5. Bölüm

5.Bölüm: Kalben Kaçış

Safinaz S.
umudundaparlayanla

BU BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.

Keyifli okumalar dilerim.

Beğeni ve yorum atıp destek olursanız çok sevinirim. Bölüm sizindir.

5.BÖLÜM: KALBEN KAÇIŞ

Alisya AKMAN

Huzurun adresi neresi deseler hiç düşünmeden kucaklandığım, sarıldığım, böyle sımsıkı hiçbir yere gidemediğim gitmek istemediğim, sımsıcak kolların arası derdim. En huzur bulduğum kalbe yakın olan yerler. Kendimi güvende hissettiğim tek yer.

Huzursuz geceler her daim olacaktı. Ama yarın elbet güneş doğacaktı. Tıpkı düğer günlerde doğduğu gibi. Gecesi ayrı gündüzü ayrı acıklıydı. Düşlerim, hayallerim, umutlarım onlar, onlar ise yerli yerinde duruyordu. Yine zihin odacıklarımın birisine sıkıştırdığım kabuslarım ise yine ve yine beni bırakmıyordu. Herkes gidiyordu da bir onlar kalıyordu. Benle bir başıma.

Çoğu gece olduğu gibi bu kabuslarımdan da uzun yıllardır, kimsenin haberi yoktu. Hep içime ata ata bir gün patlamasından korksam da bir şey değişmeyecek gibiydi. Uyuyor uyanıyor, sonra tekrar uyumakla geçen tonla gecenin sabahını bekleyen ruhumda benimleydi. Uyku ilaçları almak onlara tekrar bağlı olmak istemiyordum. Tabi ki uykusuz gecelerimi saklayamadığım bir dönem olmuştu ve ardından kullandığım ilaçlarda peşi sıra gelmişti.

Lise yıllarında kafasına buyruk biraz fevri, hareketli bir çocuk olsam da yıllarca kendimle kaldığım, suskunluğum sanki o yıllarda patlak vermişti. O sıralar uykusuzluk pek fark edilmese de annem tarafından bu ortaya çıktı.

Sonrası ise doktorlar, psikologlar, psikiyatr gezi parkı gibi gittiğim yollar. Hastanelerden nefret ediyordum! Zaten verdikleri ilaçta bir işe yaramıyordu. İçtiğimde, kabuslarda o yangın anları gibi her daim benim zihnimde yer ediyordu.

Bozuk bir plak gibi başa sarıp duruyordu. Fazlası yoktu sadece yangın.

Üzerimden bedenimi sıcak tutan yorganı bir kez daha yan tarafıma savurdum, daraltı gelmişti. Biraz hava almam gerekiyordu. Daha fazla bu odada kalamayarak üzerime bir şey almadan balkonun kilitli kapısını açıp dışarıya adım attım.

Üşümem gerekiyordu. Üşürsem belki geçerdi. Belki böylece uyumam da kolaylaşırdı. Balkonumun kenarında küçük, şirin birde oturmak için, bu gibi zamanlarda kullandığım koltuğum vardı.

Oraya doğru minikçe adımladım.

Hava çıkamayacağım kadar soğuk olsa da şu an bunu hissetmiyordum. Sanki hala kabuslarımdaki gibi ya birilerinden kaçıyordum ya da bir yangının ortasında kalıyordum.

Sıcakladığımı hissederek koltuğa kendimi bir yığınmış gibi bıraktım. Kimseyi düşünemeyecek kadar zihnim doluydu. Yorgundum, sadece yorgun. Her zaman erken bir şekilde uyuyan insanları kıskanırdım. Nasıl hemen uykuya dalmaları bu kadar kolay oluyordu ki.

Ya uykuya düşkünlerde ya da düşleri huzurluydu. Dizlerimi karnıma çekip koltukta küçülebildiğim kadar küçüldüm. Bu saatte kimseyi arayamazdım. Kimseyi rahatsız etmek istemedim. Gözlerimden iri kıyım bir damlanın dizimi ıslatması ile dudaklarımda eş zamanlı bir titreme aldı. Titreyen dudaklarıma bir çare ararken çenemi sıktığımın sonradan farkına vardım. Bir diğer damladan diğerini takip ederek göz damlası yarışını kazanmıştı. Benden kaybetse de kazanmıştı.

İnsan uyuyamadığı için ağlar mıydı? Bense ağlıyordum. Sadece bu da değildi. Bu kabuslar bende takıntımı oluşturdu diye düşünürken akan burnumu çektim.

Ellerimi kaldırıp göz yaşlarımı silecek kadarda mecalim yoktu. Başımı eğip sarıldığım dizlerime göz yaşlarımı sildim. Etrafı sisli görünce birkaç defa göz kırpıp görüşümü açmaya çalıştım. Kimi zaman sessiz ağlardım. Oysaki hatırladığım küçüklük yıllarımda ne kadarda ağlayışlarım sesliydi.

Şimdi ne olmuştu da bu kadarda sessizleşmişti? İnsanoğlu o zaman da insandı. O zaman ihtiyacımızı ağlayarak yalnızlığımızı gidermeye çalışmak için kullanırken şimdi neden bunu yapamıyorduk?

Bir yaş daha yarışını tamamlayıp çenemden akıp gitti. Artık yolu da gidecekleri yeri de biliyorlardı. Gözlerim tekrar sulanınca tekrar ve tekrar gözlerimi dizlerime sildim.

Bir ürperti geldi. Etrafta dalların hışırtısından başka sesler yoktu. Korumaların sesleri ise duyulmuyordu. Sanırım evin ön tarafındaydılar. İleriden bir perdenin oynadığını görünce puslu gözlerimi bir kez daha kırpıştırıp öyle baktım.

Kaşlarım büküldü. Şimdi oynamıyordu. Sanırım yanlış görmüştüm.

Gerçi beni bu halde görmesini istediğim son insandı, karşıdaki insan. Ya da sadece öyle düşünmüş olmayı diliyordum. Kollarımdan dizlerime bir ürperti daha yayılınca anladım ki artık hislerim geri gelmişti.

Kalan yaşları yerli yerinde bırakıp bir dahaki gelişime yer ayırarak koltuktan dizlerimi çözerek kalktım.

Kalktığımda başım aniden dününce yandaki duvara elimle tutundum. Nasıl ki bazı şeyler yol, su elektrik olarak bize dönüyorsa, uykusuzluğun yan etkileri de bize ağlama, burun akıntısı, baş dönmesi yer yer baş ağrısı olarak geri dönüyordu.

Başımı kaldırıp kendimi toparladım.

Ayaklarım ise oturmaktan uyuşmuştu. Biraz esnetip balkonumdan çıkacakken sanki, bilmiyorum arkamı döndüm. Bir his peyda olmuştu. Etrafta gözlerimi bir tura çıkardım. Görünürde hiçbir şey yoktu.

Gece, sinsi bir yılandı. Gizleri çok iyi saklıyordu. Ağaçlar yerli yerindeydi. İlerde ki evde yerli yerinde duruyordu. Perdeler, perde demişken az önce gördüğüm perde bu sefer daha hızlı oynamıştı sanki.

Sanırım penceresini açık bırakmıştı. Neyse diyerek önüme dönüp balkonun kapısını kapattım. Üşüdüğüm yerleri ovalayarak yatağıma geçip tekrar yattım.

Attığım yorganı tekrar geri alarak üzerimi sıkı sıkı örttüğümde üşüdüğüme bir kez daha emin oldum, birazdan ısınırdım. Gözlerimi yumup bu sefer tatlı bir rüya görmeyi umut ederek uyumaya çalıştım.

Yorgun düşlerim bu gece benden size izin. Lütfen bu gece bana uğramayın. Tavşanıma sıkıca sarılıp uykuya daldım.

Sabah gözlerimi zorlukla araladığımda göz kapaklarım birbirine yapışmış gibi güçlük çektim. Tabi birde göz ağrısını demeyi unuttum değil mi? O da vardı. Ağladıktan sonra insan biraz rahatlardı ama getirisi kadar götürüşleri de birbiriyle yarışırdı.

Gözlerimi ovalayıp bir kenara savrulan yorganımı çekerek yatağımın üzerine koydum. Bazen yattığımda yorgan üzerimden sıklıkla düşüyordu. Yatağımdan kalktığımda biraz da olsa kendimi iyi hissediyordum.

Gülce ile dün derslere çalışsak ta bugünde okula gidip son notları toplamak için biraz kütüphanede çalışacaktık. Malum birkaç güne sınavlarımız başlıyordu. İki dersten şimdiden yırtmıştık. Hocanın sunum ödevi vermesi ile derslerden kurtulsak ta diğer derslere çalışmamız gerekiyordu.

Hemen bir sıcak banyo yapıp bir nebze şişen göz altlarımı dindirir umuduyla banyoya ilerledim. Ardımdan kapıyı kilitledim. Hızla üzerimdekilerden kurtularak kirli sepetine kıyafetlerimi atıp duşa girdim. Saçlarımı köpüklerken her daim kullandığım beni huzurlu hissettiren portakal çiçekli duş jelimi avucuma sıkıp vücudumu köpükledim. Artık bir portakal çiçeği olduğuma kanaat getirip üzerimden suyu akıttım. Su saflıktı. Huzurdu, bir bilinmez kuyu olsada, huzurdu.

Üzerimi kurulayıp iç çamaşırlarımı hızla giyindim. Bugün üzerime kalın, krem rengi bir kazak giydim. Altıma da günlük sevdiğim şort eteklerden giydim. Üşümemek için altına bir kilotlu çorap geçirmeyi de ihmal etmedim.

Bol bol kapatıcıyı göz altlarıma yaydığımda artık daha iyi durumdalardı. Bugün hiç makyaj yapasım gelmese de yüzümün yorgunluğunu kırmak için birazda allık uyguladım. Sanırım şimdi biraz daha canlı görünüyordum.

Masanın üzerinde duran ilaçlarımı, not almak için defter ve kalemlerimi de geniş kol çantama attım. Sabahtan çalışıp akşam Lukka’ya gidecektik. Gülce Bahadırla Fatihi tanıştırmayı umut ediyordu. Kabanımı ve çantamı vestiyere asıp salona girdim.

Salona giriş yaptığımda herkes yemek masasına oturmuştu. Çekingen adımlarla içimden sayarak masaya doğru ilerlediğimde babamı görünce derin bir nefes aldım. Sanırım bugün masadan kovulmayacaktım.

Dedem, annem ve babamın yanında suskunluğunu koruyup onlar yokken konuşmayı daha çok seviyordu. En çokta benimle. Yerime geçerken yine dedemin sinirli gözlerine maruz kaldığımda alt mesajı sorunlu biri olduğum yönünde olsada her zamanki gibi tebessüm edip yerime oturdum. Dedem oğullarına çok düşkündü. Bu yüzdendir ki evde ailecek oturuluyordu. Ne kadar aile üyeleri birbirini sevmese de bu böyleydi.

Kahvaltımı güzelce edip masadan kalktım. Dedemin bakışları altında yıllarca kahvaltımı etmek zor olsa da ancak bu kadar oluyordu.

Dünkü geç kalma olayından sonra babam yanıma bir koruma vermişti. Yakup abi bir süre benimle olacaktı. Bense istemediğimi belirtsem de okula ve diğer yerlerde bana eşlik edeceğini harfi harfine uygulayınca kabul etmek durumunda kalmıştım!

Son sınavları da verdiğimde tatilden sonra dönem başı şirketteki stajıma başlayacaktım. Herkes bir yana dağılınca bende üzerimi giyinip dışarıya çıktım.

Hava kapalı böyle iç daraltan bir durumdaydı. Karamsarlığımı biraz havadan almış olabilirdim. Tıpkı içim gibi hava da bana eşlik ediyordu. Kapının önünde bekleyen korumaya tebessüm edip aracın arka kapısını açıp içine oturdum.

“Okula gideceğim, Yakup abi.” dediğimde dikiz aynasından bakıp” Peki Alisya Hanım.” diyerek aracı çalıştırdı.

Camdan yol boyu geçip güden insanları izleyerek okula varmam uzun sürmedi. Evet arabanın rahatlığı vardı ama ben istemiyordum.

“Siz beni burada beklemeyin, işim uzun sürer” dedim bir an önce beni bırakmasını isteyerek.

“Olmaz Alisya hanım babanızın talimatı nereye giderseniz sizinle beraber gelmem üzerine.” deyince yapacak bir şeyim kalmamıştı. Çok çabuk pes etmiş gibi görünsem de korumadan kaçsam yine babamın kulağına gideceğinden bir müddet katlanacaktım.

“Tamam o zaman, ben çıkışta tekrar buraya gelirim o zaman.”

“Peki Alisya Hanım” dediğinde arkamı dönüp kartımı okutarak turnikeden geçtim.

Ne desem de bir kere göze batmıştım. El alışkanlığı yaptığımdan sessize aldığım telefonumu tekrar sesliye aldım. Gülce, okula daha gelmediğinden kafeteryaya ilerleyip bir kahve almaya karar verdim. Birazda olsa ayılmam gerekiyordu.

İçeriye doğru girdiğimde çok fazla insanın olduğunu gördüm. Etrafa şöyle bir baktığımda hiç oturacak yer bulamadım. Sınav zamanı olduğunda iğne atsan yere düşmeyecekti.

Yapacak bir şey yoktu kahvemi alıp dışarı çıkacaktım. Bir tane karton bardakta sütlü kahve alıp dışarı çıktım. Derin bir nefes alıp etrafıma baktım.

Fakültemin olduğu tarafta bir çeşme bulunuyordu. Orada oturacak alanlar olduğundan oraya yürüyüp boş bir banka kendimi attım. Hava soğuktu ama benimde avuçlarımı ısıtan sıcak dumanı üstünde tüten bir kahvem vardı.

Bitene kadar avuçlarımı sıcak tutardı. Uzun sürmese de bu sıcaklık buna değerdi.

Bir yudum aldım. Şimdide içim sıcacıktı. Kendimi amansız üzmelerim kadar mutlu etmem de her daim kolaydı. Tabi ki beni tanımayanlar için suskun ya da ne bileyim boş gibi görse de aslım öyle değildi. Beni sadece tanımak için tanıyanlar öyle görüyordu. Gerçi aslımı bende bilmiyordum orası ayrı bir konuydu ya neyse.

Çok içli biriydim. Her şeyi içime atıp sonrada alevlenen bir durumumda cabasıydı. Bu yüzdendir ki çok arkadaşım yoktu. Tanıyanlar ya menfaat için yanımda bulunuyordu ya da gününü geçirmek için. Ama ben insanları izleyerek baktığımdan gözlem yeteneğimin iyi olduğunu düşünüyordum. Bu sebeple benden uzaklaşacakken ben onlardan uzaklaşıyordum. Yüzüme bir damla düştü. Yok ağlamıyordum. Bu gerçek bir yağmur damlasıydı. Gözlerimi kapattığımı çok sonradan fark edip açtığımda başımı gök yüzüne doğru çevirdim.

Sıra ondaydı, bir bir akıtıyordu. Şemsiyede umurumda değildi. Yüzüm ıslanınca kaşlarım büküldü.

Ya da umurumdaydı. Off! Bir elimi yüzüme siper edip nereye gideceğimi düşündüm. Kapatıcımın akmasını ve zor kapattığım göz altlarımın görünmesini istemiyordum.

Oturduğum banktan kalkıp fakültenin içine girmek için hızlıca adımlar atarak yağmurdan korunmaya çalıştım. Bitirdiğim kahvenin çöpünü bir çöp kutusuna atıp iki yana açılan kapıdan girdim. Bu daha iyiydi. Gülce’ye mesaj çekip fakültede olduğumu belirttim, bakalım kaç dakika da gelecekti?

Gülce geldiğinde biraz kütüphanede çalışıp, yemek yemek için tekrar yemekhaneye geldik. Fatihte yanımızdaydı. Yemeklerimizi alıp boş bir masaya oturduk. Çifte kumruları ayırmamak için karşılarına geçtim. İkisinin de gözleri ışıldıyor, yüzleri gülüyordu. Gülerlerdi tabi minik aşk kuşları sizi. O olaydan sonra Ayça ile daha karşılaşmamıştım. Bende karşılaşmak istemiyordum. Sarhoştu. Ne desekte boşunaydı.

“Eee” dedim. “Bu akşam gidecek miyiz, Lukka’nın yerine?” diyerek bir sohbet açtım. Yoksa fazla romantizmden bayılacaktım.

“Sana söylemeyi unuttum. Orası Fatih ile geçen yanlarında gördüğümüz Timuçin varya onlarınmış ortaklaşa işletiyorlarmış.” diyerek bir parça eti ağzına attı.

“Cidden mi, çok sevindim. Bol kazançlarız olsun o zaman. Artık uğrak yerimiz belli oldu desene.”

“Teşekkürler Alisya, daha yeni ama konumundan kazanıyoruz. Hem merkeze de yakın.” Gülce’ye dönüp tatlısından uzatıp “Al güzelim, sen bu tatlıyı seviyordun.” Dediğinde

“Unutmamışsın.” diyerek utanarak tatlıyı midesine indiren Gülce’ye baktım. Dünkü hüzünlü anlarım bir anlığına da olsa yok olmuştu. Gülce’nin mutlu olduğunu gördükçe bende mutlu oluyordum. Yüzümde bugünkü ilk gerçek gülümseme ile onlara baktım.

Konuşmalarının ve kendilerine açılmalarının üzerinden beridir hep konuşuyorlar birbirlerini anlamaya çalışıyorlardı.

“Buluşma işini Bahadır’a haber verdim. Akşam saat 7 de orada oluruz. Bir iki saat oturur evlere dağılırız. Hem Fatih ile tanışmış olurlar.” dediğinde yemekhaneden çıkıyorduk.

“Ben bugünden sonra yanımda babamın ayarladığı koruma ile gezmek durumundayım. Bir süreliğine.” diyerek sıkıntıyla soludum.

“Neden, ne oldu ki?” dedi merakla. Omzum düşerken silktim. “Dün telefonum sessizde kalmış. Evdekilerde arayınca bana ulaşamayıp çözümü bunda buldular.”

“Araçla gitmen daha iyi, aklım sende kalmaz. Akşam peki gelecek misin?” dediğinde “Elbette böyle bir tanışmayı kaçıramam.” diyerek gülümsedim.

“Cansın, peki o zaman planlar yapıldığına göre doğru kütüphaneye.” diyerek binadan içeri girdik.

Sessizlik bizi karşılarken içerideki odalara yürüdük. Anlaşılmıştı ki yoğun saatler bizi bekliyordu.

Tamda dediğim gibi oldu. Yoğun bir çalışma üzerine ağrıyan gözlerimi, dinlendirmek için başımı masanın üzerinde birleştirdiğim ellerimin üzerine getirip saçlarımı bir kenara alarak gözlerimi yumdum. Biraz dinlenmeliydim. Uykusuzluk neyse de baş ağrısını da çekemeyecektim.

Sanırım fazla vakit geçmiş olacak ki masamın üzerine vurulan “tak tak” sesi ile gözlerimi araladım.

“Hanımefendi telefonunuz çalıyor. Kapatmalısınız.” diyerek yanımdan ayrılan adama bakıp “Affedersiniz.” kısık sesle ardından söyleyip hızlıca çantamdan telefonumu çıkarttım. Hemen sessize aldığımda çağrının Gülce’den olduğunu gördüm. Aşağıya inmem gerekiyordu.

Cidden olan yerde sesi açmıyorum olmadık yerlerde telefonun sesini açıyor olmamda bana özel bir özellikti sanırım. Allahtan etrafta çok kişi yoktu da çok rahatsız etmediğimi umarak eşyalarımı topladım.

Okuldan ayrılıp Lukka’ya gitmek için aşağıya indiğimde beni dışarıda beklediklerini görüp o tarafa yöneldim. Fatih ve Gülce’ye bakıp “Hadi gidelim, Bahadır da oraya gelmiş olur.”

“Evet, hadi gecikmeyelim.” diyerek Fatih’in onu için uzattığı elini tutup gülümsedi.

Onlar önde ben arkada ilerlerken yine annemi habersiz bırakmamak için arayıp bilgilendirdim. Ne kadar yaşım yirmi bir olsada bu işler bizim evde böyle yürüyordu. Tabi ki bazen gece gezmeleri gizli olsada dokuz ona kadar bir sorun olarak görmüyorlardı.

Fazla abartıyorlardı. Bunu gece bir saat taksi bekleyen mi söylüyor diyen düşünceme aldırış etmeden önümdeki ikilinin yanına ilerledim. Gülce, Fatih ile gitmek için onun aracına binerken bende babamın benim için ayarladığı araca bindim.

Kısa bir yolculuğun ardından mekânın önünde durduğumuzda adını öğrendiğim yeni korumam Yavuz abiye dönüp “Yavuz abi seni böyle hep bekletiyorum ama...”

Mahcup çıkan sesime yansırken yerimden kıpraştım. “Sorun değil Alisya Hanım. Çıkınca ben yine burada sizi bekliyor olacağım.” diyerek araca bindi.

Fatih ile Gülce mekâna çoktan girmişti bende çok bekletmeden uzun koridoru geçip iç bölgede ki alana ilerledim. İlerideki deri döşemeli koltuklardaydılar. Oraya ilerleyip yanlarındaki koltuğa geçtim. “Bugün bendensiniz hanımlar, istediğiniz için.”

“Çok cömertsin.” diyen Gülce, Fatih’e bakıp gülümsedi. Fatihte Gülce’nin yanağından bir makas alıp oturduğu yerden kalktığında çantamı kenara bıraktım. Unutmamak için giderken kontrol etmeyi zihnime not aldım.

Gülce bana dönüp “Ne içelim” dediğinde bilmem diyerek omzumu silktim. “Siz karar verin. Ben bir Timuçin’e bakıp geleceğim.” diyerek yanımızdan ayrılan Fatih, Gülce’ye baktığında ardından seslendi.

“İstersen o da gelsin hem onunla da tanışmış olur.”

“Olur, birazdan yanınızda oluruz” diyerek yanımızdan ayrıldı. Bizim kız hülyalı hülyalı ardından bakıyordu.

“Alisya, bu bir rüya ise lütfen uyanmak istemiyorum.” dediğinde ağzı kulaklarındaydı. “Hayır tabi ki şapşal.” Tebessümüm gülümsemeye döndü.

“Bana bir sürprizi olacakmış.” diyerek oturduğu yerden dik konuma geldi. Meraklandım. “Neymiş ki.” dediğimde “Bende bilmiyorum, telefonda konuşurken duymuş bulundum. Öyle söyledi, içeriğini yakında öğrenecekmişim.”

Acaba o mu, doğum günü muhtemeldi. Aşktan tarihleri unuttuğuna yemin edebilirdim. Ama bunu tabi ki söylemeyecektim. Belki başka bir şey için sürpriz yapacaktı, bunu bozmak istemiyordum.

“O zaman biraz bekleyeceksin.”

Kollarını birleştirip ne olacak acaba diye mırıldanırken Bahadır’ın da içeri girdiğini gördüm. Elimi kaldırıp burada olduğumuzu anlayınca yününü oturduğumuz alana yönlendirdi.

“Selam güzellikler, ben deniz biricik Bahadırınız geldi.” diyerek bana sarıldı. Ardından Gülce’ye döndü. “Boncuk,” şöyle bir etrafında döndürüp “kız sen uzadın mı? En son belime geliyordun da.” diyerek bir kahkaha atması ile kınayıcı bakışlar attım. Bu çocuk bizle yaşıttı ama hiç büyümüyordu.

Gülce, gülerek omzuna bir tane vurup sarıldı. “Ama hep boyumla örseleniyorum ya, kınıyorum hepinizi.” dediğinde gülümseyerek karşımdaki ikiliyi seyrediyordum. Uzun zaman olmuştu bir araya gelmeyeli.

Sanırım buna ihtiyacımız olduğunu bir araya geldiğimizde anlamıştım. O içimdeki boşluk hissi dolmasa da sanki perdelenmişti. Buda iyiydi.

“Eee, enişte bey nerede? Bir gelsin fiyakasını öğrenelim.” diyerek kolların iki yana açıp oturduğu yere yaslanınca bir şey demedim.

“Yaa saçmalama, sakın yanlış bir şey söyleme.” diyerek Gülce, Bahadır’ı uyarsa da Gülce’ye sardı. “Kız sende şimdiden beyci olmuşun, hiç yakıştıramadım.”

“Abart!” diye tepkimi koyduğumda Fatih ve Timuçin masanın yanına geldiğini görünce Bahadır’a sus desem de beni anlamadı.

Yanımıza gelip ayakta dikildiklerinde Bahadır, gelenleri tanımadığından “Hayırdır birader?” diye bir tepki verince Gülce, alnına elini vurup bana yardım et bakışı atınca olaya el attım.

“Bahadır.” diyerek elimi uzatıp Fatih’i işaret ettim. “Bu Fatih ve yanında ki de Timuçin.” dedim. Anlaması için kaş göz yaptığımda “Haa” diyerek bir tepki verip “Pardon biraderler, ben Bahadır,” bizi gösterip “bu ikisinin manevi abisi olurum.” diyerek elini Fatih’e doğru uzattığında derin bir nefes aldık.

“Memnun oldum. Yurt dışından gelmişsin, hoş geldin.” diyerek Gülce’nin diğer yanına Fatih oturdu. Timuçin de selam verip yanımda ki koltuğa oturdu.

Sanki durgun gibiydi. Aldırmasam da yüzünden belli oluyordu.

“Evet öyle oldu. İki gün anca olmuştur.” diyerek sohbet etmeye başladıklarında Gülce’nin rahat bir nefes aldığı güzlerinden okunuyordu. Bahadır bizle şakalaşsa da abim gibi oda başkalarına karşı çok korumacıydı.

Timuçin, dönen sohbete katılmayıp bana denerek “Hayret adımı unutmamışsın.” dediğinde kaşlarımı çatıp anlamaya çalıştım.

Yüz ifademin değişmediğini görünce “Sinirlenme hemen şaka yapıyorum.” Deyip devam etti. “Gerçi bende bu yüzü unutamazdım sanırım.” diyerek sırıttığında kendisiyle dalga geçtiğini yüzüne baktığımda anladım.

O gün dikkatim Gülce de olduğundan fark etmemiştim. Ancak yanağında belli olan bir kesik izi vardı. Loş ışıkta belli belirsiz görünüyordu. Bu gibi durumlara takılmazdım. Küçük yaşta tanıştığım bir yanığım vardı. Olmasa bile izler güzeldi. Herkesin kendi yarasını sevme taraftarıydım. Çünkü yaralar sevdikçe güzelleşiyordu.

“Aslında hayır ama sen öyle düşünüyorsan, öyle olsun.” diyerek devam ettim. “Hem bence sana ayrı bir hava katmış.” dedim.

Bu dediğime gülerken sanki öylesine gibiydi. “Dimi, bütün kızlar hayran olur.”

“Sanırım bu masa hariç dediğini duydum.” diyerek tebessüm ettim.

“Kafa kız, tabi ki öyle yoksa…” sustuğunda sözünün devamını getirmedi. “Eee ne içersiniz?” diyerek ileride garsona el işareti yapıp bize döndü.

“Ben bir soda alayım.” dedim.

Sohbet sanırım koyuydu bizi duymuyorlardı. Maçtan konuşup hemen kaynaşmaları ise ayrı bir komikti. İçeceklerimizi söyleyip sohbete dahil olarak sordukları soruya dahil oldum.

“Ben Galatasaraylıyım. Favorim de Muslera.” dediğimde gülüyordum. Maçtan anlamasam da az çok biliyordum. Timuçin’le biraz daha sohbet ettikten sonra telefonu çalınca yanımızdan ayrılırken “Efendim Ali” dediğini duydum.

Kaşlarım çatıldı.

Sahi ikidir bu Ali muhabbeti neydi? Kimdi bu Ali?

Sanırım ortak arkadaşlarıydı. Kendisi yoktu ama adı yeterliydi. Herkesin dilindeydi. Neyse diyerek bizimkilere döndüm. Bahadır kafa çocuktu. Öyle anlaşılmayacak birisi değildi. Arada haylazlıkları tutsa da o böyleydi, bir şekilde kendisini sevdirirken.

Güzel bir gece geçirdikten sonra fazla gecikmeden evlere dağıldık. Saat dokuza anca geliyordu. Bizim için erkenden çıkmıştık. Araçtan inerek “İyi akşamlar Yavuz abi” dedim.

“İyi akşamlar Alisya Hanım” dediğinde arkamı dönüp bahçe önündeki korumalara da tebessüm edip demir kapıyı öne doğru itekledim. Aslında bu korumalar dedem içindi. İhaleye girdiklerinden temkinli davransalar da burada evimizin önünde durmaları içten içe yüzüme yansımasa da beni geriyordu.

Kabanıma sarılıp çantamdan anahtarı bulmak için içini karıştırırken yanımda bir karaltı ile “Böhh!” diye bir ses duyunca aniden olduğum yerde sıçrayıp anahtarı elimden düşürdüm. “Hii!” diye tam bağıracakken Levent abinin olduğunu gördüm. Korku ile elimi kalbime gitti.

“Levent abi, beni korkuttun ne yapıyorsun böyle.” Ayrıca nereden gelmişti ki bu dışarıda görmemiştim. Hafif sarsak adımlar atınca anladım ki içmişti. Yerinde değil ayakta zor duruyordu.

Eli ile tam gösteremese de arka bahçeyi işaret edip “Senin salıncağında oturuyordum. Sesini duyup geldim.” diyerek hafiften olduğu yerde adımları ileri geri gidip dik durmaya çalıştı ama ne kadar içtiyse duvardan destek alıp öyle durdu.

“Sen sarhoşsun, ne yapıyorsun bu saatte?”

“Biliyorum, gel gel bi-r.” diyerek beni kolumdan çekiştirince elimi geri çekmeye çalıştım. Yine istemediğim bir şekilde kolumdan çekilince “Dur ne yapıyorsun? Levent abi! Nereye gidiyoruz.?” diyerek kolumu kurtarmaya çalıştım. Ama nafileydi.

Arka bahçede, odamın altında olan küçükken babamın yaptığı salıncağa ilerletti. Tedirgin olmamaya çalışıyordum. Ama mümkün değildi. “Gel gel otur böyle. Seni kırdım geçen o yüzden bekledim seni.”

Beni salıncağa iteklerken fazla güç kullandığından haberi yoktu. Oturduğum yerde tahta belime çarptı.

“Böyle şeyler yapmana gerek yok, ben gitsem iyi olacak.” diyerek oturduğum yerden kalktım. Bu hareketim ile gözlerini kısıp kaşlarını çattı.

“OTUR!” sesini yükselttiğinde gerildim. Bir adım geriye çekildim. Eve gitmek istiyordum. bakışlarım anlık mutfak tarafına döndü.

Oturmadığımı anlayınca daha normal bir sesle “otur bir şey yapmayacağım.” dese de hiç güven vermeyen bakışları ile salıncağın köşesine eğreti bir şekilde oturdum.

“Ne söyleyeceksen söyle eve gideceğim.” Dedim hızlıca. Gözlerinin kenarları kızarmış ve etrafa kayık bakıyordu. Belli içmişti, hiç eve böyle gelmezdi hele ki dedemin karşısına. Belli ki daha karşılaşmamışlardı.

“Nasılsın?” sorusu ile elimi diğer elime bağladım. Sohbet açması bir nebze iyiydi. “İyiyim. Sen?” dedim.

Ellerini dizlerinde birleştirip geri açıyordu. “Bana hala kızgın mısın?”

Kayık sözleri anlaşılmasa da sonradan toparlıyordu.

“Hangi konuda?”

Biliyordum ama söylemedim.

“Geçen canını yaktığım konusunda.” dedi mırıldanarak.

“Evet ama sorun yok.” diyerek geçiştirdim. Bundan sonrası önemliydi. Tekrar etmediği sürece sorun yoktu.

“Sevindim Artık gidebilirsin.” dediğinde rahat bir nefes alarak salıncaktan kalktım. Adımlarımı büyük atmaya çalışarak ön tarafa doğru geldim. Düşürdüğüm anahtarımı yerden alarak kapının deliğine soktuğumda kapı kendiliğinden açılınca elim havada kalmıştı.

“Çekil şuradan.” diyerek omzuma çarpıp yanımdan geçen Menekşeye ters bakışlar atsam da bunu görmemişti.

Evdekiler komple manyaktı. Bakırköy bize az gelirdi.

Çizmelerimi vestiyere yerleştirip odama çıkmak için merdivenleri adımlamaya başladım.

Merdivenlerin sonunda dedem bir cellat gibi dikiliyordu, sanki canımı alacak gibi sert bakışları ile adımlarım savsakladı.

“Nerden geliyorsun sen, saat kaç?” dedi sert çıkan sesiyle.

“Dede şey, annemden izin almıştım aslın..” sözüm gerisi her zaman olduğu gibi kesilmişti.

“Ne kadar sorumsuzsun! Gerçi kime diyorsam annen gibi senin varlığın da sorun.” Yanımdan geçerken kolunu savurup beni duvar kenarına hızla itekledi. “Çekil şuradan.”

Kolumu duvara çarpılması ile acı ile bileğimi tuttum.

Dolan gözlerim ile ona bakarken o hiç aldırmadan tiksinen bakışları ile merdivenlerden aşağıya indi. Gözlerim kolumun acısı ile ağrırken titreyen ellerim yine kendisini göstermişti. Göz yaşlarımı ne kadar tutmaya çalışsam da ağlamam yakındı.

Kapının açılma sesi ile yüzümü düzeltmeye çalıştım. Gelen ses yakınken gözlerimi sıkıp gözümden akan bir damla yaşı hemen silip gülümsemeye çalıştım.

Annem, odasından çıkmıştı. “Kızım, hoş geldin? Biraz kestirdiydim, ne yaptın bakalım?” diye sorusu ile elimi güçlükle kolumdan çektim.

Dudak çevremdeki kasları zorlayarak büyük bir tebessüm ile cevap verdim. “İyiyim anne, sadece biraz yorgunum. Yorucu bir gün oldu. Hemen odama geçip dinleneceğim. Yarın konuşuruz. Olur mu?” daha fazla yaşlarımı tutamayacaktım. Kolum sızlıyordu. “Olur bir tanem. Çok yorma kendini. Hadi iyi geceler sana.” Dedi ve merdivenlerden aşağıya indi.

Hızla odama girip kapıyı kilitledim. Bir hıçkırık ağzımdan kaçınca elimi hızla dudaklarıma kapattım.

Bu durumu gün geçtikçe katlanmak daha da zorlaşıyordu. Evden birilerine söylesem bile dedemin bırakmayacağını biliyordum. Çok otoriterdi ve bana kini vardı. Göz yaşlarımı daha bu sabah kurutmuştum. Bu kadar erkenden buluşacağımızı ummuyordum.

Ellerimle ıslak yanaklarımı silip üzerimi çıkardım. Pijamalarımı giyinerek ışığımı söndürüp yatağıma geçtim. Balkondan tarafa dönerek ayın yansıyan ışığına gözlerimi çevirdim. Ne kadarda parlaktı. Karanlığın içinde adete bir umuttu. Karanlık her daim korkum olsa da tam tersi geceleri daha çok seviyordum.

Bana eşlik ediyorlardı. Gözlerimi ay ışığından alık ileriki eve doğru çevirdim. Aklıma düştü.

Acaba şimdi ne yapıyordu. Bir ailesi var mıydı?

İçten içe yastığa başımı koyduğumda aklıma düşmüştü. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Kelebekli tokamı da o günden sonra hiçbir yerde bulamamıştım. Sanırım sonsuza kadar onuda kaybetmiştim. Uykum ağır basınca düşlerimden sıyrıldım.

Bu üç gün okula gidip gelmekle geçmiş Gülce ile sınavlara girip çıkarken, şirketten istedikleri belgeleri de bir dosya halinde hazırlamıştım. Sınavlardan sonra artık resmi bir şekilde çalışmaya başlayacaktım. Yarında son sınavımı verdiğimde artık rahat bir nefes alacaktım. Zira yarınki sınavımız Ali Ata hocanındı.-sınavları aşırı zor olan hocamız- bugünde fazladan bir saat daha çalışıp kendimi tekrardan yatakta bulmam uzun sürse de dersten kalmak istemiyordum.

Bu aralar eve geçtiğimde dedemle yalnız bir yerde karşılaşmaktan ise kaçınıyordum. O günden sonra kendisine ne olduysa kaşları -daha ne kadar çatık olabilirse- çatık bana bakışları sürüyordu. O gün kolum morarmıştı. Sevmesindi, beni sorun olarak mı görüyordu, görebilirdi ama canımı yakmasını anlayamıyordum.

Artık umurumda değildi! Bugün güzel olacaktı her şeye rağmen.

Hızlıca banyoya ilerleyip işlerimi hallettim. Sınav sabah on birdeydi. Biraz okulda da notların üzerinden geçeceğimde çantamı hazırladım.

Altıma bol, kelebek desenleri olan buz mavisi bir pantolon geçirdim. Üzerime de mavi çizgileri olan kazağımı geçirdiğimde tam bir tüy yumağı yumuşaklığı ile kendime sarıldım.

Göz altlarımı kapatıp dudaklarıma nemlendiricimi sürdüm. Kış aylarında ekstra bir şekilde kuruyorlardı. Saçlarıma baktığımda bu hali hoşuma gittiğinden saçlarımı salık bıraktım. Kendi halinde dalgalı saçlarımın üzerinde tarak ile geçip, notlarımı çantama yerleştirdim. Biraz kabarmıştı ama sorun değildi.

Aşağı inerken beyaz sneakerlarımı ve montumu alıp kapıyı kapattım. Kahvaltı hazırdı. Eşyalarımı vestiyere bırakıp içeri salona girip kahvaltı masasına oturduğumda, Menekşe ile Levent abide salonda beni görüp onlarda masadaki yerlerine oturdular. Levent abi, gülünce ona ufak bir tebessüm ederek tabağıma birkaç peynir parçası koydum. Dünkü hali bir tuhaf olsa da sanki hiç içmemiş gibi dinçti.

“Günaydın Alisya, napıyorsun bugün?” diye sorusu ile başımı tabağımdan kaldırdım.

“Sınavlarım için okula gideceğim, sen?” O günkü sarhoş halinden sonra sanki normal birine dönmüştü.

“Ben mi? Bugün şirkette Arıkan holding ile olan birkaç toplantıya gireceğim, sıkıcı işler anlayacağın.” diyerek geçiştirdi. Yanımda oturan Menekşe ise bizimle muattap olmadan kahvaltı ediyordu.

“Öyle mi? Sınavlarım bitince bende resmi olarak orada çalışacağım.” Bunu gururla söylüyordum. Çünkü orası çok iyi gelişmiş bir avukatlık şirketiydi. Her zorlu davanın baş yapıtı Arıkan Holding olurdu.

“Aa evet, sen o zaman oranın sahibini de tanıyorsun, o zaman.” diye kaşının birisini sorgularcasına kaldırdığında başımı salladım. Geçen görüşmeye gittiğimde Behzat Bey ile görüşmüştüm, sanırım ondan bahsediyordu. “Evet Behzat Bey ile tanıştım. Kendisi çok kibardı.”

“Behzat Bey mi, yok ondan söz etmiyorum. O şirkete arada geliyormuş sanırım. Onun oğlu Ali’den bahsediyorum.” diye konuştuğunda sesinin tınısında değişik bir ton yakalamıştım. Sanki tiksinerek çıkmıştı ya da ben öyle zannettim, bilemedim.

Yanımda bir kıpırtı oluştuğunda Menekşe duyduğu isim ile birden konuşmaya dahil oldu.

“Ali mi, sence Alisya onu nerden tanısın? Ayrıca sadece staj yapacak. Şirketin patronunun sekreteri olacak değil ya, abartma sende.”

“Evet.” diye konuşmaya başladım. Levent abiye bakıp “dediğin kişiyi tanımıyorum ama…” Menekşeye yandan bir bakış atıp “…bu tanışmayacağım anlamına gelmiyor… Sonuçta orada çalışacağım değil mi?” dediğime bozularak masadan kalktığında bir şey söylemedim.

Menekşe, çıktıktan sonra evdekilerde yavaştan masada yerlerini aldılar. Babam başımın üstüne bir öpücük kondurup yanımdaki boş olan sandalyeyi çekip oturdu.

Dedem bir süre sonra geldiğinde yine kemik gibi bir suratla masanın başına geçip oturdu. Hep hazır olan gazetesini sinirle bu sefer buruşturup kenara koyması gözümden kaçmadı.

Dedem babama bakıp “Özgür son kontrolleri yaptın değil mi? Hiçbir aksilik istemiyorum...” amcama bakıp “ona göre.” dediğinde sessizce dinlemeye devam ettim.

“Evet, baba hallettim. Bir sorun çıkmayacak.” Dedem başını sallayıp amcama doğru bakıp. “Umarım.” diye mırıldandı. Amcam sessizdi biraz da yüzü asık.

Bir şey olduğu belliydi ama üstünde durmadım. Kahvaltımı hızla yapıp Yakup abinin beni beklediğini bildiğimden gecikmemek için ilerledim. Beni bırakıp şirkete geçecekti. Sanırım bugün onlar için de yoğun bir gün olacaktı.

Okula geldiğimizde araçtan dikkatle indim. “İyi günler Yakup Abi.” diye mırıldanıp kapıyı kapattım. O gün o telefonu açacaktım ama iş işten geçmişti bir kere.

“İyi günler Alisya Hanım.” dediğinde arkamı dönüp okuldan içeri girdim. Sınavın yapılacağı amfiyi bulup 883 numaralı kapıdan içeri girdim. bütün sınavlar farklı yerde yapıldığından her gün farklı bir yerde sınava giriyorduk. Etrafıma göz gezdirip Gülce’nin nerede olduğunu gördüğümde birkaç basamak inerek yanına geldim.

“Günaydınn.” Eğilip çantamı yanına koyarak yerime yerleştim. Yorgun değildim aksine sınavlar bitecek diye bir rahatlık vardı.

“Kızım bu ne neşe, sabah sabah.!”

Gülce’nin yorgun sesini duyunca “Son sınav neşesi, artık kurtuluyoruz.” diyerek gülümsedim. Eşyalarımı masanın üzerine yerleştirdiğimde Gülce derin bir nefes verdi.

“Umarım sondur. Ya dersi geçeceğim ya da ders bana geçirecek. Kızım bu terimler ne! Çok zor anlıyorum.” diye yakınıp hülyalı bakışlarla başını yumruk yaptığı eline yaslayıp “Oysa ki Fatih çok güzel anlatmıştı.”

“Hangi konuları anlattı üzerinden geçelim.” dedim gülerek.

“İşte çok güzel anlatması sadece aklımda kaldı.”

Gülerek “Ona bakmaktan konuyu anlamamış olabilir misin?” diye sorduğumda gözleri kısıldı. “Biraz onun da payı var tabi. Hadi bana biraz anlat. Yoksa bu dersten geçemeyeceğim.” diye ciddiyete bürününce başımı salladım.

Not aldığımız yerleri baştan alarak anlatmaya başladım. Biraz ders çalıştıktan sonra hocanın belirlemiş olduğu kişiler sınıfa gelerek, sınav kağıtlarını dağıtıp süreyi başlattılar. Biraz çalıştığımız yerden birazda yorum ile bir şeyler yazarak sınavdan çıktım. Yoğun bir sınavdı. Ağrıyan şakaklarımı ellerim ile ovalayıp Gülce’nin çıkmasını bekledim.

Açılan kapı ile yüzümü oraya doğru çevirdiğimde “Aliss, o nasıl sınavdı ya. Utanmasa konunun kuruluşunu da anlatın diyecekti.!” dedi yorgunca.

“Evet yaa zordu. Ben bildiklerimi yazdım…” omzumu silkip “Birazda yorum yaptım. Artık ne verirse.”

Yapacak bir şey yoktu. Hocası ayrı dersi ayrı zordu.

“Sen böyle diyorsan benim sınavı düşünemiyorum. Neyse şimdi moralimizi bununla bozmayalım. Bu tatil zamanı bana iyi gelse iyi olur. Dönem başı staja başlayacağımızdan bugünü iyi değerlendirip bir şeyler yapalım. Şu sınavın götürdüğü psikolojimizi düzeltelim.” diyerek koluma girdi.

“Fatihle sınavdan önce konuşmuştuk. Birkaç işi varmış o önden çıktı.”

“O zaman önce bir yemek yiyelim. Akşama Lukka’ya gideriz.” dedim.

“Olur.” İleriyi gösterip “Burada yiyebiliriz.” dediğinde gösterdiği yere doğru ilerledik.

Vakit hızlıca ilerlerken dönem sonu sınavları bitmiş okul resmi tatile girmişti ama evde vakit geçmek bilmiyordu. Dönemin başında staja gitmeme az kalmıştı, belki de erken başlayabiliriz sözleri sınıf grubunda dönerken bir yandan da Gülce ile buluşmak için hazırlanmaya başladım. Bugün yine Lukka’ya gidecektik.

Bakışlarım tekrar penceresi çekik odasını buldu. Yanımızda ki evde yaşayan o günde şirkette gördüğüm yabancının izi kaybolurken artık onu balkonda bile şans eseri göremiyordum. Sanki toz olup kaybolmuştu.

İki ay sonra.

Lukka’da vakit geçirdikten sonra erkenden evlere dağıldık. Her zamanki rutinimiz olurken artık bu sondu. Çünkü yarın erken kalkıp Arıkan holdingde staja başlayacaktım.

Yarın stajımın ilk günü olacaktı. Heyecanla yatağıma girip üzerime yorganımı çektim. Sıcacık bir uyku ile sarmalanmak umuduyla gözlerimi yumdum. İçimdeki bu ürperti hissi yaz boyu devam etmişti yanımdaki yabancı da kaybolmuştu. Timuçin onu da o günden sonra görmemiştim.

Fatih ile Gülce sımsıkı birbirlerine bağlanırken vaktimin çoğu onlarla ve Bahadır’ın dırdırlarıyla geçmişti. Biraz uyku umudu ile gözlerimi yumdum.

Yarın çok güzel olacaktı buna inanmak istiyordum.

Sabah dinç bir şekilde gözlerimi açtım. Hava kapalı olsada ufaktan güneşin sarılığı etrafa yansıyordu. Hızlı bir duşun ardından saçlarımı kuruttum. Saçlarım biraz uzun olduğundan kurutması da uzun sürüyordu ama kestirmeye kıyamıyordum. Annem nedendir bilinmez kestirmeme kızıyordu. Bir kere lise de böyle bir çılgınlık yapmıştım. Fevri zamanlarımdı ve saçımı kısacık kestirdiğimi ilk gördüğü anı unutamıyordum.

Çok kızmıştı ama sanki kızmaktan öte üzülmüştü. Zaten bende kısa saçken hiç hoşlanmamış hep uzatırken sadece kırıklar ile belli boyda olmasına dikkat ediyordum.

Kestane renginde olan dalgalı saçlarımın üzerinden kalın bir maşa geçip kendi halinde salık bıraktım. Birazdan kendini salıp daha doğal bir hal alırdı. Hafif bir makyaj yaptım. Ela gözlerime de kahverengi renginde eyeliner çektim. Biraz toplu olmuştu, işte bu görüntüye bayılıyordum. Tırnağımın ucuyla eyelinerimi uzattım. Üzerime ne giyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Pantolon giysem çok sade mi kaçardı acaba? Elbise oda biraz abartı geldi sanki.

Dolabımın kapaklarını iki yana açıp içindeki kıyafetlerimle bakışırken kapım tıklatılınca aldırmadım, Açılan sesi ile başımı çevirip dolabın kapağından başımı uzattım.

Gelen annemdi. “Kızım sen hala giyinmedin mi? Geç kalacaksın?” diye sorusu ile tekrar baktım. Evet geç kalacaktım ama giyecek bir şey bulamıyordum.

“Ne giyeceğimi düşünüyordum?” diyerek kararsızlığımı belli ettim.

Bir elbise ile etekli alt üst takımını iki elimle gösterip “Sence hangisi elbise biraz abartı düşünüyorum etekte olabilir gibi hımm?”

İki tarafta uzattığım kıyafetlere bakıp elbiseyi eline aldı. “Bence elbise giy hem güzel fiziğine çok yakışacak.”

“Çok abartı olmasın?”

“Alisya! Çıldırtma beni kızım, o elbiseyi giydiğini göreceğim. Ben aşağı iniyorum. Sende çabuk ol.” diyerek elbiseyi yatağımın üzerine bırakıp ardından kapıyı kapattı.

Elbiseyi üzerime tutup birde öyle aynadan baktım. Kıyafetin etiketini koparıp üzerime giydim. Aynanın karşısına geçtiğimde kumaşında ellerimi geçirdim. Aslında o kadar da abartılı olmadığını giyince anladım. Sadece, biraz kısaydı. Askılı, göğüs bölgemde büzgüleri olan kahverengi bu elbise üzerime tam oturup belimi ön plana çıkarmıştı. Bunu sevdim. İnce bir çorap ile daha hoş durmuştu. Kabanımı da elime aldım.

Siyah kol çantamın elime aldığımda içine ilaçlarımı koymayı ihmal etmedim. Bunlar olmadan ola ki bir durumla baş etmem kolay olmazdı. Merdivenleri dikkatlice indim.

Yavuz abi beni bırakacağından bugünlerde otobüsü aramıyordum ama bu kısa sürmüştü. Yarından sonra kendim işe gidip gelecektim.

Aslında istemeyen bendim. Çünkü sürekli gittiğim yerlerde Yavuz abiyi beklettiğim için ona da sorun çıkarmak istemiyordum.

Kahvaltı masasına oturarak herkese selam verip sessizliğime büründüm.

Sanki herkes bir şey söyleyecek gibi an kollar hali vardı. Her zaman yemek masaları sessiz olsada bugün ayrı bir gariplik vardı. Babamın yüzüne baktığımda oda yemeğiyle ilgilendiğini gördüm.

O sıra amcam çatalını tabağının kenarına seslice düşürdü. Fırlattı desem daha doğru olurdu. Sanırım kıvılcım koptu.

“Baba sana söyledim. Ama sen yine işi Özgüre vermişsin. Ben halledebilirdim.” Neyden bahsettikleri hakkında en ufak bir bilgim yoktu. “Murat sonra.”

Dedem gazetesinden gözünü çekmezken sert sesi konuşma diyordu.

“Ne sonrası baba bugün gemiler yüklenecek iş teslim edilecek, bugün benim yeni haberim oluyor…” sandalyesini gürültü ile geriye çekip oturduğu yerden kalkan amcam babamı gösterip “Abimden benim ne eksiğim vardı da bu son dakika değişikliğine ihtiyaç duydun.”

Dedem kaşlarını çatıp yumruğunu masaya vurunca olduğum yerde sıçradım. “Murat otur ve yemeğini ye sonra dedim!”

Amcam sinirle oturduğu yerden kalkıp “Yemek öyle mi al sana yemek...” sofranın bir ucunu tutup kendisine çekerek yere fırlatınca gözlerimi kocaman açıp şaşkınlığımla tutuldum. Amcam sinirden ne yaptığını bilmiyordu. “İşte yediğimize göre artık konuşabiliriz.”

Dört bir yana saçılan yemeklere kırılan tabaklara bakarken bende oturduğum yerden kalkıp annemin yanına gittim.

Levent abi, amcamın yanına geçip “Baba sakin ol” dediğinde o sırada hepimiz masadan kalkmış ayakta dikilirken dedem ağır bir şekilde kalkıp amcama doğru yürüdü.

“Sen benim lafımın üstüne laf mı söylüyorsun lan pezevenk.” diyerek amcama tokat atması ile annemin arkasına dahada sindim. Ellerimin titremesi başlaması için kendimi sıkarken babam dedemi amcamın yakalarında olan ellerini tutup geri çekti.

“Sakin olun evdeyiz. Çocuklar var.”

“Sakin ol öylemi abi…” elini kan olan çenesinden çekip “Tabi sen bu kadar uğraştığın bir emeğin, bir gecede elinden alınmasının verdiği üzüntüyü nerden bileceksin. Yediğin önünde yemediğinde önünde.”

“Saçmalama Murat.”

“İşinize gelmeyince saçmalama Murat. Yok ya.” dedeme bakıp “Bırakın Allah aşkına.” Amcam savurduğu yemek örtüsünün üzerine basıp hızla salondan ayrılırken ardından yengemde gitti. O sırada annemle sessizliğimiz korurken etrafta olan biteni anlamaya çalışıyordum.

Dedem ise sanki az önce hiçbir şey olmamışçasına rahatlıkla elinin kana bulanan yerini peçeteye silip yere atarak babama baktı. “O geri zekâlıya söyle bugün benim karşıma çıkmasın.”

“Baba yanlış yaptın. Ben sana dedim bu böyle olmaz diye.”

Babamın sözlerine cevap vermeden dedemde salonu terk etti. Huzursuzlukla kalktığım sandalyeme geri oturdum. Sanki o yumruğu yiyen benmişim gibi midem ağzımdaydı. Elim mideme gitti.

Annem ise babama bakıyordu. “Özgür bu ne şimdi? Ne diyor bu Murat?”

“Sonra Satı, ben sana açıklayacağım. Şimdi çıkmamız gerekiyor hadi.” Benim hala sandalyede oturduğumu görünce “Alisya iyi misin kızım, Sultan bir su getir?” diyerek içeri seslendi.

“Evet” kısık sesimi düzeltip “Evet iyiyim sorun yok.” desem de masanın altındaki ayaklarım titriyordu. Görmediklerinden bu iyiydi. “Siz gidin bende birazdan çıkacağım.” diyerek onları ikna ettim.

Evet biraz daha iyiydim. Şiddetin her türlüsü beni geriyordu. Bunula baş edemiyordum. Levent abi ile Menekşe de dedemle birlikte gittiklerinden annemi ve babamı da gönderince yalnız kaldım.

Sultan teyzenin getirdiği suyu kana kana içip oturduğum yerden kalktım. Elim alnıma gitti. “Hiii!, geç kaldım. Allah kahretmesin geç kaldım!” İçtiğim su bardağını üzerinde bir şey kalmayan masanın üzerine bırakıp vestiyerden kabanımı aldım. Çizmelerimi ayaklarıma geçirip hızla kapıyı açıp dışarı çıktım.

Elim boşluğa düştü. “Çantam…” aklıma gelen diğer bir detay ile “Ya bide dosyayı unuttum.” alnıma elimi vurup geri iki adım atarak evden çantamı ve dosyayı da alıp araca tekrar bindim. Şirkette daha varamadan yorulmuştum.

Yavuz abi Arıkan holdingin yerini bildiği için tarif etmeme gerek kalmadan beni hızlıca şirketin önüne getirmişti. “İyi günler Yavuz abi” dediğimde yolu yarılamıştım. İlk günden geç kalmak istemiyordum. Şirketin dönme kapısından içeri hızlıca girdim. Sıcak buhar ile yüzüm yumuşadı.

İçerisi sıcaktı ya da ben koştuğum için öyle hissediyordum. Telefonumdan saatimi kontrol ettim.

“Tamam daha vakit var. Sakin ol, yetiştin.” diyerek danışmana durumu açıklayıp turnikeden içeri geçtim.

Karşılıklı asansörlerin olduğu alana ilerleyip gelen asansöre bindiğimde çok kalabalıktı. Ön sıralarda yine on beşinci kata basıp beklemeye başladım. İnsanların parfüm kokuları burnuma gelse de çok baskın bir koku sezdim. Tarçın.

Güzel kokuyordu, diğer kokuları resmen nötrlemişti. Bu iyiydi. Sağım solum dolu olduğundan kokunun nereden geldiğini öğrenemesem de sabahtan beri gerilen vücudumun rahatladığını hissederek derin bir nefes daha aldım.

Açılan kapılar ile güzel kokuya veda edip asansörden dışarı adımımı attım. Geçen geldiğimde benimle ilgilenen sekreterin yanına ilerledim. “Merhabalar, geçen dönem gelmiştim staj için. Benden istediğiniz belgeleri hazırladım buyurun.” diyerek dosyamı uzattım.

Elimden dosyaları alıp kapağını açtı. “Tamam canım ben alayım bunları. Sen şimdi Ceyda hanımı bul o sana nerde çalışacağını söyleyecektir. On yedinci katta kendisini bulabilirsin.”

“Teşekkür ederim.” diyerek tekrar asansörden on yedi numaraya basıp beklemeye başladım. Acaba bu gökdelen kaç katlıydı? Az daha çıksam göğe varacaktım. Öyle bir yüksekliği vardı. Asansörde kalmadığım sürece sıkıntı olmazdı. Açılan kapı ile Ceyda hanımı tanımadığımdan ilk karşımda gördüğüm kişiye sordum. “Pardon Ceyda hanım nerede acaba?”

İleride dosyalarla ilgilenen sarışın bir kadını gösterip “Ceyda hanım işte orada.”

Teşekkürler.” diyerek Ceyda hanımın yanına ilerledim. Herkes çok resmiydi. Bu kıyafetle aralarında çok şirin kalmış gibi hissediyordum.

“Ceyda hanım, merhabalar ben Alisya, size yönlendirdiler.” dediğimde “Ah geldin mi tatlım, şimdi haber verdiler bende seni bekliyordum. Gözlerime bakıp “ne kadar güzel gözlerin var, ela demi?” diyerek gözlerini belertirken gülümsedim.

İltifatı karşısında tebessüm edip “Evet ela sizin de saçlarınız çok güzel.” Saçları yüzüne çok güzel uyum sağlıyordu.

“Teşekkür ederim. Ayrıca siz demene gerek yok. Artık birlikte çalışacağız, gerçi seni, kontrol manyağı birinin yanına verdiklerinden sadece molalarda desem daha doğru olur.”

Kaşlarımı sorgu ile çattım. “Kontrol manyağı…” yanıma gelerek ellerini sus işareti yaptı. “şıhı, sessiz ol. Ona burada öyle deseler de özünde çok iyi birisidir aslında. Sadece, biraz iş konusunda öyle takılıyor. Adı bu yüzden böyle kaldı.”

“Sanırım bu kişiyi yakından tanıyorsunuz.” diye bir soru öne attım.

“Evet nişanlımın arkadaşı olur. Nişanlımda aslında aramızda kalsın oda benim patronum.” diyerek güldüğünde “Cidden mi!” şaşkınca açtığım gözlerimle. “O zaman tebrik ederim.” dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.

“Biz senle çok iyi anlaşacağız.” Kulumdan tutup çekiştirerek “Gel şimdi, sana biraz etrafı gezdireyim. Ali daha gelmedi. Sen onun asistanlığını yapacaksın.” duyduğum isimle duraksadım.

“Bu Ali Bey, Behzat beyin oğlu olan mı?” Menekşenin kıskandığı kişinin asistanı mı olacaktım! Umarım iyi anlaşırdım. Ayrıca Menekşe’nin dediğinin tutması da cabasıydı.

“Evet canım, iş konusunda çok titizdir. Her şey kusursuz olmasına özen gösterir. Bu yüzden asistanları bir aya kalmadan kaçıp gidiyorlar.” Elini ağzına getirip “kontrol manyağı demiştim.” diye fısıldadı. “Ama cidden gerçek hayatta çok iyidir. Sadece bazen sinirli olabiliyor tabi.”

Ceyda etrafı gösterirken bende dikkatlice onu dinliyordum. “Birazda buradan söz edeyim. Aslında biz bu katta çalışıyoruz. Ama bazen toplantılar olduğunda da yanına gitmen gerekecektir. Ya şirket içinde davalar için görüşmeler olur ya da dışarıda yapılabiliyor. Mutlaka not almak için tabletini unutma! Yoksa Ali çok kızar. Kahve içersen zaten molalarda senin yanına gelirim, beraber takılırız, ne dersin?” sıcak bir gülümseme ile bana bakarken “Çok sevinirim.” dedim.

Çok sıcakkanlı birisine benziyordu. Şen şakrak hali ile bana Gülce’yi anımsatmıştı.

“Yemekleri şirkette yemekhanede yeriz o da öğlen on iki bir arası olur.” Derin bir nefes alıp verdi. “Evet, sanırım diyeceklerim şimdilik bu kadar. Aklına takılan bir şey olursa çekinme bana sor olur mu?”

“Tabi. Olur.”

“O zaman ilk staj günün hadi hayırlı olsun.” Geldiğimiz yolu geri dönüp tekrar Ceyda’nın masasına doğru ilerledik. Etrafa baktığımda nerede oturacağımı bilemeyerek Ceyda’ya doğru baktım. Beni anlayıp oturduğu yerden kalkıp “Unuttum, senin masanı gösterecektim. Gel.”

İlerleyip bir kapıdan içeri girdik.

“İşte burası.” Etrafa baktığımda bir masa, masanın etrafında oturmak için koltuklar ve duvarda bir cam bölme bulunuyordu. Elimle cam bölmeyi gösterdim. “Burası neresi çok ferah bir alanı var?”

Gösterdiğim yere bakıp “Orası da Ali’nin çalışma odası.”

“Cidden mi?” şaşkınlığımı belirtip. Çok güzel bir dizaynı olsa da cam bölme çok büyüktü.

“Evet o yüzden çalışırken göz göze gelmemeye çalış ki, daha huzurla çalışasın, benden söylemesi.” Bu adam çalışanlarına hatta arkadaşının nişanlısına bile illallah ettirecek kadar ne iş veriyor olabilirdi ki?

Her gelen asistan kaçtığına göre çok sert birisiydi. Şu üç ay şimdiden geçmeyecek gibi sinyaller alırken gerilsem de geri durmayacaktım. Bu işi yapmak için gecemi gündüzüme kattıysam o patronunda üstesinden gelirdim. Yani umarım diye düşünerek dışarı çıktığımızda yan kapı sertçe açılarak kapansa da sadece içeri giren uzun boylu birisini gördüm. Saniyelik biz dışarı o kişi içeri girmişti. Geniş sırtından başka bir şey görememiştim.

Ceyda gördüğü kişiyi tanıyıp “Alisya, senin patron gelmiş.” Bana umutsuz bakışı atıp “Sen önce git bir tanış. Ne derse yap. Hadi ben yerime geçiyorum. Bol şans. Öğlen arası konuşuruz.” diyerek arkasını dönerek masasına doğru ilerlerken koridorda dikiliyordum.

Yaa ama ben heyecanlıydım, gerildim. Umarım iyi birisi çıkardı. Özünde iyi birisiymiş hem bu da iyi bir şeydi. Ciddi ol yapabilirsin. Hem en fazla ne kadar sert olabilir ki. Dimi yani. Kendime ettiğim telkinlerin hızı ile kapıyı çalmadan içeri girmem bir oldu.

Elim kapının kulpunda kaldı. Bu böyle olmayacaktı. Geri al geri al desem de nafileydi. Yapmıştım bir hata daha ilk günden. Verdiğim gaza ben…

Gür sesli beyefendi oturduğu koltuktan dönmeden “Kapıyı çalmadan girmeyi kimden öğrendin sen!” diyerek oturduğu koltuktan bana doğru yüzünü çeviren kişi ile donup kaldım.

Bu oydu. Ama nasıl. Yanaklarıma hücum eden sıcaklığı bir kenara bırakarak ki bırakamıyordum “Sen, yani siz... ben…” diye kekelerken sanki konuşmayı unutmuştum.

“Bugün konuşacaksın herhalde yoksa akşama kadar seni mi bekleyeceğim?”

Kendi içimde sakin olmaya çalışarak konuşmaya çalıştım. “Yok ben sadece şaşırdım.” Kapıyı gösterip “Çok pardon. Siz Ali Bey misiniz?” diye saçma bir girişte yapsam şükür konuşmuştum.

“Evet tanıştığımızda da adımı söylemiştim ama bu kadar sanırım tesiri olmadı Alisya hanım. Sonunda tanıştık.” diyerek ellerini birleştirdi. İnanamıyordum o gün takside karşılaştığım sonra yan evimde oturan kişi benim şimdi patronum mu olmuştu? Bu kadar tesadüf fazlaydı.

Onu bu iki ay boyunca ne görmüş ne karşılaşmışken şimdi patronum olarak karşımdaydı.

Ayakta kapının yanında dikilirken “Buyurun oturun ayakta kaldınız? Alisya hanım” diye konuştu.

Ciddi sözlerle konuşsa da gözleri tam tersini söylüyordu sanki. İsmimi söylerken ayrı bir zevk alır hali vardı. İhtiraslı bakan yeşil gözlerinden gözlerimi hızla çekip masanın yanında bulunan geniş koltuğun köşesine oturdum.

Ne diyecektim ki. Ya ben konuşmayı asıl niye unuttum. Kendine gel Alisya en azından tanıdık yabancı çıkmıştı.

Düşünceli bir halde iken Ali Bey artık sanırım ona böyle seslenmeliydim. Bana bakıp “Alisya ismin demi.” diye sordu.

“Evet ismim Alisya.”

“Anlamı ne biliyor musun?”

Yüzüne anlamsızca baktım. Bu soruya kadar anlamını hiç merak etmemiştim. Araştırdığımda söylenemezdi. “Hayır hiç merak etmemiştim. Bilmiyorum.”

Sözlerim ile sanki bozuldu ama anlık gözlerini kaçırdı. “İyi öğren o zaman. Bir daha sorularım yanıtsız kalmasın. Bundan hoşlanmam.” dedi.

Ne! Ne! içimden kendimle tartışırken anlamaya çalıştım. Yani cidden bunu mu merak etmişti? Ayrıca bu ben bilirim havaları neydi? Bu adam daha geçen günlerde bana adabımuaşeret dersi vermiyor muydu? Gerçi taksideki hallerini de unutmamak gerekirdi. Hödük.

Tabi ki bunlar içimden geçenler olsada “Tabi, tabi olur öğrenirim.” diye mırıldandım. Ama nasıl ciddiyim bir gör yani.

Birleştirdiği ellerini açarak bir kalem eline aldığında çevirmeye başladı. Tok bir ses ile “Güzel, anlaştığımıza sevindim. O zaman şimdi iş kurallarına geçelim.” diyerek bana boş bir kâğıt uzattı. “Al bunu, bir de kalem al dedikleri mi not et!”

Uzattığı kâğıdı alıp önümdeki kısa masaya koydum. Çantam odada kalmıştı. O yüzden kalem için onun masasına bakıp elindeki kalemi işaret ettim. “Onu alabilir miyim? Çantam oda da kalmış.”

Kurşun kalemi elinde çevirmeyi bırakıp bana uzattı. Elinden alırken parmak uçlarım parmak uçlarına değince durdum.

Başımı kaldırınca göz göze geldik. Elektik çarpmıştı. İstemsizce parmak uçlarımdaki karıncalanma ile hızla kalemi alarak elimi indirdim. Hala bakışlarını hissedebiliyordum. Neden bu kadar dikkatli bakıyordu ki?

Biraz eğilerek masaya elimi uzatıp rahatça yazacağım bir alan açtım. Oturduğum koltuk çok rahattı. O kadar rahattı ki insan burada otururken bile uykusunu getirecek bir rahatlığı vardı.

Elbiseme dikkat ederek biraz eğilip durduğumda ses gelmeyerek ona dönüp baktım. Hala gözleri ile bana bakarken benim ona döndüğümü görünce genzini temizleyip bakışlarını gözlerimden çekti.

“Evet, ilk madde: Geç kalınmayacak ne olursa olsun, hiç hoşlanmam!” dediğini not alarak kâğıda geç kalma yazdım.

“İki: Verdiğim işler kusursuz bir şekilde dediğim vakit masamda olacak!”

“Üç topuklu ayakkabılardan hiç hoşlanmam. Yanımda giymezsen sevinirim.”

Ayağımdaki topuklulara bir bakış atıp tek kaşım hava da ona baktım. Ne alakaydı ki? Tamam bende çok giymezdim ama saçma buldum. Bu maddeyi de kâğıda yazarken de istemsiz kalemi dudaklarıma değdirince geriye çektim. Sinirden kalemi kemirecektim. Bu bakışlarımı görmüşçesine konuştu.

“Bir itirazın mı, var?” itiraz istemeyen ses tonu il konuşunca “Yok, bir itirazım.” diye mırıldandım.

Sadece üç ay idare edecektim. Topuklu hariç makul maddelerdi. Biraz fazla eğildim sanırım farkında olmadan elbisemin göğüs dekoltesi de benimle birlikte eğilince hızla doğruldum. Ali beye bakınca bakışlarının camdan tarafta olduğunu görünce rahatladım. Böyle bir manzara sunmak istemezdim.

“Şimdilik bu kadar birazdan ilk görevini vereceğim. Çıkabilirsin Alisya.”

“Tabi bekliyorum Ali Bey.” diye elimi kapı kulpuna attım.

“Unutma!” anlamayarak geri döndüm. Yüzüne anlamsız bakışlarımı atarken “Neyi” diye sordum.

“Adını, anlamını.”

“Aa evet adım, tamam araştıracağım.” diyerek dışarı çıktım. Kapıyı kapatmamla rahat bir nefes almam bir oldu.

Başımı şimdiden ağrıdığını hissediyordum. Yanaklarımın sıcaklığını ellerim ile yelleyip kendi odamın kapısını açtım. İçeri girip masamın sandalyesini çekip oturdum. Gözlerim direk Ali Bey ile karşı karşıya geldi. Gözleri bu mesafeden bile meydan okuyordu. Sert çehresi, siyah çatık kaşları ile ciddiyetini korurken gözlerimi çektim.

Gözlerinde durmak isteyen bakışlarıma kızıp elimdeki kâğıdı masanın üzerine koydum. Camdan tarafa bakmadan etrafta gözlerimi gezdirdim. Şirin bir odaydı. Ne küçük ne de büyüktü. Ali beyin odasındaki gibi camlar yere sıfırdı. Ayağa kalkıp camdan gökyüzüne bakmak istedim. Çok yüksekti.

On yedinci katta olmak ayrı yüksekliği ayrı baş döndürüyordu. Gözlerim dalınca masamın üzerinde çalan telefon ile sıçradım.

Çalan telefona elimi uzatıp açtım. “Efendim.”

“Odama gel Alisya!”

“Tabi Ali Bey geliyorum.” Telefonu kapatıp yerine koyarak masanın üzerinde duran not defteri ve kalemi alıp kapıyı kapattım.

Bu sefer kapısını tıklatmadan girmek gibi bir saçmalık yapmayarak kapısını iki kez tıklattım.

“Gel” sesi ile kapıyı açarak içeri girdim.

“Gel Alisya, bir davanın çözümü için uğraşıyorum ama çalıştığım eski bir dava ile çakıştı.” Onu pür dikkat dinleyerek benden ne istediğini anlamak için gözlerimi ayırmıyordum. O ise bilgisayarından gözlerini çekip bana baktı.

Yine gözlerime ciddi bakışları ile karşılık verip “Senden bu zamana kadar ki dosyaları araştırıp isimlerini bilgisayara geçirmeni istiyorum. Dosyaları aşağı zemin katta arşivde bulabilirsin. Kolay bir iş, çabuk halledersen sevinirim. Çıkabilirsin.” diyerek tekrar bilgisayarındaki işine döndü. Ne yapıyordu bu kadar dikkatli acaba?

“Bu zaman kadar olan dosyaların hepsini mi?” hepsini getirip bilgisayara geçirmem bile en az iki gün sürerdi. Beni mi deniyordu acaba?

Kaşının birini kaldırıp bana baktı. “Evet bir sorun mu var, yoksa yapamaz mısın?”

Alaylı sorusu ile geriye çekildim. “Yok sorun falan, elbette yaparım. Kolay iş.”

“O zaman çık.” eli ile kapıyı gösterince

“Tabi.” diyerek odadan çıktım. Onu çizme botumun topuğu ile ezdiğimi hayal ederek yürürken bir yandan da yeri eziyordum.

“Alisya ne yapıyorsun?” diye soru ile ayağımı bıraktım. “Hııı.” diye başımı yerden kaldırdım. Gelen Ceyda’ydı.

“Ben mi, hiç ayağım takıldı da ondan..” ayağımı düzeltip “Sorun yok.” Yanından geçerken durdum. “Ali bey ile çok iyi anlaştık. Yalnız bu arşiv nerede sen biliyor musun?”

“Sana da mı arşiv görevi verdi. Valla bu çocuk hiç değişmeyecek. Canım şimdiden ayağındakilere veda etsem iyi olur. Çünkü bugün çok yorulacaksın.” Hayıflı ses ile yüzüm buruştu.

“Biliyor musun? o da…yani Ali Bey de öyle söyledi. Yani topuklu giymememi. Bu şirket kuralı mı?” diye sordum.

Çünkü hiç böyle bir kurla duymamıştım. Gülerek “Tabi ki değil ama çok ayakta kaldığımızdan hali ile çok yoruluyoruz. Şaşırttı bunu demesi.” Şaşkınlığı yüzünden belli oluyordu. “Neyse seni ben oyalamayım. Eksi bire git orada arşiv odası. Ben şimdi işlerimi halledeyim sana yardımcı olurum. Hadi kolay gelsin canım.” diye ilerideki odaya doğru ilerledi.

Vakit kaybetmeden asansöre ilerledim. Asansörün gelmesi ile boş olan asansörden eksi bire basarak inmesini bekledim. Umarım çok fazla dosya yoktur diye düşündüm.

Arşiv odasına giderken aşılan asansör kapısı ile dışarı çıktım. Etrafta biraz karaltı olunca bir lamba bulup açtım. Işık ile gözüm kamaştı. Etrafıma baktığımda kimseyi göremedim. Sanırım çalışan kişi etrafta değildi. Eğer karanlıkta oturmuyorsa kimse yoktu ama yine de “Kimse var mı?” diye seslendim. “Offf, ben nasıl bulacağım dosyaları ya.” Sağa sola bakarken elimle alnımın köşesini kaşıdım.

“Hey! Bana mı seslendin?” aniden gelen ses ile sıçradım. Gözlük çerçevelerini burnuna indirmiş bir adam dosya yığınının arasında çıkagelmişti. Burada kaybolsam kendimi zor bulurdum o derece çok dosya vardı.

“Aa merhaba. Ben Ali beyin sekreteriyim de. Benden geçmişten günümüze kadar olan dava dosyalarını istedi. Nerede bulabilirim, yardımcı olur musunuz?” Bana üzgün bakışlar atıp anlıyorum der gibi bakıp gözlüğünü indirdi.

Sanki bana acımıştı. “Demek sıradaki sensin. Gel bakalım şansı kız.” Arkasını dönüp ilerledi. “Beni takip et.” diye seslenince hemen ardına takıldım.

“Tabi geliyorum.” Ne kadar zor olabilirdi ki yani. Alt üstü dosyalardan isimlerini bulup… derken sözlerimi bitiremeden bana boyumdan büyük dosyaları gösterdi.

“Oha!” diye kaba bir tepki verince elimi ağzıma kapattım. Şaşkınlığımı gizleyememiştim. “Çok pardon ağzımdan kaçtı.”

“Sorun değil kızım benim arkada işlerim var. Dosyalar bunlar. Önce küçük olanlardan başla. Senin için daha kolay olur.” diye yanımdan ayrıldı.

Keşke yardım etseydi. Ben bunların hepsini nasıl taşıyacaktım. Başımı yukarı kaldırıp dosyaların sonuna baktım. Tavandaki açıklık ile omuzlarım düştü. “İyi bari en azından tavana değmiyor. Tavanın boyu ne kadar acaba?”

Boynum yukarıya bakmaktan ağrıyınca eğilerek elime üç dosyayı aldım. Bugün yattığım yeri arayacaktım anlaşılmıştı. Ama her sekretere bunu yapıyorsa bende yapabilirdim. Yani kolay demişti değil mi? Kolay. Kendi kendime sırıtıp başımı salladım. Eksi kata gelen asansöre dosyaları avucumda sıkıştırıp bindim.

İneceğim kata gelip dosyaları odama bıraktığımda asansör inmeden koşarak içine girdim.

Bunu birkaç defa yaparken dosyaları yarılamıştım. Bir kere daha odaya getirdiğim dosyaları kolumla tutup kapının kolunu indirmeye çalıştım. Olmayınca bir defa daha denedim. “Açılsana.” Kapıyı açacakken dosyalar elimden yere savruldu. “Ahh!” İçimden Ali beye güzel giydirmeler yaparak eteğime dikkat edip eğildim.

“Alisya hanım lütfen dosyaları yerden alın. Kirleniyorlar.” Duyduğum ses ile ileride odasına giren Ali bozuntusuna baktım.

Sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Dört kere in çık yaptığım anları unutup kendimi tebessüm etmeye zorladım. “Bende onun için eğilmiştim.” Dişlerimi sıkıp “Hemen topluyorum.”

“Çabuk ol, ikinci kuralı hatırla. Geç kalma.” diyerek içeri girdi. Dosyanın birini elime alıp tam arkasından fırlatacakken tuttum. Saçım başım sıcaktan dağılmıştı. Elimle saçımı arkaya atıp derin bir nefes aldım.

“Sakin ol Alisya, sadece bir staj sakin ol.” diye düşen diğer dosyayı da alıp o gazla kapıyı açtım. “Senin de kapı.” Ayağımla kapıyı iteledim. Masada yer kalmamıştı. Bir kenarına dosyaları koyarak derin bir nefes alıp verdim.

Son birkaç dosya kalmıştı. Onları da alırsam artık işe başlayacaktım. Daha dosyaları getirmem bile vaktimi almışken kim bilir bunları bilgisayara geçirmem ne kadar zaman alacaktı.

Ali Bey’in odasına ortak olan camdan baktığımda içeride olmadığını gördüm. “Bu adam daha demin içeride değil miydi? Neyse son dosyaları da alayım. Bitsin bu çile.” diye sırtımı esnettim.

Asansörün tekrar gelmesi ile içeri girdim. Saat öğlene geliyordu bense daha verdiği işe başlayamamıştım.

Son kez aşağı inerek arşiv odasına girdim. Merdiveni alarak üst taraftaki dosyayı indirecektim. Merdivenin sabit olduğuna kanat getirip yavaşça çıkmaya başladım. Birkaç dosya üst rafta kalmıştı. Elimi uzatıp bir tanesini yavaşça alıp sakin adımlarla aşağı indim. Diğer ikisini de almak için tekrar merdiveni tırmandım. Topuklu ayakkabı bugün için iyi bir seçim olmamıştı. Parmak uçlarıma basıp ileriye doğru uzandım. “Hadi gelsene.”

“Kiminle konuşuyorsun sen.” Arşivin sessiz odasında duyduğum ses ile ayağım döndü. Düşeceğim kesin düşeceğim. “Aaahhhh!” Çığlığım etrafı kaplarken ellerimi rafa götürmeye çalışsam da ağırlığım arkaya meyletti.

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Sert zemine düşüşüm kaçınılmazdı. Kendimi sert bir zeminde uzanmayı beklerken sıcak kollar ile tutulmayı beklemiyordum. Kollarım kasıldı. Ayaklarıma bir bir titreşim yollayan vücudum ile beni tutan kolların sahibine gözlerimi açıp baktım.

Bir çift yeşil bir göz ile karşılaştım.

“Ali Bey! Çok pardon ben… ben.” gözlerimi yukarı rafa çevirdim. “Dosyayı almaya çalışıyordum. O yüzden şey… oldu.” Gözleri ne kadar da yeşildi. Bu kadar yakından gördüğüm yine beni geçen yolun ortasında düşmekten kurtarırken olmuştu. Kaşlarını çatıp yüzümü inceledi. Sanki bir şey arıyor gibiydi.

“İyi misin?” hala kucağında bir kolu sırtıma sarılı bir kolu ayaklarıma sımsıkı dolanmış bir şekilde ayakta dikiliyordu.

“Ben.. ben mi iyiyim. Beni bırakabilirsiniz?” diye inmeyi bekledim.

“Ha pardon.” Beni yavaşça ayağımın üzerine indirdi. Birkaç defa genzini temizleyip “Neden dikkat etmiyorsun. Ya ben olmasaydım.” Aslında onun sesini aniden duyduğum için olduğunu söylemesem de beni azarlamasına müsaade etmedim.

“Sakar mısın, gerçi kime söylüyorum. Daha düz yolda yürüyemiyorsun. Birde yukarı merdivene çıkmışsın?” demesi ile sözüm geri aldım.

Ya da vazgeçtim. Söyleyecektim.

“Sizin yüzünüzden oldu?” diye yüzüne çemkirdim. Ya böyle söylemeyecektim. Hay azıma.

Yüzüme bakmayı sürdürdü. “Yani aniden seslenince dengemi kaybettim.” Diyerek ağzımda geveledim.

“Dikkatli ol.” diyerek arkasını dönüp ilerlerken tekrar arkasını dönmedi. Neden gelmişti şimdi neden gidiyordu bilmiyorum ama arkasından “Teşekkür ederim.” diye seslendim.

Ben nazik bir hanımefendiydim. Bunu ne kadar kendisi göremese de. Titreyen ellerimi savuşturdum. Ee ama dosyayı alamamıştım ki. Yüne yukarı mazlum bakışlar atıyordum. Arkamı dönüp merdivene bir bakış attım. “Offf” yine çıkacaktım.

Daha ilk adımı atacakken “Hiç akıllanmayacaksın değil mi? Kal orda!” diye sesini tekrar duydum. Neden gelmişti. Başımı omzumdan ona doğru çevirdim. Birkaç büyük adımlar atarak yanımda bitti. Vücudumu ona doğru çevirip ona döndüm. Arşiv odası zaten basıktı.

Birde aniden yanıma gelmesi ile gerildim. Bu kadar yakın olmayı beklemiyordum. Yüzüne bakarken üzerime eğilince geriye doğru birkaç adım adımladım. Bana bakarak üstüme gelmesi ile daha da geri gitmek için ardıma baksam da yer olmadığını gördüm. Konuşmam gerekiyordu.

“Ali Bey ne yapı…” diyemeden bir dosyayı elime tutuşturdu.

“Al, bir daha bu kadar yardımcı olmam.” diyerek beni bu sefer tekrar yalnız bırakması ile tuttuğum nefesimi geri verdim.

Titreyen uzuvlarım kasılmaktan ağrıyordu. Korkulu bir gerilim değildi. Ama yine de beni germişti. Dosyayı elimle sıkıca tutarak bende arşiv odasından çıktım. Bu basık yere bir daha gelmek istemiyordum. Kapısını örtüp arkamı döndüm.

Ali Bey de ileride asansör beklerken yanına ilerlemek için birkaç adım attım. Topuklumun sesi ile yanına geldiğimde bana yandan bir bakış atıp önüne döndü.

Kalbim gerilimden dolayı bir bir kendini dövüyordu. Gelen asansör ile onun binmesini bekledim. “Geç” diye bana yol vermesi ile içeri girdim.

On yedinci kata basacakken bileğimde bir sıcaklık ile durdum. Bileğimi tutmuştu.

Oda ne yaptığını fark edip hemen bileğimden elimi çekip “Öğle molası. O yüzden on yediye çıkma.” dedi. On ikinci kata basıp geri çekildi. Elinin tutuşu ile ile bileğimde kalan sıcaklık ile “Ama iş.” diye mırıldandım.

“Ordan bakılınca psikopat birine mi benziyorum.” Gözlerini ellerime indirdi. “Açlıktan elin titriyor.”

Gözlerim elime kayınca bir elimi arkama alarak ondan sakladım. Ama nafileydi bir kere görmüştü.

Sanırım ellerimin titremesinin açlıktan olduğunu düşünüyordu. Bozmadım. Bunu tabi ki ona söyleyemezdim. Gerçi ben bile hatırlamadığım bir olay yüzünden yıllarca bu titremeyi çeksem de geriye bana da bu kalmıştı.

“Yok ondan değil.” diye mırıldansam da bunu duydu.

“Ya neden?” dikkatli gözleri ile bana bakınca kendimi toparladım.

“Yok… yani evet açlıktan arada oluyor öyle.” diye mırıldandım. çatık kaşları ile önüne döndüğünde rahat bir nefes aldım.

Asansör on ikinci kata gelince durdu. Asansörün içindekilerde inmek için beklemeye başladı. Elimdeki dosyaya bakıp “Ali bey…ben,” elimdekini gösterip “dosyayı bırakıp öyle geleyim. Size afiyet olsun.” dedim. Yanında yemek yiyemezdim. En iyisi dosyayı bırakıp Ceyda’yı bulmaktı.

“Çabuk ol mesai saatine az kaldı. Unutma ikinci kural.” Yeşil gözleri savaş halinde olan elalarıma bakınca başımı salladım.

“Evet elbette.” asansörün kapıları kapanınca köşeye doğru sırtımı yasladım.

Bence de psikopattı. Hem çok çalış diyordu hem de iş hakları savunucusu gibi molamı kullanmamı istiyordu. Asansörden inip odama girdim. Dosyayı masanın üzerindeki yığının üzerine koydum.

Bu odaya giren biri dosya piramidi görmesi kaçınılmazdı. Biraz düzenleyip masanın üzerindekileri maazallah tozlanmasın diye küçük sehpaya bir kısmını bıraktım.

Şimdi daha iyi olmuştu.

Kapıdan çıkarak Ceyda’nın daha çalıştığını görünce onun yanına ilerledim. Tatlı kızdı. Hem bana da arkadaş olmuştu. “Ceyda merhaba. Sanırım öğle molasıymış yemeğe inelim mi?” diye tebessüm ettim. Masanın üzerinde duran saate bakıp dediğime şaşırdı.

“Yemek molası mı iyide daha vakit var ki?” Masasının önündeki saati bana gösterdi. “Daha yarım saat var.”

Allah Allah ama bana yemek molası demişti. Ben mi yanlış anladım acaba. Yok canım öyle söyledi. Ben bunu düşünürken sanırım saati şaşırdı diye düşündüm. “Hımm sanırım ben yanlış anladım.”

Eli ile sandalyeyi gösterip “Sen otur on on beş dakikalık işim var. Beraber ineriz.” diyerek gülümsemesi ile masanın yanındaki sandalyeye kendimi bıraktım. Ağrıyan topuklarımı rahatlatmaya çalıştım.

“Nasıl gidiyor ilk iş günü? Umduğun gibi mi?” dedi bilgisayardan gözünü ayırmadan.

Yüzüm düştü. “Gerçeği söyleyeyim mi?”

“Elbette” dedi gülerek.

“Daha ilk işten yoruldum.. ama pes etmeye hiç gönlüm yok. Yemekten sonra bitirebildiğim kadarını yapacağım.”

“En sevdiğim azimli kız. Dediğim gibi sen yapmaya başla. Zaten bilgisayarda kayıtlı dosya var. Oraya sırasıyla yaz. Ben sana yardıma geleceğim.” Güzel gülümsemesi ile bana bakınca ne diyeceğimi bilemedim. Hayatım da hiç yardım alan birisi olmamıştım. Elimden geldiğince kendi başıma bir şeyleri aşmaya çalıştığımdan garip geldi.

“Teşekkür ederim, gerçekten.” diyerek içten bir şekilde gülümsedim. Bilgisayarın enter tuşuna basıp gülümseyerek ayağa kalktı. “Hadi gidelim.” diyerek asansöre ilerledik.

Yemekhaneye indiğimizde sıraya girip bir tepsi aldık. Yemek kokuları burnuma geldiğinde acıktığımı hissettim. Sabah kahvaltısı da zehir olduğundan pek bir şey daha doğrusu bir şey atıştırmaya vakit olmamıştı. Hoş kokulu birkaç yemekten alarak tatlı bölümüne geçtim. Şöbiyet tatlısını görünce gözlerimden kalp çıkarcasına ondanda bir tabak aldım. En sevdiğim, en sevdiğim diye içimden söylendim. Hasta olmayacağımı bilsem dondurmada alırdım. Dondurma ile mükemmel giden bu ikili kalbimin tek sahibiydi.

Yemeklerimizi alıp cam kenarında uzun bir masaya oturduk. Karşılıklı yemeklerimizi yerken yanıma bir tepsi bırakıldı.

“Selam hanımlar.” diye bir sesle yanıma Bahadır’ın oturması bir oldu. “Aliss, napıyorsun bakayım güzellik?”

Ceyda kaşı ile kim bu dercesine bakınca konuştum. “Bahadır, benim çocukluk arkadaşım.” Elimle Ceyda’yı gösterdim. “Ceyda, burada tanıştım. Bana çok yardımcı oldu.” derken tebessüm etmeyi de ihmal etmedim.

“Yaa bende diyorum bu güzel hanımlarda kim diye… Birini zaten tanıyorum.” Ceyda’ya bakıp çapkınca sırıttı. “Sizin gibisini ise ilke defa görüyorum. Bu güzel hanımefendi ile tanışmak isterim. Ben Bahadır.” elini Ceyda’ya uzatırken ayağımla ayağına vurmayı ihmal etmedim. Her gördüğüne sulanıyordu. Bir gün birinden dayak yiyecekti.

Ceyda ise bu durumu elindeki nişan yüzüğünü göstere göstere elini uzatıp Bahadır’ın elini sıktı. “Memnun oldum. Bende Alisya’nın dediği gibi Ceyda. Nişanlı olan.”

Bahadır’ın bu dedikleri ile yüzü düştü. “Tüh ya nişanlı mısın? Olmadı bu.”

Dişimi sıkıp “Bahadır saçmalama.” dedim.

“Sus kız. Acaba nişanlınız burada çalışmıyordur değil mi?” gözleri etrafta dolaşırken bir yerde durdu.

“Kendisi buranın patronlarından birisi olur.”

“Yaa o zaman dünya ahiret bacım olduğunuzu bilmenizi isterim.” Elini çekip ben masumum diyerek ellerini indirdi. Etrafında göz gezdirirken birisinin bakışlarını görüp başını bana doğru eğince ne olduğunu anlamayarak başını omzuma yaslayan Bahadır’a bakıyordum.

Kısık sesle “İnşallah nişanlınız şu ileride beni öldürüp bir kenarda diriltip tekrar öldürecek gibi bakan kişi değildir. Çok âmin.”

“Bahadır kalk kolumdan”. diye başını yasladığı omzumu iteledim. Ceyda arkasını dönüp Bahadır’ın gösterdiği yere bakıp genişçe gülümsedi. Ceyda’nın gülen yüzünü gören Bahadır “Bittim sanırım. Bacım. Bak bacım diyorum. Dünya ahiret bacım benim.” diye gülümsedi.

“Sen ona bakma o hep böyle.” diye koluma yapışan Bahadırdan kendimi kurtardım. Ceyda’nın gülümsediği kişiyi görünce “Aaa ben sanırım bu kişiyi tanıyorum. Yani bir arkadaşımın arkadaşı sanırım.” Dediğimde Ceyda bana doğru döndü. “Oğuzhan mı?” diye sordu. “Evet, arkadaşımın sevgilisinin yanında görmüştüm.”

“Kim ki, sevgili olan birisini tanımıyorum.”

“Fatih, arkadaşım Gülce ile çıkıyorlar.” dedim tebessüm ile.

“Nee!” elini ağzına kapatıp gülümsedi. “Bizim Fatih mi? Çok sevindim. Haylaz hiçte söylemiyor. Sorarım ben ona.” diye sitemi ile toparladım. “Yok daha yeni yani biraz.”

“Ya aslında ortak arkadaşlarımızda varmış biz senle nasıl tanışmadık ki?” dediğinde kaşığıma uzandım.

“Demek ki bugüne nasipmiş.”

“Öyle, neyse bir gün topluca bir buluşma ayarlayalım.” diyerek yemeğini yemeğe başladı.

“Olur, hem…” gülerek omzumu yanımda yemeğini yiyen Bahadır’a vurdum. “Sende gelirsin. Ceyda’nın nişanlısı ile tanışmış olursun.” diyerek güldüğümde Ceyda da bana katıldı.

“Lütfen bacım ve Alisya size hiç yakıştıramadım. Ama teklifinizi düşüneceğim. Şimdi sizi baş başa bırakıyorum. Yoksa bu ilerideki beyefendi bana hiç iyi şeyler yapmayacak. Beni yiyecek gibi bakıyor.” diyerek aldığı tepsisi ile yanımızdan ayrılırken de gülmeyi bırakamıyordum.

Beni ileride izleyen birisinin varlığının farkında olmadan kısılan gözlerimle gülümsüyordum.

...

Beni takip etmek isterseniz İnstagram: Safinaz_Stlm

Hoşçakalınnnnn canlarr

 

Bölüm : 23.12.2024 12:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...