
Bu da neydi şimdi?
Kalbim gümbür gümbür atıyordu ama gerginlikten. Odadan çıktığımda ardımdan kapının çarpılması ile kapanan kapıya doğru baktım. Dedem neyin peşindeydi? Benim imzam ne alakaydı ki.
Elimdeki dosyayı sıkarak merdivenlerden inmeye başladım. Kâğıdı da okumama izin vermemişti.
Daha fazla dedemin alanın da bulunmak istemediğimden merdivenleri hızlıca inerek odama geçtim. Portakallı keki götüreceğim diye geçenlerde Ali’nin evinde kalırken kardeşinin kıyafetlerini vermişti.
Asya’nın kıyafetlerini de yatağımın üzerinde katlı bırakmıştım. Onları da yanıma alıp aşağıya indim. Mutfaktan sesler gelse de dış kapıyı açarak içeriden dışarıya görünmeden hızlıca çıktım.
“Yakup abi ben…” dediğimde gülümseyerek yürümeye başladı. Bu haline içerde yaşadığım gerginliğe rağmen güldüm. Nereye gideceğimi anlamıştı.
Sevgili bir o kadar da gıcık patronumun evinin önüne gelince teşekkür edip tekrardan kapısın önüne geldiğimde zile basmadan kapı açılması ile elim hava da kaldı.
“Merhaba, Alisya’ydı değil mi? Gel içeri, kapıda kaldın.” Neşeli sesi ile kendime gelip konuşmaya başladım. “Benim geldiğimi nerden anladın?”
“Abim,” diye gülerek devam etti. “seni camdan görmüş ondan.”
“Ya öyle mi?” diyerek arkasına doğru baktım. Koltukta neye sırıttığını bilmediğim patronumun bakışları telefonundayken, meraklı bakışlarla bana bakan Asya’ya döndüm. Elimdeki kıyafetleri uzattım. “Kusura bakma senin birkaç eşyanı kullandım ama temizledim.”
Elimdekileri alırken aklına ne geldiyse gülmeye başladı. “Nasıl yani, sen şimdi abimin sevgilisi misin?” demesi ile elimi hızla ağzına kapattım.
“Ya dur bağırma, yok öyle bir şeyy.” diyerek ileride hiçbir şeyden haberi olmayan Ali’ye bakıp elimi çektim.
“Yaaa” diye üzülen Asya ile dudaklarımı araladım. “Sevgilisi değilim, O benim patronum,” derken sanki gönlüm başka dilim başka söylüyordu. Hangi patronun asistanını öperdi? Yanaklarım yandı.
“Yani” diye sırıtan Asya ile daha da kızarırken yüzüne baktım.
“Asya!”
“Tamam tamam demedim bir şey.”
Elindekileri gösterdim. “O gün ihtiyacım olunca kullanmak zorunda kaldım.”
“Yok önemli değil, her zaman kullanabilirsin, hem ben buraya pek gelmiyorum. Abim eve gelmediği anlarda baskın yapıyorum.” diyerek güldü.
“Ya bıcırık hadi, üşüdüm. Geçin içeride şu önemli dosyama bakayım.” diye konuşurken de bir yandan açtığı televizyona bakıp telefonuna döndü. Gözlerimi kısıp gıcık patronuma baktım. Ayar ediyordu beni.
“Hadi, içeride konuşuruz. Ben bunları bırakıp geliyorum.” diyerek merdivenleri çıkarken bende el mahkûm yürüyüp Ali’nin karşısına geçtim. Sırıtarak telefonuna bakıyordu. Neye bu kadar gülüyordu bu?
Yüzünü bana çevirmeyince merakla telefonuna bakmaya çalıştım. Biraz eğilince telefonunu kendine çekip bana baktı. Sanki bir fotoğraftı baktığı. Genzimi temizleyip dosyayı yüzüne doğru uzattım. “Dosyanızı getirdim.”
Dosyayı elimden alıp kenara koyarak bileğimden çekip yanına oturttu. “Tamam sonra bakarım, otur yanıma benim önemli dosyam.” diyerek sırıttı. Elindeki telefonu kapatıp yanına çekince el mahkûm yanına oturmuş bulundum. patronumun yaralı olmasına rağmen bu kadar güçlü olması beni şaşırtıyordu açıkçası.
“Ben miyim dosya?” diye şaşkınlıkla sordum. Bir dosya olmadığım kalmıştı.
“Evet, sen benim en önemli dosyamsın.” diyerek göz kırptı.
Dış kapı tekrardan çalınca bakışlarım o yöne döndü. Zira gülen yüzüne bakmak istesem de şu an biraz utanmış olabilirdim. Oturduğum yerden kalkacakken merdivenlerden inen Asya seslendi. “Ben bakarım.” dediğinde sırtımı koltuğa yasladım.
O sırada yanında oturduğum Ali sırıttı. “Bugün de ne kadar çok özleyenim varmış dimi Alisya?”
“Ya evet.” diye mırıldandığında hala sırıtıyordu. Keyfine diyecek yoktu. Hoş bende gelmiştim ama benim sebebim vardı bir kere. Hem öncesinde de portakallı kek sözüm vardı o bilmese de. Düşüncelerimi içeri giren kişi ile dağıldı.
“Selam benim biricik ailem, naber fıstık.” diyen Timuçin’in sesi ile güldüm. “Seninki geldi.” diyerek yüzümde beliren gülümseme ile ona bakarken somurtan yüzü ile daha da şenlendim.
“N’aber Alisya.” diye seslenmesi ile Timuçin’e döndüm. “İyidir Timuçin senden?” sanırım hepimizin aklına sabahtan evine gelme fikri gelmişti. Ali’nin nur saçan yüzü ile daha da sırıttım.
“Valla bende iyiyim ama dışarısı ne kadar soğuk öyle ya. İçerisi sıcakmış. N’aber abi. İyi misin?” diyerek sırıttı.
“İyiyim Timuçin sen?” sesine yansıyan tını ile dudaklarından dökülenlerin zıtlığı yüzüne yansımıştı. Sanki Timuçin’i bir kaşık suda boğacaktı. Timuçin arkasına yaslanıp konuşmaya devam etti. “Abi ben açım ya.” diye hayıflanması ile bu haline güldüm. Sanırım bu iki dostun ilk özelliği ikisinin de doymuyor olmasıydı.
“Ne yapayım Timuçin, evinde yeseydin.”
“Aşk olsun abi, senin benim mi var?”
“Olmasın kimseye aşk maşk. Git mutfakta zıkkımlan.” diye kızgın çıkan sesi ile Ali’ye döndüm. Bir anda parlamıştı, kaba herif.
“Dur Timuçin sen kalkma, abim misafirlikten pek anlamadığı için bu kadar yabani.” diyerek bana dönen Asya konuşmaya devam etti. “Alisya bana yardım eder misin canım?” güzel gülümsemesi ile bana bakarken başımı salladım.
“Elbette” diyerek oturduğum yerden kalktım.
“Lan bunun misafirlik bir yanı mı kalmış utanmasa her gün bu evde kalacak.” demesine aldırış etmeden Asya ile mutfağa girdik.
“Abimin kusuruna bakma, o hep böyle.”
“Bilmez miyim? Hiç problem değil.” diyerek tebessüm ettim. Şirkette ne kadar canıma okusa da ona alışmıştım. Stajım bitmesini istemesem de gün yaklaşıyordu.
“Rica etsem şu çekmeceden bardakları çıkartır mısın?” demesi ile elim çekmeceye gitti. Bardakları çıkartırken Asya getirdiğim keke uzandı.
“Yalnız bu portakallı kek mi?”
“Evet sever misin?” bardakları indirip çayları koydum. Patronum genellikle kahve içse de belki bu sefer çay içerdi.
“Evet uzun zamandır yemiyordum. Halamda çok güzel yapar.” diyen Asya’ya döndüm.
“Seveceğine eminim, bizim evde çalışan bir ablamız var Sultan teyze, ondan aldım tarifi.”
“Yaa sen yaptın yani, abim çok sever. Ben bunları götüreyim o zaman.” diyerek dizdiği tabaklara koyduğu kekler ile gülümsedim. Ailecek seviyorlardı, bu beni ister istemez mutlu etti. Umarım tadı da güzel olmuştur, çünkü tadına bakmamıştım.
“Tamam geliyorum bende.” diyerek çayları koyduğum tepsiyi aldım. İçeri girdiğimde Asya diğer tabakları almaya giderken çayı Ali’ye doğru uzattım. Bana bakarak uzanıp aldığı çayı sehpaya koyması ile tepsiyi Timuçin’e uzattım.
“Vayy, yeng…,” diyecekken şaşkınlıkla kaşlarım yükseldi. Arkamdaki bakışlarda ne gördüyse gülen yüzü ciddi bir hal aldı. “şaka şaka tabi, abi yani sende, ben hiç Alisya’ya yenge der miyim?” diyerek gülüp yanında oturan Asya’ya baktı. “dimi Asya, benim ağzımdan hiç böyle bir şey çıktı mı?” dediğinde kafasına bir yastık yedi. Yastığı alıp sırtına yerleştirmesi ile tepsiyi sehpaya bıraktım.
“Sus Timuçin.” diyen Asya bir tabak keki Timuçin’e uzattı. “Aaa kek mi o? çok severim, dosya bahane, kek şahane.” diyerek sırıtıp bir dilim keki ağzına attı. “Ellerine sağlık çokk guzel olmuş.” diye ağzı dolu konuştu.
“Afiyet olsun.” diye dişlerimin arasında konuşum tebessüm ettim.
“Sana değil bana yapmış.” diye arkamdan gelen ses ile gülümsedim. Kekini sahiplenen patronum tam bir kek sevdalısıydı sanırım. Çayın birini kendime birini de Asya’ya uzatıp Ali’nin yanına oturdum.
“Ben bir dilim daha alayım, hatta sen tepsiyi getir.” demesi ile Ali araya girdi.
“Sakın yeter bu sana.” diye kaşları çatıldı.
“Aa darılırım bir dilim almazsam çatlarım.”
“Sakın bir dilim dahi yiyemezsin. Benim onlar.” dediğinde Asya’ya bakıp güldüm. Asya deli bunlar dercesine gülüp çayından içti.
“Abi saçmalama. Bir dilimden ne olacak.”
“Sus lan.” diye kendi hallerinde atışırken gülerek yaptığım kekten bir parça aldım. Yaparken tadı nasıl diye bakma fırsatım olmamıştı. Çay eşliğinde yerken tadının damağıma dağıldığı tat ile genzim yandı. Tadı, çok tanıdıktı. Bir parça daha aldım.
Ağzımda parçalar büyürken güçlükle keki yuttum. Bu tanıdık tat ile vücudum ürperdi. Kek sanki boğazıma dizilmişti sanki rüyamdaki gibi o anlara gitmiştim.
Ali’ye doğru baktığımda bana bakan gözleri ile karşılaştım. Tabağına hala dokunmamıştı. Beğenmedi mi acaba? diye düşünürken önüne döndü. Göz ucuyla tekrar ona bakıp önüme döndüğümde Asya ile göz göze geldik. Bu halime gülüp ayağa kalktı. “Timuçin, markete gitmem gerekiyor.” dedi gülerek.
“Tamam git fıstık.” diyen Timuçin televizyona bakarken Asya tekrar kolundan dürttü. “Ama senin de gelmen gerekiyor.”
“Ne oldu abim.” diyen Ali Asya’ya baktı. Yerinde duramıyormuş gibi tekrar Timuçin’i dürtüp abisini cevapsız bıraktı.
“Haaa. Market tamam.” diyerek Ali’ye dönen Timuçin konuşmaya devam etti. “Abi biz bir markete gidip geliyoruz.” diyerek kaş göz yapması ile ikisine baktım.
Bunlar bizi yalnız mı bırakmaya çalışıyordu bana mı öyle geliyordu. Timuçin’i kolundan tutarak çekiştiren Asya gülüp ilerlemeye başladılar. “Tamam gidin.” demesi ile arkama yaslandım.
Ee ben ne yapacaktım şimdi? Burada ikimiz yalnız? Bir kek parçası daha dudaklarımın arasına yolladım. Sessizlik içinde keki yedim.
…
Asya ile Timuçin gideli bayağı olmuştu. Bende bulaşıkları toplamış salona geçerken köşe de duran fotoğraf çerçevesi dikkatimi çekmesi ile o tarafa doğru yürüdüm. Ali, salonda görünmüyordu. İzinsiz fotoğrafa dokunmak istemesem de gözüme çarpmıştı. Elime alıp fotoğrafa baktım. Sanırım Ali’nin küçüklüğüydü ama resim de pek yüzü görünmüyordu. Yüzünün büyük bir çoğunluğu pembe bir boya ile kaplanmıştı.
İçeri giren Ali’yi görünce fotoğrafa bakıp sırıttım. “Bu bu senin küçüklüğün mü?” demem ile kolumdan tutulmam bir oldu. Kolumu biraz fazla sahiplenir gibi tutunca olduğum yerde kıpraştım.
“Alisya seni gerçekten anlamıyorum, dalga mı geçiyorsun?” demesi ile sorgularcasına kaşlarım havaya kalktı.
“Neden dalga geçeyim. Ben yanlış bir şey mi dedim? Bu resimdeki sen misin?” diyerek güldüm. Fotoğrafta yüzü görünmüyordu. Önünde bir kız arkası dönük, elinde bir kova ile dururken Ali’nin küçüklüğü olduğunu düşündüğüm erkek çocuğunun, her tarafı pembe bir boya içindeydi.
“Evet küçüklüğüm, resme dikkatlice bak.” dedi ciddi bir ses tonuyla. Anlam veremesem de bakışlarım elimde tuttuğum çerçeveye döndüğünde, zihnime dolan şen kahkahalar ile daha da hissederek resme odaklandım. “Saçlarınız da pembe olmuş ama pek seçemiyorum boyadan.”
“Alisya seni anlamıyorum.” diye kendi kendine tekrarladığı kelimeler ile şaşkınlığı diline yansımıştı.
Üzerine yüzünün yarısı boyaya bulanmış olsada gülerek arkası dönük kıza çocuğuna bakıyordu. İkisinin de üzerleri batsa da eğlenen halleri neşe doluydu. Sanki fotoğraf karesi canlı bir sahne gibi gözlerimin önünde oynuyordu. Parmağım çerçeve de usulca gezindi. Fotoğrafa bakarken ben de olmayan çocukluk anılarım ardıma dizildi.
Ali’ye baktığımda bana bakan şaşkın bakışları çerçevedeki fotoğrafa bakıp gözlerini çekti. “Neden ne dedim ki. Ama çok güzel çıkmışsınız.” diyerek güldüm.
“Bu fotoğraf ya da boşver sen onu.” diyerek elimden fotoğrafı alıp rafa koyarak önüme geçip konuşmaya başladı. “Sana arabadayken bir soru sormuştum. Anılarım yok dedin, ne demek istedin orada?” diye sorması ile bakışlarına tutundum.
“Neden sordun?” diye mırıldandım.
“Merak ettim anlatacak mısın?” diye ciddi sesi ile gözlerine baktım. Aslında anlatırdım ama benimde merakım ön plana çıktı. Usulca dudaklarımı aralayıp anlaşmamı sundum.
“Eğer anlatırsam sen de bu fotoğraftaki anınızı benimle paylaşır mısın?” diye sordum.
“Anlaştık.” dediğinde yarasının elinin üzerinde olduğunu görünce gülen yüzüm düz bir hal aldı.
“Ayakta durmayalım, yaran ağrır.”
“Sorun değil, anlat sen?” demesi ile derin bir nefes alıp dudaklarımı araladım. İlk defa, böyle bir durumu mu açıklayacak olmak ise garipti. Yine de bana bakan yeşilleri ile konuşmaya başladım.
“Ben…ben küçükken bir kaza geçirmişim.” demem ile çenesi kasılması bir oldu. Yutkunup konuşmaya devam ettim. “Evde, odamda bir yangın çıkmış, sonra sanırım başımı çarpmışım o anlara, önceki anlara dair hiçbir şey zihnimde yok. Kısacası hafızamı kaybettim.” Diyerek acı bir şekilde güldüm. Gözlerim boşluğa dalsa da benden çekmediği bakışlarına tekrar tutuldum. Sanki oradan koparsam yere düşecektim. Dudaklarım tekrardan aralandı.
“O yüzden sana çocukluk anımdan bir şeyler anlatamam. Çünkü hatırlamıyorum.” demem ile sendelemesi bir oldu. Sanki yüksek katlı bir apartmandan boşluğa düşmüş gibi yalpalayınca kolundan tuttum.
“İyi misin?” diye koluna tutunsam da yüzüne yansıyan şaşkınlık ilk defa bu kadar belirgindi. Aslında çoğu zaman duyguları saklıyordu ama şu an çok içten yüzüne yansıyan duyguları görebiliyordum.
“İ-iyiyim, devam et.” diyerek kaşları çatıldı.
“Anılar, benim için bir boşluktan ibaret, o yüzden,” başımı iki yana sallayıp reddettim. “anıları sevmiyorum. Çünkü bana gelmiyorlar. Elle tutulur küçüklük bir anım da yok.” Dediğimde sessizliği ile yutkundum. Bir şeyler demeliydi. Yoksa bana acıyor muydu? Lütfen bana acımasın, lütfen.
“Hatırlamıyorsun, hiçbir şey hatırlamıyorsun. Neden? Neden hatırlamıyorsun?” derken bir yakarış ile bakışları buğulanan gözlerine baktım. Benim bu halime üzülmüştü sanki. Gözlerinin kenarları kızarmış kaşları çatık bakarken gözlerim dalgalandı.
“Yani, bazen zihnime bazı kareler geliyor. Sanki çok yakınım bir o kadar uzak.” dememle gözlerinde tutunmayı bırakmadım. İlk defa kendi sesim kulağıma ulaştığında çocuk sesleri arttı.
“Nasıl bir kaza, yani kaza nasıl oldu? Sen mi çıkardın yangını?” Nefesini tutmuş iki dudağımın arasından çıkacakları beklerken tedirgin hali titrememi sağladı. Beni düşünüyordu sanki.
“Aslında onu da hatırlamıyorum haliyle. Annemle babamın küçükken anlattıkları ya da abimden duyduklarım ile odamda bir yangın çıkmış. Nasıl çıktığını bilmiyorum. Sadece gözümün önünde beliren dumanları anımsıyorum ama gerisi yok. Sanırım odamda başımı çarpmışım falan.” dememle konuşmadan beni pür dikkat dinlemesi ile duraksadım. Gözleri sanki daha da kızarıyordu. Yoğun bakışlarından gözlerimi çekemedim. Tekrar düşündüm. Bana acıyor olabilir miydi? Ama sanki bakışlarında öyle bir duygu yoktu. Sanki sanki keder bütün yüzüne yansımıştı.
Bu bakışlarındaki kederin beni üzmesi ile dudaklarımı ıslatıp konuşmaya devam ettim. “Neyse, beni boşver. Sen anlat, sorduğuna göre seviyorsun çocukluk anılarını.” diyerek konuyu değiştirdim.
Durgun bir deniz derya olan yeşilleri parelendi. Hüzün kemeri kıyıya vururken halime üzüldüğünü anımsadım. Bende bir başkası unutsa üzülürdüm. Kim unutmak isterdi ki. Anılar anda kalmalıydı. Anda kalan zamanı iyi değerlendirmeliydik, yoksa geriye baktığımız da sadece geçip gittiğini görmek üzmekten başka bir şey yapmazdı.
Kim kendisini, anılarını iyi kötü unutmak isterdi ki. Hoş iyiyi de hatırlamıyordum, kötüyü de. Bana kalan sadece içimi kıyım kıyım parçalayan bir histi, kötü bir his.
Bu bakışların yüzümde durmasına dayanamadım. Sanki unutmam ona bir keder daha yüklemişti.
Dudakları aralanınca duraksadı. Kendisi ile çelişir bir hali vardı. Sanki söyleyip söylememek arasında kalmıştı. Dalgın bakışlarım ile beklerken sustu. Sessizlik içinde suskunluğu ile yandım. Bir insan susarken de konuşur muydu, konuşurdu. Gözler yalan söylemezdi. Gözlerinde keder vardı.
Genzini temizleyip başını çevirdi. “Anlatırım, anlatırım tabi. Sen otur ben birazdan geleceğim.” diyerek yüzünü görmeme izin vermeden arkasını dönüp gitti.
Salonunda tek başıma kalırken merdivenleri usulca çıkması ile arkama bıraktığı çerçeveyi, elime aldım. Ne kadar güzel bir fotoğraf karesiydi. Gözlerimin kenarı buğulandı. Ellerim iki küçük çocuğun üzerinde usul bir gezintiye çıktı.
Anlar ne kadar da insan için, kıymetli bir şeydi. Doğum, küçüklük anları, doğum günleri, hayatın birçok şeyi getirdiği, birçok şeyi de götürdüğü anlar ne kadar da insanı insan yapıyordu. Zihnimde canlanan Ali Asaf keşke sen olsaydın. Ne kadar da güzel gülüyordu karşısındaki kız çocuğuna. İstemsiz bir kıskançlık ile o anın içinde olmayı o kadar çok istedim ki. Gözleri karşısında ki kız çocuğuna bakarken o kadar güzel ışıldıyordu ki. Başıma aniden giren ağrı ile çerçeveyi sıktım.
Zihnime dolan çocuk sesleri çoğaldı. Ardı arkasına koşuşturan sesler, ardından uğuldayan rüzgârın savuşturduğu anlar, başıma soktuğu karmaşa ile çerçeveyi güç bela yerine koydum. Mutlulardı, mutlu olarak orda kalmaları iyiydi.
Ali’nin gelen ayak sesleri ile adımlarımı koltuğa ilerletip yumuşak yüzeye usulca bedenimi bıraktım. Bakalım ne anlatacaktı?
Yanında bir battaniye ile gelirken elindekini bana uzattı. “Ev soğuk al üşüme.” demesi ile elimi uzatıp yumuşak battaniyeyi kavradım. Aslında ev sıcacıktı. Hatta hiç üşümüyordum. üşümesem de çıplak dizlerimi verdiği battaniye ile örttüm.
“Ee anlatacak mısın?” merakla Ali’ye döndüm. “Meraklı.” diye gülerken sanki birazda hüzün çökmüştü yüzüne.
“Hımm nerden başlasam acaba…Bizim, küçükken bir çiftliğimiz vardı Rize de.” dediğinde gülen yüzümde, dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Olabilirdi tek Rize’ye giden onlar değildi değil mi? Dikkatli gözlerle anlatacaklarını dinlemeye başladım. İlk defa geçmişi ile bir anısını benimle paylaşacaktı. Bu his içimi sıcacık yaptı. Anlarını anılarını benimle paylaşıyordu.
“Okullar tatil olduğu için her yaz Rize’deki çiftlik evimize giderdik, ailecek.” derken genzine bir şey kaçmışçasına yutkunup duruyordu.
“Çok küçükken, yeşilliklerin olduğu geniş bir bahçemiz vardı. Her şey o zamanlar, çok güzeldi.” diyerek duraksadı. “Birgün işte yine çiftlik evindeyiz. Fotoğrafta gördüğün arkası dönük küçük kız,” gözleri gözlerime tutundu. “O benim, tek arkadaşımdı.” diyerek tekrardan duraksadı. Pür dikkat onu dinlerken gözümü bile kırpmak istemiyordum. Kalbim çok hızlı çarpıyordu. Göğsüm göğsüme sığmazken bir an olsun bakışlarından kopmadım.
Gözlerinin kenarları kızarsa da kendini tutar hali ile devam etti konuşmaya. “Kimse beni oyununa almak istemezdi, ben de o küçük kız geldiğinde, bütün gün yorulana kadar, oyunlar oynar dururduk. Oyun oynarken vakit çok hızlı geçerdi.” dedi gözlerimden sıyrılıp.
“Oyun arkadaşındı yani.” diyerek içten gelen bir tebessüm dudaklarımın kenarını süsledi. Dudaklarımdaki gülümsemeye bakışları düştü. Bilmese de yüzüne yansıyan tebessümünü görmüştüm.
“Evet oyun arkadaşımdı.” diyerek devam etti. “Hatta bir gün bahçede çocuklar top oynuyordu, bende belki beni de oyuna alırlarsa diye bir kenarda oturuyordum.”
Elimi koltuğun üstüne koyup başımı yerleştirdim. “Sen, seni hiç öyle hayal edemiyorum.” Hiç onluk bir hareket değildi. Çok yaramaz bir çocuk olduğunu düşünürdüm. Haylaz hatta küçük bir çetesi olduğu bile düşlerimdeydi.
“Neden ben öyle kavgacı bir tip miyim?” dediğinde duraksadı. Gözlerime bakıp sırıttı. “Belki bazı anlar, orayı karıştırma şimdi. Dinleyecek misin? Yoksa susayım mı?”
Başımı elimden kaldırdım. “Susma, yani devam et, dinliyorum.”
“Aferin.” Bu halime gülüp başını çevirdi. Sanki gözlerimden kaçar bir hali olsa da tekrar bakışlarıma tutunuyordu. “Neyse işte ben oturuyorum orada, tatile girdik ama oyun arkadaşım o yaz tatilinde bir türlü gelmedi. Hep yaza girmesi ile gelirlerdi ama üç gün olmuştu ve o gelmemişti.”
“Neden? Neden gelmemişti?” diyerek yutkundum.
“Hasta olmuş,” diyerek gülüp devam etti. “İnatçı bir keçi, olduğundan ikinci gün ailesini ikna edip yola koyulmuşlar, yolda serum yemesine rağmen üçüncü günü yani benim orada onu düş… yani beklerken aniden kafama bir top çarptı…” demesi ile yerimde kıpraşıp ona döndüm.
“Gelmiş mi?”
“Gelmiş bal, gelmiş.” demesi ile yüzümdeki gülümsemeye baktı. Nedense içimde filizlenen umutlarım hüzünle solarken, onun adına çok mutlu olmuştum. O anları anlatırken gözleri ışıldıyordu. O kız şu an neredeydi acaba? Gözümden istemsiz bir damla akınca hızlıca onu yok ettim. Bu yaşımı gördü mü Ali’ye baktığımda başını eğip eline bakarken bu yaşımı görmemişti.
“Ama boyalı halini anlatmadın.” diyerek itiraz ettim. Böyle anlaşmamıştık ama bana fazladan bir anı vermişti. Artık bir çocukluk anısı biliyordum. ne kadar benim olmasa da anıydı. Bana anlatmıştı. Kalbim bu hislerle parelendi. Bu hissi çok sevmiştim. Hep anlat, susma dememek için kendimi zor tutuyordum.
“Komik buldun tabi.”
“Yani.” diyerek tekrar elimin üstüne başımı yerleştirdim.
Karnına dikkat edip ellerini önünde birleştirdi. “Akşam, ailecek evde otururken biz bir odada takılıyorduk. Kız kardeşim doğacaktı, ona bir oda ayarlandı. Asya, bıcırık.” diyerek güldü. “Onun için pembe boya seçmişlerdi. Bizde oyun arkadaşımla odasını merak ettik. Eşyaları falan yeni gelse de daha kurulmamıştı. Sonra işte oraya girince boyalara bakarken o küçük başımdan boyayı döktü.” demesi ile güldüm.
“Neee, gerçekten mi?” yüzümdeki gülümseme neşelendi. “Bir şey demedin mi?” diye sordum.
“Yok, bir şey demedim, tıpkı şu an baktığım gibi sadece baktım.” dediğinde bir damla daha yanağıma dökülürken yüzümdeki gülümseme usulca duraksadı, bunu gördü.
“Neden ağlıyorsun, hüzünlü değil ki.”
“Bilmem göz yaşımı tutamıyorum. Hiç böyle olmazdı.” diyerek göz yaşımı sildim. “Neden bu anı da hüzünlendim ki. Komik güzel bir anıymış.”
Bir damla göz yaşım yanağıma akmadan sildi. “Ağlama bal yanak. Ağla diye anlatmadım.”
“Bilmiyorum, sadece bilmiyorum. Sanırım anlattığın anı çok gerçekti, içimde hissettim. Çocukluk arkadaşınız çok tatlıymış, çok şanslı.” Diyerek ellerimle oynadım. Sorup sormamak arasında gidip gelsem de kalbimdeki sorma isteğine engel olamadım. “O nerede, yani şimdi görüşüyor musunuz?” diye sordum.
“Evet görüşüyoruz.” demesi ile yutkundum, kalbim sözleri ile sıkıştı. “Anlattığınız gibi mi? Yani hala sizinle uğraşıyor mu?” diyerek gülmeye çalıştım. Gözlerime bakan yeşilleri artık koyu bir deniz dalgasıydı.
“Yok, artık durulmuş, engin bir deniz kıyısında dinlenir gibi durgunlaşmış.” “Nedense anlatımın çok tanıdık geldi.” diye mırıldandım.
“Ben artık dinlensem iyi olur.” dediğinde “Aaa doğru affedersin, ben düşünemedim. Tabi dinlen sen.” dedim hemen. Oturduğum yerden kalkıp dizlerime örttüğüm örtüyü katlayarak koltuğun üzerine koydum.
“Birkaç gün şirkete gitmeyeceğim, senin de gitmene gerek yok.”
“Tamam o zaman ben şey gideyim o zaman. Kalkma lütfen ben çıkarım iyi akşamlar.”
“Sana da bal, sana da.” dediğinde ardımda düşünce denizinde iki yüzen rüzgarı bırakıp dış kapıyı açtım. Soğuk rüzgar yüzüme çarparken bahçeden yürüyerek dış kapıdan geçtim.
…
Bu son anımız, gözlerimin önüne gelince perdeyi çektim. Bir haftada böylece geçip gitmişti. Odamın penceresinden aralıklı aralıklı baksam da bir türlü denk gelemiyorduk. Neyse ki bugün şirkete gidecektik. Onu bu uzun zaman dilimde göremesem de kendi içimde, kendimle çelişsem de özlemiştim.
Bu aralar evde abimde ortalıkta görünmüyordu. Gözlerim ilerideki aynadaki kendim ile göz göze geldim. Üzerime giydiğim mini elbisem ile aynaya şirince sırıttım, güzel olmuştum. Çantamı da alıp kapıyı ardımda kapattım. Merdivenlerden mutlulukla indim. O gün dedemin beni odasına çağırdığından beri ortalıkta görülmediğinden içeri geçip rahatça masaya oturdum. Masa da telefonu ile oynayan Menekşe’ye aldırmadan peynir dilimini tabağıma aldım.
O sırada Menekşe’nin sesi ile ona doğru döndüm. “Ali vurulmuş doğru mu?” diye sordu.
“Günaydın,” diye hüzünlendim. Niye hatırlatıp canımı sıkıyordu ki.
“Uzatma da söyle. Nerede şimdi?”
“Ben nereden bileyim, çoktan şirkete gitmiştir.” diyerek omuz silktim. Çok istiyorsa kendi bulurdu nerede olduğunu.
“Nasıl asistansın sen, daha Ali’nin nerede olduğunu bilmiyorsun.” Diye çemkirmesi ile çatalımı tabağıma bıraktım.
“Çok biliyorsan git şirketi orada.”
“Aman iyi be, sana da bir şey sormaya gelmiyor. Hem bugün gideceğim yanına.” diyerek sırıtması ile Menekşe’ye baktım. Ne demek gidecekti.
“Neden, neden gideceksin?” diye sordum.
“Öff sen anlamazsın, özel bir şey konuşacağım.” diyerek gülmeye devam etti. Evet an itibari ile moralimin içine eden Menekşe ile yemeğimi yiyemeden masadan kalktım.
Ne diye geliyordu ki. Avukatlık şirketinde hem ne işi olurdu? Ya bir davası olmalıydı ya da…Ali için. Bizzat onun için gidiyordu. Dışarı çıkıp kapıyı çekerek bahçe kapısına yürüdüm. İçimde fokurdayan sinir ile bahçe kapısından çıkarken araç kornası ile olduğum yerde sıçradım. Daldığım düşüncelerden kurtulmamı sağlayan araç ile gözlerim kısıldı.
O sırada ilerideki aracın camı açıldı. “Atla,” diyen patronum ile kaşlarım çatıldı.
“Yakup abi, ben patronum ile gideceğim.” dediğimde “Arkanızdayım.” diyerek aracına bindi.
Gözlerim ileride, aracında beni bekleyen patronuma döndü. Bugün sanki yüzü fazla mı parlıyordu yoksa bana mı öyle geliyordu. Tekrar kornayı çalması ile araca ilerleyerek binip suskunluğumu devam ettirdim.
Neden bugün bu kadar yakışıklı olmuştu ki. Yüzüm asıldı.
Birden aracı ilerletecekken durup bana doğru döndü. Biraz daha bana doğru yaklaşınca dondum resmen. İlk aklıma gelen fikir ile kalbim tekledi.
Öpmezdi değil mi?
Şu an ben bile kestiremiyordum. Nefesim genzimi yaktı. Elleri uzanıp kemerin ucunu kavradı. “Nefes al bal yanak.” diyerek kemerimi bağlayıp çekilmesi ile derin bir nefes alarak göğsümü şişirdim.
“Bugün şirkete gitmiyoruz.” demesi ile gülerek ses tonum yükseldi. “Gerçekten mi?” diye şakıdım. Bu halime şaşırıp bana doğru baktı.
“Evet de sanırım tatil sana az geldi.” diyerek aracı ilerletti.
“Yok ondan değil, nereye gideceğiz?” diye mutlulukla sordum. Menekşe gitse bile bizi bulamayacaktı. İçimin yağları sanki genzimden aktı gitti. “Önce bir kontrole gideceğim, sonra bir dava aldım, oraya uğrayacağız.”
“Canın, acıyor mu?” diyerek karnına kayan gözlerime yüzüne tırmandı.
“Yok, artık acımıyor, yaptığın kek iyi geldi.” diyerek göz kırpıp ışıklarda aracı durdurdu. O gün keki yemişti ama bir şey söylememişti, sadece bakmıştı. Sanki bir minnet sanki bir özlemle ama yoğun bakışlarındaki gördüğüm keder beni hüzne boğmuştu.
Hastaneye giden yolda ilerlerken gözüm yan aynaya takıldı. Yakup abide peşimizden geliyordu. Uzun bir yolculuğun sonunda hastanenin otoparkına aracı park ettik.
Araçtan inip yanımda duran aracın camını tıklattım. Yakup abiye “Sen gelme biz birazdan çıkarız.” diyerek Ali’nin yanına adımladım, gitmek için beni bekliyordu. bu haline gülüp yanında ilerlemeye başladım.
Hastaneden içeri girip kontrol için sıra alırken o izleniyor hissi tekrardan vücudumu sarınca arkamı dönüp ardıma bakındım. Görünürde kimse yoktu.
“Sen beni bekle, birazdan gelirim.”
“Tamam.” dediğim de içeri odaya girdi.
Ali içerideydi bende dışarıda oturuyordum. Gözlerimi etrafımda gezdirirken bir adamın köşeden bana baktığını görünce başımı çevirdim. Göz göze gelince yanlış anlaşılmamak için diğer tarafıma bakındım.
Kolumdaki saatime baktım. Ali daha içeriden çıkmamıştı, gözlerim tekrardan adamın baktığı yere kayınca adamla tekrardan göz göze geldik. Çantamı sıktım. Belki de normal bakıyordu, böyle düşünmek istiyordum.
Bakışlarımı o adamdan çekip ileriye bakarken tekrar gözüm takıldı. Bakıyordu, keskin gözlerle bana bakıyordu. Bakışlarım yanımda oturan insanlarla biraz da olsa rahatlasa da şu an birisi tarafından izleniyordum.
Korkma burada kimse bir şey yapamaz. Hastane güvenlikliydi, sorun yoktu. Adamın yüzü görünmüyordu, sadece gözleri görünüyordu. Yüzüne siyah bir maske takmış başını da kapüşonlusu ile kapatmıştı. Kuruntu yapmak istemiyordum ama eğer bir rahatsızlığı yok ise bir insana bu kadar dik dik bakması hiç normal değildi.
Köşeden ayrılıp yürümeye başlaması ile korktum. Bu tarafa doğru geliyordu. Ne yapacağımı kestiremeden ayağa kalktım. Ellerinde siyah eldivenler vardı. Elini cebine atınca yanımdaki kapı açıldı. O sıra da kapüşonlu adamın adımları durdu. Korku ile ayağa kalkıp Ali’nin önüne geçtim.
“Alisya.”
İlerideki adama bakarken, kapüşonlu adam hızlı adımlarla ellerini cebinden çıkartıp diğer tarafa doğru yürümeye başladı.
“Nereye bakıyorsun sen?” diyen Ali’ye elimi ileriye, adamın çıkış yazan kapıdan girmesini gösterdim.
“Şu…şu adam geldiğimizden beri bana bakıyordu.” diyerek gösterdiğimde, baktığım yere doğru baktı. “Sen burada kal.” demesi ile hızlıca koluna yapıştım.
“Hayır hayır gitme.” Adamın silahı herhangi bir bıçağı olabilirdi.
“Sorun yok bakıp geleceğim.” diyerek tuttuğum elinin üzerindeki elimi tuttu. “Bırak gitsin, belki de ben yanlış anladım. gitme yanımda kal.” dedim kaşlarımı kaldırıp.
Eli usulca yanağıma çıktı. “Bu kadar korku dolu gözlerle bana bakarken yanlış anlamış olamazsın bal.” diyerek telefonunu çıkardı. Telefondan kimi arıyorsa sinirli gözlerle etrafına bakıyordu.
Korku saçan gözleri banan döndüğünde yumuşadı. “Alo Yunus. Sanırım harekete geçtiler.” diyerek belime yerleştirdiği eli ile diğer geldiğimiz tarafa doğru yürümeye başladık. “Evet şu an hastanedeyim. Güvenlik kamerasından görüntülere bakın.”
Gözleri etrafında gezinirken çenesini sıktığı damarlarından belli oluyordu. “Tamam haberleşiriz.” diyerek telefonu kapattı.
Sanırım, sanırım değil, düpedüz takip ediliyorduk.
“Yüzü gözükmüyordu, yüzüne maske takmıştı.” diye daldığım yerden gözlerimi yeşillerine çektim. Burada güvendeydim. Benim güvenli limanım, bu yeşillerdi.
…
Uzun bir araba yolculuğundan sonra evin sokağına gelmiştik. O adam kimdi bizden ne istiyordu bilmiyordum ama niyeti iyi değildi. Odadan Ali çıkmasaydı ne yapacağını kestiremiyordum.
Daldığım camın yansıyan görüntüsünde Ali’nin yüzü ile rahat bir nefes aldım. Korkuyordum, canına bir şey olursa diye korkuyordum.
Evin önüne gelirken Ali’nin evinin yakınında, abimi görmemiz ile Ali aracı yavaşlattı. Abimin sanki sinirli bir hali vardı. Araçtan çıkıp yanına ilerledim. “Abi?”
“Aytekin,” diye araçtan çıkan Ali de yanımıza geldi.
“Ali uzun zaman oldu.”
“Evet çok uzun zaman oldu.” diyerek ellerini sıkmaları ile ikisinde bakışlarım gezindi.
“Bir dakika siz tanışıyor musunuz? Ben neden bilmiyorum.” merakla sorsam da devam ettim. “Aaa doğru işten dolayı mı?” diye sordum. İkisi arasında giden gözlerim Ali’nin konuşması ile durdu.
“Evet Aytekin, Alisya neden bilmiyor?” diye abime bakıp elini çekti.
“Ali, sonra.”
“Bir dakika burada ne oluyor, birisi bana açıklayabilir mi?” ikisi de birbirine bakarken beni dinlemiyorlardı.
“Alisya, içeri geç abicim.” demesi ile itiraz ettim.
“Hayır, burada neler oluyor, siz uzun zamandır nasıl tanışıyorsunuz?” ve benim niye haberim olmuyordu.
“Alisya, hadi abicim.” Gözlerini Ali’den çekip bana döndü. Kaşları çatılmıştı. “Rica ediyorum.” demesi ile arkamı döndüm.
…
Ali Asaf ARIKAN
Alisya’nın somurtan yüzü ile canım sıkılsa da eve girmesi ile Aytekin’e baktım. “Aytekin neler oluyor?”
“Bilmediğin şeyler var. Ama önce şu saldırı olayında, neler olduğunu anlat.” dediğinde kaşlarım çatıldı. “Kim saldırdı size ve Alisya’nın orada ne işi vardı?”
“Aytekin, saldırı bana oldu, senin bu telaşın ne? Alisya içinse, onu benim yanımda kimse zarar veremez.” dedim yemin edercesine. Beni bile isteye unutmamıştı, içimde ona karşı ettiğim yeminler toz bulutu gibi dağıldı. Artık Alisya oyunum da değildi. Beni, oyun arkadaşını bilerek unutmamıştı.
“Biliyorum.”
“Anlat. Alisya neden beni bilmiyor?” olayları Alisya’dan dinlesem de bazı şeyler kafamda oturmuyordu. Bu zamana kadar hiç mi bir şey hatırlamamıştı. O kadar yıl neden hatırlamıyordu. Kafamı kurcalayan tonla sorudan biriydi.
“Alisya hafızasını kaybetti.” dedi gözleri dalgınca.
“Evet bunu fark etmem biraz zaman alsa da fark ettim.” dedim kederle. Bana unutkan gözlerle bakarken bile gözlerinin içindeki umut kırıntısında kendi küçüklüğümü görebiliyordum. O ela gözler benim geçmişimdi.
“Nasıl oldu?” keskin gözlerim Aytekin de iken kaşlarım çatıktı.
“O, kazadan sonra.” dedi kısıkça.
Gözlerim kızardı. “Annemin vefatı, kaza değildi, bir cinayetti. Bizi araçlar ile sıkıştırdılar. Hatırlatırım, Alisya da o araçtaydı.” dedim sinirle.
“Ali, bak uzun bir dönem bende araştırdım, bu olayları. Alisya bilmiyor, o sadece evde çıkan bir yangınla hafızasını kaybettiğini düşünüyor. Biliyorsun o zamanlar hepimiz küçüktük ama asker olduğum ilk gün, elimin uzandığı her yerden baktım.” dikkatlice dinlerken acımı hiçbir şey dindirmiyordu.
“Çünkü sana inandım dedim eğer cinayetse Alisya’ya ne olduğu ortaya çıkacaktı. Hiçbir sonuç çıkmadı çünkü o gün Mobese nasıl olduysa kayıtta değilmiş.”
Gözlerinde üzgün tavrına daha fazla bakmadım. “Biliyorum, tekrarlamana lüzum yok.”
“Alisya seni tanıyor mu?” diye sordu. Bu haline güldüm. Acı gülüş yüzümde peyda oldu.
“Sence, tanısa, bu kadar yabancı olur muydu? Ya da şu an bu evde kalır mıydı? Beni tanıyıp bana gelmez miydi? Küçükken her anımız beraber geçmişken, şu an böyle beni tanımamazlıktan gelir miydi?” diyerek güldüm. Dudak kenarlarım acıyordu, bal beni hatırlamıyordu.
Gözlerine kederle ve bir o kadar sinirle baktım. “Bak Aytekin, hayatım, geçmişin peşinden koşmamla geçti ve bu davamın peşini bırakmayacağım. Herkes, suçlu ise cezasını tek tek çekecek.” dedim kelimelerin üzerine bastıra bastıra yeminler içeren sesimle. Sert duvar geçirmez sesim bir bana örülüydü.
“Arkandayım, Nil teyzeyi bende severdim.”
“Tamam daha fazla konuşmaya gerek yok.”
“Ona, söyleyecek misin? Küçüklüğünüzü, tanıdığınızı?” diye sordu. Başımı inkârcısına sağladım. Bal, benim balım beni hatırlamıyordu.
“O beni, çoktan zihninden sildiyse…tekrar acılarını açmaya gerek yok. Belki ilk başta bunu göremedim. Ama artık eminim Alisya, suçsuz.”
“Alisya…hatırladığında, acı çekiyor. Küçükken hatırladığım anlar da psikoloğun, hatırlaması güç demesi, anıların tekrar geldiğinde krize girmesini istemiyorum. Beni anlıyor musun Ali?”
“Kriz mi, ne krizi?” dedim şaşkınlıkla. Ne demek kriz geçiriyordu. Yoksa o titremeleri onunla mı ilgiliydi. Kaşlarım çatıldı. Ne yaşanmıştı o gün ve nasıl bir korkuydu da elleri, dizleri titriyordu. Sinirle elimi sıktım.
“Aslında senin bilmemene şaşırdım. Behzat amca sana söylemedi mi?”
“Aytekin ne krizi?!” benim neden bundan haberim yoktu. Bal, sana ne oldu? “Alisya hatırlarsa ne oluyor?” derken babamın benden bunu nasıl sakladığını bizzat ona sonra soracaktım. Nasıl benden böyle bir şeyi saklardı.
“İlk zamanlar hastaneye çok gitti. Normal diye düşündük ama sonradan ona iyi gelmedi…Hatıralar, sanki zihninin önünde takılan bir engelden geçemiyordu…unutmayı seçiyordu.” derin bir nefes aldı. “Doktor hatırlaması, küçük bir ihtimal demiş ama kriz geçirirse hepten unutma ihtimali var. O yüzden…kendini ona tanıtma Ali, uzaktan iyi olsun, bilmesin.” diye çıkan üzgün sesi ile duraksadım.
Ayaklarım yere basmadı sanki. Kriz mi, beni zihninde hatırlaması krize mi sebep olacaktı. Canının yanması, yanma ihtimali canımı yaktı. İçimi kavuran bu ateş neden? Yakınımda ama bir o kadar da ona uzak olmak şimdi canımı neden bu kadar yakıyordu?
Başımı dalgınca salladım. “Zaten ben de beni hatırlamasını istemiyorum, ona acıdan başka bir şey getirmem…Böylesi daha iyi.” diyerek gözlerimi evine doğru çevirdim. Sevgili bal, benim sevgili asistanım, beni unutmuştu, olsundu. Eğer iyi olacaksa beni unutmasına razıydım.
“Eğer bir yardımım olursa.”
“Eyvallah.” dedim ciddi bir sesle. Gidecekken ardından seslendim. “Aytekin,”
“Buyur.”
“Baban,” diye dişimin arasında tısladım.
“Ne olmuş babama?”
“Hala, Şahin Akmanla berber çalışıyor değil mi?” diye sordum.
“Evet, neden sordun?”
“Bana, yani babamla bir davaları vardı ve işi bana verilmişti. Davada babanın ismi vardı, ondan sordum.” diyerek ekledim. “Aytekin, Alisya’yı yalnız bırakma.” Ne kadar şey bilsem de evin içindeki insanlara güvenmiyordum.
“Kardeşim, güvende merak etme sen.” dese de her zaman merak edeceğimi bilmiyordu.
…
Alisya AKMAN
Odama geçip çantamı hızlıca yatağın üzerine fırlattım. Nerden tanışıyorlardı bunlar ve benim neden haberim yoktu. Bir şeylerin benden saklanması artık canımı sıkıyordu.
Onlar anlatmıyorsa bende bir yolunu bulurdum. Annemgilin odasına girip o çocukluk albümüne bakacaktım. Madem çok uzun zamandır tanışıyorlardı bir fotoğrafı olurdu değil mi?
Eşyalarımı bir yere bırakıp odadan hızlıca çıktım. Şu an annemle babam aşağıdalardı, fırsattan istifade odalarına doğru yürümeye başladım. Arkama son bir kez bakınıp odanın kapısını araladım. İçeri girerek tekrardan kapıyı usulca ardımdan kapattım. Işığı yaktığımda odada kimse yoktu. Hızlı adımlarla gardırobun en alt çekmecesini açtım. Çoğunlukla albüm burada olurdu.
Elime çarpan sert kapağı çekip aldım. Albümün içindeki fotoğrafları karıştırırken hep kendi ailemizin fotoğrafları vardı. Bir kulağım kapıdaydı, eğer kulpu çekilirse görecektim. Hızlıca fotoğrafları çevirirken arka kapağın yakınında bir köşe de sıkışmış fotoğrafı çektim. Heyecanla arkasını çevirdiğimde gördüğüm yüz ile heyecanlandım.
“Bu bu çocuk…benim rüyalarımdaki ç-çocuk.” dediğimde kapının gıcırtısı ile gözlerimi belertip hızlıca ayağa kalktım.
“Hiii.!” Gelen kimse kapıyı daha açmasa da aralıktı. Albümü dolaba yerleştirmeye vaktim yoktu.
“Satı Hanım.” diye seslenen Sultan teyzenin sesi ile fotoğrafı arka cebime koyup etrafıma bakındım. Annem gelmişti. Nereye saklanacaktım şimdi?
Yatağın yanındaki küçük koltuğun ardına saklanmamla kapının da açılması bir oldu. Ayaklarımı iyice çekip albümü kucakladım. Aslında annem kızmazdı ama ne diyeceğini kestiremediğimden saklanmayı seçmiştim.
“Bu ışığı kapatmadan mı gitmişim, Sultan yaktı herhalde.” diyerek yatağına doğru yürüyen adımları ile nefes almayı bıraktım. Elim ile ağzımı kapatırken içeriyi sesledim.
“Hah çantam.” Ayağındaki topuklular ile odadan çıkarken ışığı söndürmesi ile rahat bir nefes aldım. Çantasını almaya gelmişti sanırım, umarım tekrar gelmezdi. Annem an itibari ile odadan çıkınca rahat bir nefes aldım.
Perdenden görünen ay ışığında fotoğrafa tekrar baktım. “Benim, geçmişim sensin. Eğer anılarım bana gelmiyorsa bende sana gelirim.” diyerek fotoğrafa bakıp gülümsedim.
Kucağında benim bebekliğimi tutan bir oğlan çocuğu vardı. “Bu fotoğrafta ne kadar da yakışıklı çıkmışsın. Keşke nerede olduğunu bilsem.” Gözlerim istemsiz dolmuştu. Burnumu sızlatan özlemi ile kavruldum.
Siyah beyaz fotoğrafı güzelce cebime yerleştirip oturduğum yerden kalkmadan camdan dışarıya baktım. Annemgilin odası evin ön bahçesine bakıyordu. ve beni yanlarından kovan Abim, Ali ile hala konuşuyorlardı.
Kaşlarım çatıldı. Neyin peşindelerdi bunlar? Ali’ye söylesem, söylemezdi. Abime sorsam, soracaktım ama önce şu odadan çıkmalıydım. Perdeden elimi çekecekken abimin eve doğru yönelmesi ile oturduğum yerden hızlıca kalktım. Albümü dolabına yerleştirip odanın kapısını açtım. Kimse var mı diye sağıma soluma bakarak odadan çıktım.
Etrafta kimse yoktu rahat bir nefes alarak usulca odama doğru ilerledim. Merdivenlerden çıkan abimi yakalayınca önüne geçtim. “Abi?” diyerek bir kaşım havaya kalktı.
“Alisya” diyerek yanağımdan makasa alıp merdivenlerden bir adım yukarı çıkacakken tekrardan önüne geçtim. ellerimi göğsümün altında birleştirdim. “Ee?” diyerek merdivenin başında dikildim.
“Ne ee?”
“Biliyorsun işte anlat, nasıl tanıştınız?” Ali ile önceden nasıl tanıştıklarını merak ediyordum.
“Önemli bir şey değil, geçmişte birkaç kez görüşmüşlüğümüz var sadece, o kadar.” demesi ile ellerimi çözdüm.
“Bu mu? Yani o kadar saat sadece bunu mu konuştunuz?” diye sorgulu gözlerle abime baktım.
“Hayır tabi ki, sizin Ulak Soylu davasını, birkaç tanıdığım polis arkadaşlar var, onların ilgilenmesi için konuştum. Başka soru?”
“Yok.” dedim gözlerine bakıp.
“İyi, akşam yemeğe gelmeyeceğim beni beklemeyin.” demesi ile yanımdan geçip merdivenleri çıktı.
“Ya sen hayırdır, kaç gündür akşamları göremiyorum, bir yere mi gidiyorsun?” diyerek güldüm. Sevgi ile tanıştıktan sonra abime bir haller olmuştu.
“Yo, yok yani nereye gideceğim?” diyerek ensesini kaşıdı.
“Bilmem sen söyle.” diyerek sırıttım.
“İşim var çıkıyorum.”
“İyi, koş, yetiş işine.” diye gülerek odama geçtim. Yatağıma uzanıp arka cebime yerleştirdiğim fotoğrafı çıkardım. Tek fotoğraf, kanlı canlı elimde sadece bu fotoğraf karesi vardı.
“Neredesin ve bu amansız gönlüm hasretini çekmeye neden devam ediyor? Sanki…sanki çok yakın, bir o kadar da bana uzaksın. Bu nasıl bir çelişki?” fotoğrafı göğsüme yerleştirip yatağımda uzanmaya devam ettim.
Bugünkü cesaretimin diğer kısmını da gece gerçekleştirecektim. Yürek yemiştim ama bir yandan da korkmaktan kendimi alamıyordum. Çünkü herkes uyuduktan sonra dedemin çalışma odasına girecektim. Fotoğrafı güzelce yastığımın içine yerleştirdim. Artık gerçek olduğunun kanıtıydı, bu fotoğrafa iyi bakmalıydım çünkü başka fotoğrafı yoktu.
…
Yemek yendikten sonra odama çıkmıştım. Vakit biraz geç olmuştu ve ben de herkesin odasına çekilmesini bekliyordum. Dedem evde olduğu sürede bir ihtimal çalışma odasını kitlememesi ihtimaline tutunuyordum. Eğer açıksa o dosyayı bulup içeriğine bakacaktım.
Saate baktım. artık vakit gelmişti. Kontrol etmek için odamın kapısını usulca açtım. Heyecanın getirdiği gerilim ile kasılsam da karanlıkta usulca merdivenleri çıkmaya başladım. Evdekilerden ses çıkmıyordu. Dedem de ortalıkta görünmüyordu, umarım odasındadır diye düşünerek merdivenlerin sonuna kadar geldim. Arkama baktığımda kimse yoktu. Çalışma odasının önünde durdum. Titreyen elimi kapının kulpuna uzattım.
Kapı gıcırtı sesi ile aşağıya doğru inmemesi için büyük bir savaş verip kapıyı açtım. Bu odanın kapısı eski olduğundan ses dışarından içeriye duyuluyordu. Bunu kendi lehime kullanacaktım. İçeriye girip kapıyı aynı özenle arkamdan kapattım.
O dosyanın içeriğini öğrenecektim. Hızlıca ay ışığında masasına doğru ilerledim. Çekmeceyi yokladım, kilitliydi. Titreyen ellerim ile diğer çekmeceye uzandım, o da kitliydi. “Dolap belki dolaba koymuştur.” diyerek masanın etrafında dolaşıp dolaba yaklaştım. Üst çekmece kilitliydi. Diğerlerini de ses çıkarmadan açmaya çalıştım.
“Allah kahretsin.” Hepsi kilitliydi. Gözümün karanlığa alışması ile bir yandan da dışarıyı seslerken bir çekmece daha gördüm. Ona uzanıp denediğimde açıldı.
Telefonun ışığını en düşük ayarda tutup dolabın içinde bulunan dosyaları çıkardım. Çoğu gelir giderlerle alakalıydı. Onları çekmeceye yerleştirip altta kalan kırmızı bir dosyayı görüp çıkardım. Belki bir şeyler bulurdum. Merdivenden gelen adım sesleri ile hızlıca dosyanın içindekilerin fotoğrafını çekmeye çalıştım. Belki işe yarar diyerek kapıya yaklaşan adım sesleri ile dosyayı yerleştirip hızlıca odanın balkonuna çıktım.
Bugün yüreği çiğnemeden yutmuştum, bu da göstergesiydi. Balkonun duvar köşesine geçerek beklemeye başladım.
Rüzgârın tenime çarpması ile ürperdim. Dışarısı çok soğuktu. Bugün bütün cesaretimi kullandığımdan buradan da yakalanmadan çıkarsam şans benimleydi. Telefonumun açık kalan ışığını kapatıp odanın kapısı açılması ile balkonun duvarına iyice sindim.
Umarım perdenin kıpırdadığını görmezdi. Yutkundum, eğer ki dedem beni bu sefer bu odada görürse gerçekten işin içinden bir tokatla sıyrılamazdım. Korku ile yutkundum.
Odaya giren dedemin birine bağırması ile duvara ne kadar yapışabilirsem o kadar yapıştım. Dizlerim hem korkudan hem de soğuktan titremeye başladı. Ses çıkmasın diye elimi ağzıma götürürken oturduğum yerde yere doğru çöktüm. Korumaların beni görmesini istemiyordum.
Dedemin sinirle konuşan sesini işittim. “Halettin mi? Bir işi de beceremediniz.” diye çıkan sinirli sesi ile yutkundum. Telefonda kiminle konuşuyorsa ona bağırıyordu. Adım sesleri odada dolandığını gösteriyordu.
“Tekrar deneyeceksin. Beni anladın mı?” kulağımın odadaki sesleri duyması ile dinlemeye devam ettim.
“Kes sesini, kaç defa diyeceğim açmayacaksın o konuyu. Yıllar önce bitti, kapandı konu. Seni tekrar bu numaradan arayacağım. Ulaşamazsam olacaklardan ben sorumlu değilim.” Sesi ara ara yükselse de duyulmasın diye kısık ama sinirle konuşmaya devam ediyordu.
Ne hakkında konuşuyordu dedem? Kalbim korku ve gerilim ile vücudum da yer edinirken buradan nasıl çıkacağım ise meçhuldü. Ben gece yarısına kalmaz diye düşünürken gelmesi ile gerginliğim iki kat artmıştı.
“Tamam.” diyerek kapatması ile içeriden açık olan, perdenin balkon kısmında arkasına iyice sindim.
Göğsüm patlayacaktı korkudan. Balkona çıkmadığı sürece güvendeydim, yani sanırım. Aşağıya doğru bakmaya çalıştım, imkânı yok buradan inemezdim.
Seslerin kesilmesi ile dikkatlice balkon penceresinden bakmaya çalışırken bu tarafa dönmesi ile duvara yapıştım. “Allah’ım lütfen çıkayım.” diye kısıkça mırıldanıp yutkundum. Boğazım amansızca kuruyordu.
Bir müddet sessizliği dinledim. Tekrardan içeri bakmayı denedim. Usulca yaslandığım duvardan cam bölmeye baktım. Odada bir şeylere bakıyordu. gözlerim kısıldı. Masasına oturmuş, kapalı çekmeceden bir dosya çıkarıp içine bir kâğıt daha koydu, ardından tekrar çekmeceyi kapatıp kilitleyerek yerinden kalkması ile beklemeye başladım.
Odanın içinde bulunan bir odaya girdi.
İşte, fırsattı. Dedemin banyoya girmesi ile hızlıca çöktüğüm yerden doğrulup odasına baktım. Balkonun kapısını usulca açarak odaya girip kapıyı sessizce ardımdan kapattım.
Kalbim çarparak kendi kalp seslerimi dinlememi sağladı. Gözlerim masasına takıldı. Masasının üzerinde telefonunu bırakmıştı. Belki kiminle konuştuğuna ya da numaraya bakabilirdim.
Telefonu elime aldım. Telefonunda şifre vardı “Allah kahretsin.”
Banyodan gelen sifon sesi ile telefonu yerine hızlıca bırakıp, odasından usulca ayrıldım. Kapıyı ardımdan çekip merdivenlerden inerken karanlıkta önümü göremiyordum. Ardıma bakınırken giderken aniden birisine çarptım.
“Hiiii!”
…
Veeeee bölüm sonu umut ışıklarımmmm. Diğer bölümlerde görüşmek dileğiyle. Kendinize iyi bakınnnn.
Hoşçakalınnnnn.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |