29. Bölüm

25.Bölüm: İzi Dokunur Yeşile

Safinaz S.
umudundaparlayanla

Selammm umut ışıklarım. Öncelikle güzel yorumlarınız için çook teşekkür ederim. Yorumlarınızı vakit buldukça okuyorum ve yazdıklarınız beni çok motive ediyor. İyiki varsınız canlar.

Askeri Kurgu severleri de yazdığım ŞAFAK kitabıma beklerim.

Sizce Avuçlarımda Kokan Portakal Çiçeğini hangi şarkı daha çok yansıtıyor? Onu dinleyip diğer bölümü yazayım.

Keyifli okumalar dilerimm.

Bölüm içi şarkılar.

. Dedublüman & Mavzer Tabancas - Rüya Gibi (Official Music Video)

25. BÖLÜM: İZİ DOKUNUR YEŞİLE

Alisya AKMAN

Ali Asaf’ın kırgın, perişan yüzüne baktım. Ve İlk kartımı dağıttım. Göz yaşlarım kurudu. Kan çanağı gözlerimi son kez orman yeşillerine uzunca dokundurdum. Artık bu gözler bana haramdı.

Ve o sözler dudaklarımdan döküldü.

“Teklifini kabul ediyorum. Seninle evleneceğim…ama bir şartla.”

İçimden dilime dökülenler aslında gerçekti. Beni sevdiğine inanmış sevdiğim dediğim kişi ile evlenecektim. Geçmişimizin ortak sırrını ortaya ben çıkartacaktım. Ailemle ne sorunu olduğunu da bulup artık bütün hesaplaşmaları yapacaktım. Ama şimdi sadece durdum.

Gözlerimdeki ateşi görürcesine yüzüme baktı. Sanki ettiği teklifi kabul etmeyeceğimden eminmiş gibi yüzüme bakarken şaşkınlığını saklamadı.

Şaşırmıştı.

Sanki teklifini kabul etmeyeceğimden emindi, etmeyecektim ama babamı da hapse gönderecek değildim. Çünkü o bir karıncayı bile incitmezdi. Nasıl bir bağ ile aralarında böyle bir düşmanlık olduğunu bilmek zorundaydım. Er ya da geç bana anlatacaktı ya da gerçeği bulacaktım. Başka yolu yoktu.

Yüzündeki şaşkınlığı seyrederken kapının aniden açılması ile sözlerim yarım kaldı. Şartımı söyleyemeden odaya giren Gülce ve Bahadır’la bakışlarım onlara doğru döndü.

Ortam gergindi ve benim gözlerim ağladığımı belli ediyordu. Yaşlarım olmasa da elimi yanağımda gezdirip tebessüm ile Gülce’ye bakarken hızlıca yaklaşıp sarılması ile gözlerimi yumdum. Yorgundum, zihnen artık çok yorgundum. Geçmişimdeki kız çocuğuna sarılıp onu bırakmak istemiyordum ama zihnim biraz hatırasını sunduğunda vücuduma dolan kriz ise beni yoruyordu. Birde bu olaylar, işin içinden çıkmak çok zordu.

Kendimi toparlayıp gözlerimi açtım.

“Aklım çıktı, iyi misin?” diye endişeli sözleri ile serumlu kolumu kaldırmadan diğer kolumla sarılıp rahatlarken konuşmaya devam etti.

“Neler oldu, Alis, annen aradı ve buraya nasıl geldiğimizi bilemedik.” diyerek geri çekilmesi ile bakışları Ali’ye doğru kaydı. Gülce başı ile selam verip yanımıza gelen Bahadır’a yerini verdi.

Onunda sarılması ile elim sırtına giderken gülümsemeye çalışıp “Korkmayın sadece biraz stresten bayılmışım.” dediğimde Bahadır’ın gözleri kısıldı.

Sanki ikimizin bir arada olmasını sorgularcasına gözleri aramızda gidip geldi.

Sonra Ali’ye doğru bakıp “Ali Bey, kızmazsanız sizin ne işiniz var burada?” diye sorduğunda Gülce’den yediği dirsek ile ona da kaşlarını çatıp devam etti. “Yoksa siz de mi hastasınız?”

Aynen hepimizde bir zihin hastalığı vardı ben hatırlamıyordum o ise benden saklıyordu.

İkimizin de sorunu vardı.

Bahadır’ın sorusu ile bakışlarımı kaçırdım. Cevap ne diyecektim? Evet, aramızdaki patron asistan ilişkisi yalan da olsa bitmişti. Aramızda artık bir bağ kalmamıştı. Tebessümümü yüzümde korumakta zorlandım. Biz bitmiştik. Ve az önce aramızda imzamızı atmıştık.

Ali ile evlenecektim ama bu gerçek bir evlilik olmayacaktı.

Yutkundum.

Bahadır’ın sorusu ile sessizleşen ortamda bakışlarım anlık Ali’ye kaydığında doğrudan Bahadır’a baktığını gördüm. “Ben Alisya’nın sevgilisiyim, yanında olmak hakkım.” dedi ciddi ses tonuyla.

Sözleri odaya bomba gibi düştü.

Odanın içinde soğuk bir rüzgar eserken dönmeye yeminli bakışlarım gözlerini buldu. Nasıl aniden söylerdi böyle. Az önce evlenelim dememişim gibi gözlerim kısıldı. En azından alıştırarak söylenirdi.

Odanın içindeki etki tepki ile yatağın içinde kıpırdandım. İkisine de kaçamak baksam da ilk tepki gecikmeden Bahadır’dan geldi.

“Af buyur, ne…sevgili, bildiğimiz ilişkili sevgili,” derken eli ile Ali ve beni işaret edip şaşkınlıkla baktı. “Hani böyleli sevgili.”

Anlamsız bakışlarıma Gülce tercüman oldu.

“O ne demek be, sevgiliyim diyorlar işte…” duraksadı. “Alisya sevgilisiniz ve bana söylemedin öyle mi? Dur sindiremiyorum, Ali Bey yani siz şimdi Alisya ile sevgilisiniz doğru duyduk değil mi?” dediğinde Ali’ye sinirle baktım.

Gözlerimin içine baktığında hem yakıyor hem yanıyordu.

En azından önce bana bir haber verseydi biraz kendimi açıklama fırsatım olurdu. Böyle damdan düşer gibi öğrenmezlerdi derken gözleri sanki daha önce söylemediğine pişman gibi Bahadır’a anlamsız bakışlar ile bakarken çatılan kaşlarına anlam veremedim.

“Bahadır.” diye seslendiğimde gülüp gülmemek arasında kalmış gibi donmuş kalırken Gülce’den tekrar yediği dirsek ile girdiği transtan çıktı. Hızlıca giderek Ali’ye sarılması ile bakakaldım.

Ali’nin donmuş hali ile nasıl bir durumun içinde olsakta sinirden elim ayağım boşlamış kıkırtı dudaklarımdan döküldü. Bunlar gözümün önünde ne yapıyorlardı böyle. Sinirden artık tepkilerimi tutamazken kıkırtım çoğaldı.

Ali kıkırtımın sesi ile bana dönerken usulca gülüşüm dudaklarımda söndü. O an gözlerine yorgunluk çöktü.

Bu sırada Bahadır, hala sarılı kalırken konuşmaya başladı. “Vallahi çok çok sevindim. Yani sevgili olmanıza o kadar sevindim. Benim kadar kimse sevinemez, kimse. Ben de diyordum şirkette bana dik dik bakışlarınızı görsem de anlamamıştım.” derken geri çekilip Ali’ye doğru baktığında konuyu anlamak için dikkatle dinlemeye başladım.

“Ama duyduklarınız katiyen gerçek değil. Alisya ve ben olacak şey değil. Öyle şeyler o güzel, zeki aklınıza hiç gelmesin, sevgili enişteciğim. Lütfen şirket dedikodusunu düşünüp canınızı sıkmayın.”

diyerek sözlerini bitirirken çatılan kaşlarım ile Bahadır’a bakıp konuştum. “Ne dedikodusu Bahadır?” Yoksa sevgili dedikodusundan mı bahsediyordu. İyide o çok önceydi. Neyden bahsediyordu bu, deli.

“Şey biz yani ayrı ayrı olarak biz…” diyerek gevelerken Gülce araya girdi. “Ne saçmalıyorsun, doğruca anlat şunu.”

Sabırsızlıkla bakarken kaşlarım çatıldı. Yine bir şeyler yumurtlayan gözleri son kez Ali ve bana dokundu ağzındaki baklayı çıkardı. “Ya işte biz yine biz dedim, Alisya ve ben sevgiliyiz.” dedi tek nefeste.

“Ne!” diyen Gülce ile ağrıyan başımı salladım.

“Sınanıyorum, resmen sınavım.” Serumlu kolum yataktan kalkmamı engellerken diğer elimle arkamdaki yastığı alıp Bahadır’a doğru fırlatırken Ali’nin tutması ile bakışlarımı kaçırdım.

Bahadır’a kitlenmiş ne diyecek diye beklerken yastığı getirip tekrar sırtıma doğru koydu. “Yok beni yanlış anladınız sevgili değiliz ama işte bilirsiniz Ali Bey ün bazen böyle şeylere yol açabiliyor.” Dediğinde Ali’nin çatılan kaşlarına benimkilerde eklendi. “Katiyen böyle bir şey yok. O yüzden lütfen o yeşillerinizi aa gözleriniz gerçekten yeşilmiş yakından bakınca.”

“Bahadır!” Gülce’nin uyarısı ile devam etti. “Neyse işte bana öyle kızgın bakmanıza hiç gerek yok, gerçekten yanlış bir dedikodu.” Diyerek soluklanan Bahadır ile bakışlarım Ali’ye çevrildi.

“Lukka da söylediklerin.” Sesin den çıkanlar ile gözlerim kısıldı. Duymuştu, tabi duyardı resmen o gün bağırmıştım. Bahadır her an sanki Ali’den dayak yiyecekmiş gibi kapıya bakıp telaşla konuşmaya başladı.

“O da…oda yanlışlıkla söyledim. Hiç öyle bir şey yok, ben halledeceğim Ali Bey siz hiç merak etmeyin...Evet bu işte hallolduğuna göre ben size en iyisi bir çay getireyim. Ali bey çay getireyim mi? sever misiniz çay?” demesi ile boş bulundum.

“O çay içmez…yani kahve içer.” dediğimden içimden dilimi ısırıp cezasını verdim. Ne diye hala onu düşünüyorsam. Ali’nin bakışlarını görsem de onlara bakmadım. Şu serum bitipte bir an önce odamdaki yatağıma yatıp bir hafta uyursam bütün bunlara bir sünger çekecektim.

“Kaçık, git artık.” diyen Gülce ile Ali’nin bakışlarını yanıtsız bıraktım. Ne yapabilirim yanında olduğum vakitler de hep kahve içiyordu. Bahadır’ın odadan çıkması ile tekrar sessizleştik. İçimde kopan fırtınalar ona baktıkça harlanıyordu.

“Çok mutlu oldum ama arkadaşımın biricik sevgilisini böyle öğrenince de…” diye konuşmaya başlayan Gülce’ye baktım. Sanırım şu an ılımlı yaklaşıyor ve yatağımdan çıkıp iyileştiğimde söylemediğim için canıma okuyacağını da gözleriyle belli ediyordu. Bense bu durumdan en az zarar almak için sessiz kaldım. Konusunu o açmıştı.

Ali, birkaç adımda yanıma gelerek elimi tuttuğunda bakışlarım ona dokundu. Neden elimi tutuyordu ki. Çatılan kaşlarım ile geriye doğru çekecekken elimi bırakmadı.

“Aniden gelişti her şey. Alisya söyleyecekti ben biraz gizli tutalım dedim.” diyerek gülmesi ile gözlerine baktım. Rol yapıyordu yine oyun oynuyordu.

“Çok güzel çok mutlu oldum.”

“Teşekkür ederiz.” demesi ile çatılan kaşlarıma baktı.

Kapı tekrardan açıldığında Gülce arkasını döndüğünde fırsattan istifade elimi elinin içinden çektim. İçeri gelen hemşire kolumdaki serumun iğnesini çıkarttığında gözlerimi sola doğru çevirdim. İşlemi bitince kolumun iğnesinin çıktığı yeri ovuşturdum. “Geçmiş olsun, işlemleriniz bittiğini doktor bey söylememi istedi. İstediğiniz zaman hastaneden çıkabilirsiniz. Tekrardan geçmiş olsun.”

“Teşekkür ederim.” dedim usulca. Demek çıkıyordum buradan. Yutkundum eve gidecektim. Kalbim ağrıdı.

Annemgilin hala doktorun yanından gelmemesi ise bu kadar ne konuştuğunu merak etmeme yol açtı. Hatıraların gelmesi neden bu kadar zordu ki. İstemesem de o kâbusum gerçekti ve yakamı uyanana kadar bırakmamıştı. Dedeme güvenemezdim.

Dedem benim kâbusum olmuştu. O kâbusu istesem de unutamazdım. Daha fazla bu basık odada durmak istemeyerek ayaklarımı sedyeden aşağıya sarkıttım.

“Gülce rica etsem ayakkabılarımı getirir misin?” diye sorduğumda odanın içindeki dolaba yönelirken yanıma gelen adımların kokusu ile ellerimi sakladım. Ellerim onu gördüğü her an kavuşmak istercesine titriyordu.

Dolabın camına yansıyan Ali’nin görüntüsü ile gözlerimi yüzüne diktim. Elindeki paketten çıkarttığı rahat olduğu belli olan babetler ile bakışlarım babetlere indi.

Kırmızı kurdelesi vardı ayakkabıların.

“Onlar olmaz, uzat ayaklarını bunları giy.” diyerek önümde eğilen Ali ile sinirle kaşlarım çatılırken çarpan kalbimi susturmayı denedim. Neden iyilik yapıyordu, aileme söyleyeceğimi düşündüğü için mi?

Gözlerim, gözlerini sezdi. İrislerinde bir yolculuğa çıktım. Ali seni anlamıyorum, neden beni düşünüyorsun, buda mı oyun?

Keşke böyle baktığın gerçek olsaydı, keşke beni kandırmasaydın. Bakışlarımı kaçırıp sözlerimi yuttum. Gülce’nin de yanımızda olması ile sesim çıkmazken uzattığım ayaklarıma babetleri tek tek geçirdi.

Yutkundum, aldığı ayakkabılar bile ayağıma tam olmuştu. “İşte oldu artık gidebiliriz.” diyerek eğildiği yerden usulca kalkarken bakışlarımda onlarla beraber kalktı.

“Ali, sen dışarı da bekle Alisya üzerini giysin, Satı teyzegil danışmadaymış ordan eve geçeriz.” Diyen Gülce ile üzerime baktım. Hastane kıyafetleri ile duruyordum.

“Olur. Ben o zaman dışarıdayım.” Kapıdan çıksa bile bakışlarım ayağıma giydirdiği babetlerde kaldı.

Eve gelmemiz uzun sürerken eczaneden bir doz daha fazla olan sakinleştiriciler ile odamda yatağıma uzanmış tavanı izliyordum. Masanın üzerindeki ilaçlara bakındım. Sakinleştiricileri içmeyecektim. Zorunda olmadığım sürece içmeyecek anılarıma sahip çıkacaktım.

Çünkü içtiğim her an zihnim rahatlıyor anılarımın çıkmaması için sanki baskı yapıp onları kontrol altında tutuyordu.

Gece çoktan ikiyi geçmişti ama ben yine uykusuzdum. Aslında sakinleştirici alsam uyurdum belki ama uyumak istemiyordum. Hastane de yeterince ilaç vermişlerdi.

En son gördüğüm anlar zihnimde dolanırken tekrar rüyaya yatmak ise artık beni korkutuyordu. Dedemin o odasındaki kilitli çekmeceleri açacaktım. Elbette anahtarları bir yerler de olurdu ve bana bilmediğim sırlarımın orada olduğunu hissettiren bir şüphe diri bir şekilde zihnimde geziniyordu. O odaya mutlaka tekrar girecektim.

Ama nasıl? Sadece evde olduğu anlarda odasının kapısı açılıyordu. Evde olmadığı her an ise kilitliydi. Bir yolu olmalıydı.

“Offf.”

Sıkkınca gözlerimi yumup tavana bakındım. Uyku gözlerime uğramayacaktı, geceler bana yine kucak açmıştı.

Bir süre gözüm kapalı tavana dönük yatarken bir ses duydum. Aldırmadım. Odamdaki pencerenin tıkırtısı ile gözlerimi açıp tavandan çekerek kapıya doğru baktım. Rüzgar mıydı? Tekrardan gelen ses ile tedirgin oldum. Rüzgar değildi, resmen bir çarpışma sesi geliyordu. Bakışlarım pencereme doğru kaydı.

Tıkırtı balkondan geliyordu. Yatağımdan usulca dikeldiğimde kapalı perdelere baktım. Onu görmemek için pencerelerden uzak duruyordum ama nafileydi. Balkonumun açılan kapısı ile yatağımdan usulca kalkıp masanın üzerindeki bibloyu kavradı.

Zihnimde tehlike çanları çalmaya başladı. Birisi odama giriyordu. Dehşet içinde gerilirken ayağım birbirine dolandı. Gecenin bu saatinde hırsız mıydı?

Elim ayağım titremeye başlarken perde usulca hareket etti. Odamın kapısını kilitlemiştim. Perdeyi çeken kişi ile elimdeki bibloyu sıkıca kavradım. Deli cesareti gelmişti. Vuramazdım ama belki korkardı, umarım. Kapıya baktım, ya elinde silah varsa düşünmeden bibloyu perdeyi çekmesi ile yukarıya doğru kaldırdım.

“Aaaa! Hırsız!” diye bağırırken perdenin kenarından siyah giyinimli birisi çıkması ile bibloyu indirecekken son anda elimi hızlıca kavradı. Kalbim körük gibi inip kalkarken yüzüne bakakaldım.

“Benim benim. Alisya, benim.”

“Ali.” Dehşetle soluklanırken başımın üzerindeki bibloyu ellerimden alarak yere doğru indirdi. “Sen! saatten haberin var mı?” diye sorsam da kaşlarım çatık ona bakarken muzip bakışları elimden aldığı melek figürlü biblomdaydı.

“Cidden bu küçük bibloyu mu vuracaktın? Daha büyük bir şey kavramalıydın.”

Gözlerim kısıldı. “Küçük ama etkili.” derken geliş nedenini unutup çıkıştım. “Ne işin var senin burada.”

Bibloyu masanın üzerine bırakıp odamda gözlerini gezdirirken sanki bir şey soracak gibi gezindi. Tekrar karşıma geçip üzerimdeki tavşan desenli askılı pijamalarıma bakıp gözlerime çıktı.

“Bir şey sormaya geldim.”

“Bu saatte?” diye sorsam da etrafı tur eden bakışları ile gerildim. Neydi bu kadar tedirgin eden sorusu anlam veremedim.

“Yüz yüze sormam gereken bir soru.” demesi ile kaşlarım çatıldı. Odam ses geçirmese de kısıkça gözlerine bakıp konuşmaya başladım. “Elini kolunu sallayarak kafana estiğinde buraya gelemezsin.”

“Önemli bir soru.”

“Nedir çabuk söyle, uyuyacağım.” diyerek kaçırdığım gözlerimi yatağıma çevirdim. Yatağımın üstündeki yorgan bile kırışmamıştı sadece üzerine uzandığımdan biraz dağılmıştı. Bakışları yattığım beyaz pileli yatağıma bakınıp göz devirdi.

“Gerçekten mi, eminim yatakta tavana bakıyordun.”

“Hayır yok öyle bir şey ayrıca açıklama yapmak zorunda da değilim.” diyerek gözlerimi kaçırdım. Onu hastaneden sonra ilk defa görüyordum. Cevabımı vermiştim ama aklım hala karman çormandı. Soracak tonla sorum vardı ama cevapları hiçbir şekilde alamıyordum. Yeşillerine uzun süre bakamayıp gözlerimi yatağıma doğru çevirip konuşmaya başladım.

“Her neyse neden geldin, balkonuma kadar tırmanacak kadar önemli olan ne?”

Sanki önemsemiyor muşum gibi masanın yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Bu tavrıma aldırmadı o da yatağımın üzerine geçip oturması ile yatağım oturduğu yer çöktü. Ellerini dizlerinin üzerinde birleştirip eğilmesi ile hiç iyi bir karar vermediğimi anladım.

Ayakta dikilsek böyle yakın olmazdık. Şortun kısalığından canım sıkılırken bakışları hiçbir şekilde bacaklarıma uğramıyor gözlerimden bir adım öteye gitmiyordu.

Sonunda gözlerimi yakaladığında dudaklarını ıslattı. Gözlerim anlık dudaklarına kaysa da kızgın yanım ağır bastı.

“Buzdolabımda bir şey gördüm.” dediğinde aniden kaçırdığım gözlerime kızdım. Onun için yaptığım pastayı görmüştü. Ne diyecektim şimdi hoş ne diye saklayacaktım ki. Onu bu kadar önemsediğimi bilmesini istemedim ama neden sanki o umut kırıntıları tekrardan irislerine yerleşmişti ki.

“Onu sen mi yaptın?” diye sordu. Sessizce yüzüne baktım. Merakla sorusunun cevabını arayan gözlerle bana doğru bakıyordu. Gözlerine bakıp anlamaya çalıştım. Evet desem gurursuz mu olurdum yoksa buradan gittikten sonra yine bana kandı der miydi? Canım yandı güven tahtamı çatlatmıştı.

“Sana bir soru sordum.”

“Bende sorduğum sorulara cevap alamıyorum.” diyerek omuz silkip bacak bacak üstüne attım. Anlık kayan bakışları hızlıca gözlerime çıkarken hızlıca yerimden kalktım.

Yaptığımı biliyordu onun evine o yüzden girmiştim. Doğum gününü kutlayacaktım. O gün güzel bir gün olacaktı. O gün acımıştı. Ne acı duyacağım gerçeklerde benim acım olmuştu.

“Sıkıldım, ben yapmadım pasta falan, git artık birisi görmeden çık evden.” diyerek yatağıma doğru ilerlerken bileğimden usulca tutup ayağa kalktı.

“Alisya.” dedi etinden koparcasına.

“Ne? Ne duymak istiyorsun, Ali.”

“Yapma, acıtma canımı,” diyerek gözlerine baktım. Görmek istedim, anlatsın ve içimdeki bu azap bitsin istedim. Oyun değildi, desin istedim. Ama bu gözler yalandı, başlı başına karşılaşmamız yalandı.

“Bunu ben istemedim, hatırlatırım, git artık.” diye elimi çekecekken bir adım daha gelmesi ile çıplak bacaklarım dizlerine dokundu. Dokunduğu yerleri kor etti. Hala ona bağlı olan her uzvum ise onun için yanıyordu. Kokusu burnuma doldu, tarçın kokuyordu ve burnum bu kokuyu aldığı her an sızlayacağını bile bile içime çektim.

Kokusu bağlılığım olmuştu. Başını eğip kısıkça mırıldandı. “Bana, pasta mı yaptın?”

“Hayır sana değil…” aramızdaki bakışmamız sürdü. Toparlamaya çalışıp gözlerimi kaçırdım. “Yani bilmiyorum ben yapmadım.” diye sorsam da kaçırdığım gözlerim her şeyi ele veriyordu.

“Benim evimde duran pastayı sen mi yaptın? Sadece cevabını duymak istiyorum bal soru sormayacağım…Sen mi yaptın?”

Elimi çekip gidecekken bileğimdeki dokunuşu kolumu kavradı. “Lütfen cevap ver.”

Sanki bu onun için çok önemli gibi dudaklarımdan çıkacaklara bakarken çenemin titremesini umursamayarak cevap verdim. “Evet…ben yaptım.”

Sözlerim ile anlık bileğimdeki eli de ayrılması ile kirpiklerim birbirine yapışsa da kendimi tutmaya çalıştım. Elimdeki sıcaklığı gitmişti. Artık kor gibi bir soğukta yanıyordum.

Son kez gözlerime bakarken usulca mırıldandı. “Teşekkür ederim.”

Genzim teşekkürü ile yandı. Görmüştü, yaptığım pastayı görmüş ve gördüğü gibi yanıma gelmişti. Beni tanıyorsun dememek için kendimi zor tuttum. Gözlerinin içine baktım. Belki beni anlar diye. Cevaplara muhtaçlığı görürde bu aciz halimi susturur diye. Gözlerine bakan elalarım alev yeşilleri bir o kadar yorgundu.

Beni tanıyorsun dedim içimden. Bakışlarımda ne gördüyse gözlerini kaçırdı ve arkasını döndü. Gidiyordu. Adımlarımı dolabımın çekmecesinin olduğu yere ilerlettim.

“Bekle.” diyerek elim hep yerinde olan mavi kelebekli tokamı avcuma alırken çekmeceyi yavaşça kapatıp balkonun kapısının önünde bekleyen Ali’nin yanına doğru ilerledim. Ne yapacağıma bakarken yakınına gelip elimi usulca açtım. Bilsin ve kaçmadığımı anlasın istedim. Bakışları açtığım avcuma kaydı. Balkonun pervazındaki eli usulca yanına doğru düşerken kapının soğukluğu dizlerime vurdu.

Bakışlarını mavi kelebekli tokamdan çekmedi. Avcumdaki tokayı biliyordu çünkü küçükken bu tokayı bana o almıştı. Ne acı ki ben bunu bilmezken de yanımda, yakınımdaydı.

Avcumu gözlerinin önünde daha da açtığımda bakışlarını kaçırsa da tekrar gözlerime baktı. Söyleme anlatma dercesine gözleri kitlenmiş elimdeki tokaya indirdi.

Kurumuş dudaklarımı ıslatıp gözlerimi tokaya indirdiğimde ağlamamak için kendimi sıktım. Ağlamak istemesem de gözlerim anlarla doldu. Dudaklarımı usulca araladım. “Bu toka bana küçüklüğümden bir parça ve ben bu parçayı sakladım…” dediğimde hala yüzüme bakmıyordu. Elimdeki eski mavi kanatları olan tokadan gözlerini ayırmıyor sadece dinliyordu.

“Ali Asaf…” işte o an gözlerime baktı. Başı hızlıca kalkarken gözlerine bakışım da yangın yeriydi. “Sen değil…” yana ateşe suyun dökülüşü gibi gözleri kısıldı. “Bu tokayı veren kişi…sen değil.”

Genzim yandı, ama devam etmeye zorladım. “Bu tokayı bana, doğum günümde vermişti. Onu yanımdan hiç ayırmadım ama o…Ali Asaf’ın doğum gününü unuttum…Neden unuttuğumu bilmiyorum ama ona unuttuğum doğum gününü bilmeden bir pasta yaptım.” dedim gülümseyerek. Dudak kenarlarım acıdı gülerken.

“Alisya.” dedi etinden can koparcasına.

“Dinle.” dedim. Göz pınarlarım ağlamamak için dirense de çenemi sıktım. Derin bir nefes alarak göğsümü rahatlatmaya çalıştım. Nafileydi o gözlere bakarken kesilen nefesim bile bana karşıydı. Ama konuşmaya devam ettim.

“Ne sever bilemedim çünkü ben onu yeni tanıyordum…ama o portakallı kek seviyordu…” Çenem titrediğinde elinin bana doğru uzanıp dokunamayacağını anlayınca avcunu sıkıp yanına inen elini görsem de devam ettim.

“İnanabiliyor musun? seviyormuş. Portakallı keki seviyormuş. Bende ona ilk defa denediğim portakallı bir pasta yaptım. Sever diye de üzerine mavi bir kelebek kondurdum. Çünkü ben bu toka gibi mavi kelebeği sevmiştim.”

Elimin içindeki toka titrememle hareket etti. İşte o an itirafım aramıza bir bomba gibi düştü. Kapanan gözleri anlık yoğunlaşırken tekrar gözlerime baktı.

Gözlerim doldu. Çünkü onunda yeşillerine kan oturmuştu. Sus diyordu sanki daha fazla yakma canımı diyordu sanki.

“O, rüyamdaki Ali Asaf, iyi ki doğmuş…” dedim çenem titreyerek. Gözlerinin dolduğu gördüm. Bizi bu çıkmaza sokan yeşilleri dolmuştu.

“O, şu an yok…Ali Asaf şu an yok. Yanımda olmayacak ama…İyiki doğmuş.” dedim çenemi sıkarak. Daha fazla konuşursam ağlayacaktım. Başını belli belirsiz salladı. Sanki ilk defa odamı görüyormuş gibi etrafta bakışları gezindi. Sonunda gözleri yine odağımı buldu. Kaçak oynamayacaktım, bilecekti ama benden duymayacaktı.

“Anladım.” dedi sessizce. Yakınında olmasam duyamayacağım kadar kısık sesini duyurmuştu bana. Gözlerime artık bakmıyordu, kaçak gözlerine meftun olduğumu bilmeden gezindi yeşilleri etrafta. Omzuma bir yük daha bindi. Onu susturan acıyı çekip almak istedim.

Onu sadece sevmiştim ve yanan kalbim hala seviyorum diye çarpmaya devam ederken bekledim. Belki konuşur diye bekledim. Söylemeyecekti de kendisini tanıdığımı biliyordu ama konuşmayacaktı. Genzim yandı.

“Yarın, aileme söyleyeceğim, bu evlilik mevzusunu ama önce babamın videosunu görmek istiyorum.” dedim konudan bağımsız. Gözlerime bakmadığı her an sanki odanın içi daha da soğumuştu.

“Tamam, sana göstereceğim.” dedi usulca.

Gözlerim doldu. Baktığı yerde ben yoktum.

“Artık gidebilirsin.” dediğimde sözümü ikiletmeden balkonun kapısı kapandı. Arkasından da kokusunu da götürdü. Gözümden gizli bir yaş akarken avcumun içindeki kelebekli tokama baktım. Tek hatıram ondandı.

Mavi kelebekli bir toka.

Sabah uykusuzca uyandığımda yorganımı bir kenara doğru fırlattım. Evliliği er ya da geç söyleyecektim. Ama önce o videodan emin olacaktım. Biliyordum ki böyle bir video vardı ama nasıl bir suç olduğu ve neden bunu yapacağına aklım ermiyordu.

Beynim gece düşünmekten çatlamaya yer ararken yatağımdan kalkıp banyoya ilerledim. Ali gittikten sonra odamın ışığını söndürmüş bir de öyle bir müddet tavanı izleyip nedenler havuzunda boğulmuştum.

Sonuç koca bir sıfırdı. İçim gözlerini düşünmekten perişan olmuştu. Doğum gününden nefret ediyordu, hiç duymadığım annesi ile ilgili düşüncesi beni yiyip bitirmişti.

Kırık sandalım, Ali sustukça su almaya devam ediyordu. Sonunda boğulacağımı bile bile o kayığı okyanusta ilerletmeye devam ediyordum. Banyodan işlerimi halledip çıkarken üzerime kumaş şort eteğimi ve krop beyaz büstiyerimi geçirip üzerine de siyah uzun hırkamı aldım.

Göz altlarımı kapatıp kendime gelirken artık yüzüm daha canlı gözüküyordu. Kimsenin bilmediği bir yüzümü daha kapatırken odamdan çıkıp merdivenleri usulca indim. Aşağıdan gelen seslere bakılırsa herkes masadaydı. Dedemle karşılaşmaya kendimi hazırlasam da bir yanım hala korkuyordu. Çocuk yanım, dedemden korkuyordu.

Salonun kapısından girdiğimde kesilen sesler ile yutkundum. Odak noktası olmaktan gerilirken kahvaltı için ayaklarımı sürüye sürüye masaya geçip oturduğumda annem, merakla yüzüme bakıyordu.

“Kızım, neden kalktın, ben kahvaltını getirecektim odana.” dese de tebessüm ettim. Bugün ona anlatacaklarımdan habersiz bakan gözlerine gülümsedim. Uykusuzluğum bedenimde olsa da yüzümde nareleri okunmuyordu.

Her şeye rağmen gülümsemeye çalıştım. “Yok yatakta bunaldım anne, hem doktor size ne dedi onu da öğrenmek için geleyim dedim.” diyerek gözlerine bakarken bakışlarını benden kaçırıp kahvaltılıklara uzandı.

“Doktordan önce sen nasıl bu hale geldin onu konuşacağız küçük hanım. Deden tutmasaydı başını yere vuracaktın.” Dediğinde bakışlarım masanın başında oturan, geldiğimden beri bana bakan dedeme kaydı.

Demek uzaktan kolumu sıktığını görmemişlerdi. Gözlerim kısıldı ve dudaklarımdaki tebessüm büyüdü.

“Doğru beni dedem tutuyordu, değil mi dede.” Derken kimse anlamasın diye gülümsedim. “İyiki yanımdaydın, sen olmasan ben ne halde olurdum.” Gözlerim iyice kısıldı. Dudak kenarlarım yapmacıklıktan titrerken kendimi sıktım.

Dedemin gözlerine oturan rahatlık ile sandalyesinde arkasına yaslandı. Sanki bunu benden beklemezcesine gözlerime bakıp gazetesini indirdi. “Geçmiş olsun, artık bir önemi yok değil mi, bu önemli konu olmamalı.”

Kestirip attı ama durmadım. Pimimi çekmişlerdi bir kere.

“Öyle, geçti gitti. Doktorun dediğini sende duymuşsundur dede, stres insana iyi gelmiyormuş,” yanımda tabağıma kahvaltılık koyan anneme içten bir tebessüm ettim. “Öyle değil mi anne?”

“Evet, bu stresinin sebebini de sonra konuşacağız, şimdi şunları ye bakalım.” diyerek bana kızarken babamın bakışları ile omuz siliktim. “Sadece yorgunluktan bayılmışım.”

“Annen haklı o tabak bitecek.” dediğinde oflasam da dolu tabağa baktım. Eğer dedemi yok sayarsam yiyebilirdim, ailemden güç alırcasına tabağıma hala bir şeyler koyan anneme baktım.

“Senin sevdiğin peynir bitmişti. Birkaç çeşit daha aldım, bunları da ye.” dedi tebessümle.

Elime aldığım çatal ile sevdiğim diğer çeşit olan beyaz peyniri mideme götürmek için dudaklarımdan içeriye yolladım. Midemin içi kaynıyordu her an sakin olmam için telkinlerimi mideme yollarken peynir ağzımın içinde büyüdü. Güçlükle boğazımdan yollayıp bir yudum su alıp rahatladım.

“Geçmiş olsun Alisya,” masanın diğer ucundan gelen amcamın sesi ile çatalımı kenara bırakırken dinlemeye devam ettim. “Dikkat et kendine. Bu yaşlarda stres normal ama kendine fazla yükleniyorsun, her şey zamanla olur.” diyerek gülümserken başımı salladım.

“Sağ ol amca.”

Yanında oturan Menekşe’nin bakışlarını görsem de bakışlarımı tabağıma indirdim. “Gençler işte, ne yapacakları belli olmuyor, stres yapacak ne var ki, her şey önlerinde.” diyerek tabağıma bakarken kaşlarım çatıldı. “Akşam akşam ortalığı ayağa kaldırdın Alisya, yoksa bir sorunun varsa çekinme söyle burada biz bizeyiz, saklama çözeriz dimi Satı.” diyerek gülen yengem ile annemin bakışları yengemi buldu.

Annemin karşılık vereceğinin adım gibi bildiğimde oynadığım tebessümümü yerine kondurup yengemin gözlerinin içine baktım. Kahveyi döktüğü elimin acısı gözlerimin önüne gelirken gözlerim kısıldı.

“Bir sorunum yok yenge.” dediğimde bakışları beni buldu. Sanırım karşılık vereceğimi düşünmüyordu. “Sadece yorgunluktan bayıldım. Eğer bir sorunum olursa bizzat senin yanına geleceğimden emin olabilirsin yengecim. Sonuçta yenge de anne yarısıdır değil mi, çocuklara nasıl davrandığından belli.” derken bozulan yüzü ile minikçe gülümsediğimde annemin yanımdan gelen abartısız görsün diye yüksek kıkırtısı ile devam ettim.

“Yani, beni ne kadar sevdiğini ve iyi baktığını biliyorum ama bir sorunum yok. Benimle bu adar ilgilendiğin için teşekkür ederim.”

Yalandan gülmek gittikçe zor oluyordu. Yengem bozulan yüzünü düz tutup saçlarını yana doğru attı. Boğazına kızarıklık oturmuştu. “Rica ederim, neyse babacım ben izninle kalkıyorum, bugün gitmem gereken birkaç yer var.”

Masadan kalkıp amcamın yanağından öptü.

“Umut seni bıraksın,” diyen amcam ile masadan ayrılan yengem oldu. Midemde kaynayan ateş ile kahvaltıma devam ettim. Hiç kendime yakışmayan bir şekilde karşılık vermiştim ama bu içimde gizleyemediğim bir şekilde çok hoşuma gitmişti.

Yengemin karşılığı alan yüzü ile gülmemek için bakışlarımı tabağıma indirirken Levent abi ile göz göze geldim. Göz kırpması ile dudaklarımdaki gülümseme usulca sönüp gergince yerimde kıpraştım.

Sessizdi artık bir sorun çıkartmıyordu ama içim huzursuzdu.

“İyi misin, dün hastaneye gelemedim işlerim vardı? Ama iyi gördüm seni.” diye sordu. Masadakiler sohbete devam ederken başımı salladım. Kapatıcı sağ olsun diyemediğimden “Evet, iyiyim Levent abi.” dedim.

“Bugün işin yoksa dışarıya çıkalım hem hava almış olursun?” demesi ile oturduğum yerde dikeldim. Tek başımıza ne yapacaktık ki.

“Yok ben, gelemem. Bugün işlerim var.” dediğimde düşen yüzü ile canım sıkıldı. Fazla mı yabani oluyordum acaba.

“Öyle mi?” Gözleri kısılırken elindeki bardağı tutuşu sıkılaştı ama gülümseyerek sanki öylesine sordum gibi arkasına yaslandı.

“Yani, başka zaman çıkarız,” Gözlerindeki parlama ile devam etim. “Hem abimde gelmiş olur hep beraber güzel olur.” diyerek dediklerimi toparlarken gerildim. Bu zamana kadar hiç beraber kuzenlerimle bir etkinlik yapmamışken en azından abim yanımda olurdu.

“Tabi olur, hep beraber çıkarız…Neyse sen kahvaltını yap, daha fazla aç kalma.” demesi ile konuşmalar son bulurken Menekşe’nin tiksinççe bakışları ise yemek boyunca devam etti.

Abim aklıma düşerken özlemle soludum, görevden daha gelmemişti. Birde bu evliliği abime de açıklayacaktım onun geçmişimi bildiğini düşünmüyordum. Çünkü küçükken bildiği ne var ise bana anlatmıştı, o benim son kalemdi. Onunda yıkılması beni bilinmezliğe sürüklerdi. Umarım o da benden bir şey saklamıyordu, umarım.

Kahvaltıdan sonra annem ile güzel bir boğaz turu için dışarıya çıkarken ne diyeceğimi de az çok ayarlamıştım. Hava biraz esse de yine de minik güneş gök yüzünde duruyordu. Sanki hava bulutlu olsa ben yine de umut olarak buradayım dercesine parlıyordu.

Annemin geldiğimizden beri kaçıncı olduğunu saymadığım nutuğu ile gözlerimi diktim.

“Alisya başın falan dönmüyor değil mi? Bak en ufak bir şey de bana söylüyorsun, ilaçların yanında değil mi, gerçi ben yanıma aldım bir paket ama.”

“Anne sakin ol sadece anlık bir şeydi ben iyiyim.” dedim. Gerçekten de iyiydim. Dün her şey üst üste gelmiş bünyem kaldıramamıştı ama şu an düşünmediğim sürece iyiydim.

“İyisin ve yanımdasın, gel buraya.” diyerek sarılması ile kokusunu içime çektim. “Bir daha beni öyle korkutma, Yakup kötü olduğunu babana söylediğinde nasıl dışarı çıktığımı bilemedim.” demesi ile ger çekilirken gözlerim kısıldı.

“Yakup abi mi?”

“Evet,” derken gözleri sorgu ile kısıldı. “Bana bak deden canını sıkacak bir şey dedi mi, herhangi bir şey. Söyle ben konuşurum, kimse kızımın canını sıkamaz.”

Otoriter sesi ile bunu yapacağımdan emin olsam da artık bu meseleyi kendim çözecektim. “Anne kafanda kurma, dedem bana ne diyebilir ki hem bir şey dese ben hallederim.”

Gülerek koluma girmesi ile kafeden içeriye girdik. Boğazda güzel bir yere otururken annemin gözleri parlamaya başladı.

“Evet, bugün yengenin yüzünden anladım, benim kızım büyümüş.” diyerek gülerken sorguyla yüzüne baktım.

“Aslında demeyecektim ama o da sanki bu anı beklemiş gibiydi. Çok mu ileri gittim acaba.”

“Az bile yaptın, neyse bu da ilk adımın olsun. Anlat bakalım bu stresinin kaynağını.” diyerek masada bana doğru ellerini birleştirirken gözlerimi boğaza doğru kaçırdım.

“Şey.”

İşte en zor kısma gelmiştik. Söyleyeceğim yalana.

“Ney.” derken manidar şekilde gülüyordu. Gözlerim istemsiz dolarken bu diyeceklerimin gerçek olmadığını bildiğimden içimdeki kederi tutamadım. “Ben…özür dilerim.”

Kısılan sesim ile yanıma gelerek elimi tutan annemden gözlerimi kaçırdım. “Hey, bak bana, Alisya.” Çenemi usulca tutup yukarıya doğru kaldırdı. “Kızım.”

“Sadece biraz sarılsak.” Sözlerim ile sıkıca sarılırken gövdesine yerleştim. “Sen benim bir tanemsin biliyorsun değil mi,” usulca başımı salladığımda başımın üzerine bir buse kondurdu. “Dedenin bir şey söylemediğine emin misin?”

“Eminim. Sadece…sana bir şey sormak istiyorum.”

“Sor bir tanem.” demesi ile kolları arasından çıkarken yutkundum. “Anne…bana hiç yalan söyledin mi?” diye gözlerine baktığımda bir damla yaş gözlerimden aktı.

Kaşları göz yaşım ile çatılırken tekrardan gövdesine çekti.

“O nasıl söz, anneler yavrularını korumak için her şeyi yapar ama nereden çıktı bu bir tanem. O gözlerindeki bakış başka şeyler anlatıyor. Ne oldu? Anlat bana.”

“Onunla mı ilgili hımm.” sesi bir ninni gibi gelirken geri çekilip konuşmaya başladım. O videoyu görmesem de boş yere konuşmayacağını biliyordum. Bir kanıt vardı ama bu beni yolumdan geriye götürmüyordu anlaşmamız böyleydi.

“Biliyordum, Ali de bana söylemedi biliyor musun, bana karşı hep iyi oldu, beni hiç üzmedi. Onu…seviyorum ve evlenmek istiyorum.”

Bir anda söylediklerim ile şok etkisi yaratırken kırmızı dudakları şaşkınlıkla açıldı. “Dur dur ne,” ne tepki verecek diye bakarken yanımıza gelen garsın kadına seslendi. “Tatlım, bana buzlu bir su getirir misin, lütfen çabuk ol tansiyonum düşüyor galiba.”

Eli başına gidip kendine hava verirken oturduğu yerden kalkıp karşıma geçti.

“Anne, anne iyi misin?”

“İyiyim hiç bu kadar iyi olmamıştım. Tekrar de bakayım sen bir, kulaklarım duyduğunu doğrulasın. Yaşlanmadım da ama tekrar et bakayım.”

“Ali’yi…seviyorum.” dediğimde kısılan gözleri parladı.

“Ondan sonraki.”

“Ve…evlenmek istiyorum. Bir süredir çıkıyorduk,”

“Ali dün yanında olan.” dedi emin olmak istercesine. Hoş başka Ali diye bir tanıdığım kişide yoktu.

“Evet o. Evlenme teklifi etti ve bende kabul ettim.” dediğimde gözleri küçüldü. Gözlerine dolan yoğunluğu tutarken ne diyecek diye kalbimi tuttum. Masanın üzerinde buz tutan elimi sıkıca tuttu.

“Ali ile evlilik kararı sence de biraz hızlı değil mi kızım. Kararına elbette saygı duyuyorum elbette ama böyle aniden…Hiçbir şeyden haberimiz olmazken.” dediğinde yüzüne doğru baktım. Benden sakladıkları sanki yüzlerinden artık okurken bunu saklamam mı sorun olmuştu. İzin vermeyecek miydi, buna izin veremezdim. Vaktim kısıtlıydı. Kırgınca gözlerine baktım.

Neden geçmişi anlatmıyorlardı nedir saklanan benden bu sır. Benim iyiliğe olan geçmişim en acılı kabuslarım olmuş çıkmışken bastırdığım geçmişim gün yüzüne çıkmak için gün sayar olmuştu.

“Sevinmedin mi, hem tanıyorsun Ali’yi.”

Gözlerindeki özlem arttı. Mutlu gibiydi sanki.

“Sevindim hem de hayatımda duyduğum en güzel haber, Ali ile kızımın evlenmesi. Sevindim bebeğim, çok sevindim hatta. Canım benim çok sevindim.” Bana aniden sıkıca sarıldığında ellerim havada kaldı.

“Keşke oda duysaydı.” diyen kısıkça mırıltısı ile gözlerim küçüldü. Sesinin değişen tonu ile kollarına tutundum. “Çok sevindim kızım.”

“Kim duysaydı sevinirdi.”

Sarıldığı vücudumu tutarken kaşlarım çatıldı. Hızlıca cevap verdi. “Baban baban tabi ki.” Sesi ağlamaklı gelirken yüzüne bakmayım diye sıkı sıkı göğsünde tuttu.

“Anne sen ağlıyor musun?”

“Sadece kızımın bu kadar büyümüşü olmasına.” diyerek geri çekilirken gelen soğuk sudan bir yudum aldı. “Ah bak görüyor musun, makyajım aktı.”

Güzel yüzüne baktım. Yaşı ilerlese de güzelliğinden bir şey kaybetmemiş aksine yaş aldıkça güzelleşiyordu.

“Anne.”

“Ne, böyle bir haber bekliyordum ama çok ani oldu bu da.” Nemli gözlerini silip bana bakarken çenem titremesin diye büyük bir uğraş verdim.

“Benim içinde çok ani oldu anne emin olabilirsin.” Aklıma gelen sözleri ile gözlerim acırken devam ettim. “Ama ben kararımın arkasındayım. Lütfen sende yanımda ol.”

“Demek bu kadar çok seviyorsun,”

“Evet, çok seviyorum. Beni hiç üzmedi sanki onu hep tanıyor muşum gibi çok yakın hissettirdi.” Bu sözlerim gerçekti zorunlu bir evlilik olsa da tek gerçek olan duygularımda. Saf ve temiz duygularım.

“Çok sevindim, aa yeter bu kadar dram. Makyajımdan eser kalmadı vallahi. Gidip makyajımı tazeleyeceğim, sende bize sevdiğin şöbiyetten söyle anne kız yiyelim.” diyerek masadan kalkarken elini tuttum.

“Anne”

“Efendim canım,”

Gülen gözlerinde hüzün olsa da genzim yana yana devam ettim. “Teşekkür ederim yanımda olduğun için.”

“Ben yanında olurum olmasına da bakalım baban ne diyecek.”

“Oda sende.” diyerek omuz silktiğim de tebessüm ile arkasını döndü. Arkası dönük ilerlerken eli gözünden hiç ayrılmamıştı.

….

Annem ile uzun bir günün ardından o şirkete bende birkaç işimi halledip evin yolunu tutarken dikiz aynasından Yakup abi ile göz göze geldim.

“Söylemediğini biliyorum ama emin ol buna değecek.” dedim lafı açarken.

“Dedenizin yanına yaklaşması iyi olmayacak Alisya Hanım bunu babanızdan saklamayacağım.” Kesin ses tonu ile başımı salladım.

“Tamam bende sakla demiyorum sadece zamana yay, lütfen.” daha bunun sebebini ortaya çıkarmadan bir şey söyleyemezdim. Onları hiç bilmedikleri bir yerden yakalayacaktım. “Dedem biraz sinirle öyle çıkıştı, babama vakti geldiğinde ben söyleyeceğim.”

“Peki Alisya Hanım.”

“Teşekkür ederim, beni…Ali’nin evinin orada indirir misin?”

“Elbette.” diyerek son konuşmamız oldu. Yolda ilerlerken aramızdaki cam bölmeyi kapatıp ses gitmesini önleyerek telefondan hala değiştirmediğim simgeye dokunup kulağıma götürdüm.

Bakalım yaptıklarım ile ne diyecekti. Telefon bir kere çaldığında hemen açılması ile canlı sesi kulağımı tırmaladı.

“Bal.” dedi umutla. Ne kadar onun sesi canlı çıksa da benimkinden nemrutluk akıyordu.

“Neredesin?”

“Yoldayım, eve geçiyorum. Sen neredesin, sesin kısık geliyor.” dediğinde cam bölmeye baktım. Sesimi duymasın diye kısık konuşuyordum. Dediğine cevap vermezken görmese de gayri ihtiyarı başımı salladım.

“Tamam, bende evininin orada olurum konuşmamız gerekiyor,”

“Tamam konuşalım,” diyerek telefonu yüzüne kapatırken bir parça huzur için giden yollara baktım.

Bugün biraz kavga çokça antlaşma yapacaktık. İmaj değişikliği bünyeme bir nebze iyi gelirken kısalttığım perçemimi kenara doğru çektim. Elimdeki dosyadaki maddeler ile gözlerim biraz uyku için kapandı.

Bugün çokça sabır dileyecekti.

Yolda bir süre dinlenen gözlerim ile uyku alırken araçtan inip Ali’nin bahçesinden giriş yaptım. Fitil ateşlenmişti geriye dönüp bakabileceğim bir şey kalmamıştı. Sadece küçüklüğüm onun acısı ise içimde diri bir ateş olarak yanıyordu.

Aracı bahçedeydi demek ki gelmişti. Adımlarımı hızlandırıp kapının zilini çaldım. Aklıma başka şeyler getirmeyecektim eğer getirirsem dik duramazdım. Elimdeki dosyayı sıkıca tutup ondan güç almayı denedim. Yüzündeki ifadeyi öylesine merak ediyordum ki.

Kapı hızlıca açılırken duş almış ıslak saçları kısa belinden düşecek gibi duran havlusu ile gözlerim büyüdü. Anlık çıplak vücuduna kayan bakışlarımı hızlıca gözlerine çıkardım. Çarpık gülüşü dudağına konduğunda bu kadar hızlı geleceğimi düşünmemiş gibi elindeki havlu ile ıslak saçlarını savurup kenara çekildi.

“Gel, içeride konuşalım.” diyerek yana doğru çekildiğinde gözlerinden aşağıya bakmamak için direndim. Kaşlarım istemsiz çatıldı kapıyı böyle mi açıyordu bu.

“Video nerede onu görmeye geldim,” derken göğsünden su damlaları hala düşüp parkeyi ıslatmaya devam ederken “Her kapıyı böyle mi açıyorsun sen.” dedim sinirle.

Kızgınlıktan çıkan sözlerimi duyduğunda gözlerimi kaçırdım. “Hayır sana özel.”

Bir adım geriye çekilip aramıza mesafe koyarak devam ettim. “Gidiyorum, müsait bir zamanda konuşuruz.”

Soğuk ses tonum ile kapıda dikilirken arkamı döndüm ama ilerleyemedim. “Bal,” diyerek tuttuğu bileğim ile etrafıma baktım. Hala üşümeden karşımda duruyordu. Bileğime inen bakışlarımı görünce eli usulca bileğimden ayrıldı. Üşümüyor aksine elinin sıcaklığı bileğime mühürlenmiş gibi sıcaklığı kaldı.

“İçeri geçelim.”

“Tabi geç lütfen.” dedi sakince. Bir adım daha atıp kapıya yaklaştım. Tarçın kokusu buram buram genzime doldu. Tarçını bile yasak etmişti. Salep içmek artık aklıma gelmesin diye onu da düşünmeme havuzuna atmıştım.

Yanından ona dokunmadan geçmeye çabalasam da göğsü koluma sürtündü. Kıyafetimden bile belli olan sıcaklığı ile içeriye doğru geçtiğimde kapıyı ardından usulca kapattı. Aklıma anlar gelmesin diye hızlıca konuştum. “O videoyu görmek istiyorum. Onun için geldim.”

“Tamam sen içeri salona geç getireceğim.” derken bakışlarım kapıya gidip geliyordu. Buradan ayrılırken ki acım tazeydi. Gözlerimde ne gördüyse yutkunuşu ile gözlerimi indirdim. “Bana bir yabancı gibi bakma ben sana zarar vermem bal.”

Bakışlarımı yanlış anlasa da bozmadım. Böylesi herkes daha iyiydi.

Güldüm. Acı bir gülüş dudaklarıma kondu. Güvenmemek kalbimi yaralıyordu. “İşte buna artık emin olamıyorum,” düşen bakışları ile derin bir nefes aldım. “Her neyse videoyu göreceğim.”

“Tamam sen nasıl istersen bekle getiriyorum.” diyerek yukarıya doğru çıkarken bildiğim salona doğru ilerledim. Salona geçtiğimde koltukları es geçtim. Elimdeki dosyayı sıkıp masaya doğru ilerledim.

Beş dakika geçmedi, üzerini değiştirmiş ıslak saçları ile inerken masada oturduğumu görünce yönünü bu tarafa doğru çevirdi.

Elindeki açıp bilgisayar ile çenemi sıktım. “İşte kendi gözlerin ile gör.” diyerek önüme açtığı videoyu bırakıp karşıma geçip oturdu. Gözlerim titrekçe açılan videoya düştü.

Kısa ama açıları çok net bir şekilde belli oluyordu. Video sahte olamayacak kadar gerçekti. Titrek ellerim videoyu tekrar başa sararken Ali sessizce bekliyordu.

“Bu video,” devamı gelmeyen sözlerimi keskin sesi ile o tamamladı.

“Gerçek. Babanın kendi imzası var. Her şey doğru.”

Gözlerinden hiçbir nare okunmuyor kemik suratı ile gözlerime bakıyordu. Videoda babamın apaçık dosyaya attığı imzası. İçeriği belli olan birtakım ürünler gümrükten geçerken ki sıralı görüntüleri. Yapılan suçtu, kaçak ürünler sarılı bir şekilde büyük konteynırlara doldurulmuş ve tekrar babamın gelen görüntüsü ile son buluyordu. Her şey bir gün de toparlanmış gibiydi.

“Yalan, bütün bunlar düzmece.” diyerek bilgisayarı sertçe kapatıp inkâr ettim. Sesim istemsiz yükselse de ellerini sıkıca birleştirip bana doğru eğildi. “Devamı nerede video kesik.”

Artık ikimizde birbirimize bakıyorduk ama sinirle. “Madem yalan madem her şeyi planladım. Deden ya da baban ihanet etmediyse çıkar bu gerçeği karşıma.” Dedi soluk soluğa. Bakışlarında ilk defa farklı bir duygu gördüm.

Korktum. Çünkü gözlerinde korku nareleri dolanıyordu. Bakışlarının bana dönmesinden ölesiye korktum. Bu bakışların adresi beni gözlerimdi, bu korkuyu ben ona yaşatmıştım. Güvensizliğimin naresi korkuyordu.

Sanki canından et parçası çekip çekip koparıyorlardı. Gözlerinde gördüğüm her kızarıklık onun canından gidercesine buğulandı. “Son kararın nedir? Benimle evlenecek misin?” diye sorsa çoktan her şey ortaya çıkmıştı. Babamı kurtarmak için evlenecektim.

“Tek bir şartla.”

“Nedir şartın?”

Derin bir nefes alıp sakinleşerek elimdeki dosyayı açtım. “Evliliğimiz formaliteden olacak, herkes bizi evli bilecek. Ama bu gerçek bir evlilik olmayacak. Yalan üzerine kurulu olacak. Yoksa şu dakika gider ve babama her şeyi anlatırım.”

Gözleri anlık elimdeki dosyaya kaysa da gülümsedi. “Aslında…anlatmayacaksın, biliyor musun bal, bunu iliklerime kadar hissediyorum.”

“Son kararın ne kabul ediyor musun? eğer ediyorsan.” diyerek elimde tuttuğum dosyayı önüne doğru itekledim. “Sözleşmeyi oku ve imzala, sonra istediğin bir gün alırız tarihi.”

Kaşları çatıldı önünde duran sözleşmenin sayfasını aralamadan sorgulu yüzü ile ellerimi birleştirdim.

“Ne sözleşmesi.” Sesine yansıyan şaşkınlık naresi ile gözlerim kısıldı. Dudaklarım meydan okurcasına usulca aralandı. “Oku.”

Masanın ilerisine kadar ilerlettiğim sözleşmenin kapağını açtı. Her okuduğu maddede gözleri daha da kısılırken buna da ek kaşları çatılıyordu.

“Evlilikte uyulması gereken kurallar. Uyulmadığı takdirde evliliğin feshine.” diyerek yüksek sesle okuduğu başlık ile ellerimi göğsümün altından kendime sardım. Başlık ile duraksarken bana dönüp bakarak tekrar bakışları dosyaya indi.

“Madde 9: Öpmek yok mu? bu sözleşme saçmalık, kabul etmiyorum.” dese de sessizce yüzüne baktım.

“Madde 13: Sarılmak, belini tutmak, bunlar ne? Bunlar deli saçması. Bu maddeler çıkacak.” Diyerek dosyayı bana doğru iterken bende ona doğru ittim.

“Hayır çıkmayacak, o kadar şeyden sonra yakınıma yaklaşacağını düşündüren şey ne sana.”

“Alisya.” uyarı sesi ile gözlerine baktım.

“Ali,”

“Etraftaki herkes bizi evli bilecek, uzaktan karımsın mı diyeceğim,” diyerek mantıklı bir cevap verirken omuz silktim. Sanki bütün sinirlerim kuş olup alınmış gibi gülümsedim.

“Tamam etrafta insanlar varken maddeleri genişletiriz.”

“Her şeyi,” dedi tek kaşı havaya kalkarken.

“Evet her şeyi,”

Tekrar sözleşmenin her maddesini tek tek okuduktan sonra yüzüme doğru bakıp dosyayı okumaya döndü. Eli arada sinirle sıkılaşsa da anlık gevşiyordu.

Sözleşmeyi okurken bende onun bakmadığını bilerek bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Saçı hala ıslaktı ve birkaç tutamı yüzüne düşmüştü.

Aniden başını kaldırınca gözlerim büyüdü.

“Pekala kalemi uzatır mısın sevgili karım.” Elimin altındaki kalemi uzattığımda parmakları parmak uçlarıma dokundu. İçimdeki ateş harlandı. Ama durmayacaktım bu savaşı içimde onlar başlatmıştı.

“Formaliteden karınım unutma, çünkü ben unutmayacağım her gün bunu sana hatırlatacağım.” dediğimde mürekkep kalem ile buluştu. Aramıza koyduğum sınırlar ile sözleşmeyi imzalamıştı.

….

Ve bölümm sonu canlarrr. Bölümü nasıl buldunuz? Diğer bölümlerde görüşmek üzere. Kendinize çoook iyi bakın.

Hoşçakalınnnnn.

 

 

Bölüm : 15.05.2025 14:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...