
BU BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.
Keyifli okumalar dilerimmm.
Beni takip etmeyi unutmayın canlar
İnstagram: Safinaz_Stlm
6. BÖLÜM: KIVILCIMIN MAHŞERİ
. Her şey anını bekler anda kal.
Bak Bak İşte Oradayım
Siyah beyaz bir fotoğraf karesi,
İç içe geçti, çerçevemin köşesi,
Anılar birikti sığdı resme,
Taşırım bir bir ellerimde.
Bir orman arası bir dağ başı,
Söyle! Söylesene hadi,
Neden yırtıp atmadın diye?
İçine attığın bu keder niye?
Benimle gelip bağlandığın resme.
Söylesene benimle gelen sen’e,
İkimizin yer ettiği bu kare,
Renkli bir fotoğraf karesi.
Alisya AKMAN
Eğlenerek yemeklerimizi yediğimiz bir öğle arasından sonra tekrardan odama gelmiştim. Dosya yığınlarına bakarak derin bir nefes aldım. Akşama çıksam iyiydi. Bu iş şimdiden yarına kalsa da elime bir dosya aldım. S harfi ile bir kenara bıraktım.
Önce alfabetik bir sıraya koyacaktım. Sonrası kolaydı, yani umarım. Biraz uğraştıktan sonra güzelce dosyaları yan yana dizdim. İlk elime aldığım a harfli dosya ile masama geçtim. Bilgisayardan Ceyda’nın dediği uygulamayı ayarlayıp yazmaya başladım.
Dosyaların içeriği Allahtan düzgündü yoksa diğer türlü önce onları ayarlamam gerekecekti. Bu şekilde bir nebze kolay gelmişti.
Bu şirket davalara bakan bir şirket olsa da çoğu dosyada başarılarından çokça bahsediliyordu. Her girdikleri davayı kazanmaları ise ayrı bir başarıyı ardında getiriyordu. Dava dosyalarının fotoğrafları da dosyada yer alıyordu. Bir dava dikkatimi çekti. Elime aldığım fotoğraf ile duraksadım.
Bir kadının fotoğrafıydı. Gözlerim büyüdü. Bu dava çok ses getirmişti. Hatta Arıkan holdingin adının da yer aldığı dava günlerce gündemde olmuştu. Merak edip biraz davanın içeriğini okudum.
Olay bir kadın cinayetiydi ve cinayeti işleyen pisliğin bu zamana kadar alınan cezalardan daha fazla ceza alması için günlerce uğraşıldığından bahsediyordu. İlk verilen cezanın az olması ile tekrar itiraz ile bir üst mahkemeye olay taşınmıştı.
Davada cezanın arttırılması ile uğraştıkları yazıyordu.
Fakir bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen E.L. nin annesi F.L. Arıkan holdinge geliyor ve Ali Bey ile yaptığı bir görüşme ile Ali Bey bu davayı alıyor. Hiçbir ücret karşılık almayarak ellerinden gelen bütün çaba ile bu davayı kazanıyorlar. Bu da Arıkan holdingin daha da başarılı olacağının kanıtıydı.
Bunlar yazılanlar değildi. Haberlere düşen kısmıydı. Dava için çok para harcanmış ama hiç para talebi olmamıştı.
Aslında bu davanın gündemde kalması ise hem bir cinayet olması hem de cinayeti işleyen pisliğin bunun üzerini örtmeye çalışan önemli bir iş adamı olmasından kaynaklanıyordu.
Ben davayı Ali Bey’in aldığını görmemiştim. Gündem de sadece Arıkan holdingin adı geçiyordu. Tabi ki davanın içeriği gündemde paylaşılmıyordu. Dosyayı elimle kapatıp bilgisayara geçirdim.
Gözlerimi dosyadan çekerek karşıda telefon görüşmesi yapan Ali Bey’e çevirdim. Beni görmüyordu. Sanki ne yaparsa üstünden gelir bir havası vardı. Geniş omuzlarına giydiği siyah gömleği, üzerine çok güzel oturmuştu. Gerilen kolları ile bir kolunda telefonu tutarken bir elini de pantolonunun cebine yerleştirdi.
Cam ses geçirmediğinden ne dediği anlaşılmıyordu. Sırtı bana dönükken birden benden tarafa dönünce elim ayağıma girerek hemen başımı bilgisayara eğdim.
Yakalanmanın verdiği gerginlikle gözlerimi yumdum.
Neden eğdim ki? Kötü bir şey yapmamıştım. Hemen bakamadım. Bana olan bakışlarını bir müddet tuttuktan sonra tekrar sırtını dönüp odasında bulunan balkonuna ilerleyip dışarı çıktı. Kaçamak bakışlar ile görmüştüm. Ama bu havada gömlekle dışarı çıkması beni şaşırtmıştı aslında. Ben o halde çıksam net hasta olurdum. Zaten normal düzeyde bile üşüyen bir yapım vardı, bu bana fazlaydı. Dava dosyası ile göz göze geldim. Bir bilgi daha vardı.
Dava dosyası kapandığında gündemin bir diğer kısmı ise hapse giren kişinin bilinmedik bir şekilde aniden ölmesiydi.
Hapishanede en fazla bir hafta kalmış ve boğularak ölmüştü. Ne kadar avukat olarak tarafsız bakmaya çalışsam da mazlumun, suçsuzun yanında suçlunun karşısında işimi yapmak benim gayemdi.
Sırası ile ilerlediğim dosyaların içinden boynumu esnetip koltuğa başımı yaslayarak durdum.
Yorulmuştum ve parmaklarımı hissetmiyordum. Bir ara Ceyda yanıma gelmiş ve bir kısmını beraber yapsak ta ona da yük olmak istemeyerek geri kalanı benim halledeceğimi söyleyerek onu yanımdan göndermiştim. Onunda bir ton işi olduğundan ısrarım ile gitmek zorunda kaldı. İlk günüm hem güzel hem de heyecanlı dakikalarla geçse de geriye bana kalan yorucu uzuvlarım oldu.
İçtiğim üçüncü kahve ile daha bir canlı hissettim. Bardağı masanın üzerine bıraktığımda saat altıya geliyordu. Biraz daha hızlanmalıydım. Sanırım bunu yapmadan beni çıkartmazdı ki kendisi de odada-onun odasına bakarken görmüştüm- hiç durmaksızın ya çalışıyordu ya da telefon görüşmeleri yapıyordu. Yorucu bir meslek olsada bir gün bende sevdiğim mesleği yaparken huzurlu olacağım anlar aklıma geliyor ve daha mutlu hissediyordum.
Ben bu meslek için doğmuştum. Birkaç dosya yığınını daha geride bırakırken dosyamı kayıt etmeyi unutmadım. Maazallah silinirse hiç iyi şeyler olmazdı.
Camım tıklatılınca daldığım bilgisayar ekranından gözlerimi çektim. Ali Bey ortak camdan bana gel işareti yapınca neden çağırdı ki diye düşünerek ayağa kalkıp üzerimi düzelttim. Kaç saattir sandalyede oturmaktan zira bazı yerlerim uyuşmuştu.
Elime gitmeden not defterini ve sabah patronumun elinden aldığım kalemi de yanına alıp odadan çıktım. Ceyda az önce çıktığından masası boştu. Ayaklarımı yürüyerek açtım. Kapıyı iki defa tıklatıp gel sei ile içeri girip kapıyı kapattım.
“Buyurun Ali Bey.”
“Evet…” diye söylediğinde anlamsız bakışlar attım. Öncesinde bir şey dememişti. Çok çalışmaktan ben mi duymadım acaba diyerek konuştum.
“Beni siz çağırdınız Ali Bey.” Adamın sanırım çok çalışmaktan aklı gitmişti. Zira benim aklım başımdan çoktan gitmişti. Son demlerdeydim.
“Evet biliyorum. Dosyanın son durumu için çağırdım. Bugün bitecek değil mi?” bir kaşı sorgu ile kalkarken avcumu gevşettim. “Evet onun için uğraşıyorum.”
“Uğraşma yap! En kısa zamanda dosya masamda olsun. İşlerim var Çıkabilirsin.” diyerek bilgisayarına döndü.
Kısık gözlerim ile ona bakarken gözüm cama takıldı. Hava çoktan kararmış olsada içerisi aydınlıktı. Bilgisayar ekranının cama yansıyan görüntüsü ile ayrı bir duraksama yaşadım.
Terbiyem burada bozuldu işte.
Lan adam okey oynuyordu. Okey. Bu mu işti? Ben orda kıçımı yırtarken adam burada okey mi oynuyordu?
Ciddi mi diye tekrar cama yansıyan görüntüye bakarken kıymetli patronum Ali BEY! de baktığım yere bakınca cama yansıyan bilgisayarın görüntüsü ile hızla bilgisayarın ekranını aşağıya indirdi.
“Strateji...” genzini temizleyip “strateji çalışıyorum. Tavsiye ederim. Kafa açıyor.”
“Kalsın…” dememle bakışları değişince ses tonumu ayarlayıp “…yani gerek yok Ali bey ben böyle iyiyim. Çıkayım verdiğiniz işi bir an önce yapayım.”
Bunu demezsem haram olan uykular bana yerli haram olurdu. “Malum bazı insanlar gibi boş değilim. Hemen işimin başına dönüyorum.” diyerek arkamı dönüp kapısını açarak çıktım.
Bana diktiği bakışlarını görmezden gelirsek başarılıydı. Odama girip tekrar masama geçtim. Biraz daha çabalayarak dosyanın son harflerine yaklaştım. Bakın yaklaştım diyorum zira daha gelememiştim.
O lafımı söylediğimden beri de camdan tarafa bakmayı düşünmüyordum. Zira bakmak gibi bir hata yaptığım bir anda bana baktığı keskin gözleri ile gözlerimi ondan hızla çekmiştim. Resmen gözleri ile savaş açıyordu. Bir daha o tarafa doğru başımı bile çevirmedim.
Birkaç gelen esneme ile gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum. Normalde gelmeyen uykum bugün bana bir hediye gibi gelmişti ama yanlış bir zamanda bana uğramıştı. Zira daha bilgisayara geçirmem gereken tonla dosya vardı. Evdekilere haber verdiğim için içim rahattı. Birkaç harfi daha bir daha esnedim.
Elimi başıma yaslayıp göz kapaklarımı açık tutmakta zorluk yaşıyordum. Ellerim başımın kenarını buldu.
“Beş dakika sonra uyanıp bitireceğim sadece beş daki…” diye başımı yana çevirip koluma yasladım. Masanın üzerinde biraz kestirip uyanmayı planlayarak uykuya daldım.
…
Ali Asaf ARIKAN
Yoğun bir gün olacağı sabahtan stajyerimin odama gelmesi ile başladı. Bir yandan onu tanıyıp bana alışmasını beklesem de bu hiç umurumda değildi.
Sadece bana güvenmesi için ona yakın olmayı istiyordum ki yapacağım şeyler de onunda diğerleri gibi yaptıkları işten sıyrılmasını istemiyordum. Buna ilk başta bu düşünce ile girmiştim.
O evde neler olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Her gün istisnasız o lanet videonun onlar için bir kaçış yolu olduğunu ve cezalarını çekmesi için her şeyi yapacaktım. Hem de her şeyi! Çektiğim acının on katı acı ile yanmaları içinde bu oyuna başladım. İlk işim evin küçük kızı ile tekrar tanışmaktı ama o kendi ayakları ile bana gelmişti buda işime geldi.
Evinin yakınlarına taşınmam ise planlıydı. Ailemin bilmediği ama intikamımı almak için gün saydığım anlar çok yakındı ve bu sabahta başlamıştı.
Onu perdenin arkasından bir gece vakti ağlarken dışarı çıkıp çıkmamak konusunda kendimle bilmediğim şekilde çelişkiye düşsem de bunu yapmadım. Gözümün önüne gelen yeşil gözler buna engel oldu. Özlemini çektiğim yeşilin en sevdiğim tonunu benden almışlardı. Bende onlardan kıymetlilerini alacaktım. Kaleyi içten fethedecektim. Ne pahasına olursa olsun…
Dosyalardan başımı kaldırıp Alisya’nın odasına baktım. Çalışkan olduğu belliydi. Durmadan dosyalara bakıyor ara ara hüzün çöken gözler ile dalıyordu. Beni görmese de sinirlendiğini bilmeden ağzına kalemi alıp kemiriyordu.
Son odama gelişinden sonra kendimi çalışmayan biri gibi gördüğünden sinirlense de son dediği ile beni de sinirlendirmişti. Birkaç telefon daha görüşmemi tamamladıktan sonra bakmak istemesem de artık işten çıkmam gerekiyordu. Bu vesile ile aramızda olan odanın camına baktım. Oturduğum yerden göremeyince ayağa kalktım.
Bir dakika o uyuyor muydu? Yoksa bana mı öyle geliyordu? Camın kenarına birkaç büyük adımlar ile ulaştım. Elim aniden cama vurmak için kalktı. Tam vuracakken aniden durdum. Kendi kalksındı ne diye uğraşıyordum ki!
Geri döndüm. Gözlerimi kısıp camdan tekrar baktığımda yorgunluktan dudakları aralık yüzüne tekrar baktım. Çirkindi hiç benim tipim değildi. Bal yanakları kolunun üzerine geldiğinden daha bir dolgun hal aldı. Çirkin. Üzüleceksin bal yanak. Ve bunu yapanda ben olacaktım.
Ama o olayı öğrenmeden bu işi bitirmeyecektim. Bu benim en büyük davamdı.
Bir şeyler eksikti ama net olanda bunu yapan onun ailesiydi. Olayda yardım edildi diyerek dosyada yer almıştı. Bu şekilde dava kapansa da olayın gerçek yüzünü çıkarttığımda hepsinin canına okuyacaktım.
Başımı camdan çekip masamın yanındaki sandalyeyi biraz ses yaparak çektim uyansın diye. Ama cam ses geçirmiyordu. Oturduğum yerden tekrar kalktım.
Ne diye uyuyordu ki!
Odamın kapısını sertçe açıp kapattım. Çoğu çalışan şirketten çıkmıştı. Tek tük çalışan ile göz göze gelince benden bakışlarını kaçırıp gidecekleri yere ilerlediler.
Odasının kapısının kulpuna elim uzandı ve yavaşça açtım. İçeri girerken kapıyı açık bırakıp yanına doğru ilerledim. Bilgisayarın ışığında bu kız nasıl uyuyordu ki. Dosya hala açık olduğundan kayıt edip kapattım. Birde bunun için gecikmek istemiyordum.
Gözüm ona takıldı. Saçlarının bir kısmını kemirdiği kalemi ile tutturmuştu. Birkaç tutam dışarı savrulmuş yüzünü örtmüştü.
Parmak uçlarım ile saçının bir tutamını alarak kenara iteledim. Elim masanın köşesini sıktı. Göz çevrem sinirden kısıldı. Sinirimi içimde tutmalıydım. Yüzüne tekrar baktım. Masum bir yüzü vardı. Hem de çok masum.
Beni bu yüzle kandırmıştı. Eğildim yerden aniden doğruldum. Ne yapıyordum ben böyle. Geri dönerken ayağım masasına takıldı. “Hay ben..”
Ayağımı masadan çekerken masanın sesi ile oda uyanmıştı.
“Hııı. Ne oldu ya.” Beni görmüş olacak ki “Ali Bey ne oldu?” dedi panikle.
Sırtım ona dönüktü. Yüzüme sert bir tavır takınıp “Kaç saattir sana sesleniyorum. Sen burada bir de uyuyorsun?” Aslında ne kadar uyandırmak istesem de ayağım takılmasa çekip gidecektim. Üç günde yapılacak bir iş verdiğimin farkındaydım. Ama yüzünü görünce ağzımdan çıkanları hesap etmedim.
Utangaç bir tavır takınırken tombul yanakları hem uyku mahmurluğu ile hem de utandığından pembe tonunda olan al yanaklarını benden sakladı.
“Ben… ben üzgünüm.” Kısık bir sesle “uyuyakalmışım” dedi. Saçlarından kalemi açarak saçını iki yana aldığında odadan çıkmak için tekrar sırtımı döndüm. Yorgun olduğu göz altlarından belli oluyordu. Sevgili stajyerimi ilk günden kaçırmak istemezdim. Daha onunla çok işim vardı.
“Her neyse. Hadi kalk gidiyoruz. Yoksa gece burada kalacağız.” diyerek odasından çıktım.
Ardımdan gelen minik adımların sesi kulağıma ilişince adımlarımı daha yavaş attım.
…
Alisya AKMAN
Çok utandım. Çok daha fazla utandım. Adama birde uyurken yakalanmıştım. Rezillikti. Kalemi ne zaman saçıma taktığımı bilmesem de saçlarım ayrı bir karışmıştı. Elim ile toparlayıp odamdan çıkan patronumun peşine çantamı ve montumu alarak takıldım. Büyük adımlarına yetişmem zordu. Ayaklarımın uyuştuğu hissiyat ile küçük adımlar atsam da biraz yavaşlayınca adımlarımı biraz daha hızlandırıp ona yetiştim.
Asansöre binerek zemin kata bastı. Asansöre binerek kapıların kapanması ile gerileyerek yanında bekledim. Sert yüzünden hiçbir şey okunmuyordu.
Yanında dikilirken sessizlik içinde asansörün aşağı kata inmesini bekledik. Bugün o kadar yoğun çalışmıştım ki yorgun düşen bedenim buna dayanamayıp iflas bayrağını çekmiş beni uykuya düşürmüştü.
Açılan asansörün kapıları ile dışarı turnikelerden çıkarak merdivenleri indim.
Saat kaçtı acaba. Bu saatte otobüsün gelmesini beklemeyecektim. Bir taksi çevirmek için durduğumda Ali Bey kendi aracına ilerlerken ardından gelmediğimi ayak seslerimden anlamış olacak bana doğru baktı.
“Hadi, zaten aynı yere gidiyoruz. Bin.” diye emri vaki sözü ile bende konuştum.
“Yok Ali Bey… ben bir taksiye bineceğim size rahatsızlık vermeyin.” dedim hızlıca.
“Rahatsızlık versen sormazdım. Uzatma bin hadi.” Aracı çalıştırıp benim binmemi bekledi.
Birkaç adımla aracın ön kapısını açıp yanına bindiğimde emniyet kemerimi takıp derin bir nefes aldım. Patronumdu bir şey olmazdı hem taksiyle bir kere yolculuk yaptık diye kendimi ikna ettim.
Ama araç çalışsa da hareket etmeyince yanımda duran patronuma baktım. Duraksamış ve sanki gözleri dalmıştı.
Kollarını direksiyona getirdiğinde gerilen kolları ile direksiyonu tutarken parmak boğumları kızardı. Ne olmuştu ki! Benim gibi o da mı araçlara binerken geriliyordu.
Seslenip seslenmek arasında kaldım. Sanki ne bileyim donmuştu.
“Ali Bey iyi misiniz?” diyen sesim ile kendine gelmiş ve “Yok bir şeyim! Ayrıca iş saatleri dışında bana Ali Bey demene gerek yok.” diye terslerken gözlerimi kıstım.
“Anlamadım.”
“Ali de. Sadece Ali.” diyerek aracı sürmeye başladı. Aynı yere gittiğimizden sorun yoktu ama bu sadece bugünlüktü.
“Peki.” diyerek başımı cama yasladım. Aracın içinden çıt çıkmıyordu ve bu ortam beni geriyordu. Elimi müzik kutusuna uzatıp sordum.
“Açabilir miyim?” diyerek müzik kutusunu gösterdim. Başını sallayıp elini uzatarak bir müzik açtı. Çalan şarkı Cihan Mürtazaoğlu’nun Bir Beyaz Orkide şarkısıydı.
En azından sessizliği kırmıştı. Açılan şarkı ile başımı tekrar cama yaslayıp akıp giden yolu izlemeye başladım.
Saate bakmak aklıma gelirken telefonumu çantamdan çıkardım. Saat dokuzdu iyi bari diyerek gelen mesajları yanıtladım.
Gülce’den gelen sesli mesajları sonra dinlemek için bıraktım. Malum arabada açamazdım. Geri kalan mesajlarına cevap yazdım. İlk gün onun içinde güzel geçmişti. Aslında benim içinde iyi bir gün olarak başlasa da sonra uyumamı saymazsak genel itibari ile güzel ve yorucuydu.
Eve doğru yaklaşınca “Ben burada ineyim eve çok yaklaşmayayım.” İsmiyle seslenmek gerip geldiğinden bir şey demedim.
“Tamam.” diyerek aracı kendi evine doğru durdurdu.
Emniyet kemerimi çıkarıp ona döndüm. Yabancı olandan patronuma terfi edene Ali Bey’e baktım. “Teşekkür ederim. Bıraktığınız için.”
“Önemi yok.” dediğinde daha fazla rahatsızlık vermeden araçtan indim.
Patronum evet böyle demek daha iyiydi araçtan hala inmemişti.
Evimin önüne biraz yürüyerek bahçe kapısından içeri girdim. Bakalım evdekilerin durumu ne alemdeydi.
Umarım sorun ne ise çözmüş olsunlardı.
Yorgun adımlar ile kapıya ulaştım. İçeri anahtarım ile girdim. Kapıyı kapatıp çizmemi vestiyerdeki dolaba koyduğumda içerisi fazla sessizdi. Ya evdekiler odalarındaydı ya da şu an evde değillerdi.
Annemgilin evde olduğunu bildiğimden önce odama gidip üzerimi değiştirdim. Spor krem renkli alt üst takımımı giyip yüzümdeki kalan makyajdan da kurtuldum.
Üzerimden koca bir yük kalkmış gibi ferahlarken cildim nefes almıştı resmen. Saçlarımı toplarken aklıma takılan bir şey ile ellerimi saçımdan çekerek bir ayağımı kırıp yatağın köşesine oturdum.
Aniden gülme gelerek ismimi Google da arattım. Cidden bunu yaptığıma inanamıyordum ama merak etmiştim. “
Alisya, ne demek. diyerek yazıp arattım. “Asalet demek. Hımm güzelmiş.” diyerek telefonu aldığım yere geri koymadan önce biraz Gülce ile mesajlaştım. Attığı sesli mesajların çoğu amcasının ona verdiği görevlerle ilgiliydi. Biraz sohbet edip telefonu yerine bırakıp aşağı inmek için kapıya ilerledim.
Siyah tokamı bileğime takıp kapıyı kapattım. Saçımı merdivenlerden inmeden bağlarken dedemin çalışma odasından çıkan Sultan teyze ile karşılaştım.
“Alisya kızım hoş geldin, nasıl geçti ilk gün?” diye sorusu ile “Güzeldi…” diğer şeyleri saymazsak “Birazda yorucu.” dedim.
“İyi iyi alışırsın.” Merdivenlerin başında olduğumdan “Aşağı mı iniyorsun?” diye sordu.
“Evet. Sabah gördün amcam sinirden çıldırdı onlara bakacağım. Olayı biliyor musun? Ne olmuş?” Yanıma ilerleyip elindeki havluları merdivenlerin trabzanına koydu.
“Aslında herkes evden çıktıktan sonra Şahin Bey tekrardan eve geldi. Birkaç dosya alıp evden çıkarken sinirden köpürüyordu. Sanırım birkaç gemi limana ulaşmamış mı ne sanırım böyle bir şeyden bahsediyordu. Tam anlamadım. Sonra akşam geldiklerinde de birkaç saat çalışma odasından çıkmadılar. Sanırım iş biraz ciddi. Şuan hepsi aşağıda. Bence inme.” Dese de
“Sorun değil. Hem annem aşağıda değil mi?”
“Evet Satı hanımda az önce indi.”
“Tamam o zaman. Bende bir gideyim bakayım.” Elinde tuttuğu havluları işaret ettim. “Bu elindekiler yine garaja mı?” diye sordum. Elinde yine fazladan havlular vardı. “Evet Şahin Bey istedi. Öncekiler kirlenmiş tekrar yenilerini istedi.”
“Allah Allah aşağıda ne yapıyorlar ki bu kadar havlu kirleniyor?” diye sorduğumda anlamlandıramadım.
“Şahin Bey çoğu zaman sinirli olduğunda araç tamir eder. Onun içindir.” Merdivenleri inip salona geçerken “Anladım. Ben içeri geçeyim.”
“Tamam kuzum” diyerek aşağı merdivenlerden inmesi ile aşağı merdivenlere yönelirken bende geniş salonumuza adım attığımda annemle göz göze geldik.
Levent abi ve yengem ortalarda görünmüyordu. Menekşe ise kendi halinde koltukta oturmuş kimseyle ilgilenmeyerek telefonunu gözünden ayırmıyordu.
Annemin yanına oturdum. “Selam.”
“Gel bakalım, ne yaptın bugün? Artık iş kadını da oldu benim kızım?” eli saçlarımı omzumdan arkaya atıp severken “Yani biraz yorucu birazda bilgi ağırlıklı bir gün oldu.” dedim.
Annemin babama kaçamak bakışlar attığını görünce eli saçlarımdan kaldı. Sanki dargın gibi bir havaları vardı.
Babamla göz göze gelince gülümsedim. Dedemle karşı masada sohbet ediyorlardı. Kulak kabarttım. Arıkan holdingin lafını duyunca oturduğum yerden dikelip kulağımla duymaya çalıştım. Sanırım Sultan teyzenin dediği gibi gemilerdeki malzemelerin gelmemesi durumuyla ilgiliydi.
“Anne” biraz sesimi kıstım. Menekşe’nin duymasını istemiyordum. “Sabah ki olayı öğrendin mi? Sorun neymiş?” diye sordum.
“Sanırım babanla Murat arasında işteki bir alıp verme. Bugün gemilerin gümrükten geçmesi gerekiyordu. Birkaçı geçse de bazılarının içi boş çıkmış. Tabi bunun altında babanın imzası olunca şimdide bizden bunun için tazminat istiyorlar.”
“Hadi bee? Ee ne olacak şimdi.” Sesim yüksek çıktığından aniden Menekşe konuşmaya atladı. “Ne mi olacak?” Küçümser bir tavırla “Baban babamın hakkına göz dikmeseydi şu an bunlar olmazdı.”
Menekşe’nin tavrı ile gözlerim kısıldı. Babamın şirket için ne kadar çalıştığını biliyordum. Hakkını yedirmezdim. “Ne diyorsun be. Kendine gel. Babam kimsenin hakkına göz dikmez.”
“Aynen kandır kendini. Zavallı.” diye salondan çıkıp giderken arkasından kaşlarımı çattım.
Annem yanımda söze karışmazken benim ona cevap vermemi bekliyordu. Ama bunu yapmayacaktım. Neye inanıyorsa ona inanabilirdi.
“Alisya git şu yelloza cevabını ver. Uyurken bunu düşünüp kırışmak istemiyorum. Kalk.”
“Anne...saçmalama.”
“Asıl sen saçmalama Özgür’e kızgınım yoksa verirdim cevabını.” dese de gözleri arada babama kayıyordu.
Merak etmiştim. “Babamla ne oldu ki?” diye sordum.
“Boşa lafı çevirme. Bu kızda iyice anası kılıklı oldu. Konuşmalarına bak.”
“Anne.”
“Ne anne iyi bir şey demeyelim. Hatta gelsin tebrik edeceğim.” Bu konuda anlaşamayacağımı bildiğimden “Ben yatıyorum. Sende kafanda kur.” diye gülerek odadan kaçtım.
“Alisya.” diyerek seslense de arkama bakmadan merdivenleri çıkmaya başladım.
Odama geçip vakit geç olsada abimi aradım. Uzun zaman olmuştu aramayalı. Özlem içerikli sesimle seslendim. “Alo, abi.”
“Efendim bıcırık.” dediğinde gülümsedim. Sesi neşeli geliyordu. Her zaman neşeliydi. Odamın balkonuna üzerime hırkamı alarak çıktım. Koltuğuma bu sefer huzurla oturup dizlerimi karnıma çektim. “Nasılsın seni çok özledim. Ne zaman bu tayin işlerini bitirip döneceksin.”
“Biliyorum. Az kaldı belki bir sürpriz yapıp erken gelebilirim.” derken kısık sesi ile elimde olmadan oturduğum yerden kalkıp balkonumun kenarına yaklaştığımda heyecanıma engel olamadım.
“Yaa ciddi misin? Çok sevindim. Artık gelince özlem gideririz.” Abim yurt dışında askerdi ve tayini orda olduğundan uzun bir süredir ara ara görüşmekten başka bir araya gelemiyorduk. Artık tayinini buraya aldıracağından çok mutluydum.
“Ne istiyorsun bakalım. Bu kadar özlediğine göre.” Beni nasılda tanıyordu. “Aslında…” diye başlarken patronumun da balkonunda sigara içtiğini gördüm.
Karanlıkta seçilmese içtiği sigaranın ateşi ile yansıyan ışık kendini belli ediyordu. Sigara mı kullanıyordu? İlk defa görüyordum. Aslında yanındayken sigara kokusu bile almamıştım. Gözlerine bakakaldım. Konuşacakken çenem açılıp kapandı.
Bana bakan gözleri kısılmıştı. Farkında olmadan telefonu kulağımdan çektim. Gözlerinden bakışlarımı çıplak omuzlarına indirdim. Kaşlarım anlamsızca çatıldı. Daha fazla aşağıya gözlerimi kaydırmadım.
Üzeri yine ve yine çıplaktı.
Bu adamın kıyafeti mi yoktu yoksa bu kış günü yanıyor muydu? Gözlerimi hemen ondan çekip bakışlarımı kaçırdım.
“Alisya… orada mısın? Hey yine beni kimle aldatıyorsun?” diye abimin sesini duyunca tekrar kulağıma getirip aniden “Aldatmadım… yani buradayım.” diye sesimi yükseltmiş bulundum.
Sesimi duyan patronum yarısına gelmediği sigarasını balkonunun geniş yüzeyinde söndürüp arkasını dönerek bir şey demeden içeri girdi.
Aslında biraz daha kalsaydı selam verecektim. Neyse zaten yarın şirkette görüşürdük. Telefonda beni bekleyen abime döndüm. “Aslında… çok sevdiğim şöbiyetlerden getirebilirsin.”
“Şöbiyet… Kızım benim nerde olduğumu biliyorsun değil mi?”
“Evet” dedim. Sinir etmek hoşuma gidiyordu. Bir yandan da dudağımı kemirerek sırıtıyordum.
“Ben Libya’da nereden bulayım şöbiyeti?”
“Ne var asker değil misin? Bence bulursun.” dedim kıkırdarken.
“Tamam buna da tamam. Söz olsun bakalım. Telefonun ardından gelen sesleri seçemedim. “Benim artık kapatmam gerekiyor. Öpüyorum gözlerinden bıcırık.” Gülen yüzüm soldu. Hüzün bir gece yarısı gözlerime uğradı. Çok konuşamadım.
Genzim yandı. Boğazımda oluşan yumru ile genzimi temizledim. “Allah’a emanet ol.”
“Amin. Sizde.” diyerek telefonu kapattı.
Hep böyle oluyordu. Genzim yanarken boğazıma takılan yumruyu güçlükle yutup gözlerimi yukarı diktim. Özlemiştim.
Neyse en azından yakında gelecekti. Telefonumu elimle sıkıştırıp balkonumun kenarına yaslandım. Etrafın sessizliği çok güzeldi. Gece ayrı bir kulvarın koynunda süzülürken yine hüznü gecem benimle beraberdi.
Gözlerimi indirdiğimde karşı balkonda olan patronum ile göz göze geldim. Gözleri gece karası kadar koyu bakıyordu.
Sessizdi, bu kadar hızlı hareketi ile gözlerim yüzünden hafifçe aşağıya doğru kaydı. İstemsiz olmuştu ama korkulacak bir şey yoktu.
Bu sefer üzeri giyinik bir haldeydi. Ben balkonuma ellerimi yaslı bir şekilde dikilirken oda aynısını yaparak bana doğru baktı. Elindeki sigara paketi gözüme çarptı. İkimizde suskunluğumuzu koruyorduk. Bir sigara yakarak sol eline aldı.
Artık konuşmam gerekiyordu. Bu amansız sessizliği sesim yardı. “Merhaba.”
“Merhaba” diyen sesi ile durdum. Ee Alisya devamı görüşürüz mü?
Sigarasından bir nefes daha çekti. “Sevgilin mi?” diye çıkan sert sesi ile amansız bir titreme vücuduma yayıldı. Anlamsız bakışlarım yüzünü yalayıp geçti.
Kimden bahsediyordu? Anlamsız bakışlarımla “Kim, sevgilim?” dedim. Olmayan sevgilim kimdi? Beni de meraklandırmıştı.
Sigarasından uzun bir nefes daha çekip gecenin kulvarına gölgeli bir sis yolladı.
“Telefondaki.” deyince benim köşeli jetonum düştü. Sanırım konuşmalarımı duymuştu. Dudaklarımın kenarı kıvrılarak genişçe gülümsedim. “Aytekin mi?”
Kaşlarını çatıp “Adını sormadım.” Ne cevap vereceğimi düşünürken Sigarasını bitirdi. Tekrar sordu.
“Sevgilin mi?” neden bunu soruyordu ki. Cevap verecekken vazgeçtim.
“Evet ya da hayır, neden sordunuz?”
“Bir soru sordum.” Karşılık olarak “Bende bir soru sordum?” dedim hızlıca. Elindeki sigara sonuna gelmişti. “Sen… neyse ne. Sormadım say.” diyerek arkasını döndü.
Bilmiyorum ama “Değil.” Ardından ekledim. “Yani sevgilim değil. Kendisi abim olur.”
Arkasını dönüp tekrar eski halini alırken soru sormadan ben açıkladım.
“Uzakta…” gözlerim de eş zamanlı karanlığa daldı. “Libya da askerlik yapıyor.” dedim özlemle.
Bu bilgileri neden verdim bilmesem de anlatmak istedim. Belki de artık ağladığım bir gerçeği anlatıp rahatlamak istedim. Ortaya karışık.
Gözlerime bakan yeşilleri kısıktı.
“Üzülme…” genzini temizledi. “Yani gelecektir.” Çok değişik bir andı. Sanki birbirimizi anladığımız ilk andı. Değişik hissettirdi.
“Evet oda öyle söyledi.” Bu andan çıkmak istedim. “Neyse ben içeri geçeyim… İyi geceler.” dedim kısıkça.
Başını sallayıp cevap vermedi. Bir sigara daha yaktığını gördüm. Onu yalnız bırakıp içeri girdim. Çok fazla içiyordu.
Kapıyı kapatıp içeri odama girdim. Geç olmuştu. Hırkamı üzerimden çıkartıp pijamalarımı giydim. Işığımı söndürüp yatağıma geçerek camdan tarafa dönüp gözlerimi kapattım.
İyi bir insandı bunu hissediyordum.
…
Sabah gözlerimi kapalı bir havaya açtığımda ışığımı yakarak uyku mahmurluğumu üzerimden atmaya çalıştım. Daha horozlar bile ötmemişti ki bunun benim bünyemin haberi tabi ki yoktu. Neyse diyerek yatağımdan çıkıp bir duşa girdim. Bugün yapacağım işler ile dahada canlanmak için suyun altında biraz fazla kaldım. Üzerime bornozumu alarak banyodan çıktım.
İçi çamaşırlarımı giyinerek saçlarımı kurutup kendi haline bıraktığımda biraz kabarmışlardı. Çıkardığım eşyaları kirli sepetine atıp tekrar odama gelerek dolabımın kapaklarını açtım.
Bugün ne giysem diye dolabımla bakışırken geçenlerde aldığım ve giymeye nasip olmayan elbisem gözüme çarptı. Lila renginde çok tatlı bir elbiseydi. Bu aralar çok tercih etmesem de bugün giymek istedim.
Elbisenin aynı renkte büstiyeri de vardı. Altına düz ten rengime uygun bir çorap giydim. Patronum topuklu giymemi istemeyen maddesi aklıma gelince elimi uzattığım topukludan, ellerimi geri çektim. Dün sanırım yeterince ayaklarım yorulmamış olacaktı ki aklımdan çıkmıştı.
Ekru kabanımı alarak dolabın kapaklarını kapattım. Dün babamla konuşamasam da bugün çıkmadan konuşmayı planlıyordum. Yapabileceğim bir şey var ise yardım edecektim.
Odadan çıkmadan yatağımı toplayarak etrafta ne unuttuğuma baktım. Çantamı alıp odamın kapısını ardımda kapatıp sessizce aşağıya adımladım.
Kahvaltımız sessizlik içinde geçiyordu. Amcamın yanağında oluşan bir kızarık ise gözüme çarparken sanki herkes olayı biliyormuş gibi sessizliğini koruyordu. Bense tabağımdaki malzemeler ile oynuyordum. Babamı bir boş vakitte yakalayamadığımdan bu işi sonraya bıraktım.
Kahvaltımı ettikten sonra hemen kabanımı giyip rahat çizmelerimi ayağıma geçirdim. Altını çiziyorum topuksuz olsada minik bir topuğu vardı. O kadar da olsundu.
Yakup abi artık beni bırakmayacağından yine bana otobüs yolları gözüktü. Otobüs durağına şemsiyem ile yağan yağmurun altında salına salına ilerliyordum. Zira bugün dünkü uykunun üzerine diğer günlere nazaran daha erken kalktığımdan yavaş olabilirdim.
Şirkete gittiğimde ilk işim uyumadan önce nerede kaldıysam hızlıca onları yapıp Ali Bey gelmeden masasına bırakmak olacaktı.
Otobüs durağına gelince boş oturağa oturdum. Hava soğuktu, yağmur yağıyordu ama elbisem güzeldi dimi. Kız neşesi.
Durakta kimse yoktu zira bu yağmurda da ya işi olan çıkardı ya canı sıkılan. Biraz daha bekledim. Sadece araçlar geçtiğinden otobüsün gelmesi uzun sürdü.
“Yaa nerde kaldı bu erken gideyim derken geç kalacağım.”
Yüzüme aracın ışığı vurunca gözlerimi kıstım. Bir araç boş durakta yanıma yaklaşınca geriledim.
Sağıma soluma baktığımda kimsenin olmaması da cabasıydı. Telefonumu elime alarak avucumda sıktım.
Aracın sahibi yolcu camını indirdi. Ama bir dakika bu araç gözüme çok tanıdık geldi.
Gelen patronum, Ali Beydi.
“Atla!” dedi. Sadece tek kelime. Bir merhaba bir günaydın yok. Atla.
“Günaydın Ali Bey, ben otobüsle gitsem daha iyi olur.” Dün ki yolculuk bana yetmişti de artmıştı. Adamın yanında geriliyordum!
“Şirkete gitmiyor musun?”
“Evet şirkete gidiyorum.”
“Eee o zaman atla. Aracım ıslanıyor.” Dediğinde boş boş yüzüne baktım.
Ne burada tek problem aracının ıslanması mıydı? Ona anlamsız bakışlar atarak yağan yağmura başımı kaldırıp baktım. Koca bir damla yanağımda yer etti.
“O zaman… bineyim daha fazla aracınız ıslanmasın.” diyerek aracın kapısını açarak oturdum. Aracın içerisi sıcacıktı. Şemsiyemi ayağımın kenarına koyarak doğruldum. Emniyet kemerimi bağladığımda aracını hareket ettirip sürmeye başladı.
Yine sessizlik sürüyordu. Aklıma geleni sordum. “Dün odama geldiğinizde bilgisayarımı siz mi kapattınız?”
“Evet yoksa bir gün daha kayıp yapamazdım.”
Sert bir mizaca sahip olsa da arada sesi yumuşuyordu.
“Ee öğrendin mi?” diye sorduğuna ne sorduğunu anladım. Adımdan bahsediyordu. Unutmamıştı.
“Evet baktım.”
“Alisya.” dedi derinden gelen bir sesle.
Bana seslenince aracı süren patronuma baktım. “Efendim.”
“Güzelsin… yani ismin güzel, sen değil… yani öyle değil.”
“Anlamadım.” dedim sessizce. Bana mı demişti. İyi de neden? Sanırım ismimin anlamından bahsediyordu. Benden bahsedecek hali yoktu.
“Bende kendimden bir bok anlamadım.” Kısık bir sesle söylese de duymuştum.
“İsmimin anlamı asalet demek.”
“Güzel. Anlamı.”
“Evet öyle.” Bune saçma bir andı. Önüme dönüp bu garip andan kurtulmak için müziği açmak istedim. Elimi uzatınca onun eli de aniden uzanınca elimi geri çektim. Gözleri gözlerime tutunsa da irislerimi kaçırdım.
Gerildim.
Yol boyu aramızda başka bir diyalog geçmedi. Bir süre sonra şükür şirkete geldik. Sözde dün binmeyeceğim demiştim. Aynen, resmen iradem karşımda benimle dalga geçiyordu.
Araçtan inip kapıyı yavaşça örttüm. İçeri girip bana da verdikleri kartlık ile turnikeden geçip asansörün önünde beklemeye başladık.
Asansörün gelmesini beklerken İleride gelen Bahadır ve Ceyda ile onlara tebessüm ettim. Erken çıkıp tam vaktinde gelmek tam da benlik bir hareketti.
Yanıma gelen Bahadır kolunu omzuma atarak “Günaydın Alisim.” diye şakalaşırken kolunun altında kaldım.
Patronum bize yandan kısık bakışları ile bakarken dudağının kenarı ile bir şeyler mırıldansa da duyamadım. “Geldi tipini si*tiğim.”
Üzerinde durmayıp gözlerimi Ceyda’ya çevirdim. Üzerinde sarı saçlarına çok yakışan siyah spor bir elbise giymişti. Bu kadının fiziği çok güzeldi.
“Günaydın” diyerek cıvıldadı. Bu kızın neşesinden biraz bende istiyordum. Tebessüm ederek “Günaydın” dedim.
Yanımda sessizce dikilen ve bize bakmayan patronuma da “Ali Bey size de günaydın.” dedi Ceyda.
Patronum Ceyda’ya bakıp başını salladı. Sabahları neşeli olmayanlardan biride sanırım Ali Bey’di.
Bahadır’ın kolunun altından çıktım. Sırıtıyordu. Tebessüm edip kollarımı katladım.
“N’aber sarışın.”
Bahadır dün ki şapşallığını unutmuş gibi sırıtırken sanırım Ceyda da Bahadır’ı çok ciddiye almıyordu ki sohbet ediyorlardı. Bu iyiydi.
Asansör gelince içeri girdik. Birkaç personel daha içeri girince köşeye doğru kaydım. Umarım çok fazla kişi binmeden inerdik.
Bir elimde çantamı bir elimde şemsiyemi tutarken gözlerim ile asansörün çıktığı katlara bakıyordum. Burnuma tarçın kokusu dolunca istemsiz derin bir nefes aldım.
Yanımda dikilen patronum bana dönüp bakınca gözlerimi indirdim. Çok ciddi bakıyordu. Gözlerimi belertip tekrar emin olmak için burnuma gelen kokuyu soluduğumda soluma çaktırmadan baktım. Bu tarçın kokusu patronumdan geliyordu.
Yanaklarımın kızardığını hissedip önüme döndüm. Umarım hissetmemiştir desem de aldığım derin nefesi görmüştü. Kafamı deve kuşu gibi toprağa basmak istiyordum.
Neyse olabilir asansör basık derin bir nefes almış olabilirdim değil mi? Aynen sorun yok diye kendimi telkin ettim.
Bahadır ile vedalaşarak nihayet on yedinci kata gelen asansörden indik.
“Yemekte görüşürüz.” diyerek Ceyda, kendi çalışma alanına ilerlerken başımı sallayıp bende bana ayrılmış odama ilerledim. Eşyalarımı bırakıp tekrar Ali Bey’in odasına geçecektim.
Üzerimden kabanımı çıkartıp askılığa astım. Çantamı ve şemsiyemi de yanına bırakıp masama geçtim. O dün canım çıka çıka taşıdığım dosyalarım bana ışıldıyordu. Önce bir bilgisayarı açıp nerde kaldığıma baktım.
Ofis telefonu çalınca kaldığım yeri bırakıp telefonu açtım.
“Efendim.”
“Odama gel.”
“Geliyorum Ali Bey.” Cümlem bitmeden telefonun kapanma sesi ile kaşlarımı istemsiz çattım. Gerçekten sabahları huysuz bir patrondu. Not almak için tableti ve kalemini alıp sandalyemden hızlıca kalktım. Eteğim biraz yukarı sıyrıldığından onuda düzeltip odadan çıktım.
Kapıyı iki kez tıklatıp içeri süzüldüm.
Kafasını bilgisayara gömmüş bir şekilde görünüyordu. Yine okey mi oynuyor diye aklıma düşmedi desem yalan olurdu.
Bir gülme gelince dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım. Bir gülme dudaklarımın arasından kaçınca başımı eğip tabletimle ilgileniyormuş gibi yaptım.
Evet yakalanmıştım.
“Bir sorun mu var Alisya Hanım.” Nihayet başını bilgisayardan kaldırıp bana baktı.
“Hım efendim… Yok hayır. Buyurun sizi dinliyorum.” dedim yutkunup. Bilgisayardan kendisini çekip gözlerini yüzüme dikti. Yine çatık kaşları ile bakıyordu.
“Asıl ben seni dinliyorum Alisya! Dosya ne alemde.” daha içeri gireli beş dakika olmamıştı yine ciddiyete bürünmesi gecikmedi.
“Siz çağırmadan az evvel onunla ilgileniyordum.” dedim makul bir cevapla. Elindeki kalemi çevik bir hareketle çevirip “Çabuk ol öğlen yemeğine çıkmadan bu iş bitsin.” dedi.
“Elbette. O zaman izninizle.”
“Çık.”
Nedendir bilinmez ama bu kelimeye ayar oluyordum. Elbette patronuma saygım vardı ama her neyse.
Odanın kapısını kapatıp kendi odama geçtim. Acayip hırs doluydum yersen. Hemen kalan dosyaları bilgisayara işlemeye başladım. Birkaç dosyayı da ayarlayıp arşive götürmek için kenarda dizerek dağınık ortamı bir nebze toparlamaya çalıştım. Bitmiyordu, yılların dosyaları yılların tonla dosyası vardı. Ama en azından şimdi nefes alınır bir halde idi.
Elime bir dosya daha aldım.
Zeyna’nın katilleri hala dışarda. Gazete manşeti ile gözlerimi dava dosyasına çevirdim. İçeriğini merak edip okumaya başladım.
İki yıl önce olan şüpheli öldürülme vakasının daha katili bulunamamıştı. Birkaç şüphelinin ifadesi alınsa da görgü tanıkları ile şüpheli konumdan çıkarak davanın altı ay önce kapanmasına yol açtığı yazmaktaydı.
Daha küçücük bir kız çocuğuydu. Gözlerim kısıldı. Dosya da bir boşluk vardı, bunu fark etmemişlerdi.
Bu olmazdı o kadar insan, bence bir şeyler eksikti. Bu dava tekrardan açılabilirdi. Ancak görgü tanıklarının yurt dışında olduğu yazıyordu. Dava kapandıktan sonra kendilerini yurt dışında bulacak kadar kaçacak yer aradıklarına göre bunda bir iş vardı. Ama geri gelmedikleri sürece de bu davanın açılıp suçlu iseler yakalanmaları için de bir sebep gerekiyordu.
Dava tekrar açılsa bile ben tabi ki avukatlık yapamasam da patronum ya da şirketin avukatları yapabilirdi.
Gözümü odanın camından patronuma diktim. Buraya bakmıyordu. İçeri ben gittikten sonra giren uzun siyah takım elbiseli bir adamla sohbet eder bir havaları olsada ara ara Ali Bey’in kaşlarını çattığını da görüyordum. Dosyadan kadının evinin adresini alsam acaba bana kızar mıydı? Kesinlikle kızabilirdi.
Ama yine de küçük bir kâğıda kadının adresini yazdım. Evde olmazsa diyerek numarasını da aldım. Belki olaylara duygusal yaklaşıyordum ama her suçlu bir gün cezasını çekmeliydi.
Ne olursa olsun suçu var ise buna göz yumamazdım.
Dosyayı biraz daha inceledim. O adrese gidip o kadını bulacaktım. Belki bir şey yapamayacaktım ama en azından kadını anlayacaktım.
Notu elime alıp masadan kalkarak çantamın içine attım. Hafta sonu oraya gidecektim.
Kalan evrakları da hızlıca bilgisayara geçirdikten sonra güzelce bir gerindim. Bitmişti. Dosyayı kaydedip yazıcıya yolladım. Onlar yazıcıdan çıkarken bende odamdaki dosyaları arşive indirecektim. Birkaç dosya alıp odadan çıktım. Açık asansörü görünce hızlıca içine girdim.
Eksi bire basarak beklemeye başladım. On beşinci kata gelince asansör durdu. Gelen yolculara yol açmak için kenara kaydım.
“Aliss” diye Bahadır’ın sesi ile “Aa selam napıyorsun?” diye sordum.
“Birkaç evrak imzalanacakmış onları indireceğim. Sen nereye böyle tatlı kız?”
Göz kırpması ile “Arşive” elimdekileri gösterip “bunları bırakacağım.” dedim.
Elimdekileri hızlıca alıp “Dur ben sana yardım edeyim. Bak bu iyiliğimi de unutma.”
“Yok olmaz senin de işin var sıkıntı çıkmasın.”
Dosyalara uzanacakken kendisine doğru çekti. “Yok be kızım ne sıkıntısı. Bir iki imza sorun olmaz.”
“Peki öyle olsun madem.”
Dosyaları bırakıp tekrar asansöre bindiğimde Bahadır da benimle beraber odama girdi. Birkaç dosya o alırken birkaç dosyada ben aldım. Odadan çıkarken Ali Bey ile göz göze geldim. Bana yeşil orman gözleri ile bakarken çok ciddiydi. Bende ona ela gözlerim ile karşılık verdim.
Ama benim gözlerim onunki gibi ciddi değildi, in çık yorulmuştum.
On dakika sonra bitirdiğim dosyayı önüne bıraktığımda bakalım bu kadar ciddi duracak mıydı? Hem öğle molası bile olmadan bitirmiştim.
Kendimi tebrik ederek odadan çıktım. Arşive güzelce dosyaları dizdim. Maazallah tekrar ihtiyacım olduğunda arşivde aramak istemiyordum.
Yanımda gelen Bahadır’a dönüp “Bahadır, öğlen yemeğini beraber yiyelim mi?” dedim ve asansöre binip on yediye bastım. Günlük asansöre binip çıktığımdan içli dışlı olmuştum.
Korku namına bir şey kalmazken tabi ki içinde kalmak istemezdim. Kapalı odalar beni geriyordu. Hoş odamı kilitlemem ise kendi güven alanımı verirken kendi kontrolüm dışında olan her şey beni korkutuyordu.
Yandan sırıtarak “Olur ama Ceydoşta gelirse.”
Hayıflı bir sesle ofladım. “Bahadır kız nişanlı.”
“Biliyorum. Hem ben bir kere bacım dedim. Sen o adamın bakışlarını görseydin sende bir yüz seksen derece dönerdin. O derece yani.”
Sırıtıp “Abart!” dedim.
“Ciddi diyorum kızım. Az daha o masada dursaydım adam beni çiğ çiğ yiyecekti.”
Bu haline güldüm. Bir gün birinde dayak yiyecekti. “Müstahak sana. Sende her kıza sulanma. Bir gün sert bir kayaya toslayacaksın sonra göreceğim ben seni.”
“Kızım iki dakikada felaket tellalı gibi ne bu ciddi konular. Hem bekarım hem sultanım.”
Kendini beğenmiş gibi omuzlarındaki olmayan tozu silkeledi.
“Benden söylemesi” âşık olurum diye ödü kopuyordu. “Tamam. Biraz güncelden bilgi vereyim o zaman. Abim sanırım bir ay sonra burada olabilir.” dedim heyecanla.
“Kim Aytekin mi?”
Gözlerimi devirip “Başka abim mi var?” dedim. Masum bakışlar atıp kendini acındırıyordu. “Ben.”
“Ya sen başkasın, o manada demedim.”
“İyi iyi gelsin özletti kendini.” Odamdan son dosyaları da arşive bırakıp Bahadır’ı işinin başına yolladım. Ceyda masasında olmadığından odama geçip yazıcının çıkardığı kağıtları toparlayıp dosyaladım.
İşte olmuştu. gururlu ve yorgun bir savaşçıydım.
Oturduğum yerden kalkıp yukarı çıkan eteğimi tekrar aşağıya çektim. Dosyayı elimle tutarak odadan çıkıp yan odanın kapısını iki kez tıklatıp içeri girdim.
Hala ben gittiğimden beri konuştukları adamda içerde olduğundan açtığım kapı ile ikisinin de bakışları hızla bana döndü.
“Ali Bey dosyayı getirdim. Müsait değilseniz sonra geleyim?” diye sordum.
Koltukta oturan adamın bakışları ile karşılaştım. Oda çok ciddiydi. Bu bakışları nasıl atıyorlardı. Acaba bende dışarıdan böyle ciddi duruyor muydum? Merak ettim doğrusu.
Oturan adam haddinden fazla yüzüme bakınca gerildim.
Odadaki sessizliği ise patronumun sert sesi böldü. Kaşları çatılarak orman karası yeşillerine gölge düşürdü. “Ayvaz çık! Detayları sonra konuşuruz.”
“Tamam Ali Bey.” diyerek odadan çıkarken yanımdan bir rüzgar gibi çıkıp gitmişti.
Adının Ayvaz olduğunu öğrendiğim adam odadan çıktıktan sonra dosyayı masasına bırakmak için hafiften eğildim. Merakla dosyayı incelemesini beklemek için karşısında dikildim. Acaba ne diyecekti? Tebrik etse güzel olurdu. Yani bir teşekkür emeğim içinde iş görürdü. Beklenti ile gözlerine baktım. İlk defa heyecanlandım.
Merakla ne diyecek diye yüzüne bakarken “Tamam sende çık.” dedi. Bunu demesi ile yüzüm asıldı. Gülecek olan yüzüm soldu. İnsan bir teşekkür ederdi. Nerde hani nezaket kuralları demek vardı ama sustum.
“Peki Ali Bey!” arkamı dönüp odadan çıkarken kapısını ardımda kapatıp sakinleşmeye çalıştım.
Kapısına ayağımı vuracakken kendimi frenledim. Neden sinirleniyordum ki? O bir patrondu bende bir çalışan. Ama… ama en azından bir teşekkür etseydi fena olmazdı. Yüzüm asık odama geçerek masama oturdum. Ondan tarafa bakmak istemiyordum.
Belki çocukçaydı ama… sanırım ben beklenti ile gitmiştim.
“Sadece bir teşekkür… aman söylemezse söylemesin ben kendimi tebrik ediyorum o bana yeter.” Masamdaki saatin on iki olduğunu görünce bir şey söylemeden odadan çıktım.
Ceyda’yı masasında bulunca asık yüzüme bir çeki düzen verdim. Yanına adımlayıp “Selam yemeğe inelim mi? diye sordum.
“Olur hadi gel?” Masasındaki eşyalarını alarak ayağa kalkıp asansöre ilerlerken o sıra patronum da odasından çıktı. Yeşil karası gözleri durgundu. Ondan gözlerimi kaçırıp Ceyda’ya baktım. “Ama Bahadır’a da söyledim. Yani istemezsen darılmam.”
“Yok canım Bahadır iyi çocuk sıkıntı olmaz.”
“Bunu duyduğuma sevindim. Hadi gidelim o zaman.” Yanımızda dikilen siyah takım elbiseli patronuma bakmamak için kendimi zorluyordum. Yanımıza gelince sesini duydum.
“Ceyda Oğuzhan’ı gördün mü?”
“Yok Ali, görmedim. Bir sorun mu vardı?”
“Yok bir şey sen keyfine bak.” diyerek yanımızdan ayrılınca ona bakmadığımdan ne tarafa gittiğini göremedim.
Gelen asansöre hemen binip on ikinci kata bastım. Ellerim terlemişti. Yemekhaneye gelince yemeklerimizi alarak geçen oturduğumuz masaya geçtik. Bahadır da yemeğini alıp yanımıza geldi. Neden suratımı asıyordum ki. Boş verdim böyle şeyler olacaktı. Her şeyde bir teşekkür ararsam bir yere varamazdım.
Ceyda ile Bahadır’ın sohbetine bende katıldım. Ne zaman buluşacağımız hakkında konuşuyorduk.
“Bence biraz bekleyelim. Ben birde Gülce ile konuşayım bir plan yapıp öyle buluşalım. Uygun olur mu?”
Ceyda salatasından bir çatal alıp “Bence de hem işleri biraz ayarlayalım kafamız rahat eğleniriz.” dedi.
“Kesinlikle” diyerek Bahadırda onaylayınca yakın zamanda Gülce ile bu konuyu konuşmayı aklıma not ettim.
Yemeğimizi Bahadır’ın eğlenceli anları ile kahkahalarla dinleyerek geçiriyorduk. Bir utandığım anı anlatınca gülerek kolunu tuttum.
“Hayır bunu anlatma, zihnimin köşesine atmak için çok uğraştım. Gün yüzüne çıkmasını istemiyorum.”
Ceyda bizim bu halimize merakla bakıp “Ne ne oldu? Ne anısı?” dedi.
Kolumu birleştirip başımı çevirsem de bende gülmemi tutamıyordum.
“Ya bu Alis, varya küçükken çok sakardı. Öyle ki düz yolda yürüyemezdi.” diyerek bir kahkaha atınca koluna vurdum. Birkaç kişi bize dönünce Bahadır’ı tanımıyormuş gibi yaptım.
Resmen benimle alay ediyordu.
“O kadar da değil yürüyordum.” Geçen ki halıya takıldığım kafe anı yine zihnimin bana oyunu ile hatırlatılınca onu da zihnimin bir köşesine iteledim. Hem ben halıya takılmıştım. Evet evet öyle olmuştu. Her neyse.
“İşte bir gün biz okuldan çıktık eve gideceğiz. Alis de köpeklerden çok korkar ki Allah'ım o günü unutamıyorum. Bizim okulun bir köpeği var. Fifi. Oynamayı da çok sever. Alis’te o gün bir mont giymiş bir gör montun arkasında da püskül mü ne var. Bizim okulun köpeği de aslında oynamak için yaklaşınca bu da tabi korkuyor sonra işte köpekten kaçıyor.” Diyerek kahkaha atıp devam ederken bense o gün ki rezilliğimi tekrar yaşadım. Birisi de yardım etmemişti. “Ama yani okulun meydanında deli gibi bir o yana bir bu yana.” Bir kahkaha daha attı. Eminim zihninde o anlar canlanıyordu. O gün okulda rezil olduğumdan bir süre gördüğüm köpeklerden uzak durarak geçirmiştim.
“Tabi köpek yoruldu bir ara oturdu ama Alis, bunu görmeyip bahçedeki ağaca çıktı. Biz tabi şok. Sonra ağaçtan inemiyorum diye birde orada ağladı. Allahtan abisi Aytekin geldi de onun iknası ile indi. Yoksa sabaha kadar orda duracaktı.”
“Ya Alisya…” diyen Ceyda’nın kendisini tuttuğu belli oluyordu. Muhtemelen beni utandırmak istemese de benden de bir kahkaha dudaklarımın arasından çıkınca Ceyda da kendini tutamadı. “Ne yapayım beni yiyecek sanmıştım. Kocamandı.” dedim elimle gösterirken.
“Ay dur yeter… karnım ağrıdı.” diyerek gülerken yemeğimizi yiyip kalan vakti sohbet ederek geçirdik.
…
Ali Asaf ARIKAN
Alisya’nın dosyayı bırakıp odamdan çıkarken ki yüzünü unutamıyordum. Yanlış bir şey yaptığımın farkındaydım. Ne kadar umurumda olmasa da canım sıkılmıştı.
Ayvaz’ın bana getirdiği bilgiler ile boğuşuyordum. Birkaç geminin limana ulaşması engellenmişti. Bu yeterli değildi. Bunlar çocuk oyuncağıydı. Bana onları alt edecek derinden bir şeyler lazımdı.
Gözlerimi Alisya’nın odasına çevirdim. Odasına geçtiğinden beri kaçamak bakışlarını bile bana çevirmiyordu. Fark etmediğimi bilse de ne zaman baksa hissediyordum.
Getirdiği dosyayı incelemeye başladım.
Çoğu sekreterimden hızlı bir şekilde bitirmişti. Önceden gelen sekreterlerim yoğun çalışma temposuna dayanmadıklarından bir iki aya istifa verip başka idare bölümlerine geçiyorlardı.
Dosyanın kalan detaylarını da incelerken son açık dava ile göz göze geldim. Her detayını özenle hazırladığı belli oluyordu.
Bu dava için çok uğraşılsa da katilleri bulunamamıştı. Ne kadar acıydı ki suçlu, suçlu olmasına rağmen dışardaydı. Katil. Onların canına okuyacaktım.
Bakışlarım yaptırdığım camı buldu. Alisya, oturduğu masada bir şeyler ile uğraşırken gözlerim daldı.
İleride haksızlığın karşısında durması içinde onu eğitecektim. Bakalım o zaman hangi tarafı seçecekti? Bu üç ay onun için sınanacaktım. Bakalım kim galip gelecekti.
Aile.
Aile. Ne kadar güzel bir kelimeydi yaşatabilene. Acı ile yutkundum. Ağrıyan başım ile gözlerimi yumup sırtımı ofis sandalyesinin başlığına yasladım.
Geçmiyordu, geçmeyecekti de. Gözlerimi açıp dosyayı kenara bıraktım. Gözlerim odadan çıkan Alisya’yı izledi. Boş bakışlarım gidene katar ardından baktı. Çirkin bal yanak. Somurturken daha da çirkindi.
Odadan çıkınca yemeğe gideceğini bildiğimden bende Ayvaz’ın getirdiği dosyaları kilitli tuttuğum dolaba yerleştirip kilitledim.
Bunları Alisya görmemeliydi.
Odadan hızla çıkınca Alisya ve Ceyda’yı asansöre giderken görüp yanlarına gittim. Belki bir teşekkür edebilirdim. Yanlarına gittiğimde Alisya’nın bakışlarını yakalamaya çalışsam da bana bakmadığından göremedim. Bana bakmadığını görünce sinirle kaşlarımı çatıldı.
Ceyda’ya Oğuzhan’ın yerini sorup kaçarcasına oradan ayrıldım.
…
Oğuzhan ile yemekleri alıp etrafa bakındığımda benim biricik sekreterim gülüyordu. İlginç, onu güldüren ben değildim. Ben onu üzecek kişiydim. Gerçekler onun hüznü neşesi olacaktı.
Onların arkasında kalan masalardan birine otursakta onları görebiliyordum.
Dik bakışlarım ile onları seyretmeye başladım. Bakalım herkese böyle miydi?
“Ali, selam abi.” şirketten birkaç kişi masamıza gelince önüme geçtiğinden ileriye bakamayıp uzattığı elini sıkıp “Geç birader otur.” diye boş yerleri gösterdim.
Yanımda oturan Oğuzhan’a bakıp “Oğuzhan sana Ayvaz’la gönderdiğim dosyaları inceledin mi? Var mı bir sorun?” dedim gözlerimi onlara dikip.
“Yok abi ben ayarladım. Bu dava bizde.” Geçenlerde bir dava almıştım. Ve yakında duruşması olduğundan ne kadar bilgi toplamam gerekiyorsa halletmeliydim.
“Hiçbir sorun çıkmasını istemiyorum ona göre.” Gözlerim neden bu kadar güldüklerini sorgularken Oğuzhan baktığım yere bakıp “Abartma abi.”
“Ne!”
“İyi çocuk” Bu kertenkele gibi sırıtan dan mı, bahsediyordu? İyiyse cennete gidebilirdi.
“Kimden bahsediyorsun?”
“Şu an gözlerini diktiğin kişiden.”
“Evet benden iyi olduğu kesin.” diyerek yemek yemeği bıraktım. Keyfim kaçtı. Sigara ihtiyacı ile avuçlarım kaşındı. İyiliğin canı cehennemeydi.
Oğuzhan baktığım yerde Ceyda ile Bahadır’ın gülüştüğünü görünce yandan sırıttım.
“İyilik abartılıyor.” dedim sırıtıp.
“Bence de. Başlarım iyiliğine ne var bu kadar komik olan?”
“Git öğren.” dedim gözlerimi masaya çevirip. Geldiğimizden beri sırıtıp duruyorlardı. Oda yemek yemeği bırakıp “Ceyda’ya kıskanmayacağım diye söz verdim. Fazla sıkıyorum kızı.”
“Bu kertenkeleden mi kıskanıyorsun, saçmalama.” Sırıtan yüzüne bakıp “Herkes gibi…” yüzüne bakıp “eli yüzü gözü var yüzünde.” Yakında kertenkele ağzı gülmekten yere düşecek olsada.
“Öyle mi?... Dün yanlarına gitmekten son anda caydırıldım. Yoksa bende bir konuşma yapacaktım kim bu lavuk diye.” derken ciddi sesi sekteye uğradı. “Meğer Alisya’nın arkadaşıymış hatta buluşma ayarlayacaklarmış.” Bana bakıp “Sende gel.” dedi.
Aslında iyi fikirdi. Bakalım oyunu ne kadar devam ettirecekti. “Bakarız, hadi kalk bir sigara içelim.”
...
Alisya AKMAN
Öğle yemeğinden sonra birer kahve alıp ayrıldık. Şu anlık bir işim olmadığından Ali Bey’in gelmesini bekliyordum zira kendisi bir saattir ortalıkta görünmüyordu.
Bitmiş olan kahvemi yenileyerek odama geçtim. Etrafta oyalanacağım bir şeylerde olmadığından odamın camından etrafı seyrediyordum.
Masamdaki ofis telefonum çalınca hemen kahvemi masaya bırakıp telefonu cevapladım. “Odama gel.”
Tabi ki cevabımı beklemeden telefon yüzüme kapatılmıştı.
Son staj günümde bende ona yapacaktım. Masanın üzerindeki tabletim ve kalemini de alıp odadan çıktım. Derin bir nefes alarak kapıyı tıklatıp içeri girdim.
Sesimin ciddi çıkmasına özen göstererek “Buyurun Ali Bey?” dedim.
Tok çıkan sesi ile “Geç otur işlerimiz var.”
Eli ile gösterdiği yere göz ucu ile bakıp “Yok böyle iyi.” diyerek ayakta dikilmeye devam edecektim ki “Alisya, Geç otur.” dedi.
“Peki.”
Masanın yanındaki koltuğa ilerleyip eteğime dikkat ederek oturdum. Bakalım ne görev verecekti. Bir süre sessizce bekledim. Sesi ile bakışlarım ona döndü.
“Getirdiğin dosyayı inceledim, yalnız bir yerde hata yapmışsın.” Elinde benim getirdiğim dosyanın bir sayfası açıktı.
“Nasıl olur ben… yazdığım yerleri iki kez kontrol ettim.” Nerde yanlış yaptığımı düşündüm. Her dosyayı inceleyeceğim diye canım çıkmıştı. Neresi yanlıştı ki?
“Sorun da bu. Fazla özenli olmuş.” demesi ile boş boş baktım.
“Ne! Anlamadım. Nasıl yani?”
“Bunda anlamayacak bir şey yok. Dosya fazla özenli.”
“Ali Bey!…” sözlerim dedikleri ile kifayetsiz kalırken bu adam benle kafamı buluyor diye düşünüyordum. Fazla mı özenliydi. ÖZENLİ. Derin bir nefes alarak sakinleştim. Neydi sakinliğin kuralı birden ona kadar say. Hadi dene. Yok olmuyordu. Bana yeşil orman karası gözleri ile bakarken bu çok zordu.
Yoksa dosyayı tekrar mı hazırlatacaktı.
“Yanlış anladıysam düzeltin. Dosyayı fazla özenli buldunuz yani… iyi mi olmuş?” dedim anlamayarak. Bu iyi bir şey değil miydi?
“Sen öyle diyorsan öyle de denebilir. Tebrik ederim iyi olmuş. Bu kadar hızlı beklemiyordum.”
Bu adam benimle kesinlikle kafa buluyordu. Ama bir dakika… tebrik etti, değil mi?
“Yani beğendiniz.” dedim sırıtıp.
“Evet. Beğendim.” Yüzüm de naif bir tebessüm yer etti. Dudağımdaki gülümsemeye gözlerinin değdiğini görünce bakışlarımı kaçırdığımda genzini temizleyip “Şimdi sana bir dosya vereceğim. İçinde önümüzdeki günlerde gireceğim dava için araştırma yapmanı istiyorum. Kaçırdığım noktaları sen bulacaksın.”
“Elbette.”
“Al bunu. Sende kalsın.” Verdiği kalın dosyayı uzanarak aldım. “Akşama kadar süren var. Dosyayı sakın kaybetme! Çıkabilirsin.”
“Tamam Ali Bey.” diyerek odasından çıktım. İlk defa yüzümde gülümseme ile odasından çıkınca mutlu oldum.
Bundan sonrası kolaydı. Elimdeki dosyayı sıkıca tuttum. Başarmıştım, ilk görevimi layığı ile yapmıştım.
Odama geçtiğimde önce davanın içeriği hakkında bilgiler öğrenmek için biraz okuma yapıp tarafları öğrenmeye çalıştım. Açıkçası biraz çetrefilli bir davaydı.
Açık saçlarımı bir kalem yardımı ile tutturdum. Evet işte şimdi rahattım.
Dosyada ki sayfaları çevirirken daha da heyecanlı oluyordu. Çünkü uzun bir zamandır hapiste olan bir kişinin hapiste kalması için uğraşılıyordu.
İnternette karşı tarafın hapiste olduğu kişiyi arattım. Arama butonunda çıkan kişi Ulak Soylu isminin üzerine tıkladım.
Okuduklarım ile gözlerim açıldı.
Bir sürü cinayetten hüküm giymişti ve bu cinayetlerin belgeleri de elimdeki dosya da yer alıyordu.
İyi de bu adam nasıl hapisten çıkmayı planlıyordu ki. Her türlü kaçakçılık, cinayet yapmadığı iş kalmayan mafya babasıydı. Vav!. İşte bu bilgi biraz gözümü korkutmuştu açıkçası. Bilgisayardan ailesinin fotoğrafı olduğunu düşündüğüm bir açılışta çektikleri resme tıkladım.
“Dünyanın sayılı zenginlerinden olan Soylu ailesi bir açılışa daha şeref verdiler. Bağışladıkları milyonlar ile en yüksek bağışı yine Soylu ailesi yaptı.” Şeklinde bir manşet haberi vardı. Ailesinin üyelerinde göz gezdirdim. Tanıdık bir sima ile fareyi oynattım.
Cüneyt Soylu.
İyide ben bunu tanıyordum. Yani geçenlerde Gülce ile gittiğimiz partide bana sarkıntılık edenin ta kendisiydi. Emin olmak için gözlerimi tekrar resme çıkardım. Ellerimi ağzıma kapatıp şaşkınlığımı gidermeye çalışsam da bu oydu. O günde arkadaşları ona Cüneyt diye seslenmişlerdi. Ulak Soylu Cüneyt Soylunun abisi oluyordu. İşler ilginçleşiyordu.
Hatıramda yer edinen görüntüler bir bir canlandı. “Hıı! Biz ne yaptık.” Gülce Cüneyt’in adamın kafasında şişe kırmıştı. “Bittik biz…”
Panik oldum.
Aslında adamlar sarhoştu bir bakıma hatırlamama ihtimali yüksek olsada ayıldıkların da… “kamera…tabi ya kamera.” Elime telefonumu aldım.
Telefondan hızlıca Gülce’yi aradım. Telefonu açtığında “Hemen konuya giriyorum. Geçenlerde gittiğimiz o partinin adresi sende varsa bana yollar mısın? Çok acil?” dedim hızlıca.
“Kızım ne oldu? Sesin telaşlı geliyor? İyi misin?” Sahi ne diyecektim. Düşünmeden aradım. “Yok yok iyiyim. Buradan bir arkadaş sordu da.” yalanımı umarım anlamazdı.
“Ne için? Ayrıca gidiyorlarsa bırak gitmesinler geçen gittikte gördük. Birde nezih yer diye paylaşmışlar. Gördük nezih yeri.” diye sitemli sesi ile elimi görmüş gibi salladım.
“Boşver şimdi giderler mi gitmezler mi? Sende varsa adresi bana yolla. Ben söylerim yine de onlara.”
Bu işin içine Gülce’yi katamazdım. Sadece kamera görüntülerine bakacaktım. Onu nasıl yapacaktım bilmiyorum ama oraya gitmeliydim.
Neyse gittiğimde düşünürdüm. “Dur vardı atıyorum.”
“Tamam o zaman öptüm.” diye telefonu kapatacakken Gülce’nin sesi ile bekledim.
“Dur dur hemen kapatma. Kaçta çıkacaksın akşam?” Saate bakıp “Bilmiyorum ama yediden önce çıkamam sanırım.” Sevgili patronum bir işkolikti. Ve işini çok sevdiğinden bu durumda bende kalıyordum.
“Tamam ben seni akşam gelir alırım haberleşiriz.”
“Tamam görüşürüz.” diyerek telefonu kapattım. Gelen bildirim sesi ile partinin adresi elime ulaştı.
Öncelikle bu adrese gidip tabi ki kamera görüntülerinden bir şey çıkar mı diye görüntüleri isteyecektim.
Bu iş yarın sabah halletmeyi aklıma koydum.
Acaba Ali Bey ile mi gitseydim.
Odanın ortasının birleştiren cam tıklatılınca başımı çevirip patronum ile göz göze geldim. Sanki bir şeyler çevirdiğimi sezmiş gibi dik dik bakıyordu. Bazen bu şekilde bazen de telefonda emir vermesi ile beni çağırıyordu.
Tabletimi işe yararsa diyerek yanıma alıp odasına geçtim. “Ben çıkıyorum Alisya, sende dosyayı incele bir çözümleme yap sonra çıkarsın.” Fırsat ayağıma gelmişti.
“Tamam Ali Bey.” bana son bir kez bakıp yanımdan geçecekken elini başıma uzattı.
Uzattığı eline bakarken gerildim. Geriye bir adım atamadan başımdan saçlarımı tutan kalemi, iki parmağı ile çekip alırken saçlarım salınarak omzuma yerleşti.
“Böyle daha iyi.” Gözlerimi kırpıştırıp baktım. Sadece baktım.
Bir şey dememe fırsat vermeden yanımdan ayrılarak beni odada yalnız bıraktı.
Salık saçlarımı sırtımdan arkaya iteleyip odama geçerken yanan yanaklarıma ellerimi bastırıyordum.
“Sakin ol… evet nerde kalmıştım… Hah dosya.” elime aldığım dosyayı çevirirken duraksadım. Böyle bir şey hiç beklemiyordum.
Düşüncelerimi iteleyip dosyanın kalan sayfalarını okuyup üzerinde notlar çıkarttım.
…
Yoğun bir iki saat sonucunda dosyayı yanıma alıp odadan çıktım. O adrese gidecektim. Ancak dosya elimde fazlalık yapacağından aşağı inerken Bahadır’a verip şirketten çıktım.
Bir de dosyayı yanımda getirip kaybetmeyi göz alamazdım.
“Acaba yanlış mı yapıyorum.” diye düşünürken çoktan taksiye binmiştim. Sadece soracaktım sonra da zaten Ali Bey’e söyleyecektim. Ne olur ne olmaz diyerek danışmandan aldığım Ali Bey’in numarasına adresi yolladım. Sonuçta dava ile ilgilenen oydu sadece yardımcı olacaktım.
Verdiğim adreste duran taksi ile ücreti ödeyip indim. Hadi bakalım gazamız mübarek olsundu.
İçeri girdiğimde yerleri temizleyen bir görevli görünce onun yanına ilerledim. etrafta kimse yoktu, işte bu da çok iyiydi.
“Merhabalar buranın sahibini nerede bulabilirim acaba?” diye sordum.
“Birazdan burada olur. Siz oturun, bir şey içer misiniz?”
“Yok ben ilerideki masayı gösterip “şurada beklerim. Gelince bana söyler misiniz?”
“Olur.” diyerek temizliğine geri döndü. Merakla etrafı incelemeye koyuldum. O gün akşam geldiğimizden midir nedir basıktı ancak gündüz bir nebze içeri giren aydınlık etraf daha iyi görünüyordu.
İçeride kimse olmadığından da bir yandan gerginliğim nüks edecek diye korkuyordum.
İçeriye adımlayan ayakkabı sesleri ile başımı çevirdim. Gördüğüm kişi ile an itibari ile pişmanlık ve korku doldum. “Lanet olsun.”
Hiç iyi bir karar değildi. Hele ki gelen Cüneyt Soylu ise.
İyide burası onun değildi. Baktım. Dosyada böyle yerlerin isimleri de yazıyordu ama burası değildi!
Ellerim titremeye başladı. Sıçtım ve sıvıyordum. Hemen oturduğum masadan kalktım. Korktuğumu anlamasın diyerek dik durmaya çalışsam da bir kere o gerginlik vücuduma girmişti.
Bana doğru yaklaşıyordu. Daha da gerildim. Kendim gelmiştim. Yalnızdım.
Bana doğru yaklaşıp durduğunda elini uzatıp elini tutmamı bekleyerek konuştu. “Merhaba güzel bayan, beni arıyormuşsunuz. Hatta ayağıma kadar gelmişsiniz. Duyunca koştum geldim.”
Biliyordu. Biliyordu. Bir daha sıçtım. Sanki beynim durmuştu. Gerginlikten midemi hissetmiyordum.
Gözleri ise hiç iyi bakmıyordu. Titreyen elimi sıktım. Korkma. Telefonum evet elimdeydi. Yüzümü telefonuma çevirdiğimde ‘Ali Bey arıyor’ yazısı ile kendime geldim.
Telefonu açmak için parmağımı oynatacakken bileğimin tutulması bir oldu. Telefon ellerimden kayıp yere düştü. Yüzümü karşımdakine çevirdim. “Nereye daha eğlence yeni başlıyor demi Alisya.”
Gözlerim açıldı. Adımı nerden biliyordu? Hata yaptığım her dakika yüzüme çarpıyordu.
“Bırak kolumu.” Kolumu bir kere daha kendime çektim. “Sana bırak kolumu dedim.” Bileğimi biraz daha sıkınca genzim yandı.
“Neden…” beni biraz daha kendine çekip “buraya, ayağıma gelen sensin. Kucak güzeli.” diyerek sırıttı.
Diğer elimi kaldırıp hızla yüzüne sert bir tokat attım. Avucumun içi acıdı. Bunu çoktan hakketmişti. Kolumu tekrar çekip elinden kurtuldum. Yere düşen telefonum çalmaya devam etse de onuda orda bırakıp hızla dışarıya çıkmak için adımladım.
Ayaklarım titriyordu. O orada dikilirken çalan telefonuma uzandığını gördüm. Buna ne vaktim ne de mecalim vardı. Bir an önce buradan çıkmak istiyordum.
Dışarıya çıktım. Karşımda dikilen Ali Bey’i görünce derin bir nefes alıp durdum. Gelmişti. Gerçekten gelmişti. sadece bir mesaj atmıştım ve sorgusuz gelmişti.
Kaşları çatık bir şekilde yamuk park ettiği aracının yanında dikiliyordu ve sinirliydi. Evet sinirliydi.
Elindeki telefonu sıkarken seslendi. “Gel buraya!” Sadece bunu söyledi.
“Ali Bey.”
“Sana gel buraya dedim!” sert çıkan sesi ile yutkunup yanına küçük adımlar ile ona doğru ulaştım. Konuşmaya mecalim yoktu. “Bana bunu nasıl söylemezsin.”
Gözlerim yere doğru indi.
“Ben…”
“Sen ne Alisya. Ya biz burada oyun mu oynuyoruz ha?! Sence bu oyun mu?!”
“Bağırmayın bana.” Dedim kısıkça. Bağırdıkça sesim içime kaçıyordu.
“Bağırttırma o zaman.!” Hızla kendimi açıklamak istedim. Gerginlikten kendimi hiç iyi hissetmiyordum.
“Böyle olacağını tahmin edemedim.” Ellerim tekrardan titreyince diğer elimi üzerine örttüm. “Sadece bakmak istedim.”
Bakışları yere doğru indi. Titreyen ellerimi gördü.
Gözlerini kapatıp burun kemerini sıktı. “Tamam tamam sakin olalım…” diyerek aracına dönüp ellerini kaputa yasladı. Gerilen sırt kasları giydiği ceketin arkasından bile belli oluyordu. “Olamıyorum.” Elini kaputa vurup bana döndü.
“Ya sana inanamıyorum. Birde bunu benden saklıyorsun. Ne olacak sandın… Ya sana bir şey olsaydı.” diyerek sesini ne kadar tutmaya çalışsa da kendini zorluyordu.
“Sadece… bir işe yarayım dedim.” Kısık sesle söylesem de beni duydu. Her zaman beni duydu.
Haksız olduğumu biliyordum. Buraya gelmemeliydim. Ondan bana söylediği şeyleri sineye çeksem de bana bağırmasını yediremezdim. Yüksek ses beni korkutuyordu.
“Zaten bir işe yarıyorsun.” Dolan gözlerimi saklamayı başarıp başımı çevirdim. Bu beni mutlu etmedi. Daha da üzdü. İkimizde aracın yanında dikiliyorduk.
“Gel buraya.” Bu sefer ki sesi kırgınlığın sesiydi. Sanki kırmaya korkar gibi naif çıkmıştı.
Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Buraya hızla geldiği belli oluyordu. Kravatı üzerinde değildi. Birkaç gömleğinin düğmesi açıktı. İlerleyip bana açtığı aracın koltuğuna oturdum.
“İzin verir misin?” dudaklarından dökülen kelimeler ile gözlerim orman karası gözlerine tutundu. Anlamayarak yüzüne baktım. Ne için izin istiyordu ki? Önüm de bir dizini kırıp eğilmesi ile dondum. Ne yapıyordu?
Gözlerimi kırpıştırıp neden izin istediğini bilmeden başımı salladım. Aldığı izin ile bacaklarımın üzerinde titreyen ellerimi tuttu.
Kasıldım.
Bunu hiç beklemiyordum.
“Ellerin üşümüş, titriyorlar.” Bilmiyordu ki soğuktan ellerim titremiyordu. Ama bunu ona söyleyemedim.
Ellerimi, kocaman avucuna alıp başını eğerek nefesini avuçlarıma akıttı. Bu…bunu yapmamalıydı. Kalbimden ılık bir rüzgârın akıp içimi dağladığını hissettim.
Bu beklenmedik hareketi kalbimi tekletti. Birkaç defa nefesini avuç içlerime verdi. Avucumda umutlar yeşerdi. Sımsıcak hissettim.
“İşte oldu şimdi titremen dindi.” Gözlerim gözlerine tutulmuş dururken başımı eğip artık titremeyen ellerime baktım. Şaşkınca ellerime baktım.
Evet titremelerim dinmişti.
Bunu nasıl yapmıştı? Ellerimi yavaşça kendime çektiğimde patronumda eğildiği yerden kalktı. Arabanın benden yana olan kapısını kapatıp sürücü koltuğuna geçti.
İçeri girip klimayı açması bir oldu. Hala üşüdüğümü düşünüyordu. Aklıma telefonum gelince patronuma döndüm.
“Telefonum içeri de kaldı… yani ben onu düşürdüm.” derken kapısını açtı.
“Bekle beni burada alıp geleceğim.”
“Dikkatli olun.” Bana dönüp tebessüm etti.
“Sorun yok.” diyerek içeri girdi. Sorun yok dese sorun her zaman vardı.
Sorunun kendisi bendim.
…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |