25. Bölüm

21.Bölüm: Yanan Tek Nefes

Safinaz S.
umudundaparlayanla

Selamm umut ışıklarım. Öncelikle hepinizin geçmiş bayramını kutlarım. Umarım güzel bir gün geçiriyorsunuzdur.

Buraya kadar okuyan canlar için hikaye de zaman olarak aralık ayının son günüdür. En kısa zamanda diğer bölümlerin düzenlemesini de ayarlayacağım. Yani Alisya stajı ekim, kasım ve aralık aylarında yaptı. Üniversiteye başladığında ise son dönemi olacak. Bilginize canlar.

Şimdilik böyle devam edelim. Keyifli okumlar dilerim.

-Size en güzel hissettiren şarkı ile dinlemenizi tavsiye ederim. 😉

21.BÖLÜM: YANAN TEK NEFES

Alisya AKMAN

Bu his ile kalbim hiç olmadığı kadar hızlı çarparken buna izin verecek olmam, tabularımı yerle bir etmeye yetti. Küçük sırrım ise gün yüzüne çıktı.

O an beni öpmesini istemiştim.

Bir müddet yattığım yerden tavanı izlerken kısık tonda gelen seslerden pencereye doğru baktım. Ali Asaf hala dışarıda telefon ile konuşuyordu. Dün yağan karın bugün esamesi okunmazken pencereden bir sağa bir sola giden Ali Asaf’a doğru baktım. Bir şeye sinirliydi ama sesi kısık geldiğinden pek bir şey duyamıyordum. Yatağın üzerinden kalktım.

Kulübenin sahibi gelmeden gitsek iyi olacaktı. Stres ve gerginlikten odanın içindeki eşyaları tekrar düzeltip etrafımda bir şey dağınık bırakıldı mı diye bakındım. Sobanın içindeki odunlar sabaha kadar yanmış geride sadece külleri kalmış olsada içerisi ılıktı. Kuruyan montumu üzerime geçirip Ali Asaf’ın, verdiği beremi cebime yerleştirdim.

Titreyen parmaklarımı birleştirdim. Parmaklarım korkudan değil de heyecandan soğumuştu. Kalp çarpıntımın sahibine baktım. Ali Asaf’ın telefonunu kapattığını görünce hemen yatağın üzerine oturdum.

Anlık oturduğum yerde bir aydınlanma geldi. Durduk yere gerilmiştim. “Yok niye gerildim ki?” diyerek yatağın üzerinden kalktığımda kapıyı açması ile yeşillerine yakalandım. Dışarıdaki sinirli yüzü şu an ona baktığımda kaybolmuştu. İlginç.

“Hadi gidelim,” dudakları yukarı doğru kıvrılırken devam etti. “Bal.”

Derin bir nefes alıp göğüs kafesimi şişirdim. Göğsüm körük gibi inip kalksa da üzerime giydiğim montumdan seçilmiyordu.

Kalbim, evet biliyorum. Haklısın. Her zaman haklıydın.

“Tamam, geliyorum.” sonunda konuşurken, son bir kez kulübenin içine doğru baktım. Sanki az önce etrafı toplamamış gibi bakınırken aslında yeşillerinden kaçıyordum. Çarpan kalbim ona her baktığında benimle anlaşmayı kesiyordu.

Kalbim, neden senle anlaşamıyorduk biz.

Beni kapının arasında beklerken kuruyan dudaklarım ile botlarımı ayağıma geçirip yanına doğru ilerledim. Bakalım ne kadar uzaktaydı konakladığımız yer. Kapının arasından geçecekken “Bekle.” dedi aniden.

Yanından geçecekken bir adım ile önüme geçip beni durdurdu. Cebime yerleştirdiğim beresini çekip çıkartması ile ona doğru baktım.

“Üşüme.”

Bana üşüme diyordu ama onun asi saçları dalgalı bir şekilde gözümün önündeydi. Saçlarımın bir kısmını omzundan sırtıma doğru götürdüğünde bereyi başıma geçirdi. Kırk asırlık süren bu yakınlık genzimi yaktı. Tarçın kokusu ister istemez genzime doğru yol aldığında derin bir nefes almamak için kendimi zor tuttum. İki eli ile başımın yanlarından bereye sarılırken gülümsedi. “İşte oldu, artık gidebiliriz.” diyerek bana yol vermesi ile kapıdan hızlıca çıktım. Daha fazla yanında kalamadım.

Kulübeden çıkıp Ali’yi beklerken kulübenin dış kısmında gece görmediğim bir güzellik ile karşılaştım. Kulübenin arkasına doğru verandası uzanıyordu. Kabusumdaki gibi küçük ya da korkutucu değildi. Gündüz gözüyle gördüğüm için mi bilmiyorum ama sıcak bir yapısı vardı.

Ali Asaf dışarıya çıkıp kapıyı örttü. Kapıyı ne kadar dışardan açsakta önüne birkaç engel koyarak içeriye girilmesini engelledi. Pencerenin kenarına bir miktar para iliştirmesi ile tebessüm ettim. Sanırım bu kırdığımız kapı parası içindi. Malum dün, biraz zaruri bir durum içinde kalsakta, kulübenin sahibi geldiğinde en azından kulaklarımız çınlamazdı.

Yanıma gelerek karlı yoldan ilerlemesi ile yanında sessiz adımlar ile ilerlemeye başladım. Dün karanlıktan pek bir şey gözükmezken şimdi aydınlıkta her şey çok güzel görünüyordu. Ağaçların üzerindeki kar birikintileri, birer yastık gibi çamları kaplamış manzaralık kareler sunsa da gece için aynısını söyleyemezdim. Korkmadığım kadar korkmuş, yalnızlığım tek nefesim olurken elinde bir fener ile beni kurtarmaya gelen umuduma baktım. Gelmişti, benimle o soğukta, üşüme riskine rağmen montunu paylaşmış, yolumuzu aydınlatmıştı.

Sessizdik. Tıpkı ormanın sessizliği gibi.

Sanki aramızda sessiz bir antlaşma vardı da ona uyuyorduk. Birbirimize zaman veriyorduk.

İkimizde az önce olanlar hakkında konuşmazken karlı yerlerden açtığı adımlarına basarak onu takip etmeye devam ettim. Ara ara arkasını dönüp bana bakarken ses yaparak yürümeye devam ettim. Arkasından geldiğimi böylece duyuyor olsa da önüne dönüp ilerlemeye devam ediyordu. Sanki sesimi duymasa kayıp olacağımı düşünüyor gibi beni kontrol ediyordu. Aniden zihnime dolan bir çınlama ile Ali Asaf’ın sırtına bakmaya devam ettim.

“Ali Afas, ayaklarım hep kar oldu.” diyen bir kız çocuğunun sesi ile adımlarım yalpaladı. Bu benim küçüklüğümün sesiydi.

“Bal ben sana ne dedim, buradan yürü.” seslerinin ardından zihnimde bir çark dönüp anıyı gözlerimin önüne serdi.

“Adımların çok büyük, ayağımın içi hep kar oldu.” Ali Asaf diye seslendiğim çocuk, küçüklüğümün önünde eğilerek bir dizini kırdı. Elindeki poşeti kenara bıraktı. Ne olduğunu göremedim.

“Ayağını, dizimin üstüne koy.”

“Üşür, olmaz.” diyen küçüklüğüm ile eli ayağımdaki ayakkabıyı buldu. Ayakkabıyı ayağımdan çıkartıp çorabın altını silkelerken dizinin üstüne ayağımı koydu. Bir elimle omzuna tutundum. Ayakta zor durur bir halim vardı. Omzuna değen kar tanesini görünce yakından bakmak için eğilirken dizine oturmamla dengesi bozuldu.

“Ahhh.”

Arkaya doğru yalpalaması ile kendimizi karların üzerinde bulunca gülümsemem çoğaldı. Yanımda söylentileri ile ona bakarken gülmeye devam ettim.

“Bal, her tarafım kar oldu.” diyen sitemli sesi gülmem ile kesilirken karın üzerinde kelebek deseni yapmaya başladım.

“Ali Afass, yanıma gel. Buradan manzara çok güzel.” diye gülerken bana bakan bakışları ile tebessümü çoğaldı.

“Evet manzara çok güzel…” derken aklına ne geldiyse yüzü soldu. “Ama daha fazla karda böyle uzanırsan annelerimiz canımıza okuyacak. Hadi kalk, üşüyeceksin.” diyerek yerden kalkıp elini bana yanı küçüklüğüme doğru uzattı.

“Annemler!”

“Ya annemler, hadi kalk ekmeğin yarısını yolda yedik şimdi birde ıslandılar.” diyerek yere düşen ekmek poşetini aldı. Ali Asaf’ın ekmeği tuttuğunu bile görmemiştim.

Beni yerden kaldırıp kendi üzerinde karlar dururken üzerimdeki karları silkelemeye başladı. İşini titizlikle yapıp bütün karları üzerimden sildi. “Hadi gidelim.”

“Olmaz, dur.” diyerek bende Ali Asaf dediğim çocuğun üzerini minik ellerim ile silkelemeye başladım. Montunun üzerindeki karları elimden geldiğince silip sanki az önce kara düşürmeyen benmişim gibi sırıttım.

“İşte oldu, artık gidebiliriz.”

“Önden adımlarımı küçük açacağım, onlara bas tamam mı, ellerim soğuk montumun ucunu sıkı sıkı tut, sakın düşme.” diyerek montunun kenarını küçüklüğüme doğru uzattığında zihnime aniden gelen bu anı ile gözümden bir damla yaş aktı.

Parmağımın ucuyla akan bir damla yaşı sildiğimde önümden yürüyen Ali Asaf’a doğru baktım. Kalbim çok hızlı çarparken başıma giren bir ağrı ile sola doğru sendeledim. Ayağım sanki yere değmemiş gibi karın içinde denmemi sağlamaya çalıştım.

Ali Asaf’ın adımları adım seslerim ile durunca dengemi sağlayıp dik durdum. Daha düz yolda sendeliyordum düşseydim yine rezil olurdum. Sanki her düşüşümü görmemiş gibi bunu düşünmemde cabasıydı. “Montumu tutmak ister misin?” demesi ile yüreğimin boğazıma doğru taşındığını hissettim. Tesadüf müydü, yanılsama ya da sadece bir an. Eğer tesadüfse de İyiki sormuştu.

“Neden?” diye sormuş bulundum. Bu nasıl olurdu, sanki zihnime gelen anımı tekrar yaşıyordum.

Ali Asaf bana anımı bilmeden yaşatmıştı. Şaşkın bakışlarımı görünce başını yana doğru çevirip gözlerimden koptu. “Düşme diye, daha çok yolumuz var. İstemezsen…”

“İsterim, montunu, tutmak isterim.” dedim hemen. Anı zihnimdeydi ve şu an gerçekleştirmek bile farlıydı. Sanki bir o kadar anının içinde bir o kadar da farlıydı.

“Al bakalım.” diyerek montunun ucunu bana doğru uzattığında hüznüm zihnimde dağılırken montunun ucunu parmaklarım ile kavradım.

Önüne dönüp ilerlemeye başladığında ardında küçüklüğüme bir an ekti. Bundan haberi olmasa da bir kız çocuğunu sevindirdiğinden habersiz yürümeye devam etti. İçimdeki filizlenen bir çift umudum yeşerdi. Geçmişime uzanan yoluma ışık olmuş sanki yeniden küçüklüğüme gitmeme yardımcı olan onun için belki küçük ama benim için paha biçilemez bu büyük hareketi ile yürümeye devam ettim.

Teşekkür ederim, ne kadar bilmeden yapsan da yaptığın bu hareket, içimdeki hüzün dalgasını dağıtmaya yetmişti. Sırtına doğru bakarken içimden konuşmaya devam ettim. Teşekkür ederim Ali Asaf.

O çocuğun sen olmasını hiçbir şeyi istemediğim kadar istedim.

O, sen ol istedim.

Biraz daha ormanın içinde yürüdükten sonra telefonunun çeken konum sayesinde nihayet asfalt bir yola çıkmıştık. İkimizde bu sefer kendi bildiğimiz yerden değil navigasyona güvenmeyi seçmiştik. Bu inatçı tavrımızın benzer olması ise beni güldürdü.

Yolda gelen bir aracı Ali Asaf, durdurunca bizi konakladığımız yere götürüp bırakmıştı. Araçtan inip karlı geldiğimiz tesise doğru baktım.

“Dayı, selametle.” diyerek aracın kapısını kapatan Ali Asaf, yanıma gelerek belimden destekle merdivenleri tırmanmaya başladık. Merdivenlerin yüzeyi buz tutmuştu.

Kapıyı açtığımda içerideki kalabalık ile gözlerim kamaştı. Herkesin sesi kulağıma uğultu şeklinde dolarken kapıyı açmamız ile gözler üzerimize çevrildi.

“Alisya, Alisya!” diye koşarak gelen Ceyda, hızla bana sarılması ile arkaya doğru yalpalayacakken, Ali Asaf’ın belimi yakalaması ile adımlarımı yere güçlükle sabitledim. Sıkı sıkı bana sarılırken kollarımı gövdesine sardım. Sanırım herkesi korkutmuştum.

“Çok korktum, aramadığımız yer kalmadı, sonra Ali gitti arkandan, ondanda haber alamayınca jandarmaya haber verdik, çok korktum iyi misin?” dedi.

“Ceyda, kızı çok sıkıyorsun bırakta rahat bir nefes alsın?” diye Ali Asaf’ın sitemi ile kolunu boynumdan gevşetmesi ile nefes aldım. Korkutmuştum, gözlerinde kuruyan yaşlar hala kendini belli ederken gülmeye çalıştım.

“Aaa, pardon ben seni görünce, iyi misin? Nasıl geldiniz?”

“İyiyim sakin ol. Ali…” derken etraftakilerinden bizi dinlediğini görünce son anda toparladım. “Ali Bey sağ olsun beni buldu. İyiyim, sadece biraz yorgunum o kadar.” dedim gerginlikle. Herkes sessizlik için de olan biteni dinlerken bütün gözlerin üzerimde olmasından hiç hoşlanmamıştım.

“Artık tuvalete bile gitsen beraber gideceğiz.” dedi Ceyda ciddiyetle.

“Abartmasan mı Ceyda.” Yanımda beni her tehlikeden koruyan Ali Asaf’ın sesi ile tebessüm ettim.

“Sen sus, sende gittin, birde telefonunda çekmiyordu,” dediğinde tekrardan bana doğru döndü. Gerçekten endişeliydi. “Son çare aileni arayacaktım.”

“Aramadın değil mi?” diye panikle sordum. Eğer onlarında haberi olursa bu sefer bir ton azar işitebilirdim.

“Yok, Oğuzhan telefonu elimden aldı,” derken sesi sinirli bir o kadarda endişeli çıkmıştı. “Sabah gelmeseydiniz, ilk işim aramaktı.”

“İyi yapmışsın, şimdi onlarda panik olmasın, sadece evi bulacağım diye birazcık fazla yürümüşüm.” dedim iki parmağımı yakın bir mesafeye getirip. Evi nasıl bir uzaklığa yapmışlarsa kaybolduğumu bile fark edememiştim. Gerçi havanın karaltısı da cabası olmuştu.

İçim titredi.

Soğuk, beni dün gece ilk defa ürpertmişti. Kışı seviyordum ama hiç böyle bir durumda kalacağım, aklımın ucundan dahi geçmezdi.

“Bak gördün mü, ben sana dedim Ali onu bulur diye. İyisin değil mi Alisya?” diyen Oğuzhan beye baktım. Ceyda’yı kolları arasına alıp güç bela sakinleştirmiş, tekrardan kötü bir şey olacakmış gibi kolunun altında tutmaya devam ederken tebessüm ettim.

“Evet iyiyim. Ali Bey, sağ olsun tam zamanında yetişti.”

“Ne kadar da cömert bir patronum öyle değil mi?” diyen sesi ile yakınımda konuşurken ses tonu, resmen sırıtıyordu.

“Evet, çok cömert.” dediğimde tebessüm ile ona bakarken bakışları arkamdaki bir yere döndüğünde yüzündeki tebessüm, buhar olup aktı. “Sanırım sana bir şey diyecekler.” dediğinde arkamda kim varsa kaş göz ile bu tarafa gelmelerini isterken anlamsız bakışlarım ile arkamı döndüm.

“Kim bana ne diyecek?” derken karşıma dikilen kızlara baktım. Bunlar dün benim hakkımda atıp tutan yanımızda oturan kadınlardı.

“Özür dileriz, iyi misin?”

“Evet çok üzgünüz.”

Hep bir ağızdan karşımda dikilirken “Evet iyiyim.” dedim anlamsızca. Benden dünkü davranışlarından dolayı mı özür diliyorlardı. Ali Asaf’a baktığımda çatılı kaşlarla kızlara baktığını görünce anladım. Dünkü olanlardan haberi vardı. Elbette vardı ve yine beni mi düşünmüştü?

Kızların yüzleri hüzünle bakarken seslerine hiç bu hüzün uğramamış gibi diğer kız konuşmaya başladı.

“Evet üzgünüz, dün hakkında…”

“Önemli değildi, zaten dün ben söyleyeceğimi söyledim size.” diyerek kestirip attım. Tekrardan aynı şeyleri konuşmak anlamsızdı. Bir şey değişmeyecekti, bakışlarından anlaşılıyordu. Kolumu tutup daha yakınıma gelen Ali Asaf konuya girmesi ile ona döndüm.

“Hayır önemliydi. Özürlerinizi dilediniz, daha fazla gözümün önünde durmayın.” dedi sinirle.

“Ali Bey.” diyen kumral saçlı kızın sesi ile telefonu ısrarla çalmaya başladı. Ali Asaf, kızların itirazını duymak istemiyor gibi Oğuzhan beye döndü.

“Oğuzhan, kızlara bir taksi çağır, onların tatili bitti.” derken sert sesi bana döndüğünde yumuşadı. “Kahvaltını et ve bir yere kaybolma, birazdan geleceğim.” diyerek tekrardan çalan telefonu ile kapıdan çıkması bir oldu.

“Senin yüzünden Ali Bey bize de kızdı, şu işe bak.” diyen yanımdaki kumral saçlı kız ile kaşlarım çatıldı. Bu olanlardan bir de beni mi suçluyordu.

“Bana bak, Ali yanımızda diye bir şey demedim alırım ayağımın altına sizi şimdi.” diyerek Oğuzhan beyin kolunun altından çıkması ile hızla koluna yapıştım. Oğuzhan bey bile tutacak vakit bulamazken önüne geçip durdurmaya çalışırken Oğuzhan beyde hemen diğer kolunu tuttu.

“Ceyda ne yapıyorsun?”

“Ceyda Hanım, delirdiniz mi? Kendinize gelin, onun yüzünden tatilimiz mahvoldu, birde kayboldum ayağı çekiyor.” diyen siyah saçlı adını bilmediğim diğer kız konuşurken tavrı ile sinirle konuşmaya başladım.

“Bence taksi çağrılmışken gidin yoksa onu da bulamayacaksınız.” diyerek tebessüm etmem ile yüzleri düştü. Ceyda kızlara sataşmasın diye kolundan tutarken masadan eşyalarını almalarını bekledim. Ne desem anlamsız ve boşa bir çabaydı. İnsanın içindeki kalbi kötü ise ne yapıp ne söylesem de onlar onu düşünmeye ve yapmaya devam edeceklerdi.

Anlamsız bir çaba olurdu.

“Kızlar, yürüyün gidelim.” kapıdan onlarında çıkması ile Ceyda kolumuzdan kurtulup arkalarından kapıyı sertçe örtüp tekrardan yanıma geldi.

“Ceyda, canım biraz sakin ol, gittiler.”

“Tamam şimdi biraz daha iyiyim. Terbiyesizler birde kızı suçluyorlar.” derken bana döndü.

“Neyse, nasıl oldu, yani bu havada nasıl kurtuldunuz.” dediğinde bakışlarım yanımızda bulunan Oğuzhan beye gitti. Elinde telefonuna gelen bildirime bakıyorken Ceyda’ya anlaması için kaş göz işareti yaptım.

Etraftaki yoğun kalabalık kendi hallerinde dağılırken birkaç kişi yanımıza gelip iyi olup olmadığımı sordu.

Neyse ki iyi insanlar da vardı.

Ceyda’nın sorusuna kızların yanımızdan gitmesi ile cevap verdim. “Ben çok acıktım, önce bir şeyler yiyelim mi, öyle konuşuruz.” zira karnımdaki gurultuları sadece ben duyarken biraz daha yemek yiyemezsem herkes duyacak hale gelecekti.

“Doğru ben düşünemedim. Mehmet abi, sana zahmet bize bir kahvaltı tabağı getirir misin?” diye seslenmesi ile montumun fermuarını aşağıya doğru indirdim. İçerisi çok sıcaktı. O sırada Oğuzhan bey başını telefondan kaldırıp bize döndü.

“Kızlar siz kahvaltınızı edin, ben bir Ali’ye bakayım.” diyen Oğuzhan beyinde kapıdan çıkması ile bir koltuğa geçip oturdum. Ceyda bana merakla bakarken ben jandarmaya ne diyeceğimizi düşünüyordum, umarım aileme haber vermemişlerdi. Etraftaki gözlerden kurtulurken göz hizama gelen Ceyda’nın bakışları ile dudaklarımı araladım.

Olan biteni anlatmaya başladım. Olayları biraz sansürleyerek anlattığımda en sonunda konuyu tatlıya bağlamıştık. Gözlerinden mutluluk akıyordu. “Yani şimdi siz, beraber uyudunuz öyle mi?” dedi ve devam etti. “Kırk yıl düşünsem Ali’nin böyle birine dönüşeceğini düşünmezdim ama sana karşı bu farklı, yüzünüze baktığımda görülüyor.”

“Teknik olarak evet mecburduk başka yatak yoktu.” desem de içimdeki kör kuyunun kapısını ben açmış onunla aynı yatakta yatmayı istemiştim.

“Çok romantik.” derken hülyalı sesi ile ellerimi sıcak salebin olduğu fincanın etrafına sardım. Konuşurken kahvaltımızı yapmış salep içmek isterken Ceyda, kahve tercih etmişti. Elimdeki fincanı sıkıca kavradım. İçerisi sıcaktı ama avuç içlerim titrek bir buzun yüzeyinde gezinircesine üşüyordu. Bakışlarımı salebin yüzeyine düşürüp bir yudum daha aldım. Sıcak buhar fincandan yukarıya doğru dağılıp buhar oldu. Tarçın hem içime hem de dışıma işlemişti.

“Ceyda bizim seninle romantik anlayışımız uymuyor bence, üşüdüğümüzden öyleydik diyorum.” derken beni hiç duymuyormuş gibi tabi dercesine başını salladığında aklıma gelenler ile konuyu değiştirdim.

“Telefonum sendeydi değil mi?” fincanı önümüzde duran kare sehpanın üzerine bıraktım.

“Evet onu diyecektim. Gülce aradı birkaç kez, açmak durumunda kaldım.”

“Sorun değil, ben onu bir arayım o zaman.” diyerek uzattığı telefonu elime aldım. Ekranı açtığımda önüme bir sürü bildirim düştü. Evet tamda tahmin ettiğim gibi sayısız cevapsız çağrı ve mesaj vardı.

Ne kadar vakit geçti bilmiyorum Gülce ile konuşmamı bitirsem de bir de görüntülü arayarak beni canlı görüp emin olduktan sonra gelince uzun uzadıya bir konuşma yapacağını da söyleyerek kapatmış biraz da evdekilerle konuşmuştum. Anneme telefonumun sessizde kaldığını belirtirken biraz da sitem dolu sesi ile azar yedikten sonra telefonu kapatmıştık.

Telefonu sehpaya bırakacakken gözüm ekrandaki takvime kaydı bugün ayın son günü müydü?

Bu gece yıl başıydı.

Zihnim o kadar doluydu ki günleri bile unutmuştum. Ceyda gülerek ekranda tahmin ettiğim kadarıyla Oğuzhan bey ile mesajlaştığından şaşkınlığımı görmedi. Aslında buraya ne kadar stajyerlerin son günleri diye gelirken bilmeden yılbaşını da burada geçirecektik. Aslında yılbaşını öyle kutlayan birisi değildim ama yeni bir yıla girmek beni heyecanlandırıyordu. Sanki yeni bir an yeni bir başlangıç gibi içimde bir heyecan oluşturuyordu.

“Ceyda, bu gece yılbaşı mı?” diye sorduğumda başını ekrandan kaldırıp yüzüme baktı.

“Evet, dur dün olanlardan sana söylemeye fırsatım olmadı.” diyerek telefonu kapatıp sehpanın üzerine bıraktı. Heyecanlı bir şekilde konuşmaya devam etti. “Asıl sürpriz de bu aslında. Bu gece mükemmel bir parti bizi bekliyor. Her şey ayarlanmıştı ama durdurdum. Böyle bir durumda hiçbir şey yapamazdık ama seni bulduğumuza göre güzel bir partiyi hak ettik.” diyerek devam etti.

“Hatta şimdiden hazırlanmaya başlasak iyi olur, geç kalmayalım.” derken kendi oturduğu yerden kalkıp beni de yerimden kaldırdı.

“Dur ama Ali Asaf buraya gelecek, beklesem iyi olur.”

“Hım Ali Asaf diyorsun.” elini kolumdan çekip kapıya doğru baktı.

“Evet, ben o zaman bir arayım.”

“Ara Ali Asaf’ını rahat rahat konuşun,” biryandan gülümsemesi ile utandım. “O zaman ben kapıdayım. Seni dışarıda bekliyorum canım.” derken başımı sallayıp onayladığımda gülerek yanımdan ayrılması ile koltuğa geçip oturdum.

Kar emojili resme tıklarken elim rehberde yerini ezbere biliyormuşçasına çabucak bulmuş kulağıma telefonu götürmüştüm. Telefon bir kere çalması ile telefonu açtı. “Ali Asaf.”

“Bal, bir şey mi oldu,” derken nefes nefese seslerinin içine yerleşen panik dolu endişesi ile hemen konuşmaya başladım.

“Yok, ben eve geçiyorum, sen buraya geleceğim deyince haber vermek istedim.” Sonuçta buraya gelecekse

“Yok geçme, bekle beni.” derken arkadan birkaç patırtı ile sanki koli devrilmesi sesinin ardından telefona uzaktan küfür sesi geldi.

“Ne oldu, orda her şey yolunda mı?” derken yerimden kalkıp cam pencerenin pervazına doğru ilerleyip dışarıya doğru bakındım. Birkaç hışırtı sesinden sonra Ali Asaf’ın nihayet sesini duydum.

“Evet, evet her şey yolunda. Lanet ipler ayağıma dolandı.” derken kısık sesle sanki kendi kendine konuşurken sesi kulağıma ilişti.

“O zaman ben seni burada bekliyorum.” kafam karışmıştı, bir şeyler karıştırıyordu. Sesi ara ara telefondan uzaklaşıyordu ki sesinin tonajı arada yükselip alçalıyordu.

“Yok sanırım burada benim birazdan daha fazla işim oluştu gibi. Sen en iyisi eve git.” dediğimde kaşlarım çatıldı. Benim bilmediğim aniden ne işi çıkmış olabilirdi bu dağ başında.

“Sen bekle deyince durdum, sorun yoksa geçerim.” dediğimde sesim kısıldı.

“Hım öyle mi? Yani sözünü tutuyorsun.” muzip sesi ile beni görmemesine rağmen gözlerimi kaçırdım. Etrafımı kuşatır sesi ile elim kar taneli kolyenin ucunu bulup parmaklarımın arasına aldım.

“Ben hep sözümü tutarım ki. Neyse ben gidiyorum, akşam yılbaşı partisi varmış ona hazırlanacağım.” dediğimde sorup sormak arasında kalsam da sormayı tercih ettim. “Sen, gelecek misin?” Sonuçta şirketin patronuydu gelmeliydi, yani bence de gelse güzel olurdu.

Kalbim susacak mısın?

Sesi uzaktan gelirken sanırım işine ara vermiş olacak ki artık sesini normal duymaya başladım. “Benim çok önemli bir görüşmem çıktı, maalesef partiye katılamayacağım.” dediğinde bu seferde camın yanında bulunan bordo rengindeki perdenin süsü ile oynamaya başladım.

“İş mi, iyi de burada herkes şirketten.” derken kafam karıştı, iş için birileri mi gelecekti. Yılbaşı akşamı.

“Biliyorum, çok önceden ayarladığım özel bir meselem, sende gecikmeden eve gitsen iyi olur.” Muzip sesi kulaklarıma dolsa da dediği bir kelime aklıma takıldı.

Özel bir mesele.

“Yani akşam gelmiyorsun.” sesime yansıyan bariz bir şekilde kısık ve üzgün çıkmıştı.

“Ne o üzüldün mü yoksa, gelmeyeceğim için.” telefonun ardından sırıttığına emin olduğum sesi ile ne kadar görmese de zihnime gelen görüntüsü ile bakışlarımı kaçırdım.

“Yok, üzülmedim sadece işle ilgileneceğin işin, sonuçta yılbaşı.” Bordo perdenin süslü ipliği bir yere takılmış çıkmazken telefonu kulağım ve omzum arasına sıkıştırıp o düğümü açtığımda sesi kulağıma düştü.

“Özel bir misafirim gelecek.” Telefonu elime aldığımda dudaklarım aralandı.

“Özel misafir mi?”

“Evet, benim için çok özel birisi.” gülen sesi ile kaşlarım çatıldı.

“O özel misafirinizi ben tanıyor muyum?” Hesap soran sesimin tonajını düşürüp buna hakkım olmamasına rağmen dudaklarımın arasından çıkanların önüne ket vuramadım. Birden resmiyete bürünmüş sanki kapı ardına çekilmiş hissettim.

“Artık asistanım olmadığın için, bunları seninle paylaşamam, sanırım bende hazırlansam iyi olacak, özel misafirimi bekletirsem çok ayıp olur değil mi Alisya.” dediğinde yumru şeklindeki yutkunuşum ile elimi sıktım. Bana bal değil Alisya demişti ve bu tuhaf hissettirmişti. Ayrıca kimdi bu özel misafir diye dilinden düşürmediği kişi.

Kapımın ardı yumruklanıyordu, göğsümü delip geçen bu ateşin kıvılcımı dudaklarından dökülmüştü.

“Evet, git… Yani gidin bekletmeyin, özel misafirinizi.” diyerek telefonu yüzüne kapatıp kulağımdan çektim. Bordo perdenin süsü ile daha da sinir olurken çekip kopardım.

“Şimdi daha iyi oldu.” En azından şu an perde yamuk durmuyordu. Elimi perdeden çektim.

Birden durgunlaştım.

“Kim bu özel misafir ya.” derken arkamı döndüm. Gözlerim sinirle etrafta dolaştı. Özel diye diye dilinden düşürmediği, daha dün öyle şimdi de böyle.

Ali Asaf seni anlamıyorum, benimle oyun mu oynuyorsun yoksa beni mi sınıyorsun?

Herkes kendi halinde takılırken hiçbir şey anlaşılmıyordu. Gözlerim köşede telefonu ile ilgilenen güzel giyinimli bir kadın ile karşılaştı. Zihnimdeki karmaşa arttı.

“Saçmala Alisya.” diye kendi kendime mırıldanıp montumu bir çırpıda üzerime geçirdiğimde, telefonumu da cebime yerleştirip tesisisin dış kapısına doğru yürüdüm. Kapıdan geçecekken aynadaki yüzüm ile karşılaştım.

“Özel misafir, sensin özel misafir.” başımdaki siyah bere bana göz kırparcasına başımı ısıtırken resmen burnumdan soluyordum.

Bu özel misafiri yoksa kız mıydı? Onu da sorsaydım derdi sen beni mi kıskanıyorsun, sonra ver verecek bir cevap diye düşünür dururdum.

Dış kapıyı kapattığımda Oğuzhan bey ve Ceyda’yı görünce adımlarım sekti. İşte fırsat.

Belki Oğuzhan bey bir şeyler biliyor olabilirdi. Beni görünce verandanın yaslı durdukları parmaklıklardan, çekildiklerinde karşılarına dikildim. “Oğuzhan bey?”

“Efendim Alisya.” derken Ceyda’dan bakışlarımı çekip Oğuzhan beye baktım. Fazla düşünürsem soramazdım sonra gece kendimi yer dururdum.

“Size bir şey soracaktım aslında. Bu akşam Ali Bey’in bir misafirimi var?” diye sorduğumda gözlerini Ceyda’ya çevirip tekrardan bana döndü.

“Bilmem, bana bir şey söylemedi.” Yüzünden anlaşılıyordu ki bir şey bilmiyordu.

“Sanırım, yılbaşını o özel misafiri ile geçirecek, rahatsız etmesek iyi olur, Ceyda hadi gidelim.” derken yüzüm düşmüştü. Aniden değişen duygularım bir inişli bir çıkışlı ilerlerken yürümeye devam ettim.

Banane canım, ben onun neyiyim ki soracaktım. Herkes hürdü, istediği kadar özel misafirleri ile buluşabilirlerdi.

Özel misafir…

Cidden kimdi bu özel misafir?

“Alisya, canım biraz yavaş yürür müsün?” diye arkamdan seslenen Ceyda ile adımlarım duraksarken arkamı döndüm. Vücudumdaki ateşten fırlayan adımlarım ile resmen bir ev mesafesi kadar aramız açılırken Ceyda’ya baktım.

“Aa pardon, gel hadi.”

“Seni bıraksam bu sefer dağın tepesine çıkacak kadar bir enerji var, kim kızdırdı seni, yoksa Ali mi?” dedin de adını duyunca tepem attı.

“Yok Ali falan, sinirli değilim ben.” derken bariz çıkan sesimden sinir kokarken Ceyda yanıma gelip nefeslenerek başını salladı. Daha nerede kaldığını bile bilmiyordum, belki bu evlerden birinde kalıyordu ya da başımı yukarıya doğru çevirdiğimde tek başına duran geniş bir ev ile karşılaştım. Yoksa burada mı kalıyordu.

Dün kar bulutundan görünmeyen ev şu an gözler önüne serilse de sadece balkonu ve evin ön yüzündeki çatısı belirgindi. Bakışlarımı evden çekip ileriye götürdüm.

Vücudum resmen kaynıyordu, bakışlarım hoyratça etrafta sanki bir şey arar gibi dolanırken aradığımı bulamamış gibi Ceyda’ya doğru baktım. Bana seni anlıyorum der gibi bakıyordu.

“Ben sinirli değilim gayette sakinim.” dediğimde sanırım buna ben bile inanmadım.

“Evet, evet canım hiç sinirli değilsin, hatta çok sakinsin. Yere bastığın adımların altından da alevler çıkmıyor zaten, evet sinirli değilsin.” derken botlarım karla kaplı olsa da Ceyda’ya baktım.

“Evet değilim sinirli falan.” çatılan kaşlarım, yüzümde yakına geldiğinde tekrar arkamı döndüm. Ama bu sefer beraber sessizce eve doğru yürüdük.

Evin içine girdiğimizde montumu çıkarıp, “Ceyda sanırım tek banyo var, önce ben duş alsam sorun olur mu?” derken bir yandan da beremi üzerimden çıkartıp koltuğun üzerine koydum. Sinirliydim ama sanki birazda merakımın getirdiği, içimi cız eden bir his vardı.

“Yok canım sen gir ben senden sonra girerim. Sıcak rahatlatır sen gir.” dediğinde banyoya çoktan girmiştim. Kapıyı ardımdan kapattığımda üzerimdekileri tek tek çıkartmaya başladım. “Özelmiş, sensin özel.”

“Özel, özel, özel.” kendi kendime mırıldanırken sesimin tonajı arttı. “Bir dakikaya, bende bu gece o partiyi kendim için özel kılabilirdim, O da gitsin hangi özel misafiri ile geçirecekse geçirsin, banane.” derken boş banyodan sesim yankılanıp kulağıma doğru ulaştığında kapım tıklatıldı. Omuzlarım refleksle yükselirken, omzumdan geriye kapıya doğru baktım.

“Alisya, canım bana mı seslendin.” diyen Ceyda’nın sesi ile “Yok canım, sana seslenmedim.” dediğimde sesim kısıldı. “Kendi kendime konuşuyorum.”

Ağız tadıyla kendimle muhakeme yapamayıp son parçalarımı da üzerimden kurtardığımda duş başlığını sıcağa ayarlayıp ısınmaya başladım.

Evet sıcak su iyi gelmişti, dün üşüyen bedenim şu an sıcaklığın altında harlanırken uzun bir süre duş başlığın altında kaldım. Su beni gerçekten rahatlatıyordu, sakin şimdi biraz daha kendimi sakin hissederken duşakabinin kapılarını araladığımda buhar banyonun etrafında bir perde gibi yayılmıştı. Camın buharını elim ile sildiğimde hafif görünen göz altlarım ile karşılaştım.

Düzenli bir uyku ile düzelecek göz altlarıma yıllardır uyku haramdı. Çıplak vücudum titreyince önce saçlarımı bir havluya sarıp bornozu üzerime geçirdiğimde ipliğini sıkıca başladım. Etrafı düzenleyip eşyalarımı makinaya atarak kapıyı açtığımda adımlarım parkeyi ıslattı.

“Canım çıktın mı, bende gireyim, sonra beraber hazırlanırız.” diyerek koltuktan kalkması ile tebessüm ettim.

“Konuşmak istersem ben buradayım.” dediğinde tebessümüm büyüdü. “Biliyorum, teşekkür ederim, sen gir sonrada hazırlanalım.” derken aklıma takılan bir soruyu sordum. “Kaçta bu parti?”

“Sekizde, sen içerideyken birkaç ayarlamayı daha yaptım. Bir sanatçı gelecek ama aşağı da yollar kapanmış. Onun için uğraşılıyormuş, gelebilirse minik bir konser verecek bizlere.”

“Kim ki?” merak etmiştim açıkçası.

“Oda sürpriz olsun.” diyerek göz kırpıp gülerek banyoya girmesi ile bende odama doğru ilerledim.

Odanın içi sıcacık olsada hemen iç çamaşırlarımı üzerime geçirip saçlarımı kurutmaya başladım. Dış kapının sesi ile üzerime yünlü krem takımımı giyip odamdan çıkarak dış kapıya doğru ilerledim.

Kapıyı açtığımda bir görevli ile karşılaştım.

“Alisya Hanım.”

“Evet benim.” dediğimde beni bulduğuna rahatlamış bir ifade ile tebessüm ederek devam etti.

“Efendim bu sizin, iyi günler.” diyerek elime tutuşturduğu kutu ile arkasını dönüp gözden kaybolmasıyla kapıyı kapattım.

Birisi bana hediye mi getirmişti. Kutunun rengi yine lila renginde olunca şüphe ile kutuyu masanın üzerine bırakıp notu elime aldım.

Bana yine hediye mi almıştı?

Notu yine küçük zarfından çıkartıp katlı kartı açıp notu okumaya başladım. “Şu an ki yüzünü görmek için neler vermezdim ama bu notu okuduğunda yüzündeki rahatlayan yüz hatlarını hayal edebiliyorum. Seni kandırdığımı düşünme, benim özel misafirim. Eğer ki içindeki ses, sana bu kıyafeti giy diyorsa seni akşam dokuzda evinin önünden alacağım.”

Sanki kıyafeti giyip onun için hazırlanacağımı biliyormuşçasına birde altına dipnot düşmüştü. “Dışarısı soğuk dışarıda bekleme. A.A.A.”

Özel misafir bendim.

Onun özel misafiri, bendim.

Ben, onun için özeldim.

Elimdeki kutunun içinde beni bekleyen kıyafeti çıkardığımda gülümsemem arttı. Geçen görev için getirdiği, benim sonradan öğrendiğim elbise de üzerime tam olmuştu, bu elbisenin de tam olacağına emindim. Askılı diz kapaklarımın bir karış üstünde güzel bir elbiseydi. Sırtındaki hafif bir açıklık olan lila rengindeki elbise ile aşk yaşadım.

Ali Asaf, yine çok güzel bir tercih yapmış olsa da gece beni nelerin beklediği daha da heyecanlanmama yol açtı. Gidecek miydim, sanırım, sanırım değil kalbim git dercesine sırtıma vuran hançerine sessiz kalamazdım, gidecektim.

Beni neyin beklediğini ise bu gece öğrenecektim. Elbiseyi güzelce kutusuna yerleştirip kapağını kapattım.

Ceyda o sırada duştan çıkınca saçlarını havluya sararken konuşmaya başladı. “Alisya, canım sen hangi kıyafeti giyeceksin ona göre güzel bir makyaj yapalım.” Demesi ile notu da avcumun içinde tutmaya devam ettim. Bu notunu da diğer gelen notu gibi kelebekli tokamın yanında saklayacaktım.

“Ceyda, ben gelmiyorum partiye.” Arkası dönük havluyu başına sardıktan sonra arkasını döndü.

“Neden, bir şey mi oldu, yoksa hasta mısın?” diye yanıma gelerek konuşmasına devam etti. “Tabi ya ben düşünemedim, dün o kadar soğukta kaldınız…o zaman ben de gitmem kız kıza evde geçirebiliriz.” dediğinde gülümsedim.

“Dur dur öyle değil.”

“Nasıl yani.” derken yanımda duran kutuya gözü kayınca sırıttı.

“Yani bir yere gideceğim ama partiye değil.” dedim makul bir sesle.

“Sen şu işi baştan anlat bir bakayım.”

Az önceki telefon konuşmamızı anlattıktan sonra devam ettim. “Kapıyı birisi çalınca açtım. Bir görevli, bu kutuyu elime tutuşturdu.” derken notu avcumda sıktım. “Not Ali Asaf’tan, yani beni bir yere davet ediyor. O yüzden partiye gelemeyeceğim.”

“Sana elbise göndermiş, bizim bu ketum patron. Aynı kişiden mi bahsediyoruz.” Şaşkınlığı ile yüzüme bakarken başımı diğer tarafa doğru çevirdim.

“Evet, Ali Asaf’tan.” Gülümsememi tutamıyordum, resmen benimle ben olmadığımı bilmeden konuşmuş kendi kendimi kıskanmama yol açmıştı.

“O zaman önce seni hazırlasak iyi olur, ay çok heyecanlandım.” Derken elini birbirine vurdu. “Dur üstüme akşama giyeceğim elbiseyi giyip hemen geliyorum, sakın bir yere ayrılma. Beş dakikaya buradayım.” diyerek bir şey dememe izin vermeden odasına girip kapıyı kapatması bir oldu.

Kalbim ben bu asrın dengi değilim dercesine sırtımdan gövdeme doğru bu gerçeği haykırırken avcumdaki notunu sevdim. Kendi el yazısı ile yazmıştı.

Ceyda tam da dediği gibi odasından beş dakika sonra çıkarken bütün makyaj ürünlerini masanın üzerine yığmış sandalyeye de beni oturtup karşıma geçmişti. Saçında asılı duran havluya bakıp bakışlarımı yukarı kavislendirdim.

“Önce saçlarını kurutsaydın,” desem de makyaj ürünlerini yüzüme doğru tutup ton ayarlamaya çalışırken elini salladı. “Bırak şimdi saçı kısa zaten, en sevdiğim çiftime benden bir kıyak.” derken eline maşayı alıp prize taktı.

“Ceyda evlenmiyoruz sonuçta…” derken kulağıma doğru ateşin çıkıp bir bir artması ile dediklerim dudaklarımı araladı.

Kalbim boğazımda attı.

Ceyda dediklerime içtenlikle gülerken bir şey diyemedim. “Ah, bak ben demedim bile, o da olur inşallah canım o da olur.” Utandığımı görünce konuyu değiştirdi. “Şimdi, ela gözlerini ortaya çıkaracak bir makyaj yapacağım. Böyle ince bir eyeliner çok güzel gider. Açık bir tenin var allıkla bunu da destekleriz gerçi şimdiden al al oldu yanaklar ama…”

“Ceyda!”

“Tamam tamam.” derken bende bu haline güldüm.

Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama makyajı elimden geldiğince hafif tutmayı kabul ettirsem de saçıma karışmamı asla istemiyordu. O sırada elbisemi giymiş tekrar karşısına oturduğumdan beri neredeyse iki saat geçmişti. Bacaklarım uyuşmuş olsa da arkamda ne yaptığını göremiyordum. En son halimi görmemi istediğinden ayna ile bile bakmama izin vermemişti.

“Bence düz fön iş görürdü.” dediğimde başını omzumdan önüme doğru geçerek yüzüme baktı. Evet ciddi bir Ceyda ile sanırım ilk defa karşılaşıyordum.

“Olmaz görmüyor musun, elbise bir içim su, bunu dalgalı bir saç kaldırır. Sen bana bırak.” diyerek tekrardan arkama geçerek işine devam ederken mırıldandım.

“Ceyda, iki saattir burada oturuyorum, kalkayım artık.”

“Sakın, az kaldı, sonuca bayılacaksın, azcık kaldı,” dediğinde masanın üzerinde ters duran aynayı almaya kalkarken fark edilip elimden aynayı aldı. “Sakın aynaya bakma, sürpriz olsun.”

Elimi geriye çektim. “Tamam bakmayacağım ama…sıkıştım.” dedim masumca yüzüne bakıp. “İki dakika tuvalete gitsem.”

İki saattir burada oturmaktan kasıklarım resmen beni öldürüyordu.

“Tut.” derken ciddiyetle tekrar işine döndü. Yapacak bir şey yoktu biraz daha tutacaktım.

Sonunda saçlarım ile işi bittiğinde bende kendimi tutmaktan bir hal olurken aynayı önüme doğru uzatıp saçlarımı görmemi sağladı. Aynaya bakakaldım. “Ceyda, bu çok güzel olmuş.”

“Tabi ki benim eserim,”

“Mütevazi.” diyerek güldüğümde aynadan arkamı dönerek saçlarıma bakmaya devam ettim. Ne abartıydı ne de sade bir model olmuştu. İnce bir işçilik çalıştığı görülüyordu.

“Her zaman,” eline telefonunu aldığında gülümsedi. “Oğuzhan, mesaj atmış ben şimdi çıkıyorum, güzel vakit geçirin.” çantasını eline aldığında “Ceyda, teşekkür ederim.” dedim tebessümle.

“Her zaman, istemen yeterli, ben çıkıyorum.”

“İyi eğlenceler.” derken gülerek kapıdan çıkması ile tekrardan aynada saçlarıma baktım. Saçlarım, hiç abartılı değildi aksine çok güzel bir şekilde birkaç tutamını kenarlardan bırakmış arkadan nasıl yaptığını bilmediğim bir şekilde örgü model ile tutulurken diğer kalan saç tutmalarım salıktı.

Gerçekten o kadar uğraştığına değmişti. Mesanem daha fazla dayanamayacağının sinyali ile bir koşu işimi halledip tekrardan içeriye geçtim. Vakit sanki geçmek bilmiyor, akrep ile yelkovan birbirinden ayrılmak istemezcesine yakın dururlarken koltuğa geçip oturdum. Kar taneli kolyesini o günden beri hiç boynumdan çıkarmazken sanki bugün daha bir anlamlıydı.

O sırada gözüm tekrar saate takıldı. Dokuza on dakika vardı. Vakit gelmişti. Ne kadar dışarı da bekleme dese de onu beklemek istedim.

Bakalım beni gördüğünde ne hissedecekti. Üzerime, yanıma getirdiğim uzun kabanımı geçirdiğimde kare topuklu çizmelerimi de ayağıma geçirip boydan aynadan son kez kendime baktım. Önüme doğru uzanan iki tutamın birini kulağımın ardına sıkıştırdığımda kapım tıklatıldı.

Kalbim tekledi.

Gelmişti.

Ellerim heyecandan titrerken kapıyı usulca aralayarak açtım. Yeşilleri baştan aşağı bana bakarken en sonunda elalarımda takılı kaldı.

İrislerine dolan bir ton duygu yoğunluğu ile gözlerine bakmayı sürdürürken öne doğru bir adım daha attı.

Üzerine siyah bir takım elbise giymiş saçlarının asi tutamlarını ise salık bırakmıştı. Kendi halinde takılan asi tutamlarında parmaklarım geçmek istercesine karıncalanınca elimi sıktım.

Bir süre birbirimize bakarken kapıda dikilmeye devam ettik. Elini aramıza doğru uzattığında gözlerimden izin istercesine bakarken bunun yeterli olmayacağını düşünüp kızıl dudaklarını araladı.

“Tut elimi, güzel bal.” Soğuk havanın etkisi ile dudakları kızıl bir tona bürünmüştü. Elim istemsiz hareket etti. Sanki elini defalarca uzatmış bende uzattığı eline defalarca tutunmuş gibi bir özlem ile uzattığı avcunun içine elimi bıraktım.

Bir adım kendisine doğru çektiğinde yutkundum. “Elaların, bir gece yarısı güneşi gibi parlıyor.” Saç tutamımın tekini de o kulağımın ardına iliştirdi. “Bunu sevdim.” diyerek çarpık bir gülüş ile dudağı kıvrılırken arkasını döndü.

Boynuma doğru sanki bir kızıl güneş düşmüş etrafımı ısıtıyordu. Ceyda, bence allığı daha fazla sürmeliydi ki utandığımda en azından kaçış yolumu allığa atabilirdim.

Merdivenleri inerken aracını da getirmişti. Sanki her şey akışında olması gerektiği gibi ilerlerken kendimi ilk defa durdurmak istemedim. Akışına bıraktım.

Bu gece her şey olması gibi olacaktı.

Bu gece kaçış yoktu,

İhtiras içimde dolup göğe aktı.

Kapımı açtığında aracın içine girdim. Ardından Ali Asaf’ta araca binip çalıştırması ile bakışlarımı ne kadar kaçırsam da yine yüzüne doğru kayması ile göz göze geldik.

“Hazır mısın,”

“Evet.” dediğimde aramızda son konuşma olurken karlı yolda ilerlemeye devam etti. Kalbim, evet bende aynı hisler ile donatılmıştım.

Sanki ilk defa karşılaşıyorduk ya da içimde hep var olmuşçasına yakın hissederken bu duygu karmaşası ile dolup taştım. Araç ile kısa bir yolculuk ile aracı durdurup kapımı açtı. Uzattığı elinin içine elimi bıraktığımda beni karlı yolda ilerletmeye devam etti. Kar yağmurdu ama hava her an yağacak gibi dolup taşmıştı. Verandaya adım attığımda aramızda sadece ayakkabılarımızın takırtıları ile yürümeye devam ettik.

Bu sabah yukarıdan gördüğüm o görkemli evin içine girmeden terasına doğru dolanırken etrafı aydınlatan minik ışıklar ile gözlerim küçüldü. Sarı ışılar etrafı çok güzel bir şekilde aydınlatıyordu.

Terasın etrafı boydan boya ışıklar ile döşenmiş köşede bizi güzel bir masa karşılarken masanın kenarına gelince durduk. Elimi bırakıp sandalyemi çektiğinde gözlerime adını bilmediğim farklı bir duygu ile bakarken beni talan edip sarıp sarmaladı.

“Gel.” dediğinde adımlarım sanki komutunu beklercesine ilerlemesi ile açtığı aralıktan sandalyeye usulca oturdum. Heyecanlı bir o kadarda meraklı bakışlarım masada gezindi. Etrafta küçük mumlar yanıyordu. Alevler mum ışığında rüzgarın etkisi ile dans ederken ışıklarına tutunuyorlardı. Ali Asaf’ın ellerini iki omzumda hissedince yutkundum.

“İzin verir misin?” naif sesi huşu içinde kulağıma dolarken eli omzumdan kabanımın kenarlarını buldu.

Kabanımı çıkartmak istiyordu. Başımı usulca salladığımda kabanım omuzlarımdan düşerken yardımcı olup üzerimden çıkarttığında yanımıza ne zaman geldiğini bilmediğim bir görevliye doğru uzattı.

Sandalyeye tekrar oturduğumda ileriden aldığı yünlü beyaz şalı, omuzlarıma doğru indirdiğinde gözlerim kısıldı.

“Üşüme.”

“Teşekkür ederim.” usulca mırıldanmam ile ayağımı ısıtan ısıtıcı ile gülümsedim. Bu gece çok uğraşmış görünüyordu. Telefondan duyduğum takur tukur sesleri sanırım buraya aitti. Titreyen ellerimi üşümeme bağladığından masanın altında bir ısıtıcı vardı ve ben ona bakarken bu gece hiç üşümüyordum. Karanlık aşağı tarafı göstermese de burasını cam gibi aydınlık ve parlak göstermişti.

“Efendim yemekleri servis etmeye başlıyorum.” diyen görevliye Ali Asaf gözünü üzerimden çekmeden başını sallayarak onayladı.

Yemeklerin bir bir masaya gelmesi ile yutkundum. Heyecandan kalbim boğazımda atarken bir lokma mideme indirecek güç bile şu an bana fazlaydı.

Masaya gelen yemeklere baktığımı görünce Ali Asaf “Beğenmediysen istediğin yemeği yaptırabilirim.” dedi incelikle.

Her şey çok güzel ve tamdı ama midem fokurdadığından sanki içimi gıdıklıyor gibi bir hisle beni talan ediyordu.

“Yok hepsi çok güzel,” diyerek bir parça eti tabağıma aldım. Görevli içeceklerimizi de doldurup yanımızdan ayrıldığında artık baş başa kalmıştık.

Ali Asaf ve Alisya.

Etimden bir parça aldığımda Ali Asaf şarabını yudumluyordu. Tabağına hiç dokunmamış sadece gözleri ile gözlerimi tutsak yapmaya devam etti. Eti güçlükle boğazımdan mideme gönderip ardından bende bir yudum içeceğimden alıp midemi rahatlatmaya çalıştım.

Ali Asaf biten şarabını yenilerken bende önümdeki bu güzel soslu eti bitirmiştim. Gerçekten aşçı ağızda dağılan güzel bir et yapmıştı. Bu masada otururken gergin değildim. Sabahları oturduğum aile evi dedikleri o çatı altındaki gibi midem düğümlenmiyordu aksine heyecan doluydum.

Arka fonda çalan müziğin sesi giderek yükseldiğinde Ali Asaf şarabının son damlalarını da dikip oturduğu yerden kalktığında çatalımı tabağın kenarına bıraktım.

Karşıma dikilip sıcak güven veren avcunu açarak elini uzattı. Gözlerinde bin bir türlü anlamlar ile kızıl olan dudaklarını araladı. “Dans et benimle bal. Bu gece. Üzerimize yağan karın altında. Dans et benimle.”

Düşünmedim sadece ana bıraktım. Elim sıcak avcuna yerleşti. Elimi avuç içlerine doğru alıp bizi orta alana doğru çektiğinde eli mabedini biliyormuşçasına belime yerleşip beni kendisine doğru çekti. Şarkı aramızda yükselirken kalp atışlarımı duymadığı için minnettardım.

Elimi omuzlarında tutup beni yönlendirmesine izin verdim. “Lila, senin rengin. Elbiseyi seçerken güzelliğini örtsün diye düşünmüştüm ama görüyorum ki kat ve kat güzelliğini daha da ortaya çıkarmış.”

“Güzel mi olmuşum,” dedim usulca. Bir kere daha olduğumuz yerde dönerken parmak boğumları sırtıma battı.

“Güzelden de öte. Güzel bir kelime olsaydı senin için yeniden yazılırdı.” Saç tutamlarını kulağımın ardına doğru iliştirdiğinde yakınlığı ile gözlerimi çekemedim. Kendi özel alanım işgal altında vücuduma alarm gönderirken gözlerine bakmayı sürdürdüm.

Gözlerinin esiri olmuştum. Bir adım öteye gidemedim. Şarkının tonu yükseldi gözlerindeki anlamlar daha da arttı. Yakınlığı hız kesmeden devam ederken bütün vücudum mıknatıs gibi ona çekilmekten kendini alamıyordu.

Şarkı yükseldi irisleri küçüldü. Başımızdan usulca yağmaya başlayan kar ile gözleri daha da küçülürken gözlerim de eş zamanla küçüldü. Şarkı yükseldi gözlerimiz kapandı ve sıcak bir nefes yüzümü boyadı.

Dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettim.

Bir öpücük dudaklarıma konduğunda kar yağmayı kesmedi. Üzerimize yağan karın etkisi ile sıcak dudaklar bir an olsun ayrılmazken omzundaki parmaklarımı sıktım. Dudaklarıma son kez bir öpücük daha kondurdu. Küçük naif bir öpücük ile geri çekilirken sadece birbirimizi görecek kadar mesafe ile gözlerime baktı. Dudaklarımı nemlendirip gözlerine bakarak konuşmaya başladım. Eğer konuşmazsam kendimi kandırmış olacaktım. Eğer konuşmazsam bir nedene tutunmuş olacaktım. Konuşup bütün tabularımı yıkmak tekrar o yeşillerine bakmak için dudaklarımı araladım.

“Beni neden öptün. Narkozun etkisinde miydin?” dedim her ne kadar böyle bir şey olmasa da. Sanki bir şey olmalıydı.

“Hayır narkozun etkisinde değildim. Bilerek, isteyerek öptüm. Derken sıcak nefesi ile harlandım.

“Neden?”

“Bende bunu sormanı bekliyordum bal yanak.”

“Bana böyle seslenme.” Dediğimde gözlerimi kaçırdım. Eğer tekrar bakarsam artık tutsak olmaktan ziyade bir ömür orada yaşamayı seçerdim.

“Neden?”

“Seslenme işte.” dediğimde gözlerimi ne kadar uzağa götürmeye çalışsam da sadece bir mesafe kadar gözlerimi kaçırdım. Parmakları usulca çenemi kendisine doğru çektiğinde gözlerime baktı.

“Ama ben her seslendiğimde, minik atan kalbinin seslerinden hoşuna gittiğini düşünüyorum.”

“Yok öyle bir şey.” desem de harlanan göğsümün hareketleri hoyrat bir kuş gibi aramızda ötüyordu.

“Yani şimdi…seni tekrar öpsem, o küçük, minik kalbin çarpmaz mı göğsümde.” dediğinde belimdeki elinin baskısı ile göğsümün göğsüne çarpmasını sağladı.

“Sen böyle değildin, bir şey olmuş sana. Ameliyatta narkozu sanırım fazla verdiler.” diyerek inkarıma devam ettim.

“Hımm, sanırım, test edelim mi?” diye fısıltısı ile dudaklarım aralandı. Yanıma daha da yaklaştığında arkamı dönüp kaçacakken kolumdan tutulup ona çekildim.

“Bal… kaçma. Aramızdaki çekimin sende farkındasın.”

“Ben…”

Kaçan bakışlarım ile bakışlarıma tutundu. “Gözlerini görmeme izin ver ne olursun, kaçırma elalarını benden.” dedi soluğu yetmez gibi.

Sanki bakışlarımı görmedikçe acı sesine yansıyordu. İçine kıymık batmışçasına yüzüme bakma ihtiyacı ile dolarken bu isteğine karşı koyamadım, izin verdim. Çenemdeki elinin tutuşu ile başımı yukarıya doğru kaldırdı.

“Ben.” dedim ama sanki dilim lal olmuş konuşamıyordum. Gözlerindeki yeşiller çağlıyordu. Hissediyordum artık dönüşü olmayan bir yola girmiştik.

“Sen…banasın.” dedi nefesi dudaklarımın üzerine çarparken. Gözlerinde gördüğüm nefer, yıllardır kendi içimde sakladığım o Pandora’nın kalbini ellerine vermişçesine parladı. Bakışlarımı görüyordu sadece bakmıyor bunu hissediyordu. Vücudundan akıp giden duyguların vücuduma yayıldığını hissettim.

“B-ben.”

“Sen, banasın bal.” diyerek yaklaşan adımları ile bacaklarım titredi. Bu sözleri öylesine değildi. Hem kendine hem bana duyurmak için yürekten kopan bir yangın gibi önüme serilmişti. Adımlarım ayakta durmayacak kadar savsak olsada belimdeki eli ile ayakta durabiliyordum. Adımlarım yere çakılmışlardı adeta. Yüzüme doğru gelen büyük, yumuşak, içimi sıcacık yapan elleri, iki yanağımı kapladı.

“İzin ver,” dedi ömrüme ömür katarcasına bir sesle.

“İzin ver, bal.”

İzin isteyen gözlerini görüp kirpiklerim usulca birleşti. Artık inkarımı yenmişti. Bir kuş gibi atan kalbim, yüreğimi hoplattı. Yüreğimin yangınına artık daha fazla engel olmak istemedim. Kalbinin çarpan sesi, sağ göğsümde vuruşlarına devam ederken hislerime tutundum. Gözlerindeki yeşilleri güven veriyordu, izin istiyordu. Ne kadar beni öpse de benden bir izin daha istiyordu. Şu an itebilirdim ya da istemediğimi dile getirsem bile yaptığı bu hareket ile yüzüne yansıyacak olan kederi görmek istemedim.

Göz kapaklarım usulca kapandı. Benden istediği izni işte bu an ona verdim. Çoktan bütün izinlerim ona vizesiz olduğunu kalbim kabul etti. Aslında uzun bir süredir içimde ona bütün izinleri vermiş olsam da ona karşı bir tepkim oluyordu. Göz kapaklarım titrerken güldüğünü hissederken avuçları arasında ürkek bir kuş gibi titredim.

“Senin bu titremelerine de çare olacağım.” dediğinde göz kapağıma dudakları değdi.

Sıcak güven veren dudaklarının baskısını göz kapaklarımda hissederken tutunma ihtiyacı ile montunu kavradım.

“Her daim ürkek bakan bakışlarına merhem olacağım.” dediğinde sesi yumuşak çıkarak diğer gözümün üstüne de dudaklarını değdirdi. Dudaklarının dokunuşunda bir hayat vardı. Her bir çiçeği sularcasına göz kapaklarıma kondurduğu öpücükler ile sanki gözlerimde yeniden bir bahar şenlendi. Şimdi şuracıkta elleri arasında tepemizden yağan kar misali eriyecektim.

Çoktan yüreğimi almış kendi yüreğine katmış olsa da gözlerimi kapatıp anı yaşadım.

An’da kaldım.

An işte bu andı.

“Ve her daim atan bu güzel nabzın,” saç tutamımın parmakları arasında boynumdan çektiğinde başının eğildiğini hissedince gözlerimi kısıkça araladım. Başını, boynumun atan nabzına doğru götürüp damarımın tam üstünden öptü.

Ben eridim.

Dudaklarının üzerindeki nabzı boğazımda hissederken kısık gözlerim ile hülyalı bakışlarım sürdü. Sanki aklı başında ama bir o kadar da sarhoş gibi bakıyordum.

“Her daim canımın üzerine sana söz. Her daim yaşatacağım bal…benim balım.” dediğinde boynumdan yukarıya doğru yaklaşan dudakları ile gözlerim usulca kapandı. Anda kalırken bizim için yazılı defterimizin kapağı tutuştu. Sıcak dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettim.

İşte o an ihtirasın eşiğinde olan yüreğimi, bir firariye teslim ettim.

Ali Asaf beni öpüyordu.

Nefesini dudaklarımın üzerinde hissederken aralanan dudakları alt dudağımı iki dudağının arasına aldı. Titrek nabzını dudaklarımın üzerinde daha da artırırken hareketleri ne aceleci nede sertti. İncitmemek için bir o kadar sakin ama bir o kadar da hoyrattı. Dudaklarının tenimdeki dansı sürerken dudakları sahiplenircesine alt dudağıma tutundu. Ürkek ellerim kollarına doğru tırmanıp boynunun kenarına tutunduğunda bir eli sırtıma giderek beni kendisine doğru çekti.

Aramızda hiçbir mesafe yoktu, sadece biz vardır.

Ali Asaf ve Alisya.

Başımızın üstünden lapa lapa yağan kar, etrafımızı beyaz bir örtü gibi kaplarken sıcak bir nefes ile ikimizde harlanıyorduk.

Yanan tek nefes.

Elim boynunu sarılırken hareketleri hız kazandı.

Öpüşündeki tarçın kokusu ile mest olurken üst dudağımı iki dudağının arasına alarak beni darmaduman etti. İlk defa bir insan beni öpüyordu ve nasıl karşılık vereceğimi bilemeyerek dudaklarımı usulca hareket ettirdim. Sanki hareketim ile vücudu titrerken imkan varmışçasına belimdeki sıkı eli beni kendine daha da çekti.

Hareket etmeden Ali Asaf alt dudağımı kavradığında, eli boynuma doğru inerek başımı sağa doğru yatırdı. Aramızda nefeslerimiz karışırken aldığım hayat, onun nefesleriydi. Ben ona nefesimle can olurken o da bana can oluyordu.

Yaşadığımız o an aramızda bir çekime yol açtı. Bedenimdeki bu yankı nereleri dolanırken tabularımı yerle bir etmiş; beni, içimdeki beni, görmüştü.

Dudaklarımın hareketlenmesi ile usulca hareketlerine karşılık verdiğimde nefesleri sıklaştı. Göğsüme çarpan göğsünün sesi gövdemde yer edinirken tek nefes gibi harlandık.

Dudağımın üzerindeki hareketleri soluksuz devam ederken nefesimin son demlerinde dolanıyordum. Bunu fark edip son koz alt dudağımın üzerine bir öpücük kondurup dudaklarını dudaklarımın üzerinden çekti. Bedenlerimiz hala birbirine dolanmış olsa da sadece aramıza konuşacak biraz da nefeslenecek bir an bırakmıştı.

Utancım yoktu, sadece kalbim gövdemin içinde bana hiç yaşamadığım o duyguları tattırırken yeşillerine gülümsedi. Artık kalp odacığımda onun içinde bir yer vardı.

Her zerrem onunla dolup taşarken belimdeki elinin varlığını tekrar hissettim. Üzerimdeki elbisenin kumaşından bile sıcaklığını hissediyordum.

Göz kapaklarım usulca kapanıp açıldı. Dudaklarının kıvrımındaki gamzesi görünürken dudakları aralandı. Başımızın üstünde patlayan havai fişekler atılmaya devam ederken sadece irislerindeki beni bendeki seni gördü. Ona tutundum. Kalbim huzurun adresi bu sıcak kolların arasında kendini teslim etti.

“Hoş geldin…” gözlerime bakan yeşilleri dalgalandığında sanki kırk yıllık bir hasret son bulmuşçasına göğsü kabardığında gövdem titredi. “İyi ki geldin…bal.” dudaklarımın üstüne bir öpücük daha kondurdu.

Eridim, kül oldum ama yanmaya devam ettim. “Seninle yılbaşı bir başka güzel.” dediğinde dudaklarım gevşedi, yukarı doğru bükülen dudaklarımla bakışlarım kısıldı.

“Sende İyiki geldin, Ali Asaf.” demeyi başardığımda sevdiğim gamzesi gözümün önüne serildi.

Güldüğümde sırıtması genişledi. Gözlerinde gördüğüm mutluluk peyda olurken, yanaklarımın üstündeki parmaklarını hareket ettirip sevdi. İşte bu yaşadığımız zaman diliminde özlemini çektiğim her anın, her duygunun tamamlandığını her zerremde hissettim.

Beni öptü, bilmediğim denizlerde yüzdüm. Beni öptü, yürümediğim ayak basılmayan karların üzerinde beraber dolaştık.

Beni öptü…kalbimde bir milat başlattı.

O miladın adı da Ali Asaf oldu.

Hep bu anda kalmak istedim. Hiçbir yere gitmek bir şey yapmak istemedim. Sıcacık ellerinin, avuçlarının arasında bir kuş misali yuvama konmuş onun merhameti ile sarıp sarmalanırken bu anda kalmak istedim. Ne bir geri ne de bir ileri sadece anda kaldım.

Elinin usulca sırtım da gezinirken aklına bir şey gelmişçesine kaşları büküldü.

“Sana bir şey aldım. Az kalsın unutuyordum, beni bekle burada hemen geliyorum.” dediğinde elleri belimden çekilirken yanağımdaki sıcaklığı da eş zamanlı gitti.

Bir şey demedim sadece başımı sallayıp onaylarken tahta verandadan ilerleyerek evin önüne doğru ilerleyip gözden kayboldu. Etrafımızdaki fenerlerin ışıkları ile çok güzel renk cümbüşü olurken titrek parmak uçlarım dudaklarımın üzerine buldu.

Dudaklarım kalp gibi atarken sıcak dokunuşları hala dudağımın üzerinde geziniyordu. Parmak uçlarıma bir soğukluk doldu.

Heyecanlandım.

Yandım.

Ayakta daha fazla beklememek için bizim için ayarladığı yemek masasına doğru ilerleyip, sandalyeme oturdum. Sanki bir toz bulutunun üzerinde gezintiye çıkmışçasına hafiftim.

Bakışlarım verandanın ilerisine park ettiği bir kısmı görünen aracına doğru gitti. Aracın arka kapısında bir şey ararken benim için getirdiği beyaz içimi yumuşacık yapan kısa şalı sırtıma doğru sardım. Üşümemem için her şeyi düşünmüştü. Masanın altındaki ısıtıcı ile çıplak bacaklarım ise hiç üşümüyordu. İçim bir mahşer yeri gibi yanarken, soğuk içime işlemezken ortam çok iyiydi.

Üzerimize usul usul yağan kar devam ederken yıl çoktan bir takvim atlamış gece yarısını çoktan geçirmişti.

Yeni bir yıl, senli bir yılbaşı.

Masanın üzerine yerleştirdiği mumlar yağan kar damlaları yüzünden sönmüşken kokusu burnuma doldu. Koku bana kendimi yenilenmiş hep var olan ama aslında göremediğim bir perdeyi kaldırmış, gerçeği göstermiş gibi kokuyordu.

İki dakika gecikmeden yanıma adımlayan adımların ardından arkasında saklı bir şey tutuyordu. Merakla gözlerine bakarken elini usulca arkasından çekip bana doğru uzattığında gördüklerim ile dudaklarım iki yanıma doğru kıvrılıp dişlerimi ortaya çıkardı.

“Al bakalım. Bu senin.”

“Bu nedir?” derken elime aldığım çiçek buketi ile anlamaya çalıştım. İlk defa bu tarzda bir çiçek görüyordum.

“Çiçek, hani bahçelerde yetişir.”

“Hayır onu sormuyorum, ismi ne ki ilk defa görüyorum.” o kadar güzeldi ki gerçekten bu çiçeği ilk defa görüyordum. Çiçeğin çok farklı bir görüntüsü vardı, herhangi bir çiçeğe benzemiyordu.

Beyaz bir gülü andıran çiçeğin içinde turuncu tomurcukları vardı. Burnumu tekrardan çiçeğe doğru değdirdiğimde gözlerim özlemle kapandı.

Kokunun içinde bana baharı yaşatan bir koku vardı. Tekrar bir nefes içime doğru çektiğimde kulağıma ince bir sızıdan şen kahkahalar gelince gülümsedim. Bu çiçeklerin adını bilmiyordum ama bana iyi hissettirmişti. Sanki avuçlarımda geçmiş ile geleceği tutuyormuş hissi veren bu güzel çiçeğin kokusu burnuma dolduğunda göz kenarlarımın yandığını hissettim. Bakışlarımı ellerimin güçlükle sardığı çiçek buketinin arasından kaldırdım.

Bana yükü zor bir yoğunlukta bakarken mutlulukla gülümsedim.

Ali Asaf, ona bakmak gibiydi bu çiçeklere bakmak. Bana iyi hissettiriyordu.

Canlı, bir o kadarda içten.

“Bu…portakal çiçeği. Adı portakal çiçeği, nadir bulunur tıpkı… senin gibi bal.” dedi gözlerimde tutuklu kalırken. Bir an gözlerimden bakışlarını çekse sanki kederdi bir an çok değerliydi.

Yanaklarımda bir ateş topu vardı sanki. Yüzüm yanıyordu. Göz kapaklarımı kırpıştırıp onun o güzel yeşillerine bakmayı sürdürdüm.

Ben onun için nadirdim. Bu neden beni bu kadar mutlu etmişti. Bıraksa sanırım eve kadar koşacak bir enerjiyi içime işlemiş, hapsetmişti. Bakışlarım yeşillerinden indiğinde titreyen parmaklarına kaydı. Oda benim gibi heyecanlıydı.

Hızlanan kalbime telkinler ile durmasını söyleyerek kendime gelmeye çalıştım. “Ben teşekkür ederim, her şey için ve,” bakışlarımı çiçek buketine çevirip tekrardan yanımda olmasına rağmen özlemini çektiğim yeşillerine baktım.

“Bu güzel portakal çiçekleri için, ilk defa görüyorum.” dediğimde dudakları sanki düşer gibi olsa da tekrardan yüzüme doğru baktı. Yüzünde anlık bir hüzün kemeri dolanırken sanki benim göz yanılsamam gibi anlık kaybolmuştu.

“Kuru bir teşekkür kabul edemem.” diyerek muzipçe gülümsediğinde kaşlarım büküldü.

“Peki ne istiyorsun?”

“Bir şey.” diyerek ellerini gövdesinde birleştirince bu haline güldüm. Küçük bir oğlan çocuğu gibi şendi yüz ifadesi.

“Karşılıksız bir şey yapmaz mısın sen?” diye çıkıştığımda omzunu silkti. Dilini damağına değdirip “Çıkkk lügatıma ters.” diyerek sırıttı.

Dudak kenarlarında oluşan çukurlarda dinlenmek için nelerimi vermezdim. Çok güzel bakıyordu. Ne istediğini merak etsem de yalandan bir sitemle “İyi, peki söyle ne istiyorsun.” diye somurttum. Kollarımın arasında tuttuğum portakal çiçekleri ile bakışırken sesini duydum.

“Çok bir şey değil.” Ben ne söyleyecek diye başımı kaldırmış bakarken bana gülümseyip kulağıma doğru eğildi. “Bir öpücük.” dedi. Nefesi kulağımı yalarken kollarımın arasındaki çiçek buketine sarındım. Az önce aramızda bir şeyler yaşamıştık ve benden onu öpmemi istiyordu.

Gözlerimi belertip geriye doğru çekildim. Kalbim yine rotası doğru yolu bulmuş gibi çarparken göğsüm körük gibi yükseldi.

“Yani yanaktan…. Şimdilik.” diye mırıldandı. Gözlerimi kısıp son dediğine odaklansam da duymazlıktan geldim. Zira kalbim dört nala uçuyordu.

Dudakları kıvrılıp bana gülümsediğinde bense sandalyemden kalkıp bir iki adım atarak yanına ulaştım. Kollarımın arasında benim için aldığı bu güzel çiçeklere zarar gelmemesi için masanın üstüne yerleştirip benim ne yaptığımı an be an izleyen Ali Asaf’ın yanına doğru ilerledim.

İşte şimdi sırıtan yüzü ciddi bir hal almıştı. Gülme sırası bana gelmişti. Yanına doğru gelip karşısında dikildim. Aramızda topuklu giymeme rağmen bir boy farkı vardı.

Sessizlik içinde bana doğru bakarken utancımı bir kenara bırakıp üzerine toprak attım.

Parmak uçlarımda yükseldiğimde bende onun kulağına doğru yaklaştım. Bakalım o nasıl hissedecekti. “Tamam yapacağım.” dedim kısık bir sesle. Kulağından boylu boyunca yanağına doğru akıp, soğuk dudaklarımı sımsıcak yanağına değdirdim.

Bu devinimdi, bu devrimdi. Kalbime yapılmış bir saldırıydı. Onun tarafından yapılan saldırısına, ufakta olsa bir karşılık vermiştim.

Soğuk dudaklarım da adeta ateş topu vardı. Hafif sakallı yanağının üzerine kondurduğum öpücük ile ellerimi omzuna yerleştirdim. Dudaklarım yanağında kaldığından bir saniye fazla kalsa ihtilaldi. Ama benim için bir asır gibi gelen öpücüğün ondada bir ihtilal yaşattığını fark ettim.

Yavaşça öptüğüm yanağından dudaklarımı çekip parmak uçlarımdan usulca yere doğru indim. Sanki gökten düşmüştüm.

Bunu nasıl yaptığımı ne ben kendime sorardım ne de açıklayabilirdim. Yapmıştım. Onu öpmüştüm. Bir anda, bir andı.

Bana bakan gözleri derin kuyularıma taş atarken titreyen parmakları ile yüzümdeki her bir ten kızardı. Heyecanlanmıştı, sanki az önce beni öpmemiş sanki birbirimizin dudaklarında dinlenmemiş gibi göz bebekleri titredi. Gözleri yeşilin bin bir tonunu aldı ve hiç yapmadığı bir şey yaptı.

İşte o an onu izlemek ise paha biçilmezdi.

Rüyamda bile görsem sorgulayacağım bir cinsteydi. Bugün o kadar fazla farklı duygular ile sarmalanmıştım ama bunun olacağını hiç düşünmemiştim.

Her gün izlemek isteyeceğim güzel bir çiğ tanesi gibi gözleri parlaktı. Bakışlarım tekrardan usulca yanaklarına doğru indi. Yanaklarında bir kızarıklık peyda oldu ve işte o an bunu fark etmem ile gözlerini kaçırdı. Evet. Yanılsama değildi ya da yanlış görmemiştim.

Utanmıştı.

Ve…çok tatlıydı.

….

Ve bölüm sonu umut ışıklarım. Bölümü nasıl buldunuz? Yorumlarınız beni motive eden en güzel şey.

Diğer bölümlerde görüşmek üzere.

Hoşçakalınnnn.

 

 

 

Bölüm : 06.04.2025 14:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...