
Mum ışığındaki titrek ateşim, yan! Yan ki etrafındaki ışığın farkına var. Sen ışıksın, sen aydınlıksın, farkına var. Benim minik, mum ışığındaki titrek umudum, yan!
…Bilinmezlik kervanındaki bir zaman dilimi.
…
Bölüm içi şarkılar:
. Mabel Matiz - Kömür (Official Lyric Video).
20. BÖLÜM FİLİZLENEN BİR ÇİFT UMUT PART İKİ
…
Adımlarım karlara bata çıka yürürken bir yandan da neden içeride kızlara konuşmadım diye kendime sinirleniyordum. Kar fırtınası gibi yüzüme çarpan rüzgârdan korunmak için arkamı dönerek çarpan soğuğu kesmeye çalıştım. Rüzgâr yerdeki karları süpürürken bir adım daha attım. Buradan gittiğimizde ilk işim o Bahadır’ı aramak olacaktı. Sevgilim diyerek hem benim hem kendi başını yakmıştı. Dizlerime kadar gelen kara ayağım batınca var gücümle kendimi destekleyip yürümeye devam ettim. O tesisten çıkmayacaktım.
Ama hata ettiğimi geç fark edecektim.
Ali Asaf ARIKAN
Tesisten içeri girdiğimde gözlerim tek bir kişiyi aradı. İçeride göz gezdirdiğimde ne bir pembe yanak ne de bir portakal kokusu alamayınca dik adımlar ile yürüyüp bir koltuğa geçip oturdum.
“Buyur, için ısınsın.” diye Oğuzhan’ın uzattığı kahveyi alıp sehpaya bırakırken dışarının kapısı sertçe açılması ile bakışlarım oraya döndü.
İçeri giren Ceyda, bizi görünce koşarak yanımıza gelmesi ile telaşlı yüzüne baktım. Korkarak bakan bakışları ile kaşlarım çatıldı, Alisya neredeydi?
“Alisya buraya geldi mi?” diye sorması ile oturduğum yerden kalkmam bir oldu. Ne demek Alisya buraya geldi mi?
“Seninle değil miydi?” derken çatılan kaşlarım ile elime telefonu alıp Alisya’nın numarasını tuşladım. “Açamaz,” diyerek elindeki Alisya’nın telefonunu gösterdi. “Burada unutmuş.” dediğinde sertçe yutkundum.
“Ne oldu Ceyda anlat! Nerede bu kız?” derken sinirlenmeye çalıştım. Bu karda kışta dışarda olduğunu bilmek ile sinirlerime hâkim olmama engeldi. Nereye giderdi bu soğukta?
“Evet benimleydi ama bir şey oldu ve…” diye kısılan sesi ile vakit kaybetmenin verdiği hararet ile yükseldim.
Kolunu tutup yüzüne baktım. “Ceyda çıldırtma adamı söyle! Ne oldu!”
“Dostum sakin ol, Ceyda ne oldu güzelim.” diye araya giren Oğuzhan ile bakışlarım etrafta gezinirken bir kişi dikkatimi çekti. Bakışlarım kısıldı. Sanki buraya bakıyor ama yüzünü asmış gizlenmeye çalışır hali ile kaşlarımı çatık Ceyda’nın dediklerini dinlemeye başladım.
“Biz üşüyünce buraya geldiğimizde birkaç kişi biraz abuk subuk konuştu. Alisya da dinlenmek istediği için kalkıp gitmek istedi. Neden peşinden gitmedim ki?” diye hayıflanması ile bakışlarımı Ceyda’ya çektim. “Ben eve gidiyorum diye ama üzerime kıyafet almak için eve gittiğimde yoktu. Bende buraya geldim ama...” dediğinde bakışlarım dik dik baktığım masanın köşesinde oturan üç kadını buldu.
Daha fazla duymama gerek yoktu gözlerini ısrarla kaçıranların yanlarına gitmem saniyemi almazken daralan nefesim ile elimi masaya sertçe vurdum.
“Ne dediniz, Alisya’ya!” Sinirden alnımdaki damar atarken etraftaki gözlerin üzerimde olması umurumda bile değildi, ne demiştiler de benim balım bu soğukta dışarıdaydı.
“Ali Bey.” diye konuşmaları ile çenemi sıkarken gözlerimi yerden kaldırmayan kişilere baktım.
“Bir daha sormayacağım! Ne. Dediniz. Alisya’ya!” dedim tek tek anlamaları için.
“Üzgünüz Ali Bey. Biz bir şey demedik aslında. Bizim bir suçumuz yok. Alisya kendi gitti, bir şey söylemedik.” diye hızlı konuşmaları ile doğruyu söylemeyeceklerinden vakit kaybetmek istemedim.
“Yalan söylüyorlar.” diyen Ceyda ile gözlerimi kumral kızdan çekmedim.
“Siz beni aptal mı sanıyorsunuz ha! Alisya, sizin gibi yalancı hiç değil.” masadan doğrulup elimi yüzlerine doğru kaldırdım. “Bana bakın, geldiğimde sizi burada görmeyeceğim, beni anladınız mı?!” diye giderken sinirle geriye döndüm. “Ya da dur, bir yere ayrılmayın! Alisya geldiğinde ondan teker teker özür dileyeceksiniz, beni anladınız mı? Bir yere ayrılmayın!” montumu hızlıca üzerime giyip kapıyı açtım.
“Oğuzhan, jandarmaya haber et. Ben Alisya’yı bulmaya gidiyorum.”
….
“Alisya AKMAN
“Salağım ben ya salak. Ne diye çıktım ki tesisten. Neredeydi benim bu dağ evim.” derken telefonu da almadığım için ayrı bir gerginlikle karanlık etrafa bakmaya çalıştım. Çoktan varmam gereken evin esamesi etrafta okunmuyordu bile.
Karanlıkta etrafımı zor görürken korkudan kalbim boğazımda atması da cabasıydı. Birkaç adım daha atarken karlara bata çıka ilerlemeye çalıştım. Sanki her yer aynıydı. Geçtiğim ağacı tekrar görünce duraksadım.
“Bir dakika ben kaybolmamışımdır değil mi?” dediğimde yutkunup kararan etrafa bakındım. Etraf oldukça sessizken kollarımı kendime sardım. Umarım evi bulurdum.
“Yok canım o kadar da değil-dir. Yok kaybolmadım, şurası ya da şurası mıydı evin yolu.” derken arkama doğru baktım. Korkudan titreyen dizlerimi soğuktan hissedemezken vücudumun titremesine engel olamıyordum.
“Allah’ım ya korkudan ya soğuktan donacağım.” derken soğuk nefesim buhar olup dışarıya doğru aktı. Bükülen kaşlarım ile etrafıma bakarken eldivenlerim ile tekrardan yüzümü silip önüme döndüm. Her ağaç sanki bir insan gibi dururken ara ara gelen rüzgar hiç yardımcı olmuyordu. Bakışlarım tekrardan geçtiğini düşündüğüm ağacın kolunu buldu.
Adımlarımı o tarafa yönlendirip kenarda durdum. Bir daha buradan geçmemek için eldivenlerimi çıkarıp hızlıca montumun önünü çözdüm. kazağımın içindeki gömleğimin parçasından bir parça kopardım. Bir daha buradan geçemeyecek kadar hem yorulmuş hem de çok üşüyordum. gömleğimden kopardığım parçayı alıp dalın uzanan parçasına hızlıca bağlayıp düğüm atmaya çalıştım.
Birkaç kez bağlayıp geri çekildiğimde, titreyen ellerim ile fermuarımı çekmeye çalışsam da ellerim soğuktan hem kızarmış hem de hareketleri kısalmışçasına kasılmıştı. Ellerimi birleştirip dudaklarımın hizasına getirdim. Ellerimi nefesim ile tekrardan ısıtıp montumun fermuarını çekip tekrardan yürümeye başladığımda cebimden düşen eldivenlerimin farkında bile değildim.
Ellerimi yumru şeklinde, parmak uçlarımı içe doğru kıvırıp yürümeye devam ettim.
Oturursam ağlardım bunu istemiyordum. Etrafta kimse yoktu. Yine yalnızdım ve korkuyordum. Ellerimi yine bildiğim güvende olduğumu hissettiğim şekilde kendime sardım.
“Ali Asaf, lütfen beni bulun.” derken yürümeye devam ettim. Yön duygumu rüzgâr engellerken biraz daha yürüdükten sonra tekrar etrafıma baktığımda dizlerimi kırıp yere çökmem bir oldu. Nefes nefese artık omuzlarım çökerken ellerimi dizlerime atıp başımı, üzerime yağan kara doğru çevirip var gücümle bağırdım.
“YARDIM EDİN. Burada, mahsur kaldım.” diye sonlara doğru sesim kısılırken başımı gökten çekip sağa doğru baktım. Ağacın dalına sardığım gömleğimin parçası ile bakışırken dudaklarım titredi. Hüzün yüzüme çökerken etrafıma bakınsam da kendi sesimden başka bir ses yoktu.
Bence beni fark bile etmemiş olabilirlerdi.
Gömleğimin parçasının üzerine kar yağsa da yine de orada ağacın dalında sallanıyordu.
Bir Allah’ın kulu etrafa yoktu. Hoş olsa daha korkutucu olurdu. Hangi akıllı bu vakit, dağın başında gezintiye çıkardı ki. Titreyen ellerime tekrar nefes verirken bakışlarım korku ile etrafımda gezindi. Donacaktım ve beni kimse bulamayacaktı.
Rüyamdaki gibi yine bir yere varamıyordum. “YARDIM EDİN.”
Islanan dizlerimi silkeleyip çöktüğüm kar birikintisinden kalktım. Yapacak bir şeyim yoktu, kumaş bağladığım ağacın yanına doğru ilerlediğimde nerede düşürdüğümü bilemediğim eldivenlerim ile karşılaştım. yere doğru eğilip toprağın üzerindeki kar birikintisini silkeleyip kendime yer açarken eldivenleri de yanıma alıp sırtımı ağaca yasladım. Üşüyordum titreyen ellerimi oturduğum yerden dizlerime sarıp başımı dizlerime yasladım.
“Korkma beni bulacaklar, karanlık değil korkma. Karanlık değil, birazdan beni bulacaklar, say, sana öğrettiği gibi say.” derken titreyen dudaklarımın üzerine sıcak bir göz yaşım dökülüp çeneme doğru yol aldı.
“Bir… beni bulsun. İki…lütfen Ali Asaf beni bulsun. “Üç…” derken gözlerimi sıkı sıkı yummuştum. Etrafın sessizliğinden kendi sesim ile fısıldarken titreyen parmaklarımı güçlükle bacaklarıma daha sıkı sardım. “Dört…beni bulacak.” titrek dudaklarımı sıktım. “Beş…beni bırakmaz. Altı…beni bulacak. Yedi…” diye saymaya devam ettim.
Ne kadar vakit geçti bilmiyordum ama artık gözlerim karanlığa alışırken ıslak gözlerimi sildim. Başımı dizlerimden çekmezken ıslak gözlerimi dizlerime sildim. Çok fazla uykum vardı ama eğer uyursam burada son günüm olurdu. Burnum soğuktan akarken tekrardan çekip kapalı gözlerim ile uyuya direndim.
“ALİSYA!” diye ileriden bir ses duyumsarken uykumun yarattığı bir hayal diye düşünürken tekrardan “BAL NEREDESİN SES VER!” diye Ali Asaf’ın sesi ile gözlerimi araladım. Yanlış duymuyordum bu Ali Asaf’ın sesiydi. “ALİSYA NEREDESİN GÜZELİM SES VER!” diye bağıran sesi ile başımı dizlerimden çekip ağrıyan dizlerime rağmen hızlıca ayağa kalktım.
Etrafıma baktığımdan gözlerimi kısıp ileri de çok ufakta olsa gördüğüm ışık ile var gücümle seslendim. “BURADAYIM…ALİ ASAF BURADAYIM.” dediğimde yürümeye çalışıp düz yere doğru çıktım. Saatler öncesine kadar dizlerimde derman yokken şu an sanki nerede olduğunu görsem koşacaktım. Sesi vücuduma can olurken tekrar seslendi.
“BAL OLDUĞUN YERDE KAL, YANINA GELİYORUM.” dediğinde o görmese de başımı sallayıp “Tamam.” diye seslendim.
İleriden hızlı hızlı koştuğunu gördüğüm fenerin ışığı ile gözlerim kısılırken Ali Asaf’ın yüzünü görünce dudaklarım tekrardan titredi.
“Ali Asaf sensin.” diyerek karların soğuğunu bile hissetmezken bacaklarıma sanki o an güç geldi. Birkaç adım attım. Beni gördüğüne inanamıyor gibi kalırken birkaç adım da o atması bir oldu. Gelmişti beni bulmuştu, hayal değildi. Oydu Ali Asaf’tı, gelmişti beni yalnız bırakmamıştı.
Hızlıca yanına ilerleyip hiç düşünmeden düşünmek bile istemeden kollarımı boynuna sarıp sıkı sıkı sarıldım. “…çok korktum…sensin. Çok korktum. İyiki sensin…çok korktum.” derken sıkı sıkı sarıldığım boynuna başımı eğip titreyen dudaklarımı birleştirdim. Ayakta ona sarılırken elleri iki yanında sarkık bir şekilde duruyordu. Ne beni geri itti nede sarılışıma karşılık verdi.
Kollarını bana sarmazken kas katı kesilmiş vücudu ile kırgın gözlerle kollarımı boynundan çektiğimde bana boydan bakıp ellerini yanaklarıma sardı.
“Neredeydin? Aramadığım, bakmadığım yer kalmadı. Bir daha sakın bunu yapma! Beni anladın mı, sakın!” diye sesi yükselirken dudaklarım titredi. Titrek dudaklarım sızlarken kızarmış gözlerine bakarken gözlerim doldu. Bir şey diyemiyordum, haklıydı. Haklı olsa da gözlerinde gördüğüm hüzün denizi beni boğmasına yetmişti. Bakışları yüzümü turlarken titreyen dudaklarım da durdu. “KORKTUM! Eğer duymak istediğin buysa bunu başardın bal.” derken biraz sakinlemek için bakışlarını çekerken tekrardan gözlerime baktı.
“Bu karda kışta senin dışarda ne işin var?” derken sanki dilime kilit vurulmuşçasına sustum.
Korku dolu bakışlarını görünce daha da üzüldüm. Yine ve yine yük olmuştum. Sinirli gözlerine bakarken sıcak ellerini yanaklarımdan çekip parmaklarını burun kemerine bastırarak gözlerini yumdu.
Gözlerimi kırpıp titreyen ellerimi sıksam da yanımda olduğu için çok mutlu ama bir o kadar da onu korkuttuğum için bin pişman.
Gözlerini açtığında bakışlarına tekrar tutundum. “Kayboldun sandım, seni tekrar…” derken kızaran gözleri ile beni kolları arasına çekip sıkı sıkı sarması bir oldu.
“Özür dilerim.” dedim hüzünle.
“Dileme, sadece sarıl bana.” dedi soluk soluğa kolları ile beni sararken. Sanki gövdesinin içine sokmak istercesine bana sarılırken kollarımı güç bela aramızdan çıkardım.
“Üzgünüm, sadece eve gitmek istedim.” diye mırıldansam da başının yeri tekrardan başım ile omzum arasına sokuldu.
“Şapşal, şapşalsın.” dediğinde sıcak dudaklarının varlığını çıplak omzumda hissederken bir buse kondurması ile kollarım boynuna daha sıkı sarıldı. Ellerinin varlığını belimin her tarafını sararken sıcak gövdesine iyice sardı. Onun tarafından sarıp sarmalanırken dudaklarımı araladım.
“Üzgünüm.” dedim içten bir şekilde.
“Dileme sadece sarıl.”
Varlığının yanımda olması bile o kadar değerliydi ki. Kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissetmiyordum. Kollarım boynunun etrafından sarılı dururken başını boynumdan asla çekmedi.
Bir müddet sarıldım. Gövdesinde sıkı sıkı beni sarmalarken bende kollarımı boynuna daha sıkı sardım. Ne kadar vakit geçtiğini bilmesem de kollarımı boynundan çektiğim de kızarık gözlerini görünce feneri ileriye doğru tutup gözlerini görmeme engel oldu. Sıcak nefesim soğuk havada buhar olurken kar yağmayı kesmiş olsa da rüzgar yerini koruyordu.
İlerleyecekken elimi tutup, omzundan arkaya doğru baktı. “Yürü bakalım benim tatlı belam.” derken kızarık yanaklarımla elini sıkıp yürümeye başladım.
Kendi adımlarıma göre açtığı küçük adımlarına basıp ilerletmesi ile yola devam ettim. Eğer gelip beni bulmasaydı beni hiç iyi bir son beklemezken ne yapıp ne edip beni bulmuştu. Baş parmağım sıkı sıkı sanki tekrardan kaybolacakmışım gibi elimi tutarken usulca elinin yüzeyini sevdim.
Korktum demişti, hayır resmen bunu yüzüme haykırırken gözlerinde gördüğüm ise saf korkuydu. Beni bulamayacak diye korkmuştu. Kim bilir beni kaç saattir arıyordu. Yüreğim hissettiği duygular ile acırken adımlarına uydum.
Ben tam umudu kesmişken, sesini duyurmuştu. Hayal sanmıştım sesini. Zihnim son kez duymayı istediğim sesi vererek bana acımış olma ihtimalini bile severek sesini dinlemiştim. Ama gerçekti, gelmişti.
Güçlü sarsılmaz sırtına bakarken artık korkmuyordum, yanımdaydı. Onun yanındayken bana bir şey olmazdı bana bu güveni veren kendisiydi. Ne kadar güven ile anlamadığım bir şekilde sorunu olsa da ona güveniyordum, hep güvenecektim.
Çünkü o Ali Asaf’tı ondan bana zarar gelmezdi.
Bakışlarım sıkı sıkı sıcacık olan, tuttuğu elime doğru kaydı. Yakınımdaydı. Güven veren adıydı, güven veren sesi ve bir sıcak dokunuşuydu. Bana bakan yeşilleriydi güven veren.
Biraz daha yürüdükten sonra feneri iki tarafa doğru tuttu. Yol iki yana doğru ayrılırken adımları durunca benden omzunun kenarından ileriye doğru baktım. Fener ile ilerideki karanlık yolu gösterip. “Bu taraftan.” dediğinde elimle elini sıkıp bana bakması için durdurdum.
Ben gelirken böyle bir yol ayrımı olduğunu bile hatırlamıyordum. Tekrar iki yana doğru baktığımdan Ali Asaf’ın dediği yer daha bir dikti. Sol tarafa baktığımda biraz daha sanki yakın hissettim.
“Bence,” diğer elimin parmağı ile sol tarafı gösterdim. “Bu taraftan.” dedim sıcak elinin varlığına tutunup. Ne kadar ben soğuksam o bir o kadar sıcaktı.
“Oradan değil, bu taraftan.” diyerek beni o yöne doğru çekiştirirken elini sıkıp “Bak geçen arabadayken de böyle oldu, yol burası.” dedim nefes nefese.
Yolu ne kadar ikimizde bilmesekte bence yol bu taraftı. Bana dik dik bakıp yüzüme tuttuğu fener ile gözlerim kısılırken fenerin ucuna vurup yüzümden çektiğimde yolun kenarındaki tabelayı gösterdi. Kaşlarım çatık gözümdeki beneklenmenin geçmesi ile feneri tuttuğu yere doğru baktım.
“Bal, kızım bak tabela var. Yol burası, hadi yürü. Daha fazla üşümene izin veremem. Daha fazla burada kalırsak ilk donan insanlar olarak tarihe geçeceğiz.” dediğinde kardan yamulan tabelaya baktım. Sol tarafı gösteren tabelanın yönü ile elinden elimi kurtarıp o tarafa doğru yürümeye başladım.
“İyi sen git. Ben bu yoldan gideceğim.” diye direttiğimde elinden çektiğim elimden sıcaklığı giderken küçük adımlar atsam da arkamdan geleceğini bilerek yürümeye devam ettim.
Adımlarıma ardımdan gelen ayak sesleri eklenince dudaklarımda bir gülümseme peyda oldu.
“İnatçı, inatçı keçi, bekle. Bekle geliyorum.” dediğinde duraksayıp omzumdan geriye doğru baktığımda yanıma ilerleyip tekrardan elimi tuttu.
“Bir daha sakın elimi bırakma!” diye çıkan ciddi sesi ile başımı hızlıca salladım. Keskin gözleri etrafta gezinip ilerlemeye başlarken ne kadar dizlerimi ve bacaklarımı hissetmesem de gülümsedim.
Hava iyiden iyiye soğumuş dizlerim hep kardan dolayı ıslanmıştı. Tek ışık kaynağımız ise Ali Asaf’ın elinde tuttuğu feneriydi. Önümüzdeki yolu fener ile aydınlatıyor olsada bir türlü bir yere varamıyorduk. Bu dağ başında telefonda çekmediğinden bir ışık ararken ilerlemeye devam etsekte enerim gittikçe tükeniyordu. O kızlar yüzünden yemeğimi de doğru düzgün yiyemediğimden halsizleşmiştim. Ayaklarımda derman kalmazken son kalan gücümle ilerlemeye devam ederken sessizleştim.
“Hangi akıllı burayı seçtiyse onu gittiğimde kovacağım.” diye çıkan sinirli sesi ile dudaklarımın arasından bir kıkırtı çıktı. Omzunun kenarından bakışlarını yüzüme indirdi. “Bakıyorum hoşuna gitti.”
“Evet, kovulacak olman komik olurdu. Patron kendini kovdu diye haber olurdun.” dediğimde şaşkın yüzü ile bir kıkırtı daha dudaklarımdan çıktı.
Biraz daha yürüdükten sonra hiç basılmayan yerleri görüp duraksadık. Bunu söylemekten nefret ediyordum ama bu sefer de benim yüzümden kaybolmuştuk. Hiç akıllanmıyorduk, hem de hiç. Ali Asaf dururken elim terlemesi ile yanına geçeyim derken kenara bir adım daha atmam ile kara gömülmem bir oldu. Elim elinden kayarken karşımda yüzüme feneri tutan Ali Asaf’a baktım.
“Kara gömüldüm,” diye nefes nefese soludum. Adete karın içinde sadece başım ve omuzlarım görünürken ayaklarımı hareket ettirmeye çalıştım.
“Görüyorum.” diyen sesi ile bakışlarımı başımda dikilen Ali Asaf’a doğru çevirdim.
“Çıkarsana o zaman.” dedim anlamayarak.
“Lütfen dersen seni çıkartırım,” diyerek başımda dikilmeye devam etmesi ile kaşlarımı çattım.
Sözleri ile yüzüne kızgınca bakarken benim bu halimden eğlenen yüzünden hiç ödün vermiyordu. Kula minnet eylemem rızkımı veren hüdadır diyerek karda tabiri caizse bir panda gibi cebelleştim. Bir sağa bir sola ayaklarım ile çıkmaya çalışırken daha çok kara battım.
Yok boyumun da hazin sonu ile kardan çıkamazken içine daha da gömülmüştüm. Artık ayak tabanlarımı dahi hissetmezken çatık kaşlarım ile göğsüm kabarırken, benim bu halimi izleyen, artık patronum olmayan ama gıcıklığından ödün vermeyen, Ali’ye baktım. Yardım edecekti ama o sihirli kelimeyi bekliyordu.
“Lütfen.” diye kısıkça ve sinirle mırıldanırken olduğu yerde eğildi. Eğildiği yerden eli kulağına gittiğinde “Duyamadım, ben mi haklıyım. Yanlış yol mu?” demesi ile üşümenin verdiği soğuklukla bağırdım.
“Lütfen beni bu düştüğüm yerden, “O güçlü kollarınız?” ile çıkartır mısınız rica etsem, biraz üşüyorum da!” dediğimde gülerek kolunu uzattı. Biliyordum beni burada bırakmazdı ama canı beni kızdırmak istiyordu ve anlık da olsa bunu başarmıştı. Ben ona uzun süre kızgın kalamazdım ki.
“Tabi ki. neden bu kadar yalvarıyorsun ki.” dediğinde sözlerimi yutup yanımda bulduğum karları üzerine atmam bir oldu.
Yok olurdum, gayette kızgın ve sinirli olurdum. Gıcık, beni sinir ediyordu. Üzerine ne kadar çevremde kar varsa atmaya çalışıyordum. Parmaklarım artık sızlarken etrafımdaki karları attığımda sanki biraz alanım açılmıştı. Elleri ile yüzünü kapatıp korumaya çalışsa da attıklarımdan kurtulamadı.
“Tamam tamam dur,” dediğinde yüzünü korumaya çalışıp ellerimi tutmak için uzandı.
“Çıkar beni buradan.” diye konuşurken adeta çemkirdim.
“Gel buraya inatçı keçi.” derken kollarımı tuttu. Sinirle yüzüne bakarken dudaklarını kapatıp beni battığım bu kar yığınından çekip çıkardı.
Her tarafım kar içinde kalırken yere düşen feneri elime verip etrafımdaki karları hızlıca sirkelerken bir anda titremeye başladım. Dur durak bilmeden vücudum titrerken Ali Asaf hızlıca üzerimdeki montun fermuarı söküp çıkardı. ıslak montu bir ağacın kenarına bırakıp kendi montunu çıkartıp tutmayan ellerimden geçirdi. Fermuarını da boğazıma kadar geçirdiğinde titremeye devam ediyordum.
“Üşüyorum.” dedim titreyerek. Dişlerim birbirine vururken kelimeleri çıkartmakta zorluk çekiyordum. “Ben be-ben çok üşüyorum,” dediğimde ayaklarımdan sanki güç çekilmiş gibi dizlerim daha çok titremeye başlaması ile yüzüne baktım. “Ali A-saf daha fazla yürüye-mem ayaklarım gitmiyor,” dedim soluk soluğa kendimi yere bırakıp.
Dizlerimdeki derman kesilirken ne yapacağını bilemiyor gibi bir hali vardı ya da birazdan bir şey yapacak gibi yanıma hızlıca eğildi. Montumu kucağıma bıraktı. Islak olan montu tutarken aniden yerden havalanınca, ellerim kollarının üzerinde kalakaldı.
“Ne yapı-yorsun indir beni!” diye kısıkça mırıldanırken titreyen çenemi sıkıp tutmaya çalıştım. Çenem durmadan titrerken şaşkınlıkla ona bakıp titreyen dişlerimi, dudaklarımı birbirine bastırıp susturmaya çabaladım. Dişlerim durmadan birbirine çarparken bir kazakla kalan Ali Asaf’a baktım.
Gözleri kızaran yanaklarımda, pembe olduğundan artık emin olduğum burnumda gezdirip anlık titreyen dudaklarıma kaysa da aniden gözlerini çekip ileriye doğru baktı.
Kısılan bakışları parıldayınca çenemi sıkmaya devam ettim. Ne yapacağımı bilemedim. Ellerim kollarının üzerinde ona bakıyordum.
“Sarıl bana güzelim,” diyerek bacaklarımı sıkıca kavradı. “Birazdan buradan çıkaracağım seni.” diyerek yürümeye başlaması ile ona bakakaldım. Karda bata çıka yürürken “Olmaz böyle sırtın ağrır.” dedim telaşla. Ne kadar ayaklarımın da soğuktan daha fazla yürüyemeceğini bilsem de inmek için öne doğru atılacakken eli ile daha sıkı bacaklarımı kavrayıp kaşları çatıldı.
“Rahat dur yoksa seni kara atarım.” dese de yapmayacağını adımın Alisya olduğu kadar emindim.
“Yapmazsın.” diye titreyen çenem ile kısıkça mırıldandım. Keskin bakışlarını görsem de geri durmaya hiç niyetim yoktu.
“Her zerrende hissettiğinde yapıp yapmayacağımı anlarsın. Zaten küçük bir şeysin içinde debelenip durursun, bende keyifle izlerim.” dediğinde kaşlarımı çattım.
“İyi, taşı belin ağrısında gör o zaman.” dedim bir anlık parlayarak. Anlık titremeleri dinen çenem ile beni konuşturduğunu anlamam uzun sürmedi. Uyumayım diye benimle uğraşıyordu. Bunu fark ettiğimi anlayınca sırıttı. Omuzlarında olan ellerimi boynuna biraz daha yakın tuttum.
“İyi ya işte bakarsın bana.” diye göz kırptığında dudakları yukarı doğru kıvrıldığın da gözlerimi kaçırdım.
“Ne diye bakacakmışım taşımayı sen istedin.” diyerek ayak direttim. Boşa bir çabaydı. Biliyordum ki benim yüzümden hasta olmasını asla istemezdim. Hele ki beni bulmak için onca yolu gelmişken, kıyamazdım ona.
“Ne yani hasta olsam, bakmaz mısın?” dediğinde sesi bir çocuk kadar masum çıkınca duraksadım. Gözlerime çok dikkatli bakan yeşillerinden gözlerimi kaçırıp, kısık sesle mırıldandım. “O kadar taşıdın bakarım tabi, sonuçta benim yüzümden hasta olmanı istemem.” gözlerinin gözlerimi yakalamaya çalıştığını sezsem de tekrar o yeşil gözlere, bakmaya cesaret edemedim.
Sanırım annem beni ikizlerin doğduğu ayda doğurmuştu. Bu kadar gelgitli sözlerimin başka bir açıklaması olamazdı.
“Güzel” dedi.
“Evet öyle.” dediğimde başımı boynuna yaslamamak için çabaladım. Soğuktan ve Ali Asaf’ın buram buram tarçın kokusu uykumu getiriyor ve mayıştırıyordu. Başım resmen o tarçın kokusunun kaynağına ulaşmak istercesine boynuna doğru meyil etti.
“Güzel.” diyerek kendine gelip kollarını bacaklarıma daha sıkı sardı. “Sıkı sar kollarını, daha gidecek yolumuz var düşmeni istemeyiz bal yanak.” dedi.
Göz kapaklarım ağırlaşırken başımı usulca salladım.
Kızarık olduğuna emin olduğum ellerimi omzuna oradan boynuna sararken anlık sıcak tenine değen parmaklarımla sertçe yutkundu. Çıkık adem elması gözlerimin önünde yukarıdan aşağı hareket etmişti. Kollarımı hızlıca boynuna sardım. Dişlerim üşümenin verdiği his ile çeneme vurmaya başladı.
“Boynuma saklan.” dedi keskinliğinden taviz vermeyen bir ses tonuyla. Boynuna soğuk burnumu sürtüp etrafa baktım.
“Sahi biz neredeyiz?”
“Bilmiyorum ama buradan çıkmamız çok zor. Geceyi burada geçireceğiz.” diyerek sağ tarafa doğru yürüdüğünde etrafına temkinli gözlerle bakıyordu. Diğer elim boynuna sarılı olsada fener ile etrafa ışık tuttum. Sonuçta bir hayvan ile karşı karşıya kalmak istemezdim. Ne kadar ayı çıkmayacağını düşünsem de bir de evlerinde onlara rahatsızlık vermek istemezdim.
“Ormanda mı?” dedim panikle. Korkulu rüyalarım, ağlayışlarımda hep bir orman varken gece, hem de bizi güvende tutacak bir ev bile yokken, burada kalamazdık. Hayıflanırken çenesi ile ileriyi gösterdi. Ne zaman bilmediğimiz bir yerde olsak kayboluyorduk.
“Yok. Bak ileride bir kulübe var, orada kalacağız.” dediğinde adete vücudumdan kanım çekilip gösterdiği yere bile bakmayıp boynuna tutundum.
“Olmaz! Kulübe olmaz!” diye panikle bağırdım. “Hem de ormanda gitmeyelim. Kulübe olmaz, istemiyorum.” dedim tedirginlikle.
Boynuna tutunan başımı çenesini bastırıp biraz daha ilerleyip durdu. “Bal, ben buradayım ve birazdan seni ısıtmazsam ikimizde soğuktan öleceğiz.” dediğinde panik olan yüzüme bakarken bu korkumu bir kenara bırakmamı beklese de dudaklarımı usulca araladım.
“Gitmeyelim.” dedim usulca. Yüzümden korktuğumu anlasa da endişeli yüzünü yakınıma eğip soğuk dudaklarıyla alnıma dokundu. “Ateşin var.” dediğinde gidecek başka bir yer yoktu. Tek ısı olacak yer belki de o kulübe olsada göğsüme oturan korkunun önüne geçemiyordum.
“Sadece bakacağım, eğer birisi varsa yardımcı olurlar. Korkma ben yanındayım.” diyerek sırtındaki elini ileriye doğru zattı. “Feneri elime ver.” dediğinde etrafa korkulu bakışlar atarak feneri soğuyan eline bırakıp boynuna kollarımı sarıp gözlerimi yumdum.
Attığı adımları karların içinde ilerlettiğinde yüzümü boynunda tutup gizlendim. Gitmek istemiyordum ama beni bırakmayacak gibi tutarken bu mümkün değildi.
Kardan ilerleyen adımları tahta bir yere geldiğini belli eden sesi ile yutkundum. Kalbim çarparken titreyen ellerime hâkim olamıyordum. Kulübe, bilmediğim ama içimi korkuyla kaplayan bir hisle, etrafımda bir sis perdesi gibi beni içine çekmiş, hapsetmişti. Durması ile kapalı gözleri usulca araladım.
“Seni, indirip içeriye bakacağım, yakınımdan ayrılma.” dediğinde hızlıca ellerim ile kazağını sıktım.
“Tamam mı? Bal.” dediğinde göz kapaklarımı kısılan fenerin ışığında görebildiğim kadarıyla yüzüne çevirdim. “Bana bak, vaktimiz yok. Tamam mı?” dediğinde başımı sallayıp onayladığımda, usulca ayaklarımın yere basmasını sağladı.
Ayaklarım yere değdiğinde ayakkabının ağırlığı ile de olsa soğuktan hissedemediğim adımlarım ile sadece ayakta durmaya çalıştım. Vücudum bir buz kütlesi gibi ağır ve hissizdi.
Ali Asaf feneri evin penceresinden içeriye doğru tuttuğunda elim ileriye doğru uzanıp kazağını kavradı. Bunu hissettiğinde elimi kavrayıp avuç içine alıp sıktı. Birkaç adım atıp diğer pencereye de baktığında bana dönüp “Burası sanırım, avcıların kaldığı yer, içeri girelim. Isınacak bir şeyler buluruz.” dediğinde bileklerimden kavrayıp sıcak nefesi ile ısıtmaya çalıştı.
“Ellerin çok soğuk, birazdan seni ısıtacağım, sadece uyuma tamam mı uyanık kal.” diyerek tekrar ellerimi ovuşturup, sıcak nefesini ellerimin arasında, avuçlarımı ısıtırken titreyen dudaklarımı ıslattım. Ayakta güç bela dururken varlığından güç aldım. Bana üşümeyim diye kendi montunu vermiş kazağı ile dururken bile hala beni düşünüyordu.
“Ali Asaf, iyiki yanımdasın.” dedim usulca.
Avuç içlerime üflediği sıcak nefesi dediklerim ile duraksadı. İşte o an avuç içlerimde milat başlattı. Önce sağ sonra sol avcumu öptüğünde gözlerimi usulca kapattım. Soğuktan göz kapaklarım yanıyordu.
Sıcak dudakları avuç içlerimde cennetin kapılarını aralarken bana yaşattığı hislerden habersiz tekrardan verdiği nefesi ile beni kapının yanına doğru ilerletti.
Birkaç attığı omuz hareketi ile tahta kapı aralanınca tekrardan kapıya omuz atıp açılmasını sağladı.
“Arkamda kal.” diyerek elimi tekrar tutup içeri girdiğinde ardından da beni içeri çekip kapıyı ardımızda kapatarak, eski kapılarda kilit yerine kullanılan tahta bir geçirme ile kapıyı kilitledi.
Fenerin sanırım pili bitmek üzereydi ki ışığı kısılırken etrafta gözlerimi gezdirdim. Çok uykum vardı ama açık tutmak için ayrı bir çaba içinde tekrardan başımı sallayıp uyumamaya direndim. İçeride bir de tek kişilik diyecek kadar yatak ve küçük bir mutfak vardı. üzerimdeki ıslak montumu bir koltuğun üzerine bırakıp usulca yatağın oraya doğru ilerledim. Ayaklarımın altı sızım sızım sızlarken soğuk yatağın üzerine çöktüm.
Ali Asaf o sırada etrafta bir şeyler ararken bulduğu bir feneri aydınlatıp yanıma koydu.
Tekrardan gelen bir titreme ile kasılan kollarımı kendime sarmayı denedim. İçerisi de dışarısı gibi bir o kadar soğuktu. Soğuk buharı dışarı verirken içim titredi.
“Yok bu böyle olmayacak.” diyerek yanıma gelip beni yatağın üzerinden kaldırması ile ağrıyan ayaklarıma güç istedim. Belimden tutarak yorganı kaldırdığında hareketlerine uydum. Beni hareket ettirmese uyuyacağımı bildiğinden ara ara yüzüme kayan bakışları ile direnmeye çalıştım. Çok zordu sanki beni bıraksa şuraya yatağın üzerine yığılacakmış gibi hissediyordum.
Yatağın içine girdiğimde, eğilerek botlarımı ayaklarımdan çıkarttı. Islak çoraplarımı da ayaklarımdan çıkarttığında sıcak ellerini ayak tabanlarımda hissettim. Ayaklarımı yatağın içine koyarak doğrulduğunda, yorganı iki tarafımdan da sıkı sıkı sardı.
“Alisya güzelim beni burada bekle sakın fazla hareket etme. Ben birkaç odun bulacağım tamam mı, bekle?!” dediğinde yorganın içinde son bir güçle işaret parmağını avuç içime sıkıca sardım.
“Gitme, korkuyorum yanım-da k-kal.”
“Korkma yanındayım, birazdan geleceğim. Yirmiye kadar say yirmi olmadan gelmiş olacağım, anlaştık mı?” dediğinde titreyen dudaklarımı araladım.
“Y-irmi çok, on olsun.” dedim gözlerim ağırlaşırken.
“Hadi say, geleceğim. On olmadan geleceğim.” diyerek beremi gözlerimin üzerine doğru indirip yerden kalkarken, işaret parmağını tuttuğum elimi de yorganın içine yerleştirip sıkı sıkı etrafımı tekrardan örttü.
Kapıdan çıkarken ki sesi ile “Bir…” dedim güçlükle. Üzerimde mont olmasına rağmen çok üşüyordum, Ali Asaf bir kazakla dışarı çıkarken benden daha çok üşüyor olmalıydı. Çünkü üzerindeki kazak ile bu havada durması imkansızdı.
Dudaklarım titredi. “İki.” dedim nefesimi verip. Odanın içerisi o kadar soğuktu ki sanki dışarıda karın üzerinde yatıyordum. Saymaya devam ederken gözlerim ara ara kapanması ile yorgunu çeneme kadar çektim. “…dokuz.” dediğimde kapının açılması ile ardından hızlıca kapanması bir oldu.
Başımı yorgandan çıkartıp Ali Asaf’a doğru baktım. Sözünü tutmuştu, on olmadan gelmişti.
“Geldim, şimdi ısınacaksın. Sakın yorganın içinden çıkma.” dediğinde içerideki sobanın içine bir bir odunları yerleştirmeye başladı. Başım tekrardan yastığın üzerine düştü.
İçeride bulduğunu düşündüğüm kibrit ile bir kâğıt parçasını tutuşturup sobanın içine attığında, soğuk ellerine nefes verip sobanın kapağını kapattı. Ali Asaf’a bakmazsam uyurdum benden sadece uyumamamı istiyordu, daha fazla ona yük olmamak için gözlerimi tekrardan açtım. Hızlı hareketler ile ilerlerken gözlerim onu takip ediyordu.
Soba usul usul aydınlanırken Ali Asaf yönünü bana doğru çevirip yakınıma gelmesi ile başımı yorgandan usulca çıkardım. Çok üşüyordum, titremelerim devam etse de üzerimdekiler ıslak olduğundan ısınmam çok zordu.
Ellerini uzatıp beremi başımdan çıkartması ile avcu alnıma doğru yerleşti. Sıcak eli ile yüzüm gevşerken telaşlı sesini duyunca kendiliğinden kapanan gözlerimi tekrar açtım.
“Alisya, sen yanıyorsun. Bu kıyafetlerini çıkartmamız gerekiyor, hemen!” dediğinde üzerimdeki yorganı hızlıca kenara atarak beni doğrultması bir oldu.
“Olmaz. Ç-çıkartma soğuk.” dedim telaşla. Ellerini itelerken üzerimdeki montun fermuarını çıkartmaya çalıştığında parmaklarını tekrardan itekledim. “Soğuk, üşüyorum.”
“Hayır soğuk değil sen öyle hissediyorsun bal, hadi yardımcı ol bana. İnan şu an benim için çok daha zor.” dediğinde ellerimi montun fermuarından çekti.
“Tamam, ben ben yaparım ama arkanı dön.” dediğimde ikiletmeden hızlıca arkasını döndü.
Titreyen ellerime güç bulup fermuarı iki parçasından ayırdığımda kollarımdan çıkardım.
“Altındakileri de çıkart.” demesi ile ateş yanaklarıma indi.
İç çamaşırımı çıkartamayacağımdan sadece kalın ama bir süredir ıslak olan taytımı da kalçamdan aşağıya doğru sıyırdığımda artık utançtan yanaklarım yanıyordu.
Kollarımda derman kesilirken taytı bacaklarımdan çıkartıp kenara doğru fırlattığım da çıkan tok ses ile Ali Asaf’a doğru baktım. Hala arkası dönük olduğunu görünce yorganı çıplak bacaklarıma örttüm.
Üzerimdeki nemli yün kazağa baktım. Kazağımı da çıkartırsam giyecek bir şey bulamayacağımdan onu çıkartmayıp arkası dönük beni bekleyen Ali Asaf’a “Çıkarttım.” diye usulca mırıldandım.
Arkasını dönüp bakışlarını yüzümde tutarken asla omzumdan aşağıya bakmadı. Sanırım kazağımı da çıkaracağımı düşünmüş olmalıydı. Utançtan odanın içinde bakışlarım gezindiğinde titreyen bacaklarımı birbirine sürttüm.
Yanıma gelerek üzerindeki kazağı bir çırpıda çıkartması ile gözlerimi belertip Ali Asaf’a baktım.
“N-ne yapıyorsun?” derken dilim tutuldu. Çıplak göğsü ile karşımda dikilirken birkaç adım attı.
Bana aldırmadan yanıma geldiğinde belimin hizasındaki kazağımı uçlarından tutarak kollarımdan çıkartması ile kalbim tekledi.
“Korkma.” diye kısık sesi kulağıma ilişti. Ilık sesi fısıltı ile kulağıma dolduğunda titrememeye çalıştım. Çok yakın ve bu durumda kendimi sakin olmaya zorladım. Sakallı yanağı yanağıma sürtünerek kazağımı yukarıya doğru çekerken bakışlarını da benden uzağa götürdü. İçimde üst çamaşırımdan başka bir şey yoktu.
Bakışlarım anlık çıplak karnına kaysa da bakışlarımı yüzünde tutmaya zorladım. “Kazağın ıslak ısınamazsın.” dediğinde izin isteyen gözleri gözlerime tutundu.
Haklılığı can yakıyordu, bunu da çıkartırsam sadece üst çamaşırım ile kalacaktım. Kararlı gözlerine söz geçiremezken bir kere gözümü açıp kapattığımda aldığı izin ile kazağı başımdan çıkarttı. Saçlarım usulca omuzlarıma döküldü.
Yutkunan sesi ile gözlerim kamaşırken gözlerini gözlerimden asla çekmedi. Benim bakışlarım yer yer çıplak göğsüne kaysa da güçlü bir irade ile yüzümden aşağıya asla bakmadı. Bu hareketi ile rahatlarken kendi kazağını üzerime geçirip belime doğru indirirken parmak uçları anlık belime dokunduğunda ürperdim. Oda bunu fark etmiş olmalı ki kazağı indirmeyi bırakıp omuzlarımdan yatağa doğru yatırdı.
“Yataktan çıkma. Ben mutfakta içecek bir şeyler var mı, bir bakayım.” dedi soluk soluğa. Kasılan çenesi ile adem elması yukarı doğru kıvrıldığında bakışlarımı yüzüne doğru çıkardım.
Yakınlığından sesim çıkmazken dediğini onaylamak için başımı usulca salladım. Anlık bir nefesimi tutarken tanıdığı alan ile kesik bir nefes aldım. Nefeslerimi, sanki sayılı gibi solurken gözlerinde gördüğüm hareler, düşünceli bir hal aldı. Sanırım ateşimin çok çıkmasından tedirgin oluyor bir hali vardı. Bakışlarım yanımdan aldığı fenerin ışığına dokundu. Yanan fenerinde ışığı sönmeye yakındı. Ara ara kısılıp açılıyordu.
Ali Asaf’ın getirdiği fenerin enerjisi bitmiş, odada bulduğumuz fener ile etraf aydınlanıyor olsa da loş ışıkta, yer yer karaltılara sebep oluyordu. O sırada titreyen bacaklarımı birbirine sürtüp ısınmaya çalıştım. İçerisi hafiften ısınmaya başlamış olsa da bacaklarımı yorganın içinde büküp, yatağın içinde olabildiğince küçüldüm. O an eli yüzüme uzanıp beresini saçlarımdan çıkarttı. Yüzüme tekrardan bakıp eli ile alnımdaki ateşi ölçtüğünde sıcak eli ile gözlerimi kapattım. Bana kalırsa ben hala üşüyordum ya da ateşim olduğundan hissedemiyor olsam da sıcacık elinin varlığı ile gözlerimi açtığımda sıcaklığını alnımdan çekti.
Arkasını dönüp mutfağa doğru ilerlemesi ile yorganı yukarıya doğru biraz daha çektim. Tarçın kokulu kazağının kokusu ile rahat bir nefes aldım. Üzerime giydirdiği kazağı belime kadar beni kapatırken bacaklarımdaki çıplaklık ile rahatsızlanarak elimi yorganın içine soktum. Kazağın, bir ucunu dizlerime doğru çekip elimi tekrar başımın altına yerleştirdiğimde çekmecelere bakan Ali Asaf’a doğru döndüm.
Bir şeyler arıyor olsa da gördüğüm kadarıyla çekmeceler boş gibiydi. Kulübenin içinde küçük bir mutfak olsa da pek işlevsel değildi. Sanırım geçici olarak burayı kullandıklarından çekmecelerin hepsi eski, ahşap dolapların yer yer kapakları açık, bakımsız bırakılmış öylece duruyordu.
Ali Asaf ise bana arkasını dönmüş dolaplara bakarken yanan sobanın ateşi ile içerisi daha da aydınlandı. Bana şu an bilmeden ve benimde şu an kendi içimde bilmediğim bir kapıyı açtığından çıplak sırtı ile bakışıyordum. Sırtında belinin altında gamzesi vardı. Gözlerimi izinsiz bakmanın verdiği bir rahatsızlık ile sırtından kaçırdım.
Aklıma gelen düşünceler ile kazağının kollarını kavradım. Neden gelmişti, kimse beni aramaya gelmezken ya da beni bulmak için o kadar soğukta kalmak için beni bulmaya değer miydim ki?
Gözlerimi açık tutmak beni zorluyor olsa da varlığı için göz kapaklarımın ağırlığına direndim. Her uzvun sızlıyor ve soğuktan karnıma ağrılar saplasa da direnmeye çalıştım.
Bakışlarım tekrardan çıplak sırtını buldu. Ne tarafa bakarsam bakayım küçücük bir alan olduğundan bakışlarıma tekrar takıldı. Arkası dönük olduğundan şu an beni görmüyordu. Onu izlemek gerçekten huzurlu ve güvende hissettiriyordu. Eğer gelmeseydi ne yapardım diye düşünmeden kendimi alamazken ona baktığımda bunları düşünmem yersiz kalıyordu. Sanırım…Ali Asaf gelmeseydi sabaha kadar orada korkudan donmuş olurdum.
Bu düşünce ile içim ürperdi.
Ama gelmişti.
İçimden bir ses ise hep gelir diyordu.
Ellerimi başım ve yastığın altında birleştirirken yatakta iyice büzülüp cenin pozisyonuna geldim. Soba yandıkça içerisi daha da ısınırken titremelerim azalsa da hala içimdeki üşüme hissi gitmiyordu.
Üst çekmeceyi açtığında sırtı kasıldı. Spor yapıyordu, böyle bir vücuda sahip olmak için düzenli bir spora ihtiyacı vardı ve hiç de küçümsenmeyecek kadar kasları vardı. Kasılan kolu, üst çekmece de bulduğu bir paket ile tekrardan çekmeceleri açmaya devam etti.
Gözlerimi kıstığımda, elindeki paketi göremedim.
O sırada elim mis kokulu tarçın kazağında gezinirken o görmeden gülümsedim. Sıcak kazağını bile bana giydirmişti. Yünlü siyah kazağından gelen tarçın kokusu ile mest olurken avuç içlerimi büzüştü.
Bakışlarım sobanın ateşi ve fenerin kısık ışığı ile aydınlanan yüzüne doğru kaydı. Saçları ıslak olsa da şu an içerisinin de sıcak olması ile sanki duştan çıkmış gibi saçları; dağınık ve savruk bir hal almıştı.
Asi perçemleri gözlerinin önüne doğru iki yandan dökülse de bundan hiç rahatsız olmuyormuş gibi işine devam etti.
Kenarda bir tüp bulunca üzerine yerleştirdiği çaydanlığın altını yaktı. Sanırım çay yapacaktı. Umarım bayatlamamıştır diye umut ederken göz kapaklarımın ağırlığına dayanamayan gözlerim, bir perde gibi örtülmesi ile nefeslendim. Sıcaktı o kadar sıcaktı ki uyumaktan başka bir şey yapamadım. Sadece birkaç dakika kestirecektim. Sonra uyanırdım, sadece birkaç dakika.
Ne kadar vakit olduğundan habersiz kapanan gözlerim yanımda olduğunun bir hissi ile aralandığında, başını yatağın başlığına yaslamış olarak buldum. Bana bakan gözlerindeki sıcaklık ile kirpiklerimi kırpıştırıp gözlerimi açmaya çalıştım.
Her tarafım ağrıyordu ve sanki alnımda bir soğukluk vardı. Elim alnıma doğru çıktığında ne yapacağımı anlayıp, parmaklarımı tuttu. “Biraz kalsın ateşin var.” dediğinde elimi göğsüme kadar inen yorganın üstüne usulca bıraktı. İçeride sobanın içinde yanan odunların çıtırtısı ile dolarken sessizleşince tekrardan gözlerine doğru baktım.
“Bunu, nerden öğrendin…yani hasta olduğunda sana da mı böyle bakıldı?” diye sorduğumda sadece bu sessizliğimizi bozmak istedim. Alnımdaki bezi yanında gördüğüm bir kabın içine batırıp sıkarak tekrar alnıma yerleştirdiğinde konuşmaya karar vermiş gibi dudakları aralandı.
“Evet…küçükken Öyleydi. Ben öyle çok hasta olmam ama olduğumda da ağır olur.” diye mırıldanırken bakışlarını benden uzağa çekti. “Şimdi gerek yok, dinlenince geçiyor.” dese de ses tonunda bir özlem var gibi göğsünü şişirdi. Derin bir nefese neleri sığdırdığından habersiz solurken yutkundum.
Ona annen mi diye sormak istiyordum ama kendisi anlatmadığı sürece soramıyordum ya onu kırarsam ya incitirsem bunu asla istemezdim. Sadece bana anlattıkları ile parçaları birleştirecek ve yine anlattığında yanında olacak dinleyecektim.
Eli alnımdaki ıslak havluyu tekrar alıp alnıma avcunu yerleştirdi.
“Ateşin düşmüş.” diyerek yorganı belime kadar indirdi. Yardım etmesi ile omzum omzuna sürtünürken bende onun gibi başımı yatağın başlığına yasladım. Elinde tuttuğu kupayı bana uzattı.
“Sadece bu var. İç, için ısınsın bal.” diyerek uzattığı bardağa bakarken “Sen.” dedim hemen. Benden çok üşümüş ama hiç ses etmemişti. Ve yaptığı ilk sıcak şeyi içmemi bekliyordu, bu boğazımdan geçmezdi ki.
“Ben.”
“Evet sen?"
“Kendime de yaptım.” dediğinde gördüğüm kupası ile sarı kupayı avuçlarıma yerleştirdi. “Dikkat et, sıcak.”
Ellerimden güç kesilmiş olsa da kupayı düşürmemek için iki elimle kavradım. Çay olduğunu düşündüğüm kupaya dudaklarımı yaklaştırıp bir yudum aldım.
Sobanın sıcaklığı ile boncuk boncuk terlediğimi hissetsem de Ali Asaf’ın varlığı ile içim çok rahattı. Dışarıda kar yağmaya devam diyor içeride bir sobanın çıtırtıları ile burada dururken çok huzurluydum. Hiçbir derdimiz yokcasına çok huzurluydu.
Çıplak teni ile sobanın kenarında duran kazağımı fark edip kupayı eline uzattım. “Kazağım kurumuştur ben onu giyeyim, sen de üşüme.” dediğimde elimdeki kupayı kenardaki çekmecenin üstüne bıraktı. “Sabah kadar soba içeriyi ısıtmaz.”
Yataktan kalkıp kazağımı sobanın kenarından alıp elime doğru uzattı. Elinden aldığım kazağımı yatağımın üstüne bıraktığımda bir şey demeden arkasını dönmesi ile gülümsedim.
Hala uykum vardı ama içeride sadece bir yatak vardı. Bakışlarım küçücük koltuğa gitti. Bunu ondan isteyemezdim belki söylesem itirazsız gider o koltukta uyurdu ama o da yorgundu.
Bunu böyle belki yanımda yat demek yerine doğal yoldan böyle olmasını sağlayabilirdim. Hain planlarımın olduğunu ben de bilmiyordum.
Bu düşüncem ile sırttım.
Gülüşüm sesli bir şekilde kulağıma iliştiğinde “Bal, sabaha kadar böyle mi bekleyeceğim. Eğer yardıma ihtiyacın varsa dönebilirim, söylemen yeter.” diye sırıtan sesi ile başını omzuna doğru yana yatırınca elimi ileriye doğru uzattım.
“Yok sakın dönme! Ben giyiniyorum.” diyerek üzerimdeki kazağını çıkartıp dağılan saçlarımı umursamadan kendi kazağımı üzerime geçirdiğimde “Oldu” diye mırıldanıp yatakta yana doğru kaydım.
“Taytını da giy.” elinden arkası dönük uzattığını da alıp bacaklarımdan geçirip giyindim. Resmen arkasını dönecek telaşı ile iki dakika da üzerimi giyinirken nefes nefese kalmıştım.
“Tamam dönebilirsin.” diyen sitemli sesim ile yatakta biraz daha yana kayıp ona da alan açtım.
Bu yatağı bence ikimiz de paylaşabilirdik ama ona bunu diyemeyecek kadar utangaç, koltukta yatıramayacak kadarda vicdanlı olduğum için normal bir şekilde uyursam bence olabilirdi.
Yatağın ucuna oturduğunda uzattığı kupayı kavradım. Şu an zaruri bir durum olduğu için olabilirdi. Kendimi ikna etmem uzun sürmezken kendi kendime sırıtıp kupayı dudaklarıma yaklaştırdım.
Çayımı yudumlamaya devam ettim. Saat kaçtı bilmiyordum ama gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı. Bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim. Dışarısı çok sessiz, sadece yağan karın patırtılarını içeriye dolduruyor olsa da kar pencerenin yarısını kapatmış etrafı çok az görmemize neden oluyordu. Sıcak yorgandan bunaltı ile elimi yüzeyine sürttüm. Ben uyurken tekrar dışarı çıkmıştı olmalı ki sobanın sıcaklığı hiç azalmadan yanmaya devam ediyordu.
İyiki vardı iyiki yanımdaydı. Minnetim daha da artarken bu düşüncelerim sadece onaydı. Göz kapaklarım yanarken yorgunluğuma ket vuramadım. Başım usulca omzuna doğru düştüğünde, kirpiklerim ağırlaştı.
Daha fazla bu yorgunluğa dayanamayan bedenim sıcak bir yuva ararcasına omzunda hareket etti. Sabit dururken elimdeki kupayı aldığında ses etmeden biraz daha aşağıya doğru çekilmem ile başım usulca sert göğsüne çarptı.
Benden sıcaktı, ısıtma zahmeti olmadan her an sıcak kalabiliyor olması mükemmeldi. Sanırım bu özelliğini kıskandım.
Sıcak bir Ali Asaf.
Ben ise kendimi ısıtmak ayrı bir zahmete giriyordum. O sırada elim bir şeye tutunma ihtiyacı ile kamaşırken belinin üstünden kendisine sarıp gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim. Böylece ikimizde yatakta yatabilirdik. Hain planıma eşlik ederken, yorgun olmam bunu tetiklediğinden yanlış bir şey yapmadığıma kendimi ikna ettim. Şu an zaruri bir durumdaydık, evet kendim ile iç çatışmamı sonra yapacaktım.
Ali Asaf’tan ses gelmezken göğsünü şişirdiğinde çarpan kalbinin sesi ile gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim.
Kalbi çok hızlı atıyordu.
Sesini daha iyi dinlemek için kulağımı göğsüne yaklaştıracaktım ki omzumdan tutulup yukarıya doğru çekilmem bir oldu. Uyku ve uyanıklık arasındaki çizgide dolaşırken alnım boynuna doğru usulca çarptı. Ne ara bu hale geldiğimden habersiz sıcaklığı ile daha da sarıldım beline.
“Yanlış yaptım.” diye kısık mırıltısı ile ne dediğini anlamadım. Gözümü, biraz açıp baktığımda fenerinde artık vaktini doldurmuş söndüğünü gördüm. Odada sadece sobanın yanan ateşi ile bir aydınlıktan başka bir ışık kaynağı yokken boynundan bir adım geriye gidemedim.
Bu kulübe bana rüyamdaki o soğuk, izbe yeri hatırlatırken elim Ali Asaf’ın kazağını sıkı sıkı kavrarken o an soğuk dudaklarım boynunu sıyırıp geçti. Yerimi ayarlayamazken çok hareket etmemeye, sabit kalmaya çalışırken dudaklarım tekrardan boynuna dokunduğunda yutkunuşu ile alnıma değen teni hareket etti.
“Alisya, şu an hiç iyi şeyler yapmıyorsun ama güzelim.” fısıltısı kulağıma değdiğinde sesi uzak gelse de duyuluyordu. Ama yerim çok rahattı. Sanki önceden yattığım yataklar hiç rahat değil de aradığım yatağımı bulmuş gibi sarıldım yanımdaki bedene. Sıcak göğsünde yerim ise çok rahattı. Karanlık olsa bile geçmişimdeki o kötü kulübe gibi görünen bu yerde yanımdaki bedene tutundum. Beni onda rahatlatan bir şeyler vardı. Hem tarçının kaynağındaydım hem de atan nabzını alnımda hissedebiliyordum.
“İyi şeyler düşün Ali iyi şeyler…” diye mırıldanırken bir ara sessizleşti. Uyuduğumu düşünse de uyumaya yakın olan zihnim her şeyi duyuyordu, sadece ağrıyan göz kapaklarımı açamıyordum.
Bir müddet sobanın çıtırtısını dinlerken yine sesini duyduğumda uykum dağılır gibi oldu.
“Yok olmuyor. Kiraz dudakları buna engel oluyor.” diye kendi kendine konuşmasına devam etti. “Dudaklarında, atan nabzı duyuyorum.” diyen fısıltılı sesi ile tekrar yutkunduğunda o an bir şey yaptım. Uyanık olsam utancım buna engel olacaktı ama şu an beni uyuyor olarak biliyordu. Yoksa böyle kısık sesle de olsa konuşmazdı. Bundan cesaret aldım.
Beni nasıl boynumdan öptüğünde bilinmezliğe itti, onunda o bilinmezliğin tadına baksın, bilsin istedim.
Dudaklarım, boynunun kenarına dokundu. Dudaklarımdaki nabız gibi artarken sanki boynuna yaslanır gibiydim.
Göz kapaklarım titredi. “Allah’ım sabır kotamı zorluyor bu kız.” sertçe yutkunuşu ile kalbimin atışları hızlanırken nefeslerimi düzgün almaya çalıştım. Uykum ağırlaştı daha fazla zihnimi açık tutamadım. Bir vakit sonunda sesler uzaklaşırken artık bilincimde değildim. Uykunun sıcak kollarında kendime bir kapı açmış orada ilerliyordum.
…
Sıcaklığın varlığına biraz daha sokulduğumda elime bir sertlik gelince ne olduğunu anlamayarak kaşlarım çatılırken, sarıldığım sert bedenden ses geldi.
“İnatçı dedik ama her saç telinde mi inat olur be güzelim.” diye Ali Asaf’ın sesini duyunca gözlerimi hızlıca açtım. Sesi neden bu kadar yakınımdan geliyordu?
Gözlerimi açtığımda nedeni öğrenmem ise kısa sürdü. Adamın resmen üzerinde yatmışçasına bedenimin yarısı üzerini kaplamış, gözlerine bakarken yutkundum. Ayağımın birisi ayaklarının arasında bedenim ise kolları arasındaydı.
Biz gece böyle mi uyumuştuk. Ben aynı yatağı paylaşalım derken sabahına böyle bir sahne…hiç beklemiyordum.
Bana bakan yeşilleri parelenirken kuruyan dudaklarımı ıslattım. Bedenimde, çölde güneşin altında kalmışçasına bir sıcaklık vardı. Ve bu sıcaklığın kaynağına sarılı duruyordum.
Gözlerinde meftun bakışlar ile kendi yansıma mı gördüğümde sanki aynada kendime bakıyordum. Aramızdaki sessizlik büyüdü. Ali Asaf bir şey demedikçe ne yapacağımı bilemeyerek daha çok gerilirken gözlerinden gözlerimi çekmeme de izin vermiyordu.
“Bu kadar dikkatli bakma.” dedi boğuk çıkan bir sesle.
“N-neden?” diye fısıldadığımda sırtımı yatağın sıcak yüzeyinde, Ali Asaf’ı ise üzerimde bulmam bir oldu.
Kalbim dört nala koşarken bedeninin birazını üzerimde hissettim. Ağırlığını üzerime vermezken sadece gitmeme izin vermeyecek gibi kolları da iki tarafımdan etrafımı sarmıştı. Kuşatılmışçasına onun ve yatak arasında kalırken ellerim aramıza bariyer oldu.
Biraz aramıza mesafe bırakırken gözlerinin yakınlığı ile gözlerim kamaştı. Dudaklarımı ıslatma gibi bir hatada bulunduğumda gözlerimden bakışlarını çekip dudaklarıma indirdi. Yakınlığı ile titreyen parmaklarım göğsünün üstünde beklerken üst bedeni göğsüme yaklaştı. Çarpan kalbinin nabzını sağ elimin avuç içlerine hissederken her saniye daha da şiddetli vuruşları avuç içlerime doluyordu.
Bakışlarını dudaklarımdan çekmezken göğsüm nefeslenerek kesik nefesler almaya devam ettim.
“Öpesim geliyor.”
Dudaklarım dedikleri ile aralansa da tekrar kapandı. Gözlerime tırmanan yeşilleri izin beklercesine gözlerime bakıp usulca kapanırken dur diyemedim.
Göz kapaklarım kapanırken anın verdiği yoğunluk ile aklım durdu. Hiçbir şey yapamıyordum. Aramızdaki elimin içinde bir dünya vardı ve o dünya hızlı hızlı çarpıyordu.
Sıcak nefesi yüzümü sıyırdığında kemikli burnu burnumun ucuna dokundu. Kesik nefeslerim ile göğsüm ağrırken yakınlığı ile ellerim aramızda sıkıştı.
Hangimizin kalbi böyle hızlı atıyor diye düşünemeyecek kadar karmançormandım. Kısık nefesimi verdiğimde yüzüme yakın olan yüzüne çarpıp tekrar bana geldi. Avcunun birisi çenemi hafifçe tutarken diğer elinin parmakları yanağımda çoktan gezintiye çıkmıştı.
Yatağın üzerinde çalan telefon sesi ile sanki bir rüyadan uyanırcasına gözlerimi araladım. Ben ne yapıyordum, aklım dururken çalan telefona aldırış etmezcesine yanağımda eli gezindi. Sanki dünyası sadece burasıymış gibi kısık gözlerini gördüm.
Yeşillerin içinde bir de küçük beneklerle sanki elalar eklenmişti.
Burnu burnuma sürtünürken yakınlığı ile gözlerim tekrardan kapanırken zihnimdeki çarkların uğultusunu dindiremiyordum. Her yerden beni kuşatmışlardı ve kulağımdaki çın sesi ise gittikçe artıyordu.
Tekrardan çalan telefon sesi ile gözlerimi aralayıp kendime geldiğimde “T-telefon çalıyor.” diyerek mırıldandım. Dudaklarım dudaklarına çarpıyor, nefesini içime çekiyordum.
“Çalsın.” dedi gözlerini kısıp yüzünü yaklaştırırken.
“Önemli olabilir.” dedim nefes nefese.
“Olsun.” diye yaklaşan dudakları her hareket ettiğinde dudaklarıma çarpması ile kapalı gözlerim tekrardan aralanırken telefonun ekranı tekrar yandı.
“Sanırım, Timuçin arıyor.”
“Çalar çalar susar.” dediğinde artık tek nefeslik bir alanım ile saçmaladım. “Ama ya Timuçin seni özlediyse ve bu yüzden seni arıyorsa.” dediğimde dudaklarına çarpan dudaklarım ile yutkundum.
Dediklerim ile duraksarken kısık gözleri açıldı. “NE!” dediğinde dudaklarıma yakın dudaklarımdan bir an geriye çekilip yüzüme baktı. Anlamsız bir surat ifadesi ile kaşları büküldü. “Ne!”
“Ya-ni arkadaşın sonuçta. Arkadaşlar birbirini özler.” derken kollarını göğsünde birleştirip bana bakmaya devam etti.
“Hımm.” dediğinde sanki devam et dercesine bakan gözlerine karşılık verdim.
“Ben ben mesela arada Gülce’yi özlerim, oda beni özler. Ti-Timuçin de seni özlemiş olabilir, bak bence.” dedim usulca. Dudaklarımızın teması kesildiğinden saçmalayan çenemin önüne geçemedim. Telefon önemli bir şey olmuşçasına aramızda çalmaya devam ederken bir şey söylemedi.
Sadece baktı ama bakarken sanki benden de bir ömür götürür gibi baktı. Elini yanıma uzatıp çalan telefonu kavradığında avcuna alarak sıktı.
“İşe bak ki çekmeyen telefonun çekeceği tuttu.” sesine yansıyan sinirle gülmemi içimde tuttum. Dudaklarımı sıkı sıkı birbirine kenetlerken çatık kaşları gelen mesaj ile daha da çatıldı. Gülersem beni bu sefer karlara atacağının ihtimali, bakışlarına yansırken yüzümü düz tutmaya gayret ettim.
Telefonda ne gördüyse bakışları değişmişti. Yataktan aniden kalkıp dış kapıya doğru giderken durması ile yattığım yerden doğrulup bacaklarımın üzerine oturdum.
Arkasını dönerek son kez gözlerime doğru baktı. “Kaçtın küçük kuzu. Hayır kurt, kuzuyu serbest bıraktı…tadını çıkar.” dediğinde kulübenin kapısını açıp dışarı çıkması ile kendimi yatağın üzerine sırt üstü atmam bir oldu.
Kalbim göğüs kafesimi şiddetle döverken elim kalbimin üzerine gitti. Beni öpecekti, bunu beyan ederken ki gözleri bunun yakın olduğunu söylüyordu.
Gözlerinde kendi yansımamı görmüştüm.
Bu his ile kalbim hiç olmadığı kadar hızlı çarparken buna izin verecek olmam tabularımı yerle bir etmeye yetti. Küçük sırrım ise gün yüzüne çıktı.
O an beni öpmesini istemiştim.
…..
Ve bölüm sonu canlarrr. Bölümlere bol bol yorumlarınızı bekliyorum, diğer bölüm efsane olacak. O yüzden desteğinizi bekliyorum canlarr. Haftaya yeni bölüm ile görüşmek üzere. Pano üzerinden yeni bölümün ne zaman geleceğini paylaşırım canlar. Şimdilik kendinize çok çok iyi bakın.
Hoşçakalınnnnn.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |