30. Bölüm

26.Bölüm: Uçurumun Kenarı

Safinaz S.
umudundaparlayanla

Selam umut ışıklarımmm. Biraz neşelenelim okuduğunuzda anlayacaksınız. Yeni gelen okuyucularımız var ve bu beni çok mutlu ediyor. Hoş geldiniz canlarr. Sizden gelen her bildirim ile ne kadarda büyüdüğümüzü görüp daha da güzel yazmamı sağlıyor. Bu bölüm ne kadar çok yorum olursa diğer bölümü ona ithaf edeceğim. En çok yorum olan sevgili okuruma olsun.

Bildirim kutusunu çökertin canlar, ben inanıyorum bu bölüme 100’den fazla yorum gelecektir.

Keyifli okumalar dilerim canlarr.

Beni takip etmek için İnstagram: Safinaz_Stlm.

Bölüm içi şarkılar:

. KİBARİYE & TARKAN- Gülümse Kaderine.

26.BÖLÜM: UÇURUMUN KENARI

Ali Asaf ARIKAN

😉

Günlerdir masanın üzerinde duran o, gıcık, beni çıkmaza sokan dosyayı düşünüyordum. Evet iyi bir halt yemiştim. Bu yaptıklarımın pişmanlığı geçmişimin yükü, annemin Alisya’yı her üzdüğüm gecesi karşıma çıkması. Daha nicesi ama o elalar. Benim miladım oldu.

O bir çift ela göz.

İrislerinin içinde onun bile bilmediği ahuların dolandığı minik balım. Her an kokumu burnundan soluduğunda minik göğsü kabarıyordu. Yakınına geldiğim her an heyecandan büyüyen göz bebekleri ise kendini ele veriyordu.

Benim güzelim.

Benim kaderim olmuştu.

Ne kadar inkar etse de bir umut kırıntım vardı. Küçük umut parçam. Ne kadar küçük olsa da oradaydı bunu o gözlerinde görmüştüm. Kırgındı, kızgındı hakkıydı elimi kolumu bağlayan geçmişi ona bir bir anlatmak geçse de yapamazdım. Beni bir daha unutmasına dayanamazdım.

Doktorunu güç bela bulmuştum. Hasta gizliliği derken biraz zorlasam da eğer ki bir atak daha geçirirse hafızasını hepten kaybetmesine yol açardı. O gün geçirdiği ufak bir atakmış. Siktir, o dedesi ile olanları da öğrensem de o evde güvenli değildi. Bunu ona yapamazdım, canını bir daha yakamazdım. Buna kendim de dahil olsa bir daha saçının teline zarar gelmeyecekti.

Alisya ile evlenecektim. Tek yolum buydu. Benim yanımda yakınımda güvende olurdu. Onu canımın içine koymuş kalbimi ona vermişken o kırgın gözlerini her daim aşkla bakan elalara çevirecektim. Kalbim olacaklar ile çarparken yıllardır unuttuğum kalbimin yerini elalar hatırlatmıştı. Bir tek o sadece o. Göğsüm her daim minik nefesi ile daha da neşelenirken her şeyi düzeltecektim.

Yüzüm dosyanın sayfası ile yine buruştu.

İtiraf etmem gerekirse asistanım beni büyük bir bozguna uğratmıştı. Dosyanın maddeleri, bir avukat gibi özenle hazırlanmıştı ama bilmiyordu ki karşısında ben vardım.

Sik*k dosya.

Beni Alisya’dan uzak tutacaktı öyle mi? s*ktirsin ordan. Yakacaktım o dosyayı. Her bir sayfasını parçalayıp yakacaktım. Hiçbir güç beni ondan uzak tutmaya yetemezdi. Gelsin de alsınlardı onu benden. Canlarına okurdum, yanı yanım, yakınımdı.

Elimi kolumu bağlayan ise yine oydu. O üzgün bakan bakışları. Can yakıyordu. Canımın canını yakıyordu.

Buda benim elimi kolumu bağlıyordu. Elimdeki fotoğrafına baktığımda çatılan kaşlarıma bahar değdi. İşte huzurumdu. İstemsiz konan çenemin ucundaki tebessüm de onun içindi. Elası onun için yeşildi.

Elası yeşil.

Siyah beyaz bir fotoğraf karesi. Çizdiğim siyah beyaz fotoğrafında tek renk onun sevdiğim elalarıydı. Gece uyku tutmadığında yüzünün her bir ayrıntısı için yeterli bir süre olmuştu. Bir ay süren -uzun bir süre olsa da- buna değmişti. Her bir gecem onu düşleyerek geçtiğinden hiçte zor olmamış aksine gecemi güzelleştirmişti.

Altında ki silik tarihe baktım. Aslında bu fotoğraf karesini onun zihninin unuttuğunu öğrendiğim o an çizmeye başlamıştım.

Benim güzelim.

Benim güzel balım.

Seni tekrar kazanacaktım, bana güvenmesi için tekrar çabalayacaktım. Ne olursa olsun bana kırgın bakan elalarına dayanamıyordum. Sadece bu fotoğraf karesinde bana gülerek bakıyordu. Kısılan bakışları, güzel gülüşleri iki yana doğru evrilmiş bir pare gibi her baktığımda can yakıyordu.

Elim yanaklarını severcesine çerçeveye gittiğinde vaktin gelmesini bekliyordum. Gündüzleri hırçın yüzü, gece uyuduğu her an en azından bana bakmazken huzurluydu. Beni görmediği her an huzurlu ve mutluydu.

Gece daha erkendi. Herkes evine çekilmiş mutlu yuvalarında uyku için çekilse de bana geceler ise haramdı. Yuvam, dedim yuvamın kuşu uyumuyor, uyuyamıyordu.

Kaşlarım çatıldı.

Bunu sen istedin Ali.

Ali. Adım sadece onun dudaklarından dökülürken anlam kazandığını benden aldıktan sonra anlamıştım. Meğer o günlerimiz ne kadar iyiymiş.

Şimdi şu halime gülmeden edemedim. Balın uyumasını bekliyordum. Bilmiyordu ki balkonunun kapısı çok çabuk açılıyordu. Her gece yaptığım en güzel aktiviteydi. Evin etrafındaki korumalar boşuna duruyordu, böyle mi evi koruyorlardı.

Kaşlarım çatıldı. Gözlerim penceresine doğru kaydı. Gece karası yeşillerim çağlandı. Bir saat sonra uykuya dalacaktı ve böylece odasına gidip biraz onu seyredip konuşarak af dileyebilecektim.

Bunu bilmiyordu ve öğrenmemesi için gereğinden fazla dikkatliydim. Dudağımın kenarı büküldü. Her gece yaptığım güzel bir aktivemdi.

Onun bilmesine gerek yoktu, hele ki şu yakmak için gün saydığım sik*k dosyanın maddeleri önüme taş koyarken. Her gece onu izleyip güven de olduğunu bilerek gün ağarıp eve geri dönüyordum. O evde o dosyadan sonra hiçbir güvenliği yoktu.

Onu da kaybedemezdim. Bu avuçlar bir daha toprak kazmaya ne mecali ne de hali vardı. Gerekirse kendi canımdı ama o elalar bu sefer yaşayacaktı. Bir kez daha benden almalarına izin vermeyecektim. Onun her bir saç teli için yakacağım bir ateş vardı ve o ateş parçalarının hiçbir parçası, elalarına korku olmayacaktı.

Ben olduğum her an, varsın beni kötü bilsin varsın benden nefret etsin ama yeter ki yaşasın. Ben zaten o elaların ilk kırgınlığının bana döndüğünde ölmüştüm.

Çalan telefonun sesi ile daldığım pencereden bakışlarımı çektim. Kimdi bu gecenin bir vakti arayan. Elimdeki çerçeveyi kimse görmemesi için çekmecenin içine yerleştirdim. Odama girmişti bazı şeyleri soramıyordum. Anne mi görmüştü, hatırlamış mıydı, yoksa daha fazlası da olmuş muydu? Kestiremiyordum. Susuyordum, onun için susuyordum. Zihnini kötü etkilemek istediğim en kötü şeydi.

Günlerdir beklediğim telefon sonunda çalarken donukça açıp kulağıma yasladım. “Aytekin.”

“Konuşmamız gerekiyor.” diyen sinirli sesi ile gözlerim kısıldı. Balın odasının ışığı hala yanıyordu. Biraz daha vakit vardı.

“Gel, evdeyim.” diyerek telefonu kapatıp oturduğum yerden kalktım. Bana pasta yapmıştı, ölsem unutamazdım. Ölsem unutmazdım. Doğum günümün unutulmazı onun kırgınlığı olurken yaptığı pastaya dokunamamıştım ama saatlerce bakmıştım.

Kırgınlığının sonu olacaktım. En büyük kırgınlığı ben olsam da bir şekilde bu çıkmazdan çıkacaktım.

O gözlerde kırgınlık görmek ise benim cehennemimdi. Aşağıya dalgınca indim. Uyumamıştı yine mi kâbus görmüştü yoksa uykusu mu gelmiyordu?

Dalgınca dış kapıyı açmam ile yüzümün sağ tarafına inen yumruk bir oldu. Yanıma aniden gelen darbe ile elim elmacık kemiğine giderken içeri giren Aytekin, sinirle kapıyı kapattı.

Anlaşılmıştı ki her şeyi öğrenmişti. Sinirli yüzüne bakarken yediğim bir diğer yumruğu ile kendimi yerde bulurken ağzımın kenarına gelen kanı tükürdüm.

Eli de ağırdı. Çenemin ağrıyan tarafını yoklarken sızıyı yok saydım. “Sen ne yaptığını sanıyorsun, Ali!” demesi ile kaşlarım çatıldı. “Sen ne yapmaya çalışıyorsun, seni uyardım, yetmedi uzak dur dedim! Sen bir de kalkmış, nasıl evlenme teklifi edersin lan aklını mı yedin?”

Sinirliydi ama benim kadar değildi.

“Aytekin!” dedim dişimi sıkarken.

Beni dinlemeyip evde deli dana gibi dolanırken gözlerimi kısıldı. “Bilmediğin şeyler var.” dedim çatık kaşlarla. Ceketini üzerinden çıkartıp yere doğru atarken tekrar karşıma geçti.

“Sen demedin mi doktorla konuştum diye bir de geçmişi sen değilmişsin gibi nasıl onunla evlenmek istersin lan! Anlatsana Ali. Seninle böyle anlaşmadık. Onun canını yakacak bir girişimin olmayacaktı, birde geçmiş nelere diyorsun?”

“Başka çarem yoktu!” diyerek bağırırken patlayan dudağımdaki kanı elimin tersi ile sildim.

Sinirle birbirimize bakarken derin bir nefes aldım. Anlık bakışları durgunlaştı.

“Ne demek başka çarem yoktu. Ne diyorsun açık konuş!” demesi ile derin bir nefes daha aldım. Kendime itirafım bile bu kadar çabuk olmazken gözlerine dikkatle bakıp konuştum.

“Kardeşini seviyorum.” dedim net bir şekilde.

Eli sinirle başına giderken dış kapıya geçirdiği yumruğuna boş gözlere baktım. “Ali bak kendimi zor tutuyorum, ben sinirli bir adamın ne diyorsun lan sen.!”

Yattığım yerden bakıp çarpık gülüşüm dudağıma kondu. “Duydun, sabaha kadar kavga da etsek kararım değişmeyecek.” dedim gözlerimi dikip.

Gözleri kedere büründü. O evde Alisya’yı, koruyacağına inandığım kişi de olsa o evde artık güvenli değildi. Hele ki o evrakları imzaladıktan sonra.

“Sana dedim ondan uzak dur dedim. Kardeşim lan! Sen bana dedin hatırla, doktorun dediklerini anlattın. Alisya, hatırlarsa ne olacak sanıyorsun? Ufacık bir kırılma onu bizden tamamen koparır bunun olmasını mı istiyorsun!” dediğinde oturduğum yerden dikelirken konuşmaya devam etti. “Ben engel olmalıydım. İlk öğrendiğimde engel olmalıydım.”

“Hayır, sadece o değil. Konuşacaklarım önemli. Eğer yumruk atmayacaksan içeri geçip konuşalım. Anlatacaklarımdan hiç hoşlanmayacaksın.” dedim sakin bir sinirle.

“Kal, ayağa.” diyerek uzattığı elini tutup yerden kaldırdığında bir şey demeden salona doğru ilerledi. Evet ilk adımı atlatmıştım iki sağlam yumrukla. Ağzıma gelen kan tadı ile dudağımın köşesini kaşıdım.

Bakalım öğrendikleri ile de bu kadar sakin kalabilecek miydi? Zira her gece Alisya’nın can güvenliğinden endişe etmem hiç normal değildi.

Bakalım kime inanacaktı? Ya da inanmak isteyecekti.

Alisya AKMAN

1 hafta sonra…

“Formaliteden karınım unutma, çünkü ben unutmayacağım her gün bunu sana hatırlatacağım.” diyen sözlerimdi ama yüreğimdeki yangın hala devam ediyordu.

Yatağımın yüzeyindeki tavan ile bakışırken bir hafta önceki sözleri zihnimde dönüp duruyordu. Kalesine bir gol atmış oyuna dahil olmuştum. Ama neden bu kadar boş ve hissizdim. Yapmıştım işte onu şaşırtmıştım. Dosyadaki maddeler onu sinirlendirmişti. Bu daha hiçbir şeydi onu süründürecektim.

Döktüğüm her bir göz yaşım tek tek karşısına dizilecekti. Anlatmadığı her gün ona dair sinirim de artarken bu daha hiçbir şeydi.

Telefonuma gelen bildirimi duymamış gibi yapıp tekrar gözlerimi yumdum. Kaçmıyordum sadece biraz düşünmek için kendime zaman vermiş düşünmek istiyordum.

Bu bir haftada olaylar çok çabuk gelişmişti. Abimin gelişi ile olayları anlatmış beni sessizce dinlemişti. Karşı çıkmamış ama önemli bir işi olduğunu söyleyerek gecenin bir vakti evden ayrılmıştı. Sorgulamadım zaten o günde bir farklıydım. Uykum gelip beni aldığında huzurla uyumuştum.

Bu değildi beni farklı hissettiren her gece uyuduğum uykunun sabahı odamdaki tarçın kokusuydu. Onunla kafayı bozdum derken artık kokusunu da unutamıyordum.

Gıcık ediyordu beni. Bir koku insana anları getirirdi. Onun tarçın kokusu ise bana anılarımın var olduğunu hatırlatıyordu. Rüyalar kabuslar görsem de koku alamıyordum. Ama o ilk aldığım tarçın kokusu beni geçmişimden vurmuştu.

Rüyamdaki Ali’nin o olduğunu bilmek artık yetmiyordu. Boynumdaki soğuk kar tanesi boynumun köprücük kemiğine gömüldüğünde huylanarak düzelttim. Onu o gece çekip atmak istemiştim ama yapamamıştım.

Bilmiyordu boynumda olduğunu ama elim gitmemişti çıkartmaya. Ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Bilmeyecekti de. Hisler gider miydi içimdeki bu ateş söner miydi bilmiyorum ama o kolye ondan bir hatıra olarak boynumda kalacaktı. Bunu o gece çıkarmadığımda anladım.

Aileme söylemek en zoru olsa da herkes evliliğimi sevdiğim adamla yapacağımı biliyordu. Bu doğruydu, sevdiğim adam, gerçek buydu. Beni oyun için kullanıp hayatıma dahil olsa da inkâr edemezdim. Onu seviyordum.

Sadece evden gidecektim ama gitmeden önce bu evde de yapmam gerekenler vardı. Ev içindekiler sessizliğe bürünürken babamın da düşünceli hali kendimi sorgulatıyordu. Durgundu yemek yemeden çalışma odasına kapanıyor ya da annem ile eve geç geliyorlardı. Ali onu ihbar eder mi diye geçirmeden edemesem de imzalarını attığı belgelerden haberi olup olmadığını bir şekilde öğrenmem gerekiyordu.

Dedem dedem ise sanırım evden gideceğim diye karşımda bir zil takıp oynamadığı kalırken normal bakmıştım. Onunla artık yan yana bile gelmek istemiyordum. Kabusumun gerçekliği çok ağırdı hem de çok ağır…

Sadece bu kadarı evliliğimizi bilirken diğer aile fertlerinin bundan haberleri yoktu. Hoş öyle bir boş vermişlik vardı ki üzerimde sinirlerim alınmış gibi buda umurumda değildi.

Ne Menekşe’nin kıskançlığını ne de Levent abinin ne diyeceğini düşünmek bile istemiyordum. Herkes istediğini düşünsündü. Doktorun verdiği hiçbir ilacı kullanmıyordum. Kutulu bir şekilde çekmecemde duruyordu. Kullanacağımı da hiç düşünmüyordum.

Bir haftadır ne derslere gitmiş ne de dışarı çıkmıştım. Üniversite açılmıştı ama ders çekecek bir hava da değildim. Evet bölümün birincisi olacak kişiyken bunu söylemek bile etki etmiyordu. Hayat enerjimi sömürmüşlerdi.

Sözleşmeyi vermiş ilk atağımı yapsam bugünlerde canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Sadece yatakta yatmak ve uyumak istiyordum ama sabahtan beri çalan telefonum buna izin vermiyordu.

Çatılan kaşlarım ile ilk belirtim sinir olurken bir kez daha Ali’nin aramasını yana doğru kaydırdım. Açmayacaktım, istediği kadar arayabilirdi. Şurada ağız tadıyla depresyona bile giremiyorduk. Karşı da açmadığım her dakika kudurduğuna emindim ya da sadece ne yaptıracağını söylemek için aramasını bile cevaplamak istemiyordum.

Gelen çağrıyı tekrardan meşgule attım. Bu on bir etmişti. Konuşmak istemiyordum. ekranın ışığı kapanınca tekrar tavana baktım. Bu tavan ne zamandır beyazdı acaba.

“Oh sustu sonunda.” dedim sessizce. Yüreğim cayır cayır Ali diye yanarken. Gözlerim tekrar kapanırken bir dakika sonra telefonun bildirim sesi ile yüzümü buruşturup gözlerimi açtım.

Pes etmiyordu, inatçılığım onun inatçılığı ile kapışırdı ama bendeki kırgınlık inadımı geriye götürüyordu. Ondaki inatçılık ise katır inadıydı!

Telefonun yanan ışığı ile gözlerimi ekrana uzattım. Mesaj atmıştı. Göğsümü yatağın yüzeyine çevirip ekranı aydınlattığımda ondan gelen bildirim ile hala çarpan kalbimin ihaneti ile mesajını okudum.

“O telefonu tekrar aradığımda açmazsan bu sefer babanı arayacağım. Ciddiyim! Seçim senin.” Yazdığı mesajına bir iki saniyeden fazla bakarken sinirle gözlerimi kapatıp açtım.

Arar mıydı arardı artık onu bile kestiremiyordum. Belki de blöf yapıyordu. “Offf.” dedim sıkkınlıkla.

Mesajın ardından tekrar telefon çalmaya başladığında bir dakikaya yakın bekleyip sonra açarak kulağıma götürdüm.

“Ne var? Neden ısrarla arıyorsun, meşgulüm.” diyerek yatağıma tekrar uzandım. Tavandaki minik çıkıntılarda güzümü gezdirdim. Geçen sene bu renk değildi bu tavan bence ya.

“Bal, neredesin?” diyerek dediklerime cevap vermezken gözlerimi devirdim. Arkadan gelen trafik sesleri ile araçta olduğunun sesleri gelirken yatağımda uzanmaya devam ettim.

“Evdeyim, nerede olacağım.” derken gözlerim odamda gezindi. Kapalı perdelerim onun geldiği geceden sonra hep kapalıydı. Artık o tarafa hiç bakamıyordum, bazı geceler dışında. Sadece merakıma yenik düşsem de irademi sabit tutmak için çabalıyordum. Buda onun göstergesiydi. Perdelerimi her gece kapatsam da sanki gündüzleri saçma bir şekilde bir tarafı hep açık kalıyordu. Belki düzenli değildim ama o perdenin ucu hep saçma bir tarafta oluyordu.

“Anlaşıldı ters tarafından kalkmışsın.” diyen keyifli sesi ile gözlerim kısıldı. Kim bilir yine nereye gidiyordu bense depresif halimle kendi kendimi yemeye devam ediyordu. Ne güzel bir hayattı ya.

Neşeli sesini ruhsuz sesim baltaladı. “Neden aradın?” dedim düz bir sesle.

“Seni özledim.” dedi canıma can katarcasına. Sesi ile kalbim sıkışırken atışları ile yüzümü sanki beni görüyormuş gibi başka tarafa çevirdim. Hala neden ona bir şeyler hissediyordum ki!

Düşünme! Dedikleri, söyledikleri gerçek değildi sadece benimle oynuyordu. Oyununa devam ediyordu.

“Sanırım sen uyanamadın hala rüya gördüğüne göre.” dedim gülerek.

“Gerçeğini yaşayacaksan neden olmasın?”

Gülüşüm dudaklarımda dururken sesimi tok tutmaya gayret ettim. “Neden aradın? Bunu demek için aradıysan kapatıyorum.” diyerek telefonu kulağımdan çektiğimde sesinin tınısı yükseldi.

“Dur dur kapatma. Hazırlan, bir yere gideceğiz. Seni almaya geliyorum.” dediğinde nereye gideceğimizi merak etsem de aldırmadan devam ettim.

“Gelmeyeceğim ben, istediğin yere git.”

Derin bir nefes sesi ile gözlerimi kaçırdım. “Asya, ikimizi ötmüş. Halam seni görmek istiyor, sanırım bu yazdığın yirmi ikinci maddenin pasajında eklediğin madde ile örtüşüyor. Aileye hiçbir şey açıklanmayacak.” diyerek maddenin içeriğindeki sözleri hatırlatırken yüzümü buruşturdum. Kendi kazdığım kuyuya düşeceğimi hiç düşünmemiştim.

Hoş yılların Avukatıydı. Hiç dava kaybetmemişti ama aramızdaki gerçekler ortaya çıktığında en büyük davayı işte o zaman kaybedecekti. Bu ise ikimize bitirecek bir dava olacaktı.

Ailesinin ise hiçbir suçu yoktu. “Anladım.” dedim sakince.

“Güzel. Birazdan oradayım.”

“Gelmene gerek yok, ben hazırlanıp gelirim.” diyerek surat assam da aklıma bir şey takıldı.

“Tamam sabırsızlıkla bekliyor olacağım.”

“Bende öyle.” Telefonu yüzüne kapatıp yatağın diğer ucuna doğru fırlattım.

Gıcık.

Bir dakika. Halası mı? Ülke hanımı ilk defa Ali hastanedeyken görmüştüm. Acaba üzerimdeki pijamalar ile gitsem ne olurdu? Ali’nin düşen suratı ile keyfim yerine gelirdi ama Asya ve ülke hanıma bunları yapamazdım.

Zihnimde bir ampul yandı. Benim hakkımda bir şeyler biliyor olabilirlerdi. Hızlıca kalktığım yatağın dağılmasını umursamadan dolabımın kapağını iki yana açtım.

“Hım bir bakalım.” dedim yapacaklarım için. İçimde öyle bir gocunmuşluk vardı ki bugün tarzımın dışına çıkmaya karar verdim. Elime geçen uzun bir zamandır da köşemde duran, giymeye cesaret edemediğim o nadide parça ile bakıştım.

İşte bu olurdu. Dokunmak yok demiştim. Maddesi maddesine yazmıştım. Hoş Ali’nin o tavrı niyeydi düşünmek istemesem de istemediğim bir şeklide bana yaklaşmazdı. Ne acı ki ona bu konuda güveniyordum. Beni hiç incitmemişti ama işte her zaman bir ama vardı. Zihnime beni sevmediği oyun dediği hiç çıkmıyor beni yokuşa sürüklüyordu.

Siyah ince askılı göğsümün altında açık bir penceresi olan ve kısa elbise ile gözlerim kısıldı.

Sanırım tek çıldıran ben olmayacaktım.

Üzerimdeki elbisenin eteğini biraz çekiştirip bahçenin kapısını açtığımda aracın içinde beni bekleyen Ali’yi gördüm. Siyah gözlüğü ile nereye baktığını görmesem de çatık kaşlarını seçebiliyordum. Güzel demek ki doğru yoldayım. Saçımı savurup yolun karşısına geçtiğimde araçtan inip kapımı açması ile gözlerim kısıldı. Rolcü avukat seni.

Bir şey söylemeden araca bindiğimde emniyet kemerimi bağladım. Aramızda sözsüz bir anlaşma varmış gibi o da araca binene kadar devam etti.

Gözlüğünü çıkarmadan bana döndüğünde kendime hakim olmaya çabaladım. Çıplak bacaklarımı birbirine sürtüp kıpırdanırken bakışları anlık dizlerimi buldu. Yani elbise diğer giydiklerime göre biraz kısaydı ama abartılacak bir yanı yoktu. Birkaç yeri dışında.

Bakışlarından heyecanlanan kalbimle, son durağı dudaklarımdaki parlak parlatıcı da durdu. Dudaklarım kurumuş gibi dilimle ıslattığımda istemsiz olmuştu.

“Yakışmış.” dedi muzip bir bakışla.

“Biliyorum.”

“Ama pek senin tarzın değil gibi.” dediğinde gözlüğün altından bana baktığında sonunda onu gördüm ama bakışlarımı kaçırdım. Omuz silkip konuyu değiştirdim.

“Halan ve evdekilerde senin oynadığın bu oyunu biliyor mu, yoksa onlara da mı rol keseceğiz.” dedim sanki normal bir konu konuşurmuş gibi.

“Alisya!” uyarı sesi ile gözlerimi diktim.

“Biliyor mu bilmiyor mu?”

Elini direksiyonda sıkıp çalışan aracı hızlandırdı. “Hayır kimse bilmiyor.”

Sıkın sesi kulaklarımı doldursa da durmadım devam ettim. “Güzel, merak etme bir açık vermem.”

Ne de olsa onun oyunuydu, başkalarını kırmaya gerek yoktu. Ülke hanım ve Asya’dan bir zarar görmemiştim.

“Biliyorum.” dedi sanki bana güveniyormuş gibi. Güven, beş harf tek kelime. Anlamı ise bir dünyaydı. Birine güvenmek bence istemsiz oluşsa da güvenmemek bilinçliydi. Benden ise güvenini almıştı.

Ellerimi göğsümün altında birleştirdiğimde önüme döndüm. “Babamı riske atamam. Söz verdin, sözünde duracaksın değil mi?” diye sordum. Yapmayacaktı bilmiyorum ama bu sözüne inanıyordum.

“Duracağım, o görüntüleri vermeyeceğim.” dedi gözlerini yoldan anlık çekip bana bakarken.

“Güzel.” dedim kuru bir sesle. “Sözünde durman.”

Direksiyondaki eli sıkılaşınca parmak boğumları kızardı. İstemsiz bakışlarım ellerine döndüğünde gözlüğünü çıkartıp kenara doğru koydu. İşte o an gördüm.

“Alisya bana bir hiçmişim gibi davranma.” diyerek bana doğru döndüğünde gözünün altındaki hafif kızarık ile gözlerim kısıldı. Birisi ile kavga mı etmişti? Bakışlarımı görünce hemen önüne dönse de görmüştüm. Bu bir hafta da kiminle kavga etmişti ki.

Sorarsam onu düşündüğümü anlardı, sinirle soludum. “Fark ettin yani.”

Onu yok sayıyordum ama şu an zorundalıktan buradaydım. Beni buna zorlamıştı.

“Fark edilmeyecek gibi değil. Her an laf sokuyorsun ama olsun en azından konuşuyorsun. Susma buna da razıyım ben.” dedi anlamı yüklü bir sesle.

“Ben de isterdim böyle olmasın ama sana göre bir oyun olan bu ilişki bana artık gerçekmiş gibi gelmiyor.” dedim üzerine giderek. Anlatsındı bilmiyorum belki bir şey vardı ama geçerli bir neden vermeliydi. Onu affedemezdim ama anlardım belki.

“Sana duyg…” devamı gelmeyen sözlerini keserken çatık kaşlarım büküldü. “Bak, ne desem de inanmayacaksın ama seni inandıracağım. Bunu kendin göreceksin. Ama ne kadar az bilirsen o kadar az canın yanar.” dedi kararlılıkla. Sesindeki gizli bir çıkıntı ile dudaklarım aralandı.

“Bunu canımı yakanın söylemesi kadar absürt bir şey yok sanırım. Pardon,” diyerek gülerek devam ettim. “komik geldi.”

Gülüşüme anlık kayan bakışları yoğunca gözlerimi buldu. Bana anlamı varmışçasına bakması normal miydi? Çünkü bu rol ise gerçekten iyi bir rolcüydü.

“Gül,” dediğinde bakışlarımı kaçırdım. Bunu fark etti. “Kaçırsan da gülüşlerini, gülmek en çok sana yakışıyor. Bir tek sana.” dediğinde başımı sol tarafıma doğru çevirip sözlerime devam etmedim. Konuşacak bir şey değil çok şey vardı ama sustum. Elbette onu çözecektim.

Yol akıp gittiğinde nihayet gideceğimiz yere vardık. Şehirden uzak bir yer olsa da yer yer evler diziliydi. Araçtan hızlıca inip kapımı açmasına müsaade etmeden yanına doğru ilerledim. içimde farklı bir telaş vardı. Evleri ne kadar büyüktü böyle. Bahçesi ve evin konumu ormanlık bir alanı da içine alan geniş bir araziyi kaplıyordu. Gözüme çarpan şimdilik bu olsa da ilerlemeye başladık. Ayağımdaki topuklulara onun adımlar eşlik etti. Yanımda ilerlemeye devam ettiğinde arada kollarımız birbirine çarpıyordu. “Halam, biraz hareketlidir ama iyidir,” dedi gülerek.

“Evet senin aksine.”

Aldırmada laf sokmama.

“Gel şu taraftan.” diyerek belime dokunması ile kendimi sıktım. Bir dokunuşu bile beni, kıvılcım ateşi ile yakarken yan yana durmak gün geçtikçe zor oluyordu. Parmak uçları belimin çıplak pencerelerinden tenime doğru değdiğinde nefesimi sık aldım.

Kapıya doğru yaklaştığımızda çalan zil sesi ile kapı aniden açıldı. Eli belimdeydi hala belimi sıkı sıkı tutuyor sanki kaçacakmışım gibi yakınına doğru çekmişti. Oyun unutma onun için bu bir oyun.

Kapıyı açan halası bizi o halde görünce büyük bir gülümseme ile bize baktı. Hoş geldiniz, evimizin neşeleri. Ahh Alisya seni gördüğüme çok sevindim.” dediğinde Ali’nin kolu belimden anlık ayrılıp Ülke hanımın kollarına girmem bir oldu. “Hoş geldin canım.”

“Hoş bulduk, Ülke hanım.” dedim tebessüm ile. Sırtımdaki eli beni kolunun altına alıp içeriye yönlendirirken gülmeden edemedim. “Geçin içeri geçin hadi.”

Kapıdan geçip içeriye doğru yürüyecekken “Bende geldim hala.” dedi arkamızdan Ali.

Omzumun üzerinden ona doğru baktığımda, halası kollarını göğsünde toplayıp küskünce Ali’ye baktı. “Ah Ali, hiç aranmadığım için sanırım seni göremedim. Geç bakalım içeri de ifadeni alayım. Bu kulaklarım neler duydu öyle ” dediğin de Ali, gözlerini devirdi. Sanırım eve çok uğramıyordu.

“Geldik işte hala.” Yaramaz bir çocuk gibi konuşması ile halası karşısına geçip “Geldik işte halaymış, gel bakalım şöyle.” diyerek yanaklarını elleri ile sıkması ile gülerek başımı diğer tarafa çevirdim. Görüntümü sakladım ama ağzımdan çıkan kıkırtı ile Ali’nin sinirli sesi ile o tarafa doğru baktım.

“Hala.” Uyarı sesi ile yanaklarını kurtarmaya çalışması ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu çok komikti. Ali’yi kırk yıl düşünsem misal yani böyle düşünmezdim. Misal yani yoksa kırk yıl onu düşüneceğimden değildi.

“Ne özledim kınalı kuzumu, gel buraya bakim.” Diyerek Ali’ye sarılması ile sırıtmaya devam ettim.

Ali ile Göz göze gelip bakışları dudaklarımdaki gülümsemeye düştüğünde dudaklarım usulca düz bir çizgi halini alsa da tebessüm ettim. Halası Ali’nin koluna girip bizi salon olduğunu tahmin ettiğim yere doğru ilerletirken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.

“Sizin için çok güzel bir menü hazırladım, birkaç bir şey kaldı ama akşam parmaklarınızı yiyeceksiniz.” diyerek neşe ile konuşurken yönlendirdiği salona doğru ilerledik.

Evleri bizim evimizden kat ve kat daha büyüktü. Salona doğru ilerlediğimizde belime dokunan parmaklar ile kaşlarım çatılsa da içimdeki kıpırtıya söz geçirmek için nefesimi tuttum. Evet böylece heyecanımı dizginleyecektim ki elinin parmakları bel kıvrımıma doğru ilerleyip beni yanına doğru çektiğinde bakışlarım yüzünü buldu.

Bilerek yapıyordu. Bunu bakışlarından anlamamak mümkün değildi. Parmakları bel çukuruma oturduğunda yutkundum. Gözlerimde ki harfler resmen bırak beni diye yanarken yüzümde tatlı bir tebessüm vardı.

Ne kadar da tatlı bir çifttik. Birbirimizi bir kaşık suda boğacak kadar tatlı bir çift!

Ali’nin anlayacağı bir gülüş ile ona bakarken o sadece bana sanki aşk ile bakıyordu.

Elinin bel kıvrımımdan parmakları ön tarafa doğru çıktığında daha fazla ilerlememesi için kolumu indirip parmaklarını bel çukurumda sıkıştırdım. Bakalım daha fazla ilerleyecek miydi? Bir kaşım havaya doğru meydan okurcasına kalktığında çarpık bir gülüşü ile önüne dönüp beni de ilerletti.

Ne kadar güzel bir çifttik dışardan bakıldığında. Gelin bir de benim içimi görün? Diye avaz avaz bağırasım vardı ama sustum.

Ülke hanım da yanımızda ilerlediğinden bir şey yapamazken içerideki rahat olduğu görünen deri koltukları gösterdi. “Geçin güzellerim oturun, rahatınıza bakın. Ben bir sarma yapmıştım ona bakayım. Sonra bol bol bu güzel görüntünüzü konuşuruz.” dediğinde sanki yapışık gibi aynı koltuğa oturduk. Ali elini belimden çekmezken yana doğru kaymama izin vermiyordu. Halası gitsin soracaktım ben ona.

“Hala, yaprak sarması?” diye soran Ali ile Ülke hanıma fark ettiremeden belimdeki elini geriye itelemeye çalıştım. Bakın sadece çalıştım. Herif belimi mengene gibi sarmıştı.

“Evet hem de bol limonlu.”

“Biricik halam olduğunu söylemiş miydim?” diyen Ali, sırtını koltuğa yaslarken otomatikman ben de onunla yasladım. Bize gülerek bakan halasına utanarak bakıp dikelmeye çalışsam da yapamadım.

“Bir tane olduğu için olabilir mi, sıpa? Bekleyin beni hemen geliyorum.” diyerek içeriye doğru giden Ülke hanım ile hemen göğsünden iteledim.

“Halasının kuzusu, ailenin bilmediği ne kadar çok şey var.” dedim gülerek.

Gözleri eteğime takılsa da gizli sesi ile gözlerime bakıp “Kuzu olmadığımı en çok sen anlaman gerekirdi oysa.” diyerek meydan okurken bir adım yana doğru kaydım. Açılan eteğimi önemsemedim.

“Doğru anlamamışım, bir kurtla ormanı gezip çıkışı aradığımı meğerse ben o ormana bilerek girmişim.” dedim ve dudağımın bir kenarı büküldü. Bir adım da ben yaklaşıp dibine doğru girdiğimde gerilen suratı ile dudaklarımı ıslattım. Bakışları dudaklarımda dolansa da konuşmam ile gözlerime çıktı. “Bakarsın bir gün o kuzuda, kuzu görünümlü kurt çıkmasın.”

Dudaklarımın nefesi ona çarparken kaşları çatıldı. “Bune demek.” dedi sakin bir o kadar da gerilen nefesi ile.

“Ne anladıysan o demek.” diyerek geri çekilip koltuğun diğer köşesine kayacakken kolumu kavraması ile ona doğru baktım. “Alisya, açık konuş, bu işlere dahil olmayacaksın.”

“Belki de çoktan dahil olmuşumdur Ali.”

Gözleri anlık kapansa da kendine hakim olmaya çalışan yüzü ile kolumu elinden kurtardım.

“Bak…”

“Alisya canım bir bakar mısın?” diye seslenen Ülke hanım ile güldüm. Benim kaçışım olmuştu. “Gitmem gerekiyor, malum biricik halan çağırıyor.”

Ayağa kalktığımda önüme geçmesi ile diğer tarafa doğru kaydım. O tarafta da önüme geçince yüzüne doğru baktım. “Çekil önümden.”

“Bunu konuşacağız.” dese de diğer tarafa doğru kayıp “Aynen belki bir gün.” dedim sakince. Arkama bakmadan ilerleyip aldırış etmedim. Ne düşünüyorsa kendi bilirdi. Delirebilirdi zira ben çoktan delirmiştim.

Mutfak olduğunu fark ettiğim açık kapıdan girdiğimde ülke hanımı yerde mantı açarken gördüm. Şaşkınlık ile kaşlarım yukarıya doğru çıkarken benim geldiğimi görünce büyükçe bir gülümseme ile ilerideki un kabını gösterdi.

“Canım onu bir getirebilir misin?”

“Tabi ki?” dedim sakince. Aldığım kabı yanına koyup elbisem ile eğileceğim vakit beni durdurdu.

“Dur dur üstün kirlenmesin sen git otur kuzum ben iki dakikada hallederim.”

Ali’nin yanına tekrar gidersem on boğazlamaktan korktuğum için eteğime dikkat ederek oturdum. “Olur mu öyle şey bende yardım edeyim beraber çabucak hallederiz.” dedim gülümseyerek.

“Ya senin güzel yüreğine sağlık. O zaman bu kıyafetler ile olmaz batar. Sen yukarıya çık, Asya’nın odasına. Ali sana göstersin. Oradan istediğini giy, sonra hemen yanıma gel olur mu kuzum benim.”

Dikkatlice oturduğum yerden kalkıp “Tamam.” diyerek salona doğru ilerledim. Ali etrafta görünmediğinden yönümü merdivenlere çevirdim. Kendimde bulabilirdim yani umarım. Bu kocaman evde kaybolmadan tekrar aşağıya inmem zor olsa da ilerledim.

Merdivenlerden çıktığımda Ali’yi ileride arkası dönük görünce o tarafa doğru döndüm. Topuklu ayakkabımın takırtıları ile arkasını döndüğünde beni görüp şaşırdı.

“Alisya.” Çıktığı odayı kapatırken aldırış etmeden etrafıma bakındım. Burada birden fazla oda vardı. “Bende seni arıyordum, Asya’nın odası nerede?” diye sorduğumda eli ile ileriyi gösterip “Şu karşıda ne oldu ki?”

“Halana yardım edeceğim, bir eşofman alacaktım.”

Sanki üzerimdekileri ilk defa görüyormuş gibi gözleri tekrar üzerimde dolanınca olduğum yerde kıpırdandım. “Dur ben sana veririm, gel.” diyerek arkasını dönüp çıktığı kapıyı açması ile seslendim.

“Yok ben burada iyiyim.” Dikildiğim yerden bakıp açtığı kapıdan içeriyi gösterdi. “Alisya adam yemiyorum, gir içeriye.”

“Tamam.” diyerek açtığı kapıdan içeriye doğru girdiğimde yoğun bir tarçın kokusu etrafta kol geziyordu. Bana bu koku ile ne çektirdiğinden haberi bile yoktu. Bilsem de sordum.

“Burada mı kalıyorsun?”

“Bazen,”

“Aynı senin gibi, odan da sana benziyor.” dedim etrafıma bakıp. Etrafta dağınık hiçbir eşyası yoktu. Şirketteki odası bile fazla düzenliydi.

“Nerden anladın?”

“Siyah, düzenli ve soğuk.” Gözlerim onu buldu. “Yani sen.” dedim sahte bir şekilde gülerken. Bakışları bundan eğlendiğini belirtircesine bakarken bakışlarımı kaçırdım.

“Anlaşıldı bu laf sokmalar devam edecek, tamam etsin buna da razıyım.” dedi kabullenen bir sesle.

“Daha bir şey yapmadım ki.” Kapının yanından biraz ilerleyip odasında dikilirken ilerideki dolaptan birkaç kıyafet çıkartıp bana doğru uzattı. “Al, bunları giy sonra laf sokmaya kaldığın yerden devam edersin.”

Elindekileri alıp baktığımda beyaz tişörtü elime aldım. “Tişörte gerek yoktu.” diyerek ona uzatırken geri çevirdi. “Elbiseni çıkartıp tövbe tövbe giy şunu Alisya!”

“İyi be tamam. Çık dışarıda giyineyim.”

Sanki odasına ilk defa geliyormuş gibi bakındı ya da çıkmak istemedi bilmiyorum ama ona baktığımı görünce genzini temizledi.

“Pekala çıkıyorum.” diyerek kapıyı ardımdan kapatırken güven kırıntım odaya girmeyeceğini söylese de gidip kapıyı kilitledim.

Güven taşı çok güçlü ve ağır bir taştı. İnsan önce bunu nasıl taşırım diye düşünürken aslında onun bu kadar hafif bir şekilde yüreğimizde şekillendirdiğimizi zamanla anlıyorduk ve benim güven kırıntım küçülmüş değildi. Ortadan ikiye bölünmüştü. Yüreğimi de kıymıklarını batırıyordu.

Odasında gözlerimi gezdirdim. Etrafta pek eşyası yoktu, kendi evindeki gibi değildi. Burada az vakit geçirdiği belli olurcasına çokça sadeydi. Üzerimdeki kısa elbiseyi askılarından usulca indirdiğimde ayaklarımın ucuna doğru düşmesini izledim.

Ali, bir çift beyaz çorap, gri bol bir eşofman altı ve beyaz baskısız bir tişört vermişti. Onları üzerime hızlıca geçirdiğimde kıyafetleri içinde kaybolduğumu odasının içindeki aynadan gördüm. Resmen benden iki kişi daha bu kıyafetlerin içine sığardı ama üzerimde düşecek gibi olan eşofman altının iplerini sıkıca bağladım.

Farklı bir duruma yer vermek istemezdim hele ki aile evinde.

Üzerimdeki beyaz tişörtün önünü de bir kısmını, eşofmanın içine koyup biraz daha düzelttiğimde artık rahattım. Gerçekten o elbisenin içinde resmen nefesimi tutuyormuşum, bu kıyafetlerin içinde nefes aldığımda anladım.

Bunun tarçın kokusuyla hiçbir alakası yoktu, kıyafetleri çok rahattı.

Eşyalarımı tekrar katlayıp yatağın üzerine doğru bırakıp kapının kilidini çevirdim. Kapıyı açtığımda ellerini göğsünde toplamış bir adet Ali As.. diye devam edecek sözlerimi içimde tutup ona bakarak kapıyı ardımdan kapattım.

Sabah beni elbisemde gördüğü gibi üzerime bakarken bir dudağı kıvrıldı. Bunu nasıl yapıyorsa gıcık değil de ona yakışan bir havası ile yapıyordu. Oyuncu gıcık.

“Yakışmış.” dedi ithaf edercesine.

“Teşekkür etmeyeceğim.”

“Öyle mi?” diye sorduğunda bir kaşı havaya doğru kalktı. Ellerini göğsünün altında birleştirmiş kasılan kolları ile duvara yaslı dururken karşısına geçip soludum.

“Evet öyle. Neyse, çekil. Neden dikildin ki burada, yoksa görmemem bir şey görürüm diye mi?”

Meydan okuyan gözlerime omuzlarını düşürüp devam etti. “Saçmalama Alisya, halam keki neli sever diye sormamı istedi, ondan çıkmanı bekledim. Ayrıca evi istediğin gibi gezebilirsin.”

Yüzüne baksam da burada kaybolmayı istedim. “Gerek yok,” diyerek önüme döndüm.

“Neli seviyorsun?” diye sorusu karşısına geçtim. Çıkardığım topuklu ayakkabılar ile boyum küçülse de ellerimi Ali gibi göğsümün altında birleştirip başımı kaldırarak yüzüne baktım. “Portakallı olsun. Çocukken yemiştim o yanımda olan çocuk, Ali Asaf...” diye devam edecekken acılı sesi ile cümlem yarım kaldı.

“Yapma.” dedi yakınırcasına. Canı acırcasına. Canım acırcasına. Devam ettim. “O bana tattırmıştı tekrar aynı tadı alır mıyım bilmiyorum ama belki o da ister.”

Anlamsız bir o kadarda anlamı olan bir bakışma aramızda geçti.

Yutkundum.

Yutkundu.

“İster,” dedi sonra gözlerini kaçırdı. Bunu artık sık sık yapıyordu, ağzından çıkan sözlerde gözlerini kaçırıyordu. “Yani isterdir. Portakallı keki herkes sever.” diyerek sözlerini düzeltirken başımı sallayıp başımı çevirdim.

“Evet, herkes sever. Oda seviyor.” dedim inatla.

“Evet, oda seviyor.”

“Neyse, Ülke hanımı bekletmeyeyim,” diyerek yana doğru geçtiğimde yol vermesi ile omzum omzuna sürtünüp merdivenin trabzanını kavradım.

“Sen git ben birazdan gelirim.”

“Sen bilirsin.” diyerek önüme döndüğümde seslenmesi ile omzumdan arkaya doğru baktım.

“Alisya.” Söyleyip söylememek arasında kalan bir sesle devam etti. “O tadı, bir daha alman mümkün değil ama aynı anları yaşaman mümkün.”

Sesi durgunlaşmıştı.

“Evet.” dedim kafam karışırken. Annesinin gittiğini mi söylüyordu yoksa onu dile getirmek bile istemedim. O aklıma gelen düşünce ile içim yandı. Umarım böyle bir şey değildi. Gözlerim durgunlaşırken istemsizce ona doğru bir adım attım.

“Halam beklemesin, git sen.” demesi ile başımı usulca salladım.

“Tamam.” Sonradan pişman olsam da sordum. “Birazdan gelecek misin?”

Sorum ile dilimi ısırırken kendime hakim olamadım. Yanlış bir şeyler vardı. Belki sözler yoktu ama bakışlarda yerine oturmayan bir şeyler içimi sızlattı. Sözlerim ile bana baktığında şaşkın yüzü ortaya çıktı. Sanırım bunu benden beklemiyordu. Açıkçası bende beklemiyordum. Bir andı bir anda çıkmıştı.

“Geleceğim bal, git sen.”

Merdivenlerden ağır adımlar ile indiğimde düşünce kuyuma bir taş attığının farkında bile değildi. O keki rüyam da annesi yapmıştı ve bana şu an onun olmadığını mı söylüyordu,

Annesi neredeydi? Sanki ondan gitmiş gibi konuşmuştu. Dalgın adımlar ile ilerlediğimde çoktan mutfağa vardığımı fark edemedim.

“Canım geldin mi?” Ülke hanımın sesi ile dalgın bakışlarımı düzeltmeye çalıştım.

“Evet.” Diyerek içeriye doğru adımladığımda üzerimdeki kıyafetleri gördü.

“Ay pek tatlı olmuşsun, minikcene. Ali mi verdi, kıyafetleri?” diye sorması ile yanaklarım kızarıp tişörtün ucuyla ile oynadım.

“Şey, evet.”

“Geç bakalım otur şöyle.” Karşısındaki masanın ucuna kare bir minderde koymuştu. İlerleyip masanın karşında dizlerimi kırıp oturdum.

“Önceden hiç yapmış mıydın?” diyerek mantı hamurunu gösterdiğinde omuz silkip devam ettim. “Yok, ama çabuk öğrenirim.”

“Akılı bıdık seni, bak şimdi o zaman ben sana göstereyim şu hamuru açayım.” diyerek oklavayı uzanarak eline aldı.

“Kolay aslında gibi.”

“O zaman ilk önce açalım sonra kesip birleştiririz.” Dediğinde merakla konuşmaya başladım. “Tamam, isterseniz ben açayım, birkaç kez sultan teyze yani evimizdeki bir abla var, evle ilgilenir. Ondan görüp birkaç kez denemiştim hamur açmayı.”

“Tamam kuzum, sen aç, bende iç harcını yapayım o zaman.” diyerek gülümsemesi ile yanağımı sevip masadan kalktığında uzattığı oklavayı aldım.

“Tamam.” diyerek önümdeki yuvarlak hamur bezesine baktım. Evet hamurla baş başa kalmıştım. Önce bir dokundum sert bir hamurdu.

Ülke hanım ilerideki mutfağın tezgahında kıymayı bir kaba boşaltırken oklavayı elime aldım. Haydi bakalım.

Biraz bu tarafa biraz ileriye doğru güç bele açtığım hamura bakarken kaşınan burnumun ucunu kaşıdım. Saçlarım iki tarafımda dağınıktı ve ben toplamamıştım ama ikidir önüme gelip beni daraltıyordu.

Bir nefes daha üfleyip önüme gelen kısa saçı ileriye doğru itelediğimde tekrar önüme düşmesi ile başımı geriye doğru attım.

“Off.” dedim dudak büzüp. Bir de ne göreyim. Arkamda dikilen Ali ile göz göze geldim. Ne zamandır orda duruyordu bilmiyorum ama boynum geriye doğru düştüğünde gülen gözleri kısıldı. Gülerek bir bana birde önümde açmaya çalıştığım hamur parçasına bakıp sırıttı. Gözleri burnuma doğru kaysa da neşeli sesi ile konuşmaya devam etti.

“Sanırım başın dertte. Saçlarınla.”

Ellerimdeki un kollarımda bile varken nasıl bu kadar una bulandığım hayretler konusuydu ama evet önüme gelen asi saç tutamlarıma söz geçmiyordu. Bir şey demedim.

Ali, arkamda dizini kırması ile bakışlarım kısıldı. Sessizce fısıldarken Ülke hanımın bizi duymaması için konuştum. “Ne yapıyorsun?”

Fısıltılı ikazım sanırım bu kadar oluyordu. Sanki fanusta boğulur gibi çıkan sesimi kısalttım.

Elleri saçlarıma doğru uzanırken biraz daha yakınıma gelmesi ile kaşlarım çatıldı.

“Sana yardım ediyorum.”

“Yardım isteyen olmadı.” diyerek önüme dönüp mesafeyi açarken sıcak nefesini kulağımın dibinde buldum. Boynumdan akan sesi ile “Ama benim yardım edesim var.” diyerek saçlarımı önümden alıp arkaya doğru atması ile dondum. Saçları kuş tüyü gibi saçlarımda dolanıp gözümün önüne düşenleri de aldığında sırtıma iğneler batıyordu.

Karnımdaki gerginliği atamıyordum. Sanki saçlarımı seviyordu ama bakışlarımı ondan çekip ülkü hanıma döndüm.

Hala tezgahın orada bir şeyler yapıyordu. Panikle öne doğru çekildiğimde saçlarım tekrar önüme düştü. Açtığım hamura saç gelmesin derken tekrar arkama doğru ilerlediğimde Ali’nin göğsüne sırtım yapıştı.

Gülen sesi kulağıma doldu. Kollarımı kavrayan parmakları ile sıcaklığını hissettim. Ilık sesi kulak mememe vurdu. “Ne kadar kaçmaya çalışırsan Alisya hep bana çıkıyor yolların.”

Fısıltılı çıkan sesimizi sadece ikimiz duyarken yutkundum. “Sadece saçını bağlayacağım, izin verir misin?” diye sorması ile asi saçlarıma baktım. İşime yarardı.

Göz devirip “Çabuk ol.” diyerek yükselen göğsümü kıpırdattım. Sıcacık göğsünde yer edinmek isteyen her bir uzvuma ihanetim ile aramıza bir mesafe koyup tekrar önüme döndüm.

Sıcak nefesi yakınımdaydı. Parmaklarının sıcak dokunuşları ise saçlarımda. İki kalp bu kadar mı can yakardı. Yoksa bu kadar mı birbirine bağlı olmak için yüreğini ellere verirdi.

….

Veeee bölüm sonu umut ışıklarım sahnenin devamı diğer bölümden devam edecektir. Yoğunluktan ancak yetiştirebildim. Ama diğer bölüm telafi ederim. Beğeni ve yorumlarınız ile beni yalnız bırakmayın.

Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Ali Asaf ve Alisya’yı yazarken bende sizler gibi o duygularla onları anlıyorum. Üzümlü keklerim benim. Ufak bir spoiler. Sanırım düğün oluyor. Asmjjslcdsmccsc. Ali Asaf ve Alisya evleniyorr. Hepinizi düğünlerinde yanlarında olmaya davet ediyorum. Çok eğleneceğiz çokkkk. Şimdilik görüşürüz.

Hoşçakalıınnnnn.

 

 

 

Bölüm : 29.05.2025 19:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...