
BU BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.
Instagram: Safinaz_stlm
2.BÖLÜM: BİR ARALIK GECESİ
Alisya AKMAN
SİGARAMIN YANAN ATEŞİ
Yok ederi köşede bin para,
Döner gider kuytu bara.
Gözü kara elasını da
Burada bulur bir ara.
Çalar bir gece yarısı,
Uyanır sokak lambası.
Sırtıma yaslanır, soğuk direğin pası,
Gözü karşıda odamın camı,
Açsa bir baksa elası.
Gönlüm aydınlanır, bir sokak lambası…
2.BÖLÜM: BİR ARALIK GECESİ
Alisya AKMAN
Sigaramın Yanan Ateşi
Yok ederi köşede bin para,
Döner gider kuytu bara.
Gözü kara elasını da
Burada bulur bir ara.
Çalar bir gece yarısı,
Uyanır sokak lambası.
Sırtıma yaslanır, soğuk direğin pası,
Gözü karşıda odamın camı,
Açsa bir baksa elası.
Gönlüm aydınlanır, bir sokak lambası…
22:21
Vakti geldiğinde her insanın maskeleri tek tek ortaya çıkardı. Yeter ki vakti gelsin. Amansız kırılganlığın adresi olmuştu kalbim. Çırpınışları niyeydi, kimeydi ki bu kadar atışları ile beni yoruyordu bazı anlar bilmesem de bir boşluğu ile içimde beni kamçılıyordu.
Yorucu kırgınlıkları içine çeken kalbim neden bu kadar acıyordu? Amansız yolculuğuma kaldığım yerden devam edecektim. Gittiği yere kadar benimleydi.
Gece ne kadar karanlık olsa da sakladığı umutları, gizleri içinde sahip çıkıyordu. En sevdiğim zamanlar arafın gizi, gecenin yarısı olurdu. Tek dinleyebildiğim ses ise kalp atışlarımın sesi olurdu.
Şimdi de böyle oldu, sanki o ses sessizliğime ses olmuş içimdeki o boşluğa sesi ile taş atmıştı.
Araba da olanlar hakkında konuşmadan sessiz bir yolculuk ile ilerledik. Başım ağrıyordu. Yolda biraz daha ilerledikten sonra sokak lambalarının aydınlattığı evin alt sokağına gelebildik.
Acaba o karanlıkta yüzü görünmeyen kişi kimdi? İçim tanıdık bir his ile dolmuştu. Merakım kabarsa da sessizce arabadan çantamı alıp Gülce’ye döndüm. İkimizde birbirimize yorgun gözlerle bakınca gülmemi tutamadım. Ufak bir kıkırtı ağzımın kenarından kaçtı.
Cidden bugün neler yaşanmıştı öyle? “Ya sen o şişeyi sahi nasıl adamın kafasında kırdın? Ya adama bir şey olsaydı?” diye gülerek konuştuğumda stresten sinirlerim boşalmıştı.
Hayıflı sesi ile gülen suratımı görünce yumuşadı. “Sen de başlama Fatih gibi, kimse arkadaşıma öyle davranamaz. Hem en son baktığımda turp gibiydi kötüye bir şey olmaz diye boşuna demişler.” diyerek omzunu silkti.
“Yesinler senin arkadaşını.” diyerek yanağından bir makas aldım. Beni görüyormuş gibi gülümsemesi ile bakışları düşünceli bir hal alsa da gelecek konuşmayı çok iyi biliyordum. “İyi misin? Kavganın bu kadar büyüyeceğini düşünmüyordum. Sadece biraz korksun istedim. Şişe planda yoktu.”
“Sadece…bize bir şey olacak diye gerildim. Allahtan Fatih ve arkadaşları vardı yoksa kavga başka bir boyuta gidecekti.” dedim gerginlikle.
Akşamki olaylar güzümün önüne gelerek devam ettim. “Lütfen bir daha böyle fevri davranma.”
Bakışları yüzümde dolandı. Kavgalara hiçbir şekilde gelemediğimi biliyordu. Son dediğimi duymazdan geldi. Konu ben olduğumda kendisini tutamıyordu. Bunu biliyordum ama ben de onun için korkuyordum.
Gülce’nin değişen yüzü ile panikle konuşmaya başladı. “Ya bir de o var. Beni kaç farklı halde görecek derken adamın önünde başka bir adamın kafasına şişe geçirdim.” Kendi hali gözünün önüne gelmiş gibi gülünce bendende bir kahkaha daha koptu.
“Ha şöyle gül.” diyerek Gülce de gülmeye devam etti. Şehir belki de çoktan uykuya teslim olsa da biz arabanın içinde gülüyorduk.
Saate baktığımdan çoktan on ikiyi geçmişti.
“Artık gideyim yoksa burada sabahlayacağız, sende güzelce git, kimseyi meraklandırma.” diyerek göz kırptım.
“Yaa Alisya,” diyerek utandı.
“Nee. Neyse, beni de haberdar etmeyi unutma eve gidince. Hadi ben gittim.” diyerek araçtan indim. Camdan eğilerek “Yarın haberleşiriz.”
Elini kaldırıp selam verdi. Yoldan çekilip ileriye doğru yürüdüm. Aracı çalıştırması ile biraz daha ilerleyip görünmemeye çalıştım. Hızlıca evimizin arkasında akşam bahçeden çıktığım duvarın kenarına doğru ilerledim.
Gülce’nin de gitmesi ile sağa sola bakarak iyice duvarın kenarına yaklaştım. Buradan atlayıp eve girersem bir şey yoktu.
Eteğimi biraz yukarı sıyırıp sessizce duvarın kenarına ayağımı attım. Diğerini de uzatınca kendimi yukarıya doğru çektim. Etrafın sessizliği ile kulak kabartsam da çıt sesi yoktu.
Görünürde kimse olmadığı işime gelirken elimi çabuk tutmak için duvarda ilerleyip bahçenin olduğu tarafa döndüm. Böyle tırmanma yarışmalarına katılsam sanırım yabancılık çekmezdim. Geceleri evden gizlice çıkıp gece sporumu da aradan çıkartıyordum.
Yürümek değil adrenalinden belim incelmişti. Ödül fikri ile güldüm. Böylece evden gece çıkma konusunda başarılarımın olduğu madalyalarım dizili olurdu duvarımda. Kendi kendime sırıtıp sessizliğin kol gezdiği bahçemizde göz gezdirip hemen ciddi halime büründüm.
Yine temkinli gözlerle etrafa baktığımda kimseyi göremeyince demirliklerden ayaklarımı geçirip duvara tutundum. Kenarda birinin el fenerini görünce gözlerimi belertip kısık bir sesle “Hiiiii!!” diyerek panikle duvardan çimenlik alana atladım.
Kendimi sert bırakınca dizimi yere çarptım. “Ahhh dizim!” canımın acısı ile kıvranırken sessiz olmak için elim hızla ağzıma giderken dizimin acısını susturmaya çalıştım.
Kötü düşmüştüm. Hızlıca mavi ladinin ama gece karanlıkta koyu olan çamın arkasına saklandım. Yakınıma gelmediği sürece beni göremezdi. Korku ile bacaklarımı katladım. Fenerin ışığı parçalı olarak görünürken gelen seslerden küçük dilimi yutacaktım.
Gelen kişiye bakmak için öne doğru eğildim.
Feneri tutan kişi kapımızın önünde duran Ufuk abiydi. Bir diğer korumamızın adı da Yakup abiydi. Sanırım evi turlama sırası ondaydı.
İşte bu kötüydü. Ufuk abi çok temkinliydi ve beni burada bu saatte bulursa sorun çıkartıp dedeme yetiştirirdi. Hemen bir çıkış bulmak için evin duvarına bakındım. Oraya gitmeliydim ama nasıl.
Tekrardan beni saklandığım yerden görmezken bakmayı denedim. Ufuk abi feneri ileriye doğru tutarken bir anda durdu. Nefesimi tutarak yanımda bulunan çam ağacının dibine iyice sokularak küçüldüm.
Çamın dalları batıyordu ama sık değildi. Ellerimi ağızıma kapatıp ses etmeyerek öne doğru tekrar bakınca Ufuk abinin arkasını döndüğünü gördüm.
İşte bu. Fırsat bu fırsattı. Ayakkabılarıma baktım. Spor ayakkabı giydiğim için kendimi tebrik edip hızlı ama sessizce mutfağın olduğu duvara yerden kalkıp koşmaya başladım.
Kalbim korku ile atsa da durmadım. Arkasını dönerse ben biterdim. Hızlıca çimenlerden koşarak duvara yaklaşınca adımlarımı yavaşlatıp duvara sırtımı yasladım.
Göğsüm körük gibi inip kalkıyordu.
Umut abi arkasını benden tarafa dönünce telefonu çaldı. Bende o sırada mutfak balkonuna atlayıp pencereyi yokladım. Umarım açıktır diyerek ileri doğru ittiğim de açık olduğunu gördüm.
Pencereye bir adımımı atınca bir ses duyarak durdum. Sıkıntıdan vücuduma kan gitmiyordu. Bugün yeterince vücudum kasılmıştı zaten. Artık huzurla odama gitmek istiyordum. Nefesimi tutup nöbetçi abiye kulak kesildim.
Telefonun ardında ki kişiyi dinleyip “Yok sanki bir ses duydum evin etrafına bakıp geliyorum.” deyince gözlerimi daha da büyüyüp diğer ayağımı da pencereden içeri attım. Yere düşsem de hızlıca camı ardımda kapattım.
Durup sesleri dinlerken nefes nefese kalmıştım. Gözlerim karanlığa alışık olmasa da artık evin mutfağındaydım. Perde hareketlenmemesi için ellerimle tutup durdurdum. Göğsüm mahşer gibi yükseliyordu.
Rahat bir nefes vermeye çalışsam da kalbim küt küt atmaya devam etti. Kalbimin atışları kulağımda çarpıcı sesler ile yerini korurken “Allah’ım bugün kalpten gitmezsem başka bir şey demeyeceğim.” diyerek açık olan mutfağın kapısından hızlıca merdivenleri çıktım.
Kimseye görünmeden odamın kapısına yanaştım. Evin içi sessizdi, bu kadar hızlı bir şekilde girmeyi beklemesem de evde olmak iyi hissettirmişti. Sessizce kilidini çevirip kapımı açtığımda ardımdan odamın kapısını kapatıp sırtımı kapıya yasladım.
Kapının kilidi çevirip dolabımdan pijamalarımı aldım. Gözlerim cama takıldı. Eğer mutfağın penceresi açık olmasaydı beni daha zorlu bir gece bekliyordu. Şansın bu kez bana gülmesi ile banyoya gidip makyajımdan arındım. Saçlarımı tarayıp yatağımın kenarından yorganı kaldırıp içine girdim. Artık huzurla uyuyabilirdim.
Yarın için alarmı kurup nasıl olsa alarmdan önce uyanacağımı bilsem de yorgun bedenimi uykunun kollarına attım. Tavşanıma sarılıp uykuya kucak açtım.
Sanırım huzurun bu gece beni bulması onun planları arasında yoktu bense bunu uyandığımda anlayacaktım.
Yalnızlığın surlarında adımlar atıyordum. Etrafımdaki herkesin yüzünde birer gülüşler bulunuyordu. Çıplak ayaklarım... kesik nefesim... üşüyorum. Neden bu kadar soğuk neden... ben neredeyim. Sokaklardan, caddelerden geçtiğimi hatırlıyorum. Ağlamaktan gözlerimin çevrelerine soğuğun keskin camları bir bir batıyordu. Acıyor…ama ilerlemem lazım, biliyorum.
Buradan bir an önce gitmeliyim. Etrafımda koyu siyah büyük ağaçlar…Canım yanıyor. Dokunduğum her yanım acıyor. Sahi neredeyim ben…
Kirli küçük ellerim, göz yaşlarımın durmaksızın aktığı kaynakları kuruluyordu. Korku bedenimdeydi.
Hemen gitmezsem beni yakalayıp tekrar oraya, karanlık, kötü kokan yere kapatacaktı. Gitmem lazımdı. Elimde duran oyuncak tavşanıma sıkı sıkı sarıldım. Elbisemin kenarlarında kan lekeleri yerli yerinde duruyordu. Her yanım acıyordu.
“Hadi pamuk gitmeliyiz biraz daha adım atalım birileri biz bulacaktır. Bizi anneme, babama götürecektir…” Derin puslu bir perde etrafımı sarmaladı. Toprak yoldan asfalta indiğimde kesik kesik görüntüler bir bir ilerlerken zihnimden silinmeye başladı. Kesik kesik aldığım nefes hayır hayır gözlerimi rüya mı kabus mu bilmediğim ama kalbimi her daim titreten anda tekrar kendimi buldum. Kalbim bedenimi korku ile titretince aniden gözlerimi gerçekliğe açtım.
Titreyen bedenim uykunun verdiği korku ile çarparken kendime gelmek için biraz zaman tanıdım.
Bu da neydi böyle?
Yatağımın yanında bulunan komodinimin üzerinde her daim bulundurduğum sürahiden bardağıma suyu boşalttım. Titreyen ellerimle suyu ağzıma götürdüğümde birkaç damla su yorganıma dökülmüştü. Bir süre durarak boş kanlık duvarımı seyrettim. Neden bunları görmek zorundaydım. Neden bu rüyaydı ya da kâbus…
Uykunun tekrar uğramayacağını bildiğimden yatağımdan kalkarak yorganımı bir kenara fırlattım. Tekrar uyuyamamaktan nefret ediyordum.
Masa lambasının ışığını açıp odaya biraz ışığın girmesini sağladım. Soğuk ayaklarım sıcak parkenin üzerinde ilerleyerek sandalyemin üzerine çöktüm. Başımın ağrısı dinmişti. Ayaklarıma hafif esintili bir rüzgâr gelince etrafta bir göz gezdirdim. Soğuğun nereden geldiğine bakmak için ileriye dönünce de balkon kapısının aralık olduğunu gördüm. Soğuğun nerden geldiği anlaşılmıştı.
“Allah Allah ben bu kapıyı kapatmadım mı acaba?” diyerek ayağa kalktım. Penceremin kenarında duran zümrüt renginde uzun perdemi kenara çekip balkonumun kapısını kapatıp kilitledim.
Perdemi çekmeden etrafta şöyle bir göz gezdirdim. Daha güneşin doğmasına vardı. Ay yerinde gökyüzünün tepesindeydi. Dolunay güzelliği ile kendini belli ediyordu. Dinginliğini en sevdiğim andı.
Gece gündüze daha yerini devretmemişti. Saçlarımı bileğimde bulunan siyah ince tokamla dağınık bir topuz yaptım. Perdeyi de çekip masa lambasının ışığını söndürdüm. Uyku gelmese de bir umut uyumak için tekrar yatağıma ilerledim. Yorganımı attığım yerden güzelce alıp üzerimi örttüm.
Bir iki saate hava aydınlanırdı. Telefonumda biraz göz gezdirdim. Instagram’a girip biraz gözlerimi ağrıttıktan sonra gözlerimi biraz da dinlendirmek için kapattım. Belki böylece uyuyabilirdim. Sağ tarafımda bulunan eski, uzun kulakları olan tavşanımı alıp bir kolumun kenarına tekrar sarıp öylece uykunun beni almasını bekledim.
…
“Kızım yine mi bu kapı kapalı, Alisya, aç şu kapıyı kızım.” diye annemin sesini duyunca gözlerimi ovuşturdum. Yarım yamalak bir uyku ile olsam da hemen kapıyı açmazsam bir azar daha işiteceğimden gözlerimi açıp kapıya baktım.
Annem gelmişti. Yataktan kalkerken üstün yeteneklerimle yorganın ucuna dolanıp popomun üzerine düştüm.
“Ahh acıdı!” dedim yüzüm buruşurken. Bugünlerde bedenim sağlı sollu darbe alıyordu. Elimle kıçımın kenarını ovuşturup “geliyorum” diye seslendim. Saçlarımı kulağımın arkasına iliştirip gözlerimi kırpıştırdım. Düştüğüm yerden dikkatlice kalkıp yorganıma bir tekme attım.
Kapının kilidi çevirip “Annecim,” diyerek kollarımı etrafına sardım. “Yaa özlettiniz.” dedim gülerek.
“Gel bakalım şöyle.” diyerek odanın içine girip kapıyı kapattı. Sarılma faslını kısa kesen sesi ile beni geriye çekip elimi eline alınca unuttuğum sargımın hala elimde olduğunu gördüm. İşte şimdi bitmiştim.
“Alisya nasıl oldu bu, kızım?” dedi kaşları üzgünce çatılırken. Siyah karası gözleri ile gözlerime bakınca dünkü olayı anımsayıp “Kahve döküldü.” dedim gözlerimi kaçırıp.
Yemedi.
Kaşlarını gözlerine indirince gözleri kısıldı. “Bana doğru söyle Alisya, bak sinirleniyorum!”
Annemin çatık kaşları ile gözlerim, kısıkça büküldü. Anladım ki Sultan teyze, bir şeyler çıtlatmıştı. Daha fazla saklamanın bir manası olmadığını bildiğimden annemi bırakıp olayları kısaca anlattım.
Anlattıkça sinirleri iyice gerildi. Son sözlerim ile gözlerimi kaçırdım.
“İşte böyle oldu,” diyerek annemin çatılan kaşlarının düzelmediğini görünce “bak cidden geçti hem çok yanmadı.” diyerek konuyu kapatmak istedim. Olayların büyümesini istemiyordum.
“Göstereceğim ben ona, benim kızımı yakmayı, bunu da unutma Alisya!” elinin bir parmağını bana gösterip “hem ben neden Sultan’dan duyuyorum bütün bunları.”
Evet kızgınlığı boyut atlarken gözlerimi kaçırdım. “Yok ben söyleye...” diyemeden sözümü kesip ellerini beline koyup “Ne zaman he ne zaman elin iyileştikten sonra mı?” diye sorması ile kısıkça bakışlarım elime düştü.
Aslında söylemeyi hiç düşünmüyordum. Abartılacak bir şey de yoktu. Tamam canım yanmıştı. Sadece biraz elim yanmıştı. Diğer yanıklarımın yanında bu hiçbir şey olsa da büyütmek istemedim.
“Ayy burada durdukça sinirleniyorum. Alisya, yürü aşağı iniyoruz!” diyen annem ile çektiği kolumu kurtardım.
“Anne dur, bari üzerimi değiştireyim. Pijamalarla mı geleyim?” dedim hemen. Üzerime bakıp üzerine giydiği şık ceketini düzletti.
“Ah doğru bende akılda bırakmadın. Sabah odaya nasıl çıktığımı bilemedim, o şıllık yengeni göremedim ama ona cömert bir hediyemde olacak.” dedi kızgın bir sesle.
Ne desem de annem aklına koyduğunu yapacağından yanında olup engellemeye çalışacaktım. Yani planım bu yöndeydi. Sessiz kaldım. Daha fazla karşı gelirsem annemin gazabı bana da uğrayabilirdi.
Dolabımdan askılı sarı bir bluz çıkarıp üzerimi tuttum, sanırım bu olurdu. Altına da bol siyah kot pantolonumu çıkartıp banyoya ilerledim. Üzerimi giyip elimi yüzümü yıkadım. Göz halkalarım yerli yerinde duruyordu.
Banyo dolabından bb kremim ile yüzümün tonunu eşitleyip saçlarımı taradım. Gevşek bir at kuyruğu yaptım. Çok sevdiğim küçük mavi kelebekli tokamı da takınca tamamlanmıştı. İşte oldu biraz da olsa artık yüzüm canlı duruyordu. Tokamı normalde takmasam da bugün takasım gelmişti. Bana uğur getiriyordu, onu seviyordum.
Elimde kırışmış sargı bezini açıp krem sürdüm. Tenimin bazı yerlerinde kızarıklık olsa da acımıyordu. Geride kalan izlere nazaran geçiciydi. Sargı bezini de bir top haline getirip çöp kutusuna attım. Mini boy balon kolları olan bir hırkayı da üzerime geçirdim.
Banyodan çıktığımda odamda bekleyen anneme baktım. “Babam nerede o gelmedi mi?” diye sordum.
“Yok onlar sabahtan dedenle şirkete gittiler kahvaltıya kalmayacaklarmış.” demesi ile kaşımın birisi sorgu ile yükseldi. Hayret, bugünlerde diğer günlere nazaran daha yoğunlardı.
“Anladım inelim o zaman annişim.” deyip koluna girdim ama bu davranışımı yemedi. Beni tanıyordu ama belki bir umut bunu önüne geçerim diye çabamı geri tepti.
“Hiç sırnaşma Alisya Hanım hala sinirliyim.” dese de masumane bakışlar gönderdim.
“Yaa öyle mi?” alttan ela gözlerimi belerterek “hımm, geçmez mi sinirin?” dedim sevecen bir bakışla.
Belerttiğim gözlerime bakarken kısılan gözleri ile gülümsedim. “Eşek gel buraya.” diyerek sarıldı. Saçlarıma bir buse kondurup “Hadi inelim artık.” dedi.
Salondan içeri girdiğimizde masaya ilerleyip oturdum. Annemde karşıma geçip oturdu. O sırada gelen Sultan teyze kahvaltılıkları masaya yerleştiriyordu. “Günaydın Satı Hanım günaydın Alisya kızım.”
“Günaydın Sultan teyze” dedim. Odaya Serra yengem ve Menekşe de girince oturduğum yerde dik konuma geçtim. Olası bir durumda müdahale etmem gerekebilirdi.
Yengem anneme üsten bakıp “Aa Satı hoş geldin gözümüz yollarda kaldı gelmeyeceksin diye.” diyerek masaya oturdu.
Annemin “gözün çıksın” diye kısıkça mırıldandığını Allahtan sadece ben duymuştum. Yengemde annemin yanındaki sandalyeye geçip oturdu. Kuzenim de benim yanıma oturması ile gözlerimi annemde gezdirdim.
Bir şey yapacaktı, annem bu kadar sakin bir insan değildi. Tebessüm etsem de bir karşılık alamadım. Önüme dönerek kahvaltıma başladım. En sevdiğim tekrar ediyorum en sevdiğim beyaz peynirime uzandım.
Annem kahvaltılıklardan tabağına alıp muzip bir tavırla yengeme dönerek “evet öyle oldu yokluğumda her zamanki gibi özletmişim kendimi” diyerek tabağına birkaç domates parçası bıraktı.
“Ama aynı duyguları ben söyleyemeyeceğim.” diyerek çay bardağına uzanarak kendisine çay koydu. Evet normaldi, sanırım yanılmıştım.
Yengem de çaya uzanacakken “Ay dur sen seversin çayı.” diyerek yengeme uzatırken bilerek çayı üzerine döktü ama öyle bir döktü ki sanki yanlışlıkla olmuş gibiydi. Bunu görmesem bende öyle sanacaktım.
Her şey bir anda olunca durdurmam imkânsız olmuştu. Annem aklına koyduğunu her daim yaptığı için bunu düşünmem gerekirdi.
“Yandım, Satı ne yaptın, yandım!” elbisesinin önünü tutup “Sultan, Sultan çabuk bana buz getir. Kör olasıca nereye kayboldun Sultan!” diye bağırdı. Bense bu olanlar karşısında sessizce durarak bir anneme bir yengeme bakıyordum.
Annemin gözlerindeki sinsi bir bakış geçmişti. “Ayy çok pardon, iyi misin sen iyi bilirsin yanlışlıkla oldu.” diyerek salatalığa uzanıp olaylara aldırış etmeden kahvaltısına kaldığı yerden devam etti.
Annemin bu tavrı yengemin gözlerini belerterek bakması ile bende çayımdan bir yudum aldım. Menekşe, telefondan başını kaldırıp yanımdan kalktı. “Anne iyi misin” diye peçeteyi uzatsa da yengem peçeteyi eliyle iteleyip “Bırak şimdi peçeteyi yandım diyorum, sen iyi misin diyorsun. Çabuk buz getir.” diyerek yanımızdan hızla uzaklaştı.
İkisi de salondan hızlıca çıkarken annem gülümsemesini tutamıyordu. Ben ayıplarcasına “Anne! neden yaptın?” dedim. Annem gitmelerine aldırış etmeden peynir parçasını ağzına atıp çiğnedi.
Annem bu tavırlarımdan yılmış olarak “Alisya, kızım bazen neden bu kadar saf olduğunu sorguluyorum yavrum benim, sonra diyorum benim kızım sinirlerim daha da geriliyor.” dedi.
“Yine de neyse en azından acısını anlamıştır.” diyerek uzatmadım. “Ama bir daha böyle şeyler yapma anne.” demeyi de bırakmadım.
“Rolleri değiştik bakıyorum Alisya Hanım, duruma göre bakarız” dediğinde hayıfla omzumu düşürdüm. Bunu ciddiye alacağını hiç zannetmiyordum ya neyse. Kahvaltımızın geri kalanı hoş sohbetlerle kaldığı yerden devam etti. Yengem ve kuzenim aşağıya kahvaltı boyunca inmediler.
Kahvaltı bitip odama çıkarak hazırlanmaya başladım. Bugünkü ders de sabahtan olsa da yetişecek kadar vaktim vardı. Ders notlarını ayarlayıp mor ayıcıklı kalemimi çantamın içine attım. Ne yapayım çok seviyordum. Hele ki mor sevdam küçüklükten beri öyleydi.
Saçlarımı maşa ile su dalgaları yaparak sırtımdan sarkıttım. Ellerim ile saçlarımı dağıtarak doğal bir görüntü sağladım. Bugün hiç makyaj yapasım yoktu. Ama her daim allığım ve kapatıcım olmazsa olmazımdı. Bb krem sürdüğümden üzerine sadece allık sürüp elmacık kemiklerimi aydınlattım. Hafif çillerim böyle daha belirgin gözüküyordu.
Hava durumu güneşli dese de pencereden gözüken kara bulutlardı.
“Neyse” diyerek dolabımdan ince askılı beyaz önünde fiyonk detaylı bir büstiyer ve altına süt kahve eteğimi çıkardım. Üzerine eteğimle uyumlu hırkamı da askılıktan alarak yatağın üzerine koydum. Büstiyer göbek deliğimi göstermese de biraz belimi açıkta bırakıyordu.
Aynadan kontrol edip üzerine hırkamı geçirdim. Yanığımın gözükmesini istemiyordum. Onu kimse görmemeliydi o sadece benim yaramdı. Hırkanın düğmelerini iliklemeyerek açık bıraktım.
Üşümemek için içine opak çorap giyerek eteğimi üzerime geçirdim. Kapının açılması sesi ile fermuarımı hızlıca çektim. Arkamı döndüğümde kuzenimin geldiğini görünce gerildim. Levent abi Menekşenin abisiydi ve bu saatte evde olmasına şaşırsam da aniden odam da olmasını beklemiyordum.
“Alisya, merhaba korkuttum mu bende sana bakmıştım.” diyerek içeriye girdi. Yatağımın yanında bulunan koltuğa ilerleyip yayılarak oturdu. “Yok, Merhaba” dedim mesafeli bir sesle. “Sen dedemle şirkete gitmedin mi?”
“Öff sıkıcı sıkıcı işler sence ben sabahın köründe kalkar mıyım bide şirket güldürme beni” dediğinde uzatmamak için “neden gelmiştin” dedim.
Mavi gözleri ile bana bakıp haddinden fazla yüzümde ve boynumda oyalanınca gerilerek yutkundum.
“Çok güzel olmuşsun okula mı?” dedi. İlk dediğini aldırmadan “Evet bugün dersim var bende şimdi çıkıyorum” dedim odamdan çıkması için.
“Hımm ne tesadüf bende dışarı çıkıyorum ben seni bırakırım.” Diyerek oturduğu koltuğumdan kalkıp bana doğru döndü.
Gözleri vücudumdan aşağı bacaklarıma dönüp “Sence de üşümez misin eteğin fazla kısa sanki.” diyerek bir kaşını havaya kaldırıp bakınca kaşlarımı çatıp “Yok üşümem, hem beni bırakmana gerek yok. Arkadaşım beni alacak, teşekkürler yine de.” diyerek geçiştirdim.
Odada yalnız kalmamak için çantamı da alıp yanından geçerken eli kolumu sardı. Kolumu tutunca vücudumdaki gerilim dahada arttı. Hızla kolumu geri çektim. Gözü çektiğim koluma bakıp sırıtsa da bir şey demedi.
Kafasını kaldırıp “Ben bırakırım dedim, hem yolumun üstü, hadi çabuk ol bekletme beni.” diyerek odamdan çıktı.
Aslında beni Gülce almaya gelmese de Levent abiyle gitmek istemediğimden böyle söylemiştim. Gülce’ye mesaj atıp okulun girişinde beklemesini söyleyerek sıkıntı ile odamdan çıktım.
Annemin odasına ilerleyip “Annişim ben çıkıyorum yüzüne maske yaptığından nereye diye işaret yapınca o, kula değil tabi ki böyle bir espri yapmayarak sakince “Okula” dedim.
Yavaşça dudaklarını oynatıp “Tamam dikkatli git” deyip Öpücük attığında odasının kapısını kapattım.
Kapıdan çıkıp siyah topuklu çizmelerimi giydim. Dizimin altına kadar geliyordu. Ortalama bir boya sahiptim. Ne kısa ne uzundum. Ama topuklu giydiğimde de kendimi iyi hissediyordum.
Derin bir nefes alarak merdivenlerden indim. Levent abi, arabanın içinde beni bekliyordu. Dışarı çıkınca arabanın kornasını çaldı. Arabanın önünden dolaşıp kapıyı açıp içine girdim.
Emniyet kemerini bağlamadan arabayı çalıştırdı. Hızlıca kemerimi bağladım. Sessizlik beni gerdiğinden müzik açtım. Hafif slow müzik arabanın içini doldurmuştu. Başımı cama çevirip yolu izledim.
Yolların akışı huzurlu bir serüven gibiydi. Yazın olsaydı camı açıp huzuru içime çekmek istesem de soğukta bunu yapamazdım. Dalgın bir şekilde yolun kenarında gezen insanlara bakıyordum. Levent abinin sesi ile daldığım andan çıktım.
“Ee susacak mısın?” Gözlerini yoldan çevirip bana döndü.
“Ne söylememi istiyorsun ki Levent abi?” dedim. Kaşlarını çatarak gözlerini yola çevirdi. “Abi demene gerek yok mesela ben senin kuzeninim.” diyerek kırmızı ışıkta durdu.
En azından kurallara uyuyordu. “Öyle ama benden üç yaş büyüksün.” dedim. Sohbetin sonu nereye gideceğini kestiremedim. Küçüklüğümden beri böyleydi. Nedenini sorgulamadım.
“Yaş polemiğin olduğunu bilmiyordum.” diyerek sırıttığında gergin yüzü ile oturduğum yerde kıpraştım.
“Yok ama böyle daha iyi hem abimle aynı yaştasın.” müziğin sesini kısıp “doğru sahi o ne zaman gelecekmiş.” diyerek konuyu değiştirdiğinde biraz rahatladım.
“Yakında dönecektir” deyip sohbeti uzatmamak için “yeşil yandı.” dedim. Araba üniversitenin girişinde durdu. “Bıraktığın için teşekkürler Levent abi”
“Rica ederim, Alisya.” diyerek arabayla hızla yanımdan uzaklaştı. Gülce’nin aracını ileride görüp yanına gittim.
Aracın içinde dalgınca oturuyordu. kapıyı açıp “Hey, günaydın” diyerek elimi omzuna koydum. Dalgın bir şekilde telefonuna bakıyordu. Eteğime dikkat edip diz çöktüm.
“Gülce… ne oldu, hem sabah mesajıma da dönmedim. Sorun ne?” dedim anlamayarak.
“Sorun mu işte sorun.” deyip telefonundaki fotoğrafı bana gösterdi. Gece partiden bir fotoğrafa bakıyordu. Sorun ise fotoğrafta Fatih ile Ayça dudak dudağa okul grubuna atılmasıydı. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü.
“Bitti bu sefer bitti, istemiyorum artık onu içimde.” gözlerinden yaşlar akarak “Alisya istemiyorum onu.” Gözyaşlarını ellerimle silip “gel buraya” dedim. Çöktüğüm yerden kalkıp sıkıca sarıldım. Umarım bugün Fatih ile karşılaşmazlardı.
Kollarımın arasında bir süre sarılı durduk. Sanırım olay biz gittikten sonra olmuştu, iyide Ayça sevgilim var demesi yoksa sevgilisi Fatih miydi? Ama sevgilisi olsa yanımıza gelip söylemez miydi? Soruların cevaplarını alacaktık elbet ama önce Gülce’nin iyi olduğundan emin olmalıydım.
“Daha iyi misin?” dedim. Gözleri sulu sulu baksa da ağlaması dinmişti. “Ben anlamıyorum Alisya, tamam belki sevgilim değildi ama” derin bir nefes alıp “bilmiyorum bu iki gün diğer günlerden farklıydı anlıyorsun beni değil mi anlıyorsun. Tutumu bilmiyorum yoksa ben mi abarttım baksana sevgililer ki öpüşüyorlar” dedi.
Nasıl teselli edeceğimi bilemeden “Belki Fatihin bir açıklamas…” diyecekken sözümü kesip “Ne açıklaması ne diyeceğim ki kimim de ben ona hesap soracağım neyim ki bana kendini açıklasın. Bende aptal gibi… boş ver cidden.” gözlerinden akan son damlayı da silip “Artık geri çekiliyorum, anladım benlik değil bu işler, lütfen sende bundan sonra açma konusunu.” diyerek arabadan indi. Yan taraftan geçip “Gel karşıda bir kafe var derse girmeyelim” dedim biraz olsun kafasını dağıtmak için.
Gözlerindeki kızıllık ile “Yok aslında girelim, hem ben neden kaçıyorum ki onları yok sayıyorum,” gözlerini kısıp “saat kaçtaydı bu ders” dedi. İçine atıyordu. Gözlerinden bu anlaşılıyordu.
“Sanırım on dakika sonra” dedim. “Güzel önce bir lavaboya gidip şu tipimi düzeltelim sonra derse girelim” dedi verdiği kararla.
İyi bir fikir olmasa da onu yalnız bırakmamak için yanına ilerledim. “Hadi gidelim” dedim.
Derse girdiğimizde görünürde ne Ayça nede Fatih yoktu. Amfinin arka sıralarına oturacakken Gülce kolumu çekiştirip orta sıralara doğru ilerledik. Yanına çantamı bırakıp oturdum. Bir yandan da Gülce’ye bakıyordum. Bana kalırsa bugün onu görürse daha kötü olacaktı. Dile kolay üç yıl uzaktan sevmişti. Ama bu son güne kadar böyle aralarında yakınlık olmamıştı.
O kadar uzun bir süre bir insanı sevmek çok başka bir olay olsa gerekti. Bu zamana kadar hiç sevgilim olmadığından bu duygular bana çok garip geliyordu.
Ya da birinin beni sevmesi daha neler.
Dersin sonlarına kadar hocanın dönem sonuna kadar staj yerlerimizi ayarlayıp bilgilendirmesinin önemli olduğunu hatırlatması ile geçse de daha bir avukat bürosu ile görüşmem yoktu.
Belli başlı şirketlerde staj yapacağımızdan hocaların buna kendimizin karar vermesini istiyorlardı. Gülce babasının tanıdığı olan amcasının yanında stajını geçirecekti. Staj konusunu ufaktan babama çıtlatsam da tekrar konuşmayı bir kenara not edip ders notlarını toparladım.
“Hadi gidelim” diyerek oturduğum yerden kalktım. Hırkamın düğmelerini ilikleyip dalgalı saçlarımı alttan bir at kuyruğu yaptım. En azından gözümün önüne gelmeyecekti.
“Bir şeyler yapalım hım, hemen evlere dağılmayız. Hem annemle babam iş seyahatinden döndüler sorun olmaz.” dedim. Biraz da olsa belki iyi gelirdi.
“Olur bende eve gitmek istemiyorum.” diyen kısık sesi ile tatsız olduğu okunuyordu. Okuldan çıkıp fakültenin yanındaki çeşmenin önündeki banklara oturduk.
“Önce bir yemek yeriz.” değimde duraksadım. Sınıfta kızların konuştuğuna kulak misafiri olduğum yer aklıma geldi “Bence ne yapalım biliyor musun bu gece yeni bir yer açılacakmış, canlı müzik oraya gidebiliriz.” dedim. “Ama taksiyle gidelim ki sarhoş olursak taksiyle tekrar dönmemiz kolay olur.”
“Bu gece içelim diyorsun öyle mi?” bana şüpheyle bakıp. Uzun bir süre içmeyeceğimi biliyordu.
“Evet ne var belki benim de sarhoş olasım var.” bana inanmayarak “Alisya önceki sarhoş olduğumuzda üzerime kusmuştun.” diyerek yüzünü buruşturdu.
Hatırladıklarım ile yüzüm buruştu. “Ayy hatırlatma bak yine aklıma geldi, hep o barmenin suçuydu verdiği içecek ile midemi de çıkartacağım sanmıştım.” dedim gülerek. Kusmak nefret ettiğim eylemler arasındaydı. Hem birisini öyle gördüğümde bile öğürme geliyordu. Elbette sarhoş olmayacaktım. Sadece biraz kafa dağıtıp eğlenmeye ihtiyacı vardı ben de teşvik edecektim.
“İçmesek bile biraz eğleniriz hım.”
“Alisya biliyorsun demi,” ne diyeceği bakışlarından belli oluyordu. “Evet evet biliyorum.” dedim hemen. Bana bakıp “Neyi, ne diyeceğimi nerden biliyorsun?” dese de yüzü gülüyordu.
Koluna girip kocaman gülümsedim. “İyi ki varım.” koluma vurarak “şapşal, hadi gidip bir şeyler yiyelim.”
…
Anneme mesaj atıp Gülce ile olacağımı yazarak yolladım. Çok gecikmemem gerektiği hakkında bilgi içeren bir mesaj atıp eklemişti. Bu gece evdekiler şirket yemeğine katılacaklarından evde olmayacaklardı. Bugün Arıkan holding ile bir iş yemeği yiyeceklermiş.
Oldum olası şirket yemeklerini sevmiyordum. Herkes gereksiz yere şatafatlı yapmacık davranıyorlardı. Kendimi rahat hissetmediğimden zorunda olmadıkça kaçınıyordum. Bugünde kaçtığım bir geceydi.
Gideceğimiz yer için sınıftaki kızın ismini hatırlayamayıp sınıf grubundan fotoğrafını bulup mesaj atarak canlı müziğin yerini öğrenmiştim. İnsanları tanıma fikri ya da bana yakın olmalarını istemediğimden çevremde o kadar çok insan yoktu. Çoğunlukla güven duygusu ile sorunlarım olduğundan sınıfla bile o kadar tanışıklığım yoktu. Gideceğimiz aslında o kadar da uzakta değildi.
Merkezde bir yerdeydi. Yemeğimizi yiyip saat sekiz gibi “Lukka’nın Yerine” geldik. Tabela ışıl ışıl parıldıyordu. Dışarıda iki tane güvenlik dikiliyordu. Yeni açılmış bir yere göre oldukça gösterişliydi.
İçeri girdiğimizde geniş uzun bir koridordan geçtik. Canlı müzik yapılacak yere göre fazla güven içeriyordu. Aslında bu iyiydi. Gülce, arabasını okulun garajında bırakmıştı. Çıkışta taksi ile döneceğimizden böyle yapmıştık. Ehliyetim olsa da arabam olmadığı için kullanma konusunda biraz pas tutmuştum.
İçeriye girdiğimizde etrafıma göz gezdirdim. İçerisi basık değildi aksine ışıklarla ambiyansı çok iyiydi. Gördüğüm kadarıyla ikinci bir katı daha vardı. Duvarların renkleri ışıktan farklı gibi görünse de çoğunlukla koyu kırmızı ve siyah tercih edilmişti. Cidden zevkli birinin ayarlamış olduğu bir mekân olmuştu. Canlı müzik için sahneyi ortaya konumlandırmışlardı. Etrafı küçük, yuvarlak masalarla donatılmıştı.
Ayrıyeten bar kısmında da yüksek bar sandalyelerinin de yer aldığı bir bölümü vardı. Arka kısmında oturma alanları da bulunuyordu. Mekân eski bir hava verse de modernde bir havası vardı. Kendimize bir yer ayarlayıp masamıza oturduk.
Şimdiden içmemek için alkolsüz bir kokteyl söyleyerek beklemeye başladık. İçeceklerimiz masamıza geldiğinde içeri biraz daha insanlar girmişti. Sanırım biz gelmeden açılışı yapmışlardı. Kül kedisi gibi eve on iki olmadan dönmem gerektiğinde çok içmemeliydim.
Bu yüzden telefonumu sessizden çıkarıp sesli konuma getirdim. Sanatçı daha sahneye gelmemiş arkada slow parçalar dönüyordu. Dışı gibi içerisi de göz alıcıydı. Gülce’nin sesi ile ona baktım. “Tamam sor, yol boyu bakışların merak doluydu.” demesi ile fark edilerek nefes aldım.
Ona yol boyu iyi mi diye baktığım kaçamak bakışlardan bahsediyordu.
“Biliyorum konuşmayalım dedin…ben sen açmadığın sürece de açacak değilim. Benim için sen önemlisin biliyorsun. Küçüklüğümden beri en yakın dostumsun.” dedim sakince.
“Biliyorum sende benim için öylesin elbette.” diyerek elimi sıktı. Yukarıdan inen insanlara gözüm takıldı. “Hayır ya bugün değil.” diye bir tepki ağzımdan çıkınca Gülce de baktığım yere döndü. “Ne oldu?” diye sırtını döndüğünde dahil oldum.
“Bence kalkma zamanı geldi hadi gidelim.” dedim. Gülce, başını bana çevirmeden “Hayır neden kaçıyorum ki normal arkadaş olduğumuz için bir sorun yok, gülümse çünkü buraya geliyor.” dedi ciddiyetle.
Fatih ve geçen gördüğüm arkadaşları da yanındaydı. Ve cidden buraya doğru geliyorlardı. Fatih’in yanağında kızarıklık vardı ve dudağı patlamıştı. Sanırım bizden sonra farklı olaylar olmuştu.
“Selam” dese de sanırım dudağındaki yarık acıtmış olmalı ki yüzünü buruşturdu. Yanında kıvırcık saçlı çocukta “Selam kızlar ben Timuçin bu da,” yanında ki diğer arkadaşını gösterip “Oğuzhan” dedi. “Malum geçen bizim Fatih tanıştırmayınca ben kendimi tanıtayım dedim.” diyerek gülümserken başımı çevirdim.
Timuçin’e bakıp “merhaba” dedik. Gülce, Fatih’e bakmadan kuru bir “Selam” diyerek elini Timuçin’e uzatıp gülümsedi. “Merhaba ben Gülce.” dedi. Ben temas sevmediğimden “Bende Alisya” dedim.
Fatih, Gülce’ye bakıyordu sanki bir şey söyleyecek gibi düşünceliydi ama nasıl diyeceğini bilemiyor gibi bir hali vardı. Yanımıza oturduklarında konuşmaları dinlemeye başladım.
Timuçin, Gülce’ye ve bana sorular sorarak ortamdaki sessizliği kırdı. Anladığım kadarıyla çok konuşan eğlenceli bir tipe benziyordu. Ben üstün körü cevaplar ile geçiştirsem de Gülce iyi toparlıyordu.
Tanımadığım kişilere biraz ön yargılı kabuğum olduğu doğruydu. Ne kadar bunu kırmaya çalışsam da kendiliğinden ortaya çıkıyordu.
Diğer Oğuzhan dedikleri de bize kısaca “selam” diyerek içeceği ile ilgilenirken telefonundan gözünü ayırmıyordu. Sanırım birisiyle mesajlaşıyordu. Arada sırıtıp gülümsüyordu. Sahneye çıkan şarkıcı ile slow şarkılar yerini biraz harekete bıraktığında içerideki ışıklar da yer değiştirdi.
Ben sahneye çıkan kişinin şarkı sözlerine daldığımda birsi koluma dokununca irkildim. Gülce, ayağa kalkıp “Timuçin bir şey içer misin diye soruyor sen iyi misin” demesi ile silkelendim.
“Dalmışım, ben bir şey içmeyeceğim,” kısık bir sesle “çok abartma tamam mı” dedim.
“Tamam.” diyerek yanımızdan ayrılmaları ile masa da Fatih ve Oğuzhan’la kaldım.
Fatih, Gülce ile Timuçin’in arkasından bakıp kaşlarını çatsa da sorgular bir hali vardı, irdelemedim. Oğuzhan’a ise o gürültü de nasıl duyduysa telefon gelince yanımızdan ayrıldı.
Fatih yerinde duramıyordu, sonunda konuşarak “Alisya sana bir şey soracağım ama bana dürüst olmalısın” dedi. Sanırım konuşmaya karar vermişti.
“Elbette seni dinliyorum” dedim ona doğru dönüp. Gözlerini Gülce ve Timuçin’in oturdukları bar bölümünden ayırıp “Bugün…” deyip dememek arasında kalıp “Gülce görmemesi gereken bir şey gördü mü?” dedi.
Evet fotoğraftan bahsediyordu. Kaşlarımı kaldırıp kuşku içeren bir sesle “Ne gibi, seni anlamıyorum” dedim. Aslında belki bir şey olmuş olabilirdi. yani umarım, yoksa Gülce’yi toparlamam onun üzüntüsünün geçmesi hiç dinmezdi. Dile kolay yıllardır içinde bastırdığı duygular vardı ve böyle bir fotoğraf ile sanki duygularını resetlemiş gibi karşı da gülerek eğleniyordu. Ama onu tanıyordum, içi kan ağladığına emindim.
“Bir fotoğraf” dedi. Aslında anlasam da ondan duymak için “Bence sen olayı baştan anlatırsan sana yardımcı olabilirim.” dedim anlatması için.
Tekrar Gülce’ye bakıp derin bir nefes aldı. Çok sıkkın bir hali vardı. Çenesini kaşıyıp “Dün gece siz gittikten sonra biz tekrar içeri girdik. Biraz münakaşa oldu, yüzümden de anlaşılıyordur. O sıra bizim sınıftan tanırsın belki Ayça, yanımıza geldi.” derken yüzü buruştu.
Biraz durup tekrar Gülce’nin olduğu tarafa baktı. Şimdiden içkileri götürüyorlardı. Sesli gülüşmeleri kulaklarımıza gelince Fatih’in yüzü daha da düştü.
Hım, bu tepkileri boşa değildi. O da Gülce’ye karşı bir şeyler hissetse de fotoğraf işi batırmıştı. “İçmiş sarhoştu ağlıyordu, bende neyin var demeye kalmadan beni aniden öptü. Ben hemen kendimi geri çeksem de olanların fotoğrafını geri zekalının biri çekip gruba atmış.” derken yüzünden düşen bin parçaydı. “Bak ben öyle birisi değilim yani aslında ben…” deyip dememek arasında kalıp aniden “Gülce’den hoşlanıyorum” dedi. Bunu zaten bekliyordum. Ama ondan duyunca da çok mutlu olmuştum. Güldüm, aptal aşıklardı bunlar.
“Bence bunları bana değil de Gülce’ye anlatman doğru olmaz mı?” diyerek elimle içen ikiliyi gösterip “Yani sonuçta duygularını bilmeli değil mi?” dedim.
“Evet ona anlatacağım sadece ne tepki vereceğini kestiremiyorum biraz yardımcı olsan.” diyerek kaşlarını kaldırıp bana baktı.
“Hım.” kokteylimden bir yudum aldım. “Bir soru soracağım? O fotoğraf, okul grubuna atılmasaydı yine de bu konuyu Gülce’ye anlatır mıydın? Biliyorum çıkmıyorsunuz ama dürüst olur muydun?” dedim gözlerimi kısıp.
Beklemedi, hızlıca cevapladı. “Elbette bunları açıklardım, sana söylememdeki amaç ise bugünkü Gülce’nin tavrı… Beni tetikledi. Sanırım bunu iyi başarıyor.” gülen gözlerle Gülce’ye baktı. “Bende bir şeylerin var olduğunu hissettirdi. Ama eminim oda bana karşı bir şeyler hissediyor.” dediğinde bunun hakkında bir şey söylemedim. Bence kendileri birbirini anlayıp açılmaları daha iyi olurdu. Birbirini anlayan hisseden kalp her daim birbirini bulurdu.
“Bence bundan sonrasını beraber konuşsanız çok daha iyi olur” dedim. Gülce ile Timuçin içkileri bir bir götürmeye devam edince “Sanırım konuşmanın vakti geldi de geçiyor” diyerek baktığım yeri işaret ettim. Sarhoş olup ayık kafa ile birbirini dinleseler daha iyi olacaktı.
“Konuşma için teşekkür ederim iyi geldi. O zaman ben gidiyorum” gülümseyerek “Git bence” dedim.
Heyecanlı bir şekilde ilerleyip yanlarında dikilerek Gülce’nin önünden içeceği alması ile bakışları ona dönünce bardağı kafasına dikti. “Gülce biraz konuşalım mı?”
Müzik yüksekti ama yakınımızda olduklarından duyuluyordu. Gülce sanırım şimdiden sarhoş olma yoluna girmişti. “Iııı, git başımdan istemiyorum seni.” diyerek elinden aldığı içeceğinden bir yudum almak istedi ama bardağı çoktan Fatih içmişti.
Oturduğum yerden çantasını alıp yanlarına gittiğimde Gülce oturduğu yerden Fatih’in ceketini çekiştirince “Bence konuşmalıyız sadece beş dakika sonra istersen seni rahat bırakacağım seni hiç rahatsız etmeyeceğim” diyerek ellerini ceketinden aldı.
O sırada Timuçin kısık bir sesle “yalancıyı s*kmiyorlar zaten.” deyip sırıtması ile yüzüm onu buldu. Sanki bir şeyler biliyordu ya da anlamıştı. İçkisini içince yanında olduğumdan bunu duyanda ben oldum. Küfür ettiği için kaşlarımı çatsam da kolumda asılı duran çanta aniden çekilince önüme döndüm.
Gülce almıştı.
“Ben gidiyorum.” kolunu Fatihten kurtarıp elini kaldırdı ama sarhoş olduğundan sanki ileri de Fatih varmış gibi boşluğa sallayarak “Seninle de konuşacak bir şeyyimm yokk. Hemm hem gitsene sen o şeyin yanına neden nedenn buradasın ki.” dese de ayakta zor duruyordu.
İstemediği şeyler söyleyip pişman olmaması için “Gülce bence susmalısın hım lütfen.” dedim.
Fatih tekrar Gülce’nin karşısına geçerek “Bırak konuşsun bence. Hem kimin yanında olacakmışım ben. Burada olduğuma göre sence ben nerde olmak istiyorum.” Sözleri sertleşirken Gülce şuh bir kahkaha ile etrafına baktı. Ona bu kadar içki içerken engel olmalıydım.
“Çekil gideceğim ben.” diyerek yanından geçecekken Fatih Gülce’nin tekrar kollarından tuttu. “Aslında emin olamıyordum ama şimdi bana bakan güzlerinden emin oldum. O yüzden kulaklarını aç ve beni iyi dinle” dedi.
Gülce suskunca ona bakınca “Söyle ne söyleyeceksen çıkıp gitmek istiyorum buradan.” Sözlerine karışan dili ile ayakta zor duysa da sanki Fatih’i dinlemek istiyordu.
Fatih ise Gülce’nin kollarında tutup “Beni iyi dinle. Gülce, senden hoşlanıyorum. Başkasından değil sadece senden. O gördüklerin benim isteğim dışında oldu. Biliyorum bunu böyle söylemeyecektim ama artık olan oldu beni anlıyor musun?” dedi.
Timuçin de yanımda sırıtarak ikisine bakarken bunlar “Ne iş” dedi. Omuz silktim. Timuçin içkisini yudumluyor bense yanın da dikilerek önümüzde ki sahneye bakıyordum.
Gülce ellerini savuşturup “D-dur bir dakika teker teker söyle. Ben.” bana dönüp “bunları bana mı söylüyor yoksa ben mi çok içtim?” diye parmakları ile kendini göstermesi ile kolunu tutacakken Fatih araya girdi. “Hayır bak böyle anlatmayacaktım ama olan oldu.” dedi panikle. Sanki Gülce’nin ona inanmaması onu korkutuyor gibi hızlıca konuşuyordu.
“Gülce… Gülce beni duyuyorsun demi bunlar… hey Gülce.” derken Gülce kolları arasına yığılınca hemen yanında eğildim. “Gülce, tatlım iyi misin, ne oldu birden böyle.” Elim alnına giderken ateşi ile panik oldum. “Çabuk bir hastaneye gidelim.” dedim tedirginlikle.
Yerden kaldıracakken hareketlenmesi ile “Dur dur sakin ol kendine geliyor gibi” diyen Fatih ile yanaklarına hafiften vurdum.
Timuçin, barmene bakıp “koçum bir su ver.” derken barmenden aldığı suyu uzattı. Elinden alıp biraz içirdim “İyi misin” dedim.
Gözleri çok içtiğinden “ben” dese de “ne dedi duydun mu?” diyerek tekrar gözlerini kapattı. Fatih ise Timuçin’e bakıp “bunun hesabını ben sana sorarım.” derken onlara aldırmadım.
Timuçin ise ellerini havaya kaldırıp ben masumum bakışları atıyordu. Bu çocuğun tavırları bana istemsiz Bahadır’ı hatırlatırken Gülce’ye baktım. gözlerini açıyordu. Biraz kendini toplaması ile “Ahh korkuttun beni” dedim rahatlayarak.
Fatih Gülce’nin yanında dururken ona doğru bakıp “Bence biz artık gitsek iyi olacak gibi. Bunları ayık bir kafayla konuşursunuz” dedim. “Gülce, hadi kalk gidiyoruz” diyerek elim koluna uzansa da yerden kalkması çok güç görünüyordu.
“Böyle olmayacak” diyerek Fatih, Gülce’yi kucağına alıp yerden kalktı. “Ben sizi bırakırım.” diyerek Timuçin’e bakıp “Ali, buraya gelecekmiş bekle istersen. Bende gelirim birazdan” dedi.
Timuçin “Tamam abi sıkıntı yok.” dediğinde apar topar içerden çıktık. Dışarıda yağmur hafiften çiseliyordu. Yakında olan arabanın arka koltuğuna geçtik. Hızlıca araca bindiğimde Gülce, omzuma başını koydu.
“Fatih ne dedi,” diyerek gülerken tekrar uyuklamaya başladı. Fatih aynadan Gülce’ye bakarken Gülce’nin başını düşmemesi için tuttum.
“Gülce nerede oturuyor?” dediğinde adresi verip Gülce’yi sabit tuttum. Uyandırmaya çalışsam da koluma sarılı uyukluyordu.
Biraz uyuması için müsaade etsem de eve yaklaştığımızı görünce “Canım uyanman gerekiyor, bak eve yaklaşıyoruz” dedim dürterek. Fatih verdiğim adrese arabayı sürerken aynadan Gülce’ye bakıp “Ailesi kızar mı çok içti?” dedi tedirginlikle.
Başımı Gülce’den çekip Fatih’e baktım. “Yok kızmazlar ama ayık gitse daha iyi” evin önüne gelince arabayı durdurdu. “Bıraktığın için teşekkürler gerisini ben hallederim iyi akşamlar” diyerek arabadan çıkıp azda olsa ayılan Gülce’yi kollarından tuttum. Ayılması ile işimi kolaylaştırırken etrafa gülücükler saçıyordu.
“İyi akşamlar.” diyerek aracını çalıştırıp bekledi. “Siz içeri girin ben öyle giderim” demesi ile Gülce’yi tutup “Peki sen bilirsin” dedim. Gülce ile evlerinin kapısını açıp içeri girdik. Ses çıkarmadan odasına götürdüm. Evdekiler sanırım uyumuşlardı. Odasının kapısını açarak içeri girdim. Gülce’yi bırakıp benimde eve gitmem gerekiyordu. Ayakkabılarını çıkarıp yatağına yatırdım.
Odadan çıkarken yandan bir kapı açılınca oraya döndüm. Gülce’nin annesi Selma teyze beni görünce “Ahh canım geldiniz mi?”
Ses yapmayım derken kadını uyandırmıştım. Gülümseyip “Evet Selma teyze Gülce çok yorgundu uyuyakaldı. Bende şimdi çıkıyordum, geç olmadan eve döneyim” dedim hızlıca.
“Keşke burada kalsaydın bu saatte gitmemiş olursun.” Dediğinde saate baktım. Saat onu geçiyordu. “Yok sorun değil. Annemgil iş seyahatinden bugün döndüler. Bu gece gitsem iyi olur, başka sefere artık.”
“İyi bakalım öyle olsun. O zaman bizim şoför gideceğin yere kadar götürsün seni, itiraz istemem” diye de ekledi. Şoförü arayıp haberdar etmesi ile kapıya kadar inip kabul ettim.
“Peki tamam” diyerek evden çıktığımda şoför araçta beni bekliyordu. Bekletmeden içeri girdiğimde o anda çantamın yokluğunu fark ettim. Şoför amca dikiz aynasından bana bakıp “Kızım, nereye gidiyoruz.” diye sorması ile düşünmeye başladım. Çanta mı ben nerede bırakmıştım.
“Bir dakika adresi vereceğim.” diyerek çantamı nerde bıraktığımı hatırlayıp adresi düşündüm. Neresiydi orası hah buldum. “Amca sen beni, Lukka’nın yerinde bırak. Ben ordan giderim çantamı unutmuşum” dedim.
Bütün eşyalarım kimliğim cüzdanım hepsi içindeydi. Çıkarmakla uğraşamazdım ama umarım bıraktığım yerde olurdu.
Kısa bir yol sürmesi ile araba durduğunda “İstersen kızım ben seni beklerim hem yağmurda kalmamış olursun.” diyen şoför amca ile dışarıya baktım. Yağmur tekrar çiselemeye başlamıştı ama fazla değildi.
“Yok amca sorun değil teşekkür ederim. Gerisini ben hallederim.” Gülümseyip “İyi akşamlar” dedim.
“Peki kızım iyi akşamlar.”
Giden araç ile etrafıma bakınıp ilerledim. İçeri girdiğimde ortamın geldiğimizden daha kalabalık olduğunu gördüm. İnsanlara yaklaşmadan onlarında bana çarpmaması için sağa sola çekilerek oturduğum yere gitsem de çantam orada değildi. Birisi almış olabilir miydi, etrafta kamera vardı. Bir ihtimal nerede olduğuna bakabilirdim.
Barmene soracakken oda beni görüp benden önce davrandı. “Bende seni arıyordum. Sanırım bu senin.” diyerek çantamı uzattı. Çantamı bulduğuma sevinerek elinden aldım.
“Teşekkür ederim evet benim.” tebessüm edip çantamı alarak içerden çıktım. Taksi beklemek için yolun karşısına ilerledim. Bir anda yağmur bastırınca hırkamın kollarını parmaklarıma çekip ilerlerken çoktan ıslanmaya başlamıştım.
Girip yağmurdan bekleyeceğim bir yer var mı diye sağıma soluma bakınsam da Lukka’nın yerinden başka yakınında durak bile yoktu. Beklerken bir yandan da bir taksinin çabucak gelmesi için dua ettim.
“Off Alisya, şimdi bir de geç kalacağım, off.”
Elim ıslak saatin yüzeyine baktığımda evdekilere ne diyeceğimi düşünmeye başlasam yeriydi. Kendi kendime kızmaktan da kendimi alamadım. Cidden ne olurdu şoförü göndermeseydim. Taksiler gelip geçiyordu ve çoğu da doluydu hiç öyle dizilerdeki gibi hemen taksi gelmiyordu!
Telefonumu montumun cebinden çıkartıp taksi çağırdım. Telefonumu montuma koyacakken elimden kaymasıyla bir şok olmam ve telefonun bir su birikintisine düşmesi bir oldu. “Yaa neden!” diyerek hızlıca eğildim. Telefonu iki parmağımla alarak kaldırdım. Resmen su banyosu yapmıştı. Üzerindeki fazla suyu elimle temizlerken ekranın aydınlanması ile telefonu açtım.
“Efendim, anne.”
“Kızım şirket yemeği uzun sürecek gibi gecikebiliriz sen döndün mü, eve?” demesi ile telefona biraz daha sarıldım. Sesimi düz tutup taksi gelir umuduyla “evet anne birazdan evde olurum” dedim. Gülce ile birlikte olduğumu bildiğinden sorgulamamıştı.
“Tamam canım haberdar et. Beni merakta bırakma, beni çağırıyorlar kapatmam gerek erkenden evde ol.” diyerek telefonu kapatması ile bir on dakika daha yağmur altında bekleyerek ileri doğru baktım. Tek bekleyen ben olduğumdan arada sağıma soluma bakıyordum. Amansız gelen cesaretimden her zaman istiyordum. Ama şimdi değildi.
“Allah'ım, nerde kaldı bu taksi.” Vallahi suyumu sıksan rahat bir iki litre su çıkardı. Madem ıslandım hasta olmasaydım bari. Sokak lambaları aydınlattığından Allahtan etraf aydınlıktı ama içimdeki korku nareleri kol gezmeye çoktan başlamıştı. Karanlık olsaydı sanırım gerginliğim tavan yapardı. Köşeyi dönen bir taksi görünce artık bir umut taksinin önüne el koysam da taksi halime acıdı sanırım önümde durdu. Üstüm başım sırılsıklam olsa da hızlıca arka kapıyı açarak oturduğumda içeride biri daha olduğunu gördüm.
Ne olduğunu anlamasam da taksiden inmeyecektim. Yanımda şık giyinimli bir beyefendi duruyordu. Karanlık, çehresini gizlese de sokak lambasının hafif ışık süzmeleri ara ara yüzünü aydınlatıyordu. Hemen konuşarak “Önce ben bindim.” dedim. Artık daha fazla bu sağanak yağmurda dışarıda kalamayacaktım.
Yanımda duran adam bana dönüp sadece dudaklarını oynatıp “Biliyorum” dedi.
Sesi tok çıksa da ses tonu çok tanıdık gelmişti. Ben bu sesi nerden duymuştum ki? Başımı kaldırıp yüzüne doğru baktım. Kokusu taksiye bindiğimden beri burnumun ucunu sızlatıyordu.
Güzel kokuyordu. Sanki biraz tarçın biraz orman kokusu. Neden kokusuna takılmıştım ki, değişik, her neyse. Keskin siyah gözleri ile bana bakınca bu kadar ciddi irisleri görünce gerildim.
Yüzüne baksam da bana dönmeyince gözlerim kısıldı. Nasıl ya dalgamı geçiyor? Ne kadar da küstah. Kaba herif. Amansız cesaretimi sürdürüp kollarımı birleştirdim. Normalde yapmayacağım cesareti bugün yeterince dışarda kalarak göstersem de devam ettirdim. Bu takside bir yabancı ile gitmeyecektim.
Yanımdaki siyah giyinimli adama dönüp “Eee o zaman ininde gideceğim yere gideyim, bir yabancıyla yolculuk edemem herhalde.” dedim ciddiyetle.
Bir an önce eve gitmem gerekiyordu. Şansımı zorlamasam iyi olurdu ama adam hiç inecek gibi durmuyor aksine oturduğu yerde yayılınca kaşlarımın çatılmasına izin verdim.
Dudaklarını kıvırıp “iki” dedi. Anlamayarak yanımdaki adama dönüp “Ne” duraksadım ‘anlamadım” dedim. Telefonuna dönüp birkaç bir şey ile ilgilenip “Şoförü tanıyorsunuz herhalde” dedi eğlenen bir ses tonuyla.
Ne alakaydı şoför şimdi?
Anlamsız bakışlarımla “Hayır ne münasebet” dedim. Siyah giyinimli adam bana dönüp “O zaman iki yabancıyla gidiyorsunuz.”
Kendisini ve şoförü gösterince elimi sıktım. Hafiften kaşlarımı çatıp “Hayır beyefendi siz iniyorsunuz, ben gidiyorum” dedim. Kaba, küstah diye içimden saydırıp tekrar ağzımı açacakken “Küçük Hanım siz dışarda bir Allah’ın kulu gördünüz mü de benim taksiye bindiğimi düşündünüz” demesi ile sözlerim ağzımın içinde yuvarlandı. Ufaktan gözlerim bilsem de etrafta gezindi.
Gerçekten de taksi beklerken bu adamı dışarda görmemiştim. Zaten dışarda benden başka bekleyende görmemiştim ya neyse. Üstündeki kıyafetlere bakıldığında da hiç ıslak gibi görünmüyordu. Ona tekrar dönüp görmediğimi de söyleyemedim. Kaşlarımı çatıp konuşacakken taksici bey “Beyefendi çok fazla yağmurda kaldığınızı görünce durmamı, kendisi için bir sorun olmayacağını söyledi.” deyince çok utanmıştım.
Bir an oturduğum yerde küçülürken utandım. Rezil oldum ahh rezil oldum. İçimden kendime kızarken yanaklarımın şimdiden ısınmaya başladığını hissediyordum. Pancara döndüysem yeriydi ama ıslak koyu kahve saçlarım yanaklarımı gizleme görevindeydiler. Bu iyiydi. Bu çok iyiydi. Al yanaklarım bana ısı ile yerini belirirken görmesini istemezdim. Bir de adamı taksiden kovuyordum. İçimden kendime konuşurken dudağımı ısırdım.
Gözlerimi kaçırıp etrafa baktım. Şu an konuşmam gerekiyordu. Söylesene dilim neden lal oldun. Konuş. Yanımdaki iyi giyinimli yabancı tekrar konuşup bu sessizliği kırdı.
“Benim gibi bir yabancıyla yolculuk etmek istemiyorsanız inebilirsiniz.” dediğinde dumur oldum. Allah’ım resmen gözleri alaylı bakıyordu. Sanki taksiden inmeyeceğimi biliyor gibiydi. Cidden niye çıkıştım ki! Sanki çok şey söyleyecek gibi bakan gözleri, gözlerimi yakalamak için uğraşıyordu. Israrla gözlerimi kaçırıp cama doğru başımı çevirdim. Bilmiyorum yabancıydı ama korkum yoktu aksine beni sinirlendirmişti.
“Yok yok hiç sorun değil, teşekkür ederim durduğunuz için. Benlik hiçbir sorun olmaz.” dememle adamın çarpık gülüşü gözüme çarptı. Kısık bir ses duymuştum.
Güzel bir gülüşü vardı insanı baktıran ki beni ilgilendirmiyordu. Çok kısa bir an sürüp tekrar ciddi haline dönmesi ise uzun sürmedi. Bense utancımla etrafa bakıyor gibi yapıyordum. Nasıl u dönüşü yapılır. Alisya Akman’ dan ders verilir. Allah’ım rezil olmuştum.
Bir daha karşılaşmayacağım için sanırım bu anı unutabilirdim. “Beyefendi Sanırım adres bura..” şoförün konuşmasını bitiremeden sözünü kesip yanımdaki adam tekrar konuştu.
“Küçük hanımı bırakalım, sonra gideceğim yere geliriz.” itiraz istemeyen keskin bir ses ile adamın bir şey demesini engelledi. İşime gelirdi. Çünkü cidden geç kalmıştım.
Adresimi verip yolu izlemeye başladım. Soğuktan ara ara dişlerim birbirine vursa da dişlerimi sıkıyordum. Üzerimdeki kıyafetlerim yağmurdan dolayı yapışmıştı. Bugün o şemsiyeyi alacaktım. Cidden tek sorun şemsiye mi diye iç sesim konuşsa da şu an onunla muhatap olup konuşamayacaktım.
Üşüyordum ve bu arabanın içi de beni ısıtmıyordu. Kollarımı bedenime sarıp birazda olsa ıslak halimi unutmayı diledim. Yanımdaki beyefendi tekrar konuştu. Adını bilmiyordum ve sormakta istemiyordum. “Klimanın ayarını yükseltin” demesi ile sanırım titrediğimi düşündü diye düşünürken naif bir tonda “Üşüdüm” dedi.
Gözlerimi belertip camdan dışarıya bakmayı sürdürüyordum ama camdaki yansıması ile göz göze gelince CİDDENNN SAHİ ÜŞÜDÜN MÜ diyen gözlerimle ona cevabını verse de yüzüm sakindi. Dişlerim birbirine vurmaktan acırken dediklerine inanamadım.
Neyse sakinim sakin. Klima biraz daha sıcak hava üfleyince az da olsa gevşemeye çalıştım. Taksi evimin önüne ilerleyince köşede taksiyi durdurdum.
“Burada durur musunuz?” Daha fazla ilerleyip ön bahçede duran korumaların taksinin içini görmesi sorunuyla uğraşmak istemiyordum. Birde evdekilere açıklama yapıp sorun çıksın istemedim.
Taksimetreye bakıp cüzdanımdan parayı çıkarttım. Parayı şoför beye uzattığımda elime baktı. Dikiz aynasından yanımdaki adama kayan bakışları ile Şoföre “Beyefendi alır mısınız?” dedim.
Şoför bey “Yalnız ücreti beyefendi önceden verdi.” dese de elimi uzattım. “Hayır canım ne münasebet.” parayı tekrar uzatıp “alır mısınız?” dedim.
Kimseye borçlu kalmak istemiyordum hele ki tanımadığım bir insana. Yanımdaki adını bilmediğim yabancı tekrar konuştu.
“Alın” dedi. Kısa ve öz. Şoför parayı alınca çantamı alıp kapıyı açıp içinden çıktım.
Açılan camdan eğilip “Bir daha görüşmemek üzere” dedim.
İçerdeki adam ise dediğime cevap vermedi. Hiç istifini bile bozmadan taksiciye “Gidelim” dedi.
Hah küstah diye mırıldanarak karşı kaldırıma ilerledim. Eteğim resmen üzerime yapışmıştı. Saçlarımı sırtıma ittirip kaldırımda ilerledim. Gidene kadar yağmur birazda olsa dinmişti.
Ilık rüzgâr vücuduma kırbaç gibi çarpınca adımlarımı hızlandırdım. Herhalde biraz daha bekleseydim o yağmurda bu sefer gerçekten hasta olurdum. Soğuk havaya aşırı bir tutumum vardı.
Koca gösterişli evimizin bahçesine ilerleyip tebessüm ederek korumaların yanından geçtim. İşte yine başladığım yerdeydim. Koca gösterişli yalnız evimiz.
....
Takip etmeyi ve yorum yapmayı unutmayın canlar.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |