
Selam umut ışıklarımmm. Bugün nasılsınız? Bu aralar çok yoğunum ama bölümü attığım için mutluyum. Diğer bir kurgum ŞAFAK (Askeri kurgu) ilk bölüm geldiii.
Timur Karahan AKSUNGUR VE Mahinur YAZGI ile tanışmak için orada da siz değerli okuyucularımı beklerim.
Keyifli okumalar dilerim.
Bölüm içi şarkılar:
. Sezen Aksu: Gidemem.
24.BÖLÜM: İHTİLAL ÇUKURU
Sevdanın iyisi kötüsü olmaz. Sevda sevdadır. Sevda yüreklerde açtı mı ardında kapanmayan bir yara bırakır. Onun merhemi de yarayı açan olur. Merhem olsun bütün acılar…
6 Ocak 20:49
Ali Asaf ARIKAN
Titreyen parmaklarım buz kesti. Bana dönen bakışlarında nefret vardı, nefrete dönen bakışlarının bana dönmesin ölesiye korkarken bütün korkularım başıma geldi.
O bakışlar banaydı.
Alisya kapıyı çekip gitti. Gittiğinden beri kapının ardına bakarken yanımda konuşup duran Timuçin’i duymuyordum. Nefes alamıyordum. Nefesim gitmişti. Kalbim ağrıyordu, yıllar sonra kalbimin varlığından haberdar olduğum kalbim ağrıyordu. Öğrenmeyecek diye diye kendimi kandırırken bütün gerçekler yüzüme bu akşam bir tokat gibi çarptı.
Ne zaman kalkıp kapıya gittiğimi bilemden önüme geçen Timuçin’e baktım.
“Abi nereye gidiyorsun, bak iyi değilsin gel bir otur konuşalım.” dese de kolumu savurdum.
“Timuçin…” Nefes almak bile kendime zor iken konuşmaya başladım. “Ayvaz’ı ara, Alisya’nın yerini öğrensin. Yanına gideceğim.”
Beni dinlemeyecekti en kötüsü de inanmayacaktı.
“Tamam abi beraber gidelim, şimdi nereye gidiyorsun?” dediğinde yüzüne boş boş yüzüne baktım. Nereye giderdim?
“Bilmiyorum, ben seni ararım.”
“Abi…”
Kapıyı çekip çıkarken savsak adımlar ile yürümeye devam ettim. Durduramamıştım. Peşinden gitmeme izin vermeyen bakışlarının esiri olmuş onu durduramamıştım. Öğrenmişti, öğrenmeyecek diye onu her şeyden geri tutayım derken batırmıştım.
Güven veren gözlerinde kendi güvensizliğimi bana göstermişti.
Karşısına geçip onu tutmak istemiştim ama beni bir bakışı ile perişan etmişti. Durdurmak istedim ama ne diyecektim? Her şeyi kendi ağzımla itiraf etmiştim. Eve neden geldiğini bile bilmiyordum.
Arabaya binip kapıyı kilitlerken Timuçin’in bağırışları ile aracı hızlıca çalıştırdım.
Hava soğuktu nereye giderdi? Üşüyen titrek elli aklıma düşerken direksiyona vurdum.
“Aptal, her şeyi batırdın.” İsyanım kendimeydi. Sarsılan aracı yolda daha düz sürmeye çalıştım. Aracın içini ısıtan ısıtıcıyı kapattım. Onun üşümemesi için açtığım ısıtıcı bile şu an bir faydası yoktu. Çünkü yanımda balım yoktu.
Yola çıktığımda telefondan hızlı arama yaptım. Telefonu kapalıydı. Neredesin bal, neredesin bir tanem.
Rehberden Ayvaz’ı bulup telefonu hoparlöre aldım.
“Ali Bey, efendim Timuçin bey aradı ama…”
Sözünü hızla kestim.
“Ayvaz, bir kere diyeceğim. Beni dikkatlice dinle…Alisya, on dakika içinde bana onun yerine öğreniyorsun, sadece on dakika.” Telefonu yüzüne kapatıp ne kadar hızda geldiğimi bilmediğim aracı sağa kırdım.
Güç bele girdiğim yolda park ettiğim araçtan ağırca indim. Haber gelip onu bulana kadar adresim belliydi. Şu saatten sonra söyleyeceklerim için konuşacaktım.
Varsın beni kötü bilsinlerdi ama yaşasınlardı. Artık toprağı kaldıracak gücüm yoktu.
Bu güç beni alıp götürmüştü. Artık yaşasınlardı.
Gidecek iki yerim vardı. Biri bir tanem birisi de balım. Alisya, beni hayatındaki en nefret ettiği adam olarak yanında görmek istemezken diğer yarıma geldim. Soluğum tıkandı.
Ben ne yapmıştım?
Mezarlığın başına gelen adımlarım savsakladı. “Ben geldim annem.” Dedi sessizce. Etrafımdaki soğukluğu hissetmezken mezarın mermer taşına usulca oturdum. “Özür dilerim bugün sana çiçek getiremedim.” dediğimde mezar taşına baktım.
Sessiz bir o kadar da soğuk. Tıpkı yüreğimdeki yangınım gibi beni ikiye böldü. Ellerim onun ellerini tutmak için yanarken artık ellerim üşüyordu.
Mezar taşındaki Nil ARIKAN yazısına baktım. “Neden konuşmuyorsun, sana çiçek getirmediğim için mi…yoksa balımı üzdüm diye mi?” kısık sesim bir bebeğin muhtaçlığı gibi cılızdı.
“Onu üzdüm diye değil mi, benimle konuşmuyorsun?” diye sorsam da cevabı biliyordum.
Sessizdi kırmıştım, Alisya evden giderken bendeki düğümünü de çözercesine kırgınlıkla gitmişti. “Haklısın, bugün sevdiğim iki kadını da üzdüm.” Toprağa değen ellerim çamurlaşsa da aldırmadım.
“Sana anlatacaktım belki bugün değildi ama anlatacaktım…Suskun olma be annem, ben onun gönlünü nasıl alacağım bana söylemelisin…Bana bir bakışı vardı ki beni yerle bir etti.”
Nereye giderdi eve gitmezdi onu biliyordum ama nereye giderdi?
“Ben şimdi ona nasıl derim…”
Sessizleştim. Vakit geçmek bilmezken o sessizlik sanki benden bir ömür götürürken sessiz bir haykırış nara oldu dudaklarımda.
“Koyverdin gittun beni, oy koyverdun gittin beni…Allah’ından bulasun oy Allah’ından bulasın, bulmasın…Kimse almasun seni… oy.. kimse almasun seni… oyyy.. yine bana kalasun.
Boğazım çatlasa da yangınıma yangın eklercesine sessizdim. Sözler boğazımı yaktı ama elaları bir an olsun gözümün önünden gitmedi.
“Ben ne yaptım…Anne ben ne yaptım…Kalbini kırdım…” İnkâr etmedim kırmamak için gizlediğim ne varsa kendi ağzımla söylemiş itiraf etmiştim. Şimdi nasıl düzelteceğimi bilmiyordum. Gerçekleri anlatamazdım olmazdı kriz anında ona ne olacağını bilemezken duyduklarımdan sonra ona tek kelime söyleyemezdim.
“Beni affetmeyecek…Beni asla affetmeyecek.” Başımı iki yana salladım. Toprağında elim gezinirken üşüyen bedenim değildi, gözlerindeki kuruyan yaşlardı beni üşüten.
“Gözlerini gördüm anne. Hiç bana bu kadar kırgın bakan gözler görmemiştim. Kalbim, bana baktıkça yedi kat yerin dibinde paramparça oldu sanki…Kalbimi kırdım…Kalbim ağrıyor, kalbimi ağrıttım.”
Sesimi zor duysam da annem beni duyardı ne kadar bana şu an kıssa da duyardı. “Kendime emanet ettiğim kalbimi, balımı kırdım…Bu yüzden sende benimle konuşmuyorsun.”
Sessizce elimle toprağını sıktım.
“O zaman beni dinler misin? Şu an dinlediğine inanmak istiyorum…Ben onun kalbini nasıl kazanacağım? Bana bir yol göster.”
Kuruyan çiçeklerin kenarında gördüğüm yeni bukleler tazeydi. Babam ya da Asya gelmiş olmalıydı. İnkarım boğazımı düğümledi. “Artık bana inanmaz, gözlerindeki hayal kırıklığını keşke görmeseydim…Hayal kırıklığının sebebiyim, bana inanmayacak onu…”
Sözlerime dem vurup derin bir nefes almaya çalıştım.
“Elaların ilk defa bana dönmesinden ölesiye korktum ama…o gözler banaydı. Hayal kırıklığını o gözlerinde gördüm. Şimdi, gitti benden…” Toprağın yüzeyini bırakıp solan çiçeklere baktım. Yine ekmiştim ama solmuşlardı. Onları usulca diğerlerinden uzağa aldım.
Aklıma gelen düşünceler ile gözlerim kısıldı. Mezar taşına bakıp bana kızacağını bilsem de yapacaktım.
“Bu gece yapacaklarım ile belki geldiğimde de benimle yine konuşmayacaksın ama…anne, onu bir daha kaybedemem. En azından yanımda olur, güvende olur. Varsın bana kızgın baksın, dayanırım.”
Nah dayanırsın diyen kalbim haklıydı.
“Kimi kandırıyorum ki…”
Elalarına meftundum.
“Bilmiyordum eğer hafızasının kayıp olduğunu…en başından bilsem asla karşısına çıkmazdım şimdi ona ne diyeceğim?” Her bakışında pencerelerimi taşladı. Yerle yeksan etti beni. Ben ne yaptım… “İlk gördüğünde konuşmadı benimle ama…bir bakışı yetti ciğerimi söküp atmaya.”
“Konuşmadı ama gözleri…ahh o gözleri demediğini bırakmadı.” Sözlerim devam etse de dakikaların dolmasına dayanamadım.
“Üzmüştüm benim gül bahçemi ben ne yaptım?” Ellerim kederle başımı bulurken on dakika dolmak üzereydi.
Başarmıştım. Onu kırıp hiçbir parça bırakmayacak halde bırakmıştım. Benimde azıma tükürsünler ben şimdi ne halt edecektim. Mezar taşını suçlu bir çocuk gibi öpüp araca bindiğimde telefona gelen adres ile hızlıca mezarlıktan çıkarak ana yola saptım.
Bir yolu vardı tek bir yol!
Başka yolu yoktu bu olmak zorundaydı. Onu korumam gerekiyorsa en azından yanımda olurdu. O canilerin evinin altında kalmazdı. Yanımda yakınımda güvende olurdu. Sabah olanlarla artık hiç kimseye güvenemezdim. O olaydan sonra değil güvenmek tek çarem buydu.
Sonunu düşünmedim yüreği pare kuşumun tekrar gülen gözlerle bakması için her şeyi yapacaktım.
Alisya ile evlenecektim. Artık ona zarar verme düşüncesi bile hiçbir şekilde yakınına yaklaşamayacaklardı. Ne dedesi nede babası.
En büyük zararı ise ona ben vermiştim. Artık bana da güvenmeyecekti.
Alisya AKMAN
“Karım olmanı.” dedi tek bir nefesle. Duyduklarım ile bakışlarım yüzünden gözlerine çıktı.
Zihnim amansız bir kuyuydu. Her şeyi içine alan amansız bir kuyu. İkimizde sustuk. Sadece gözlerimiz konuşup kavga etmeye devam etti.
-Hep ağlamaklı mı bakar gözlerin, benim çehremde dolanırken. Ağlama, eğer çok zor geliyorsa…içinden ağlamak geliyorsa…ağlayacaksan da benim yanımda ağla. Ben alırım senden yüklerini, ben taşırım bu geçmişi, sen taşıma bu acıyı…bilme. Yaşlı gözler ile bakma. Acıtma sen olan yanımı, canımı.
-Acıyor, sen olan bendeki canım dediğim et parçam. Yanıyor içerde pare pare, kül olana kadar sen diye.
Neden bana yalan söyledin, inandırdın sendeki benim gerçeğim diye. Kalbi kırık goncam, ilk rüzgarında savruldu kırgın bakan gözlerimde. Kalbim acıyor beni sevdiğini sandım diye.
İki dakika kadar gözlerine bakarken saydığım saliseler geçip gidiyor biz yağmurun altında ıslanmaya devam ediyorduk. Yanlış duymuştum bunu benden isteyemezdim. Beni kandırmışken beni sevdiğine kandırmış kalbimi çalmışken benden bunu isteyemezdi.
“Ne!”
“Duydun.” dedi. Sesindeki keskin tonda üşüdüm. Her şeyi hayatımı saklı bir kutu da tutarken bana bunu nasıl söylerdi, nasıl bendeki kendisini öldürmeye yemin ederdi.
Yüzüne boş boş baktım. “Şaka mı bu? NE DEDİĞİNİN FARKINDA MISIN SEN!” derken sinirden elim ayağım titriyordu, ama gözlerinden bakışlarımı çekmedim. Gerçeği arayan gözlerimdi dilime vuran ise yalanları. Yanıma biraz daha yaklaştı.
“Gayette farkındayım. Benimle evleneceksin Alisya. Senden sadece benimle evlenmeni istiyorum.” dedi ses tonu hiçbir şekilde inkar etmezcesine.
“Aklını oynattın herhalde.”
Nasıl benden hiçbir şey olmamış gibi evlenmemizi isterdi.
“Hem de çok fena. Gidersen baban hapse girer ama…benimle evlenirsen bir şey yapmam…Sana yemin ediyorum hapse girme suçunu ortaya çıkarmam.” Gözü kara bakışları sözlerini tutacağını belirtse de artık hiçbir sözüne inanamazdım. Beni kandırmıştı. Benimle oynamıştı. Kalbim her kelimesinde onun için atarken artık sadece sinirle çarpıyordu.
Ellerimi kederle iki yana açtım.
“Ali. Bana bunu niye yapıyorsun? Ha, neden!” Göğsüne indirdiğim yumruk ile avuç içlerim acırken beni durdurmak için hiçbir şey yapmadı. Sadece karşımda öylece duruyordu. Sanki bunu kabul etmiş yanıma öyle gelmişçesine sadece indirdiğim darbelere yer açıyordu.
“Yapma…seslenme bana böyle.” dedi sesindeki acı ile. Ona artık öyle seslenmeyecektim, yaptığı onca yalandan oyundan sonra değildi. Beni küçüklüğümü bilirken susmasına izin veremezdim.
Sesine yansıyan hüznü bir kenara ittim.
Göğsüne diğer elimle vuracakken bileklerimden kavrayıp tuttu. Tırnaklarım avcumu kanatırcasına sızladı. “Eğer sinirin geçecekse vur ama elin acıyor, yapma.” derken sıktığım ellerimin içine batan tırnaklarımı hissetmiyordum. Zaten bu geceden sonra hissizliğe bürünecektim.
Islak gözlerle göz çevresi kızıla bürünen yeşillere baktım.
Ona baktım. Görmeye çalıştığım yeşillerin ardında acı vardı ama gerçek mi değil mi inanamıyordum. Yağan yağmurun altında gözyaşlarım belli olmazken bir damla daha yolunu bulup tenimden akıp gitti.
Sessiz haykırışımı biraz daha yükselttim. “Neden…neden bunları yapıyorsun bana, niye? Ali…” derken devamını getiremedim.
“Yapma.”
Sesi ciğerimi deldi geçti. Göğsüm sinirle şişip kalkarken avcumu bırakmadı. “Ben…sadece beni…” yutkunduğumda su damlaları gibi sözlerimde yağmura karıştı. Benden bir şey saklıyorlardı, herkes bir şey saklıyordu.
Sertçe yutkundu.
Yüzüne baktım. Belki bir şey söylerde belki dedim ya belki bir şey derde tamam bundandır diye ama sessizdi.
“Ya da boşver. Hepsi bir oyunmuş, senin için daha ne söyleyeceksin ki. Boşuna seni dinliyorum.” Hızlıca tuttuğu bileklerimi kendime doğru çekerken gevşettiği ellerinin arasından kolayca kurtuldum.
Sinir her daim uzuvlarımda duvarlara çarpa çarpa bedenimde gezinse de ara ara zihnime giren ağrılar ile sanki beynim patlayacak gibi sızlıyordu. Adımımı nereye atacağımı bilemeden gözümde beliren yansıma ile ayağım aniden sendeledi.
“Bal, i-iyi misin?” korkulu sesi ile kolumu tuttu. Kolumu hızla çekerken gözlerim kısıldı, başımın içindeki cümbüş devam ediyordu. Sanki boş bir odada köşede sıkışmıştım. Her şey bir yerden savruluyordu. Bütün çekmecelerime sıkıştırdığım düşünceler çıkmak için çırpınırken zihnim patlayacak gibi kaynıyordu.
Bir adım daha atarak karşıma dikildi. Uzanan elini görünce elimi ne ara başıma çıkardığımı bilmeden hızlıca aşağıya indirdim.
“İyi misin? Bal, cevap ver iyi misin?” dedi endişeli bir sesle. Gerçekten benim için hala neden endişeli rolü yapıyordu ki, onu ailem söylemeyecektim. Böyle bir şey yapmayacaktım. Bilmiyordu ki onlarda bana yalan söylemişti.
“İyi miyim, sence şu an iyi miyim? Dalga mı geçiyorsun!” konuştukça sinirim arttı.
Ne kadar elimi çeksem de güçlü kolları ile ayakta tutmaya devam ederken benden gözlerini anlık çekti. Elim ağrıyan başıma tekrar gittiğinde sanki etrafımı çift görüyordum. Gözlerimi açıp kapatarak gözümdeki yanılsamanın geçmesini bekledim. Hiç böyle olmamıştı ama şu an olmayacak kadar başım çatlıyordu.
“Hastaneye gidiyoruz, daha fazla konuşma.” dediğinde ileride bizi bekleyen adama seslendi. “Ayvaz, aracı çalıştır.”
Başımı iki yana sallayıp kollarının arasından güçlükle kurtulup dik durmaya çalıştım. Tekrar sendelerken kolları yine beni kavradı. “Seninle hiçbir yere gelmiyorum. Bırak beni, gideceğim ben.”
“Geleceksin, bir hastaneye gideceğiz.” dedi keskin sesi ile.
“Hastane falan istemiyorum, i-iyiyim dedim sana. Seninle hiçbir yere gitmek istemiyorum.” dedim kısık sesimle.
Zihnimdeki ağrı eksik olmazken kızgın sesini duydum.
“Tamam. Tamam lanet olsun tamam! Benle ya da bensiz, Ayvaz, Alisya’yı evine bırak.” diyerek arkasını dönerken bir adım atıp karşısına geçtim.
“Hiçbir yere gitmiyorum, sende öyle. Bana nedenini söyleyeceksin, anladın mı beni? Neden bu kadar yalanı söyleyip beni kandırdığını söyleyeceksin.”
Gözlerimi güçlükle açıp yüzüne doğru baktım. Kalbim hızlı hızlı çarparken sadece bunun geçerli bir açıklaması olması için hala bir köşem onun için kendini haklı çıkartırken diğer yanımdaki hırçın denizim onun etrafını sarıyordu. Neden, neden beni kandırıp hayatıma girmişti. Neden?
Nedenlerin içindeki deniz de kayığım su alıyordu.
Ben boğuluyordum.
“Neden?... Babanla benim aramda, sense hiçbir şekilde buna dahil değilsin?” dediğinde yine ilk günkü gibi sert ve ruhsuz cümlesi ile ıslak gözlerimle yüzüne baktım. İçime tonlarca kıymık tanesi batarken içimde tonlarca ağırlıkla ağlıyordum. Ama yüzüm donuk bakıyordu.
“Öyle mi?” dediğimde yutkunup dik durmak için son bir güç için içimde kendime yardım diledim.
Sessizce yüzüme bakarken yapma diyen yüzü ile usulca gülümsedim.
Yapacaktım yüreğim belki daha çok yanacaktı ama nedenini öğrenmek için soracaktım. Bana anlatmalıydı, anlatmalıydı ki bana bir neden vermeliydi.
“Odanda bir resim gördüm.” dedim tek bir nefeste. Bakışları dondu ama sanki bir parlama gördüm. Anlık gelip kaybolmuş sanki gördüğümden şüphe duymama sebep olmuşçasına anlıktı. Yüzündeki keder büyürken gözlerimden aldığı bakışları sıktığım elime kaydı. İşte o an çenesini sıktığını gördüm. “Sana, bir soru soracağım…dürüst olacak mısın?” diye güçlükle sordum.
Sessizlik içinde yüzüme bakarken içimde üzerinde yürüdüğüm cam parçası çatladı. Yürümeye devam ettim. Cam parçalarının kıymıkları kalbime doğru yol alırken ben canımı acıtma pahasına yürümeye devam ettim.
“Bende öyle düşünmüştüm.” dedim hüzünle. Kendimi istemediğim kızgın tarafımı kızgın çıkarmıştı.
“Daha fazla sözüm yok.”
Gözlerinin en derinine baktım. Baksın değil beni gördüğünü sandığım yeşillere baktım. Bu gözler yalandı.
“Konuşacaksın, elbet bir gün bende bu oyununuzu öğreneceğim işte her şey o an tersine dönecek.” dedim sinirle. Başımdaki zonklama anlık dururken biraz daha rahat bir nefes aldım.
“Benim meselem babanla, seninle hiçbir ilgisi yok.” demesi ile tırnaklarım avcuma battı.
“O yüzden mi…kızı ile böyle bir oyuna giriştin?”
“Bal.”
“Babam, abim seni tanıdığını söyledi. Onunla ne gibi bilmediğim bir sorunun var. Anlat…Anlat, bana anlatmak zorundasın.”
“Zorundalık…Hayatımda hiç bu kadar zorundalık içinde olmamıştım ama…” dediğinde devamı gelmeyen sözlerimi gözlerimde ne gördüyse keserek başını yana doğru çevirdi. “Neyse ne, cevabın?”
“Sen cevaplarımı vermediğin sürece benimde sana verecek bir cevabım yok.” Son sözlerim olurken arkamı dönüp ilerleyerek bekleyen araca bindim. Daha fazla burada kalırsam bayılacaktım.
Ayvaz dediği adamın birkaç kez şirkette gördüğüm adamla aynı kişiydi. Yanında başı eğik Timuçin’in yüzüne bakmadan hoş ikisinde de yüz kalmamış hangi yüzleri ile beni kandırdıklarını bilmediğim kişilere aldırmadan aracın arkasına geçip kapıyı ardımdan hızlıca çekip kapattım. Timuçin o sıra araçtan inip Ali’nin yanına ilerlerken bekledim.
Ne kadar ayaklarım geri geri gitmek için can atarken dönen başım hiç yardımcı olmuyordu. Eve gidip sadece uyumak istiyordum. Her şeyin bir kâbus olduğunu bilmek, bunu duymaya ihtiyacım varcasına isteğim benden çoktan gitmişti.
Bakışlarım, dışarıda bana pişman bakışlar ile bakan Timuçin’i görünce çatılan kaşlarımı camdan dışarıya çektim.
HERKES BENİ KANDIRMIŞTI. Rüyalarım gerçekti bu olanlar gerçekti. Zihnimin bir oyunu derken bana en büyük oyunu ise Ali yapmış, beni kandırmıştı.
Beni hiç mi sevmemişti?
O dokunuşlarının o bakışlarının yalan olması ciğerimi böldü. Ali ve Timuçin dışarıda kısa bir konuşma yaparken seslerini duymak istemiyordum, düşünmekten beynime çarpan sis duvarları yolunu ararcasına başımı döndürüyordu.
Sakinleştirici almalıydım. İki tane bile şu an kesmezdi.
Ali Asaf her gece özlediğim bulmayı düşlediğim, o olsun diye düşündüğüm Ali’nin çıkacağını öğrenmek kötü değildi. Asıl kötü olan benden bunu gizlemesiydi.
Babamla ne gibi bir intikam oyunu var ise inanamıyordum her şey fazlaydı şu an çok fazla.
Ali, son kez aracın içine doğru baktığında göz göze geldik. Yorgundu gözlerim, yorgundu gözlerinde. Son kez yüzüme bakıp benim kalktığım banka oturduğunda eş zamanlı Timuçin araca binip Ayvaz dedikleri adam inerken sessizce aracı ana yoldan sürmeye devam etti. Gözlerimi kapatıp çatlayan başımı susturmayı denedim.
Eve nasıl geldik bilmiyordum, evdekilere ne diyecektim onu da bilmiyordum. Ben ne halt edecektim.
Ailem biliyordu, Ali biliyordu, ben her şeyin başlangıcı olan ben hiçbir halt bilmezken benden saklı olan bir sırı bilmiyorken herkes geçmişimi biliyordu.
Herkes benden ne saklıyordu? Artık çıldırmama ramak kala araç evin önünde durduğunda Timuçin bana doğru baktı. Ona da kızgındım, arkadaşı olduğumu düşünürken benden sakladıklarına da sinirliydim. Bakışlarımı görse de sesini duydum.
“Alisya…üzgünüm. Belki bu dediklerim hiçbir şey ifade etmeyecek ama ben üzgünüm.”
Avuç içimi alnıma koydum.
“Bende üzgünüm Timuçin, her şey için. Bende üzgünüm.” Daha fazla bir şey demeyip araçtan indiğimde yanıma gelen Yakup abi oldu.
“Alisya Hanım.”
“Yakup abi lütfen babam bilmesin, beni eve sokabilir misin?” diye sessizce sorduğumda yanında gördüğüm Umut abinin bakışları ile bahçenin içine girmesi ile Yakup abiye baktım.
“Tamam ama konuşmalıyız, iyi misiniz?”
“Evet sadece odama gitmek istiyorum.” diyerek bahçeye girmemiz ile yanımızdan giden araç ile devam ettim. Işıkları sönmüştü. Kaç saattir dışarıdaydım bilmiyordum ama vakit geçti.
“Artık yolu da şaşırır olmuşsun, saatten haberin var mı senin?” diye gür sesi ile gelen dedemin adımları ile adımlarım duraksadı. Bugün herkesin beni bitirmeye çalıştığı gündü sanırım.
“Dede sonra konuşsak, sadece eve girmek istiyorum.” dediğimde ilerleyecekken kolumdan sertçe çekilmem ile adımlarım ayaklarıma dolandı.
“Yakup sen yerine dön.”
“Efendim, Özgür bey…” sözleri kesilse de yanımda durmaya devam etti. “Konuşacağız, sen yerine dön.” diyen dedem ile bakışları bana döndü.
“Alisya hanım,” sanki bir şey desem beni kurtaracaktı ama dedemin bakışlarından korkarak kabul etmedim.
“Sorun yok, Yakup abi git sen.” dediğimde bakışları bana ve dedeme çevrilirken istemeyerek yanımızdan ayrıldı.
“Ne o yoksa artık emirleri sen mi veriyorsun,” Kızgın sesini duyarken kolumu bırakmamış sıkmaya devam ediyordu. “Ne bu sendeki havalar, saatten haberin var mı senin.” Kızgındı ama sanki kimse duymasın diye dişlerinin arasından tıslıyordu. Kolumdaki yanma ile elimi çekmeye çalıştım.
“Dede canımı yakıyorsun, b-bırak kolumu.”
“Canın daha çok yanacak.” demesi ile Yakup abiye baktım. Bahçe kapısından açtığı telefon ile dedeme döndüm.
“B-bırak kol-kolumu.” derken korkum artsa da kolumu bırakmıyordu. “Dede bırak canımı yakıyorsun.”
Bedenim artık dayanamadı. İçimde bir şey kanıyordu. Keskin bir meltem kağıttan yaptığım gemimi savurdu.
“Dede, bırak kolumu.” derken evin açılan kapısı ile dışarı çıkan annem ve babamı gördüm. Kolum değildi canımı yakan diğer elim hızla başımın köşesine giderken ağrı daha da şiddetlenerek arttı. Sesler duyuyordum ama boğuk sesler ile adımlarımı hissedemedim.
Yer ayaklarımın altından kaydı. Sanki yer ayaklarımın altından kayarken gövdemdeki tüm kan çekildi, kara bir çarşaf, gözüme perde gibi inerken artık hissizdim.
Artık acıtamazlardı beni.
…
Puslu bir perdenin ardından çekilen karanlıktan yürümeye devam ettim. Hiçbir şey hissetmezken ordan oraya savruldum. Gözlerim gördüğüm karanlık ile korkarken sıkı sıkı yumup bitmesini beklerken kendimi bir anın içinde buldum.,
Kendi küçüklük anım.
Gülerek oyuncak tavşanıma sarıldım. Çantamı omzuma takmış elimden tutan dedeme baktım. Ben bugün çok mutluydum. Beni Ali Afas’a götürecekti. Onun yanına gidecektim. Bindirdiği araçta kapının sertçe çarpmasını önemsemezken yüksek ses ile tavşanıma sarıldım. Sanırım rüzgâr çarpmıştı, kapı sert örtülürken.
Dedem araca bindiğimde neşe ile konuşmaya başladım. “Dede,”
Ses vermedi.
Kızgın bir nefes çekse de duymadığını düşünerek tekrar seslendim. “Dede ne zaman varacağız?”
“Az kaldı. Birazdan seni kavuşturacağım, ses yapma yoksa götürmem seni Ali veledine.” diye sinirli sesi ile durdum.
“Tamam sustum dedecim. Sen yeter ki götür beni Afas’a.”
Sesinden korksam da sarıldığım tavşanımı bırakmadım.
“Dedecim mi, uğursuz velet! Bir geberemedi gitti!” sessizce değildi söyledikleri duyayım diye yüksekti.
Uğursuz mu o ne demek ti ki? Yüzü bunu sanki tükürür gibi söylerken çekinsem de sordum. Çünkü Ali Afas bana her kelimenin anlamını açıklamıştı ama uğursuz ne demek bilmiyordum.
Düşündüm belki açıklamış ben unutmuştum. Düşündüm. Yoktu Afas bana böyle bir kelime bile kullanmamış hiç duymamıştım. Merakla sordum.
“Uğursuz ne demek dedeciğim?” diyerek dizlerim ile arabanın koltuğuna vurmaya başladığımda kendi halimde bir oyun bulmuş, onu sürdürüyordum. Yolculuk çok sıkıcı ve uzundu.
Birden direksiyona vurup yolun kenarında durduğu aracı ile arkasını döndü. Sinirle kaşları çatılmış işaret parmağını sallarken titremeye başladım.
“KES ARTIK SESİNİ! Gidene kadar çıtın çıkmayacak, yoksa yolu tek başına yürürsün.” diye bağırması ile gözlerim doldu.
Sustum çok korkutucu bakıyordu. Beni dedem korkutuyordu.
“…” titreyen dudaklarıma, dizlerimde eklenirken ellerim ile ağzımın üzerini kapatıp ağlamamı dışardan duyulmasın diye uğraştım.
Aracı tekrar çalıştırıp aynadan bakıp konuşması ile elimi ağzımdan çektim. “Kapat çeneni otur, sesini duymayacağım anladın mı, o sesin çıkmayacak!”
Korku ile bağlamadığı emniyet kemeri olmayan bedenimi kolaylıkla kapının yakınına çeksem de onu görmek istemiyordum.
Beni korkutuyordu.
İçli içli ağlarken sadece yoldan bakmaya devam ettim. Yeşil ağaçlar gittikçe sıklaşırken sadece ağladım. Kötü bir şey mi sormuştum da bana böyle bağırıp çağırıyordu.
Eğer Ali Asaf’a gitmem için kızıyorsa istediği kadar kızabilirdi… korkudan gıkım çıkmazken bile içeme içime ağlamaya devam ettim. Beni bir tek o anlardı, ellerim üşümeye yüz tutarken bir tek onun avuç içlerinde ellerim sıcak kalırdı. Avuç içlerime baktım. Korkudan titriyor ve üşümeye yüz tutmuştu.
Biraz gittikten sonra bir yerde durduk. Kapının açılması ile sessizce bir adım geriye doğru kaçacakken kapüşonumun şapkasını tutup beni yürütmesi ile son anda tavşanımı alabilmiştim.
“Yürü uğursuz velet!”
İkazı ile önden ilerlese de adımlarım savsaklayarak peşinden sürükleniyordum. Adımlarımı düz tutmaya çalışıp adımlarına uymaya çalıştım. Adımları çok büyüktü.
Ne kadar yürüdük bilmiyorum ama ayaklarım yürümekten yorulurken beni geri götürür korkusu ile konuşamadım. Hızlı hızlı yürüyen dedem ile tanıdık gelmeyen etrafı bile zar zor görüyordum.
Ormanlık alanın sık ağaçlarından başka bir şey yoktu. Ali Afasgil acaba buraya taşınmışlardı. Yoksa ormanlık alanda bir ağaç evleri mi vardı? Heyecanla adımlarıma biraz daha gayret verdim. Ağaç evde getirdiğim oyuncaklar ile beraber oynar o bana yine hikayeler anlatırdı.
Biraz daha ilerlerken ileride bir kulübe gördüm. Ahşap tahtadan yapılı kulübeden korksam da dedeme baktım.
Eli ile kulübeyi işaret etti. Kulübenin kapısı açık içerisi görünmüyordu. “Ali veledi, işte orada hadi git.” diyerek sırtımdan iteklemesi ile koşarak içeriye bakmak için ilerledim.
“Ali Afas ben geld…” sözlerimin davamı gelmedi. İçeride koca bir boşluk ile karşılaştım. Ali Asaf burada yoktu. Bu kulübede hiç kimse yoktu.
Ben buraya bırakılmıştım.
…
Gözümün önündeki perdeyi kaldıramazken kolumu kaldırdım. Beni bu kulübeye kilitlemişlerdi. “Bırak beni, bırakın b-beni.” Elimin üzerinde hissettiğim eller ile çırpındım. Kolumda hissettiğim bir yanma ile çırpınmam devam ederken sıkı sıkı yumdum.
“Bal uyan bir şey yok güvendesin uyan.”
“Bırakın beni dede gideceğim. Ali…”
“Bal, uyan. Buradayım.” Diye güven veren sesi ile göğsüm şişti. Gözlerim korku ile açılırken gördüğüm yeşiller ile yorgunca gözlerine baktım. Bakışlarımdaki korkuyu gördü. Kabuslarım artık beni korkutuyordu.
“Korkma buradayım.”
Dediğinde tuttuğu kollarımı bırakması için bakışlarım inerken kabusuma rağmen zihnimin karmaşası ile konuştum.
“Sanırım kabuslarım uyanınca da devam ediyor.” dediğimde değişen yüzüne bakıp gözlerimi kaçırdım. “Konuşacağız.”
Kolumdan çekilen elleri ile bakışlarını benden uzağa çekti. “Şimdi değil, sonra konuşuruz. Sağlığın daha önemli, lütfen şimdi değil.” demesi ile açılan kapıdan giren annem ve babam ile onlara doğru döndüm. Annem uyandığımı görüp yanıma gelirken Ali yanımdan gitmedi sadece bir adım geriye çekilip anneme yer verdi.
“Alisya, kızım iyi misin, bizi çok korkuttun.”
“İyiyim, şu an iyiyim.” dedim hüzünle. Benimle oyun oynuyorlar ve hepsi de biliyordu. İçeri giren doktor ile annem yataktan kalkıp arkama koyunca başımı usulca yasladım. Başımı sanki tutamıyordum.
“Alisya AKMAN.” demesi ile bakışlarımı doktor beye çevirdim. Elinde getirdiği bir dosyaya bakıp bir şeyler ayarlarken içeri dedemin de girmesi ile tedirginlikle cevap verdim.
“Evet benim.”
Sesime yansıyan tedirginliği Ali gördü. Bakışları dedeme çıkarken çatılan kaşları ile yüzüne bakıp bana baktığında bakışlarımı kaçırdım.
Bakarken yakalanmıştım.
“Stresli bir gün yaşamışsınız ve bu hiç iyi görünmüyor. Birkaç durum seziyorum. O yüzden birkaç test yapmam gerekti. Tahlilleriniz temiz çıktı ama bir de tomografi sonucu çıksın ona bakalım. Onun sonuçlarını tekrar konuşacağım.”
Doktor yüzüme doğru baktığında odadakilerinde pür dikkat doktoru dinlediğini görünce içimden konuştum. Stresin alası şu an bu odada toplanmıştı. Nasıl stresi hayatımdan çıkartabilirdim.
“Birkaç sorun var.” demesi ile annem başıma bir buse kondurup yanımda dikilirken Ali’nin durgun ama bir o kadarda düşünceli gözleri ile bakışlarımı doktora çevirdim.
“Sorun nedir?”
“Biraz geçmişinize baktım ailenizin izniyle. Bu gibi durumlar zihnimizi yorar. Sanırım hafıza kaybı yaşamışsınız ve anılarınızı kaybetmişsiniz. Bir şey hatırladınız mı? Herhangi bir şey?” diye sorması ile odanın içindeki sessizlik oluştu.
Hepsinin yüzüne tek tek baktım. Annem, babam, Ali, endişe ile bana bakarken tek bir kişi endişeli değildi. Anlık kayan bakışlarımı görse de sanki bunu görmemi istermişçesine yüzüme baktı.
Dedemin çatılan kaşları gözlerime dikilmiş bakarken bakışlarımı onda tuttuğumda Ali’nin de dedeme dönen bakışlarını gördüm.
“Hayır hiçbir şey hatırlamıyorum. Gereksiz bütün anılarım silinmiş doktor bey. Gerekte yok artık.” demem ile dedemin yüzünde anlık bir rahatlama oluştu.
Ama içimde bir şeyleri de kırmıştım. Çerçevemin köşesi kırılmış resmim birleşmiyordu.
Amansız bir bekleyişin ardından doktor bey yeniden konuştu. “Pekâlâ tekrar konuşacağız. O zaman hastamızı daha fazla rahatsız etmeyelim, aile ile konuşmak istiyorum buyurun çıkalım.” diyerek arkasını dönüp odadan ayrılması ile anneme baktım.
Annemin ağlamaklı yüzünü görünce beni böyle gördüğü için üzgündüm, benden saklayacak kadar mı büyüktü bu mesele. Annemin anlık bakışları Ali’ye kaydığında yumuşayan bakışları ile ikisine doğru baktım. Babam sessizdi, sanki bilmiyorum suçlu gibiydi. Ben ise karşımda Ali’ye bakan anneme döndüm. Anne şefkati gibi özlemle Ali’ye bakıyordu.
Ve o an aklıma dank etti.
Annem Ali’nin annesini tanıyordu dahası fazlasını da biliyordu. Hadi çıkalım, kızım biz birazdan geliriz.”
Sesi yorgundu. Acaba ben uyurken bir şey mi konuşmuşlardı yoksa.
“Tamam baba.” diyerek tebessüm ile odadan dedemle çıkarken annemin bakışları bizdeydi.
Aramızda bir şeyler olduğunu biliyordu. Anlatmasam da sezmişti. Kendini toparlayıp konuşmaya başladı. “Ne olduğunu ikinizle sonra konuşacağız, biz birazdan geliyoruz…Ali yanında kalır mısınız?”
“Kalırım.”
Sesi kısık çıksa da netti.
Herkes odadan çıkarken sadece odada Ali kaldı. Konuşacaktık, bu bayılmam normal değildi her şey üstüme çok gelirken böyle olmazdı. Kararımı verecektim ama önce konuşacaktım.
“Neden geldin?” diye sordum.
“Senin için.”
Bakışlarının yoğunluğunu kaldıramadım. Sanki gerçekti ve üzgündü bu halime. “Merak etme aile gördüğün gibi hiçbir şey söylemedim.” Dedim yorgunlukla. Sanki bu uyku zihnimi rahatlamıştı.
“Bal ben senin düşmanın değilim,”
“Biliyorum Özgür AKMAN’ın, kandırdığın kızıyım sadece.” dedim sessizce. Yüzünü camdan tarafa çevirip konuşması ile gözlerim kısıldı.
“Bunu konuşmayacağım seninle.”
“Hayır konuşacağız, o teklifi ettiysen konuşacağız.” diyerek direttim. Israrıma rağmen söylemiyordu gerçeği.
“Şimdi değil dinleneceksin.” diyerek kapıya doğru gitmesi ile serumlu kolumu unutup yataktan kalkmam ile koluma iğnesi battı.
“Ahhh!” Sızıyla kolumu düzeltmeye çalıştığımda acı ile gözlerim kısıldı. Ali’nin adımları hızla yatağa gelirken kaşları çatılarak yüzüme baktı. “Ne yapıyorsun, yataktan kalkmaman gerekiyor, uzan.” diyerek tekrar yatağa uzandırması ile kolumun acısı ile bir şey demedim. Dokunduğu yerleri hala ateşe çeviriyor ve bundan haberi olmazcasına yakındı.
Kokusu burnuma solusa da elalarımı kısıp dudaklarımı araladım. “Konuşacağız, nedenini söyleyeceksin.”
“Tamam tamam kolunu oynatma anlatacağım.” Dediğinde serumlu kolumdan akan kanı görünce başımı çevirip kanı görmemi engelledim. Kolumu düz tutup derin bir nefes alıp devam etti. “Sana baban bir kağıt imzalattı mı?”
“Evet ama…avukatlık ile ilgiliydi. Bununla ne ilgisi var? Ayrıca sen nerden biliyorsun…gerçi artık her şeye şaşırmamam gerektiğini öğrenemedim, pardon!”
Laf sokmama aldırmadı.
“Senin…Ölümün içindi, o restorandaki silahlar senin içindi Alisya, anla. Seni öldürmek için hepsi planlıydı. İmzan çok değerli onlar için, para içindi. Lanet bir para için. sen sense bilmiyorsun…” derken sanki sözleri söylemek istemedi ama çenesinden sinirlendiği belli oluyordu.
“Ne saçmalıyorsun, babam yapmaz öyle şey.” dedim kabul etmeyerek. Elini cebine koyarak benden çektiği bakışları camdan sanki baktığı yere doğru kaydı.
“Yapmaz dediğim herkes çok güzel arkama hançerini sapladı Alisya. Bir arkamı dönmeme bakıyorlar.”
“Yeter! Fazla oluyorsun. Daha fazla ileriye gitme. Beni kandırdığının suçunu babamın üzerine atamazsın! Bu, çok saçma. Anlattıkların deli saçması. Beni neden öldürmeye çalışsınlar? Babamdan bahsediyorsun. Para için diyorsun benim üzerime hiçbir mülk bile yok…Yine kandırıyorsun.”
“Gerçek bu ister inan ister inanma.” diyerek kestirip attı.
“Yalan söylüyorsun…Sana inanmıyorum, artık değil.” dediğimde kendi içimi de acıtmama rağmen susmadım. “Oyununa kanmayacağım.”
“Sana oyun oynamadım.”
“Babam bir karıncayı bile incitmez, yalan söylüyorsun.” diyerek devam ettim. “Beni kandırıp suç atamazsın.” Sessiz ama kızgın gözlerim onaydı. İçim acısa da dilim zehirdi. “Senden…nefret ediyorum. Beni böyle kandırmaya hakkın yoktu. Olamazda.” Sözlerim ile bakışlarını kaçırırken sanki gözlerime bakamadı. Bir damla gaz yaşım aktı. Görmeden gözyaşımı silip serumlu kolumu düz tuttum. Kan görmeye dayanamıyordum.
“Bende nefret ediyorum. Ama senden değil.” demesi ile gözlerim doldu. Neden böyle olmuştu ki? Nasıl biz bu hale gelmiştik? Tartışmaktan nefret ediyordum hele ki onunla tartışmak hiç istemiyordum. Kalbim ihaneti ile kavrulurken dilime söz geçiremiyordum.
Yaşlarım sicimle yanaklarımdan süzülerek akarken hiçbiri birbirine değmeyen göz yaşları ırak çöllerimi hiçbir zaman susuz bırakmıyorlardı. Yağmurun oyukları doldurduğu gibi göz yaşlarımda benim yara alan oyuklarımı dolduruyordu.
Burnumu çektiğimde bana doğru döndü. Elim yaşımı silecekken duraksadım. Gözümdeki yaşı seyrederken sanki içinden bir parça kopmuşçasına hüzünlüydü.
“Ağlama.” dedi göz yaşımdan gözlerini çekmezken. “Ağlama silemiyorum yaşlarını. Ağlama.” dediğinde gözlerime baktı.
Dolmuştum, taşacak biz deniz bulmuş ve en sonunda patladım. Yanıma gelen adımları kolumu çekmem ile duraksarken yutkundu.
“Ağlatma…Acıtma artık canımı. Daha ne kadar ağlayacağım. Beni kuruttunuz…ben olan her bir köşemi. Beni yok etmek mi istiyorsunuz? Ben size ne yaptım? Ha! Ama tebrik ederim bunu başardınız. Kimse ama kimse sizin gibi kötülük yapamaz. Birisi canıma kast eder. Neden ya neden, bunun için sebebim yok. Sebebe bile gerek yok, insanın canı diyorsun, benim buna aklım almıyor. ALMAYACAKTA.”
Titrek çenemi görünce dayanamayıp yanıma gelen adımları ile elimi kaldırıp durması için önüme set gerdim. Gözlerini içine bakarak devam ettim.
“Birisi…o birisi canımı canına koyduğum Ali Asaf dediğim.” Söylediğim sözler ile gözlerini yumup yutkundu ama ben susmadım. “Bana bunu neden yaptın? Ben bana söyleseydin dedenle, babanla bir sorunum var intikamım var en başından ben sana yardım ederdim ki. En azından dinlerdim seni. Ama şimdi…Beni bu kadar kırk parçaya bölmene gerek yoktu. Ben artık sana nasıl güveneceğim. Ben beni sev…” sözlerimi ket vurup yutarak devam ettim. “Sana artık nasıl inanacağım? Bir oyun için diyorsun. Madem bu da senin için bir oyun…kabul.” Göz yaşlarımı silip devam ettim. İçimde artık bir şey kalsın istemiyordum.
“Sana artık güvenmiyorum Ali. Ve benden sakladığın ne ise öğreneceğim.” Sözlerim keskin bir mızrak gibi sahibini buldu. Kabul etmiyordu ona da kabul öğrenecektim. Ne pahasına olursa olsun öğrenecektim.
“Alisyam böyle söyleme…”
Sözünü hızla kestim. Böyle seslenirse o olan yanım sözlerine inanırdı. O yanımı susturdum. Çünkü orası çok acıyordu.
“Artık herkes susacak, ben konuşacağım. Herkes yeterince hayatım hakkında bilgili.”
Dediğimde kaçırdığı gözlerine tutundum.
Artık hikâyenin sonuna gelmiştim. Şairin bitmesini istemediği son satırlardaydım. Buradan geri dönüş yoktu. Olan olmuştu kartlar dağıtılmış ve herkes payına düşeni almıştı. Bana da bunu kabullenmek düşüyordu. Artık o eski Alisya kırgın herkesin bir kağıt parçası gibi kırılgan oradan oraya rüzgarla savrulan savunmasız kız olmayacaktım. Herkesin ama herkesin bana bunu yaşatan herkesin canına okuyacaktım. Artık ağlamak istemiyordum. akıttığım göz yaşı kadar haklarını alacaktım. Bu sefer oyunu ben başlatıyordum. Kartlar elimdeydi.
Ali Asaf’ın kırgın, perişan yüzüne baktım. Ve İlk kartımı dağıttım. Göz yaşlarım kurudu. Kan çanağı gözlerimi son kez orman yeşillerine uzunca dokundurdum. Artık bu gözler bana haramdı.
“Teklifini kabul ediyorum. Seninle evleneceğim…ama bir şartla.”
….
Veee bölüm sonu demeye korkuyorum ama bölüm sonu umut ışıklarımm. Sağ kalan canlarr yorumlar sizindir ben kaçar. Şu an ateş hattındayım da…
Kendinize iyi bakın.
Hoşçakalınnnnn.
……
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |