillerini göremesem de düzenli nefesleri ile buradaydı.
Yaşıyordu ve bu bile içime baharı yerleştirmesine yetiyordu. İçimde bilmediğim kuyulara bir taş atmış orayı harekete geçirmişti.
Bu sırada Timuçin yattığı yerden kalktı. Ona doğru çevirdiğim bakışlar ile etrafına bakıp “İçim geçmiş uyanmadı mı?” demesi ile tuttuğum kahkahamı bıraktım.
“İçin mi geçmiş, horluyordun be.” diye bir kahkaha daha attım. Bıraksak akşama kadar uyurdu. Yüzü gülmem ile bozuldu.
“Aşk olsun Alisya, ben hiç horlamam bir kere.” demesi ile uyuyan Ali araya girdi. “Ne aşkı. Kime aşık?” demesi ile ona doğru döndüm. Bu iki seksen uzanan patronum daha demin uyumuyor muydu?
Sesin gelmesi ile Timuçin de olduğu yerde sıçradı. “Lafın gelişi dostum, darling, sakin. Hoş geldin aramıza nasıldı oralar.” diye yanına doğru ilerleyip Ali’ye baktı. Yaptığı espri ile somurttum. Esprisi bile yüreğimi ağrıtmaya yetiyordu.
“Valla biraz soğuktu ama sonra nasıl olduysa buradayım. Yine benden kurtulamadın.” diye gülerek Timuçin’e baktı. Yarası ani tepkilere izin vermese de aşırı bir şey yapmadığı sürece sorun yoktu.
“Neyse katlanacağız artık.” diyerek Ali’nin omzunu sıktı. Bu sanırım sarılırsak fazla duygusal olur diyerek, omzuna dostça vurdu. “İyisin, iyi ol.”
“Eyvallah.” demesi ile Timuçin konuşmaya devam etti. “Neyse, ben Behzat amcagili getireyim o zaman.” İkimize bakıp bakışları aramızda gidip geldi. “Sizde anlarsınız ya, takılın.” diyerek göz kırpıp sırıttı.
“Timuçin!” diye panik ve tedirginlikle çıkan sesim ile gülerek odadan ayrıldı. Evet kalmıştık oda da baş başa.
…
O ne be içmem ben onu,” diyen sesi ile kaşığı tekrar uzattım. Patronum hem inatçı hem de nazlıydı. Gelen yemeği bir türlü yemek istemiyor, bir an önce hastaneden çıkmak istiyordu.
“Ya içeceksin aç ağzını.” diyerek tekrar elim havada, ona baktım.
“Kızım kötü kokuyor.” diyerek yüzünü buruşturdu. Bakışlarım kaşığa gidince bende yüzümü buruşturdum. Etli bir sürü vitaminin olduğu bir çorbaydı.
“Evet biraz kokuyor ama sağlıklı, aç ağzını.” diyerek konuşmaya başlayacakken kaşığı ağzına iteledim.
“İşte oldu. Bir kaşık daha.” diyerek tekrardan fırsattan istifade kaşığı ağzına iteledim. Ne kadar kaşık uzatsam da hepsini zor bela içti. “Ne koymuşlar bunun içine.” diyerek yüzünü buruşturmayı da ihmal etmedi.
Elimdeki çorbayı karıştırıp dudaklarım ile soğutarak bir kaşık daha uzattım. “Yani biraz ayak, biraz ilik suyu, iyileşmen için her şey var işte.” dedim çorbaya bakıp.
“Sanırım kusacağım.” diyerek başını çevirince elimle çenesini kendime doğru çekip bir kaşık daha ağzına doğru uzattım. Aslında aklımda bu yoktu, aniden oluşmuştu. Sert çehresinin sakalları parmak uçlarıma batmıştı.
“Dün gece burada kalmışsın, neden eve gitmedin? Ailen burada olduğunu biliyor mu?” diye sorması ile kaşığı çorbanın içine koydum.
“Gidemedim. Uyandığını görmek istedim. Anneme söyledim yani burada olduğumu.” Bir kaşık daha uzatıp devam ettim. “Belki tanırsın. Sizinle, sanırım babamgil iş yemeğine gitmişti. Satı Akman annem.” diyerek usulca ekledim. “Özgür Akman, babam olur.” demem ile gerilmesi bir oldu.
“Evet…tanıdım. Çok iyi tanıdım.” Sessizlik oldu. Sonra bakışları bana döndü. “Yani bir dava için bir araya gelmiştik.” Bana yaklaşan gözlerine bakıyordum. Gözleri kızıllaşıyordu sanki. Evet hatırlıyordum. O gün oraya gitmemiş gecenin bir vakti soğukta karşımdaki beyefendi ile karşılaşmıştım. Nasıl unuturdum bir rezil anımla daha karşılaşmıştı.
Kapı sesi ile bakışlarının yoğunluğundan sıyrıldım. Odaya girenler ile tabağı indirirken gülerek Timuçin konuştu. “Sakın bozmayın, bu açı çok güzel.” demesi ile ona baktım.
İki elini kamera gibi bir yakına bir uzağa götürürken ardından odaya giren ailesi ile toparlandım. Sandalyem nasıl olduysa Ali’nin yatağına yapışmıştı.
“Boş yapma Timuçin.” diye Ali’nin kızması ile elini indirip omuz silkti.
“Peki.” Yine oturduğu koltuğa geçip yayılarak konuşmaya başladı. “Ee çifte kumrular nasılsınız? Bir gittim, başınıza neler gelmiş.” demesi ile kız kardeşi Asya araya girdi.
“Evet abi, bu nasıl oldu, hem de şehrin göbeğinde çok korkuttun bizi.”
Timuçin yayıldığı yerde öne doğru evrilip öyle konuştu. “Asyacım, bunlar bir araya gelince hep bir aksiyon çıkıyor, bizde nasipleniyoruz tabi.” diyerek güldü. Ortamı sakinleştirmek için konuştuğu belli olsa da en azından gerginlik dağılmıştı.
“Ya ya ne aksiyon ne aksiyon.” Ali gözlerini ikisinden de çekip babası ve Ülkü Hanıma bakıp tebessüm etti.
“Kızım sende dün gece burada kalmışsın, teşekkür ederiz.” Diyen Ülkü Hanım ile dudaklarımı araladım. “Rica ederim ne demek. Ben biraz hava alayım.” diyerek oturduğum yerden kalktım. Belki konuşacakları olabilirdi.
“Otur.” diye yanımda konuşan sevgili patronuma baktım.
“Hemen çıkıp geleceğim.” Biraz yalnız kalsalar iyi olurdu, belki özel konuşacak bir şeyleri olurdu. Ne bileyim, kalabalık etmek istemedim.
“Otur.” diye tekrarlaması ile usulca sandalyeye çöktüm.
Asya ile Ülkü Hanım birbirine imalı imalı bakarken Behzat Bey ise durgundu. Odadaki sessizliği bir süre sonra Behzat Bey bozdu. “Ben araştırdım. Senden sonra içeriden haber geldi. Çoğu kişi yaralansa da yoğunluk sizin masaya doğru ateş açılmış. Polisler ile konuştum, bu restoranda yapılan bir saldırı değil, bu saldırı direk sizin oturduğunuz masaya olmuş Ali.” demesi ile yutkundum.
Birisi canımıza mı kast etmişti. İyi de kim? Aklıma sadece bir isim geliyordu. Ulak Soylu? İçeriden çıkar çıkmaz böyle bir şey yaparak bütün okları üzerine yöneltmek ister miydi? Şüpheler direkt onu gösteriyordu.
Hoş neyi sorguluyordum psikopat, adam demeye bin şahit ister insan müsveddesi, sevdiği kadını vurdurmamış mıydı?
Omuzlarım düştü. Ya tekrar denerlerse. Gözlerim yanıyordu. O sıra odadaki konuşma kulağıma doldu.
“İlgileneceğim, sen yaralarılar ile ilgilen baba.”
“Tamam. Ayrıca hastaneden çıktıktan sonra korumada ayarladım. Onlarla gezeceksin.” diyerek elini cebine atıp Ali’ye doğru baktı. Babası haklıydı. Doğrudan Ali’ye bir saldırı olmuştu, onun canı önemliydi. Behzat beyden bakışlarımı Ali’ye doğru çevirdim. O an bir şeyi fark ettim.
Şöyle ikisine de baktığımda gözleri hariç Ali babasının kopyasıydı resmen. Çıkık sivri çeneleri keskin ciddi bakışlarını babasından almıştı. Boyları hemen hemen yakın olsa da Ali’nin boyu uzundu. Zira topuklu ile çenesine zor geliyordum.
Babasının gözleri kahverengiydi ve kahvelerini de kızı Asya almıştı. O an bir şey oldu. Yoğun bir his. Odada ise bir yokluk vardı. Ülkü hanıma baktım. Ali’nin halasıydı. Asya’ya baktım. Kız kardeşiydi. Peki annesi?
Yokluk ile boğuştum. Annesi neredeydi acaba? Bunu böyle bodoslama soramazdım elbette ama yokluğu belli oluyordu.
“Gerek yok.” diyen Ali ile Behzat Bey’in kaşları çatıldı.
“Gerek olup olmadığını sormadım.” diyerek ağzından çıkan kızgın sesi ile Behzat Bey’e baktım. Adam haklı beyler dağılın demek istemezdim ama içimden geçenler bunlardı.
Bunu yapanların tekrar yapmayacağı ne malumdu. Bu ihtimalin gerçekleşmesi, hatta zihnimde yer etmesi bile beni bilmediğim kulvarlarda korku ile koşturmaya yetiyordu.
“Sonra konuşuruz.” diye başını çevirdi. Bakışlarım Ali’ye döndü.
Patronuma da bak sen, kendisinden başka biri emir verince demek böyle yapıyordu. Acaba dediklerimi yapmadığın da Behzat Beye mi haber etseydim.
“Baba tamam ısrar etme, abim iyileşsin, konuşursunuz.” diyerek konuşan Asya’ya baktım. Ailenin arasını yapanda Asya oluyordu sanırım.
“Cimcime gel buraya bakalım.” diyerek yanına gelen Asya’yı kolları arasına alıp başından öptü. “Dikkat et kendine.” diyerek abisine sarılması ile gülümsedim. Abi sıcak bir dayanaktı. Her zaman abim olduğu için mutlu hissederdim. Çoğu zaman uzakta olsa bile bir alo sesi bile bana kendimi güvende hissettiriyordu. Abi damarım kabardı. Acaba arayıp şöbiyet istesem akşama getirir miydi?
“Tamam ederim.” diyen Ali, gülen gözlerle kardeşini, yarası el verdiğince sardı. Gözleri, kardeşine sarıldığında parlıyordu.
“Ama et, seni de…” diyemeden tekrar usulca abisine sarıldı. Ortamın sessizliği ile durdum. Devamında söylenmeyen kelimeler, usulca etrafta yerini sessizliğe bıraktı.
“Tamamm, hadi artık siz gidin. Ben size haber ederim.” diyerek bu sessizliği kıran Ali ile ona döndüm.
Biraz daha içeride ettikleri sohbetle araya çıkıp annemle konuştum. Bu sırada Gülce ile Fatih’te gelmiş ve sonradan onları da uğurlamıştık. Ara sıra ağrısı olsa da ilaçlar ile sıkıntısı olmuyordu. Gözlerim boş odada gezindi.
Timuçin, Oğuzhan ile konuşmak için odadan çıktığından beri geri gelmemişti. Bu sırada tekrar doktor gelmiş durumunun iyiye gittiğini söyledikten sonra daha da rahatlamıştım. Tekrardan sargı bezini değiştirmişlerdi. Yarasına bakamasam da odadan çıkmamış hemşire işini yapana kadar gözlerimi etrafta tura çıkarmıştım. Tabi Ali’nin bakışlarından buda kaçmamıştı.
Yanında dururken hiç sıkılmıyordum. Beraber odanın içindeki televizyonu açmış, ısrarlarımla Tom ve Jerry’e bakıyorduk. Ortam çok güzeldi. Sanki bir evin içinde, şöminenin yanında dışarıda kar yağarken oturmuş, her günümüz böyle geçiyor gibi bir hissiyat doğmuştu içimde. Değişik içimi titreten bir titreme hissettim. Sanki olmasa ölecekmişim gibi.
Gözlerim tv de takılırken yatağında kıpraşması ile ayaklarındaki pikeye uzandığını görünce, bakışlarım televizyondayken pikeyi kavradım.
Gövdesine çok bakamıyordum zira çıplaktı. Ve hiç öyle göbek değil sıralı sıralı kasları sargı bezi ile kapalı olsa da gözüküyordu. Belki bazı anlar gözüm takılmış olabilirdi.
Bu sıra da pikeyi karnına kadar çektiğimde kıpırdaşması ile durdum.
“Affedersin acıttım mı?” diyerek pikeyi tuttum. Bir yerine değmiş mi diye bakındım.
“Yok iyiyim. Şimdi daha iyiyim.” diye tebessümü ile pikeden ellerimi çektim.
“Sevindim, bir şey içer misin? gidip alabilirim.” diyerek öneride bulundum. Acıktığı anları çok kestiremediğimden kendisine baktım. Aklıma gelenler ile tekrardan konuşacakken benden önce davrandı. Bir müddet sussa da düşünceli gözlerle sonunda konuştu. “Portakallı kek sever misin?”
Omuz silktim. “Hımm, hiç yemedim ama güzel bir ismi var, belki severim.” diyerek gözlerine baktım. Şaşkınlığı parelerinde kızıl bir yol alarak çizildi.
“Hiç yemedin, bu yaşına kadar.” diye şaşkınlık buladığı sesin tınısı sonlara doğru sertleşmişti sanki.
“Evet, yani bildiğim kadarıyla yemedim.” Belki rüyamdaki çocukla yemiştim ama nasıl derdim, rüyamda yemişim aslında diye.
Kendimden bakışlarını çekmek için soruyu ona yönelttim. “Seviyorsun sanırım.” Çünkü Ceyda da demişti portakallı keki sevdiğini.
“Evet portakallı keki severim.” diyen sesi anlamadığım bir şekilde kısılsa da gözleri yüzümde dolaştı. “Neden sevmiyorsun, yani hiç mi yeme fırsatın olmadı.” diye çatılan kaşları ile gözlerim kısıldı. Bu sorgusuna anlam veremedim. Kendisi çok sevdiğinden hiç yemediğime sanki bozulmuştu.
“Eğer bu kadar seviyorsan, ben yapabilirim.” Belki Sultan Teyzeden yardım alabilirdim. Bakışları durgunlaştı. O sıra da soruma cevap alamadım. Sustu.
Sonra yüzümde ne gördüyse bakışlarını çekip cama doğru baktı. “Ne zaman çıkacağız daraldım burada.” Bir anda ciddileşen sesine anlam veremezken konuştum.
“Daha hemşire bir gün yatacaksın dedi, olmaz.” Üzerindeki pikeyi hızla yana doğru attı. Ayağa kalkar gibi yattığı yerden doğrulunca “Dur napıyorsun!?” diyerek yanında bittim. Hareketli hali ile yataktan kalkmaya çalışıyordu.
“Yok ben hastane daha fazla kalamam. Şu ceketimi uzatır mısın?” diyerek ileride duran ceketini gösterdi.
“Olmaz vermiyorum, dinleneceksin.” diyerek panik oldum. Daha dinlenmeliydi. Derin bir nefes alıp yarasını tuttu.
“Alisya, yorma güzelim uzat şu ceketi.” derken eli ile karnını baskılayıp doğrulmaya çalıştı. Dik konuma gelmesi ile ayaklarını sarkıttı.
“Böyle şeyler demeniz, ceketi vereceğim anlamına gelmez, kalkarsanız…” elimi yüzüne doğru sallarken uygun cümle bulmaya çalışıyordum.
“Eee” durdu. Bir kaşı havaya kalkarken ne diyeceğimi bekliyordu.
“Hemşireyi çağırırım. “diyerek iki adım geriye gittim. Tehditkâr gözleri gözlerimi buldu.
“Gel buraya.” diyerek kısık sesle seslendi. Ciddi bakan gözlerinden sıyrıldım.
“Yaa geleyim de ceketi alın değil mi?” koltuğun üzerindeki ceketini katlayıp arkama aldım. Sanki koşup alacakmış gibi davransam da bir anda eli karnına gitti.
“Aağğ!” diye feryadıyla, içim korku dolarak iki adımda yanında bittim. Elim elinin üstünden yarasına kuş tüyü hafifliğinde dokunurken, tedirginlikle yüzüne baktım.
“Ay ne oldu ağrımı girdi? Dikişler mi açıldı? Ama ben sana dedim, hareket etme diye ya, ben ben hemen hemşireyi çağırıyorum.”
Korku ile yarasına bakarken başımı çevirip kapıya doğru gidecekken bir anda yanağıma bir öpücük kondu. O an zaman durdu. Korku ile çarpan kalbim ateş almıştı.
Beni öpmüştü. Ağzım aralık şekilde bakışlarım usulca beni öpen adama döndü.
“N-ne yapıyorsun.” diye kekelerken yüzüne sıcak bir ifade yerleşti. “Öpüyorum. Hatta bir daha öpeyim.” diyerek diğer yanağıma da bir öpücük daha kondurması ile eğildiğim yerde kalakaldım.
“B-beni böyle öpemezsiniz.” dediğimde bir buse de tekrar diğer yanağıma indi.
“Neden?” diyen dudaklarının arasından çıkanlar ile bakışlarım dudaklarına indiğinde dudağı kıvrıldı.
“Öpemezsin işte.” Sesim içime kaçmış bir ceylan gibi ürkek çıktı. Sırıtan yüzü ile kalbim dört nala koşarken bakışlarım kaçamaktı. Yanağım ise bitaptı, çöle uğrayan vaha gibi şendi. Hemen eğilen belimi doğrulttum.
“Ben ben hemşireyi çağıracağım.” diyerek arkamı dönüp odadan fırladığım da ardımda sırıtan bir adet patronum yatıyordu.
“Kaç bakalım, yine geleceğin yer benim yanım, sevgili asistanım.” diye ardımdan seslenmesi ile arkamı dönüp heyecanla konuştum. “Hiçte bile. Narkozdan kafanız yerinde değil o kadar.” Yanaklarım volkanın içinde kalmışçasına ateş almıştı. Beni öpmüştü. Bir kere değil üç kere dudakları yanaklarım da yer etmişti. Sıcak dolgun dudakları. Yutkundum.
“Gel de göstereyim, yerinde mi değil mi?” diyerek konuşması ile ona döndüm. Aramızdaki mesafeden bile gözlerime bakan bakışları dudaklarıma inince derin bir nefes alıp arkamı dönerek odadan çıktım.
Kapanan kapının ardına sırtımı yaslarken çarpan kalbimin üstünü ellerim aldı. Beni öpmüştü. Beni öpmüştü. Allah’ım kalbim neden firari gibi maratona çıkmıştı. Ritmi bozulmuştu. Bütün uzuvlarım kendi alemindeydiler. Kalbimin üstündeki ellerimi yanaklarıma taşıdım.
Narkoz, kesinlikle narkoz. Beni öpmüştü. Ya değilse. Narkoz olamazdı. Çoktan geçmiştir. Aklıma gelenler ile gözlerim açıldı.
Yoksa bana karşı bir şeyler mi hissediyordu? Yanaklarımı yelleyip yutkundum. Bana hissi mi vardı? O yüzden bu kara yakın davranıyor olabilir miydi? Kafamın içi darmadumandı.
Aklıma gelenler ile yüzüme konan gülümseme şaşkınlığı, yerini düşünceli bir denize bıraktı. İyi de düşlerinde unutamadığı bir kadın vardı. Onu unutamayıp bana neden böyle davrandı. Onun için bu durum belki normaldi ama benim için hiç normal değildi.
Kapalı kapıya doğru baktım. Ardındakini görmesem de bakışlarımla kapının ardındakini düşledim. Beni neden öptün Ali?
Soracaktım ama şu an değildi. Adımlarım odanın önünden çekilip yürümeye başladım. Hava almam gerekiyordu. Şöyle kutuplara gidip gelmeliydim.
Biraz dışarıda hava alıp içeriye girdiğimde rahat davranmaya çalışmak istedim. Böylece bakışlarının esiri olmazdı. Elime telefonumu alarak oyalanıyormuş gibi yaptım.
Bu halime sırıttı. Sesinin tınısı kulaklarımda şenlendi. Vicdansız, güzel gülüyordu. Tabi ki bu içimde kaldı. “Neden sırıtıyorsun, pişmiş kelle gibi.” diye dayanamayarak sordum. Güldü. Yanaklarıma bakamazdı kızarıklığının dinmesi için o kadar dışarıda hava alıp gelmiştim. Hoş bir süre üşüsem de anca kesmişti.
“Telefonu ters tutuyorsun da ondan.” demesi ile şaşkınlığımı içimde tutarak elimdeki telefona baktım. Resmen telefonu ters tutmuştum, hemen düzelttim. “Olabilir, ben böyle de görüyorum.” diyerek bakışlarım telefonuma düştü. Rezil olduk, baba dememek için kendimi zor tuttum. İki oyalanalım demiştim sadece.
Belki beni öptüğü anlar aklıma gelmezdi ama aklımdan hiç çıkmıyorlardı ki. Ona bakarken daha da heyecanlandım. Elim ayağıma dolaşan heyecanımdı.
Neyse ki bakışları televizyona döndüğünde odanın kapısı açıldı. Zamanımın çoğu içeri gelen doktor ile çıkış işlemleri yapılmasını şaşkınlıkla seyretmekle ve Ali’nin marifetini tebrik etmekle geçti.
Odada bunalmış eve gitmek istediğini belirtmesi ile çıkış işlemleri onaylandı. Bana olsa sanırım bir hafta hastanede yatardım, adam bana mısın demiyordu. Ne yaptı ne etti, hastaneden kendisini taburcu etmeyi başarmıştı. Yanında duran ceketini eline aldı.
Ceketine takmıştı. Ne vardı bu kadar bu cekette. “Dur yardım edeyim.” diyerek kolundan canını acıtmadan ceketini geçirdim. kabanını da üstüne geçirdim. Üşümesindi.
Usulca yatağından kalkması ile yanında bittim. Az önceki anı, zihnimde yer etse de düşünmemeye çalışarak kolunun altına girdim. Bir elimle de sırtını sardım.
“Bence böyle daha iyi gideriz.” diyerek elinin bir parmağının avcumun içine aldım. Allah’ım yanıyordum. Uzuvlarım cayır cayır içimi yakıyordu. Hiç bu kadar sıcak hissetmemiştim. Kalbim fokur fokur kaynayıp çarparken umarım bunu hissetmiyordu. Eğer hissediyorsa işte ben o zaman hiç iyi olmayacaktım. Zira kalbim yerimden çıkarcasına ona doğru atıyordu.
“Hımm. İyi, öyle olsun bakalım sevgili asistanım.” diyerek göz kırptı. Gözlerine baktım. Yeşilleri engin denizlerde dinlenmiş yosunlar gibi pas parlaktı.
Bence de ameliyatta narkozu fazla vermişlerdi bu da yan etkisiydi. Başka düşünceleri şimdi düşünmeyecektim yoksa hastaneden çıkmadan bende bir serum isteyebilirdim. Hele ki bu kadar yakınken. Başımı önüme çevirip usul usul yürüyerek asansöre bindik.
Hastaneden çıktığımızda kapıda bizi Timuçin karşıladı. “Geldin mi?” diye saçma bir soru sordum. Gelmese zaten burada olmazdı.
Aklım, şu an kalbimle halay çekiyorlardı ve müziklerini duyduğumdan düşünemiyordum. Midem ise cümbüş alanı gibi hareketliydi.
Başını sallayıp arabanın arka kapısını açtı. “Hadi gidelim.” diyerek ön koltuğa yerleşti.
Ali’yi bekledim. Araca yavaşça binmesi ile bende yanına bindim. Yolda temkinlikle ilerlerken ara ara Ali’nin bana bakan bakışlarını yakalasam da önüme bakıyordum. Ben hala beni öptüğü sulardaydım. Şap diye öpmüştü. Yüzüne de bakamıyordum ki ne düşündüğünü seziyim.
Yoğun bakışlar altında yolculuğumuz Ali’nin evine gelmemiz ile son buldu. Araçtan indiğinde hemen kolunun altına girdim. Ne yapayım düşmesini istemiyordum.
Timuçin bu halimize gülüp önden ilerleyerek evin kapısını açtı. Usul adımlar ile yürüyerek evin içine girdik. Ben kendimi inatçı sanırdım ama taki Ali ile karşılaşana kadar. Adam bir gün daha hastanede kalamayacak kadar inattı. Kolunun altında evin holünde yürümeye başladık.
Burnuma dolan kokusu ile nefeslendim. Hoş hastane de kalsakta kokusundan hiçbir şey eksilmemişti. Mis gibi tarçın kokuyordu. Çaktırmadan bir nefes daha aldım. Salona geldiğimizde kanepeye yaklaştık.
Kanepeye usulca oturduğunda kolunun altından çıkıp doğruldum. Gözlerimi etrafımda gezdirdim. Sanırım artık yapacak bir şey kalmamıştı. “Bende eve geçeyim artık.” diyerek konuya girdim.
“Tamam, yarın şirkette olmayacağım için, senin de gitmene gerek yok.” demesi ile sevgili patronuma baktım. Nasıl da masum masum konuşuyordu.
“Tamam” başımı usulca salladığımda hole çıktığımda Timuçin arkamdan seslendi. “Ben bırakırım akşam akşam gitme.” dediğinde ona döndüm.
“Yok ben yan evde oturuyorum, gerek yok.” dediğimde bakışlarını benden çekip Ali’ye baktı.
“Nasıl yani Akmanların olan mı?” emin olmak için sorduğunda onayladım.
“Evet. Ben de Alisya Akman, memnun oldum.” diyerek güldüğümde Timuçin, ciddi bir ifade ile Ali’ye bakmayı sürdürüyordu. Sanırım şaşkınlığı sürecekti. Tamam hatırı sayılır bir tanınmışlığımız olduğunu biliyordum ama benim o kadar tanınmaya ihtiyacım yoktu. Dedemin soyadından dolayı ismimiz dolaşıyordu.
“Neyse sen buradaysan artık gidebilirim. Bir şey olursa beni ara lütfen.” diyerek Timuçin’e kısıkça konuştum.
“Heyy bende buradayım.” diyen sesini duysam da bu haline güldüm. Timuçin’in sorgulu donuk halini yorgunluğuna verip üzerinde durmadım. Bir adım daha yaklaşıp Ali’ye bakarak Timuçin’e döndüm.
“Çok ayakta dolaşmasın, hoş inatçı patronum ama sen yine de dikkat et.” diyerek tembihledim.
“Ne konuşuyorsunuz fısır fısır ayrılın.” diye seslenmesi ile Timuçin’in bir şey demesine gerek kalmadan bir adım gerileyip kapıyı açtım.
“Sonra görüşürüz.” diyerek evden çıktım.
…
Ali Asaf ARIKAN
Ağrıyı bir kenara bırakıp karşıma geçip dikilen Timuçin ile ona doğru döndüm.
“Ben az önce ne duydum, doğru mu bu?” sert çıkan sesine karşı kaşlarım çatıldı.
“Ne duyduysan o.” diyerek kestirip attım.
“Bak dostum yanlış yapıyorsun, kızın bir suçu yok. Senin davan, babası ve dedesiyle. Sen anlattın. Yanınd…” demesi ile lafını kestim.
“Karışma işime Timuçin. Ok yaydan çıktı bir kere, istesem de dönemem.” Geri dönüşüm yoktu annemin canına bilerek kast etmişlerdi. Bende ömrüm yettiği sürece bunu ortaya çıkartacaktım. Geri dönüş yoktu.
“Abi kızın bilmediğini sen söyledin.” Diyen Timuçin ile durgun gözlerle baktım. Gözlerim ezelden beri yorgundu. Kalbimin bağrına çarpan sızı ile serteldim.
“Ben bilmiyorum lan kızın suçsuz olduğunu. A*ına koyayım böyle işin ama bu aptal zihnim kabul etmiyor. Bu işin sonu karanlık. Artık ben bile kestiremiyorum. Karanlık bir kuyuya düştüm. Artık beni kimse kurtaramaz. Karanlığımda boğulana kadar durulmayacağım.” dedim sonunda.
Alay ediyorlardı, bilmediğimi sanıyorlardı. Karşılarına geçip bende ordaydım lan, gördüm dememek için her an her saniye kendimi avutup kandırmakla geçiyordu. Zamanı vardı, her şeyin her anın bir zamanı vardı. Söylenmeyen sözler, yalanlar bir bir ortaya çıkacaktı. Tek tek ortaya çıkartıp hapiste çürümeleri için elimden ne geliyorsa daha fazlasını yapacaktım.
“Abi yazık kıza haklısın olanlar da yüzde yüz haklısın biliyor…” diyen Timuçin yanımdaki koltuğa oturdu. Gözümün önüne bir balın küçüklüğü bir yosun derya denizim biricik annem geliyordu. Gözlerim ezelden yorgundu. Ne tarafa çekilsem orada kalıyordum.
Mezarlıkta geçirdiğim yılları unutamazdım. Unutmayacaktım.
“Keşke haklı olmasaydım be Timuçin. Bırak haksız kalsaydım. En azından…en azından lan…annem yanımda olurdu.” demem ile başını eğmesi bir oldu.
Sinirden karnım kasıldı. Yan evimde iki adım ötemde otururken sinirlenmemek elimde değildi.
İçimde fokurdayan ateş ile bir ülkeyi yakıp kül edecek kadar sinirli, elalarında gördüğüm bir damla yaş ile ülkeyi denize çevirecek kadar içliydim.
“Neyse bunları konuşacak vaktimiz yok. Açma sende. Sen araştırıyorsun değil mi? Bu şirketin bir açığını bulabildin mi? Ne gizliyorlarmış? Şahin Akman özellikle Özgür Akman, onun nerelere gittiğini her gün duymak istiyorum. Alisya öğrenmeyecek, hiçbir şekilde Timuçin. Beni anlıyor musun?” diye sordum. Timuçin bu olayları bilse de Alisya ile ilgili bazı şeyleri bilmiyordu.
“Tamam abi.” diye başını sallayıp onayladım.
“Son durum ne?” diye sordum. Alisya’nın yüzü gözümün önüne gelip duruyordu. Geçmişi bana bağlı olsa da beni silmesi sanki dünyasında hiç var olmamışım gibi hatırlamamasını anlamıyordum. İçimde bir yerlerde bu durumu konduramıyordum. Beni neden silmişti?
Düşünceler kafamı s*kmekten başka bir şey yapmadı. Terazimin sen olan tarafı hep ağır basıyordu. Sinirle düşüncelerimi savuşturdum.
“Şahin Akman, son bir aydır yüklü anlaşmalar yapmış ama imzalar Alisya’nın babasının yani Özgür Akman’ın üzerine. Abi birde geçen Serçeye gittiğimizde bir şey fark ettim. Levent Akman da oradaydı.”
“Biliyorum.” dedim.
“Sen de mi gördün?”
“Alisya söyledi. O gün ondan kaçmış. Timuçin, bu ailede bilmediğim şeyler dönüyor. Dediğim adam Şahin Akman’ın koruması oldu mu?”
“Abi adam kafayı sıyırmış gibi korumaları da kendine özgü testlerden geçiriyormuş. Bir adamımız hazır, çok arayamıyorum ama işinin ehli. Birkaç şey üzerinde konuşmalar olsa da tam olarak açık vermiyorlar. Ama bulmam yakın.” Diye konuşması ile sıkıntı ile nefes aldım. Yaramın kanadığını hissediyordum. O an aklıma geldi. Ya kurşun Alisya’ya saplansaydı? Neden bu düşünce beni dünyanın bir ucuna götürüp eli boş getiriyordu. İçi titreten bir korkuydu.
“Acele et Timuçin. Bu iş bir an önce bitmeli. Yoksa ben biteceğim.” diye dalgınca konuştum. Çoktan bittiğini ise ela gözlere baktığında anlamamıştı.
…
Alisya AKMAN
Eve geçerken Hızlı adımlarla yürürken arkamda sanki birisinin yürüdüğü bir his gelince durup arkama baktım.
Kimse yoktu. Önüme döndüm. Paranoyak olmak istemiyordum ama hislerim izlendiğimi söylüyordu. Adımlarımı hızlandırdım. Ya da olaydan etkilendim. Ardımdan çarpan rüzgar ile kabanıma sarılıp büyük adımlar attım.
İleride Yakup abiyi görünce rahat bir nefes aldım. Bugünlerde yanında bekleyen Ufuk abiyi görmüyordum.
“Ali nasıl?” diye sorması ile durdum. Bizi görmüş müydü?
“Gördün mü?” diye sordum. restoranda sadece gözüm Ali’de olduğunda etrafımda olan bitenlere bakamamıştım. Sadece uyanması için her şeyi yapacak bir anımdı. O an bana birçok şeyi katmış birçok şeyi de içimden alıp götürmüştü.
“Hayır. Durumu nasıl?” diye tekrardan sorusunu yeniledi.
“Karnından vuruldu ama çok şükür iyi.” dedim umutla. Bol bol dinlenirse hiçbir sıkıntısı kalmayacaktı. Ona iyi bakacaktım.
“Dikkatli olun Alisya Hanım.” demesi ile iki kaşımı büktüm.
“Babama söyledin değil mi?” diye konuştum. Eğer bizi gördüyse suskun telefonlarımın sebebi babamın kızgın olması olabilirdi.
“Evet, sizi çalışma odasında bekliyor.” demesi ile omuzlarım düştü. İşte bende bundan korkuyordum. Ben annemden duymasını beklerken haber erken ulaşmıştı babama.
“Tamam iyi akşamlar.”
“İyi akşamlar.” demesi ile evin içine girdiğimde rotamı babamın çalışma odasına çıkardım. Ev aşırı sessizdi. Herkes sanki odasına çekilmiş sessizliğe bürünmüştü.
Babamın çalışma odasının önüne gelince kapıyı tıklatıp içeri girdim. İçeride annem ile babam konuşurken benim içeri girmem ile birden sesleri kesildi. Evet başlıyorduk. “Selam.” diyerek içeri girip kapıyı ardımda kapattım.
“Kızım, iyi misin?” diye koltuğundan kalkan babam hızla kollarını gövdeme sardı.
“Evet, sorun yok, ben iyiyim ama Ali vuruldu.” diyerek sarıldım. Sıcacık gövdesi beni güvende hissettiriyordu. Ne kadar telefonda annemle konuşsam da korkmuşlardı.
“Ali nasıl?” diye sorması ile kollarımı indirip geriye çekildim. Gözlerim annemin sorusu ile ona takıldı.
Annem sanki ağlamıştı, gözleri kızarık bana bakarken dudaklarımı araladım. “Karnından vuruldu. Ameliyat biraz zorlu geçti. Ama şimdi evine geçti daha iyi.” diyerek derin bir nefes aldım. Şükür sebebim daha da iyi olacaktı.
“Otur olay nasıl oldu, her şeyi anlat kızım.” demesi ile annemin karşısındaki koltuğa geçip oturdum. Annemi hiç böyle görmemiştim. Ben gelmeden odada sanki bir şeyler yaşanmıştı.
“Aslında pek bir şey olmadı, yani biz şirket yemeğine çıktık. Normal bir şekilde yemek yiyip şirkete geçecektik. Bir anda bir araç sesi duydum. O sıra da camdan kurşunlar gelmeye başladı. Beni Ali yere çekti. Onun sayesinde kurtuldum aslında.” dedim o anlar gözümün önüne gelirken.
“Kızım sen neler söylüyorsun?”
“Ben bir Behzat ile konuşacağım. Sonra gelirim.” diyerek odadan çıkan babama başımı salladım.
“Şimdi iyi değil mi?” diye tekrardan sorması ile meraklandım.
“Anne sana bir şey soracağım. Siz Ali Arıkan ile sadece iş dolayısı ile mi tanışıyorsunuz?”
“E-evet. Neden sordun kızım?” dediğinde gözlerini kaçırdı. Annem…hiç ummasam da yalan söylemişti. Çünkü biliyordum yalan söylerken gözlerime bakamıyordu.
“Yani Ali’yi hiç tanımıyorsunuz?” diye emin olmak için sorarken aslında biliyorsa, tekrar anlatması için içimden bir şans veriyordum.
“Evet, sadece iş için önceden tanıştık o kadar.” dediğinde kabullendim. Anlatmayacaktı. İyi de neden?
“Peki, ben odama çıkıyorum.” Diyerek oturduğum yerden ayaklandım. Bu ara da o iyi. Arkadaşı yanında. Şu an dinleniyordur.” Diyerek tebessüm ettim.
“Alisya.”
“Efendim.”
“Baban koruma ile işe gitmeni istiyor.” demesi ile içimden ofladım.
“Yine mi?”
“İtiraz edersen arkandan seni takip edecek.” demesi ile somurttum.
“Tamam.” diyerek odadan ayrıldım. Odama geçip yüklerimden kurtulup yatağıma geçtim. Odasının ışığı hala yanıyordu. Acaba o oda neresiydi? Bazı geceler oranın ışığı açık kalıyordu. Odası olabilir miydi?
Gözlerimi usulca yumdum. Yarın erken kalkmalıydım. Vücudum zaten uykusuzluğa açtı ve beni erken uyandırmak gibi bir huyu olsa da bu ara yorgunluğuma dayanamadım. Gözlerimi açıp telefona uzandım. İlk defa geç kalmamak için alarm kurdum. Tavşanıma sarılıp uykuya daldım.
…
Sabah erkenden kalkıp Sultan Teyze’nin odasında soluğu aldım. Kadıncağızı sabahın köründe uyandırarak tarifi almıştım. Portakallı kek yapacaktım. Hem rüyamdaki Ali Asaf da çok seviyordu. Belki gerçekteki Ali de yaptığım keki severdi.
Aslında bahane olarak elimde bir kek ben geldim diyemezdim, hele ki beni öptükten sonra. Ama bahanem hazırdı, bir rapor vardı onu imzalatacaktım ve o ara dada keki verecektim. Evet plan hazırdı. Kalbim çarpıyordu. Sanki ilk defa görecekmişim gibi bir fırtına kopuyordu kalp odacıklarımda.
Keki fırından alıp dinlenmesi için beklettiğim yerden usulca kabına yerleştirdim. Mutfak mis gibi portakal kokusu ile sarılmıştı.
Koku burnumun direğini sızlatırcasına içim hissiyat ile doldu. O çocuk da seviyordu. Keşke burada olsaydı. Belki o da severdi. Sadece bir çocukluk olamayacak kadar içimi dolan hislerime tutundum. Bu his gün geçtikçe içimde çoğalıyordu.
Keki koyduğum kabın kapağını kapattım. Şu an düşünmeyi arka plana atacaktım. Yoksa yine düşüncelere dalıp bir sonuç çıkmayacaktı.
Keki elime alarak mutfaktan ayrıldım. Kabanımı üzerime geçirip ayakkabılarımı da giyerek ses yapmadan evden çıktım. Alarmı dün boşuna kurmuştum. Çünkü alarmdan önce uyanmıştım. Bahçeden yürüyerek kapıya doğru yaklaştım.
Korumam umarım yine Yakup abi olurdu. Hoş o da beni benim bilmediğim her an takip ettiğini dolaylı da olsa söylemişti.
Kapıda beni görünce önüme geçtiler. “Alisya Hanım babanızın izni yok. Bugün dışarı çıkamazsınız.” demesi ile şaşırdım.
“Ne demek iznim yok.” Elimdeki keki sıkıca tutup devam ettim. “Sadece yan eve gideceğim, lütfen hemen gelirim.” diyerek Yakup abiye masum masum baktım. Kekimi verip gelirdim. Masum bakışlar atarken Yakup abi biraz düşünse de konuştu.
“Buyurun beraber gidelim.”
“Zaten şurası.”
“Buyurun.” diyerek eli ile ileriyi gösterip önden yürümem için yol verdi. Demir kapıdan geçip yürümeye başladık. Yan eve bile koruma ile gidecek kadar iş ciddiydi. Evin önüne ilerleyerek kapıyı çaldım. Ardıma baktığımda Yakup abi hala beni bahçe kapısında içeri girmemi bekliyordu.
Kapıyı açan bir adet patronum ile bakıştım. “Selam.” diye mırıldandım. neden ayaktaydı ve bu Timuçin neredeydi ki Ali ayağa kalkmıştı.
“Merhaba.” demesi ile durdum. “İçeri buyur etmeyecek misin?”
“Evet edeceğim. Buyur geç.” diyerek yana kayması ile kapı ile onun arasından ona değmeden içeriye girdim. Görünüşe göre evde kimse yoktu. Hoş erken bir saatte geldiğimden utanmadım desen yalan olurdu.
“Beni mi özledin yoksa? Erkenden geldiğine göre.” diye sırıtarak konuşması ile Ali’ye döndüm.
“Hayır ne münasebet, ben şey için geldim.” diyerek gözlerim etrafta gezindi. Ne için gelmiştim ben? Elimdeki kek kabına sarıldım. Lan ben ne için gelmiştim? Bana bakan gözleri eğlenir ir hal aldı.
“Ne için geldin, bal yanak.” dediğinde bakışları yanağımda gezindi. Öptüğü yer harlandı. Daha öptüğünü hazmedemezken bana böyle içli içli bakmamalıydı.
“Şey için.” Ağzımdan çıkanlara bir neden bulmalıydım.
“Ne için?” diyerek biraz daha yaklaştı. Gözlerine baktığımda aklımda bir ışık yanıp yüksek sesle konuştum.
“Dosya, dosya için geldim.”
“Peki, nerede bu dosya?” diyerek göz kırptı. Karşısında dikilirken bir eli kapının sert yüzeyine koydu. Ama böyle olmazdı şu an nefes alacak bir alanım yoktu. Bir adım gittiğimde sırtım kapıya çarptı. Gözleri zehir zemberek bakışlarımdan çekmezken konuşmak çok zordu.
Boş bulundum. Elimin baş parmağını gerideki kapıyı gösterdim. “Evde.”
Bakışları kısılınca bu halime sırıttı. Elimi indirdim.
“Yani yanımda.” dedim hemen.
“Nasıl yani evde mi yoksa yanında mı?” diyerek bir dudağı kıvrıldı. Dosyayı mutfakta unutmuştum.
“Ellerini uzat.” dedim hemen. Gülerek uzattığı ellerinin arasına yaptığım portakallı keki koydum. “Ben hemen iki dakikaya geliyorum.”
Arkamı dönüp kapıyı açtığımda ardımdan uzanan bir el ile kapı hızlıca örtüldü. Kapının yüzeyiyle bakıştım. Sırtıma belli belirsiz gövdesi çarptı.
Arkamdaydı. Elim, kapının kulpunda kalırken sert gövdesini sırtımda hissettim. Elim ayağım dolaştı. Sıcak nefesi an be an yaklaşıyordu. Hissediyordum. Eli başımın yanın da kapıda dururken ne ileri gidebiliyordum ne de geri. Kapı ile Ali’nin gövdesi arasında sıkışıp kalmıştım.
Başımı eğip adımlarıma yön verdim. Usulca ona doğru dönecekken, kapının kulpunda duran elimi tutup yönümü kendisine doğru çevirmesi bir oldu. Sırtım kapının soğuk yüzeyine çarptı.
Dudakları yavaşça kulağımı buldu. Sıcak nefesi bir buhar gibi genzimi yakarken yakınlığı ile başım döndü. Hala büyük elleri bileğimi tutuyordu. Şu an ne yapacağımı ben bile kestiremiyordum. Buradan hem gitmek hem de kalmak istiyordum. “Beni görmek için bu kadar zahmete girme.” demesi ile gülen tınısı kulaklarımda şenlendi. Yakınlığı ile içim kaynadı.
Elimi hafiften oynattım belki bırakır diye. Eli bileğimi sıkmıyordu ama bırakmaya da gönlü yok gibiydi. Yüzüne şu an bakamadığımdan çenesine bakarak konuşuyordum. “Hayır ondan değil ben dosya iç..” diyerek konuşmaya başladığımda işaret parmağı dudağıma dokundu.
Parmakları dudaklarıma değdiği an konuşmayı kestim. Parmaklarındaki atan nabız benim miydi yoksa onun muydu? Bilmiyordum ama aramızda bir nabız çarpıyordu.
Bakıyordu, sorguluyordu ama parmaklarını dudaklarımdan çekmiyordu. Gözlerimi yeşillerine çıkardığımda onunda bana bakan gözlerini yakaladım.
“Kek neli?” diye sordu. Aslında yapacağımı ona dün söylemiştim. Sanırım benden duymak istiyordu. Lakin hiç konuşacak durumda değildim doğrusu.
Parmaklarının sıcaklığı el verdiğince “Portakallı.” diyerek parmağını dudaklarımın üzerinden çekmeden iki dudağımı araladım. Kelimeyi söylerken dudaklarım parmağına çarpsa da ne o çekildi ne de ben.
“Portakallı keki sen mi yaptın?” diye sorduğunda aramızdaki parmağına rağmen başımı usulca salladım. Gözlerindeki yeşil orman kuyuları yakıyordu. Gözlerinin içinde kendi yansımamı görmemler gözlerimi kırpıştırdım.
Önce dudaklarımın üzerindeki parmağı daha sonra da bileğimdeki elini usulca üzerimden çekti.
“Tamam git. Bu günlük bırakıyorum seni bal yanak.” diyerek burnuma hafiften bir fiske vurması ile elim burnuma gitti.
“Dosyayı alıp geliyorum.” diyerek arkamı dönüp kapıyı açarak dışarıya kendimi zor attım. Ellerim istemsiz dudağımın üzerini buldu.
Az önce içeri de neler olmuştu öyle?
Arkama bakamazdım, şu an beni izlediğine o kadar emindim ki. Düşmemek için adımlarıma dikkat ettim. Şu an şaşkınlığım da benimleydi. Planı yapmış ama planın ana maddesi dosyayı unutmuştum.
Bahçeden çıktığımda Yakup abiyi gördüm. Adımlarımı eve doğru yönlendirirken kalbim küt küt atıyordu. Yakup abinin yanından adımlar atarak geçip giderken gönlümdeki sesler zihnimi örttü. Bir şey duymuyordum.
Eve girip mutfakta unuttuğum dosyayı almak için mutfağa yöneldiğimde dosyayı elinde tutan dedem ile karşılaşınca adımlarım savsakladı. Dosyayı okuyordu. Daha beni fark etmemiş dosyayı incelerken yutkundum.
Adımlarımı hızlıca yanına yöneltip dosyayı ellerinden çektim.
“Bu dosya, benim.” diyerek bir şey demesini istemediğimden arkamı dönüp yürümeye başladım. Ne dedemi görmek ne de bir şey konuşmak istiyordum. iki yabancı olarak evde bu şekil iyiydi.
“Ne oldu? Neden kaçıyorsun torunum.” demesi ile kapıdan geçecekken adım atmayı bırakıp dedeme döndüm. Torunum mu? Bana mı söylemişti. Hiçbir şekilde bana böyle bir hitap etmezdi. Yıllar boyunca bu kelimeyi söylemesini beklerken şimdi neden söylemişti. Korksam da yüzüne baktım. Kafasına taş düşmüş olabilir miydi?
“Yok, kaçmıyorum.” diyerek dedeme döndüm. Bir hata mı yaptım acaba? Zihnimi yokladığımda hiçbir şey aklıma gelmiyordu. Sanki torunum derken zorda olsa gülmüştü. Yüzündeki sinire rağmen gülmeye çalışmıştı. Şaşkınlığım gözle görülecek kadar vardı.
“Seninle konuşacaklarım var, beni takip et!” demesi ile yanımdan geçip merdivenleri çıkmaya başladı. Elimde dosyam ile ardından baktım. Bacaklarımın altı titredi. Benimle ne konuşacaktı?
“Hadi, geç kalma.” demesi ile elimdeki dosyayı sıkıp arkasına takıldım. Ne konuşacaktı benimle?
Önden merdivenleri çıkarken korkuyordum. Bu korkuma bir anlam veremesem de dedem beni her zaman geriyordu. Merdivenlerden çıkıp kendi çalışma odasına geldiğimizde etrafıma bakındım. İçimde amansız bir korku oluştu. Yine tokat atar mıydı? Yutkunuşumda zifiri bir karanlık vardı. Bilmediğim, rahatsız olduğum bir korku ile açtığı kapıdan odasına adım atarak içeriye geçtim.
“Geç, otur.” diyerek konuşurken sesine ara ara sinir yansıyordu. Korkuma ket vurup yürüdüm. Kendisi masasına otururken ben gerginlik ile karşısında bulunan koltuklara sanki üzerinde çiviler varmışçasına rahatsız olarak ucuna oturdum.
“Nasılsın?” diye sorması ile dedeme baktım. Hiç kendisi gibi değildi. Bana hiçbir gün nasıl olduğumu sormayan dedemin bugün nasıl olduğumu sorası mı gelmişti. ya da kurşunlanma olayından dolayı mı böyle düşünüyordu? İyi de dedem benimle hiç ilgilenmezdi ki.
Şaşkınlığım dilime vurdu. “Efendim.”
Ellerini masanın üzerinde birleştirip sıkarak gülümsedi. “Nasılsın, iyi misin?” diye tekrardan sorduğunda yutkundum. Normal bir soru olsa da neden bu içimdeki korkuyu dindiremiyordum? Sanki…sanki karnımdaki yanık sızladı. Elim istemsiz yarama giderken dudaklarımı araladım.
“E-evet iyiyim. Sen? dede.”
“Bende iyiyim.” diyerek arkasına yaslandı. Sanki bir şey diyecek bir hali vardı.
“Beni neden çağırdın buraya dede.” diyerek konuya girmesini istedim. Odasının basıklığı beni boğuyordu.
“Sohbet etmeye.” diyerek tekrardan güldü. Allah Allah. “Anlat bakalım. Nasıl gidiyor stajın?”
“İyi iyi gidiyor.” Başımı hızlıca salladım. İçimden soğuk terler dökerken dedemin gülümsemesi beni hiç rahatlatmıyordu doğrusu.
“Duyduğuma göre Ali Arıkan ile çalışıyormuşsun.?”
“Evet asistanıyım.” dediğimde yüzüme bakan bakışları ile korkum arttı. Sanki yalan söylüyordum da bu da alnımda yazıyormuş gibi çatık kaşlarla yüzüme bakıyordu. “Stajım bitene kadar yanında çalışacağım.”
“Güzel iyi torunum.” diyerek devam etti. Çenesindeki bir kas gözüme çarptı, seğiriyordu. “Dün saldırı atlatmışsınız, suçlu bulundu mu, bari?” dediğinde bir sigara yaktı.
“Bilmiyorum, daha bulunamadı ama polisler araştırıyor.” diyerek ellimle oynamaya başladım. Titreyen ellerimi sıkıp açmaya başladım. Ben neden buradaydım? Hiç alışık bir durumun içerisinde değildim. Bana normalde böyle davranmazdı. Konuşmayı sohbet etmeyi bırak, yüzüme bile bakmazdı ki.
Sigarasından derin bir nefes alıp, verdi. “Araştırsın, araştırsınlar tabi işleri değil mi?” diyerek bana baktı.
“Evet.” dediğimde bir sessizlik oldu. Gitmek istiyordum. Bu odadan bir an önce gitme isteğime ket vuramıyordum. Kapı açıktı, en azından geçen günkü gibi beni duymamazlık olmazdı. Odalar ses geçirmiyordu ama şu an kapı açıktı sorun olmazdı.
Sigarasını bitirene kadar diken üzerinde oturmaya devam ettim. Bakışlarında eğlenen bir hali vardı. Çok fazla yüzüne bakmadım. Biten sigarasını küllüğüne bastırıp masasına bağlı çekmecesinden bir dosya çıkardı.
Dosya ile ne yapacak diye düşünürken bana doğru uzattı. “Al!” demesi ile elimi uzattım.
Elime tutuşturduğu dosyayı kendime çekip masanın ucuna koyarak kapağını açtım. Bir sürü sayılar geçse de inceleyemeden elini kâğıdın üzerine vurdu. Sıçrayıp geriye doğru çekildim.
“Nedir bu.” diye sordum. Bilmediğim bir dosyayı önüme sürerken ne düşünüyordu bilmiyordum ama eli hala dosyanın üzerindeyken öneme doğru bir kalem koydu.
“İmzan gerekiyor.”
“Ne için?” bilmediğim bir şeyi imzalamak içimden gelmiyordu. Hele ki yıllardır bana gülmeyen dedemin bir anda değişen tavırları ile bu dosyayı imzalatması içimde kuşkuyu uyandırıyordu. Benim neden imzama ihtiyacın var ki dede.
“Sorgulama imzan gerekiyor işte.” diyerek ses tonu yükseldi.
“Bilmediğim bir şeye imza atamam. Nedir bu dede?” diyerek elimi masadan çektim.
“Öyle mi? Nankör! Bacak kadar boyunla seni mi kandıracağım.”
“Yok dede ondan değil?” diyerek kendimi açıklamaya çalışırken bir anda hiddetlenip dosyayı kendisine çekti.
“Uğursuz, çık dışarı! Defol!” diyerek odadan kovması ile hızlıca ayağa kalktım. Sinirle çatılan kaşlarına daha fazla bakmak istemediğimden arkamı dönüp odasından çıktım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |