
BU BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.
İnstagram: Safinaz_Stlm
Takipte kalın canlarr.
Keyifli Okumalar
4.BÖLÜM: ASİSTAN
Sisli Kulvar
Göz çukurlarımda gizli,
Akıtamadığım gizler.
Boncuk boncuk irisler,
Sende saklı sözler.
Bakıpta doyamadığım,
Aldanıp ta kaçırdığım,
Gözlerde gizler.
Alisya AKMAN
Soğuk havayı ciğerlerime bir sünger gibi çekip buharını dışarı verdim. Üstümdeki bu kara toprağı da derin bir nefesle üzerimden atmam gerekiyordu. Hava soğuğun koynunda yüz tutmuştu, yoksa bu kadar soğuk havanın başka bir açıklaması olamazdı. Tanımadığım yabancı ile yollarımızın çoktan ayrılmıştı. Ve nihayet eve varabilmiştim. Sanırım içeri girip ilaçlarımı alsam iyi olacaktı.
Eve doğru geçtiğimde içeri salona girmeden hemen odama çekilip üzerimdeki kıyafetlerden kurtularak hızlı bir duş aldım. Saçlarımı kurutup kıskaçlı küçük bir toka ile saçımı toplayıp arkadan tutturdum. Şimdi de akşam yemeği için aşağıya inecektim. “Gazam mübarek olsun.” diyerek odamdan çıktım.
İçeri, salona girdiğimde herkes bir köşede kendi halinde takılıyordu. Babam, amcam ve dedem yoğun bir sohbetin içinde oldukları uzaktan bile görülse de onları es geçtim. Onların yanına uğrayıp bölmek istemedim.
Yengem ise kızı ile oturuyordu. Ve suratından hiç eksiltmediği pembe ruju ile nur saçıyordu. Annemin yanına oturdum. Sıkıcı akşam anlarımızdan birisiydi. Bir iki saate herkes bir yana dağılırdı. Annemin yanına oturduğumda yanımdaki koltukta oturan Levent abi ile göz göze gelince yüzümü astım.
Gözleri ile anlamsız bakışlar atsa da hemen kafamı çevirdim. Muattap olmak bile istemiyordum. Evdekiler gelmeseydi aramızdaki sorun daha da artacaktı. Özür dileyene kadar da konuşmayı düşünmüyordum. Bana böyle davranmaya hakkı yoktu.
“Kızım, ne yaptın staj işini. Baban bir şeylerden bahsetti.” diyen annem ile bakışlarım onu buldu. “Evet, Arıkan holding ile yarın görüşmeye gideceğim. Kabul ederlerse orada yapacağım stajı.” dediğimde bunu duyan Menekşe de lafa atılarak “Sen mi, bence yapamazsın sana ağır gelir.”
Başımı ona çevirdim. Alaylı bakan gözlerini görünce tam cevap verecekken Levent abinin konuşmasını hiç beklemiyordum.
“Senin gibi her gün avm mi, gezsin? Ne güzel,” Bana bakıp “şimdiden tebrik ederim.” dediğinde bir şey söylememe gerek kalmamıştı.
Yengem ise kaşlarını çatıp “Levent, ne biçim konuşuyorsun, karşında kardeşin var.” bana bakıp “Bir başkası değil.” dediğinde Levent abi omuz silkip telefonuna döndü.
Anneme baktığımda sırıtarak bana doğru eğilmesi ile kulağım onu buldu. “Neyse ki keyfim yerine geldi. Yarın güzel haberlerini bekliyorum, o zaman.” dedi kısıkça.
“Umarım.”
Biraz yanlarında oturduktan sonra dedem ayağa kalkınca bir an göz göze geldik. Yine kaşları çatılmıştı. “Ooo küçük hanım, sonunda teşrif ettiniz, gelmeseydiniz.”
Sözlerine bir şey diyemedim. O sıra babam yanıma gelip beni kolunun altına alıp dedeme bakarak “Elbette gelecek baba, başka yerde mi olacaktı? Benim yanımda olacak her zaman.” diyerek başımın üstüne saçlarıma öpücük kondurup sofraya doğru ilerledik.
Herkes yerine oturduğunda bende babamın kolunun altından çıkıp oturacağım sıra dedemin lafı ile donup kaldım. “Merak etme Özgür, kaçırmazlar.” sözlerini bitirip bana bakıp “Kızını!” dedi sakince.
Ama bu sakinlikte başka bir şeyler vardı. Korktum. Kalbim sanki her şeyi biliyormuşçasına çarptı.
Kızını derken ki sesi tonu tiksinir gibi çıkmıştı. Kalbim bilmediğim bir hisle dolup taşarak dört nala koşarcasına çağladı.
“BABA! Sözlerine dikkat et.” diyerek sesini yükselten babam ile ona baktım. Babamın uzun bir aradan sonra çatılan kaşları ile huzursuzca yerimde kıpırdandığımda diğer yanımda oturan Menekşe ise bana dönüp “Senin yüzünden huzurlu bir yemek yiyemiyoruz.” dedi.
“Benim yüzümden mi? Ben ne yaptım?” dedim. “Dedemi kızdırmaktan bir işe yaramıyorsun.”
Dedem o sıra konuşunca uzandığım çatal elimde kaldı. “Masada sesini yükseltme Özgür, kendine gel karşında baban var.”
“Biliyorum baba, hiç unutturmuyorsun.” dediğinde amcam ilk defa babamla dedemin arasına girip “Bence yemekleri yiyelim, soğutmadan.” dediğinde nihayet iki tarafta susunca bende birkaç yemeği tabağıma aldım.
Aldım almasına da iştahın benden çoktan gittiğini sonradan anladım. Annem sessizliğini korusa da kızgın yüzü ile dedeme bakması gözümden kaçmamıştı.
Kimseye bakmadan birkaç yemekten ağzıma atıp zorla mideme gönderdim. Midemden çıkarmasam iyiydi. Tartışmalara alışsam da ses yükselmelerine hiçbir zaman dayanamayacaktım.
Yemekten sonra annemle, abimi arayıp görüntülü konuştuktan sonra odama geçip tavşan desenli, şapkası da olan pijamalarımı üzerime geçirdim. Dağınık saçlarımı toplayıp kalemim ile tutturdum. Biraz ders notlarına göz gezdirdim. Son sınavlar yaklaşıyordu. Hazırlık yapsak iyi olacaktı.
O sıra telefonum çalınca yatağımın üzerinde bağdaş kurup aramayı cevapladım. Sesimin normal çıkmasını umarak “Efendim.” dedim.
Gülce’nin sesi kat ve kat güzel gelince benimde neşem yerine geldi. Demek ki birilerinin akşamı güzel geçmişti. Biraz konuşup günün kritiğini yapıp kapattığımızda gece yarısı olmuştu.
Fatih ile buluşmaları güzel geçmişti. İkisi adına mutluydum. Umarım böyle devam ederdi.
İleriden pencereme doğru bir ışık süzmesi çarpınca birkaç adımda penceremin yanına vardım. Balkonun kapısını açınca soğuk hava direkt yüzüme çarptı. Bu ıssız yerde bu ışık nerden gelmişti ki? Çıplak bacaklarım soğuk mermere çarpınca, soğukluk içimi cız etti ama durmadım ilerleyip parmaklıklara kollarımı dayayıp etrafta göz gezdirdim.
Sessizlik etrafta kol geziyordu. Bahçede abimle hep kavgasını yaptığımız salıncak gözüme çarpınca yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım. Keşke hep o yaşlarda olsaydık, belki her şey daha çekilir olurdu.
İleriki evin odasının ışığı yanınca irkilip güzlerimi oraya doğru çevirdim. Demek birileri taşınmıştı. Acaba kimdi? Balkona çıkan bir adam görünce gözlerim kısıldı. Gerçekten birisi taşınmıştı.
Üstsüz birini görünce gözlerimi belertip başımı hemen yanıma çevirdim. “Ne yapıyorum, ben.” desem de gözlerim istemsiz o tarafa döndüğümde bir çift yeşil karası gözle göz göze gelmem bir olmuştu.
Cidden, neden içeri girmedim ki ve bunun burada ne işi vardı. Beni görmeyi beklemiyor gibi kaşının biri yukarı kalktı. Sanki oda beni gördüğüne şaşırmış gibiydi. Üzeri hala çıplaktı ama Allahtan altında siyah bir eşofman altı vardı. Üzerimdekilere bakıp dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Sırıtıp dudaklarını kıpırdattı.
“Kimmiş sapık, Sapık tavşan.” diyerek gülerek eve girince ağzımın açılması bir oldu. Yüzüm yavaştan ısınıyordu. Dokunsam alev alırdım.
Perdesini örttüğünde hemen balkonumun kapısını örtüp kilitledim. Bir hışım perdemi çektiğimde kendimi, Hint dizilerindeki gibi perdeye dolayıp boğmak istiyordum. hiç bir şey diyememiştim.
“Yaahh!” perdeyi elimle savurup yatağıma yüz üstü uzandım. “Bula bula yan evimi, buldu? Bir daha yüzüne bakamam, nasılda sırıtıyordu. Sırıtır tabi, offf!” diyerek nefessiz kalınca sırt üstü yatağıma uzanıp yorganımı üzerime attım.
Gözlerimi kapatıp uyuyacakken ışığı söndürmediğimden tekrar ayağa kalktım. “Lanet ışık hep senin yüzünden!” söndürüp tekrar yatağıma uzandım. Düşünmemeye çalışarak uykuya daldım. Yan eve taşınmıştı. Tesadüfün bu kadarıydı.
…
Uyandığımda kabuslardan kendimi zor kurtarmıştım. Nefes nefese sürahiden bir bardak su doldurup kana kana içtim. Yorganımı üzerimden yan tarafa doğru atıp kalktığımda ufakta olsa gün ışığının odama girmesi için perdeye elim uzanınca aklıma dün gece gelince elimi hızla perdeden çekip dolaptan kıyafetlerimi aldım.
Tekrar onu üstsüz görüpte panik olamazdım.
Güzel bir hazırlanma ile hafif bir makyaj yapmıştım. Üzerime ceketimi alıp aşağıya inmek için odamdan çıkıp kapımı da ardımdan kapattım.
Salona doğru girdiğimin de kimsenin olmadığını görmemek beni şaşırtmamıştı. Kabuslardan kurtulduğumda ben de bir gün rahat bir uyku uyuyabilecek miydim, acaba?
Hiç sanmıyordum. Belki bir gün.
Çantamı ve eşyalarımı vestiyere bırakıp bir koltuğa kuruldum. Görüşmem saat on bir de olduğundan uzun bir zaman dilimi vardı. Telefondan birkaç uygulamada gezindikten sonra kapı gıcırtısı ile gelen kişiye doğru baktım. Gelen Levent abiydi.
Yanıma kendini atması ile ona bakmadan telefonumla ilgilenmeye devam ettim. Çok geçmeden sesini duydum. “Hey, konuşmuyor muyuz?” dediğinde ses etmedim. “Peki. Konuşmayalım.” Kulağımla onu duysam da dönüp bakmadım. Belki bunu ufak bir şey gibi görebilirdi. Ancak canı istediğinde bana böyle dokunamazdı.
Ofladı. “Tamam! Özür dilerim, tamam mı? Bir daha öyle yaklaşmayacağım söz veriyorum.” dediğinde ona dönüp baktım. “Söz mü?” gözleri ışıldayarak “Evet, söz.” dediğinde nedense içime işlememişti.
Kolunu omzuma attığında “Eee, bugünkü planında neler var, dışarda bir şeyler yapalım mı?” omzundaki eline kısaca bakıp yana doğru kaydım. Buna aldırış etmese de dik konuma geldi. “Unuttun mu? Dün söylemiştim. Görüşmeye gideceğim.” sanırım dinlememişti ya da önemli görmemişti.
O sıra da salona amcam ve yengem giriş yaptı.
“Aaa, evet, şu görüşme neyse iyi olur. Benimde ufak işlerim var. Sen takıl.” diyerek yanımdan ayrılması ile derin bir nefesle sırtımı koltuğa yasladım. Yanında gerilmekten kaslarım ağrımıştı.
Gelenlerle de muattap olmayarak sofraya geçtim. Annemle babam da sofraya geçip oturduklarında biraz daha rahat hissettim.
Sessiz geçen bir kahvaltının ardından eşyalarımı alıp evden çıktım. Kapıda dedem ve korumasını gördüm. Yanlarından geçip ilerleyecekken “Hiç gurur yok sende, hala bu evde yaşadığına göre, yaşaman bile sorun.” dedi sinirle.
Bu aralar ellerimi sıkmaktan oyuklarım çiziklerle kaplı olsa da dedeme döndüm. “Kulağımda ki kulaklığı yüzüne göstere göstere çıkartıp “Bir şey mi, dedin, dede? Babamı çağırıyorsan birazdan gelir.” dedim kendimi sıkarak.
“Öyle mi, sana…” babam kapıdan çıktığında tekrar kendisini susturdu. “Dikkatli git, ihtiyacın olmasın.” diyerek arabaya bindiğinde, anlamlandırmaya çalıştığım sözlerinin üzerinde, çok duramadan babamda yanıma gelip selam vererek araca bindi.
Neye ihtiyacım olacaktı ki, kulaklıktan dolayı mı öyle söylemişti? Hiç sanmıyordum. Söylediği sözleri duysam da bir şey demedim. Aslında beni bu kadar hor görmesi küçükken annemle babamın boşanacakken benim doğacak olduğumun haberini almalarıydı.
Yani ben böyle biliyordum, anıları hatırlamadığımdan yıllar önce olan bir tartışmayı taşıması çok saçmaydı. Abimden de duyduğum kadarıyla küçükken çok olay dönse de annemle babam bunlardan bize bahsetmiyorlardı. Bu boşanma olayını bilmesem de abimin yanında yaptıkları tartışmaya şahit olmasıydı.
Dedemi ne kadar sevmeye çalışsam da bir ışık göremiyordum. Sorun değildi, varsın beni kötü bilsindi. Düşünceler ile boğuşarak durağa geldiğimde başımı direğe yasladım. Tek tük insanlarda yanımda bekliyorlardı.
Gelen otobüse gideceğim yeri söylediğimde yakın bir durakta indireceğini söyleyerek boş bir yer bulup oturdum.
Kulaklığımdan bir müzik açıp yolu izlemeye başladım. Sahi takside ki yabancı ne yapıyordu acaba?
Başımı camdan kaldırıp hafiften başımı salladım. “Bu şimdi neden aklım geldi ki?”
Kendime kızıp müziğimi değiştirdiğimde “Bana mı dedin, kızım? Kulaklarım biraz ağır işitiyor” diye yanımdaki teyze konuşunca yerimde sıçradım.
“Affedersin, teyze sana demedim.” Elini kulağına götürüp bana yaklaştı. “Ne diyorsun kızım, biraz yüksek sesle konuş.” dediğinde sesimi biraz yükseltince bağırdığımı anlayamadım.
“SİZE DEMEDİM, TEYZECİM.” dediğimde bana bakıp kaşlarını gözlerine indirdi. “Ne bağırıyorsun! Senin karşında sağır mı, var? Ayrıca nerem teyze benim. Daha ben on sekizime yeni gireceğim.” demesi ile başımı çektim.
Yok artık çatmıştık. Bu konuşmalarımızı bütün otobüsün dinlediği homurtularından belli oluyordu. “Evet teyzecim çok gençsiniz.” yüzüme bir çanta darbesi yiyince başım sarsıldı. Cam ile bakışmamı başımdan bir şey süzülmesi bozarken korkuyla elimi akan yere doğru uzattım. Resmen otobüste saldırıya uğramıştım. Umarım bu ıslaklık kan değildi.
Maalesef kandan oldum olası haz etmiyordum. Kokusu beni olur olmadık anlarda geriyordu. O çantada ne vardı da bu kadar başımı yarmıştı.
“Teyze ne yaptın ya, başımı kanattın.” dediğimde başımdan akan her ne ise parmağını uzatıp iki parmağını bana doğru gösterdi. “Çilek reçelim, senin yüzünden kırıldı. Ben şimdi ne yapacağım.” demesi ile elim saçımı buldu.
Ne reçel mi, ben de diyorum bu koku nerden geliyordu?
Cidden sorun reçel mi, Alisya kadının bir dövmediği kaldı. Arkalarda oturan bir kadın hızla yanımıza geldi. Bana bir peçete uzatıp “Kızım kusura bakma annem Alzheimer hastası.” diyerek mahcup bir ifade ile “Kusura bakma olur mu?” dedi.
Annesinin koluna girip oturduğu yerden kaldırmaya çalışıp “Anne hadi geldik iniyoruz.” Tekrar bana bakıp “Tekrar kusura bakmayın” dediğinde hemen konuşup “Önemli değil zaten reçelmiş, siz kusura bakmayın asıl. Kavanoz kırıldı.” dedim.
Çantasını da diğer koluna alıp annesi tuttu. “Hiç problem değil.” diyerek yanımdan ayrılıp otobüsten indiler.
Saçım yapış yapış olmuştu. O reçel o çantadan nasıl başıma döküldüğü ise muallaktı. Kadının verdiği peçete ile saçımdan reçeli tabiri caizse sıvadığımda “Kızım bu durakta in, ileride biraz yürüdükten sonra sağda görürsün zaten.” Diyen otobüs şoförü ile toparlanıp otobüsten indim. Allahtan sadece saçımın ön tutamlarında vardı. Şirketteki görüşme için bir lavaboya girip öyle gidecektim.
Şirketin görkemi uzaktan bile seçiliyordu. İki kulenin birbirine bağlı köprü olduğu alanda bile geniş bir alan vardı. Bu mükemmel bir şaheserdi. Ne kadar yukarı bakarsam bakayım sanki ucu sonu görünmüyordu.
Otobüsten inip buraya adımlamam bile kısa sürmüştü. İçeri açılan dönen kapılardan geçtim. İleride kartla okutulup içeri girilen turnikeler bulunuyordu. Tabi ki ben geçemeyeceğim için danışmaya doğru ilerledim. “Affedersiniz, Behzat Bey ile bir görüşmem vardı, kaçıncı katta acaba?” diye sorduğumda “Randevunuz var mıydı” dedi gözlüğünü burnunun üzerine getirip.
“Evet vardı, saat on bir de.” dedim. Sandalyesinde kalkıp raflarda asılı kartlıktan bir kart verip “Tamam. Bunu üzerinden çıkarma. Çıkışta danışmaya bırakırsın, Behzat Beyin odası on beşinci katta. Sen oraya çık, sekreteri seni bilgilendirir. Yan taraftaki asansörleri kullanabilirsin.” dedi hızlıca.
“Teşekkür ederim, iyi günler.” diyerek turnikeden kartı okutup geçtim. Asansörlerin olduğu alana ilerleyip ilerlememek arasında kaldım. On beş katı çıkamayacağım kadar fazlaydı. Hadi bakalım, yürürken bir asansörün açık olduğunu görüp adımlarımı hızlandırdım.
“Pardon, acaba asansörü tutabilir misin…” demeye kalmadan yüzüme kapanacakken bir el asansörün ortasında kaldı.
Asansörün kapıları iki yana sanki ağır çekimde açılarak içinde ki kişiyi görmemi sağladı. Görmeden çenem benden önce davranmıştı.
“Teşekkür eder…” devamını getiremeden sustum. Asansörün içindeki o adamdı. Birbirimize bakışımız ise hiç iyi değil. O sanki beni bir kez daha gördüğüne sırıtırken bense nerden çıktığı ve neden karşılaştık sorusu ile boğuşuyordum.
“Yine karşılaştık, bal yanak.”
Keskin koyu yeşil gözleri ile beni kıskacına alırcasına “Yoksa, sapık tavşan mı, demeliyim?” Tam ağzımı açıp öyle bir şeyin olmadığını söyleyecekken “Kederin bir oyunu mu?” diye arabesk bir şarkı arka fonda çalmaya başladı.
“Ne” dedim. “Kusura bakmayın benim telefonum.” yanımdan gelen kişinin sesi ile irkildim. Daha asansöre adım atamamıştım. Yanımda yüzünü görmediğim erkeğin sesi ile ona dönecekken o benden önce davrandı.
“Alisya, sen misin?” diyerek birden beni kollarının arasına alması ile elim hava da kaldı. Bu ses çok tanıdıktı.
“İnanamıyorum! Bahadır, buradasın, ne zaman döndün?” diyerek bende kollarımı ona sardım. “Çok mutlu oldum, ne ara döndün?”
“Tanışma faslınız bitti mi? Ya şu lanet asansöre binin ya da meşgul etmeyin.!” diye içerideki siyah giyinimli beyefendinin lafı ile sarılmayı bıraktık.
Asansörün içinde ki hala benim için yabancının sesi ile birbirimizden ayrılıp asansöre bindik ama Bahadır’ı gördüğüme çok mutlu olmuştum.
Ali ile göz göze gelince saçlarım da dolanan bakışları ile tuşa basmak için gözlerinden gözlerimi çektim. Gözleri koyunun hangi tonu olduğunu bilmediğim bir hal almıştı. On beşinci katın basılı olduğunu görünce elimi geri çektim.
“İnanamıyorum, ne kadar uzun zaman oldu, demek sürpriz sendin.” Yanımdan bir boğaz temizleme sesi ile biraz daha kısık sesle Bahadır’a yaklaştım. “Bu zamana kadar neden beni aramadın?” dedim.
Bahadır İhsan hocanın oğluydu. Benimle aynı yaşta olsa da çoğunlukla yurt dışında eğitim gördüğünden görüşmemiz uzun bir zaman almıştı ve şimdi buradaydı.
“Evet konuşacak çok şey var, Aliss, bugün burada çalışmaya başladım. Babam aradı dün. Ondan öğrendim bende. Senin gibi bir güzelliğin okulda olduğunu bilseydim daha erken gelirdim.” dediğinde bir boğaz temizleme sesi daha geldi. Bu sefer ki daha yüksekti.
Bahadır bana yaklaşıp “Gıcık tuttu herhalde.” dediğinde kolumla böğrüne hafiften vurdum.
“İnince konuşalım.” dedim hızlıca. O sıra gözleri saçıma takıldı. Saçıma yapışık reçelden kalan yapışıklığı fark edip uzanarak bir tutamı eline aldı.
“Saçında ne var senin, sanki parlıyor?” dediğinde bu sefer gıcık tutan kişiden bir gülme sesi geldi. Kaşlarımı çatıp elinden saç tutamımı kurtarıp “Yok, bir şey” dedim.
“Sprey mi kullandın sen saçına yapış yapış, oysa doğal halin çok güzel Aliss.” Konuşacakken “Yeter artık, inince ne konuşacaksanız konuşun, başım ağrıdı.” yanımda bulunan yine üzerinde önceki karşılaştığımız günlerdeki gibi siyah bir takım elbise olan kişiden gelen sesle konuşmamızda yarım kaldı.
Sanırım çok ses yapmıştık.
Elimle Bahadır’a sus işareti yapıp ineceğimiz katı beklemeye başladım. On beşinci kata sessizlikle geldik. Bahadır ve ben indiğimizde siyah takım elbiseli sanırım ona böyle seslenecektim, o içeride kaldı. Asansör kapıları hızla kapandı. Sanırım yanlış kata basmış olmalıydı.
Bahadır’ın koluna girip ileride gördüğüm koltuğa oturdum. Hemen söze giriştim, görüşmeye çok az zamanım kalmıştı.
“Fazla vaktim yok, birazdan görüşmeye girmem gerekiyor ve şu saçımda ki reçelden kurtulmak içinde bir lavaboya ihtiyacım var.”
Bir kahkaha atıp “Reçel mi? Ciddi misin sen? Bensiz de maceraperestliğin devam etmiş be Aliss.” demesi ile yüzümü buruşturdum. Ne macera ne macera.
Koluna vurup “Dalga geçme, bu uzun bir hikâye, sonra anlatırım. Sen kaçta mola verirsin ona göre buluşup konuşalım.” dediğimde telefonu çaldı. “Sanırım beni çağırıyorlar, sen işini hallet. Öğlen bir yemek yiyelim.” “Tamam” dediğimde yanımdan hızla ayrıldı.
Oturduğum yerden kalktım. Şu saçımın yapışkanından bir an önce kurtulmalıydım. İleride bulunan sekreter hanımdan lavabonun yerini öğrenip şu reçel kalıntılarını saçlarımdan çıkardım.
Şimdi daha iyiydi. Peçete ile iyice saç tutamlarını kuruladım. Islak görünmesin diye de saçımı bir at kuyruğu yaptım. Sekreterin tekrar yanına ilerleyip “Behzat Bey müsait mi, acaba? Bir görüşmem vardı da.”
“Tabi odasında bekleyin, birazdan gelir.” dediğinde gösterdiği kapıya baktım.
“Teşekkürler” diyerek Behzat Beyin odasına girdim. İçeri girdiğimde beni aydınlık bir oda karşıladı. Koltuklara doğru ilerleyip bir köşesine oturup beklemeye başladım.
Bir süre sonra kapı tekrar açılınca ayağa kalkıp tebessüm ettim. Behzat Bey gelmişti.
“Aaa sen Alisya olmalısın, hoş geldin kızım. Hiç rahatsız olma otur. Öyle konuşalım” dedi masasına ilerleyip.
Koltuğumu tekrar yerleştim. “Merhabalar efendim, evet ben Alisya.” dedim heyecanımı dizginleyip.
Gözleri beni bulduğunda bakışları ile gülümsedim. “Anlat bakalım, dosyanı biraz inceleme fırsatım oldu. Güzel başarılı yıllar geçirdiğin belli oluyor.”
Utandım. “Elimden geldiğince derslerime vakit ayırdım. Başarıda arkasından geldi.” dedim konuşarak. Bir an derslerde uyukladığım anlar gelince düşlerimden o anları savurdum. Yani bazı zamanlar uykusuz olabiliyordum.
“Çok iyi, bu başarılı yılların üzerine çıkmak istersen o zaman bunu bizim şirketimizde yapman çok iyi olacak.” dediğinde yüzüne bakakaldım. Ne yani kabul mü edilmiştim şimdi ben?
“Yani şimdi, beni kabul ediyorsunuz. Öyle mi?” dedim hızlıca. Gözleri kısıldı, bu bana birisi anımsattı.
“Elbette, böyle başarılı öğrenciler umut vaat ediyor. Tabi ki bizimle çalışmanı çok isterim. Başarılı olduğun vakit okulun bittiğinde bile sana burada çalışma şansıda veririm.” Bu çok iyiydi. “Biliyorsundur belki, İhsan ve Özgür benim çocukluktan arkadaşım. Sakın torpil olarak düşünme, ben buna karşıyım. Seni başarından dolayı aldığımı ve başarını takdir ettiğimi bilmeni isterim.” demesi ile minnetle baktım.
“Bunları sizden duymak beni çok mutlu etti. Güveninizi boşa çıkarmayacağımdan emin olabilirsiniz.” dedim gururla.
“Buna hiç şüphem yok, yalnız biraz zorlanacağının altını çizmem gerek. Okulun bittiğinde çalışacağın konum da geldiğinde sana haber verilir.”
“Tamam, benim herhangi bir evrak getirmem gerekiyor mu?” diye sorduğumda bana bilmiyorum ama çok içli bakıyordu.
“Onu sekreterimle konuş o seni bilgilendirir.” değinde oturduğum yerden kalkıp elimi uzattım. “O zaman tekrar görüşmek üzere. Teşekkür ederim.” dedim.
Elimi sıkıp “Rica ederim kızım, hoşça kal. Babana selamlarımı ilet.” dedi. “Elbette” diyerek mutlulukla odadan çıktım.
Sekreterden gerekli evrakların listesini alıp asansöre ilerledim. Bahadır’ın nerede çalıştığını öğrenmek için zemin kata inmem gerekiyordu. Saat on ikiyi biraz geçiyordu. Sanırım öğle molası vermişlerdir diyerek asansörden indim. Bu sefer hızlı olmuştu. Danışmadan burada olduğumu haberdar edip beklemeye başladım.
“Geldim, danışmana.” beyaz dişleri ile gülümseyip “Teşekkürler Serpil. Haber verdiğin için” diyerek göz kırpması ile gözlerimi devirdim. Bu çocuk hiç mi değişmezdi? Sululuk yapmakta bir numaraydı. “Hadi gidelim, az bir vaktim var ama bir kahve ısmarlayabilirim.” diyerek şirketten dışarı çıktık.
Yakınlarında ola bir kafeye girip cam kenarında bir köşeye oturduk. “Ee anlat bakalım haberler sende. Kabul edildin mi?” gelen kahvemden biraz yudumlayıp “Evet Behzat Bey çok nazik davrandı.” Aslında biraz sert birini bekleyip gerilmiştim doğrusu.
Kafeden içeri giren bir takım topluluk ile bakışlarım oraya yöneldiğinde kendisini Ali diye tanıtan ve yanında kızlı erkekli hepsinin de resmi kıyafetleri ile ortada ayarlanmış olan geniş masaya oturduklarını görmem bir oldu.
Beni görmese de ben onları görebilecek bir konumdaydım. Merakla Bahadır’a doğru döndüm. “Bunlar kim, şirkette çalıştıkları anlaşılır ama sen tanıyor musun?” dedim.
“Bakayım, yok be Alis, gözlerini hepsinde gezdirince “Öyle dikkatli bakma dikkat çekeceğiz.” diyerek koluna vurdum.
“Haa şu sekreteri mi diyorsun biraz konuşmuşluğumuz olabilir.” sırıtıp “şu kızılda fena değilmiş, ona yazdım mı acaba?” diyerek ona göz kırpınca elimle yüzümü kapatmaya çalıştım.
“Dalga geçme, hem sen ne ara bu kadar insanla tanıştın? İşe yeni başladım demedin mi?”
Sözlerim ile bana dönerken “dedim dedim de bu kızıl..” koluna vurup “Hey, bari benim yanımda yapma.”
Sinirle koluna vuracakken kolumu çekmesi ile kolum kahve fincanına çarptı. Fincan yere sesli bir şekilde düştü.
“Aliss ne yaptın?” dediğinde birkaç masa bize dönüp bakmıştı. Yanımıza bir garson gelince hemen kendimi açıklamak için “Çok çok affedersiniz,” Bahadır’a bittin sen temalı gözlerimle bakıp “Elimden kaydı. Mahcup bir sesle “masrafı neyse öderim, tekrardan kusura bakmayın.” dedim.
“Sorun değil efendim. Yanmadınız değil mi?”
Koluma doğru baktım. Hafiften kahve lekeleri vardı. Allahtan kahve soğumuştu. Bir yanık daha kaldıramazdım.
“Yok hayır, lavabo ne tarafta acaba?” diye sorduğumda eliyle ileriyi gösterip “Sağdan ikinci kapı efendim.”
Yerimden dikkatle kalktım. Bahadır hala kızıl saçlı hanımefendiyle bakışıyordu. Kaçık.
“Ben bir lavaboya gidiyorum.” diyerek seslensem de aldırmadı. Orta masanın yanından geçmem gerekiyordu. Adımlarımı hızlı atmaya özen gösterip masanın yanından dolandım.
Ayağım olağan dışı bir şekilde bir şeye takılınca aniden kendimi yerde dizlerimin üzerinde bulmam bir olurken gözlerimi kapattım.
“Allah'ım, kabus bu. Hem de o kadar insanın içinde.” Rezilliğimle kahrolup kalkacakken bir kolun bana uzatıldığını görünce duraksadım. Ellerinin ne kadar da beyaz olduğunu gördüm. Uzun ve ince bir yapıya sahipti. Gözlerimi ellerinden çekip başımı kaldırdım.
“Sakar, daha düz yolda yürüyemiyorsun.” diyen kişinin tanıdık sesi ile göz göze geldim.
“Gayette yürüyordum. Ayağım şeye takıldı.” etrafıma baktığımda takıldığım bir şey göremeyip tekrar önüme baktım.
“Belli, kalk hadi yeri süpürmen bittiyse.” diyerek elini tutmam için sallarken eline dokunmadan “Gerek yok ben kendim kalkarım.”
Aldırmadı, ellerini avuç içine gömüp kolunu indirdi.
“Sanırım sende nezaket kurallarından ‘teşekkür ederim’ de yok.” diyerek arkasını döndüğünde duraksadım. Sanki sitem ediyordu. Kalktığı masasına ilerleyip otururken masadakiler bizi seyrediyordu. Ne vardı ki bunda yardım etmek için gelmişti. Sanki hiç yardım etmez de yardım ettiğini görünce şaşırmış gibi yabanice bakışlar sezmiştim. Gayette nazik biri olsam da onu görünce otomatikman vücuduma sinir yükleniyordu.
Kimseyle göz göze gelmeyerek bu sefer temkinli adımlar ile şükür lavaboya ulaştım. Bugün sanırım üzerime dökülmeyen bir şey kalmamıştı. Kolumun kenarını silip birazda olsa kahve lekesini çıkarmaya çalıştım.
Aynaya baktığımda kızaran yanaklarıma hafiften su serpiştirip normal hale gelmesini sağladım. Utançtan yanıyordum!
Dışarı çıkıp oturduğum masama doğru geçtiğimde Bahadır hala kızıl saçlı kızla bakışınca ayağımla ayağına bir tane geçirdim. Bunu hak etmişti. “Ya benim burada başıma neler geliyor, sen napıyorsun?”
Eli ayağına gidince yüzünü buruşturup “Ne ne oldu?” diyerek bana döndü.
“Boşver.” kalktığım yere kendimi bıraktım.
Oturduğumdan beri orta masaya hiç bakmasam da bakışların, sanki üzerime uğradığını seziyordum. Ya da bana öyle geliyordu. Bahadır’la biraz sohbet ettikten sonra “Benim kalkmam lazım eve anca giderim. Hem sınavlar yaklaşıyor. Gülce ile sınavlara çalışacağız.” dedim sıkkın bir ifadeyle.
Vizelerden zor olan ise finallerin olmasıydı. “Boncuk gözlü mü? Sahi onunla da görüşmeliyim, onu özledim.” diyerek sırıttığında “Artık başkasının boncuk gözlüsü.” dedim sırıtıp.
Şaşırdı.
“Nasıl, Fatih’i bıraktı mı? İşte buna şaşırırım.” dedi inanmayarak.
“Hayır başkası değil.” diyerek ona baktığımda “Kızım çatlatmasana insanı kim, tanıyor muyuz? Eğer Gülce’yi üzerse beni bulur karşısında. Sen söyle bakayım bir. Kim bu.” dediğinde biraz olaylardan bahsettim.
Zaten Bahadır Gülce ve ben çocuklukta beri tanıştığımızdan dolayı aramızda sır olmasa da Bahadır yurt dışına gitmesi ile haliyle biraz uzak kalmıştık ama olaylardan haberi vardı. “Geri kalanı Gülce, sana detayıyla anlatır zaten.” dedim.
Sırtını yaslayıp gülümsedi. “Vay be boncuk gözlüye bak. Demek aşkını buldu.” dediğinde sırıtıp “Artık sende bir yenge getirirsin hımm.” dediğimde alaya aldı.
“Yok be kızım o işler benim boyumu aşar. Ben böyle iyiyim.”
Israr etmedim. “Peki öyle olsun, hadi kalkalım.” Çantamı koluma takıp “Sende geç kalma.”
Kalktığımda etrafa bakıp gözüm orta masaya doğru dönerken boş olduğunu gördüm. Sanırım gitmişlerdi. Bu iyi olmuştu, tekrar onunla karşılaşmak istemiyordum.
Üzerime ceketimi geçirip hesabı ödedik. Kapıdan çıkarken Bahadır’a doğru döndüm. “Haberleşiriz, hadi görüşürüz” diyerek sarılıp oradan ayrıldım.
Kafeden ayrılıp hemen eve gitmek istemedim. Sahil kenarını görünce dayanamayıp biraz oturmak için yürümeye başladım. Soğuk hava içime işlese de biraz nefes almak istedim.
Bana göre bazen insan kendisi ile vakit geçirmeliydi. Kollarımı birbirine bağlayıp sahile vuran dalgaların sesiyle yürümeye başladım. İleride bir fenerde bulunuyordu. Uzun, büyük taşlardan yapılma yukarısında da akşam olduğunda aydınlatması için büyük bir ışık vardı. Simitçiden bir tane simit alıp fenerin yanında bulunan banka kendimi bıraktım. Bugünler eski günlerin aynısı olarak ilerlese de sanki farklı şeylerde oluyordu. Çantamı yanıma bırakıp bir parça simit daha attım.
Birkaç martı attığım simitlerden nasiplenirken derin bir nefes alıp göğsümü rahatlatmaya çalıştım.
Deniz berraktı. Su uçsuz bucaksız görünüyordu. Her daim suya baktığımda huzur buluyordum. Ama buraya ilk defa geliyordum.
Gülce ile akşam bizim evde çalışacağımızdan ondan haber gelince mesaj atıp telefonumu sessize alarak cebime koydum. Her sınav zamanından önce böyle çalışmalar yapıyorduk.
Avukatlık, zor olsa da bu meslekte kendimi görmek istiyordum. Sonuna kadar gidip başarmak istiyordum. Artık suskunların da savunucusu olarak sesleri olmak istiyordum.
Kimse hiçbir şey için sessiz kalmasın, haklarını savunsun istiyordum. Sağda solda insanlar spor yaparak koşuyorlardı. Sırtımın izi bankta çıkana kadar oturacaktım.
Yine istemediğim düşünceler zihnimi meşgul etmeye başlamıştı. Ben onları zihnimin çekmecelerine kapatsam da onlar çıkmak için an kollayıp olur olmadık anlarda zihnime akın ediyorlardı. Hırçın dalgalar, yüreğim gibi dibe vuruyordu. Ne kadar geçmişi düşünmeye çalışsam da bir yerde tıkanıp kalıyordum. Bazen bir rüya bazen bir kâbus olarak önüme çıkıyorlardı.
Hangisi gerçek hangisi düş anımsaması çok zordu.
Öncesinde bu durum rüyalarıma akın etmezken bir gece odamda perdenin tutuşması ile kabuslarda peşimi bırakmamıştı. Beni tetikleyen neden bir yangındı. Yoksa karnımda ki izin sebebi olan yangın mı benim zihnimdeki anıları unutmamı sağlamıştı bilmiyordum ama o yangında bir şeyler beni iliğime kadar korkuttu. Sanki karnımdaki yanık tekrar alev aldı.
Küçükken annemin ve babamın söylediği ise bir yangın sonucu düşüp başımı çarpmışım ve altı yaşına kadar hatırlamadığımdı. Zihnimizin en dolu olacağı anların hiçbiri bende yoktu.
Bu yangını açıklıyordu. Ne kadar doktora gitsekte bir süre sonra hastane görmek, kan görmek bile midemin allak bullak olmasını sağlamıştı. Kabuslarım için psikologların söylediği ise olay sonrası stres bozukluğuna bağlıyorlardı. Bazı anlar kasıldığımdan birkaç ilaç kullanıyordum. Bu gibi anlarda kullandığımda sakinleşmem kolay oluyordu ama zihnimi donduruyorlardı. İçtiğimde hatırlarıma bastırıyor gibi hissediyordum.
Denize doğru döndüm. Su dalgaları hırçınlığını kesmeden beton duvarı döverken eski yosun tutmuş beton ise yeşermişti. Yeşil yosunlar, duvara tutunmak için çabalıyorlardı. Yeşil. Yeşil yosunlar. Yeşil yosun gözler gözümün önünde dalgalandı. Neden karşı karşıya geliyordum. Bugün sakarlığım level atlamıştı. Önümden koşan bir çocuk bir kutuyu önüme doğru düşürünce kalkıp yerden kutuyu aldım.
“Heyy, beyefendi durun lütfen! Bunu düşürdünüz. Size diyorum, beyefendi.!” Ne kadar seslensem de aldırmadan koşmaya devam etti. Koşup yetişemeyeceğim kadar uzaklaşınca kutuyu yanıma doğru bıraktım. Belki geri döndüğünde ona verebilirdim.
Kaşlarım çatıldı. Koşu yolu arkamda iken adamın duymaması ile kafam karışsa da kutuyu kenara bıraktım.
Denize karşı bakarken yanımdaki siyah kutuya tekrar gözümü çevirdim. Acaba ne vardı içinde. “Bakamam ya özel bir şeyse. Ayıp olur.” Başımı çevirdim.
Aklıma düşmüştü bir kere. Elim uzandı.
“Bakıp hemen kutusuna bırakırım hem burada duruyor zaten.” diyerek kutuyu elime aldım. Merakla kutuyu açtığımda kaşlarım şaşkınlıkla yükseldi.
Boş kutunun içinde sadece uzun bir kâğıda yazılmış şu sözlerden başka bir şey yoktu. “Yalanların yüzeye çıkmak gibi bir huyu vardır. Bakalım yalan mı, olacaksın yoksa yalancı mı?”
“Bune be! Korku filmi sözü gibi.” Amansız bir titreme gelince kâğıdı kutusuna koyup kapağını hızla kapattım. “Sanırım şaka için koymuşlardır. Bence de öyledir, başka nasıl olsun. Bana verecek hali yok ya.” Gözlerim adamın gittiği yöne dönüp baktım.
Adamdan en ufak bir iz görünmüyordu.
“Yok canım, bana niye versin. Saçma yani.” durduk yere huzursuz etmişti kağıt parçası. Elimde durmasını istemediğimden kutuyu bırakıp banktan çantamı omzuma alıp kalktım. Sanırım biraz fazla oturmuştum. Güneş batmak üzereydi. Sahil kenarından kaldırıma çıktım. Eve gitsem iyi olacaktı. Otobüsün kalktığı yere doğru yürümeye başladım.
Vücudum titreyince montuma iyice sarıldım. Keşke kar yağsaydı. Beyaz kar taneleri, lapa lapa düşerdi ahh! ne güzel olurdu. Mevsimi değildi belki ama yine de güzel olurdu.
Yürüyüp durağa geçtiğimde telefonumu çıkarttım. Birkaç fazla arama görünce tedirgin oldum. Bir şey mi olmuştu acaba? Çoğu annem ve babamdandı. Hızla annemi arayıp telefonu kulağıma yasladım. “Alo, anne.”
Demeye kalmadan sesi yükseldi.
“ALİSYA! kızım neredesin sen? Ne kadar korktuk. Haberin var mı senin? Neden açmıyorsun kızım telefonlarımızı?” annemin telaşlı sesine arkadan sesi gelen babamda ortak oldu.” “KIZIM?”
“Durun bir sakin olun, mahcup bir ifade ile “telefonum sessizde kalmış, eve geliyorum, duraktayım.” Dedim hızlıca.
“Alisya eh be kızım! Kaç defa diyeceğim sessizde bırakma şu telefonu diye.” Annemin hayıflı sesi ile mahcupça devam ettim. “Özür dilerim, birazdan evde olurum. Kapatıyorum, otobüs geldi.”
“Gel sen bir eve gel de.” annemin kızgın sesi ile telefonumu kapattım. El alışkanlığı telefonumu sessize alsam da bu kadar telaşlanmalarını anlayamadım. Otobüse binip kartımı okuttum. Eve gittiğimden azarımı yiyip hemen bir duş alacaktım.
Uzun bir yoldan sonra eve girdiğimde birazdan fazla yediğim azar ile odaya kendimi zor attım. Kutuda yazılan yazı gözümün önüne gelince irkilip üzerimdekileri çıkartacakken perdemin açık olduğunu görüp oraya doğru ilerledim.
Bu perde neden açıktı ki sabah kapalı olduğundan emindim. Sanırım Sultan teyze odayı temizlemek için gelmiş olmalıydı. Neyse diyerek üzerimdekilerden kurtuldum. Sıcak bir duşa girip kaslarımı gevşettim. Üzerimdeki kırgınlıkta zihnimdeki o yazının sözleri gibi su ile akıp gitmişti.
…
Ali Asaf ARIKAN
Dava dosyalarından başını kaldırıp sıkıntıyla kravatını gevşetti. Bu yeterli gelmeyince kravatını çıkartıp attı. Birkaç düğmesini daha açıp rahatlamaya çalıştı.
“Bana onun nerede olduğunu ve neler yaptığını öğren? Nelerden hoşlanır? Kimlerle takılıyor? Nerelere gidiyor? Hepsini akşam masamda göreceğim. Anlaşıldı mı?” karşısında dikilen korumasına emirlerini sıralayıp.
“Peki efendim.” Sözleri ile takım elbisesinin önünü iliklediğinde tekrar söyledim.
“Ayvaz, babamın haberi olmayacak” sert keskin çıkan bir sesle.
“Anlaşıldı efendim, izninizle” diyerek başıyla selam verdiğinde gözlerimi kapattım. Başım çatlıyordu.
“Çık.”
….
Akşamüzerine doğru dosyalar elime ulaştı. Geriye sadece onunla tanışmak kalmıştı. Buda pek yakında olacaktı.
Babasının gelmesi ile planına başlamak için gün sayarken bir yandan da davasını araştırıyordu. Bir yerde bir yanlışlık varsa diye ama yıllardır izlediği aynı kaydı başa sarıp izlese de hiçbirinde bir iz yoktu. Sanki yer yarılıp içine girmişti görüntüler. Canı yandığı kadar canlarını yakacaktı. Elini savurup tableti bir köşeye fırlattı. Bunu onlara ödetecekti. Yeşil gözlerinin etrafını çevreleyen kızıllık yerini korurken bir bardakta giden yılları üzerine içti.
…
Babasının odasına da dosyaların arasına Alisya AKMAN’IN dosyasını sıkıştırıp geriye sadece gelecek olan stajyerleri belirlemek kalmıştı. Yaptıkları bir telefon konuşmasına şahit olduktan sonra dosyasını yerleştirmişti. Aslında planında burada çalışması yoktu ama böylesi daha iyi olacaktı.
Mesleği hele ki bu mesleği seçmesi, kafamı karıştırsa da aldırmadım. Bir avukat olması ise şaşırtmıştı. Onca olaydan sonra adalet için savaşacak olması komikti.
Elini koyduğu dosyasını uzatıp “Baba, ben bu kişiyle çalışmak istiyorum.” Ne kadar dosyasını ezbere bilse de üstün körü bir bakış atıp “Yeni asistanım bu kız olsun.” Dediğim de şaşırdığı kırışan yüzünden belli oluyordu.
Yüzüme sorgu ile bakarken mermer gibi suratımı düz tuttum. Kimse içimdeki yangının planını bilmiyordu, bilmeyecekti de. Her şeyin bir zamanı vardı. Her şeyin.
“Emin misin, bak Ali ailesine bir söz verdim. Bilmeyecek, konuştuk bunları. Üç aylığına gelecek, bir şey olmasını istemiyorum. Anladın mı beni oğlum?”
Alisya’yı tanımadığı mı düşünse de bunu böyle bilmesine devam ettim.
Kısık bir sesle çenemi sıkıp “Biliyorum.” dedim ama kendi sesimi bile zor duymuştum.
“Sorun değil, hem çoğu asistan bana dayanamadığından en fazla bir ay yanımda oluyor. Bakalım bu bir ayı çıkartabilecek kadar dayanacak mı?” dedim keyifle. Çok eğlenecekti küçük yalancı ile hem de çok.
“Hem iyi bir başarısı olursa ileride şirketimiz içinde bir konumu olur.” bunu isteyerek söylememişti ama planına uymalıydı. Çünkü ona şirkete geldiğinde kök söktürecekti. Bu üç ay ona evdeki yumuşak huzurunu aratacaktı.
…
Odasına bir hışımla gelip kravatını çıkartarak masasının önünde bulunan, deri kanepesinin üzerine üstün körü fırlattı. Masasına doğru ilerleyip oturduğunda kızın dosyası ile tekrar göz göze geldi. Dosyayı eline aldığında ela gözleri suçlarcasına kendisine bakıyordu.
“Sonunda seninle tanıştık, bal yanak. Sonunda.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |