31. Bölüm

27.Bölüm: Yükselen Şehvet

Safinaz S.
umudundaparlayanla

Selam umut ışıklarımmm. Söz verdiğim gibi bu bölümü bir kişiye ithaf edecektim ama 3 kişinin adına ithaf ediyorum. Bol bol yorum ve beğeni atmayı unutmayın, sevgilerle.

-@bookwormgirl

-@gercek

-@ayseliii

Ve siz değerli canlarıma ithaf ediyorum. Beğeni ve yorumlarınız ile gerçekten yanımda olduğunuzu hissederek yazıyorum. İyiki varsınız, keyifli okumalar dilerim. İnstagram da İlk 10.000 takipçi dedim ama 1000 takipçi olduğunda sizlere İnstagram da bir sürpriz bekleyecek, bir çekiliş yapmayı planlıyorum, takipte kalın canlarrr.

İnstagram : Safinaz_stlm

Bölüm içi şarkılar:

. Pera - En Güzel Mevsimim (Lyric Video).

. Gülşen - Bir İhtimal Biliyorum

27. BÖLÜM: YÜKSELEN ŞEHVET

:)

Alisya AKMAN

Göz devirip “Çabuk ol.” diyerek yükselen göğsümü kıpırdattım. Sıcacık göğsünde yer edinmek isteyen her bir uzvuma ihanetim ile aramıza bir mesafe koyup tekrar önüme döndüm.

Sıcak nefesi yakınımdaydı. Vücudumdan içeri girmemesi için nefesimi tutsam da bekledim. Parmaklarının sıcak dokunuşları ise saçlarımda gezinmeye başladı. İki kalp bu kadar mı can yakardı? Yoksa bu kadar mı birbirine bağlı olmak için yüreğini ellere verirdi?

Saç tutamlarımı ilk önce parmaklarının arasından avuçlarına topladığında sanki hiç dokunmuyormuş gibiydi. Elinde, nerden bulduğunu bilmediğim bir toka bileğinde takılıydı. Sanki onunla ilgilenmiyormuşum gibi önüme baktım ama her hareketini seziyordum.

Etrafıma baktım, düşünmemeli nefes almamalıydım. Nefes alırsam kokusu burnumu sızlatırdı. Etrafına bak. Evet mutfaktı bildiğimiz ama geniş ferah ve az eşyalı. Fazla düzenli. Ben ise tam tersi düzenli bir dağınıktım. Toplardım ama eşyalarım etrafta kalırdı, burada ya da Ali’nin evinde bile burasından fazla düzenliydi.

Biraz düzen takıntıları mı vardı bana mı öyle geliyordu? Ülke hanım ise sanki bizim bir şeyler yaptığımızı biliyormuş gibi tezgâhta takılırken yutkundum.

Sıcak nefesi açılan boynumu talan ederken sonunda saçlarımı biraz daha yükseltip bileğindeki tokayı saçlarıma geçirdi. Evet, nefes al bitmişti.

Çekilmesi için kısık bir nefes alırken yakınlığı ile nefesi boynuma çarptı. Şehvetli nefesinin hareketleri ile elim masaya tutundu. Çekilmeliydi bu fazlaydı.

Boynumun açık kalan kısmında sıcak nefesi artarken arkamı dönemiyordum. Ne ileri gidip çekiliyordum ne de geriye dönebiliyordum. Gözlerim Ülke hanımda kalırken nefesimi tuttuğumu fark etmedim. Saçımı arkaya doğru usulca indirdi. Sıcak nefesi boynumu ısırıp geçerken çenemin bitimi boynumun içine doğru tam damarımın üzerine bir buse kondurduğunda vücudum yanmayı bırakmadı.

Ellerime giden gerginlik ile karnıma sancı girdi. Boğazımdaki kuruluk ile dudaklarını kulağımda hissettim.

“Nefes al, bal. Nefes al.” diyen tatlı sesi boynumdan yükselip kulağımı gıdıkladı.

Minik bir buse kondu bedenime. Boynumdan öpmüştü. Yaşam damarımdan. Yutkundum.

Arkamda ayaklanacakken başımı yanıma doğru çevirdiğimde burun buruna geldik. Çok yakınımdaydı, çok yakın. Aramızda bir nefes mesafe varken ona bakmak ise çok zordu. Gözlerim ısrarla gözlerini buldu. Başımı çevirmek ise daha zor olurken kaşlarım büküldü.

Bu nasıl alıyordu anlamak zordu ama ne kadar kaçsam da yine ona çıkıyordu yollarım. Ne kadar bağlasa da kısa saç tutamım asiliği ile firar ederken usulca onu kulağımın arkasına sıkıştırdı. Sanki kal gelmişti, buradan çıkamıyordum. Vücudum kan pompalamayı bırakmış gibi donarken dudaklarım aralandı.

Gözleri parlıyordu, sırıtan dudaklarının kenarına konan gamzesi ile bakışlarım oraya doğru düştüğünde parmakları usulca çenemi kavradı. İrkildim.

Ne oluyordu, burada derken çenemin ucundaki eli hareketlendi. Yutkunamadım bile. Burnuma bir fiske vurduğunda kaşlarım çatıldı.

“Un olmuş, her tarafın pasaklı seni.” diyerek burnumun ucundaki unu temizlerken başımı geriye doğru çektim. Çatık kaşlarım ile elim burnumun ucuna doğru gittiğinde gülüşü arttı.

“Orada değil, biraz daha sağda.” derken gösterdiği yere de elimi savurduğumda gülüşü çoğaldı, kısık gözleri ile ellerime baktım. Ellerimin etrafı hep undu.

“Bal,” dedi nefes nefese.

Çatık kaşlarım ile soludum. “Ne! Senin yüzünden oldu.” diye sesimi yükseltirken Ülke hanımın bu tarafa baktığını gördüm.

“Ne onun yüzünden oldu? Aa Ali oğlum sen ne zaman geldin?” diyen halası ile elimin yüzeyini yüzüme yaklaştırıp unları süpürmeye çabaladım. Her tarafımı un yapmıştı.

“Hala Alisya’nın yaptığına bak. Mantı sanırım biraz bekleyecek gibi. Sanırım aç kalacağız, gelinimiz biraz dağınık çalışıyor.” derken gülerek yüzüme bakması ile kaşlarım büküldü. Bana pasaklı ve tembel mi demişti?

Ağzım açık kalırken elimle oklavayı kavradım. Oklavanın kalktığını görünce elime uzandı. Kendime doğru çektim. “Bırak.”

Gülüşü yüzünde arttı.

“Bıraktır.” demesi ile diğer elim masanın üzerindeki un kasesinin içini buldu. Fark etmedi. Oklavayı tutan eli sıklaşırken diğer ucunu sıkıca tuttum.

“Al bakalım.” diyerek unu yüzüne doğru savurduğumda kaçmak için oklavayı bıraktı. Bu beni gülümsetse de undan kaçamadı.

“Demek savaş.” dedi yanağındaki unu silip.

“Evet, savaş.” Biraz daha elime un aldığımda bunu fark edip elime uzandı. “Bırak elimi.” dedim kendime çekip.

“Bırakmam.” derken gülüyordu. Ülke hanım ise bize bakıp etrafın dağıldığını görünce avcunun içindeki elim bollaştı.

“Ay çocuklar napıyorsunuz? Durun.” Aramıza girmesine gerek kalmadan kalan unu masaya bıraktım. “İlahi yaramazlar sizi şu halinize bakın,” gülerek bize bakarken elimi elinden çekip önüme döndüm.

Rezil olmaya doymazken Ali’nin kısık gülüşü ile başımı çevirdim. Ülke hanım ise açtığım biraz yamuk da olsa yuvarlağa benzeyen hamura bakarken gülümsemesi arttı.

“Durun bakim, valla çok güzel açmış benim kuzum.” demesi ile tebessüm ederken yanımda dikilen Ali’ye, bakışlara kayan Ülke hanım, elini beline atıp konuşmaya başladı.

“Hem sen ne dikiliyorsun bakim orda, kalk kalk ayağa. Bana şuradan çiçekli önlüğümü getir bakayım. Hadi çabuk çabuk oyalanma.” derken gülerek başımı çevirdiğimde Ülke hanım ile göz göze gelince utandım.

Ülke hanım da masaya otururken açtığım hamuru eşit bir şekilde kara şekillere böldü. Etraf çok batmasa da masanın üzerindeki un tabakasını silip yer açtı. Resmen mutfakta iç savaş çıkartacakken son anda kurtulmuştuk.

Ali’den ses gelmezken dediği yer yürümesi ile bekledim. Açılan hamurlardan bir parça alan Ülke Hanım ile gözlerim onu buldu. “Bak böyle yapacağız. Bu iki ucu tutup karşıdaki diğer tuttuğumuz iki uçla birleştireceğiz.”

Dediği gibi ilk bir kare hamur parçasını alıp yaptığımda avcumun içinde Ülke hanıma gösterdim. Gözleri kısıldı. Merakla yüzüne bakarken gülümsedi. Sanırım bu iyiydi.

“Evet işet bu kadar hadi yap bakalım.”

“İki uç iki uç, oldu mu Ülkü hanım.” diye seslendiğimde hızlıca büktüğü mantıları diğer tarafa alıp bana baktı.

“Ne hanımı bana hala de, artık sende ailemizdensin benim güzel kızım.” Eli yanaklarımdaki un lekelerini silerken başımı salladım. “Evet, peki Ülke hala.” dedim başımı eğip. Kadın çok sıcakkanlıydı, Ali’nin aksine.

Elimdekine bakıp gülümsedi. “Olacak olacak biraz daha sık.”

“Böyle iyi mi?” dedim yaptığımı da gösterirken.

“Al, hala,” diyerek yanımıza gelen Ali ile elindeki çiçekli örtüyü halasına doğru uzattı. Bir mantı daha yapıp kenara koydum ama varlığı ile sırtım yükseldi. Ülke hala, örtüyü eline alıp ayağa kalktı. Ne yapacak diye bakınırken “Dur bir sen, bekle.” dedi ciddiyetle.

“Ne oldu?” devamını demeye Ali’nin sesi kalmazken Ülke halanın boynuna geçirdiği çiçekli örtü ile dudaklarımı sıktım. Çiçekli önlük ile dizlerine bile gelmeyen örtü çok komik duruyordu.

“Hadi sende otur da çabucak bitirelim.” diyen halası ile Ali’ye baktım. eğreti bir şekilde halasının üzerine geçirdiği önlüğe bakarken eli boynuna gitti.

“Hala saçmalama, ben ne anlarım hamurdan.”

Kısıkça gülerken hala önlük ile ayakta dikiliyordu. “Sus bakim otur kuzum gel şöyle.”

Yüzüne boydan bir bakıp sanki hiçbir şey yokmuş gibi dönüp bir mantı daha kıvırdım. Evet dikkatinizi çekerim. 1.93’lük bir kuzu.

“Otur şöyle.” diyen halasının ikazı ile bir hamur daha aldım.

“Neden siz yapın işte.” Hamurlara bakışı ile yüzü asılırken halasının derin bir nefes alması ile geliyordu gelmekte olan. Ben ise mantıları küçükçe katlamaya devam ederken kıs kıs gülüyordum.

Ülke hanımın eli belini buldu. “Oğlum ikiletmesene otur. Mantı yapacağız işte, hemen hızlıca bitiririz, aç kalmazsın işte.” derken halanın bana bakan bakışları ile eğlendiği belli oluyordu.

“Ben.” Eli ile kendini gösterirken hala çiçekli önlük ile duruyordu. Sanırım sevmişti.

Ülke halanın kaşları çatılırken soludu. “Evet sen, otur hadi! Aaa, yoruldum vallahi!”

“Hala ben ne anlarım mantıdan. Ben gidiyorum.” eli boynundaki önlüğü bulup çıkarmaya gitti, çekmeye çalıştı, olmadı. Tekrar denedi, çatılan kaşları ile eli önlüğün ucunda kalırken boynu kızarmıştı.

“Ali.”

Ülke halanın sesi ile gidecekken duran Ali, tekrar halasına döndü. “Tamam bakma öyle. Bir bunu yapmadığımız kalmıştı, işe bak.” diyerek kırdığı dizleri ile yanıma oturduğunda dizi dizime çarptı. Bunu bilerek yapmıştı.

Dizi ile dizime çarptı. “Gül gül saklama duyuyorum.” Sesi ile başımı çevirip omuz silktim.

“Duy.” dedim gülerek. Bakışlarım çıkartmadığı önlüğü süzdü. “Çiçekli önlüğün çok güzelmiş nerden aldın?”

Sanki önlüğü giydiğini unutmuş gibi üzerine bakarken “Hala, maskara ettin beni. Ayrıca bu ne ya.” dedi sinirle. Eli tekrar boynuna gitti ama bu sefer çıkarmak yerine bir tarafından ipini kopartıp diğer tarafa doğru savururken önlüğe kötü kötü bakmayı da ihmal etmedi.

Attığı önlüğü halası alırken “Aaa oğlum atma onu. Ben ta Avrupa yakasından aldım.” dedi.

“Yakacaklar listeme an itibarı ile eklendi.” derken kötü kötü önlüğe bakıyordu. Ayrıca yakacaklar listesi mi, oda neydi?

“Yakacaklar listesi mi?” diye mırıldanırken bakışları anında beni buldu. Gözlerini kısmış ta içine bakarken soludu. Sanki bu liste canını sıkan bir şey gibi çatık kaşlar ile devam etti. “Evet canımı sıkan her şeyi yakmak gibi bir planım var.”

“İlginçmiş.”

“Evet o dosya yaktığımda da çok ilginç olacak.” derken “Dosya mı?” dedim anlamayarak.

“Evet dosya.” Demesi ile araya Ülke hala girdi.

“Ali, ağzın değil elin çalışsın, tembellik yok. Hadi bakim başla.”

“Hala valla hiç yapmadım, biliyor musun?” derken ciddiyetle halanın gelmesi beklerken “Ben gösteririm.” diyerek elime bir parça hamur aldım. “Bak böyle yapacaksın.” diyerek biraz kıyma koyulu mantıyı ellerim ile büktüm.

“Anladın mı?”

Başımı kaldırdığımda yüzüme bakıyordu. “Yok anlamadım, bir daha göster.”

“Alık mısın,” dedim yüzüne bakıp.

Anladı. Güldü.

“Göster işte kızım odaklanamadım o an.” dediğinde tekrar bir hamur parçası alıp başımı eğdim. Tekrar yapıp gösterdiğimde gülüyordu. “Anladın mı? bu kadar basit. O kadar şey yapıyorsun, bunu da yaparsın ne de olsa.” dedim kısılan bakışlarımla.

“Evet, bu sefer anladım.”

“Tamam artık yaparsın.” diyerek önüme döndüğümde bakışlarını yüzümde hissetsem de tekrar ona dönmedim.

İlk aldığı mantıyı yüzü buruştursa da büyük elleri ile yapmaya çalıştı. Çaktırmadan yüzüne baktım. Çok ciddiydi. Hevesli gibi bir hali vardı. Düşünme düşünürsem gülerdim. Gülmemeliyim, derken bakışlarım ona kaydı. Sanki zor bir imtihanda gibi hamuru birleştirdiğinde aldığı nefes ile önüme döndüm.

Evet sahne çok iyiydi, onca olayı unutmuş gibi sadece bir an burada hiçbir derdimiz yokmuşçasına sadece mantı yapıyorduk. Nereye koymuşlardı acaba kamerayı. Bakıp bakıp gülüyorlar mıydı? bizim bu halimize. Yoksa beraber mantı açarken derdimize ortak mı oluyorlardı bilinmez önümdeki hamura doğru uzandım.

Ali de uzandığım mantı parçasına uzanırken çatık kaşlarımı görüp buyur diyerek hamuru almama müsade etti. Ona inat yanındakini alıp Ülke halanın gösterdiği gibi yapıp devam ettim.

“Ya ama siz çok tatlısınız kuzucuklarım benim.” diyerek şakıyan Ülke halaya başımı kaldırdığımda fotoğraf sesi ile gözlerim kırpıştı.

“Poz verin bakayım.”

Fotoğrafımızı çekmiş birkaç poz daha çekerken gülümsedim.

“Hala, bak sakın onu bir yerde paylaşmıyorsun, bak bozuşuruz! Bu aramızda kimseden duymayacağım.” diyen Ali ile güldüm. Bugün ne çok gülmüştüm öyle. Evet çok absürttü. Avukat Ali, evinin mutfağında mantı büküyordu.

“Aman iyi hadi siz yapın ben diğer malzemeleri içeriye taşıyayım.” diyerek mutfaktan çıkması ile başımı hızlıca Ali’ye çevirdim. Gülen yüzüm hızla çatılırken işaret parmağımı uzattım.

“Maddeleri unutuyorsun sanırım, halan var diye bir şey söylemedim yoksa…” derken parmağımı bir kanca gibi kavradığında sözlerim duraksadı.

“Yoksa ne, o maddelerin beni durduracağını düşünüyorsan çok yanılıyorsun güzelim.” diyerek parmağımı ittiğinde tekrar ona döndüm. “Ayrıca etrafımızdakiler altını çiziyorum bizi sevgili biliyor yakında da evli.”

“Anladık sus.” dedim sinirle.

Sessizce işi bitirirken göğsüm kabardı. “Sinirlenince çok tatlı oluyorsun.”

“Sense acı.” dedim usulca.

“Ama senin kadar güzel değil. Sanırım seni daha çok sinirlendirmeliyim.” Neşeli sesinde bir durgunluk bıraksa da omuz silktim.

“Gerek yok kalsın.”

Yüzüne bakmadıkça devam ediyordu ben ise önüme bakıp Ülke halanın nerede kaldığını hesap ediyordum.

“Ellerinin lezzeti mantıya geçecek, sanırım en çok yiyeceğim belli oldu. Mantı.”

Tebessümüm büyüdü. “Öğrendiğim iyi oldu, tuz yok mu burada, biraz eksik kalmış sen seversin acıyı.” diyerek etrafıma bakındığımda sadece eğlenerek yüzüme bakıyordu.

“Yok tuzu kahve dışında tüketmiyorum. Formuma dikkat ediyorum.” derken karnına doğru inen bakışlarım ile tekrar yüzüne odaklandım. Anladık kaslıydı, omuzları genişti ama beni ilgilendirmiyordu. Hangi kız ile kas savaşı yaparsa yapsındı.

“Ne kızı ya, gebertirim.” diye ağzımdan çıkan sözler ile gözlerim büyüdü. Ben bunu dışımdan mı söylemiştim?

“Ne” derken anlamadığını belirten sesi ile içimden söyleyeceğim sözü dışından söylediğimi anlayınca kendimi topladım. “Yok bir şey. Ayrıca içinde sadece tuz olacağını düşünüyorsan büyük yanılıyorsun…bir dakika, isteme falan olmayacak hayal kurma.” dedim sinirle.

“Saçmalama Alisya, aileler tanışınca hemen evlenin mi diyecek, elbette isteme olacak.” derken sinirle yanına doğru yaklaştım.

“Olmayacak.” dedim tek nefesle.

“Olacak.”

“Ya sen baksana bir bana.”

“Bakıyorum, zaten bir tek sana bakıyorum.” dediğinde kirpiklerim sıklaştı. Gülüyordu, mutluydu. Bu durumda nasıl mutluydu?

Yüzüm düştü. “Ali, biz ne yapıyoruz burada? Sen ne yapmaya çalışıyorsun ben seni anlamıyorum? Aklımı karıştırıyorsun. Burada yaptığımız da bir oyunsa tamam, kabul. Ben kabullendim ama yeter bu kadarı fazla!” dediğimde ellerini silip yüzüme baktı.

“Sana hiçbir zaman oyun oynamadım Alisya. Neyse bunları konuşmanın ne yeri ne zamanı konuşmak istemiyorum,” dediğinde kısıkça soludum.

“Zaten konuşamıyoruz ve artık biliyor musun, bende konuşmak istemiyorum, bu evlilik benim içinde bir oyun, gerçeği olmayacak bir oyun olacak.”

“Aksine benim için gerçek ve bu böyle olacak.” diyerek karşılık verdiğinde biraz daha yaklaşıp dudaklarımı araladım.

“Olmayacak.”

“Olacak.”

“Olmayacak.” dedim biraz daha yaklaşırken.

Güldü. “Olacak. Olduracağız.” Karşılıklı birbirimize bakarken gelen adımlar yanımızda durunca ikimizin bakışları da Ülke halayı buldu.

“Ne olmayacak ne olacak? Neyi paylaşamadınız, iki dakika da?” diyen Ülke halanın sesi ile kızardım. O iki dakikada beni sinirden kızartmayı başaran Ali’ye bakıp kaşlarım ile buyur sen cevap ver diyerek önüme döndüm. Al buyursun cevaplasındı.

Olacakta olmayacakta.

“Halacığım Alisya, diyor ki isteme istemem.” dediğinde ayağımla ayağına vurdum. Bana mısın demedi, gülerek halasına baktı. Ben onu mu dedim ya. Ülke hala bana döndüğünde mahcup bir şekilde baktım.

“Evet, yani ben sevmiyorum öyle şeyleri o yüzden.” derken kısılan sesim ile sinirle Ali’ye baktım. Topu bana atmıştı.

“Ah kuzum olur mu öyle şey.” Yüzü düşmesi ile konuşacakken araya Ali girdi.

“Evet hala bende öyle dedim olmaz. İsteme günü gidip bir tuzlu kahve içmeyeyim mi?”

Beni sinir ediyordu bunu bilerek üzerime gelmeye devam ediyordu. Kaşlarım çatık ona döndüğünde içeceği sadece tuzlu olmayacağı gözlerimden okunurken tebessüm ile Ülke halaya döndüm.

“Yani, bence de yük olmasın biz yapmayalım. Hiç gerek yok zahmet vermeyelim.” dedim kendimi açıklayarak.

“Ah olur mu öyle şey ne yükü ne zahmeti. Senin gibi güzel bir kızım olacak, dünyanın öbür ucuna bile gideriz.” demesi ile başımı usulca eğdim.

Utandım. Üzüldüm bir o kadarda kedere büründüm. Bizim evliliğimiz sahte bir birliktelik olacaktı ve öyle bilecektik ama etrafımızdakilere göre bu gerçek bir evlilik olacaktı.

Ülke halanın sözleri ile başımı kaldırdım. Kandırıyorduk bu oyunu bilen sadece iki kişiydi. Ali ve ben. Artık biz bile diyemiyordum.

Aileme kızgındım, Ali’ye kızgındım ama bir ama vardı içimde. Sanki içimdeki ses sebebinin beni durduracağını yüzüme bağırıp dururken o yanımı susturmaya devam ediyordum.

“Başka bir şey demiyorum, isteme olacak. Bir daha duymayım yük mük. Tamam mı kuzularım benim.” diyen Ülke halanın yüzüne baktım.

“Tamam Ülke hala.”

“Hah işte bu, hadi kalkın hamurun çoğu bitmiş zaten. Kızım sen üstünü değiştir. Abim ve Asya da birazdan gelir, beraber sofraya geçeriz.” demesi ile ellerimi örtüye sildim.

“Olur.” diyerek kalktığım yerde üzerimi silkeleyip yanımdakine pas vermeden hızlıca merdivenleri yukarıya tırmandım. Ali ile itişip kakışmaktan her tarafım un olmuştu. Kıyafetlerimde yoktu ama kollarım unu bayağı bir sevmişti, zira yüzümde!

Ellerimdeki un lekelerini önce bir yıkamak için lavaboya girip sonra tekrardan Ali’nin odasında soluğu aldım. Kapıyı örtüp arkamdan kapattım. Üzerimdeki beyaz tişörtü başımdan çıkardığımda kapının açılması ile tişörtü göğsüme bastırmam bir oldu. Hızlıca arkamı döndüğümde gördüğüm yüz ile “Ne işin var burada.” diyerek panikle kapıya doğru döndüm. Ali’nin eli kapının kulpunda kaldı. Bakışları yüzümden inmezken beyaz tişörtü sıktım. Siyah askılı sütyenim ile kalakalırken karnımdaki yaranın yüzeyini sakladım.

“Pardon.” Zor çıkan sesi ile bakışları yüzümde kalırken bir elimi göğsümdeki tişörte bastırıp kapıyı gösterdim. “Çık dışarı!”

“Neden?” diye dudaklarından çıkanlar ile bağırdığımda daldığı bakışları yüzümden sıçradı. “Ali! Çık dışarı!”

“Tamam, tamam pardon, çıkıyorum.” diyerek arkasını dönmeden geriye çekilirken duvara çarptı. “Kapı. Lan kapı yok.”

“Sağında sersem.” Dediğimde bakışlarımdan çekilen bakışları ile sanki kapıyı ilk defa görmüş gibi eli kulpu buldu.

“Ha, doğru sağımdaymış.”

“Defol!” diyerek hızlıca kapıdan çıkması ile yüzüne kapıyı kapatıp hızlıca kapının kilidini çevirdim. Karnımdaki yaramı görmemişti. Göğsüm şişip inerken yatağın oraya doğru yürüdüm.

Ben odaya girmez mi demiştim geri alıyordum lafımı. Hızlıca üzerimdekileri çıkartıp kirlileri elime aldım. Banyoda gördüğüm sepete atacaktım. Üzerimi düzeltip kapıdan çıktığımda yine aynı yerinde duran Ali ile bezgince yüzüne baktım. “Yine ne var?”

Ellerimdeki kıyafetlere gözleri takıldı. “Onları sepete mi atacaksın?” sorusu ile yüzüne baktım.

“Evet. Kirlendi çünkü.” Elime uzanıp kıyafetleri almaya çalıştı. “Ver ben götürürüm.” Elinden kıyafetleri kendime çekip göğsüme bastırdım. “Yok gerek yok. Ben atarım.”

“Ver Alisya, zaten banyoda işim var.” demesi ile boş bulundum. “Ne işi?” Aramızda uzun bir bakışma ile toparlamaya çalıştım. “Pardon yani tabi işin olabilir. Onu demedim yani anladın sen.”

Kaçan bakışlarımı görünce çarpık gülüşü dudağının kenarına kondu. “Utandığında kızaran yanakların bir gül bahçesine dönüyor. Ve benim için unutulmaz bir an oluyor. Sanırım birde seni daha çok utandırmalıyım. Hım.” diyerek burnuma bir vurup devam etti. “Benim utangaç sevgilim.”

Gözlerindeki yeşilliğin içinde kaybolurken kalbim onun olsa da inkar ettim. “Ama senin değil.”

“Evet, benim… değil.” dediğinde sinirle elimdeki kıyafeti sıktım. “Al.” diyerek kıyafetleri göğsüne doğru çarpıp arkamı döndüğümde Ali’nin tekrar odasına girdiğini görüp kaşlarım çatıldı.

Banyo karşıdaydı, yoksa odasında da banyo mu vardı benim bilmediğim. Aklıma gelen ile bakışlarım odasının kapısını buldu. Kıyafetlerimi saklayacak hali yoktu ya.

“Yok daha neler. Niye saklasın?”

Merdivenlerden dikkatlice ilerleyip mutfağa doğru baktığım. Ülke hala yoktu. Masanın üzerindeki tatlıları da elime aldığımda Ülke halanın sesi ile arkamı döndüm. “Kuzum sormayı unuttum, kek harcım hazır söyle bakalım neli yapayım, neli seversin?” diye sorduğunda içimden geleni söyledim.

“Portakallı olsa olur mu?”

“Olur, olur tabi.” Yüzüne yansıyan bir tebessüm ile devam etti. Benden böyle bir cevap beklemiyormuş gibi şaşkındı. “Biliyor musun, Ali de çok sever. Portakallı keki.” Sesindeki yorgun bir tebessümü fark edip gülümsedim. “Evet, yani biliyorum sever.” Unutsam da hatırlamıştım. Zihnimin derinliğinde bana da sevdiren oydu.

“Rahmetli anneciği çok güzel yapardı ah Nil’im.” demesi ile elimdeki tabağı masanın üzerine bıraktım. Ne annesi mi?

“Rahmetli a-annesi mi?” sesim titrerken ellerim de titremeye yüz tuttu. Fotoğraftaki annesi vefat mı etmişti?

“Ahh, keşke o da görseydi bu günleri. Seninle tanışsaydı çok severdi. Bundan adım kadar eminim ama işte o elim kaza onu bizden aldı. Ali’min mutluğu ilk defa onu bu kadar huzurlu görüyorum. Senin yanında çok mutlu, sizin adınıza çok mutluyum.” diyerek gözleri dolan Ülke hala ile yüzüne bakakaldım. K-kaza, kaza mı geçirmişti. Midem yanıyordu, sanki karnımın üzerindeki yanığımın sızladığını fark edip orayı bulduğunda duyduklarımı sindiremedim.

Gözlerim yandı, bu nasıl olurdu? Rüyamdaki o güzeller güzeli kadın, Ali’nin annesi nasıl vefat ederdi.

“Ben b--ben çok üzgünüm yani...iyi misiniz? Özür dilerim.” Annesi vefat etmişti, yüreğim yandı. Bu düşünmek istemediğim bir düşünce iken duyduklarım ile yüreğim ateş aldı. Ali, sen neler yaşamıştın, bunları yaşarken ben neredeydim? Bu hikayenin ben neresindeydim ki unutmaya yüz tutmuş zihnim hatırlamama izin vermiyordu.

Ben çok üzgündüm, bu nasıl olurdu, geçmişte mi olmuştu, dilim tutuldu. Yüreğim daha da yandı. Rüyamda oysa ne kadar gerçekti. Ne kadar mutluyduk küçükken.

“Yok kuzum özürlük bir şey yok. Bana arada vurur böyle. İyiyim, size baktıkça da daha iyi oluyorum. Sen yeter ki Ali’yi sevmeye devam et. Onun gülen yüzü senin yanındayken daha da mutlu oluyor. Bunu gördüm, birbiriniz sakın bırakmayın.” derken akan bir damla yaşımı hızlıca sildim. “Hadi Ali şimdi gelir bizi böyle görmesin, sen bunları içeriye götür kuzum, gerisini ben hallederim.” dediğinde arkasını dönünce seslendim.

“Ülke hala.”

“Söyle canım.”

Gözleri buğulanmış bana bakarken kendimi sıktım. Sanki içimden bir düğüm halat kopmuştu. Ali’nin sebebi bu olabilir miydi? Annesini kaybetmişti, kalbim üzüntüsü ile dağlanırken kendimi konuşmaya zorladım. “Ben, üzgünüm. Ben çok özür dilerim.” dedim her şeye rağmen. İçimdeki ırmak duyduklarım ile taşmıştı. “Ne yapıyorsam sevmekten ben çok üzgünüm böyle olsun istemezdim. Böyle olsun hiç istemedim.”

Sözlerimi hüznüme boğdu ama gerçek farklıydı.

“Senin bir suçun yok canım, sizin hiçbir suçunuz yok. Nil’im gitti ama bak bize seni getirdi. Güzeller güzeli bir kızım daha oldu. Hadi Ali, bizi böyle görmesin, sen git bende birazdan gelirim.” diyerek gülerken aslında gözlerinin kızarıklığı belli oluyordu. Gözleri minicik kalmış yaşları tutarken titreyen elimi sakladım. Ellerim onun ellerini ararcasına ihtiyaçla nüksetti. Bağımlı gibi onun sıcak ellerini arıyordum.

Ali’yi görmem gerekiyordu. Hemen şimdi vakit kaybetmeden.

“Tamam,” elimdeki tatlı tabağını alıp dalgınca dışarıya götürdüğümde karşımdaki Ali’yi son anda fark ettim. Gözlerim ilk defa bu kadar gözlerine bakmak istedi ve baktım.

Konuştuklarımızı duymamıştı ama yüzüme baktığında bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Elimdeki tatlı kayarken onu tutup aramızda eli elime dokundu. Ellerim ellerini hiç bu kadar aramamıştı.

Çenem sanki kilitlenmişti.

Ali, neden yanında değildim, neden acını paylaşmadım. Başımı çarpsam hatırlar mıydım? Bu kadar içimde olup ben nasıl seni unuturdum? Gözlerim donukça baksa da yüzümdeki ifade ile gözleri endişeyle soludu. “Bal, iyi misin? ver ben taşırım.” diyerek elimdekini alırken ben hala yüzüne bakıyordum.

“Ali” dedim usulca. Anladı, anlıyordu. Biliyordum belki tartışıyorduk ama bu gözler beni anlıyordu. Canım yandı. Anlaşılmak ilk defa bu kadar canımı yaktı.

“Alisya, iyi misin? neden öyle bakıyorsun bir şey mi oldu, bir yerin mi ağrıyor.” diyerek endişeli sesi omzumdan arkaya bakarken devam etti.

“Gel şöyle,” tabağı bırakıp tekrar beni belimden tuttuğunda yönlendirmesine izin verdim. Salona geçtiğimizde yakındaki koltuğa oturttu. Neden bütün duygularım vücudumda ona baktığımda anladım. Benim duygularım esiri ve özgürlüğü onun yeşil gözleriydi ve ben ona esirdim.

Önümde diz çöktüğünde saçımı kulağımın ardına iliştirip konuştu. “Anlat bana ne oldu? Halam mı bir şey dedi, canını sıkacak bir şey mi oldu?”

Başımı iki yana salladım. Gözlerim doldu, boğazıma oturan sancılı güneşi yutamadım. Mideme doğru uzanan yangın annesinin kaybıydı. O fotoğraftaki kadın çok gençti. Yoksa Ali o küçükken mi kaybetmişti? Çok küçükken ne kadar küçüktü, kaç yıldır anne hasreti çekiyordu bu gözler?

Kalbim korku ile çarptı.

“Bekle hemen geleceğim.” dediğinde hızlıca serçe parmağını tuttum. Yanımdan gitmesini istemiyordum. Sıkı sıkı tuttuğum serçe parmağına baktı. “Bal, hemen geleceğim.”

Eli elimin yüzeyini sevdiğinde dizlerini yerden kaldırdı. Elim istemsiz parmağından ayrıldığında dizlerimin üzerine kondu. Çok olmadı gözlerim halıda kalırken Ali, elinde bir bardak su ile gelip tekrar önümde diz çökmesi ile titreyen dizlerimi fark ettim.

Dizlerim titriyordu ama ben çok üzgündüm.

Ali, bakışlarıma baksa da titreyen dizlerimi titreyen ellerimi gördü. Bu acizlik miydi? titriyorlardı işte durduramıyor sakinleştirici alıp bastırmayı seçiyordum ama sanki dizlerim yemin etmiş gibi titremeye devam ederken Ali, elindeki suyla önce sol elimi kavradı.

Sıcacık avcuna düşen soğuk ellerimi baş parmağı ile kavrayıp açarken yutkundum. Suyu parmaklarım ile tutmak için ellerinin biride diğer elimi, dizlerimden aldığında su bardağını kavrayan elime doğru uzattı.

Ellerim, ellerini tanıdı.

Titremeyi bıraktı.

“İç, nefes al ve iç. Sorun yok, iç bal.” demesi ile bir yudum sudan aldım. Sormadı sadece iyi olmadığımı gördü. Soramadım alacağım cevaptan çok korktum.

Elleri sanki gözlerime bakıp izin beklercesine titreyen dizlerime doğru indiğinde iki avcu diz kapaklarıma kapandı.

Dizlerim, ellerini tanıdı.

Titremeyi bıraktı.

Bunu nasıl yapıyordu bilmiyorum ama ben göğsümdeki o taşın ikiye bölünmesinden çok üzgündüm.

Gözlerim gözlerine doğru çıktığında suyu dudaklarımdan çekip usulca konuştum. “Çok mu acıdı,” dedim gözlerine bakıp. Yeşillerinin içindeki zeytin tanesi büyümüştü.

“Ne, acıdı mı?”

Titrek bir nefes aldım. “Ali, çok mu acıdı, bana söyleyemeyecek kadar çok mu kötü acıdı.” dedim yüreğime yumruk atarcasına.

Gözlerim doldu, gözleri kızardığı anda dizlerimdeki dokunuşları sıkılaştı ama asla canımı yakmıyordu. Sanki ben onun ellerinden nasıl güç oluyorsam bilmiyorum sanki oda dizlerimden güç almak istercesine varlığıma ihtiyacı varmışçasına dokunuyordu. Dizlerim ah o dizlerim, değdiği ellerin avcunu her titrediğinde artık arayacaktı. Onun bağımlısı olmuştum.

“Alisya.”

Adımı söylerken sanki boğazı düğümleniyordu. Yutkundum, sanki bir şey boğazımdan akmıyordu. “Sadece, bilmek istiyorum, sonu çok mu kötü?” dedim kaçırdığı gözlerine bakmak için başımı omzuma yatırıp.

Gözlerime sanki beni anlar gibi bakarken ne diye sormadı gözleri ışığını kaybetti.

“Evet.” dedi sessizce. Duydum bir daha yandı içim. Başımı ağırca salladığımda bardak tutan elim aralandı. Kendime gelmem gerekiyordu. “Anladım…iyiyim sadece başım döndü. Sabah yemek yememiştim.” dedim usulca.

Bakışları yüzümde dolanırken endişeyle soludu. “Alisya.”

Bakışlarımı kaçırdım. Yalan söylemek çok zordu hele ki onun gözlerine bakarken. En iyi bildiğim yolu yaptım, kaçtım.

“Yemek yersem geçer. Ben bir Ülke halaya bakayım.” diyerek yanından ayrılırken yüreğimi yanında bıraktım. Belki ben değil de o yanında kalıp ona sahip çıkardı.

İzin verirdi belki yüreğimi tutmaya.

Hızlıca girdiğim alt kattaki lavabo ile gözlerim yandı. Annesi vefat etmişti bu nasıl olurdu? Kalbim varlığını belli edercesine göğsümdeki kaburgalara çarptı.

Başıma giren ağrı ile yutkundum. Sanki etrafımda siren sesleri dolanıyordu. Zihnimdeki parça parça karaltılar ile gözlerimi kapatıp bekledim. Siren sesleri çoğalırken lavaboya gidip siyah mermere tutundum. Zihnimde bir ambulans sesi çalarken nefes nefese sesler kulağımda çağıldadı. Sanki birisi beni bir yere götürüyordu. Birisinin kucağındaydım. Babamın hayal meyal yüzü ile elim başıma gitti.

Farklı bir an daha geldi gözümün önüne. “Uyu, uyursan geçecek. Ben yanındayım, uyu.” diyen kişinin sözleri kısıkça kulaklarıma dolduğunda mermer taşı sıktım.

Kim olduğunu bilmiyordum ama bir aracın içinde elimi sıkıca tutuyordu. Kulağımdaki çınlama ile aynaya baktım.

Baba umarım böyle bir şeyde işin olmazdı. Ben, buna dayanamazdım. Ben, böyle bir duruma nasıl dayanırdım. Hele ki Ali, buna nasıl dayanmıştı? Canı çok yanmış mıydı? Yüzüme soğuk bir su ile ıslatıp tekrar aynaya baktım.

Kağıt havlu ile yüzümdeki fazla suyu alıp derin bir nefes alarak dışarıya çıktım. Yüreğim ikiye bölündü, yalan değildi. Acısı gerçekti ve buna göz yumamazdım.

Bu böyle gitmezdi bana anlatmıyordu, onu tutan bir şeyler vardı. Bunu gözlerindeki acıdan anlıyordum. Yalan değildi, sevmeyen bir insan böyle bakmazdı. Sanki bir şeyi kaybedecekmiş gibi yüzüme bakıyordu. Sanki ellerinden bir şeyi çekip koparacakmış gibi hüzünlü bakıyordu yeşilleri elalarıma.

Derin bir nefes alıp kendimi tutarak adımlamaya devam ettim. İçeriye geçip Ali’nin yanına ama koltuğun diğer ucuna oturdum. Kendimi suçlu hissediyordum.

Ali, hissediyor musun? Benden sana akan bu ırmak, senin yoluna olmuş kurban. Ben bunu gözlerindeki kızıllıktaki acının yükünden anladım. Benim yolum en başından senin içinmiş benim yolum sadece sanaymış. Ben bu yüzden bu kadar acımışım.

Gözleri bana dönmezken yüzüne baktığımda mutfaktan çıkan Ülke halayı gördüm.

Çalan kapı sesi ile içeri girmeden arkasını döndü. “Baban ve Asya gelmiştir ben kapıya bakayım.” diyerek giden halası ile önüme döndüm. Ali’nin bana dönen gözlerini üzerimde görsem de geri dönemedim. Eğer bir daha bakarsam ağlardım.

Yine öfkeme tutundum, öfkem kırıktı ama ona tutundum. Salondan içeriye giren Asya, beni görmesi ile kollarını boynuma sararken gülümseyip bende kollarımı ona doladım. “Hoş geldin, dersim çok geç bitti yoksa bende erken gelecektim, iyi ki geldiniz.” derken sıkıca sardığı kolları ile tebessüm ettim.

“Asya tamam kız boğuldu, bırakta bir nefes alsın.” diyen Ali’nin gözlerine baktım. Asya’nın kolları benden çekilirken nefes aldım. Çok cana yakındı. Asya ise abisinin bu tavrına aşina gibi dudak büktü.

“Aman, yemedik biricik sevgilini.” diyerek bana göz kırparken güldüm. Asya şen şakrak çok tatlı bir kızdı. Abisinin nazarına.

“Asya.” Ali’nin uyarı sesi ile Asya aldırmadan ona da sarıldı. Ali, öylece kalmazken kollarını sırtına doladı. Ah güzel bir görüntüydü, o an, abimi özlediğimi fark ettim. O gece konuştuktan sonra yanımdan gitmiş eve gelmezken aradığımda işlerinin olduğunu söyleyip kapatmıştı. Bir daha da ona dönmezken gülümsediğimi fark ettim. Ne kadar içimde tutsam da yüzümdeki mimikleri bazı anlar kontrol altında tutamıyordum.

Ali’nin bakışları gülüşümde kalırken öylece kaldım. Saklamadım bu sefer gülümsemem devam etti.

“Gel seni de özledim abicim.” diyen Asya’nın, kısa saçlarını seven Ali’nin sitemli sesini duydum. “Daha iki gün önce konuştuk.”

“Olsun,” derken bende Ali’nin babası Behzat Bey ile göz göze geldim. Bana ilk gün nasıl geldiysem yine öyle bakıyordu.

“Behzat Bey, merhaba.” diyerek elini öpüp geri çekilecekken sarılması ile bende kollarımı sardım.

“Alisya, hoş geldin kızım.” baba sıcaklığı ile tebessüm ettim. “Hoş bulduk efendim.”

“Hadi sofraya geçelim orada sohbete devam ederiz.” diyen Ülke hala ile hazır olan sofraya karşılıklı oturduk. Masanın başına Behzat Bey otururken yanına Ülke hanım onun yanına da Asya oturmuştu. Ali, sağıma bende onun sol tarafına oturmuştum.

Yemekler hazırdı. Ülke hanım çorbaları koyduğunda kaşığı sessizce elime aldım.

“Eee anlatın bakalım, bu güzel birlikteliğin başlangıcı nasıl oldu?” diyen Asya ile bakışlarım onu buldu.

“Asya.”

“Ne merak ediyorum,” abisine aldırmadan bana bakarken “Şirkette tanıştık ben sizin şirkete stajyer olarak girmiştim. Yani o şekilde oldu.” diyerek mırıldandığımda Asya’nın gülen yüzü arttı.

“Yaa ama siz çok tatlısınız. En çok ben sevindim, gelene kadar meraktan çatladım.”

Behzat bey, gülen gözlerle bakıyordu, sanırım Ali evdekilere bir şey söylememiş yine sahte evliliğimizi kimsenin bilmediğini tasdiklenmişti.

“Sadece Asya değil, bizde çok sevindik. Ama bu, bu şekilde olmaz. Alisya kızım sen ailene haber ver bir de biz oturmaya gelelim.” demesi ile başımı Behzat beye çevirdim.

“Peki Behzat bey.”

“Bey’i kaldıralım artık aile olacağımıza göre, amca senin için nasıl olur?”

“Güzel olur, Behzat amca.” Dedim gözlerimi kaçırıp. Sanki her şey anlımda yazıyordu ve bana bakan herkes bunu kolayca okuyor gibi hissediyordum.

“Ülke, görüyor musun artık Ali’nin evliliğini görecek gibiyiz. Hem de bu kadar süre sonra.”

Sesi neşeyle devam etti. “Özgür ile konuştum, evlilik kararınıza elbette saygı duyuyorum. Geç değil tam vakti olmuş sanırım dostum ile bir de dünür olacağız.” Diyen Behzat amca ile yanımda bir kıpırdaşma oldu.

“Ya dost.” diyen Ali’nin kısık sesi ile bakışlarım ona döndüğünde elini yumruk yapmış dizlerinde sıkarken gördüm. İçim düğüm düğümdü. Bilmediğimiz şeyler vardı, aklıma gelen düşünceler benim sonum oluyordu. Babam kimseye zarar vermezdi bir karıncayı bile incitmiş değildi.

Bir halt bilmediğimden neyi savunacağımı bilemiyordum. Asya’nın sesi ile gözlerimi Ali’nin elinden çekmek zorunda kaldım. “Dost mu, nasıl yani, baba sen Alisya’nın babasını tanıyor musun?”

Evet o kadar tanıyorlardı ki yıllardır bunu saklamışlardı.

“Elbette, Özgür ile yıllara dayanan bir dostluğumuz var.”

“Baba bize hiç bahsetmedin, keşke Alisya ile önceden tanışma fırsatımız olsaydı.” Diyen Asya ile Behzat beyi bakışları Ali’yi bulduğunda bazı şeylerde yerine oturdu.

Behzat bey de unuttuğum hafızamın geçmişini biliyordu. Behzat beyin arada dalan gözleri uzaklara dalsa da bizi gördüğüne sevinmiş gibiydi ama fazlası ile de düşünceliydi. Asya’nın sözleri ile daldığım dünyadan dışarı çabucak atıldım. “Ne kadar güzeller, keşke annemde burada olsaydı.” demesi ile yutkundum. Nil Arıkan, keşke. Keşkeler nedendir bu kadar acıdır. Acıtıyordu, keşkelerin yokluğu.

Ellerim dizlerimi bulurken titremeye yüz tuttu. O an hiç olmayacak bir şey oldu. Bir el usulca elimin üzerine doğru kapandı. Kalbim çarpmayı bırakmadı ona koşuyordu, koşulsuz şartız. Elindeki kalbimi şekillendirip yüreğine sığdırıyordu.

Ali’ye kayan bakışlarım anlık değse de gözlerimi ileriye doğru çevirdim. Elinin ellerimde olduğunu kimse görmüyordu. Titreyen ellerimi rahatlatmaya çalıştım.

Masadaki sessizleşirken başımı eğdim. Kendimi suçlu hissetmekten geriye gidemiyordum, o gün ne yaşanmıştı da bu aile dağılmıştı. Araya zaman girmiş anıları silmişti?

Ben, bunu çözmeliydim böyle yaşayamazdım. “Alisya odamı görmek ister misin?” diyen Asya ile başımı kaldırdım.

“Dur bir kuzum yemeğinizi yiyin, bakın bu mantıyı Alisya, yaptı.” diyerek konuyu dağıtan Ülke hala ile tebessüm etmeye zorladım.

“Ciddi misiniz?”

“Evet, hatta abinde yardımcı oldu.” Eline aldığı telefonu ile başını çevirdiğinde Asya’nın kahkahası ile başımı salladım. “Şaka yapıyorsun hala, abim mantı mı açtı, yok artık.”

“Ne o küçük hanım beğenemediniz mi?” diye konuşan elleri elimde Ali ile biraz daha rahat olmaya çalıştım.

“Ah Ülke bir alemsin. Oğlum, cidden sen mi açtın?” Behzat beyde gülümserken mantıdan bir kaşık aldı.

“Baba, yok öyle bir şey halam abartıy…” sözünü bitiremeden halası elinde telefonu sallayınca gülerek başımı çevirdim. “Lanet olsun, bir fotoğrafımız eksikti, Hala sakın gösterme.”

Elini uzatmaya çalışsa da yetişemedi. “Niye, baksana Asya hallerine. Ali’yi ilk defa böyle görüyorum. Ben artık kuzularım ile mantıcı dükkanı bile açarım. Şunların haline bak.”

Utançla yanaklarım kızarırken başımı yanımdaki Ali’ye döndüremedim. Bakışlarının yoğunluğunu üzerimde hissederken bu çok zordu.

“Yaa çok tatlısınız.”

“Dimi, ne tatlıyız ne tatlı! Hala, bak sakın hiçbir yerde paylaşmıyorsun yoksa bozuşuruz. Asya sende gördüğün o görüntüyü aklından siliyorsun.” diye çatılan sesi ile konuşan Ali ile gülümsedim. Resmen açtığı görüntüleri unutacağımızı söylüyorsa yanılıyordu.

Duraksadım, bunları da unutmazdım değil mi? Yok hayır unutmazdım.

“Aman abi ya, iki gülemiyoruz diyeceğim ama çok komik, ahahah.” diyerek telefonu bize doğru gösteren Asya ile dalgınca fotoğrafımıza baktım. Ali uzanan telefonu alacakken Asya kendisine doğru çekip kurtardı.

“Gel buraya cimcime.”

“Artık cimcime değilim, ben artık üniversite ikinci sınıfım. Yani artık o kelimeyi kullanamazsın abicim.”

“Bu benden küçük olduğunu göstermez cimcime. Unutuyorsun o resmi.”

“Hala bir şey de abime.”

Aralarındaki didişmeler ile gülerken durgunlaşsam da keyifle yemeklerden yedik. Uzun zamandır sofrada bu kadar güldüğümü bilmezdim. Çok keyifliydi, her şey sanki o an unutulmuştu. Zihnime çektiğim perdeyi örtmüşüm gibi sakindi.

Ali ise en çok yaptığımız mantıdan, yerken eli elimde kalmaya devam etti. Ben mi ben ise elini çekmedim. Ne kadar kendime kızsam da titremelerimi durduruyordu. Durdurmuştu, bana kalırsa hep durduracaktı.

Belki yanlıştı belki çekmek istemedim ama yemek bitene kadar eli elimin üzerinde sıcak tutmaya devam etti.

Bu aramıza çektiğim ilk perdeyi salladı.

Yemekten sonra kahve içmek için salona geçerken usulca koltuğa oturduğumda Ali’de yanıma oturdu. Dizi dizime çarptı. İçimde bir kıvılcımı tuttum. Daralmıştım göğsümde bir çarpıntı vardı, Ali’nin, bakışları ile gözlerimi kaçırdığımda bunu gördü. Elim hızlıca boynuma doğru gittiğinde hala onun saçımı bağladığı şekilde duran saçlarım ile duruyordum.

Elim boynumda istemsiz öptüğü yeri yoklarken göğsümü şişirip hızlıca ayağa kalktım. Evin içinde sanki hiçbir yere sığamıyordum. Ayağa kalkınca bana dönen bakışlar ile “Şey ben lavaboyu kullanayım.” dedim hızlıca.

“Geleyim mi?” diyen Ali’nin sesi ile bakışlarımı ona dokundurmayıp “Yok ben kendim giderim.” diyerek diğerlerinden ses gelmediğinde bende alttaki lavaboyu değil de üstte bulunan lavaboya doğru yol aldım. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı çarparken adımlarım birbirine dolandı.

Ne oluyordu bana böyle, çarpıntım ile lavaboya girecekken kolum hızlıca tutulması ile adımlarım sendeledi.

Sırtım beyaz duvara çarptığında bir beden önüme set gibi gerildi. “Alisya.”

“Ben,” dedim gözlerimi kaçırıp. Sanki her şey yüzümde yazıyordu ve beni görünce bir kitap gibi okumasından korkarak ileriye bakmayı sürdürdüm. “Yüzüme bak lütfen.”

“Bakmayacağım, çekil.” Bir adım yana kayınca oda kayıp tekrar önüme biraz daha yaklaştı. “Bakmanı sağlasam.”

“Bakamam çekil önümden lavaboya gideceğim.”

Boynum yanıyordu, bir sıcaklık vücudumu talan ederken buradan gitmek istiyordum.

Lanet olsun gitmek hiç istemiyordum.

“Yüzüme bakarak söylersen çekilirim.” diyen kuzguni sesi ile bakışlarımı ileriye götürdüm ama gözlerine dokundurmadım.

“Anlamıyor musun, çekil diyorum sana.” dedim nefes nefese solurken. Kalbim allak bullak olmuştu. Bakışlarım gözlerine çıkmadı sadece dudaklarına dokunduğunda, dudaklarımı ıslattım. Kalbim çıldırmış gibi atarken yutkunuşumda çığlıklar vardı. İstediği çığlığın pareleri gözümün önündeki narelerdi.

“Bak bana.” diyen sesi ile başımı gözlerine doğru çıkardığımda hızlıca dudaklarıma kapanması bir oldu. Bu bir devrim bu bir ihtilaldi. Nemli dudakları alt dudağımı kavradığında sırtımı duvara yasladım. Gidecek yerim yoktu. Dudaklarımdaki baskısı ile kirpiklerimi oynattım.

Sert, hoyrat öpücüğü ile gözlerine bakarken kirpiklerim kamaştı. Yeşilin içindeki siyah göz bebeği büyürken baskısı daha da arttı. Bedenim bedeni altında ezilirken göğsüm göğüs kafesinde yer edindi. Dudaklarımın hareket etmediğini görünce bir eli hızlıca beni kendine yaslarken sertliği ile dudaklarım aralandı. Onu hissediyordum. Onun bedenini hissediyordum ve bu çok fazlaydı.

Duvar ile arasında çırpınan bedenim istekle ona çekilirken kendimi tutmaya çabaladım. Üst dudağımı hoyratça öpmeye devam ederken hareket etmeyen dudaklarım anlık bir hareket ile kendini bıraktığında dudaklarının da anında kıvrıldığını hissettim.

Gülümsemişti. Bir dokunuşum ile gözlerindeki siyahlığın titrediğini gördüğüm de ise gözleri hızlıca kapandı.

Gözlerini benden kaçırmıştı.

Gözleri kapanırken benimde gözlerim onunla beraber kapandı. Kendimi bir günaha daha bıraktım. Sonunda pişman olacağımı bile bile dudaklarımı araladım. Dudaklarının arasına, alt dudağımı alıp ısırdığında ufak bir inilti sesim ile elleri hızlıca yanaklarımı kavradı.

Sanki hiç yakın değilmişiz gibi biraz daha yakınama geldiğinde bayılacağımı hissettim. Parmakları yüzümün her yerinde gezinirken ağzımın içinde bir cümbüş vardı. Dudakları hızlıca üst dudağıma geçerken sanki rüyadan kaybolacak gibi hızlıydı.

Elim usulca sakallı yanağını bulduğunda dilini ağzımın içinde hissettim. Beni hoyratça öpmeye devam ederken sanki hiçbir şey yetmiyor gibi birbirimizi öperken aklımı yitirdim.

İki yanımda duvarda duran ellerim gömleğinin yakalarını kavradığında başımı sağa doğru eğdi.

Orada dakikalarca öpüştük. Evet öpüştük. Aşağıda ailesi vardı ve biz yukarı da ne yapıyorduk. Bu yanlıştı, yanlış içindeki tek doğru gibi hissettirse de dudaklarının hareketleri yavaşlamaya başladı. Ellerim yakasından yanağımı bulan bileklerine gitti.

Çekileceğimi anladı, kollarının baskısı sıklaştı. Nefesim son demlerini çekerken ıslak dudaklarıma son bir buse kondurup alnımı alnına çarptı.

Sanki hatırla diyordu, unutma diyordu. Nerede olduğumuzu kavramam geç olsa da gözlerimi aralayıp yüzüne baktım. Aklım başıma gelirken alt dudağımı talan eden dudaklardan nefes nefese çekilerek elimi göğsüne koydum.

Biz ne yapıyorduk burada, ben nasıl karşılık verirdim. Nefes nefese soludum. “Öpme beni.” dedim kısık bir sesle. Sanki az önce karşılık vermeyen ben gibi kaçtım. Elim göğsünün altında vuruşlarını hissedince yutkundum. Kalbi körüklercesine çarpıyordu. Elimin orada olduğunu unutmaya çalışıp gözlerine baktım. “Beni öpemezsin, böyle anlaşmadık.”

Başım inkar ediyordu ama dudaklarımdaki ıslaklık onun dudaklarında parlarken gözlerimi aşağılara indirmedim. Bakışlarında kurnaz bir his yandı geçti.

“Anlaşma iki taraflı olur bal. O sik*k dosyadaki her bir madde için seni öpeceğim. Hatta daha fazlası.” derken gözlerime baktı. Elim göğsündeki kemiğe battığında olmayan yerde biraz daha arkaya doğru kaydım.

“Dur tamam mı dur. Böyle olmaz, hayır. Bu yanlış bu olmamalıydı unut bunu.” dedim soluk soluğa daha fazlasını isterken.

“Asla, seni öptüm sen de beni. Ölsem unutmam.” dediğinde başını çevirmesi ile adem elması oynadı. Alnın kenarındaki kırmızı yeşil bir damar peyda olurken bakışları tekrar bakışlarımı buldu.

“Bana tekrar güvenmeni sağlayacağım, göreceksin.”

Sözleri bir yemin gibi gözlerinden geçerken kaşlarım büküldü. Kalbindeki atışlar gerçekti, avcumun içinde atıyordu. Neye inanacağımı şaşırırken başımı eğdim. “Ali. Olmaz.”

Derin bir nefes ile yüzüme bakarken sanki öpen ben değilmişim gibi gözlerimi kaçırdım.

“Tamam. Buna da tamam.”

Kasılan çenesi sanki ağzından çıkanları törpülerken gözlerine baktım. Elime inen bakışları ile elim usulca yere doğru çekecekken elimi hızlıca bileğimden kavradı. Elim aramızda kalırken baş parmağı ile elimin içini okşadı. Uzun ince parmakları bileğimde dolanırken baş parmağı halka gibi elimin içinde gezindi.

Bu hareket istemsiz uykumu getirirken hareketi yavaşladı. Gözlerime bakan gözlerinde bu sefer bir karar vardı. Orman yeşili bir karar.

“Ama, sen beni gelip öpünceye kadar seni öpmeyeceğim. Buda sana benim sözüm olsun Alisya. Evlendiğimiz akşam, sen gelip beni öpeceksin. Bu da sana yeminim olsun benim güzel balım.” diyerek elimi aramızdan çekip bir adım geriye çekilirken zorlandığı belli oluyordu.

“Öyle bir şey olmayacak bu yanlıştı, unut bunu.” dedim yerimde elinin sıcaklığı kalırken.

“Seni tekrar inandıracağım. Güvenini kazanacağım.” O gözlerinde gördüğüm küçük umut parçasına parlıyordu. “Gözlerinde gördüm, o umut parçası benim umudum. Onu, elimden alamazsın.”

Gözlerine bakmadım. “Yanlış görmüşsün yok öyle bir şey.” İnkarım boşa olsa da kendimi kandırdım.

“Gördüm. Bana inanacaksın, her şey için.” dediğinde usulca yana kaydım. “Öpmeyeceğim ne şimdi ne de o gün.” Sözlerim ile adımları bir adım daha üzerime gelirken gözleri ile bakıp dudakları ile konuştu.

“Evlendiğimiz gün.” dedi kendinden emin bir sesle.

“Hayır, kandır kendini.” dediğimde güldü. İçimden bir ses daha fazlası olacak dese de onun sırıtan yüzüne bunu yapmayacaktım. İnkar ettim.

“Öpmeyeceğim. Ne şimdi ne de o gün.”

“Göreceğiz.” diyerek rahatça geri çekilince elimi nereye koyacağımı şaşırdım. “Ben halama bakayım malum burada ikimizi yalnız düşünmesin, anlarsın ya.” diyerek göz kırptığında gözlerim büyüdü. İrice açtığım gözlerim ile gülüşü çoğalırken çatık kaşlarımı kıstım.

“Defol.” Dedim sinirle.

Benim nazarıma onun keyfi bir hayli dört köşe olurken elindeki saati gösterip “Zamanında olacak.” diyerek beklerken kalbim dört nala çarparak lavaboya hızlıca girdim. ben ne yapmıştım ya. Onu öpmüştüm,

“Off, böyle olmamalıydı ya böyle olmamalıydı. Nasıl öpersin sen nasıl ya. O sözleşmenin üzerine bir de!”

Aynada kendime sinirlenirken elim varlığı ile avcumu kavradı. Bu yaptığı hareket çok tanıdıktı. Sanki daha önceden de elimi böyle kavramıştı.

Kendime gelip lavabodan çıktığımda bu sefer sağımda ya da solumda onu göremedim. Bu iyiydi ama kendi tabumu böyle kırdığım için göz yaşlarım ardımdan bakındı.

Seni kandırdı yine kandıracak inanma ona. Sana yalanlar söyledi inanma ona. diyen gözyaşlarımdı. Zihnimden sözleri çıkmazken gözlerindeki bakışlar ile arafta kalarak aşağıya doğru yol aldım. Ya hisleri gerçekti ya da rol yapıyordu. Ama elimin altında atan kalp gerçekti kanlı canlı vuruşları ile beni ormanlarına alırken dalgınca son basamağı da indim.

Ülke hala beni görünce odanın içine doğru ilerledim. “Ben artık müsaadenizi isteyeyim,” derken Ali’den tarafa hiç bakmadan bakışlarımı Ülke halada tuttum.

Ali yerinden kalkıp dışarıya doğru çıktığında herkesle vedalaşıp bende kapıdan çıktım. Aracın içine girip kemerimi bağladığımda ondan tarafa bakmadım. Eğer bakarsam bu sefer ben onu öperdim.

Evin önüne gelip aracın durması ile kemerimi çözdüm. Daha fazla seni zorlamayacağım, iyi geceler bal. Bu gece huzurla uyu çünkü ben öyle yapacağım.” demesi ile bir şey demedim. Kapıyı açıp korumaların yanından geçtim. Yakup abi yoktu diğer korumalar vardı. Tanımadığımdan içeriye doğru girip bahçede ilerlerken dedemi gördüm.

Dışarıda telefonu ile konuşuyordu, beni görünce telefonu kapatıp gülümsedi. Adımlarım korksa da geri durmadım. Gözlerim korku ile kısılsa da karşısına geçip durdum.

Eli usulca bana uzandığını görünce “Eğer, bana dokunursan bu defa susmam dede.”

Koluma bakıp gülerek başını kaldırdı. “Torunum. Buradan def oluyor muşsun ne kadar güzel bir haber aldım bilemezsin. Ne zaman yarın mı? Gözlerim yaşardı bu haberin ile.” diyerek gülerken yüzüne bakıp mırıldandım.

“Dede. Evet evleniyorum, artık kına yakarsın.” Dememle gülen yüzü sekteye uğradı. Korkuyordum dedem beni korkutuyordu ama korkumun önüne cesaret geçiyordu.

“Terbiyesiz! Sen benimle nasıl böyle konuşursun.” diyen çatık kaşları ile sinirlense de damarına bastım. “Dede hatırlıyorum.”

Yüzündeki donukluk artarken arkama doğru baktı. “Ne! Ne diyorsun be ne hatırlaması, gidik kafan yerine mi geldi?”

Dese de yüzünde bir korku oluştu. İşte ben de bundan söz ediyordum. “Diyorum ki,” diyerek korksam da bir adım ileriye doğru gidip sinirli gözlerine baktım. “Eğer bir daha bana dokunduğunu görürsem babama her şeyi anlatırım. Hem de her şeyi.”

“Ne saçmalıyorsun sen, ne hatırlaması.” dese de gözündeki korkuyu görmüştüm bir kere devam ettim.

“Küçükken eski bir kulübe vardı, belki bu hatırlamana yardımcı olur, hatırladın mı dede.” diye yüzüne bakarken kendimi sıksam da güçlü durmaya çalıştım. Ona baktığımda korkum artıyordu ama kendimi aciz göstermek istemedim. Onun karşısında hiç.

Yüzündeki kan çekilircesine bakarken çarpık bir gülüş dudağımın kenarına kondu. “Evet, bende öyle tahmin etmiştim.”

Gülüyordu, beni kandırmak istercesine gülüyordu. “Yanlış yoldasın.” Dediğinde biraz mesafe çenemi sıktım. Beni tehdit ediyordu. “ Evet ama benim seçimim.”

Yüzüne bakmak artık beni sadece korkutmuyor, gergin kuyularımı harabeye çeviriyordu. “Yanlış yollar ölüm getirir torunum dikkatli ol, arkanı kolla.” diyen dedem hızlıca bahçeden çıktığında nefes nefese ben de eve doğru ilerlemeye devam ettim.

Bildiği mi göstermiştim. Beni tehdit etmişti. Yine ölümle tehdit etmişti. Evet, dedem beni öldüreceğini yüzüme haykırırken bu kinin sebebine daha da yaklaştığımı gösteriyordu. O lanet odanın tekrar açık olduğu bir an çekmeceleri açacaktım. Sadece bir ana bakıyordu, onu bekleyecektim.

Çaldığım kapıyı annem açması ile içeriye geçtim. Yüzümü düz tutup tebessüm ettim.

“Kızım hoş geldin.”

“Hoş bulduk annem.”

“Ne oldu yüzün solgun gibi iyi misin?” diyerek elleri yanaklarıma indiğinde gülümsedim. “Sana bir şey söyleyeceğim ama panik yapma.” Dediğimde yüzüme bakması ile devam ettim. “İki gün sonra tanışmaya gelecekler, isteme gibi haber vermemi istediler.” dedim hızlıca.

Elleri yüzümden çekilip telefonuna baktı. “Ne iki gün mü? Nasıl hazırlanacağız. İki gün çok kısa.”

Hızlıca rehbere girdiğinde elini tuttum. “Anne dur sakin ol sadece tanışmak için geliyorlar. Yani bir nevi isteme gibi ama biz bize olacağız.” dediğimde merdivenlerden hızlıca inen Menekşe’nin sesi ile ona döndük.

“Kim geliyor tanışmaya. İsteme mi? Ne istemesi.?”

Annem Menekşe’yi görünce ellerini kolumdan çekerek güldü. “Ahh Menekşe sen de mi buradaydın?” derken alaylı gülümsemesi arttı. “Arıkanlar tanışmaya geliyor.”

“Hangi Arıkanlar.” Çatık kaşları bana dönünce annemin konuşması ile ona döndü. “Kaç tane var ilahi Menekşe. Ali Arıkan dan bahsediyorum elbette.”

Evet an itibari ile düşman hattına bir bomba bırakmıştı.

“Neden ne tanışması olacak ki.” Çatık kaşları sinirle büzüşürken gözlerini benden çekmiyordu. “Alisya ile tanışmaya.”

“Alisya mı, ne demek bu.”

“Alisya Ali ile evlenecekler. Haberin olsun canım.” diyen annem ile yüzüne bakakaldım. Menekşe’nin sinirden yüzü kızarırken üzerime atlayacak gibi bir hali vardı. Gözlerini benden çekmeden güldü. “Tebrik ederim, sonunda başarmışsın, hoş eve atmandan belliydi ne mal olduğun.”

“Ne diyorsun sen be kendine gel.” dedim sinirle. Zaten duygularım gelgitliydi bir de bu sinirle üzerime gelirken tekrar konuştu. “Ben gayet kendimdeyim. Senin kızın güya saf. Yemişim safını. En uyanığımız sizi ayakta uyutmuş be ayakta. Kim bilir kaç gece.”

“Menekşe saçmalıyorsun, kendine gel istersen.”

“Alisya ne diyor bu kız.” diyen annemin sinirli sesi ile ona döndüm.

“Anne.” Konuşamadan araya giren Menekşe ile duraksadım. “Senin kızın elin herifini gece yarısı evine alıyor evine. Gördüm, maşallah kucaklarda geziyorsun. Şaşırttın beni.” demesi ile inkar ettim. Ali’nin buraya girmesi hiç iyi olmazdı.

“Anne yok öyle bir şey uyduruyor.”

“Ben uyduruyorum öyle mi, kendini kandırmaya devam et. Ne haliniz varsa görün.” diyerek giden Menekşe odasına doğru çıktığında annemin bakışlarını görmesem de hızlıca anlatmaya başladım.

“Anne yok öyle bir şey uyduruyor. Ali bu eve gelmedi hele ki…” panikle devam ederken annem kollarını omzuma koydu.

“Tamam kızım bir şey demedim Menekşe gitsin diye biraz çıkıştım. Hem ben Ali’yi seviyorum. Onun kıskandığını görmüyorum mu sandın?” diyerek göz kırparken yüzüne doğru baktığımda sözlerinde ciddi olduğunu gördüm. Ne yani kızmadı mı? İlginç.

“İnanmadın yani onun sözlerine.” dedim emin olmak istercesine. Omzumu sıkıp gülümsedi. “Tabi ki inanmadım. Neyse onu boşver şimdi, yalan yanlış konuşur. Sen takma kafana onu. Ben bu iki günde kıyafet nasıl bulacağım. Hemen ünlü modacımı aramam lazım. Senin fiziğine uygun çok güzel kıyafetler ayarlamıştı. Onları yarın hemen getirmesini söyleyeceğim oyalama beni.” Diyerek yanımdan çekilmesi ile seslendim.

“Anne dur sakin ol daha iki gün var.”

Hızlıca merdivenleri çıkarken arkasını dönmüştü. “İki gün çabuk geçer. Hala oyalıyorsun beni, hadi gittim ben. Alo, Firuzan, evet benim…” diyerek annemde bir yana giderken bende arkasından merdivenlerin yolunu tuttum.

Veee bölüm sonu umut ışıklarımmmm. Diğer bölüm isteme ve bol ihtiraslı kıskançlık sahneleri olacaktır. Sonrası zaten düğün bakalım bizi neler bekleyecek.

Şimdilik görüşürüz.

Hoşçakalınnnn.

 

 

Bölüm : 08.06.2025 20:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...