

18. BÖLÜM: YAZGI ÇEMBERİ
Bölüm içi şarkılar:
. Linkin Park - In The End (Mellen Gi & Tommee Profitt Remix)
.butterflies - Isabel LaRosa Türkçe Çeviri.
.
Alisya AKMAN
Çıkıntı Yahut Harabe
Gezdim, dolaştım seni sokak sokak,
Cadde duvarına adını yazdım,
Adımın yanına.
Şimdi arar dururum seni,
Cadde bostan, kızılayda.
Sıcak ve soğuğun savaşı,
Birleştirir arafın koynunda.
Tanırım seni baksana bana,
Şimdi ise... yabancı bakan gözlerle bakma bana.
18:42
“Hiii!” çarptığım beden sendelemem ile beni tutarken gözlerimi araladım. “Kızım iyi misin?” babamın sesi ile çarpan kalbim aniden ferahlasa da hızlı hızlı atmaya devam ediyordu. Karanlıkta yüzünü seçemesem de sesini duyuyordum. Babam duvardaki düğmeye basıp ışığı yaktı.
“B-baba.” dedim soluk soluğa. İyiki bir gece odaya gireyim istemiştim. Karşılaşmadığım kimse kalmamıştı resmen, herkes ayaktaydı. “Ne oldu?” diye merakla sorması ile ona döndüğümde konuşmaya devam etti. “Sen uyumadın mı? senide uyku tutmadı herhalde.” diyerek gülümsedi.
“Yok, ben su alacaktım,” diyerek yana kayıp “iyi geceler babacım.” diyerek tatlı tatlı gülümsedim. Yanından geçecekken kolumdan tuttu.
“Kızım, sen iyi misin? Korkmuş gibisin…bir sorun yok değil mi?” diye meraklı gözlerle sorunca endişelendirmek istemedim. Gizli gizli dedemin odasına girdiğimi bilmemeliydi.
“Yok iyiyim, sadece, biraz uykum var.” dedim inanması için. Resmen bu gece dedemin odasına girmiş hem de sapasağlam çıkmıştım. Bu benim için bir milattı.
“İyi bakalım, hadi iyi geceler.” diyerek alnımın kenarından öpüp odasına doğru yürümeye başlaması ile bende kendi odama doğru ilerleyip kapının önünde durdum. Babam, odasına girince odamın kapısını açıp içeriye girdim. Hızlıca ardımda kapıyı kapatıp sessizliğe büründüm.
Dedem bir işler karıştırıyordu. Bir daha odasına giremezdim. Çektiğim fotoğrafları, çöktüğüm kapının ardında açarak bakmaya başladım.
Odasındaki birçok çekmecesi, kilitliydi. Acaba o çekmecelerde kilitleyecek kadar önemli ne olduğu ise merak konusuydu.
Elim telefonumdaki fotoğrafa kaydı. Sadece bu çekmecede, çektiğim dosyanın fotoğraflarını çekebilmiştim. Ya çekmeceyi açık unutmuştu ya da bilerek açık bırakmıştı. Fotoğrafı açıp incelemeye başladım.
Davalar, işlerin ilerleyişi hakkında prosedürler yazıyordu. Gözlerim diğer sayfaları yokladı. Bir takım, kurallar yazınca diğer sayfayı çevirdim. Fotoğrafı hızlı hızlı çektiğimden bazıları bulanık çıkmıştı. En son çektiğim fotoğrafta da şirket için alınan bir fiş vardı. Ekranı büyüttüm. Şaşkınlığım büyüdü. On milyarlık bir fatura vardı.
On milyarlık bir fatura ile alınanın ne olduğunu okumaya çalıştım.
“Depo mu?” şaşkınlıkla tekrar okusam da depo yazıyordu. On milyarlık bir depo. Seri numarasına kadar yazılı bir depo alınmıştı. Kalbim tekledi. Limanda yüklemek için bir depo olsa da açıkçası merak etmiştim.
Telefonu kapattım. Adresini bilmediğim sürece hangi limanda olduğunu bulmam çok zordu. Bugünlük heyecan bana yetti de artmıştı. Oturduğum yerden kalkıp yatağımın içine girdim. heyecan ve gerilimden yorgun düşen bedenimin uykuya dalması kısa sürdü. Her şey gün yüzüne çıktığında neler olduğunu da öğrenmiş olacaktım. Ya kendime katacaktım ya da kendimden olacaktım.
…
Gözlerimi karanlıktan aydınlığa çevirdiğimde bir ormandaydım. Yönümü kaybetmiş koşuştururken, sık sık arkama bakıyordum, yaklaşıyordu. Korku ile koştum, eteğim paçalarıma dolanıyordu. Tekrar arkama baktığımda beni gördü.
“Kaçma velet.!” Sinirli sesi kulağıma ulaştı. Çamurlu alanda koşuştururken birilerinin beni bulması için sık sık yönümü çevirsem de bu lanet ormandan çıkamıyordum. Ali Afas neredesin… ben çok korkuyorum…lütfen beni bulun.
Önüme döndüğümde bir ağacın dalına takılan ayağım ile yuvarlanıp toprak alana düştüm. “Ahh.” diyen feryadım ile gözlerim sulandı.
Acıyan dizimi, ellerim buldu. Dizim yine soyulmuştu. Vaktim yoktu geliyordu. Yerden kalkacakken arkamdan birisinin beni kolumdan tutması ile çığlık atmaya başladım.
“Bırak beni, gitmek istemiyorum o kulübeye. Orası karanlık bırak beni!” diye haykırırcasına küçük ayaklarımla beni tutan adama tekme atmaya çalıştım. Kolumdan çekiştirip beni yerden kaldırdı.
“Kes sesini, yoksa bu gece yine ışığı kapatırım. Kaçmanın cezasını, geldiğinde vereceksin.” demesi ile ağlamaya başladım. Gözlerim artık ağlamaktan acıyordu. Yönünü o lanet kulübeye çevirmesi ile ayaklarım savsaklasa da kolumu çekiştirmesi ile kendimi yürümeye zorladım.
“Anne, b-baba, bırakın beni. Ben Ali’yi istiyorum.” diye hıçkırdım. Beni dinlemiyordu. Elimi çekmeye çalıştım. Ayaklarım ile ayağına vurmaya çalıştım. Ne kadar vurmaya çalışsam da küçük ayaklarım yettiği kadar çırpınıyordum. Ağlamalarımı kimse duymuyordu. Bu ormanda kapana kısılmıştım.
İlerleyip tekrar o uğursuz kulübeye gelmemiz ile ellerim, ardından dizlerim titremeye başladı. Kaçamamıştım, O cani gelecekti, yine beni burada yalnız bırakıp gideceklerdi. Korku ile hıçkırdım.
Beni tutan siyah takım elbiseli adam beni yere indirip bileklerimi bağlaması ile dizine sertçe vurdum. Canını acıtmış olmalıyım ki geriye çekildi.
“Gerizek*lı velet.” diyerek bir tane tokat atması ile kızaran yanağımın üstü tekrardan yandı. Düştüğüm yerden cani adama baktım.
“Şerefs*z.” dedim soluk soluğa. Artık vurduğu tokatlara yanağım alışmıştı. Sadece artık yanmıyor, acıyordu da. Sakallı yüzüne küçük boyumla sinirle baktım.
“Vayy, küfürde mi öğrettiler sana.” diyerek sırıttı.
“Sen, şerefsizs*n.” diyerek yüzüne tükürdüm. Her yanım ağrıyordu. Artık acıyı bir duvara çarparcasına hissederken bir tokat daha yüzüme indi.
“Sen, kötüsün, p-pislik.” dedim hıçkırarak.
“Yat, zıbar. Bakalım geldiğinde ne diyeceksin. Dilin senin çok uzamış, gelsin de o dilini bak nasıl kesiyorum!” demesi ile ona korku dolu gözlerle baktım.
Dilimi mi keseceklerdi. Bağlı ellerimi hızla ağzıma götürdüğümde yanağımın acıması ile hıçkırdım. Ardından kapıyı kilitleyip beni burada yalnız bıraktı. Kapının kapanması ile ışık süzmesi de ardından gitti. Karanlıktan nefret ediyordum. Nefret nefret ediyordum.
Gözlerimi tek ışık kaynağıma çevirdim. Bazı anlar da gökyüzün de bana eşlik ediyordu. Kulübenin tahtadan örülü dışarıyı az da olsa gören penceresinden ay ışığına baktım. “Afas seni ö-özledim…neden beni bulmaya gelmiyorsunuz?” yatağın üzerine zorlansam da çıktım.
Kulübede tek göz odada pencereye yaklaştım. Yukarıya uzanıp tekrar ay ışığına baktım. Gökyüzünde tek ışık kaynağım oydu.
“Yoksa beni unuttunuz mu?” diye kendi kendime mırıldanırken tek oyuncağım tavşanımda benimleydi. Hiç yanımdan ayrılmayan tavşanımda beni buraya getirdiklerinde benimle kalmıştı. “Ben sizi unutmadım, ne olur beni bulun.” diyerek bir damla daha akıtırken yatağın üzerine usulca çöktüm. Dizlerim koşarken düştüğüm için acıyordu. Karanlıkta bana bıraktıkları bir diğer şeyde benimle beraber gelen günlüğüm ve kalemimdi. Yazdığım günler hep acı dolu olsa da hep anılarımla dolup taşan defterimde, artık acıdan başka yer kalmamıştı. Artık acı şeyler yazmak istemedim. Elimin bağlı olan kısmını güç bela açmaya çalıştım. Pislik sıkı bağlamıştı.
Dişlerim ile düğümü çözmeye çalıştım. Biraz daha uğraştıktan sonra bir düğümü çözmüştüm. Dişlerim sızlaması ile ağzımı kapattım.
Tekrar deneyip bollaşan düğümü çözerek acıyan ellerimi ipten kurtardım. Pembe çantamın içindeki günlüğümü çıkardım. Minik kalan kalemim ile gözlerim doldu. Artık yazamayacak kadar kalemim küçülmüştü. Günlüğün sayfalarını çevirerek boş bir sayfa aradım. Hepsi doluydu. Son sayfalara geldiğimde dudaklarım titredi.
Son umut, son bir sayfa kalmıştı. Hep yaptığımı yapmak istedim.
Ali’yi yazdım, onunla eğlendiğim mutlu anlarıma birilerini daha son kez ekledim. İlk sayfalarım hep güzel anlarım ile dolu iken sonlara doğru hep ağladığım anlarla dolu olsa da bugün onu yine özlemiştim. Son sayfamı da ilk sayfam da olduğu gibi ona ayırdım.
Ay ışığında defterin sayfasını yazmayı öğrendiğimden beri ona ettiğim ama onun bilmediği hitap ile kalemi kâğıda dokundurdum.
Ali’m. Benim Ali’m. İsmi Ali Asaf olsa da bazen dilim dönmüyordu ve ona Afas derken çatılan kaşları ile beni düzeltmesi hoşuma gidiyordu. Minik ellerim ile kalemi kavradı. Bugün havada ay parlarken ışığına daha da yaklaşmak için zor bela ayağa kalktım. Daha iyi görebilirdim. Camın tahta bölmesinde görünen ışıkta son sayfa da Ali’yi yazmaya başladım. Son cümlemde kalemin ucu kırılması ile titreyen dudaklarım sızladı. Ona sevdiğimi söyleyemeden yarım kalmıştı. Sinirle kalemi odanın içine fırlattım. Defteri kapatıp pencerenin önünden ayrılıp yatağa çöktüm.
Kabuk bağlayan dizlerimi, yine kanatmıştım. Acılarımın geçmesine izin vermeden buradan kurtulmak için yenilerini açsam da yine kendimi bu lanet kulübede, yakalanmış buluyordum. Her şey onun yüzündendi beni Afas’a götürecekti. Ona inanmamalıydım.
Ağlayan gözlerim acıdı. Ellerimi, sızlayan yanağımdan uzanıp gözlerimi silmeye çalıştım. Islak kirpiklerim ile ay ışığında odaya vurması ile gözlerim yerde düşen çakmağa kaydı. Titreyen ellerim ile ayağa güçlükle kalkıp yerdeki çakmağa uzandım.
Yanıyor mu diye baktım. Gözlerim yanan ateş ile yaşlarımın peşine daha da aktı. Tek ışık kaynağım. Yatağın üzerine oturup dizlerimi büküp kendime sarıldım.
Neden kimse gelmiyordu, beni unutmuşlar mıydı? Ama ben hatırlıyordum. Beni neden bulmaya gelmiyorlardı. Buradaydım, Rize’de. Beni neden kimse bulamıyordu?
Gözlerim karanlık odanın kapısına kaydı. Beni burada tutan cani, gelecekti. Beni yine karanlıkta bırakıp cezalandıracaklardı.
Yattığım yastıktan başımı kaldırıp oturdum. Bu küçük kulübe de daha fazla kalamazdım. Madem kimse benim için gelmiyordu. Daha fazla karanlıkta kalmak istemedim. Bir kez daha çakmağı yakıp ateşine baktım.
Yanıyordu ve ben de bu gece bu odayı yakacaktım.
…
Kan ter içinde uyanırken lambayı yaktım. Üstüm başım rüyanın etkisi ile resmen can çekişmişçesine ıslaktı.
“Bana yalan söylüyorlar.” Dedim soluk soluğa. Bir günlüğüm vardı benim bilmediğim. Kuruyan boğazımı rahatlatmak istercesine yutkunmaya çalışınca acıdı. Titreyen yüreğimin yanına ellerimde eklenirken bir yudum su içtim.
Düşlerim, rüyalarımın gerçekliği ile beni korkuturken, bu gerçek beni daha çok çıkmaza sokuyordu. Yatağımdan üzerimdeki sırılsıklam olan geceliğimi çıkartıp atletim ile kalırken elim ilerideki çekmeceye koyduğum kâğıt parçasına gitti.
“Herkes sana yalan söylüyor.” Birde bu kâğıdı bana veren kişi vardı. Bu kişi beni…ailemi biliyordu ve bana bir mesaj yollamıştı. En acısı da bunun gerçek olmasıydı. ben geçmişimde bir şeyler yaşamıştım ve bunu bana söylememekte ısrar ediyorlardı.
Rüyamdaki kişiyi önceden hep bir hayal, kendi zihnimin oyunu diye düşünürken fotoğrafını da görmem ile her şey oturuyordu.
Zihnimdeki anılarım yerinde olmasa da bu çocuk, Ali Asaf dediğim kişi gerçekti. Rüyamda hep onun ismi vardı. Bana çok yakın birisiydi. Kâğıdı çekmeceye koydum. Sinirden başıma ağrı girince gözlerimi yumdum.
Ama annemin geçiştirmeleri hiç mantıklı değildi? Benden ne saklıyorlardı? Küçüklüğüm ağrıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Düşlerim bana hatıralar sunsa da elimde sadece Ali Asaf dediğim kişinin fotoğrafı dışında hiçbir şey yoktu.
Elim usulca karnımın üzerine gitti. Odamdaki yangın, hafızamı kaybetmem onunla ilgili değildi. Başımı iki yana salladım. O kulübede ne olmuşsa hafızamı ondan sonra kaybetmiş olabilirdim. Başımın ağrısı dinmeyince çekmecemdeki sakinleştiricilerden aç karına yuttum. Daha fazla bu ağrıya dayanamayacaktım. Ayağa kalkıp üzerimdeki kıyafetlerden kurtuldum. Bu ev beni boğuyordu.
Banyoya girip bir duş alarak rahatlamaya ihtiyacım vardı. Adımlarımı oraya doğru yönlendirdim.
…
Üzerime geçirdiğim siyah askılı büstiyer ile takım olan eteğimi de altına geçirdim. Bu gece Lukka’ya gidecektik. Bugün şirkete gitmeyecektik ve Ali, evden çalışacağını söyleyerek bana da gelmememi söyleyince bende kız kıza bir plan yapmıştım.
Rüyalar, olaylar derken huzurla eğleneceğimiz bir gün olsun diyerek bugün Lukka’ya gidip kafaları dağıtacaktık. Olaylardan dolayı Sevgi’ye de bir türlü haber verememiştim, kıza çok ayıp olmuştu.
Bu vesile ile Gülce ile oraya gidecektik. Hafta sonu olduğundan biraz eğlencenin dibine vuracaktık. Ne kadar koruma ile gezmek istemesem de Yakup abinin babamla işleri olduğundan bugün izin almıştım. Her şey ayarlanmış tek şey Gülce’den geldiğine dair alacağım haberi bekliyor olmamdı.
Dudaklarıma sürdüğüm parlatıcı ile göz kamaştıran elalarım ışıldadı. Bugün çok güzel olacaktı, hissediyordum. Ulak Soylu tarafında sessizlik sürerken bir yandan da adresin nerede olduğu hakkında Ali’nin tanıdığı olan Yunus ile iletişimdeydiler. O adreste saklı harddiski bulursak işte o zaman rahat bir nefes alacaktım.
Sadece bugünlük biraz durulmaya ihtiyacım vardı.
Telefonumun çalması ile Gülce’nin geldiğini anladım. Çantamı alıp odadan çıktım. İçimde amansız bir heyecan vardı. Yüreğime sığmayan tatlı bir telaş ile merdivenlerden inmeye başladım. Topuklu sitelettolarım ile tıkır tıkır aşağıya inip ekru rengindeki kabanımı üzerime geçirdim. Kıyafetim kısaydı ama kabanım uzun olduğu için üşümeyecektim. Yani hem güzel olmuştu hem de sıcacıktım.
“Anne ben çıkıyorum.” diyerek mutfaktan içeriye doğru seslendim.
“Tamam kızım.”
“Geç kalırsak Gülce’de kalırım.” demeyi de ihmal etmedim. Her ihtimale karşı söylediğim iyi olmuştu. Çünkü gecenin sonunda ayık olacağımı düşünmüyordum.
“Tamam dikkatli olun, bir şey olursa hemen arıyorsun.” diyerek mutfaktan çıkıp yanıma geldi.
“Tamam Satı Hanım, artık çıkabilir miyim?” diyerek gülümsedim.
“Hadi git bakalım.” demesi ile kapıyı açıp dışarıya çıktım. Takur tukur bahçeden ilerlerken yan evin görünen yüzeyine bakındım. acaba hala evde miydi?
Bahçe kapısından çıkarken dikilen Ufuk abiye “İyi akşamlar.” dedim. Ufuk abi beni ne kadar gerse de bu dedemin koruması olmasından kaynaklanıyordu.
“İyi akşamlar Alisya Hanım.” demesi ile önüme döndüm. Evin önüne gelip, duran arabadan çalan korna sesi ile araca ilerleyip bindim.
“Selam.” dedim neşeyle.
“Selam, bebek. Hazır mısın? bu geceye.” diyerek gülüp aracı çalıştırdı. Gözlerim ileri de Ali’nin aracını görmem ile tebessümümü bozmadan Gülce’ye baktım.
“Fazlasıyla.” diyerek kemerimi taktım. bugün sadece bugün biraz kafamı rahatlatmaya düşünmemeye ihtiyacım vardı. Baş ağrım bana hiç destek çıkmıyordu. Arabada hafif çalan müzik eşliğinde ilerleyen yolları izlemeye başladım.
Yollarda araç, akıp giderken sonunda Lukka’ya geldik. Kemerimi çözüp dizimin birini dışarıya çıkardım. Siyah sitelettolarım ile asfalt yola çıktığımda Gülce aracı park edip yanıma geldi.
“Çok güzel olduk be.” diyerek güldüğünde bende katıldım. Gülce yine kendisine çok yakıştırdığım siyah askılı bir elbise giymişti. Gülce benden bir tık daha uzun olduğundan ne giyse yakışıyordu mavişime. Açtığı koluna girdim.
Lukka’dan içeri girdiğimizde bizi yoğun bir müzik karşıladı. Dışarıdan girdiğimiz için yüksek gelen müzik ile gözlerim kısıldı. Yoğun bir kalabalık içeride kendini belli ediyordu.
İçeride bar taburelerine doğru ilerledik. Sevgi ise etrafta görünmüyordu. Barmen çocuk ile ona doğru seslendim. “Bakar mısın?”
Elinde bardak kurulamayı bırakıp bana döndüğünde başını çevirse de tekrar bakınca gözlerim kısıldı. “Yine mi sen? Abim, bu kez canıma okuyacak.” diyerek kendi kendine bana bakarak konuşup yanıma gelince kaşlarım çatıldı.
“Birine benzettiniz herhalde.” dedim anlamayarak.
“Yok benzetmedim ama kesin birisi beni benzetecek orası kesin.” diyerek ağzının içinde mırıldanınca kaşlarım çatıldı.
“Ne diyorsun anlamıyorum ama Sevgi burada mı? çağırır mısın?” gözlerim etrafta dolaşsa da görünürde Sevgi yoktu.
“Ha Sevgi, tamam çağırırım.” diyerek bar bölümündeki kapıdan içeri girmesi ile gözden kayboldu.
İçeriden Sevgi ve barmenin çıkması ile gülümsedim. Yanımda telefonundan başını kaldırmadan sırıtan arkadaşımı dürttüm. Arkadaşım çoktan leyla formuna büründüğünden şu an kapsam alanı dışıydı.
“Sevgi merhaba.” diyerek sıcak bir gülümseme ile baktım.
“Alisya, hoş geldiniz? Ne alırsınız benden bugün.” diyerek gülümsedi. Çok güzel bir gülümsemesi vardı.
Acıları olan insan çok güzel mi gülerdi hayata. Yoksa bende güldüğümde böyle mi görünüyordum bilmiyordum ama bugün eğlenecektik. Kendime söz vermiştim.
“Teşekkür ederim, vakti varsa bugün takılalım.” dediğimde yanındaki barmene döndü. “Ferdi beni bugün idare et olur mu?” diyerek önlüğünü çıkarttı.
“Sıkıntı yok eğlen-” diyen sözleri bana döndüğünde sönmüş balon gibi kısık çıkmıştı. “-menize bakın.” dediğinde somurtarak diğer müşteriye gitti. Anlamsız bakışlarım ile birer içecek alarak bir masaya geçip oturduk. Çoktan leyla bakışlarla dolaşan arkadaşım Gülce’yi gösterdim.
“Bu arkadaşım Gülce, bu da dolaylı da olsa benim yüzümden abimin çarpması ile tanıştığım Sevgi.” diyerek masum masum baktım.
Gülce bu söylediklerime şaşırıp Sevgi’ye baktı.
“Aytekin abi, usta şoför, birisine çarptı. Bence Sevgi’nin güzelliği ile yolu görmemiş olabilir.” diyerek gülüp elini uzattı. İkisi tanışırken içeceğimden koca bir yudum aldım. Bugün içimdeki gerilimi dağıtmak için amansızca dans etmek stresimi atmak istiyordum.
Bir yudum daha alıp sohbete katıldım. “Burada bir patronum var, Timuçin Bey. Kendisi çok ciddi ama sağ olsun çok ilgilendi. Bazen olaylar oluyor içeride, hemen müdahale ediyor.” diyerek konuşan Sevgi’ye katıldım.
“Evet Timuçin ciddi olsa da iyi birisidir.” dedim gülerek.
“Hadi dans edelim, oturmaya mı geldik” diyen Gülce ile bardağımı alıp ayağa kalktım. Gülerek peşlerinden piste doğru ilerlerken son bir yudum daha alıp gelen garsonun tepsisine bardağımı bırakıp, yenisini alırken müzik ritminde hafiften olduğum yerde sallanmaya başladım. Aslında kalabalıktan çekinirdim ama şu an içtiklerim ile gevşemiş etrafta benim olmayan gülümsemeler ile hareket ediyordum.
Şimdiden kendimi ritme uydururken hiçbir şey umurumda değildi. Rüyalarım, kabuslarım şu anlık yoktu. Ne kulübe ne de karanlık. Şu an iyiydim sonra yine baş başa kalacaktım ama beni kurtaracak ışığım yanımda değildi. Bir yudum daha alıp kızlara katıldım.
Biraz dans ettikten sonra savsak adımlarla yerime oturup başımı koltuğa yasladım. Kızlar eğlenirken müzik kulağıma bir ninni gibi ulaşıyordu. Masaya baktığımda içeceğim bitmişti. Yerimden usulca kalktım.
Bar masasına doğru insanlara çarpmamaya özen göstererek ilerlerken ayaklarım sanki yere değmiyordu. Bir ayağımı atıp diğerini de atarak bar bölümüne yaklaştım. İleride ara ara bana bakan Barmene sırıttım. “Barmen Bey bir içecek alacağım.” Her içişimde bana sanki ona zarar verecekmişim gibi korka korka içecekleri vermişti.
Ayakta durmayarak bar taburesine oturdum. “Yenge bence bu kadar yeter he.” dedi bir umut durmam için. İkidir yenge demesini umursamadan içeceği elinden çekip almaya çalıştım. Vatanı savunurcasına bardağı bırakmıyordu. Kaşlarım çatıldı.
“Ya kardeşimm sannene sen ver.” diyerek elimi açıp kapatıp kızdım.
Kendisine çekince bende kendi tarafıma çektim. “Ya versene.” dedim kelimeler ağzımdan dökülürken. Telefonu çalınca bardağı bırakmadan ekrana bakınca rengi değişti.
Bardağı önüme uzatırken kızgın gözlerle adama bakıyordum. Telefonunu kulağına götürmesi ile bardağımdan bir yudum aldım.
“Abi biliyorum benden hoşlanmıyorsun ama yine bir durum oluştu. Evet seninki burada, gelsen iyi olur.” diyerek bana bakması ile kaşlarım çatıldı. “Barmen Bey bir daha bana bakarsanız, bardağı kafanıza atacağım.” dediğimde telefonu kulağından uzatıp yüzünü buruşturdu.
“Bitim ben,” diyerek telefonu tekrardan kulağına götürdüğünde ona boş boş bakıyordum. “Yok abi, yok bakmıyorum, ben daha fazla içmesin diye.” diyerek başını sallayıp devam etti. “Tamam abi. Yok arkadaşı ile burada evet, Fatih abi de gelse iyi olur. Yok abi valla yok. Tamam abi.” diyerek telefonu kapatıp yanıma geldi.
“Bacım sen niye olur olmadık anlarda benim başımı yakıyorsun ya.” diyerek telefonunu cebine attı.
Kaşlarım yukarıya kalkıp karşımdaki barmen beyin başına bakmaya çalıştım. “Başını mı yakmışım? Ne zaman.” dedim üzüntüyle.
“Ali abi geldiğinde tek yanan başım olsa iyi, adam götümü de yakacak. Daha fazla içme ayık olman daha iyi he olmaz mı?” diyerek bardağıma uzandı.
“Çık,” bir yudum aldım. “olmaz, sen bana bir tane daha ver, Barmen Bey.” Ellerini yukarıya doğru açınca baktığı yere baktım.
“Allah’ım neydi günahım.” demesi ile inan bakışları beni buldu. “Bekle burada geleceğim.” diyerek çalan telefonu ile içeriye girdi.
Bir yudum daha alırken gözlerim kaysa oturduğum yer iyiydi. oturduğum bar taburesinin yanına bir adam gelip oturdu. Aldırış etmeden bir yudum daha alıp yanan genzim ile mideme yolladım.
“Selam.” diyen adamı duymamazlıktan geldim. “Hey, duyuyorsun beni. Selam.” demesi ile adama döndüm.
“Evet ama cevap vermek istemiyorum, konuşmayın benimle.” dediğimde bu halime güldü. Arkamı döndüm. Gülce ile Sevgi nerelerdeydi acaba? “Bakar mısın? ne içiyorsun?” demesi ile kaşlarım çatıldı.
“Sana ne.” diyerek tersleyip başımı elime yasladım. Ağız tadıyla bir huzur vermiyorlardı.
Bir müddet yanımdaki adamın sesi kesilmesi ile huzurla gözlerimi yumdum.
“Hey iyi misin?” diye tekrardan konuşan adama başımı kaldırıp döndüm. “Kardeşim sal beni. Git ne yapıyorsan onu yap, çattık ya.” dediğimde bu halime güldü.
“Çok komiksin.” demesi ile asık suratım ile karşımdaki adama baktım.
“Palyaço değilim, git seni o eğlendirsin.” diyerek oturduğum yerden kalkıp kızların yanına gidecekken bileğimde yabancı bir tutuş ile geriye doğru çekildim. “Naz yapma, yalnızsın işte. Gel takılırız.” diye konuşması ile sinirle adama döndüm.
“Ya kardeşim deli misin, bırak beni!” diyerek sesimi yükseltip bileğimi kurtarmaya çalıştığımda tutuşunu sertleştirdi. “Hadi bak, eğleniriz diyorum.” diyerek göz kırpması ile midem bulandı. Hem sözlerinden hem de ciddi ciddi midem bulandı. Kolumu tekrar çektiğimde sinirle yükseldim.
“Bırak beni!” dediğimde kolum arkadan çekilip adamın yüzüne bir yumruk inmesi bir oldu. “Sana denileni bir defa da anlamıyor musun?” diye gelen ses ile şaşkınlık ile yanıma doğru baktım.
Ali gelmişti.
Sinirle yerde burnunu tutan adama bakarken gözlerimi kırpıştırıp dudaklarım iki yana kıvrıldı. “Merhaba, sen mi geldin?” diyerek gülümsediğimde bana dönüp, elalarıma baktı.
“Evet, seni tek bırakmaya gelmiyor,” diyerek yerde yatan adama baktı. “Etrafına hemen akbabalar üşüşmüş. Koçum şu adamı yerden alın. Bir daha da içeri sokmayın.” diyen sert sesi ile başımı, yüzüne doğru kaldırdım. Sanki biraz daha mı uzamıştı ne? Gözlerimi kırpıp güldüm. Selvi boylu al yazmalıdaki selvi boy bu olsa gerekti. Kendi kendime gülerken sendeledim. Ayakta zor duruyordum.
Gözlerim yanımda duran Ali’nin bedenine takıldı. Biraz yaslansam bir şey der miydi?
“Ferdi nerede?” diye seslenmesi ile başımı koluna doğru yasladığımda bu halime baksa da ses etmeyip belimden kavrayarak yükümü alması ile sarhoş bedenimdeki kalbim tekledi. Elinin bel kıvrımında hissederken içime dolan heyecan kırıntıları ile başımı geniş pazısında dinlendirmeye başladım.
“Ali abi, Ferdi arkaya, depoya gitmiş gelir birazdan.” demesi ile belimdeki eli ileriye doğru kalkıp işaret parmağını adama doğru salladı. “Söyle ona iyi saklansın.” diyerek bana baktı. Gözlerim kaysa da bana bakan gözlerine tutundum. “Midem bulanıyor.” diye mırıldandım. Ağzıma gelen acı tat ile elim ağzıma gitti.
“Sakın sakın kusma.” diyerek beni kucaklayıp yürütmesi ile başımı boynuna sakladım. Tarçın kokusu burnuma buram buram gelirken rahat bir nefes alsam da midem bulanmaya devam ediyordu.
Hızlı hızlı beni nereye götürüyorsa elim ağzımda boynunda saklanırken midem çalkalandı.
Bir odaya girince beni usulca yere indirip, belimden tutarak lavabonun önüne getirdi. Yüzümü eğip açtığı sudan, biraz yüzüme tuttuğunda elini iteledim. “S-soğuk…” midem ağzıma geldik. “öğhk.” diyerek arkamı dönüp klozetin birine eğilip içimdekileri çıkartmam bir oldu.
Arkamdan saçımı tutunca “G-git, bakma.” diyerek itelesem de arkamda sırtımı sıvazlayıp saçlarımı tutmaya devam etti. İçimin ferahlaması ile eğildiğim yerden kalkıp sifonu çektim. Başım feci şekilde dönüyordu.
“İyi misin?” diyerek beni yönlendirip yanaklarıma su gezdirdi. Sanki uzuvlarım benim değildi son kez de ağzıma su vermesi ile ağzımdaki acı tat gitti. Bunlar olurken koluna yaslı başımı kaldıramıyordum. Sanki uyku beni çağırıyordu, mis kokulu tarçın ile nefeslendim.
“Bal, iyi misin?” demesi ile kayık gözlerle Ali’ye doğru baktım. konuşmadan sadece gözlerinin içine bakıyordum. Endişeli gözleri üzerimde gezinip ıslak saç tutamlarımı kulağımın arkasına itekledi.
Neden o değildi ki. Çok güzel bakıyordu, neden geçmişim değildi ki. Düşlerimden kopan kelimeler dudaklarımın arasından istemsizce döküldü.
“Ali Asaf neden sen değilsin. Biliyor musun, çok tatlı. Yeşillerin…sanki benim için var olmuş, bana.” dedim usul usul.
“Öyle mi? bal.” diyerek dediklerim ile neşelenirken ben de kendimi anlamıyordum. Sanki zihnim bu kelimeleri ona söylemem için diretiyordu. Dudaklarımdan zorlanmadan ona doğru dökülüyordu.
“Evet beni öptüğünde… keşke daha çok öpse dedim.” dudaklarındaki kızıllığa bakıp. Yanaklarım yansa da kalbimin atışlarını dinlemek güzel hissettiriyordu.
Bu halime güldü. “Ayıldığında pişman olacağın şeyler söylüyorsun, güzelim.” diyerek dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.
“Güzelin miyim gerçekten?” dediğimde cevap vermedi burnumu iki parmağı ile sıkıp güldü.
“Sana, bu içme işini bırakmalıyız. Yoksa hiç iyi şeyler olmayacak.” diyerek beni lavabodan çıkarması ile koridorda ilerlerken onu durdurdum.
“Ne mesela.” Gözlerimi belertip karşısında güç bela ayakta durdum.
“Seni öpmek mesela…Dudaklarındaki bu parıltılı şey çok gözümü alıyor silsek mi? o kadar da su tuttum, çıkmamış.” diyerek çatılan kaşlar ile bakışları dudaklarıma inse de tekrar gözlerime çıktı.
“Yakışmış mı, dudaklarıma.” dediğim de ben ben değildim. Sanki bir hayalin içindeydim ve buradan hiç gitmek istemezcesine mutluydum.
“Fazlası ile, göz kamaştırıcı.” diyerek güldü. Çok güzel gülüyordu vicdansız. Daha fazla ayakta kalamayarak arkamda çıkıntılı bir dolaba yaslandım. Dolaba yaslanmam ile iki adım atarak tekrardan karşımda dikilirken gözlerinden bakışlarımı çekmedim. “Kalbimde…kelebeklerin uçmasına sebep oluyorsun.” dedim usulca.
Bunu duyunca gözlerinde beliren hisler ile duraksasa da dudaklarını araladı. “Seviyor musun, bu hissi? Yoksa seni rahatsız mı ediyor?” diye sorması ile düşünmedim bile. Nasıl olsa hayaldi istediğimi söyleyebilirdim.
“Aslında” diyerek güldüm. Omzumu silkip Ali Asaf’a doğru baktım. hayal ise ona istediğim şekilde de hitap edebilirdim değil mi? sonuçta bu benim hayalimdi. Ona bakarken sanki küçüklüğüme bakıyordum. Neden o değildi ki. “Bunu sana söylemeyeceğim.” diyerek tekrardan omuzlarımı silktim.
“Söyle!” diyerek biraz daha yaklaşması ile güldüm. Sanki diyeceklerim çok onun için çok önemliymiş gibi meraklı gözlerle bana bakıyordu.
“O-olmazz.” dedim soluk soluğa. Çok yakınımdaydı ve ben şu an gerçek mi hayal mi? ayırt edemiyordum. Düşünmemi engelleyen kokusu ise başımı döndürmeye devam ediyordu.
Başı yana düşse de ne düşündüyse gözleri parıldayıp bana doğru döndü. “Eğer söylersen…sana kelebekli tokanı veririm.” demesi ile dudaklarım heyecanla aralandı.
“Sen de mi o?”
“Evet bal bende. Peki sen, söyleyecek misin?” diyerek bana bakan gözleri fazla talepkârdı.
“Peki, söyleyeceğim…” kayık bakan gözlerim gözlerinde tutunmaya devam ederken konuşmaya devam ettim. “Seviyorum, içimdeki kelebekleri.” dediğimde bana bu zamana kadar görmediğim güzel bir gülümseme ile baktı. Sanki kalbim canlanmıştı. İçimde amansız heyecanım ve gerginliğim ile gülümsemesine daldım.
“Çok güzel gülüyorsun.”
“Sen kendi gülüşünü görmediğindendir.” dediğinde elim tutunmak için ileriye gidince karnındaki sert yüzeye dokunmam ile kasılması bir oldu. Sert yüzeye elimi bastırmam ile kasılan karın kasları avcumun içinde dağıldı.
Aramıza giren elime bakışları kayıp, çıkık âdem elması bir aşağı bir yukarıya doğru çıkarak, elini elimin üzerine koydu. “Yanlış sular bal…kara sularına gel.” diyerek fısıldaması ile yutkunarak bileğimden tutan elleri, elimi kavradı. Elime giden bakışlarım bileğimi tutmaya devam edince ağrıyan boynumu daha fazla tutamadım.
“Ne kadar uzunsun sen öyle, boyun kaç?”
Bu halime sırıtsa da dediklerime cevap veriyordu. “1.93” dedi gülerek.
Ağrıyan boynuma rağmen tekrar gözlerine bakmak istedim. “Vavv, sana bakarken yükseklere bakar gibi oluyorum, demek ondan.” dediğimde bileğimdeki eli belime doğru usulca yerleşti.
Diğer elini de yerleştirmesi ile sahiplenici bir tutuşla olduğum yerden yükseldim. Yaslandığım tahta oturağa oturtulmam ile gülüşüm arttı. Kıkırtım ile bana bakarken ellerimi omuzlarına yerleştirdim. Bu hayalim çok gerçekçiydi.
“Şimdi nasıl?” demesi ile gözleri ile aynı hizaya gelmem ile keyiflendim.
“Daha iyi,” diyerek gülüp gözlerine parmak uçlarım değdi. Burası evimdi ve beni ağırlıyordu. “Orman yeşili gözlerinle, aynı hizadayım.” diyerek güldüm.
Artık daha uzun gözlerine bakabilirdim. Ellerim, kayık gözlerle önce kirpiklerini sevdi. Tek tek dokunurken parmak uçlarımdaki ateş beni dağlasa da kayık gözlerimi açık tutmaya zorluyordum.
Sonrada usulca gözlerinden dudaklarına doğru kayan ellerim sanki hep aynı yollardan ezbere geçmiş, biliyormuşçasına dudaklarının kenarında durdu. Parmaklarım usulca dudaklarının üzerine gelince titreyen parmak uçlarım ile dururken göz kapaklarım ağırlaşınca güçlükle tekrar açtım. Bana bakan yeşillerinde bir ateş harlandı. Göz bebeklerimde kendimi görüyordum.
“Ali Asaf,” dediğimde yutkunsa da bana bakmaya devam ediyordu. “Sana Ali Asaf desem ama hep desem, nasıl olur.” diye sordum usulca. Gözlerimi masumca açarken kaşlarım büküldü. Hayalimdi, bana kızmazdı.
Parmaklarım, dudaklarının üzerindeyken elinin birini belimden alıp parmaklarımı sıkıca kavradı. Sıcak dudaklarından ayrılan parmaklarımın içine, avucuma bir buse kondurması ile gözlerimi kapattım. Dudaklarının tenimde hissetmek beni başka diyarlara alıp götürürken kirpiklerim titredi.
“Güzel olur.” dedi sessizce yutkunarak. Kirpiklerimi güçlükle araladığımda gözlerinin kenarları, kayan bakışlarla bakmama rağmen, kızardığı belli oluyordu.
“Söylesem…kızar mısın?” diye bende sessizce sordum. Bir adım, bir an uzağımdaydı.
“Kızmam, bal…kızmam, arık kızmam.” dediğinde gülümsedim. Artık uykumu bastıramıyordum. Buram buram etrafımı saran tarçın kokusu ile mest olmuş sarıp sarmalanmıştım.
“Ama ben bunu unuturum…sen bana ayıldığımda hatırlatır mısın?” diye sordum.
“Hatırlatırım bal, hatırlatırım güzelim.” diyerek saçımdan öptüğünde artık başımı taşıyamayacak kadar yorgundum. Göğsüne doğru başım usulca düştü. “Uykum var.”
“Uyu güzelim, yanındayım uyu.” diyerek bir eli saçımda gezintiye çıkarken huzurlu bir uykuya daha fazla direnemedim. Sıcak gövdesinde huzurla uyurken bir an olsun saçlarımdan parmakları çekilmedi.
Ali Asaf ARIKAN
😉
Alisya’nın başını göğsümde sabit tutarken sağıma soluma bakınıp dikkatlice kucağıma aldım. Hemen elleri, boynuma sarıldı. Bu haline istemsiz sırıttım. Kokum, benim dışımda ona iyi geliyordu.
İçeri girerken iki andavalı da yanımda getirdiğimden yoğun sesin içine tekrar girmeden kapıdan seslendim.
“Timuçin, ben çıkıyorum.”
“Geleyim mi?” diyerek elindekileri bırakırken başımı salladım. “Yok siz takılın. Burası sende.” diyerek geriye döndüm.
“Eyvallah dikkatli git.”
“Tamam bebeğim, gidince de arayım mı?”
“Yok abi o kalsın.” dediğinde sırıttım. Bugün neşem yerindeydi, kucağımda huzurla uyuyan bala bakıp Timuçin’e döndüm.
“Gereksiz, hadi gittim ben,” dediğimde Alisya’nın kıyafetleri ile ilerleyemedim. Hava soğuktu. “Ya da gel, şu montumu getir.” İşi bırakıp dönerken sesten huzursuz olan bal iyice başını boynuma gömdü.
“Al abi.” diye bana doğru kabanı uzatması ile kaşlarım çatıldı.
“Ya sabır. Lan oğlum bana değil, Alisya’nın üzerine ört.”
“Haa öyle.” diyerek sırıttı. Çatılan kaşları ile bakarken sırıtan yüzü sinirimi bozuyordu.
“Boş yapma Timuçin hadi.” Üzerine örttüğü kabanımı ellerim ile sabitleyip dışarıya doğru adımladım. Artık üşümeyecekti. Burnunun ucunu göğsüme doğru sürtünce gülen yüzüm sekteye uğrasa da ilerlemeye devam ettim.
Bu kız ayıkken hiç böyle değildi uyuyunca bir haller oluyordu. Kapıdan çıkınca soğuk hava ile aracın yanına ilerlemeye devam ettim.
Dışarıda beni bekleyen Ayvaz, beni görünce aracın kapısını açtı. Alisya’yı güzelce yerleştirip çekilecekken mont üzerinden düşünce onuda sıkı sıkı üzerine örttüm. Kemerini de takıp kapıyı örttüm.
“Sen bura da kal, gerisini ben hallederim.” diyerek araca bindim. Bu sil*h saldırısını Ulak Soylu yapmamıştı, kendi canıma kast etmemişlerdi.
Aracı çalıştırmadan birisini aradım. İlk çalışta açınca Alisya’ya doğru baktım. Uyuyordu, hiçbir şeyden habersiz uyuyordu. Öğrenmesini de istemiyordum. Huzurlu, mutlu olduğu sürece de bilmeyecekti, canı yanmayacaktı.
“Abi sana bir işim düştü. Evet yardımın gerekiyor. Tamam seni gelince arayacağım.” diyerek telefonda konuşurken kısık sesle devam edip telefonu kapattım. Uyanmasını istemiyordum.
Aracı yolda ilerletip evlerinin önüne geldiğimde çenem kasılsa da gözlerimi sıktım. Alisya için, sadece onun için. Kemerimi çıkartıp aracın etrafından dolanıp kemerini çözdüm. Kucakladığımda başı en sevdiğini düşündüğüm boynuma doğru ilişti.
Aracın kapısını örtüp içeriye girdim. Adımlarım, yeri döverken kucağımdaki uyuyana baktım. Sinirli yüzüm yumuşuyordu. Sadece onun için, sert adımlarla yürürken kendime hakim olmaya çalıştım.
Sessizce evin içine girdiğimde bildiğim adımlarla merdivenleri çıkmaya başladım. Kucağımda uyuyan bala dikkat ettim, burada iyiydi böyle iyiydi.
Kucağımda düşmesin diye iyice sabitledim. Boynuma yakın dudakları ile nefesini hissedince, gerilsem de sırıttım. Kokumu seviyordu. Ne kadar kaçırırsa kaçırsın gözlerini benden biliyordum. zihni bazı anları hatıraları unutsa da kokumu unutmamıştı, bir şekilde onu hatırlıyor anlamını bilmese de seviyordu.
Odasından içeriye girdiğimde ardımdan kapıyı usulca ses yapmadan kapattım. Kucağımda uyuyan balın, burnuna küçük bir buse kondurup yatağının üzerine dikkatlice bıraktım.
Geri çekilecekken elinin biri gömleğime tutunduğunu görünce, bileğinden kavrayıp sıkı sıkı tuttuğu gömleğimden ellerini ayırdım.
Haberi yoktu asıl güzel kokan oydu, küçük sincap seni.
Evin içine rahatça girsem de çıkışım bu kadar kolay olmayacaktı. Balkonundan evime doğru baktım. Odasının kapısını kilitleyip yanına doğru yaklaştım.
Birde topuklu giymişti. İnatçı keçi. Ayaklarından topuklularını çıkartıp kenara doğru koydum. Karanlıkta gördüğüm battaniyeyi de üzerine örttüğüm sırada yan dönmesi ile kolumu iki elinin arasına alması bir oldu.
“Bal, yine bir şeylere tutunmadan uyuyamıyorsun.” Elimi bırakmayacağını anlayınca yatağının köşesine oturdum. Oturmam ile bacağını da üzerime doğru atınca yutkunup diğer elimle bacağını tekrar düzeltip battaniyeyi açılan üstüne örttüm.
“Rahat dur. Birazdan gideceğim.” Yüzüne doğru baktım. Küçükken tavşanını yanından hiç ayırmazdı. Köşe de yastığının yanında olan eskimiş oyuncak tavşana baktım. Onu o düştüğü kuyudan kurtarırken de oradaydı. Korkmuş, ürkek bakan gözleri gözlerimin önüne geldi.
“Ali Asaf” diye mırıldanması ile daldığım yüzünden sıyrıldım, Dudağımın köşesi kıvrıldı. Uykusunda da rahat bırakmıyordum.
Başımı geriye yaslayıp tavana baktım. “Ali” demesi ile diğer elim saçlarına gitti. “Buradayım, yanında, yanındayım, uyu.” Elim ipeksi saçlarında dolanmaya devam ederken rahatlayan yüz ifadesi ile konuşmaya devam ettim. Beni duymayacaktı ama anlatmak istedim.
“Bal benim balım. Sen…bu işin dışındasın. Ne olursa olsun seni koruyacağım.” Kapalı gözleri ile konuşmaya devam ettim. Kalbi uykunun verdiği rahatlıkla huzurla inip kalkıyordu. “Annem gibi…” boğazıma oturan yumru geçmiyordu, her anışımda geçmişin karanlığı üzerime çöküyordu. “senin de benden gitmene izin vermeyeceğim.” dediğimde başını koluma yasladı.
“Kendime çok kızıyorum. Sana kızdığım her an…her saniye içinde ömrüm boyunca bunun pişmanlığını taşıyacağım. Sen ne kadar…beni zihninden silsen de tekrar yeni anılar ile seni kendimle tanıştıracağım.” dediğimde dudaklarım titredi. Anılar her daim zihnimde oynuyordu. Ne kadar gitmesini istesem de bir o kadar da gitmesini istemedim.
“Beraber küçükken portakallı kek yediğimizi, kestane şekerini ne kadar çok sevdiğini, birlikte eğlendiğimiz bütün güzel anları baştan seninle yaşayacağım.” Saçının bir tutamını daha kulağının arkasına iliştirip güzel yüzünü ortaya çıkardım.
“Artık seninle ilgili değil, artık değil. İntikam denen şeyde senin yerin yok. Sen…” ne kadar bu gerçek canımı sıksa da “beni gerçekten unutmuşsun bal.” dediğimde dudaklarım titredi.
Belki hatırlasaydı, neden diye sorardım, neden bunca zaman sustun diye. Ama şimdi unuttuysan o kazayı da sonrasında babanın gelerek seni kurtarıp, bizi orada bıraktığını anlatırdım. Belki…belki beni anlardı. Belki de bana inanmazdı, ama belki anlardı. İleriyi düşündükçe benden nefret edeceği anlar gözümün önüne geliyordu. Neden hayatına girdiğimi bilmeyecekti, bu sır benimle beraber gerçekleri ortaya çıkartana kadar benimle kalacaktı. İşte o zaman bana hak verecekti.
Saçlarını sevmeyi bırakmadım. “Krize girmen…zihninde ki bütün anlarında silinecek olması…bu düşüncenin bir ilerisine gidemiyorum, izin vermiyorsun.” Yutkunuşumda acı vardı.
“Zihnindeki kötü olaylarla beraber sana geleceksem…unut beni, hatırlama.” Gözlerim yansa da devam ettim. Sinirim içimde bir ateş gibi harlandı.
“Bu savaşta herkesin canı yanacak. Sadece güzelim…sadece sen, senin gözlerinden bir damla gözyaşı akmayacak.” İstemiyordum…ağlamasını, sadece gülmeliydi.
“Söz veriyorum. Uyu balım, güzel rüyalar gör. Kötü rüyalar, ruhuna bulaşmasın. Kır bahçelerinde koştuğumuz anlardaki gibi huzurla uyu, yanındayım.” diyerek başını yastığa usulca koydum.
Kapalı gözlerle huzurla uyuyan bala doğru baktım. “Bu anları da söylediğim her anı gibi unutacaksın, hatırlamayacaksın. Ayık olduğunda, bunları seninle konuşamam. Canın yanarsa…canım yanar. Artık değil, artık bir damla göz yaşı dökmeyeceksin. Sen bal, sen balım, mutlu olacaksın. O geçmişte sana neler olduysa onları da bulacağım, canını her kim yaktıysa bunun hesabını verecekler. Ya adalet önünde ya da benim adaletimle.” dediğimde artık gitmem gerektiğinin farkındaydım.
Portakal koktuğundan habersiz uyuyan balın boynuna doğru eğildim. Kıpraştığında usulca boynuna kuş tüyü hafifliğinde canını acıtmaktan korkarcasına bir öpücük kondurdum.
Kolumu elinden yavaşça çekerken yanındaki tavşanını alarak kollarının arasına yerleştirdim.
…
Alisya AKMAN
Kapıdan gelen tıkırtılar kulağıma dolarken, gözlerimi ışıyan havanın odama dolması ile araladım. Sıcaklamış ve dinç bir halde kapıya doğru baktım. Annem sesleniyordu.
Başıma giren ağrı ile elim aniden başımın köşesine gitti. “Ne oldu bana ya?” Yatağımdan usulca kalkıp battaniyeyi üzerimden sıyırdım. Bir kaşım havaya kalktı. Elim battaniyenin üzerinde gezindi. Bunu da mı üzerime örtmüştüm. Başım tekrardan ağrı girince yüzüm buruştu.
“Ahh başım, off o kadar içmeyecektim ama ya.” dedim umutsuzca.
“Alisya, kızım içerde misin? Kapıyı kilitlemişsin. Uykucu kızım hala uyuyor mu? Alisya.” demesi ile kaşlarım çatıldı. Kapıyı kilitlemiş miydim? Annemi kapıda daha fazla bekletmemek için seslendim.
“Uyandım, geleceğim birazdan.” demem ile elini kapının kulpundan çekti.
“Çabuk ol, baban bir şeyler konuşacak seninle.”
“Tamamdır.” diyerek yatağıma tekrar başımı koydum. Kafam zil zurna dünün karmaşası ile doluydu. Bedenin sanki kırk yıllık bir hasretin koynunda dinlenmiş gibi rahatken, başım için aynı şeyleri söyleyemeyecektim. Elimi başımdan çekince gözlerim üzerime takıldı.
Aklama gelenler ile durdum. Kapıya giden bakışlarım ile düşündüm.
“Bir dakika ben içeri nasıl girdim. Ve evdekiler kızmadı öyle mi?” d iyerek bir kaşım şaşkınlıkla havalandı. Elim, bilmediklerim ile telefonuma uzandı. Hemen telefondan Gülce’yi çaldırdım. “Hadi Gülce aç!” çalan telefondan açması beklerken sesini duyunca yatağımda dikeldim.
“Aloo.”
“Gülce!”
“Canım.”
Meraklanmam ile direkt konuya girdim. “Ben eve nasıl geldim?” diye sordum. Sarhoş bir şekilde Gülce beni getirmezdi, çünkü onun evine gideceğiz diye anlaşmıştık. O zaman ben eve nasıl gelmiş ve odamdaydım.
“Ne bileyim kızım bende nasıl geldiğimi bilmiyorum.” diye uykulu sesi ile kafam karıştı.
“Nasıl yani.”
“En son Fatihle dışarı çıktık, hava almaya sonrası bendede yok.” demesi ile düşündüm.
“Fatih de mi gelmiş?”
“Evet hatta Ali de gelmiş Timuçin’le beraber.” demesi ile aklıma bazı kareler geldi. Yataktan çıkarken ayağım battaniyeye dolanınca sendeledim.
“Ali mi?” diye merakla sordum.
“Evet. Biz Sevgi ile dans ederken onlar geldi, sonrası bende de biraz karışık.” demesi ile Ali’nin beni kucakladığı an zihnime doldu. Ağzım beş karış açılıp yatağımın kenarında dolanmaya başladım.
“Gülce sana bir şey diyeceğim. Ben bazı şeyler hatırlıyorum.” dediğimde de kustuğum anlar geldi. Patronuma her halimi göstermek gibi bir huyum vardı sanırım. “En son Ali’yleydim. Beni eve o mu getirmiş olabilir?”
“Bilmiyorum.”
“Bunu nasıl öğrencem.” derken tedirginlik ile sağa sola dolanırken elim ağzıma gitti. Ben neler demiştim öyle zihnime bir bir sarhoş hallerim gelirken duraksadım. Telefondan gülme sesi ile kirpiklerimi kırpıştırdım.
“Ara ve sor bebek.”
“Yaa soramam.” diyerek yatağın üzerine dizlerimi kırıp oturdum. Utançtan yüzüm yanıyordu.
“Ben bilmem.”
“Bence biz bu içme işini bırakmalıyız. Ben hiç iyi şeyler yapmamışım.” dedim utançla. Hakkımda kim bilir ne düşünüyordu?
“Kafam iyiydi ama hatırladığım Ali’nin seni güçlü kolları ile tuttuğuydu. Artık sonrası neler yaşandı yaşım yetmez.” demesi ile yüzüm yandı. Sesi eğleniyor gelse de ben hiç iyi değildim.
“Saçmalama. Olmamıştır öyle bir şey. Kızım ben giyiniğim. Yok Ali yapmaz.” Ardı arkası sıraladığım cümleler ile panik oldum.
Güldü. “Alisya kız bir alemsin. Ara ve öğren.” diyerek telefon yüzüme kapandı.
“Yok soramam. Sorsam…” diye düşünürken gözlerim ilerideki boy aynama takıldı.
Gördüklerim ile gözlerim açıldı. Bu nasıl olurdu? Ellerim usulca saçımın üzerine gittiğinde, mavi kelebekli tokamı saçıma takılı bir şekilde buldum. Kalbim çarparken dudaklarım arasından tek bir isim döküldü. “Ali Asaf.”
Ondaydı ve tokamı bana geri vermişti. Ellerim ile tokayı saçlarımdan çıkarıp gözlerimin önüne getirdim. Demek bunca zaman ondaydı, gülümsemem yüzümü kaplarken aynadaki gülen kendime baktım. Ben sanırım, sanırım değil artık hiç iyi değildim.
….
Üzerimdekilerden kurtulmuş kendime çeki düzen verdikten sonra tekrar telefonunu çaldırdım. Çalan telefon sesi telesekretere düşünce sinirle telefonu yatağıma doğru attım. “Açmıyor.”
Bana şirkete gitmeyeceğim diye bir mesaj atmış ardından telefonunu kapatmıştı. Ne ulaşabiliyordum ne de armalarıma bir geri dönüş yapıyordu.
“Gıcık.” Telefonuma sinirle bakarken telefonumu odada bırakıp, dışarıya çıktım. Sadece dün beni eve nasıl getirdiğini soracaktım. Ve odama kadar geldiği, düşüncesi beni başka kulvarlarda koşturuyordu. Merakımı giderse ne olurdu yani. Dalgın bakışlarla ilerledim.
Merdivenlerden indiğimde Sultan Teyzeye gülümseyip içeriye doğru girdiğimde herkes masadaydı. Sanırım yine geç kalmıştım.
Masanın başında yine dedem oturduğu için dedem ile göz göze gelmeyerek tek boş yer olan Levent abinin yanına oturdum. Herkes kahvaltısını ederken içeride sessizlik hakimdi. İlginç. Çatalımı elime alıp sessizliği dinledim. Evet sanırım sorun yoktu yani, şimdilik.
“Günaydın.” diyen Levent abiye baktım. Onu bir süredir görmüyordum, hoş bugün abimde görünürlerde yoktu. “Günaydın.” diyerek tabağıma kahvaltılıklar almaya başladım. Göz halkaları belli oluyordu. Sanki keyfi yok gibi bir hali olsa da pek üzerinde durmadım.
Sessizlik içinde kahvaltımızı ederken herkesin fazlası ile sessiz olması, beni olan durumdan, bir tık daha fazla geriyordu.
Dedeme doğru baktığım da bana bakan gözleri ile karşılaşınca, gözlerimi kaçırdım. Dedemin yüzünde eğlenen bir ifade vardı. Çatık kaşlarla değil de sanki mutluydu. Şaşırtıcı bir şekilde bu hali beni geriyordu.
Dedem bana kızgın olsa da sanırım siniri geçmişti. Çünkü bana bakarken gülümsüyordu.
“Baba artık imzaları alalım, öyle değil mi abi.” diyen amcama doğru baktım. Ne imzasıydı bu? Merak kesildim. Babam kimseye bir şey demeden, masadan kalkıp gözden kaybolurken, bir süre sonra ellerinde mavi bir dosya ile içeri geldi.
Ne oluyor diye bakarken önüme koyduğu dosyaya doğru baktım. “Alisya seni aslında deden çağırmış imza için.” dediğinde yüzüne doğru baktım. Nasıl yani biliyor muydu?
“Ben şey…” diyecek bir şey bulamazken babama baktım.
“Neyse ben getirdim. bir bak bakalım.” diyerek gülerek diğer yanıma oturdu. Merakla önümdeki dosyanın ilk kapağını açtım.
İlk sayfasında yazanlar ile şaşırdım. Akman Holding’in yeni avukatı Alisya Akman mı? okuduklarım ile heyecanlandım. Bunun için miydi? diye içimden düşünürken okumaya devam ettim.
Bir yandan heyecanımı dizginlemeye çalışsam da bu çok güzel bir haberdi. Dedem beni bu yüzden mi odasına çağırmıştı, iyi de böyle söyleseydi, ben imzalardım ki. Bir diğer sayfayı okumaya devam ettim.
“Stajın bittiğinde işin bizim şirkette olmasını istedim. Dedende bu dediklerime katıldı. Odan da şimdiden hazırlanıyor. Sadece imzan gerekiyor.” diyen babam ile sayfaları okumaya devam ettim. Avukat olarak şirketin avukatlığını yapmamı isteyen belgelerdi bunlar.
“Gerçekten mi?” diye gözlerim parıldarken babam ve anneme baktım.
“Evet, seni başka yerlerde görmek istemem torunum, imzala.” demesi ile gülen yüzüm sönerek dedeme doğru baktım.
“Öff çok sıkıcı. Anne ben alışverişe çıkıyorum.” diyen Menekşe masadan kalkarken dedemden bakışlarımı çektim.
Dosyanın içeriğinde bundan başka bir şey yazmıyordu. Elime uzatılan kalemi aldım. Dosyanın adım yazılı bölümüne imzamı atarken dedemin bakışları dosyadaydı. Elim imzanın üzerinde kaldı. Gözlerimi babama doğru kaldırdığımda merakla sordum.
“Ben yapabilir miyim bilmiyorum?” derken kalemi dosyadan çektim.
“Yaparsın. Ben yanındayım.” diyerek sıcak bakışı ile babama gülümsedim. Bana, yapacağım işe güveniyordum.
Bakışlarımı dosyaya indirdiğimde dedemin çatılan kaşlarını gördüm. Tek bir şey farkında değillerdi, bu kağıtlar ne kadar dedemin odasında ilk sayfasını okuyamasam da onlardan farklıydı.
Ama bunu bana dedem değil babam imzalatıyordu. Okuduğum kağıtlarda da hiçbir problem yoktu. Ne kadar dedemin bana imzalatacağı kağıtları merak etmeden edemedim. Ama bu heyecanım ağır bastı. Kalemi adımın altına getirdim. İmzalayıp dosyayı kapatarak, babama uzattığımda masadan kalkıp sarıldım. “Teşekkür ederim babacım.”
“Senin için her şey değer bir tanem.” diyerek gülen yüzü ile daha da mutlu oldum. Böyle bir şey hiç beklemiyordum açıkçası. Kolları arasından çıkıp dosyayı kavradım.
“İyi de benim, daha davalar ile ilgili bir tecrübem yok. Yani tek girip aldığım bir davaya sahip değilim.” dedim babama bakıp. Sonuçta bir çırpıda imzalasam da koca bir şirketin davaları, iş sürecindeki hukuki süreçler, Allah’ım fazla mı acele bir karar ile imza atmıştım. Umarım üstesinden gelebilirdim.
Ali Asaf’a söylemek için heyecanlandım, acaba o ne diyecekti?
“Girdiğiniz davaları duydum Alisya, zor davalar olsa da yanımızda olman bizim için çok iyi olacak.” diyen amcama doğru baktım. “Teşekkür ederim amca.” diye mırıldandım.
“Baba sakıncası yoksa dosya bende kalabilir mi?” diye sordum.
“Elbette, her kararın gibi bu kararının da arkandayım kızım. Seninle çalışmak güzel olacak. Eğer erken karar verdiğini düşünüyorsan dosya sende kalsın, daha vaktimiz var.” demesi ile içim ferahladı.
“Tamam.”
Masadan kalkan dedem son kez gözlerini üzerimde tutarken, çok mutlu hali ile kuşkuya düşmeme engel olamadan duramadım. Ben mi çok abartıyordum bilmiyorum ama içimde farklı bir duygu daha yer edindi. Bu his ile meraklanmadan kendimi alamadım.
Yemek faslı bitmiş, biraz da odamda takıldıktan sonra yine soluğu yatağımda aldım. İki dakika da bir telefonumu elime alsam da görmediğim bildirim ile daha da somurtup yatağımdan kalktım. Ne aramalarıma dönmüştü ne de mesaj atmıştı. Neredeydi bu patronum? Ona bu haberi vermek istiyordum, konuşmak paylaşmak istiyordum ama açmıyordu.
“wikwik.” diye telefondan gelen bildirim sesi ile hızlıca yatağıma uzandım. Ali Asaf yazısı ile yüzümde gülümseme oluştu. Atmıştı, mesaj atmıştı. Hemen mesaj kutucuğuna tıklarken telefonu aniden yüzüme düşürdüm. “Acıdı ama ya.” Telefonu yüzümden çekip burnumu ovuşturdum. Gözlerim, mesajın içeriğine baktı.
Ali Asaf “Kapıyı aç bal yanak.” diyen yazı ile kaşlarım büküldü. “Kapıyı mı açayım, hangi kapıyı?” diyen sesim meraklıydı. Gözlerim odamın balkonunun kapısını buldu. “Yok canım, ne alaka balkondan gelecek değil ya.” Diyerek yatağımdan hızlıca kalkıp odamın penceresine baktım. Fazla abartmıştım, balkondan neden gelsindi. Gözlerim evinin camlarında gezindi, evinde miydi acaba?
“wikwik.” Bir bildirim daha gelince gözlerimi camdan çekip telefonuma döndüm.
Ali Asaf “Boşuna meraklı gözlerle evimi gözetleme, dış kapıyı aç şapşal sincap.” diye gelen bildirim ile ağzım açıldı.
Kızgın gözlerim evinin camlarında gezerken kendisini göremiyordum. Beni nasıl görüyordu bu. “Sensin şapşal sincap.” Diye mırıldanırken gözlerim evinde olsa da bir türlü gözükmüyordu, perdesinin arkasına mı saklanmıştı. Bu düşünce beni istemsiz güldürdü. Gizli gizli bana mesaj atan Ali Asaf, iyiymiş. Bir bildirim daha düştü.
Ali Asaf “Evime boşuna bakma, evde değilim.” demesi ile camdan çekildim. Gözlerim odamda gezindi, benim her hareketimi nasıl bilebilirdi. Telefonumu sıkı sıkı tutup merak ve heyecanla odadan çıktım. Bakalım beni ne bekliyordu? merdivenleri dikkatlice ve bir o kadar da hızlıca indim.
Aşağıya indiğimde kapının çalması ile elim kapının kulpuna uzanıp aşağıya doğru indirdim. Kapıyı açtığım da Yakup abiyle karşılaştım. Beni gördüğüne mutlu olmuşu sanki.
“Alisya Hanım, bu sizin.” diyerek elime doğru uzattığı kutuyu bırakıp, bir şey dememe izin vermeden arkasını dönüp ilerlemeye başladı.
Bu kocaman kutu da neydi böyle. Merakla dizim ile sabitleyip kutunun üzerindeki kartı fark ettim. Kartın üzerinde küçük, beyaz bir çiçek detayı vardı.
Minik lila rengindeki mektubu açtım. İçinde bir de kart, vardı. El yazısı ile yazılanları okumaya başladım.
“Hazır ol bal. Yarın maskeli baloya gidiyoruz. Seni bu kıyafetin içinde görmek için sabırsızlanıyorum. A.A.” diye bir not yazılıydı. Heyecanla yutkundum. Elimde kocaman bir kutu ile kapıda kalakaldım.
Bana hediye mi almıştı. Ayrıca maskeli balo mu?
….
Veee bölüm sonu canlarrr. Bölümü nasıl buldunuz? Beğeni ve bol bol yorumlarınızı bekliyorum. Bakalım baloda neler olacak? Beni Instagram’dan takip ederseniz çok mutlu olurum. Şimdilik görüşürüz.
Hoşçakalınnnnn.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |