
Herkese selam canlarr. Keyifli okumalar dilerim. Haftaya atacağım bölüm çok iyi olacak, seveceğinize eminim. Şimdilik bu fragman olsun.😉
Beni en çok motive eden sizin güzel yorumlarınız, merakla bekliyorum. Varlığınız bana en güzel motive. Fazla lafı uzatmadan bölüm sizindir canlarrrr.
…
Bölüm içi şarkılar:
. Mert Demir feat. Duygu Edis - Olmazlara Vuruluyorum.
Adını Sen Koy
İz bırakan anlara,
İzbe bir sokak kenarı.
Islak, soğuk ve ıssız.
Sabahı akşamı devir,
Kuru ayazı sefir,
Zemheri kokar kaldırımlar.
Herkesin ardından kalan,
İzleri saklar sokaklar.
…
2O. BÖLÜM: FİLİZLENEN BİR ÇİFT UMUT PART BİR
Alisya AKMAN
Araçtan inip ilerlerken bir şey diyemeden, evin yolunu tutarken heyecanla tökezleyen adımlarımı ilerletmeye zorladım. Bacaklarımdan diz kapaklarıma doğru bir karıncalanma hissi dolaştı. Elimi kaldırıp yanağımdan tutmamak için kendimi zor tutuyordum. Dudaklarının yanağımdaki yerini hissetmek istiyordum. Bu his ile avuç içlerimin çizgileri kaşındı.
Sırıta sırıta evin içine girdiğimde kimseye görünmeden merdivenleri tırmandım. İçeriden ne kadar ses gelse de şu an aldırış etmeden merdivenleri adımladım.
Az önceki olanlar zihnimdeki bir patlama, kargaşanın fitilini ateşlemişti…beni öpmüştü. Kalbimin gümbürtüsü de bana eşlik ederken merdivenlerden hızlıca çıktım.
Yorgunluk ve hülyalı bir şekilde odamın kapısını açtığımda, yatağımın üzerinde uzanan Menekşeyi görünce gülen yüzüm adete sekteye uğradı.
Odamda ne işi vardı?
Kapının kulpunu bırakıp “Menekşe?” diye sorgulu gözler ile konuşurken gülen yüzüm şaşkınlığa çevrildi. Odamda ne işi olduğunu merak etmiştim doğrusu. Ne ben odasına gelirdim ne de o benim odama gelirdi.
Benim geldiğimi görüp yatağımdan kalkıp karşıma geçtiğinde yüzünde sinirli bir ifade vardı. Ne diyecek diye beklerken bu bakışlarına anla veremezken konuşmasını bekledim.
“Alisya!” dedi gözlerini kısıp. Sinirli yüzü değişmezken sanki bir şeyde suçluymuşum gibi başı dikti.
İşte, bu çok ilginçti.
“Ne işin var senin benim odamda?” diye sordum.
“Öylesine, bir şey söylemeye geldim.” Saçlarını ardına savurup yarım ağız bir şekilde gülünce çantamı yatağımın üzerine koydum. Yorgunluktan ayakta zor duruyordum, sadece bir an önce yatağıma geçip dinlenmek istiyordum ama görünüşe bakılırsa şu an bu pek mümkün olmasa da dile getirdim.
“Tamam yarın konuşuruz, şimdi odamdan çıkar mısın, uyuyacağım?” dedim ılımlı bir şekilde.
Yüzüme bakıp bir şey demediğinde bu söylediklerim ile yanından geçip banyoya doğru ilerleyecekken kolumu kıskıvrak yakaladı. Beni bir adım ilerisindeyken gerisine doğru hızlıca çekmesi bir oldu. Adımlarım eteğime çarpmasın diye arkama bakmama bile fırsatım olmamıştı.
Tırnakları çıplak koluma batarken sıkı sıkı tutması ile duraksayıp yüzüne baktım. Gözleri küçülmüş, bana nefretle bakıyordu. Bir şey söylememe fırsat vermeden “Seni gördüm.” dedi bir solukta.
“Neyi gördün.?” diyerek kolumu elinin kıskacından kurtarıp önüme döndüm.
Koluma batırdığı tırnak izleri görünürken vücudumda dolaşan bir ateş ile bakışlarımı çevirdim. Bir dudağını kıvırıp elini alnına atıp ovuşturdu. Sanki kendini zor zapt ediyor gibi bir hali olsa da sorgulu gözler ile yüzüne doğru baktım.
“Sen ne işler karıştırıyorsun? İş ayağına Ali’yi mi ayartmaya gidiyorsun kızım sen.?” diyerek eli ile omzumdan iteleyip devam etti. “Güya bir de sana şirketten iş verdiler yok ya!” diye sesini yükseltti.
“Kendine gel, ne saçmalıyorsun sen?” diye sorduğumda aşağıdaki arabada olanlardan mı bahsediyordu anlamıyordum ama içimdeki korkuya engel olamadım.
“Gördüm sizi.” dedi tek tek.
“Ne gördün açık olsana?”
“Sizi,” derken gözlerinin içi sanki daha da kızarmıştı. “Ali…seni, kucaklamış odana götürüyordu. Miden baya genişmiş, elin adamlarını eve getirdiğine göre.” demesi ile sinirle yükseldim.
“Ne diyorsun sen be. Yok öyle bir şey!” diye itiraz ederken içime dolan sinirime hâkim olmaya çalıştım. Ellerimi sıkıp kendimi tutarken kızaran gözlerinin durağı yine ben oldum.
“Kızım gördüm diyorum, gör-düm!” diye sesini yükseltirken bana boydan bir şekilde üstünkörü bakıp, burun kıvırdı. “Ama Ali sana bakmaz. Yani boşa bu çaban. Acımış sana.” dediğinde gülerek konuşmasına devam etti. “Hoş hiçbir güzel yanında yok, neyine aldandıysa. Uzun desen uzun değilsin, pasaklısın kızım sen. Takmışsın kancayı elin adamına, hiç düşünmeden evimize girmiş. Güya işe gidiyor? Yemişim işini, birde şirkette çalışacaksın, seni şirket ne yapsın?” diye omzumdan tekrar ittirecekken kolunu havada tutup sinirle geriye savurdum. Bana böyle davranmaya hakkı yoktu, ellerim titrerken kendimi sakin olmaya zorladım.
“Defol odamdan, benimle böyle konuşamazsın kendine gel!” dedim sinirle.
Bu tavrıma gülüp geçiştirdi. “Ali, sana sadece acıyor. Sen onun dengi değilsin, boşuna uğraşma. Eğer bir daha böyle bir şey görürsem sonu kötü olur.” diyerek omzuma çarpıp odadan çıkması ise bir oldu. Ellerim titrerken kapıyı ardından kilitleyip yatağımın üzerine oturdum. Nasıl bizi görürdü, nasıl?
Ya evdekilere söylerse o zaman ben ne derdim? Bu düşünceyi zihnimde yer etmesi bile kötüydü.
“Bana acımıyor, o beni…” derken aklıma gelen bir detay ile hemen yastığın içini yokladım. Elime çarpan çıkıntı ile derin bir nefes alıp rahatlayarak yastığın içinden çekip çıkardım.
“Burada.” Rahat bir nefes alırken fotoğrafa bakan yüzüme, anında bir tebessüm yerleşti.
“Sen söyle bana acıyor mu, acımaz bana neden acısın?” dedim fotoğraftaki iki küçük çocuğa bakıp. Parmak uçlarım ile fotoğrafı severken zihnimde yer edinen huzura tutunmayı seçtim.
Bakışlarımı kapının kilitli bölmesine doğru çevirdim. Menekşe Ali’ye karşı bir şeyler hissediyordu. Nereden gördü de böyle bir hisse kapıldığını bilmesem de bu tavrı ile başka bir şey aklıma gelmiyordu. O böyle biri değildi. Ne kadar her şeyi yapıp kenara çekilse de bu şekilde bir saldırısı olmazdı. Ne yaparsa sanki ben yapmadım gibi takılırdı.
Ali’ye karşı hissi vardı ve bunu bilmek kalbimde amansız bir kapının açılmasına sebep oldu.
Üzerimdekilerden kurtulup pijamalarım ile yatağıma geçtiğimde fotoğrafımızı ellerimin arasına alıp yan bir şekilde vücudumu çevirip yattım. Ellerim kağıt dokusunda gezindi.
“Keşke burada olsaydın da sana sorsaydım, içimdeki bu kargaşanın sebebini. Bir bir anlatmak, dertleşmek…” diyerek fotoğrafı yastığımın içine güzelce yerleştirip saçlarımı arkama doğru iteledim.
Başımın altında fotoğrafın sert yüzeyini hissederken gözlerimi karanlığa yumdum. Bugün değildi bugün kendimi bu kadar sıkmayacaktım, bugün güzeldi, kendime verdiğim güzel bir gündü. Kötü düşünceleri istemiyordum. Elim aniden kar taneli kolyeyi buldu. Bugün güzeldi, öyle de bitsin istedim.
“Çocukluğum huzurla uyuyun. Çünkü bu gece benim miladım. İçimde bir umut filizlendi. O umudun sahibi ise, Ali Asaf oldu.” diye karanlığa karşı sessizce fısıldadım. Her gün yaptığı şeylerle de içimdeki umudu sulamaya devam ediyordu ve bende umudumu yeşertmesi için her daim güneşe yakın olacaktım.
…
Sabah uyandığımda gözlerimin mahmurluğunu, aydınlığa açmaya zorladım. Gece parça parça uyanmış karanlıktan dışarıya bakarken zihnim yorulmuştu. Zihnim adete bir moloz yığını gibi dağınık düşünceler ile çevrildi. Gün içinde düşüncelerimi zihin duvarımda düzenlesem de uyurken, beni hiç rahat bırakmıyorlardı.
Bir bardak su içip yatağımdan gerinerek kalktım. Çıplak bacaklarım tahtanın sıcak zeminine dokunduğunda ürperti ile bacaklarım karıncalandı. Dün çok düşünmüştüm, Menekşe söylemeyecekti. Ne kadar bu yönde düşünsem de telkinlerime güvenmekten başka elimde hiçbir şey yoktu. Aklıma hep bu geliyordu. Eğer evdekilere söyleseydi bana gelmeden önce babama hemen yetiştirirdi. Hiç bekleyip benden hesap sormazdı.
Başka bir planı vardı, beni ele ermeyecekti.
Üzerimdeki pijamalardan kurtulup rahat bir takım giyindim. Eğer bir haber gelirse belki şirkete gidebilirdim. Dün gecenin bende yarattığı hassas hissiyat ile bugün şirkete gidip gitmeyeceğimizi sormak aklımın ucuna dahi gelmemişti. Elim dünden beri boynuma taktığı kar taneli kolyeye tekrardan gitti. Kolyemi çok sevmiş, beni düşünüp alması ise çok hoşuma gitmişti.
Ne kadar üşümekten haz etmesem de ilk kar düştüğünde de onunlaydım ve bu hediyesi ayrı bir anlamlı olmuştu. Sanki o güne bir özürdü.
Aynanın karşısına geçip üzerimi düzelttim. Saçlarım dünden kalma olsa da doğal bir görünüm aldığından onlara dokunmadım. Göz altlarımı kapatıp odamdaki işleri de hallederek odadan ayrıldım. Bakalım abim ne yapmıştı, gece benden sonra eve gelse de konuşamamıştık. Sadece eve geldim diye bir mesaj atmış onu da ancak gece görmüş tamam yazmıştım.
Aşağıya inerken telefonuma düşen bildirim sesi ile elim telefonuma doğru gitti. Gözlerimin kenarları ışıldarken yüzüme bir gülümseme bulaştı.
Ondandı…Ali Asaf’tan.
Hızla mesajın üstüne tıkladım.
“Ali Asaf “Haberlere bak, balım.” diyen masajı tekrar okudum. Yanlış görmüyordum. Mesajı tekrar okuduğumda dudaklarım aralandı. “Balım…balım…iyiymiş.” derken gülen dudaklarım iki yana kıvrılırken merdivenleri bitirip salona giriş yaptım. Haberler diyordu, kesin bir şeyler olmuştu. Telefonu kapatıp yüzümü düzleterek içeri girdim.
Elim boynumdaki kar taneli kolyede gezinirken masa da oturanlara aldırış etmeden hemen diğer elim televizyonun kumandasını kavradı. Heyecanla herhangi bir haber kanalını tuşladım. Bakalım beni ne bekliyordu? Az çok tahmin etsem de merakla açılan ekrana baktım.
Ayakta dikilirken haber sunan kadının sesi ile televizyonun sesini biraz daha açarak dinlemeye başladım.
“SON DAKİKA.”
Kırmızı, şeritli yazı, büyük harflerle ekranın alt tarafında yerini korurken haberin ön yüzünde Ulak Soylu, Cüneyt Soylu ve Mine Soylu’nun fotoğrafları vardı. Kalbim göğsümde harlanırken yutkundum. Sanırım başarmıştık ama emin olmak için konuşan kadını dinlemeye başladım.
“Alisya ne oldu?” diye masadan seslenen babama elimi kaldırıp durdurdum.
“Baba bir dakika.” dediğimde masadan kalkıp yanıma geldi. “Ne oldu kızım?” Bakışlarım televizyondayken babamın sorusuna cevap veremeyip spikeri dinlemeye başladım.
“Sayın seyirciler, gündeme oturan bir haber ile karşınızdayım. Dün gece geç saatlere kadar süren Ulak Soylu ve ailesinin hazırladığı balodan kötü haber geldi. Ancak ona dönmeden önce tahliye olan Ulak Soylu’nun görüntülerinin de olduğu bir video kaydı elimize ulaştı. Öncelikle onları izleyelim sonra devam edelim.” demesi ile kumandayı kavradım. Masada, bir hareketlenme olunca bakışlarım anlık oraya kaydı. Haberin ardından abim her şeyi önceden biliyorum edası ile kahvaltısına devam ederken annemde merakla yanımıza geldi.
“Soylu ailesi mi? Ne olmuş ki?” diye meraklanan annemde ekrana bakarken bir adım yana kaydım.
Spiker kadının görüntüsü giderken yerini bir video kaydı aldı. Yutkunup görüntülere bakmaya çalıştım. Bazı yerler blurlanmış bir şekilde olsa da kişiler ve yaptığı olaylar anlaşılıyordu. Bir takım kaçakçılık görüntüleri, birkaç kadının tutulması daha neler neler. Video kısa kısa farklı görüntüler ile doluydu. Bir görüntüde Güzin Hanım da vardı. Onun yüzünü blurlamamışlardı, gözüküyordu. Elim korku ile dudaklarımı buldu. Kucağında oğlu olduğunu düşündüğüm bir bebeği sıkı sıkı tutuyordu. yüzünden korku dolu bakışlar ile ağlayan bebeği susturmaya çalışıyordu. Elimdeki telefonumu sıkarken spiker kadın konuşmaya devam etti.
“Ulak Soylu, geçtiğimiz günlerde ceza evinden suçsuz olarak beraat etse de bu video kayıtları ile tekrardan tutuklanarak ceza evine sevk edilmiştir.” demesi ile dedem de oturduğu yerden kalkıp televizyona kaşları çatık bakarken bakışlarım, ardından tekrar televizyonu buldu.
“Polis ve savcının da iş birliği ile Ulak Soylu dün gece geç saatlerde, evinden alınıp ifade için polis karakoluna geldikten sonra ceza evine sevk edilmiştir. Bununla beraber videoda görülen Cüneyt Soylu da adli kontrol şartı ile salınırken bütün suçu abisinin yaptığını itiraf etmiştir.” derken önündeki kağıtlardan bir diğer sayfaya geçti.
“Sayın seyirciler ek olarak bildiğimiz üzere, uzun bir süre Ulak Soylu hapisteydi ve suçlamaları düşürülürken bu video kaydı ile her şey gün yüzüne çıkartılmış oldu. Videonun içeriği bazı nedenlerden dolayı gizli tutulmaktadır. Soruşturma bazı kişiler için hala devam etmektedir.” diyerek nefes aldıktan sonra devam etti. “Bir diğer olayımız ise videoda görüntüsünün de olduğu Mine Soylu. Polis ekipleri tarafından alındığı zaman içtiği ilaçlar yüzünde intihar etmiştir. Polis bunun neden olduğu durumları araş…” diye konuşan haber spikeri ile şaşkınlık ile elim ağzıma kapanırken dedemin odadan çıkması bir oldu.
“Efendim son bir video kaydımız daha var. Güzin K. getirildiği hastanede vefat ederken şüpheli öl*mü ile polis ekipleri tarafından geçtiğimiz günlerde soruşturma açılmıştı. Haberimiz bu video da yer alan ancak yaptığı röportaj ile suçsuz olan Güzin Hanım için izleyelim.” dediğinde ekran kararıp bir görüntü ortaya çıktı. Bir kadın, sandalye oturmuş önüne koyduğu kameraya bakıyordu. Bu Güzin hanımdan başkası değildi.
Üzeri kir pas içindeydi. Gözlerindeki yaşları silip öyle konuşmaya başladı.
“Nereden başlayacağımı bilmiyorum ama eğer bu video size ulaştıysa ben çoktan ölm*şüm demektir. Nasıl öld*m bilmiyorum, belki öld* diyecekler, int*har diyecekler ama buna sakın inanmayın. Çünkü…ben yaşamayı seviyorum.” dediğinde kendimi sıktım. Dediğim sözler, kulağıma çarpıyordu, sesimi yükseltmemeliydim.
“Benim hakkımı arayın, kimsenin kendi halinde öld* demelerine aldırış etmeden hakkımı arayın…. Ben bir bağımlıyım.” dediğinde gözümden bir damla yaş süzüldü. Kolunu açıp elindeki yaraları gösterirken bazı yerler tekrardan blurlandı.
“Ama bunu ben kendime yapmadım. Bana bu hayatı yaşatan Ulak Soylu’dur. Benden oğlumu…yavrumu kopardı. Ben oğlumu arıyorum, yanında olduğum sürece oğlumu bulma şansım var ama bu ilaçlara bağlı olduğum sürece bu çok zor. Doktorlar çok az bir ömrüm kaldığını söylüyor. Tek dileğim oğlumu bir kere olsun gönül gözüyle görebilmek…umarım görürüm.” dediğinde elimi ağzıma kapattım. Acı hırçın sularım genzime aktı. Olmamıştı başaramamıştık. Hayat bazen çok acımasızdı nereden vurup nereye savuracağını kestiremiyorduk.
“Ulak Soylu’ya gelirsek,” dediğinde gözlerini kameranın merceğine dikti, sanki karşısında olsa bir kaşık suda boğacak gibi bakarken devam etti. “Bu videoyu izle. İyi izle pislik herif. Cehennemde beraber yanacağız, seni orada görmek için sabırsızlanıyorum. Bakalım güçsüzlere işlediğin suçları orada da işleyecek misin? Eğer birileri hakkımı arayıp, hapse düştüysen…umarım hapislerde çürürsün.” dediğinde yutkundum.
Elimdeki telefonum çalınca bakışlarım telefonuma doğru indi. Gözlerim kendimi sıkmaktan acırken yutkundum.
Ali Asaf arıyordu.
Bakışlarımı telefondan çektiğimde babamın sorgulu gözlerinin de abimde dolaştığını gördüm. Abiminse bakışları bendeydi. Çaktırmadan buruk bir şekilde gülümseyip odadan ayrıldım. Hızlıca aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüm.
“Başardık.” dedim hüzünlü bir sevinçle. Buruk bir sevinç vardı içimde ama başarmıştık. Belki içimiz soğumayacaktı ya da gidenler geri gelmeyecekti ama huzurlu olacaklardı. Onlar için bir savaşımız vardı ve bunu ne kadar kendi istediğimiz şekilde olmasa da birazda olsa acıları dinecekti.
“Evet bal, başardık.” diyerek devam etti. “Bu haber, bütün tv kanallarında yayınlanacak. Her şey her zaman doğru olmasa da hak ettiklerini bulacaklar inan bana.” dediğinde tüm kalbimde bunu hissettim. Kötü insanlar olabilirdi ama adalet olduğu sürece, doğru bir şekilde işlendiği sürece de hak bir şekilde yolunu bulacaktı. Mesleğimi seçerken de bu inanç ile yola çıkmıştım.
Az sonra söyleyeceklerim ile miladımın çarkını çevirdim. “Ali Asaf…sana inanıyorum.” dediğimde konuşması gecikmedi.
“Biliyorum, bal.” diye içten gelen hüzün kokulu sesi kulaklarıma dolduğunda elim boynuma taktığı kar taneli kolyeye tutundu. Kalbim doğru anını bekliyordu. Ve ben içimdeki sesi dinleyecektim ne olursa olsun o bana doğru yolu gösterecekti.
…
Hayatın benimle ne alıp veremediğini öğrenmem günlerimi, aylarımı belki de yıllarımı alacaktı ama ben ne olduğunu öğrenecektim. Zihnim kara bir kutuydu. Anahtarı ise benim elimde avuç içimde saklıydı.
Bazen bir an bazen de bir rüya olarak karşıma çıkan hatıralarım zihnimde ağrı ile bana eşlik ediyordu. Çok düşünmekte bir işe yaramıyor, sorgularım sürüyordu. Ellerimi gövdemde birleştirirken bakışlarım durgunca etrafta gezindi. Dışarıdan bakıldığında sakin bir şekilde koltukta otururken içimde ise bir çatışma vardı.
Benden bir şey saklanıyordu ve bu benim geçmişimdi. Bir yandan içimde amansız bir korku bir yandan da bir bilinmezlik beni sessizliğe itti. Bir diğer konum ise Menekşeydi.
Menekşe sessizliğini korumaya devam etse de ara ara attığı sinirli bakışlarına denk gelip başımı çeviriyordum. Onunla uğraşmak istemediğimden aldırmamaya çalıştım.
Annemin yüzünde, bakışlarını sezinledim. Mutluydu babam ile beraber sohbet ederek televizyona bakıyorlardı. Abim abim yine akşam vakitleri nereye gittiğini bilmediğim, bir şekilde ortalarda yoktu. Şu an izinli gibi takılırken nereye gittiğini sorsam da söylemiyordu.
koltuğunda sessizce gazete okuyan dedemin varlığı ile sırtım dikeldi. Dedem onun yüzüne bakmak bana her zaman, içimi huzursuz eden bir korku salsa da bir anlık bakışlarım o yöne doğru kaydı. O haber sonrası eve gelmemişti. Babamsa bizden, çoğunlukla bu olayda abimin bir parmağı olduğunu düşünse de ona böyle tehlikeli bir işe girdiğimizi söylememiştik.
Davanın karşı tarafında olduğumuzu biliyordu ama olayları bilmesi hiç iyi olmazdı. Öğrendiği an önce beni sonra abime kızacağı ise aşikardı. Tehlikeli bir işe karışmıştık eğer o masanın altına bakmak akıllarına gelselerdi ya da ben -ne kadar düşündükçe tüylerim diken diken olsada- Cüneyt Soylu beni tanısaydı olaylar çok farklı olacaktı.
Cüneyt Soylu’nun hapse girmemesi ise beni korkutuyordu. Bütün suçu abisine atmıştı sanki bir yerde bir açık vardı ama ne? Hiçbir suçu olmayarak salıverilmişti. Psikoloji geçmişi elbette etkili olmuştu ama ne oldu merak konusuydu. Yurt dışına çıkamazdı, yasağı vardı. Şuanlık da ondanda bir ses yoktu.
Haberlerden sonra Ulak Soylu’nun bir videosunu daha internette görünce bakmadan edemememiştim.
O anlar aklıma gelince bir daha ürperdim. Yüzü ekrana bakan o donuk ama bir o kadarda sanki karşınızdayım diyen suratı gözümün önüne geldi.
Gülüyordu sadece ve sadece gülüyordu. Sanki karşımda bana bakıyor hissi ile tekrardan titredim. Videodaki kaydın devamında suratı değişmiyordu. Sonra bir an kameralardan dışarıya doğru bakıp yüzünü astı. Ne kadar soru sorsalar da cevaplamayan Ulak Soylu sırıtmayı bıraktığı an sanki bir şey onu tetiklemiş gibi o an konuşmaya karar verdi.
“Yanlış seçimler her daim doğruyu götürür. Mutluluğun tadını çıkarın uzun sürmeyecek.” diye tehlikeli sesi ile konuşurken polis ekipleri tarafından araca bindirilmesi bir oldu. Aklıma takılı kalan videosu, telefonumun çalması ile kendime gelmemi sağlasa da sersem bir şekilde bakışlarım telefonuma kaydı.
“İyi akşamlar, ben odamdayım.” diyerek oturduğum yerden kalktım.
“Ceyda” yazısı ile salondan çıkıp odama doğru geçtim. Vakit çoktan günü devirmiş olduğundan şirketle alakalı değildi araması. Merak ve bilinmezlik ile kapıyı ardımda örtüp hızlıca ısrarla çalan telefonu açtım.
“Alo Ceyda.” dedim naif bir sesle.
“Alisya, canım nasılsın?” diye neşeli sesi ile konuşmaya devam etti. “Hemen konuya giriyorum. Yarın sabah şirketimiz, siz değerli stajyerleri için bir tatil ayarladı ve bende biricik arkadaşın, olarak bu kutsal görevi sana haber vermek için görevlendirildim.” dediğinde sesinden ne kadarda mutlu olduğu anlaşılıyordu.
“İyiyim iyiyim de ne tatili? Nereye gidiyoruz ki?” diyerek balkonumun kenarına ilerledim. Belki onu görürdüm. Elimle tülü kavrayıp kenara doğru çektim. Belki balkonuna çıkardı, evin perdeleri çekili olduğundan etrafta kimse görünmüyordu.
“Orası sürpriz, sen hazırlan, yarın sabahtan şirketin önünde toplanacağız.” diyerek nefeslenip konuşmaya devam eden Ceyda’ya kulak verdim. “Çok eğleneceğiz çok. Hadi ben kapattım, yarın görüşürüz,” dediğinde konuşacakken, benden önce davrandı. “Ha Alisya, Ali de geliyormuş öyle duydum.” dedi kıkırdayarak.
Boş bulundum.
“Öyle mi çok sevindim,” diye neşe ile yükseldim. Sonra telefondan bir gülme sesi gelince omuzlarımı düşürüp konuşmaya başladım. “Yani tabi ki gelebilir, şirket onun zaten değil mi?” diye bakışlarım karşı evin pencerelerinde gezindi. Yoktu.
“Anladım ben anladım, sen rahat ol,” diye gülmesi ile bende battı balık yan gider hesabı gülümsedim camdan bakarken. Ne kadar inkârcı bir tip olduğum belli olsada adamla karşı karşıya gelmek için camını gözetliyordum.
Bu düşüncem ile yanaklarımın içi ısındı.
Ellerimi tülden çekip odamda yatağımın üzerine oturdum. “Yarın geç kalma yedide yola çıkılacak.” dediğinde biraz daha konuşup görüşmeyi sonlandırdık.
“Eee ben şimdi yarın ne götüreceğim?” diyerek boş boş odama bakınırken öncelikle bazamın altında bulunan orta boy valizimi yatağımın üzerine koydum.
Gerekli eşyalarımı valize koyarken bu havada yaz gelmeyeceği için eldiven ve beremi de koydum. Belki oynamadığım kar topunu gittiğimiz yerde oynardım. İnsanın yaşı ilerlese de sanırım içindeki çocuk yaşadığı sürece canlı kalmaya devam ediyordu. Eğer benimle kar topu oynamazlarsa onları yadırgamazdım.
Akşam yemeğinde olağan bir şey olmasa da abimin yine olmaması artık beni işkillendiriyordu. Bu gece masada gerçekten huzurluydum. Yengem ve amcam bugün şehir dışına, iş gezisi için giderlerken Menekşe’yi de yanlarında götürmüşlerdi. Dedem ise erkenden odasına çekilmiş yemeğe katılmayacağını belirtirken aradığım fırsat ayağıma gelmişti. Onlara geçmiş hakkında sorular sormalı ve bir nebzede olsa cevap almayı bekliyordum.
Annemle babam sohbet edip yemeklerini yerken aklıma takılan bir soruyu soracaktım ve şu an çok güzel bir fırsattı.
Çatalımı tabağımın kenarına bırakıp karşımda oturan anne ve babama bakıp seslendim. “Baba.”
“Efendim kızım?” diye sorması ile direkt konuya girdim. “Ben bir şeyi çok merak ediyorum. Anneme de geçenlerde sormuştum ama yorgun olunca konuşamadık.”
“Ne oldu kızım, bir sorun mu var? Satı, ne konuşması?” diye babamın anneme doğru bakması ile annemin bakışları bana çevrildi. Annem bir şey demeden dudaklarımı araladım.
“Rize, biz hiç Rize’ye gittik mi baba?” diye sorduğumda ikisi de ne kadar birbirine bakıp bakışları karman çorman olsa da karşımda olduklarından, sanki ben burada değilmişim gibi yüzlerine hüzün çökmüştü. Anlamsız bakışlarım sürerken ellerim titredi. Sanki bir keder ile bakışları küçülmüştü.
“Bir şey mi hatırladın?” diye babamın sorusu ile kuruyan dudaklarımı ıslattım. Benden ne sakladıklarını öğrenmek için, sustum. İlk defa ailemden bir şey saklıyordum ama yine de sustum.
“Hayır, ben sadece merak ettim. Babaannemin fotoğrafında görmüştüm.” dediğimde ikisinin yüzündeki rahatlama ile benim gerginliğim seviyem arttı. Bunu ne kadar göstermek istemesem de pür dikkat bana baktıklarından elimden geldiğince saklamaya çalıştım.
Hatırlamamı mı istemiyorlardı, iyi de neden?
“Evet babaannen ve deden Rizeli. Sen, küçükken çok giderdik çok severdin orayı. Her yaz Rize diye tuttururdun…” derken kısılan sesi ile gözlerimi kırpıştırdım.
“Sonra…” dediğimde annemin babamın kolunu sıktığını fark ettim.
“Sonrası yok bu kadar. Bir daha bu konu açılmasın, geçmiş geçmişte kalsın tamam mı kızım.” diye yükselmesi ile “Özgür sakin ol.” diye annemin uyarısı ile babam sandalyesinden ayağa kalkıp yanıma doğru geldi.
“Sen bunları düşünme, bırak geçmiş geçmişte kalsın. Sen iyisin ve bu bize verilmiş en güzel nimet. Tamam mı benim güzel kızım.” diyerek başımın üstünden öptü. “Bir daha Rize’yi duymak istemiyorum, anlaştık mı?” dediğinde istemesem de başımı salladım. “Tamam o zaman anlaştığımıza sevindim.” diyerek tekrar başımın üstünden öpüp odadan çıkması bir oldu.
Benim iyiliğim için.
Benim iyiliğim?
Babamın ardından bakarken yutkundum. Emin olduğum bir şey varsa benden bir şeyler gizleniyor ve bilmemi istemiyorlardı.
Ardından bakarken odadan çıkması ile odağımı babamın yerine annem aldı. “Anne, ben yanlış bir şey mi söyledim? Babam niye bu kadar sinirlendi ki?” Rize, evet bir şeyler olmuştu. Bu kadar şey tesadüf olamazdı. Kafam karışmıştı. Hiç böyle bir konuşmayı evde hatırlamıyordum. Ne Rize ne de orada olanlar sır gibi saklanıyordu.
“Sana değil kızım, babaanneni yani Alisya Akman’ı,” derken kısılan sesine hüzün çökmesiyle duraksayıp öyle devam etti. “Rize de kaybedince bir daha oraya gitmek istemedi.” dediğinde gözlerine çöken yorgunluk ile bana gülümsedi. “Sanırım annesini hatırladı,” dediğinde kaçırdığı gözlerini yakaladığımda konuşmaya devam etti.
“Alisya, babana kırılma, olur mu kızım, hepimiz senin iyiliğini düşünüyoruz?” diye tebessüm ederken elimi uzanıp avcunun içine aldı.
“Babaannemi ben hatırlamıyorum. Vefat ettiğini biliyorum ama Rize de olduğunu bilmiyordum. Ben küçükken mi oldu?”
“Evet sen çok küçükken, neyse açmayalım bu kötü anları. Hem anlat bakalım stajın nasıl gidiyor? Yakında okulunda açılacak.” diyerek konuyu değiştirmesi ile el mahkûm bende anneme uydum. Babamın gözlerine çöken hüzün gözümün önüne gelirken dudaklarımı araladım.
“Birkaç güne bitiyor stajım.” dediğimde başımı eğip tırnak etimle oynadım. Bir hüzün köşemde burasıydı. Ali Asaf ile artık günü gününe görüşemeyecektik. Ve bu his beni dört bir yandan kuşatıp sanki boğuyordu. “Yarın bizim için tatil ayarlamışlar oraya gidilecekmiş?”
“Hımm, nereyeymiş bu tatil?” diyerek çayından bir yudum daha alan anneme baktım.
“Bende bilmiyorum, yarın gidince bana da sürpriz olacak.” diyerek gülümsedim. Kar tatili olacağı kesindi ama nereye gideceğimiz bana da sürpriz olacaktı.
“Yakup’un yarın işi var, Umut seni yarın şirkete bıraksın tek gitme.” diyerek fincanından bir yudum aldı. Annem benden kat ve kat daha bakımlı olduğundan formuna da çok dikkat ediyordu. “Kim kim gideceksiniz?”
“Yani şirketteki stajyerlerle işte.” diye tabağımdaki bezelyeler ile oynadım. Pek sevmediğim ikiliden biriydi.
“Ali de orada olacak mı?” diye sanki saklayamadığı bir merak içeren sesi ile bakışlarımı tabağımdan çekip yüzüne baktım.
İsmini duyunca göğsümün üzerindeki kar taneli kolyeye uzanmak için elim hareketlenince kendime hâkim olup “Evet oda gelecek.” dedim saklayamadığım bir içten tebessümle.
“Sevindim, sanırım iyi anlaşıyorsunuz.” Sorgulayan sesi ile gözlerine doğru baktım. Bilmiyorum, ne dersem cevabın ikisinde de üzülecek gibi bir hali olsa da bakışlarımı yüzünde tutup “Anne!” diye uyarı içeren bir sesle konuştum.
Bu halime güldü. Ne yapamaya çalıştığını anlasam da daha kendime itiraf edemediğim şeyleri şu an gün yüzüne çıkartmazdım. Şu an hazır değildim.
“Ne, sadece sohbet ediyoruz.” diyen imalı sesi ile bir kaşım havaya kalktı.
“Konunun nereye gideceğini biliyorum. O yüzden, sana afiyet olsun. Valize birkaç şey daha yerleştireceğim.” diyerek oturduğum yerden kalkıp kaçarcasına sandalyemi masanın içine doğru iteledim.
“Daha sorularım vardı?” diye itirazı etmesi ile gülümsedim.
“Sonra.” diyerek odadan ayrıldım. Hızlıca merdivenleri çıkıp odama girerek ardımdan kapıyı kapattım.
Yarın erken kalkacağımdan valizi son bir kez daha kontrol edip kapının yanına yerleştirdim.
Yapacak bir şey kalmadığında yatağıma geçip telefonumu elime aldım. Biraz Gülce ile konuştuktan sonra gözlerimi karanlığa yumdum.
…
“Herkes hazır mı? Araçlara geçebilirsiniz.” diye konuşarak yanıma doğru gelen Ceyda beni görünce gülerek kollarını açtı. “Günaydınlar,” dediğinde açtığı kollarının arasına girip sarıldım. Ceyda ilk tanıdığım gibi sıcakkanlıydı. Mutlu olduğunda çevresine de o enerjiyi veren bir yapısı vardı.
“Günaydın,” diyerek geriye çekildiğimde bizim için ayarlanan araçlara bindik. İçeri, cam kenarına oturduğumda Ceyda da yanıma oturdu.
Bakışlarım bir defa daha içerideki tura katıldı. Gözüm etrafta gezinse de yoktu. Belki de gelmeyecekti, sıkkın bir nefes daha bırakırken yanımdan bir kıpırdanma Ceyda’ya döndüm.
“O aracıyla gelecek, kendi sürmediği araçlara binmiyor. Çok zor durumda kalırsa nadir yani.” dediğinde başımı sallayıp onayladım.
“Hey, ben Ali’ye falan bakmıyorum.” derken dudaklarımı aralanıp dudağımı içeri doğru kıvırdım.
“Bende zaten Ali demedim ki.” dediğinde verdiğim falso ile ellerimi gövdemde birleştirip dudağımı dişlerken camdan tarafa dışarıdaki kalabalığa baktım. Sanırım evinden gidecekti.
“Çok romantik bir yere gidiyoruz, özellikle ben seçtim.” diyerek omzunu omzuma vurması ile başımı Ceyda’ya doğru çevirdim. Elindeki telefondan evin fotoğraflarına bakarken sırıtıyordu.
Gözlerimi belertip başımı tekrardan cama doğru çevirdiğimde dudaklarıma yerleşen tebessüme engel olamadım. İyi, en azından geliyordu. Kulağıma taktığım kulaklıktan rastgele bir şarkı açıp geçip giden yolu izlemeye başladım.
Erken bir saatte yola çıkmamıza rağmen öğleden sonra varacağımız. Saklı Cennet dedikleri kamp alanına anca gelebilmiştik. Şehirden çok uzakta dağlık bir alana gelmiştik.
Ceyda’nın eğer romantiklik anlayışı, ıssız, tek tük yapıların olduğu bir yer ise benim romantiklik anlayışım ile hiç uyuşmuyordu. Evler kardan zor bela görünürken araları çok fazla açıktı. Her alana özel bir mahremiyet oluşturmak için evler uzak yapılmış aralarına küçük çitler ile örülmüş olsa da onların üzerini de karlar ile örtülmüş bir parçası görünüyordu.
Önden ilerleyen tabiri caizse kabileye katıldım. Bir yapının önünde durmaları ile valizimi yanıma doğru çektim. Ayakta dikilirken içeriden bir kadın çıkarak karşımızda dikilip konuşmaya başladı.
“Evet arkadaşlar, konaklayacağınız yer burası. İkişerli bir şekilde arkadaşlarınızı seçin. Sonra sizin için belirli olan eve eşyalarınızı yerleştirip tatilin tadını çıkartabilirsiniz.” diye ön tarafta konuşan rehber olduğunu düşündüğüm kadın ile Ceyda’ya doğru baktım.
“Beraber kalalım mı?” diye sorduğumda koluma girdi. “Tabi ki yabancı insanlarla aynı evde kalamam.” dediğinde gülümsedim.
Kuraya göre isimlerimiz yazılıp evler için seçilen anahtarı aldığımda 009 yazısı ile karşımdaki ilk evin numarasına baktım. 001 sağıma doğru baktığımda çoğu kişi karşılıklı evlere doğru çoktan yürümeye başlamıştı. Yağan kar tanelerine bakarken elimi alnıma yerleştirip ileriye doğru bakmaya çalıştım. Üzerimize yoğun bir şekilde kar taneleri dökülüyordu. hem yağan kardan hem de uzak olan alanı göremeyip Ceyda’ya doğru baktım.
“Ceyda sanırım bizim ev bayağı bir uzakta.” Kardan görünmeyen ileriye kısık gözlerle baksam da görüşümüz kısıtlıydı.
“Hadi ya, desene, Barbie kişiliğimizden harbi kişiliğimize geçip, valizleri taşıyacağız.” diye hayıflanması ile kahkaha attım.
“Evet, harbi kız olacağız, hadi gidelim.” diyerek valizimin kulpunu kavradım.
Diğer elimden anahtar düşmesin diye fermuarlı cebime anahtarı koyup karda ilerlemeye başladık. Ayağım her adımımdan karın içine gömülüyor gacur gucur sesler ile beni gülümsetiyordu.
Ne kadar gideceğimiz yer uzak olsa da şu an karda yürümek ayrı bir zevk veriyordu. Etrafta sesler tek tüktü o da bizim gruptan geliyordu. Onun dışında temiz havayı içime çekerken karda zor bela yürümeye çalıştık. Şimdiden burnumun ucunda soğukluk hissederken kirpiklerime kar tanelerinin dokunuşu ile ıslanıyordu.
Biraz daha karın içinde cebelleştikten sonra nihayet 009 numaralı bize ayrılan evin önüne gelmeyi başarmıştık. Mesafe o kadar uzaktı ki buraya gelene kadar tabi bir de karda yürümemiz zor olduğundan soğuktan her tarafım kar tutmuştu.
Nefes nefese elimi valizden çektiğimde, valiz karın biraz az olan yerine gelmiş olmalı ki yana tarafa doğru devrilmesi bir oldu. Valizim resmen yüzüme baka baka işte gidiyorum beni bekleme kaptan dercesine ağır çekimde kara yıkılmıştı.
Yakalamaya bile uğraşmadım. Bacaklarımda derman kalmayınca devrilen valizin üzerine oturdum.
“Ayy ben bittim.” diyen Ceyda’da bana katılıp çoktan valizinin üstüne otururken nefesimi düzenlemeye çalışarak başımı salladım.
“Bende, ne kadar uzakmış, romantik Ceyda.” sırıtıp derin bir nefes alırken Ceyda, valizinin üstüne uzandı. Bacakları dışarıda sırtı valizin üstünde kalırken yağan kar hep yüzüne doğru geliyordu.
O sırada ellerimi birbirine sürtüp avuç içlerime nefesimi vererek ısıtmaya çalıştım. Şu an ellerimi soğuktan hissedemezken akan burnum da bana hiç yardımcı olmuyordu.
“Hiç deme, ben-ben bu kadar uzak olduğunu bilmiyordum. Resmen kamptan sınır dışıyız.” dediğinde sırıttım.
Beyaz tenim soğuktan kızarırken ellerimi ayırıp “Hadi daha fazla üşümeden içeri girelim, kar daha fazla yağmaya başladı.” diyerek valizimin üzerinden kalktım.
Güç bela merdivenlerden çıkıp evin kapısını açarak içeri girmemiz ile yüzüme yansıyan sıcak buhar gevşememi sağladı.
Üzerimizi kapının önünde silkip valizimize de kardan arındırdıktan sonra nihayet içeri girebilmiştik. Botlarımı güç bela ayaklarımdan çıkartıp sicak ahşap parkeye bastım.
“Şömineyi yakmışlar.” dediğinde sıcaklığın kaynağına doğru baktım. “Evet, içerisi demek ki bu yüzden bu kadar sıcak.” diyerek üzerimdeki ıslanmış montumu çıkarıp elime aldım.
“Eşyaları koyup bir kahve içer miyiz?” diye sordum. Şömine, ortamı çok güzel ısıtırken kahve çok iyi gelecekti.
“Olur.” dediğinde ayrı odaların olduğu bir kapıyı açıp içeri girdim.
Tek kişilik bir oda olarak ayarlansa da yatak ortalama bir tek kişilikten, daha büyüktü. Valizimi yerde açarak içinden eşyaları tek tek dolaba yerleştirdim. Ellerimi birbirine sürterken bir elim ile yanağımı yokladım.
Yanaklarım hala soğuktu, ayağımdaki botları dışarda çıkardığımızdan ince çoraplarımı da çıkartıp yerine bir tane kalın bir çorap giydim. Altıma giydiğim kalın siyah taytım ile çok tatlı olmuştu. Krem yünlü kazağımda çoraplarım ile takım olurken bu şekilde üşümeyeceğime kanaat getirip telefonumu da alıp odadan çıktım.
Ceyda çoktan mutfağa geçmişken telefonumu odada bırakıp Amerikan mutfağa doğru ilerledim. Dağ evinin içi çok güzel dizayn edilmişti. Kahverengi L bir koltuk, onun deseninde ahşap bir yemek masası ve ona uygun beyaz tuğlalar ile örülü bir şömine vardı. Evin içindeki çoğu eşya ise ahşaptandı. Tek kalınmayacak kadar ürkütücü ama bir o kadarda kafa dinlenmelik bir yer olarak ayarlanmıştı. Patronum bu harcamaları yapsa da artık olmayacak patronum etrafta yoktu. Ceyda gelecek demişti ama ne bir mesajı vardı ne de bir araması. Acaba ben mi arasaydım evet neden olmasındı?
Yönümü mutfağın girişinden koltuğun üzerine koyduğum telefonuma çevirdim.
“Ceyda kar durunca dışarıya çıkalım mı?” diye sorarken rehbere girdim. Adının üstüne geldiğimde kar tanesi sembolü ile karşılaşıp gülümsedim. Adını değiştirmiş kar tanesi sembolü koymuştum.
“Olur hatta birazdan çıkabiliriz.” diye seslendiğinde “Ben iki dakikaya geliyorum,” diyerek telefonumu gösterip odamın içine girdim. Çalan telefonu kulağıma götürdüğümde ardımdan kapıyı usulca kapattım. Umarım açardı, iki parmağım ile alt dudağımı sıkmayı bırakıp pencerenin yanına doğru ilerledim.
Arka taraf alabildiğine ormana bakıyordu. Mekan çok güzel olsa da soğuk bir hissiyat ile titreyince, pencereden çekilip yatağımın üzerine oturdum. telefon hala çalmaya devam ederken aniden “Bal” diye Ali Asaf’ın sesi ile yatağımda hızlıca dikeldim, açmıştı. “Ali Asaf.” diye mırıldanırken gülüşü kulağıma doldu.
“Bakıyorum, özlendim.” dediğinde gülsem de genzimi temizleyip dediğine cevap vermeyip “Neredesin…yani hesap sormak gibi değil, Ceyda merak etti de ondan.” dedim önünü alamadığım çenemin azizliği ile.
“Ceyda, neden?” diye gülerek sorduğu sorusu ile bir o yana bir bu yana odada dolanmaya başladım.”
“Şeyden…” yutkundum. “Geç kaldın. Evet ondan, sormamı istedi.” dedim panikle. elimle alnıma vurdum benim arada gelen ve hiç gitmeyen paniğim ile kalsam da zor toparladım.
Ama bunu yemedi, her zamanki gibi.
İçimi sıcacık eden bir gülümse, kulağımın içinde festival havası gibi dolanırken dudaklarımda yer edinen gülümsemenin farkında değildim.
“Anlaşıldı, söyle o meraklı sincaba yoldayım, beş dakikaya yanında olurum meraklanmasın.” dediğinde sözlerinin bana olduğunu biliyordum.
“Tamam söylerim.” diye mırıldanıp telefonu kapatarak kulağımdan çektiğimde sırıtarak odadan çıktım. Mutfağa artık gönül rahatlığı ile girerken iki elinde fincanla bana bakan Ceyda’nın yanına gidip fincanları ellerinden aldım. Yüzüme şaşkın gözlerle bakarken koltuğa doğru kahveleri dökmemeye çalışarak ilerlemeye başladım.
“Hey, daha demin durgun olan arkadaşımın yerini alan bu kız kim, doğru söyle ne yaptın Alisya’ya.” demesi ile sırıtmam gülümsemeye evrildi.
Fincanları sehpanın üzerine bırakıp koltuğa oturduğumda saklayamadığım bir heyecan ile dudaklarımı araladım. “Ali geliyormuş,” dediğimde yanıma oturup fincanını kavradı.
“Demek yüzündeki bu güzel gülümsemenin sahibi o.” demesi ile dudaklarımdaki kıvrım duraksadı. “Sırıtıyorum, değil mi? Çok mu belli ediyorum.” diye boş bulunup sormam ile bu halime sıcak bir gülümseme ile karşılık verdi.
“Fazlasıyla ama çok güzel görünüyorsun, hep gülümse canım, sana gülmek çok yakışıyor.” dediğinde yüzüme tekrar bir tebessüm konup fincanımı elime aldım.
“Ali geldiğine göre benimki de geliyordur.” dedi sorgulu bir yüz ifadesi ile.
“Oğuzhan Bey de mi geliyor?”
“Bırak beyi, Oğuzhan de. O takılmaz böyle şeylere. Eee ne zaman geliyorlarmış?” diye heyecanlı sesi ile konuştum.
“Beş dakikaya buradalarmış.” diyerek kahveden bir yudum aldım. “Eline sağlık çok güzel olmuş bu arada kahve.” En azından kahve ile dışarıda bir nebze olsun üşümemeyi umut ediyordum.
“Afiyet olsun canım. O zaman kahveleri içelim o meşhur yolumuzu yürüyüp bir yemekte yeriz.”
“Olur.” Malum uzaklık olarak biraz yürümemiz gerekse de yemek için alana gitmemiz gerekiyordu. Huzurla kahvemden bir yudum daha sıcaklığı boğazımdan akıp giderken başımı yumuşak koltuğun başına yaslayıp boydan aydan dışarıya baktım. Kar taneleri yağmaya devam ederken yerde bir katman daha yükseliyordu.
Kahvelerimizi içip biraz vakit geçtikten sonra fincanları yıkayıp üzerimizi kalınca kıyafetler ile sardım. En önemli aracımı, şapkamı unutmuştum. Saçlarımı salık bir şekilde montumun içinden çıkartırken montumun şapkası ile kendimi üşümekten korumayı planlıyordum. Dün o kadar kontrol etmeme rağmen şapka almak gözümden kaçmış olmalıydı. Yapacak bir şey yoktu. Montumun fermuarını çekip, eldivenlerimi ellerime geçirdiğimde Ceyda’nın ardından bende dışarıya çıktım.
Soğuk havanın yüzüme çarpan beyazlığı ile adımımı dışarı atmam ile başımı yukarıya doğru kaldırdım. “Çok güzel yağıyor.” Lapa lapa yağan kar ile elimi uzatıp avuç içlerime dolan karlara doğru baktım. Şehre yağan kar böyle değildi. Buradan kat be kat daha azdı.
Elim indirip Ceyda’nın yanına doğru geldiğimde “Gelmişler bizi alanda bekliyorlarmış, hadi gidelim.” demesi ile evin merdivenlerinden dikkatlice inmeye başladık.
Uzun uğraşlar ile yürüyüp geniş alana geldiğimizden içeriden çıkan Ali ve Oğuzhan Bey ile karşılaştık.
“Aşkım.” diyen C eyda, Oğuzhan beye sarılırken Ali de yanıma doğru geldi.
bakışları saçlarıma takıldığında çatılan kaşları ile yüzüme doğru indi. “Merhaba.” dedim ılık bir sesle.
“Şapkanı neden takmadın?” diyerek yağan kar tanelerini saçlarımdan ayıklarken birkaç şirketten kızların bakışları ile bakışlarımı yere doğru indirdim. “Unutmuşum.” dediğimde içeriye doğru giden kızların bakışlarını yakalasam da Ali’ye doğru baktım.
Elleri saçlarımdan bir masal esintisi gibi usulca çekilirken başına taktığı siyah bereye gitti. hızlıca başından çekip çıkarması ile montumun şapkasını indirdi. Ne yapacak diye beklerken başıma kendi beresini takması bir oldu.
“Sen? Bu seferde sen üşüyeceksin.” desem de saçlarımın bir tutamını kulağımın arkasından berenin içine yerleştirirken soruma başka türlü cevap verdi.
“Çok çabuk üşüyorsun, hasta olursan okuluna gidemezsin. Ben, iyi bir patronum üşümeni istemem…” dediğinde sanırım stajımın bittiği aklına gelmiş olmalı ki “artık patronun olmasam da, üşüme.” diyerek elleri başıma taktığı bereyi biraz alnımdan geriye doğru çekti. Elleri ağır çekimde yanaklarımdan boynuma dolanan saçları kenar doğru çekip ellerini üzerimden çekerken gözlerine doğru baktım.
“İşte oldu, şimdi elalarını görebiliyorum.” diyerek bana güzel bir gülümseme bahşederken tebessümüm büyüdü.
“Hadi gidelim o zaman, biraz etrafı gezeriz. Alisya sizde gelin.” diyen Ceyda ile kendimize gelip ileride bize bakan çifte döndüm.
“Nereye?”
“Biz biraz gezelim diyoruz sizde gelin.”
“Olur gidelim.” diyen Ali Asaf ile yağan kar biraz durulurken Ceydagilin arkasına takıldık. Burnuma tarçın kokusu dolarken tebessümüm eksilmiyordu.
Yanımda yürüyen Ali Asaf’a baktım.
Tarçın kokulu adam.
Ali Asaf.
İçimde mum ışığında bir karavan ilerliyordu bende ona uydum. En sevdiğim mevsim, sıcacıktım ve yanımda Ali Asaf vardı. İçimde hiçbir boşluk yoktu, sanki bütün köşelerim dolmuş beni içinde hapsetmişti.
Ceyda ve Oğuzhan bey ile biraz daha aramız açılırken bakışlarımı etrafımda gezdirdim, sıkılmıştım. Yere eğilip kar topu savaşı yapsak diye içimde savaşıyordum. Ayakkabının uçlarını karlara doğru itelerken tekrardan Ali Asaf’a baktım. Oynar mıydı acaba, yoksa çocukça mı bulurdu bu isteğimi? Hoş çocukça bir istekti. Biraz benden ileriye doğru yürümesi ile adımlarım durdu.
Birkaç adım atmasa da adımları ben gelmiyorum diye durması ile erken fark edilmem bir oldu. Aklıma koymuştum bir kere.
Hızlıca yere doğru eğilip bir kar topu yapmaya çalıştım. Soğuk dudaklarımı ıslattığımda çarpan rüzgar ile daha da serinlerken yerden aldığım kar topu ile ayağa kalkarken elimi havaya doğru kaldırıp elimdeki kar topunu ileriye doğru fırlattım.
Sırtının biraz üstüne omzuna doğru gelmişti.
Arkası hala bana dönükken yerden bir tane daha kar topu yapıp ayağa kalktığımda arkasını dönmesi bir oldu.
Şaşkın bir şekilde bir bana bir elimdeki kara bakarken gülerek tekrar fırlattım. “Demek savaş istiyorsun.” derken kısılan yeşilleri ile başımı salladım.
Gülerek bir kara topu daha attığımda yere eğilmesi ile arkamı dönüp koşmaya başladım. Kaçışımı görse de acele etmedi. Bir adımı benim iki adımım olduğunda bana avans veriyordu.
“Kaçma bal, bu bir emirdir.” dese de gülerek koşmaya devam ettim.
Şen kahkahalarım etrafta dolaşırken yanımdan bir kar topu geçti. “Yavaş koş, düşeceksin şimdi.” diyen sesinin ardından ayağım takılsa da devam ettiğimde zihnime benim dışımda kahkahalar dolunca adımlarım duraksadı.
Bu sesler iki küçük çocuğun sesiydi. Zihnimdeki çocuğun “Kaçma, dikkat et.” demesi ile omzuma bir kar topu gelmesi ile gülerek Ali Asaf’a doğru döndüm. Adımlarım yavaşlamış, artık koşmazken nefes nefese olduğum yerde duraksadım.
Duymuştum, gözümün önüne gelen yeni bir anı ile gülümsemem dudaklarımdan taşarken Ali Asaf’a doğru baktım. O an zihnimde canlanırken gözlerimin kenarları kısıldı. Yine böyle anılarımda karda koşuyor oyun oynuyordum.
Ben durunca oda karşımda neden durduğuma bakarken “Ne oldu?” diye sorup, bakışları sanki bir şey oldu mu diye üzerimde gezinirken en son yeşilleri, gözlerimde durdu.
Anı gözlerimin önünden giderken heyecanla dudaklarımı araladım. “Bir daha yapalım, lütfen bir daha. Ben sana kar topu atayım, sen de bana at lütfen.” dedim hızlıca ve merakla. Zihnimdeki şen kahkahaları tekrar duymak istiyordum. Demek küçüklüğümde de oynamıştım, zihnime dolan görüntüyü tekrar duymak için kalbim çarptı.
Bu dediklerime sırıtırken, benden fırsattan istifade yere eğilip bir kar topu yaparak dikeldim.
Bu heyecanımı oyuna yorsa da o anının tekrar gözlerimin önüne gelmesini bekliyordum.
“Demek canın oyun istiyor, peki oynayalım.” diyerek etrafı gösterdi. “Kaç bakalım benden ne kadar uzağa kaçabileceksin? Sana avans da veriyorum. Eğer beni vurursan ve…” dediğinde yüzüne doğru bir kar topu attım. Elimin hizasını hiç böyle ayarlamamışken yüzünün ortasında kar topu dağılması bir oldu.
Hiçbir şekilde yüzüne isabet edeceğini düşünmezken kar topunun dağılması ile beni bir gülme aldı. Sanki o an zaman durdu. Şen kahkalarım etrafta yayılırken eli ile yüzünü silmesi bir oldu.
“Ö-zür di-lerim ahahah.” diyerek gülüp karnımı tuttum. Ne kadar cümleleri bir araya toplamaya çalışsam da kahkaham buna izin vermiyordu. Hiç beklemediği bir şekilde yüzüne kar topu atmıştım. Yüzüne doğru gelmeyeceğini düşünmüş olmalı ki yüzündeki şaşkınlık beni daha da güldürdü.
“Üzgünüm ama çok komik.” diyerek dudaklarım birbirine kenetleyip sıkarken tutamayıp bir kahkaha daha dudaklarımın arasından kaçtı. Gülmelerimi tutamıyordum.
Kar topu yüzüne düştüğünde şaşkınlığı gözlerine yansımış, sanki bunu benim atmış olmama ihtimal vermemiş olmalı ki, adama kal gelmişti.
Yüzüne karşı bakıp gülerken hiç ses etmemiş, benim kahkahalarımın bitmesini beklerken o sırada elimi gülmekten ağrıyan karnıma doğru götürdüm.
Nihayet gülmelerimi durdururken bana doğru sessizce birkaç adım atması ile çığlık atıp arkamı dönerek kaçmaya başladım.
Oda ardımdan peşimde koşmaya başladı.
“Kaçma, gel buraya! Sen patronunu nasıl taşlarsın. Küçük sincap kaçma! Şimdi yakalayacağım seni.” dese de ardıma bakmadım, karlarda bata çıka koşmaya devam ettim. Beni yakaladığında kesin karla banyo yapardım.
“Ama sen dedin at diye.” diye arkama doğru seslendiğimde sesi çok yakından geliyordu. Elim ile gözümün önüne gelen beresini bir kez daha düzeltip önümü görmemi sağlarken, karın soğuk yüzeyinde biraz daha koştum. Ayaklarım üşümüştü ama kendimi durduramıyordum.
“Göstereceğim sana atmayı, şuna bak karda nasıl da tavşan gibi sekiyor. Gel buraya!” dediğinde sesinin daha da yakından gelmesi ile arkama bakmak gibi bir hata yaptım.
“Ahh!” Ayağım yerde bir şeye çarpınca kolumdan tutup bedenine doğru çekmesi bir oldu. Göğsünde yer edinirken nefes nefese kaldım. Gövdesinden başımı kaldırıp gözlerine baktığımda ben gülüyordum ama olacaklardan habersizdim.
“Tuttum seni.” dedi oda benimle beraber nefes nefese. Yüzüme karşı hınzırca gülünce bir kara, bir bana doğru baktığında gülüşümü hemen kesip başımı iki yana salladım. “Yapma, bak ha...” sözümü bitirmeden belime doladığı eli ile tümsekli yerden aşağıya doğru bir aşağı bir yukarı dolanmamız bir oldu. Yan bir şekilde karda yuvarlanmamız ile karlara bata çıka yuvarlanıyorduk. Gözlerimi kapatıp gövdesinde saklanırken bacaklarımız birbirine dolandı.
Bir düzlüğe doğru geldiğimizde gövdemdeki sıkı sıkı tuttuğu kollarına sarıldım.
Durmamız ile nefes nefese yüzüne baktım.
Ben altta o üstte yüzüne bakarken üstümüz başımız hep karla kaplanmıştı. Elleri sıkı sıkı belimin kenarlarından tutarken yüzüne doğru baktığımda gövdesi gövdeme çarptı.
“Ya ne yapıyorsun, dondum üstümüz başımız hep kar oldu.” derken bir donuk yüzünden bir gülme sesi ile sesim kesilirken, Ali Asaf’ın güldüğünü hatta kahkahasını duydum. Gözleri kısılmış gülerken yüzüne bakan gözlerimin kenarları kısıldı.
Eğleniyordu, benimleyken gerçekten eğleniyordu ve mutluydu.
Neşeli kahkahası beni de gülümsetirken her tarafımız üşüse de şu an çok mutluydum. Bana acımıyordu, acısa bu kadar güzel gülmezdi. Bana acımıyordu, acımasındı.
Yüzüme yansıyan bir sersemlikle yüzüne doğru baktığımda orman yeşilleri kısılmış o çok sevdiğim çenesinin kenarındaki gamzesi görünüyordu. Gülerken bilmiyordu ama çenesine doğru giden bir çukur o hep gülerken ortaya çıkıyordu.
Ve ben o çukuru görmek için işte o an, onu hep mutlu etmek istedim. Gülümsemesi yüzüme bakarken yerini sırıtmaya aldığında bir anda belimden daha da yakın olmamızı sağladı.
“Eee ne diyorduk en son.” derken keskin sesi ile anlık bakışlarım dudaklarına inse de hemen bakışlarımı yukarıya doğru kaldırdım. Burnu kızarmıştı ve bende soğuktan burnumu hissetmesem de şu anda hiç üşümüyordum. “Yakalandın küçük kuzu.” diyerek burnuma hafiften vurdu.
“Sende bu hikayedeki kurt musun?” diye gülerek konuştum. Sırtım hep kardı ama gövdem sıcacıktı.
“Ben bu hikâyenin kötü karakteri olsam da sana hep doğru yolu gösterecek olan kişiyim, küçük kuzu.” dediğinde gülmesi son bulurken yakınlığımızı fark etmem bir oldu.
Aramızda bir nefeslik bir mesafe vardı. Nefesini sus çizgime çarptığında dudaklarımı ıslatmak gibi bir hata yaptım. Bakışları bu hareketim ile dudaklarıma indiğinde belimdeki elinin sıkılaştığını ve gövdeme yükü binmesi bir oldu.
Bir kuş kadar nefes aldığımda yaklaşan gözlerinde kendi yansımam ile dehşete düştüm.
Ben gülümsüyordum.
Yakınımıza bir kar topu gelmesi ile Ali Asaf elini başımın kenarına koyması bir oldu. Başım hızla güvenli alanı bildiğim göğsüne yerleşirken, bir kar tapu daha geldi. Neler oluyordu bilmiyordum ama şaşkınlık içinde ellerimi gövdesinde tuttum. Kar toplarını kimin attığına bakmak için başımı bulduğum bir boşluktan çıkarıp bakarken Oğuzhan bey ve Ceyda’yı gördüm. Art arda gelen kar topları ile gülmem hiç durmadı.
karda ıslandığımız yetmezmiş gibi birde şu an düşman hattında gibi karlar üzerimize yağıyordu.
“Lan lan atmayın! Üzerimize geliyor, lan oğuz!” dediğinde bir kartopu daha sırtına yedi.
O an gövdesinden beni sakladığı küçük dünyasından ona doğru baktım.
“Görüyor musun, bir de dost olacak, hep sırtıma çalışıyor.” dediğinde bir gülme geldi.
“Gülsen gül…” dediğinde tekrar sırtına bir kartopu daha yedi.
Bakışları anlık gülüşümde takıldı. “En çok sen gül, gülmek yakışıyor.” dediğinde başımı gövdesinden kurtarıp gözlerine baktım. Bakışları gülüşümde saklı bir cennet kuşu gibi hareketliydi. Bir kar topu yakınıma gelince eli yüzümü kavrayıp karın gelmesini engelledi.
Sıcak avucu yanağımda yer ettiğinde çarpan kalbim ile ona odaklandım. Umarım kalbimin vuruşlarını duymuyordu. Göğsü gövdemdeki temasını kesmezken çok yakındık.
Hiçbir şey düşünemeyecek kadar gözlerinde kendimi görüyordum. Bu hiç normal değildi.
“Saklanmaya devam mı edeceksiniz yoksa karşılık verecek misiniz?” diye ileriden seslenen Oğuzhan Bey ile alnı usulca alnıma çarptı. “Oğuz bittin oğlum sen!” sert sesi yakınlığı ve nefesi ile birlikte yüzüme çarptığında sersemledim.
Derin bir nefes alıp başını çekmesi ile kuruyan dudaklarımı ıslattım. Bana tanıdığı alan ile aldığım kısık kısık nefeslerin yerini daha derin bir nefes aldı.
“Şimdi kötü kurt nasıl olurmuş onlara göstereceğim, bana yardım eder misin, küçük kuzum.” dediğinde üzerimden kalkıp elini bana doğru uzattı. Bir uzattığı eline bir yüzüne doğru bakarken gözlerim kısıldı.
“Memnuniyetle.” diyerek uzattığı eline hiç düşünmeden elimi yerleştirdim. Bir hızla beni uzandığım yerden kaldırırken ayağa kalktığımda burun buruna geldik. Ellerim düşmemek için omuzlarına tutundu. Kaşlarını gözlerine indirmiş bakışlarını kısmış olsa da kirpiklerinin arasından yeşilleri görünüyordu.
“İşaret verdiğimde sen Ceyda’yı al, Oğuz zaten bende. Onu kimse benden alamaz. Onu kara gömeceğim!” dediğinde başımı salladım. Çok ciddiye almıştı. Sert çıkan sesi ile gülemezken de kendimi sıktım. Ona doğru bakarken komutunu bekledim.
Kalbim kıpırdadı, heyecanlanmıştım. Emir vermeyeli çok uzun zaman olmuştu.
“Şimdi.” diyerek eğilmesi ile bende gülerek eğilip bir kar topu yapmaya çalıştım.
Çok güzel bir andı, kar topu oynamak. Ceyda’ya bir tane yaptığım kardan atınca sağa doğru kaçtı. Onun attığı kardan benden kaçıp tekrar bir tane daha attığımda tekrar kaçtı.
“Yaa kaçma.” diye gülerek bir tane daha attım. Şu an o kadar mutluydum ki mutluluktan ağlamama ramak vardı. Mutluluktan ağlamak böyle bir şey miydi?
Kar topu üzerime doğru geline aniden Ali’nin sırtına saklanmam bir oldu. Bir kar topu gelince Ali’ye tutunup sırtına iyice sokuldum. “Bal, şu an açık hedefim güzelim.” dediğinde nefes nefese montunun kenarlarından tutunup bir kar topunu Ceyda’ya doğru attım.
“Koru beni.” dedim anın verdiği heyecanla.
“Sen böyle dersen kardan adam olsam da koymaz, atın lan!” dediğinde ellerimi sırtından çektim. “Yok. öyle olursa, üşürsün.” diyerek yere eğilip bir tane kar topu yaptım. Cam gibi parıldayan yeşillerine baktım. “Savaşalım.” dedim gülerek.
Söylediklerim ile yüzüme bakarken dudağı yukarı doğru kıvrıldı. “Savaşalım.” yüzünde gülüşleri eksik olmazken bana da bulaşıyor. İkimizde kar toplarını yapıp karşıya baktık.
Ceyda, bizim durmamızın faydalanarak Oğuzhan Bey ile konuşurlarken fırsattan istifade ikisine attığımız kar topları ile geriye doğru kaçtılar. Beklenmedik hamlemiz ile Oğuzhan Bey sinirle atılan topların yerini çabucak buldu.
“Nasıl oluyormuş bölünmek.” diye Oğuzhan Beye doğru seslenip gülen Ali Asaf baktım.
O sırada gelen kar topundan kaçamadan, önüme geçen Ali Asaf’ın sırtına karın inmesi bir oldu. Göz kırpıp arkasını dönerek koşmaya başladı.
“Lan Oğuz kaçma lan! Seni karda gezdireceğim gel çok eğleneceğiz.” dediğinde sesinin giderek uzaklaşması ile bu anda kalmak için olağanca zihnime kaydettim.
En son Ali Asaf ile Oğuzhan Bey bir yerde sanki güreşir gibi birbirleri ile uğraşırlarken gördüğümde, Ali’nin attığı kar ile gülerek Ceyda’ya doğru baktım.
İkimizde yerde boğuşanlara baksakta yanıma gelip koluma girdi. “Ne halleri varsa görsünler, gel biz sıcak bir şeyler içelim.” dediğinde gülerek ilerlemeye başladım.
“Olur içelim.”
Omzunu omzuma çarptı. “Hem şu yakın anlarını belki bana anlatırsın.” diye göz kırpması ile kızaran yanaklarım ile bakışlarımı kaçırdım. Şaşkınlık ile soludu.
“Yaa siz oldunuz mu yoksaa.” diye konuşan heyecanlı sesi ile sesim içime kaçtı.
“Bilmiyorum.” diye mırıldandığımda bakışlarım ardımızda kalan Ali Asaf’a kaydı. “Gel hemen anlatıyorsun, hemen.” diyerek kolumdan çekiştirip tesise doğru ilerletmesi ile önüme bakıp yürümeye başladım.
Hava çoktan günü batırırken karnımızın acıkması ile önce yemeklerimizi alıp bizim için ayrılan masada yerimizi aldık. Burayı sadece şirket çalışanları olarak kapatıldığı için sadece bizim ekip vardı.
Yemek tabletini ellerimde taşırken sanki bazı bakışların hedefi olduğumu hissederek omzumdan yan tarafıma doğru baktığımda üç kadının bize doğru baktığını gördüm. Aldırış etmeden yanlarından geçip bir iki sıra ilerisinde bir yere oturduk.
Ceyda da karşıma geçtiğinde karnımın aksiyondan acıkması ile sıcak çorbadan bir yudum aldım.
“Hadi anlat nasıl oldu?” diye sorduğunda yanımızda şiddetli bir gülme gelince bakışlarım usulca yanımıza doğru kaydı. İçlerinden bir kız dik dik bakıyordu.
“Sanırım komik ama biraz fazla sesliler.” diye kısık sesi ile konuşunca “Boşver.” diyerek bir yudum daha aldım. Sanırım sohbetleri fazla koyu olduğundan neşeliydiler.
“Neyse sen anlat, merak ediyorum.”
“Aslında bir şey yok gibi ama var gibi de.” dedim kaşığımı tabağın kenarına bırakıp.
“Nasıl yani?” diye sorusu ile yine yanımızdaki konuşmalar ile duraksayıp o tarafa doğru baktım. Yine aynı kız doğrudan bana bakıyordu. Arkama doğru baktığımda benden başka kimse yoktu. Bakışlarımı çekecekken Ceyda’nın kızlara doğru seslenmesi bir oldu.
“Ne oldu bir sorun mu var, neden dik dik bakıyorsunuz?” diyen Ceyda ile koluna dokundum.
“Yok bir şey.” diyen kumral kızın bu sefer kısık bir sesle bize doğru bakıp konuşması ile kaşlarım çatıldı. Neydi bu ilk okul muamelesi. Kıza ne dediyse gülerek sohbetlerine devam etseler de sanki bizden konuşuyorlardı ya da ben fazla abartıyordum. Kızları ilk defa burada görmüştüm belki şirkette karşılaşmıştık ama onları tanımama rağmen bakışlarında bir çekememezlik vardı.
“Yok bir şeye göre fazla iştahlı gülüyorsunuz kızlar, bir sorun mu var?” diye soran Ceyda ile kızların bakışları bize döndü.
“Evet var ama seninle ilgili değil.” diyen kumral kızın bakışları Ceyda’dan bana doğru çevrildi.
Benimle bir sorunu vardı. İyi de neden? “Benimle mi, ben sizi tanımıyorum bile. Benimle ne gibi bir sorununuz oldu anlamadım.” dedim anlamlandıramayarak.
“Gerek yok tatlım senin bizi tanımana. Maşallah, herkesle,” derken sesini yükseltip devam etti. “gönül eğlendirdiğin için tanınıyorsun.” demesi ile kaşlarımın çatılması bir oldu.
“Ne diyorsunuz siz kendinize gelin.” diyen Ceyda ile etraftaki birkaç kişinin daha bize bakması ile gerildim. Üzerimde fazla göz vardı ve konuyu anlamadıkça daha da geriliyordum.
“Bizlik bir sorun yok ama bir gün Bahadır Beyle, hoş onunla çıkan zavallı kızı da seninle aldatmış ama şimdide Ali Bey’le, olacak iş değil. Büyük marifet.” diye yükselerek insanların odak noktası olduk. “Sanırım siz zenginlerde böyle işler.” demesi ile masanın karşısında Ceyda kalkacakken hızla kolunu tuttum.
“Ceyda sakın boşver lütfen.” diye kolundan elimi çekip bize bakan kızlara döndüm. Ellerim gerginlikten vücuduma titreşimler gönderirken dudaklarımı sakinlikle araladım. “Benim kiminle görüşüp konuştuğum sizi ilgilendirmez bu bir. Ayrıca şirkette dedikodumu yapacağınıza, siz kendi hayatınıza bakın!” dedim tane tane anlamalarını umarak.
“Bakıyoruz canım sen merak etme.” demesi ile Ceyda’ya döndüm. Şu an kendimi hiç sakin hissetmediğimden “Ceyda, ben odaya gidiyorum, doydum sen ye. Sonra gelirsin.” dedim sakin olmaya çalışarak.
“Olmaz beraber gidelim, bende sinir oldum saçma sapan konuşuyorlar.” diyerek toparlanmaya çalışırken engel oldum.
“Yok sen kal, ben biraz dinleneceğim, lütfen kal.” dediğimde bakışları sinirle kızları buldu. Daha yemeğine bile dokunmamıştı, aç kalmasını istemiyordum. “Birazdan yanına geleceğim.” dediğinde başımı salladım.
Bakışlarım hala bu tarafa ara ara bakan kızlara kaysa da yerimden kalktım. Ceyda’yı bile çileden çıkartırcasına sözlerine daha fazla laf söylemeyecektim. Çünkü ne kadar konuşursam konuşayım ne bana inanacaklardı ne de anlayacaklardı. Montumu ve beremi alarak masadan ayrıldım.
İçerideki insanların yabancı bakışları ile karşılaşsam da aldırmayıp dışarıya çıktım. kapıdan çıkarken çıkan şangırtı sesi ile kapıyı ardımdan kapattım.
Soğuk hava yüzüme çarpınca başıma Ali Asaf’ın verdiği bereyi hızlıca geçirip montumu da giyerek fermuarını boynuma kadar çektim. Soğuk ayaza çekmiş etrafta sis oluşmuştu. Evin olduğu yer hiçbir şekilde görünmüyordu.
Gidip gitmemek arasında kalsam da bir daha içeri girip o kızların yüzünü görmek istemediğimden tesisin basamaklarını inip, yürümeye başladım. Biraz yürüdükten sonra eve ulaşırdım. Havanın kararması da hiç yardımcı olmazken ellerimi montumun içine sokup yürümeye başladım.
….
Arkadaşlar bölümün devamı yoğunluktan yetişmedi ama birkaç güne güne part ikiyi yüklerim. Şimdilik hoşçakalın. Beni Instagram ve Kitappadden takip etmeyi unutmayın duyuruları oradan paylaşıyorum. Şimdilik görüşürüz.
Hoşçakalınnnnn.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |