
BU BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.
7. BÖLÜM: AHU DEVRAN
Bir Bukle Kar Yumağı
Yine geldi hiç gitmeyen,
Sarmaşık sarılı yeşil duvarıma.
Çevirdim başımı seyir ettim ayı,
Kalbime sığmayan bir sızı,
Aldı bir gece arafından,
Çıplak bacaklarımda sarı kuru yapraklar,
Estirir etrafa bir rüzgâr sarrafı.
Gezerim diyar diyar bata çıka,
Kar’ın; yazı, kışı, ayazı,
Bağlar bir gece ansızın arafı.
23:32
30.11.2024
…
Alisya AKMAN
Sahi hislerin sığdığı bir gece ayazı mıydı, bu kadar esen?
Ali Bey, içeri gideli bir beş dakika olsada bir an önce gelip buradan gitmek istiyordum. Kamera görüntülerini de alamamıştım. Ya bizden şikayetçi olursa bunu düşünmeden edemiyordum. Kendimi geçtim adamlar mafyadan bahsediyordu.
Bence olmazdı diye düşünmek istiyordum. Olsa şimdiye kadar yapmıştı diyerek kendimi rahatlasam da hiç rahat değildim. “Offf!” elimin kenarı ile oynuyordum. Avuç içimdeki sıcaklık yerini korusa da artık titremeyen ellerim bana kucak açıyordu.
Ali Bey ona ismiyle seslenmek garip geldiğinden böyle söylemeye devam edecektim. Bakışlarım kapıdaki hareketlilik ile oraya döndü.
İçeriden çıktığında oturduğum koltukta dikelip araca binmesini bekledim. İçeri soğuk hava ile beraber kendi de girince bana elindeki telefonumu uzattı.
“Al! Bir daha kaybetme.” Başımı salladım.
“Kemerini tak.” Hemen dediğini yaptım. Konuşmam gerekiyordu. Konuşmazsam rahat edemezdim. “Ben kendimi açıklamak istiyorum.” dedim.
Bana dik dik bakıp “Bekle şurada bir kafe var orda anlatacaksın derdini.”
“Peki.” diyerek koltukta büzüştüm.
Gideceği yere varmadan aklıma Gülce’nin beni almaya geleceği geldi. Bu tamamen aklımdan çıkmıştı. Hemen mesajları açıp Gülce yazısına tıkladım. Bugün patronum Ali Bey ile olduğumu ve işin uzun süreceğini belirten bir mesaj yolladım. Sonuçta Ali Bey ile beraberdim bu yalan değildi.
Olayları anlatmam gerekiyordu. Ancak, önce benim bu durumu anlamam gerekiyordu.
Kısa bir yolculuktan sonra boğaz manzaralı küçük bir kafeye geldik. İçerisinde bir şömine vardı. Hava kararmaya yüz tuttuğundan deniz karanlık bir kuyu gibi gözüküyordu.
“Geç.” diyerek bana yol gösterdi. İçeriye doğru adımladım. İçerisi sıcacıktı. Önünden ilerleyip bulduğum boş masalardan cam kenarına oturdum. O da karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Ellerimi birleştirip beklemeye başladım. Ondan izinsiz bir şey yapmıştım ama nedenim çok farklıydı.
“Koçum bir bakar mısın?” bana döndü. “Ne içersin?”
“Salep” diye mırıldandım. Salep soğuk günlerde içimi ısıtan en güzel içecekti. Huzurlu ve güzel hissettiriyordu.
Yanımıza gençten bir oğlan gelip “Buyurun efendim.” diye sorduğunda gözlerindeki bakışlar donuklaştı.
“Bize iki salep.”
“Hemen efendim.” diye arkasını dönüp gitti. İçeride tek tük insan vardı bu iyiydi sessizlik beni geriyordu ve karşımdaki patronuma nasıl anlatmam gerektiğini zihnimde tartıyordum.
Ali Bey, cebinden çıkardığı sigara paketini masanın üzerine koyup içinden bir tane çıkartıp bana baktı. “Rahatsız olur musun?”
“Yok olmam.” dedim. Kokusu rahatsız etse de sorun değildi.
Sigaranın ucunu ateşleyip dumanını içine çekti. Çektiği dumanını dışarı, açık pencereden iteledi. Pencereden dışarı baktığımda dalga sesleri kıyıdaki taşlara vuruyordu. Sahil kenarına yapılmış bu kafe çok eski bir yapı gibi döşenmişti. Dalga sesleri kulağıma vuruşları ninni gibi geliyordu. Ali Bey sigarasından tekrar bir nefes daha çekti. Çekerken ki yüzünün aldığı hali an be an karşımdaydı. Kısık gözlerini gözlerime çıkardı.
“Anlat” dedi.
Evet sıra bana gelmişti. Genzim kamaştı. “Aslında oraya kamera görüntüleri için gittim.”
Sigarasından derin bir nefes aldı. “Ne görüntüsü?”
Sanırım en başından anlatsam daha doğru olurdu. Derin bir nefes alıp bana sanki benim içimi görür gibi bakan yeşillerine dündüm.
“Benim bir arkadaşım var. Gülce. Onunla beraber orada yapılan bir partiye katıldık. O gün biraz…” Cüneyt Soylunun bana sarkıntı olduğunu söylemeden “…münakaşa yaşandı. Arkadaşım, o içerideki Cüneyt Soylu’nun kafasında şişe kırmak zorunda kaldı.” Duraksayıp tepkisine bakmak istedim.
Ama o sigarasını bir kenara bırakmış dikkatli gözlerle beni dinliyordu. Gerildim.
“Yani… ben de dosyada biraz araştırma yaptığımda gördüm. Arkadaşımın başı yanmasın diye bir de sana…” düzeltip “yani size davada bir yardımı olsun diye gelmek istedim. Ama orasının Cüneyt Soylunun yeri olduğunu bilmiyordum. Gerçekten gittiğimde gördüm.”
“Anma şu soysuzun ismini.” Sinirli çıkan sözleri ile ekledim.
“Hemen çıkmak istesem de… işte sonra siz geldiniz.” diyerek sustum.
Bir şey söylemeliydi. Ne düşünüyordu bilmek istiyordum. Ya da bundan sonra ne yapılacaktı? O Cüneyt Soylu benim ismimi biliyordu. Belki de evimi. Gözleri hiçbir şekilde güven vermiyordu. Bir insanı ilk görüşte tanımak zor olsada bir ipucu verirdi ki Cüneyt Soylu hiç iyi bir ipucu vermiyordu. Umarım bir sorun olmazdı zira ceza almak Gülce’yi hatta Fatih ve arkadaşları ile edilen kavga görüntüleri var ise sorundu. Gülce’nin başı yansın istemiyordum. Keza diğerlerinin de.
Sonunda bu suskunluğa dayanamadım. “Ali Bey, bir şey söylemeyecek misiniz?”
“Düşünüyorum.” Gözleri dışarı dalgaların vurduğu kıyı şeridindeydi. Gelen salepleri izlemeye başladım. Üzerine serpilen tarçın taneleri bana gülümsüyordu. Adamın ismi ve görüntüsü gözlerimin önüne gelince titredim. Bana kızmıştı. Acaba beni kovar mıydı? Bunu yaparsa stajım tehlike de olabilirdi.
Salep fincanı yavaşça önüme itildi. Gözlerim fincandan kaldırıp orman yeşili gözlere baktım.
“İç. İçin ısınsın.” üzerime şöyle bir bakıp bir sigara daha yaktı. Ne kadar çok sigara içiyordu. “Giymişin güzel, iyi hoş elbise ama üşüyorsun.” Elbiseme doğru baktım.
“Ben üşümüyorum.” Yani şimdi üşümüyordum. İçeride kocaman bir şömine yanıyordu. Odam da bundan bir tane olsa varya sauna gibi etrafta dolaşırdım. Bir dakika kıyafetime iltifat etmişti. Lila rengi elbisemi bende seviyordum.
Sonuçta güzel bir elbiseydi. İltifat alması muhtemeldi.
Parmaklarında tuttuğu sigara ile elimi işaret etti. “Ellerin,” ellerime baktığımda hafiften titrediğini gördüm. Parmaklarımı açıp salep fincanının etrafına sardım. “Titriyorlar.”
“Hıım...evet biraz.”
“İç.” Dudaklarından dökülen sözcükler ile gözlerinin içine bakarak bir yudum aldım. İşte bu tat vazgeçilmezdi.
Sessizlik içinde saleplerimizi içtik. “O günkü olaydan bir şey çıkmaz. Dert etme.” Dedi kendinden emin bir sesle.
“Ama arkadaşım.” Benim yüzümden olay büyümüştü. Başı yansın istemiyordum.
“Sana söyledim. Sorun olmaz. Ayrıca sende ordaymışsın kendini düşün.”
Kendimi mi düşüneyim? Kendimi. Sahi en son ne zaman kendimi düşündüm.
“Benim yüzümden oldu. Kimsenin başı yansın istemiyorum.” Bu söylediğim ile yüzümü inceledi. Bu kadar dikkatli bakması beni geriyordu. Sanki doğru mu söylüyorum diye yüzümde bir iz arar gibiydi. İyi de doğruyu söylüyordum. Ya da ben bana baktığı gözleri yanlış anlıyordum. Kaşlarını çatıp “Sen bu Cüneyt Soysuzunu tanıyor musun? diye sordu.
Adı geçince duraksadım. Bileğimin acısı hala geçmemişti. Keşke bir kere daha vursaydım. “Hayır tanımıyorum. O gün, birde bugün gördüm.”
“Bir planım var.” demesi ile öne doğru evrildim. “Nedir?” merak etmiştim doğrusu.
“Plana sen dahil değilsin yeterince iş aştın başıma!” deyince merakım tekrardan geri söndü.
“Haklısınız. Doğru hep bir sorun yaratıyorum.” Evet her yerde olduğu gibi bunu da elime yüzüme bulaştırmıştım.
Yüzüm asıldığını görünce gözlerini çevirdi. “Sorun yaratıyorsun demedim. Kalk gidiyoruz.”
Bir şey demeden çantamı da alarak masadan kalktım. Hesabı ödeyip aracına ilerledik.
Bileğim sızlıyordu ama patronum bunu da görüp sinirlenmemesi ile gizlice diğer elimle ovuşturdum. Sanırım kızarıklık artmıştı. Bu sızlama hiç iyiye işaret değildi. Ali Bey görür diyerekten koluma da bakamıyordum. Eve gittiğimde bir merhem sürsem iyi olacaktı.
Aracına binerek eve doğru sürdü. Planından bana bahsetmeyecekti. Bir daha da sormadım, soramadım.
Bir vakit sonra aracı ara bir caddede durdurdu. “Bekle burada geliyorum.”
Kemerini hızlıca çözünce “Tamam Ali Bey.” dedim. Bana ters ters bakıp araçtan indi. İleriye dönerek gözden kayboldu. Nereye gittiğine bakarken kaybedince önüme döndüm.
Beklerken etrafta giden insanlara bakıyordum. Hava kapalı olsada sanki yağacak bir hava vardı gökyüzünde. Bu kırgınlığım bu gergin anlarım bir gün son bulacak mıydı acaba? Her çırpınışım beni kendi benliğime bağlıyordu. Çabalamam gerekiyordu. Bu her şey için geçerliydi. Hayat gerçekten çok acımasızdı. Kimimiz dışarıda gezerken kimimiz bir kuru ekmek alabilmek için çalışıyordu. Bir ekmek bir insana yük olur muydu? Olurdu.
Neydi o hikaye bir ekmek çaldım ama hapse girdiğimde bana her gün ekmek verdiler diyen kişinin yaşadıkları? Sahi bur da kim ya da neye suçtu. Ya da ortada bir suç var mıydı?
Her insan gibi bir koşuşturmanın içinde yuvarlanıp gidiyorduk. Peki bu adalet neredeydi? Bu düzen nasıl işliyordu. Ne acı ki işlemiyordu. İşlese bu kadar karamsar bir dünya olur muydu? Hiç sanmıyorum.
İleride kestane satan bir satıcı çocuk, gördüm. Nerden baksan on beş ya da on altı yaşlarındaydı. Ali Bey daha gelmemişti. Araçtan çanta alıp indim. Kestane alacaktım. Belki yarında satacaktı ama en azından bugün erken evine giderdi.
Karşıya araçlara dikkat edip geçtim. Hızlı araçlar da beni korkutuyordu. Tabi bu bilinmezlikte kayıp zihnimin bilinçaltındaydı. Zihnimin tozlu rafları umarım bir gün beni gün yüzüne çıkartırdı. Belki kabuslarla gün yüzüne çıkıyordu ancak bana tam bir rehberlik yapmıyordu. Hep başımın içindeki baskı ile uğraşıyordum.
Kestane satan çocuğun yanına vardığımda “Merhaba hayırlı satışlar.” dedim.
“Hoş geldin abla, buyur.” Aslında tezgahında biraz kestane vardı bende iki paket aldım. Belki patronumda yerdi.
“Hepsini alayım.” dedim mis kokulu kestanelere bakıp.
Şaşırıp “Fazla gelmesin abla.” deyince “Yok sen bana iki paket yap bakalım.” dedim.
Gülen yüzü ile hazırlamaya başladı. Cüzdanımdan biraz para çıkartıp uzattığı poşeti aldım.
Parayı uzatıp “Al bakalım.” dedim. Kestanelerin sıcaklığı paketi ısıtıyordu. Elimin içi kamaştı.
Elindeki paraya bakıp “Abla bu fazla. İki dakika bekle bozdurup hemen geleyim.” Gidecekken elimle durdurdum. “Dur dur gitme fazla değil.” Verdiği paketin içini gösterip “Hem baksana kestaneler ne kadar büyük. Bu kadar güzellerini burada hiç görmedim. Bu senin hakkın.”
Elindeki bir miktar paraya bakıp gözleri kısıldı. “Teşekkür ederim abla.”
“Rica ederim kendine iyi bak.” diyerek Ali Bey’in aracına doğru ilerlemek için, tekrar karşıya geçtim.
Daha gelmemişti. Bu kadar uzun ne işi vardı acaba? İlerlediği yönde sadece tek tük dükkanlar vardı. Araca tekrar bindim.
Kestane poşetini arkamı dönerek arka koltuğa koydum. Önüme dönerken o sırada Ali Bey elinde bir poşet ile araca bindi. Sanırım bir şeye ihtiyacı vardı. Elinde ne aldığını göremediğim poşet ile kemerini bağladı.
Aracı çalıştırmadan camdan ileriye bakıp sonra başını bana çevirip duraksadı. “Neyse…” diye ağzının kenarında mırıldanıp aracı çalıştırdı. Sanki bir şey diyecekken son anda vazgeçmişti. Aracı çalıştırıp caddeye çıktık. Eve doğru yaklaşıyorduk.
Araçtan slow bir şarkı açıp sessizliğimize ses oldu. İkidir patronumun aracına binmeyeceğim desem de bir şekilde kendimi aracında buluyordum. Ve bunu nedendir yabancılamıyordum. Asıl beni şaşırtan buydu.
Silecekleri çalıştırınca etrafa beklenti ile baktım. Bir anda kar yağmaya başladı. Gözlerim merakla büyüdü.
İri taneli kar topçukları aracın önüne bir bir düşüyordu. Dikelip camdan dikkatlice tekrar baktım. Evet kar yağıyordu. Bu görüntüyü her zaman sevmiştim. Benim için küçük bir sevinçti. Her kar yağdığında koşar pencereden bakardım. Bunun yaşımla ilgisi yoktu. Sanırım yaşlandığımda da aynı heyecanla bakacaktım.
Kar huzurdu. Huzurla gelendi.
Evin sokağında ilerlerken aniden patronuma dönüp “Ali Bey durun!” dediğimde ani fren yapınca gözlerim büyüdü. Emniyet kemerini taktığımdan sıkıntı olmasa da bu kadar hızlı duracağını düşünememiştim. Kaşları çatılıp gözlerini üzerimde gezdirip “Ne oldu?” dedi. Hızlanan kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. Sanırım çok ani bir tepki vermiştim.
“Şey kar yağıyor.” dediğimi anlamış gibi başını salladı. “Evet.” Camdan dışarıya bakıp “Görüyorum.” derken dediğimden bir şey anlamadığı belli olan bakışları yüzünden okunuyordu.
“Ben bir dışarı çıkacağım. Yani buradan eve yürürüm.” Lanet çenem. “Karda yürümeyi seviyorum.” Ne, bu nasıl bir tabirdi. Bana bahçesinden kaçan bir antilop gibi bakıyordu. Sanırım biri bana bunu dese aynen benden bu şekil bakardım. “Tamam.” Aracın motorunu kapatıp “in.” dedi.
“O zaman iyi akşamlar.” diyerek emniyet kemerimi çözdüm. Son bir kez yüzüne bakıp çantamı alarak aşağıya indim.
Dışarı adım atmamla kar tanelerinin yüzüme dağılması bir oldu. İşte bu çok hoştu. Huzurlu bir sessizlik etrafta peyda oldu. Yüzüme gelen kar tanelerine mutlulukla baktım. Resmen içim huzurla dolmuştu.
Ben Ali Bey gidecek diye beklerken onun beni izlediğini gözlerimi ona çevirdiğimde fark ettim. Bana ne yapıyorum gibi baksa da ona aldırmadan ellerimi açıp kar tanelerini avuçlarımda biriktirmeye başladım. Dudaklarım bu an ile iki yana büküldü.
Aslında kendim açısından çok normal bir şey yapıyordum. Küçüklüğümde hatırlamadığım çocukluğumu yaşatıyordum. Çocukluğum, ileride bana gülümserken içimde ona dair hisleri yaşatıyordum.
Arabasının kapısını örtüp bana doğru geldiğinde elimi indirip ona baktım. Elinde bir poşet tutuyordu. Aklıma kestanelerim geldi.
“Bir dakika.” diyerek aracına ilerledim. Ne yaptığıma baksa da aldırmadan arabanın arka koltuğunu açıp içinden kestane paketini aldım. Bir paketini ona verecektim. Benden önce davranıp elindeki poşeti bana uzattı.
“Al.” Uzattığı paketi elime alsam da sorguladım. “Bu nedir?”
“Sana aldım. Patronun olduğum için.” dediğinde kaşlarım yukarı doğru kalktı. “Bana mı? iyi de neden?”
Normal bir şeyden bahseder gibi haliyle “Aç bak, birkaç merhem var.” dedi. Elimdeki merhem poşetine tebessüm edip bende kestane poşetini uzattım.
Bana merhem almıştı ben fark etmez diye beklerken o çoktan fark etmişti. “O zaman sizde bunu kabul edin Ali Bey.” Sanki hediyeleşiyorduk. Halimiz ise çok komikti. Başına ilişen karları görebiliyordum. Benim ise üstüm çoktan karla doluşmuştu.
Tepemizden yağan kar. Bir sokak lambası ve sokakta dikilen iki insan. Halimiz komikti. İçi ısıtan sıcak bir andı. Bende anda kaldım. Uzattığım poşeti alıp aynı soruyu bana sorup “Bu nedir?” Bende onun gibi karşılık verip “Açın bakın.” dedim.
Poşetin içinden kestaneleri gördü. “Siz gelene kadar araçta sıkıldım. Yersiniz diye düşündüm, size de aldım.” Bir an yüzünü kestanelerden çektiğinde bakışları dalgalandı. Yüzü düşmüştü. Sanki elinde ki paket fazlalık gibi kendinden uzaklaştırıp “Yanlış düşünmüşsün. Sevmem. Yememde.” Kaşlarını gözlerine indirip poşeti elime tutuşturdu.
Tamam sevmeyebilirdi. Ama böyle bir tepki de beklemiyordum. Yüzümü asıp yüzüne bakakaldım. Yanımdan ayrılıp aracına döndü. Bana bakmıyordu.
“Neyse bin seni bırakayım.” diyerek aracına bindi. Binmeyecektim. Kendi gidebilirdi.
“Siz gidin Ali Bey! Buradan sonrasını ben yürüyeceğim.” diye mırıldanıp arkamı döndüm. Ardımdan ne dediği umurumda değildi.
“Ben ne yapacağım.”
“Ben seninle ne yapacağım bal yanak.” diye mırıldanan adamın sesi sessizliğin içinde kayboldu. Ardında bekleyen bir adam, arkasına bakmayan bir kadın bıraktı.
Evin aşağısındaki sokakta durduğumuzdan eve sadece bir sokak vardı. Ardıma bakmadan ilerlesem de arabasının arkamda ilerlediğini hissediyordum. Durmayacaktım. İlerleyip evin bahçesinden girdim. Tavrı hiç hoşuma gitmemişti. Bir yandan sevindiriyordu sonra aniden bir şey oluyordu.
Anahtarımı bulup evin kapısını açtım. Önce elimdekileri mutfak masasına bırakarak yüklerimden kurtuldum. Sesler salondan geldiğine göre ev ahalisi içerideydi. Üzerimi değiştirmek için odama çıktım. Üzerimdekileri kirli sepetine atıp rahat bir takım giydim. Saçlarımı salık bırakıp odamdan çıkarak kapıyı kapattığımda önce annemgilin odasına baktım. Yoklardı.
Ardında açtığım kapıyı kapatıp aşağıya indim. Sanırım babamı yakalayamayacaktım derken mutfaktan çıkan babamı görüp merdivenleri fazladan atlayıp aşağıya indim.
“Baba.” Elinde kestane tabağını tutuyordu. İyi bari en azından seven birisi vardı. “Kızım hoş geldin.”
“Hoş buldum.” diyerek yanına ilerledim. Gülümseyip “Artık bizden de geç geliyorsun yakında bizi de geçeceksin.” dediğinde “Yok öyle değil de davalar falan uzun sürüyor.” diye mırıldandım. Aynen görüyorduk bugün davayı.
Resmen istemediğim bir yerde alıkonacaktım. Düşüncesi bile iliklerimi kurutmaya yeterken zihnimden bunu savuşturdum.
“Çok mu çalıştırıyor Behzat. İstersen ben bir konuşayım.” dediğinde hemen karşı çıktım. Böyle bir isteyemezdim.
“Yok yok ben iyiyim. Hem ben Behzat beyin yanında çalışmıyorum. Oğlu Ali Bey’in asistanlığını yapıyorum.” dedim.
Gözlerime bakıp “Öyle mi?” diye sorarken şaşırmıştı.
“Evet Ali Bey çok iyi birisi, beni hiç üzmüyor.” dedim. Dudaklarımdan dökülenler ile yüreğim çelişiyordu ama evdekilere bundan bahsedemezdim. Kuşku dolu sesi ile “Aynı kişiden mi bahsediyoruz?” dedi.
Evet insan inanamıyordu. Hele ki benim ağzımdan çıkanlar. Ben bile kendime hayret ettim doğrusu.
“Evet.” diyerek başka bir konuya geçtim. “Ben sana geçen ki olayı soracaktım. Amcamla aranızı düzelttiniz mi?”
“Avukat hanım sorguda.”
“Öyle değil” diyerek güldüm. Düşünceli bir sesle “İşte bir sorun yok demi?” dedim sıkkınlıkla. Aile şirketi olsa da dedem bütün yükü babama yüklüyor ve işlerin daha da artmasına yol açıyordu. İlerliyorlardı ama yorgun olarak gelip çıkan pürüzler ile uğraşmaları zaman alıyordu.
İş konularını açmak istemese de cevapladı. “Birkaç gemi limana gelmediğinden mali açık oluştu ama hallettik.” Sesi yorgun geliyordu. “Baban her şeyi halleder. Hadi gel içeri geçelim. Film açtım, izleriz.”
“Olur.” diyerek koluna girdim. “Kestaneleri sen mi getirdin?” diye sordu.
“Evet yolda görünce almak istedim.”
“İyi yapmışsın.” diyerek salonun kapısını açarak içeri girdik. Salonda diğer aile üyeleri de vardı. İlginç herkes sessizlik içinde televizyondaki açık filme bakıyordu. Daha da ilginci sessizlerdi.
Bugün şaşırma kotamı doldurdum derken bu görüntü ile gülmemi tuttum. İlginç. Sanırım aklıma geldikçe gülecektim.
Acıydı.
Böyle anlar evde hiç ya da hiçin altında mutlu anlar olduğundan artık komik gelmekten başka bir şey gelmiyordu.
Hep oturduğum bir kanepenin kenarına oturdum. Babam annemin yanına geçip kestane tabağını kucağına aldı. Sanırım barışmışlardı. Açtığı kestanelerden anneme uzatırken gözlerimi televizyona çevirdim.
Levent abi ve dedem ortalıkta gözükmüyordu. Huzur ortamının neden oluştuğunu anlamış oldum.
Dedem yoktu.
Biraz orda takıldıktan sonra odama geçtim. Gülce’yi arayıp biraz konuşup yarın iş çıkışına sözleştik. Ona yalan söylediğim için huzursuzdum. Gerçi bugünkü kararımda kendi içimde sorgulama sebebimdi.
İyiki Ali Bey gelmişti. Canımı sıksa da o gelmeseydi ben ne yapardım hiç kestiremiyordum.
Pencerenin kenarına yaklaşıp perdemi biraz araladım. Karanlıktı. Evinin hiçbir ışığı yanmıyordu. Perdeyi tekrar çekip tavşanlı yumuşacık olan pijamalarımı üzerime geçirip ışıkları söndürdüm. Yarın işe gidecektim. Artık olmam geriktiği yerde hissediyordum. Birkaç gün olsa da alışmıştım. Daha fazla çabalayıp avukat olacağım günleri düşleyip uykuya daldım. Yorgun bedenim hiç zorluk çıkarmadan bana uydu.
Karanlık düşler her an kapı ardında an kollarken her daim onları kapı ardında bırakmak yoruyordu. Her bir taraftan kuşatılmıştım. Bazen bir gece yarısı bazen gün ayarken. Her daim peşimizdelerdi. Ne bir ileri ne bir geri gidebiliyordum. Beni bağlayan karanlık gün yüzüne çıkmak için yakama sarılmış beni boğuyordu. Bundan kurtuluş ise zamanın yeganesini tutmak, yani anda kalmak meseleydi. Bunu sadece dünü ve yarını düşünmeyenler yapabilirdi. Geçmişim ve geleceğim beni boğarken ise bu imkansızdı.
…
Kuytu bir köşenin, çamurla kaplı toprağına bir kere daha çıkmayı denedi. Olmuyordu. “Yapamıyorum.” diyerek seslendi. Her yanı acıydı. Küçük bir yükseklik bile onun çok zordu. Göz yaşları ağlamaktan kurumuştu. Kokuyordu. Üstü başı kir pas içindeydi. Oğlan çocuğu bir kere daha elini uzattı.
Yalnız değildim. Artık değildim. Umudum gelmişti. Ama içimdeki bu korku nasıl geçecekti. O ise her daim benimle kalacaktı. Yukarı başını kaldırdı. Bir el ona uzandı.
“Tut elimi, hadi eve götüreceğim seni…” genç oğlan biraz daha çöktüğü yerde aşağıya eğildi. Beyaz elbisesi kandan kirden mahvolmuştu. Gözleri, gözleri ise korku ile bakıyordu. Çabuk olmalıydı. “Alisya tut elimi...” dedi.
Bana neden bu isimle sesleniyordu ki diye düşünse de anlamsızdı. Anlamıyordu, canı çok yanıyordu. Ellerimi uzatsam da yetişemiyordum. Beni kurtaracak oğlan çocuğuna baktım. Benden büyük gibiydi. Tavşanımı diğer elimle sımsıkı tuttum. Son kalan gücümle bir kere daha denedim. “Olmuyor, yardım et yapamıyorum.”
“Tekrar dene hadi” biraz daha eğildi. Daha fazla yeri yoktu olsa onuda yapacaktı. “Tut elimi”. Minik parmakları kavradı.
Tuttu.
Sızlayan avcumu acısa da dayandım. Diğer elimi sıcak yuvaya teslim ettim. Hızla beni yukarı çekti. Dizlerim sızladı. “İşte oldu…başardın.”
Genç oğlan küçük kızı kuyudan çıkartıp ileride ki babasına seslendi. “Baba buldum. Alisya’yı buldum.” Minik avcunu tutarken elleri titriyordu. Acaba ona ne olmuştu? Üstü başı kan lekeleri ile dolmuştu. Minik Alisya’nın dolan gözlerini sildi. Yüzündeki lekeleri silmeye çalıştı. Canını yakmışlardı. Kirden görünmeyen güzel yüzüne baktı. Gözlerinde sadece acı vardı.
Korku ile bakan gözleri neden bir yabancıya bakar gibi bakıyordu ki. “Alisya, seni buldum…Hey uyuma.” hatıralım karanlık bir kuyuya düşmeden önce hissettiğim yanaklarıma çarpan parmaklardı. “Alis.. uyan geldim.” kim için gelmişlerdi. Karanlık bir kuyu. Karanlık olsada artık korkmuyordum.
Yalnız değildim. Bilincim o anda kayboldu.
Genç oğlan küçük kızı sıkı sıkı tutuyordu sanki bıraksa kaybolacaktı. Babam ileriden koşarak yanıma eğildiğinde genç oğlan kendine geldi. Üstümüz başımız çamur olsada onu kurtarmıştım. Hemen bir hastaneye gitmeleri gerekiyordu. Yarası olabilirdi.
“Aferin aslan parçası.” Genç adam yerde yatan küçük kızı, oğlunun dizlerinden alıp kucakladı.
Küçük oğlan korku ile sordu?
“Baba gözlerini yumdu, o iyi mi?” Korku ile bakan gözlerini babasının kucağında yatan küçük kıza çevirdi. “O iyi değil mi? bir şey olmasın. Ben çok üzülürüm.”
“Hadi oğlum, gidiyoruz. Korkma iyi olacak. İyi olması için gitmeliyiz.” Sanırım sırası değildi. Babasının kucağında gözlerini göremeden uyuyan küçüğe bakıp yumuk avcunu tuttu. Artık bırakmayacaktı. Babası ile ormandan çıktılar.
Her daim uykunun karanlık bir odası olurdu. Herkes uyuya daldığında zihnimiz türlü oyunlar oynardı. Bu da onlardan biriydi.
“Siktir… peşimi hiç bırakmayacaksın değil mi? Yaptığım her hata yüzüme böyle vurulacak değil mi?” diye mırıldandı gecenin ayazına.
Bir diğer kişinin de uykularının bölündüğünden habersizdi.
“Ahh sen kimsin…rüya olamayacak gibi gerçekti.” diye mırıldandı gecenin bağrına.
Bundan kaçış yoktu. Olması gereken oluyordu. Zaman geriye akıyordu.
İkisi de aynı rüyayı gördüklerinden habersiz tekrar uyumayı denediler. Kimi için umutsuzluk kimi için umut vaat eden bir rüyaydı.
Onuda zaman gösterecekti.
…
Sabahın ayazında uyku mahmurluğu gözlerimi açtım. Uykusuzluktan başım çatlıyordu. İyi bir gece geçiremesem de uyumayı denemiştim. Ağrıyan başımı parmaklarım ile ovuşturup yorganımı kenara iteledim.
Saçlarımı bileğimdeki toka ile bol bir topuz yapıp yataktan kalktım. Komodine uzanıp su bardağını kavradım. Boğazım gördüklerim yüzünden susuz kalmıştı. Kuru boğazımla yutkunup sürahiyi kavradım.
Odamdan çıkarak merdivenleri adımladım. Evin sessizliği gün ağardığında daha da belirginleşmişti. Sürahimi doldurup tekrar odama döndüğümde bir bardak su içip duşa girmek için banyoya ilerledim.
Kapı kolunu tutunca anlık bileğim sızladı. O hengamede tabi birde kestane krizi sonucu sürmeyi unutmuştum. Bileğimi çevirdim. Hassas tenim kıpkırmızı olmuştu.
Aşağılık herif nasıl sıktıysa hala acıyordu. Dün Ali Bey’in verdiği merhemi poşetten çıkarttım. Sanırım önce duş alsam daha iyiydi. Krem poşetini yatağıma bırakıp sıcak bir duş almak için banyoya ilerleyip hızlıca bir duş alarak rahatladım. Saçlarımı havlu yardımı ile toplayarak banyodan çıktım. Banyo buhardan görünmüyordu.
Yatağın kenarına oturup saçlarımı yavaşça kuruladım. Kremden biraz alıp bileğime dikkatlice yedirdim. Poşetin içinde birkaç bir şey daha vardı. Poşeti yatağın üzerine döküp baktım.
“Bu...ama bu…elma şekeri,” poşetin içinden kremlerle beraber birde elma şekeri çıkmıştı. “Ama ben bunu çok severim.” diye mırıldandım.
Kahvaltı etmesem de elma çekerinin paketini açtım. Ağzım sulanmıştı. Sanırım görünce almak istemişti. Yüzüm düştü.
Bende sever diye düşünmüştüm. Demek ki kestane ona iyi gelmiyordu.
Patronumun bana aldığı elma şekerini yedikten sonra üzerime siyah bir kot etek geçirdim. Koyu desenli kalın kazağımı da üzerime geçirdiğimde hazırdım. Bugün yemek yemeden çıkmayı planlıyordum. O dosyayı Bahadır’dan alıp bir daha üzerinden geçecektim.
Saçlarıma yaptığım su dalgalarını omzumun iki yanına düşürdüm. Bugün biraz yüzüme canlılık katmak isteyerek göz altlarımı kapatıp yüzüme renk getirmek için allık sürdüm. İnce bir eyeliner ile kısa ve öz makyajımı da bu şekilde tamamlamış oldum.
“Evet, artık çıkabilirim.” diye mırıldanıp birkaç fıs lavanta kokulu parfümümden sıktım. Odamdan dışarıya çıkıp sessizce kapıyı kapattım. Daha kimse uyanmazdı. Arkamı dönüp ilerleyecekken bir şey dikkatimi çekince adımlarım benden habersiz oraya doğru adımladı.
“Bu kapı neden açık ki?” normalde dedemin odası asla açık olmazdı. Hatta odasına kimsenin girmemesi için kilitli tuttuğunu bilirdim. Merakla ilerleyip odanın karşısında durdum. Sağıma soluma baktığımda kimseyi göremedim. Acaba bir sorun mu olmuştu diye düşünerek içeri girdim. İlk defa gördüğümden gözlerim etrafı incelemeye koyuldu. Bu yaptığım yanlıştı. Eğer beni burada görürse daha da kötü olurdu ama merakıma yenik düştüm.
Dedem babaannemi kaybettiğinden beri -yani o yıllar ben daha doğmadan önce vefat edince adımı ondan koymuşlar- odasına kimseyi sokmamış.
İçerideki koyu perde ve yatak odası kasvetli gösteriyordu. İleride babamın küçüklük fotoğrafını görünce çerçeveyi elime aldım. Amcam ve babam babaannemin elini tutmuş kameraya gülümsüyorlardı.
Ama sanki babaannemin yüzünde bir hüzün vardı. Çerçeveyi biraz daha yaklaştırıp baktım. Evet kameraya bakan gözleri kırgın bakıyordu.
Yıllar geçse de anılar bir fotoğrafa, bir çerçeveye ya da zihinde yaşatabilene yaşıyordu. Bu fotoğrafı hiç görmemiştim. Babamın küçüklüğünü bilsem de babaannemin gençliği bana benziyordu. Yani tam tersi ben ona benziyordum. Zaman gerçekten acımasızdı. Her anımızın kıymeti akıp gitmeden yaşayabildiğimiz kadar yaşayıp yaşatabildiğimiz kadarda yaşatmalıydık. Hiçbir şey bu dünyada kalmıyordu. Sadece geriye bize kalan anılar. Bazen iyi bazen kötü, çok kötü anılar. İstemsiz bir hisle titredim. Odanın basıklığından mı bilmem bu oda bana iyi hissettirmemişti. Hemen bu odadan çıksam iyi olacaktı.
Siyah beyaz fotoğrafı dikkatlice yerine koyup odadan çıkacaktım kapı kapandı.
Vücudumdaki titreme ile sırtımı döndüm. Çerçeveyi elimle tutarken bana sinirle bakan dedemi karşımda bulmam bir oldu. Kaşları sinirle çatılmış bana bakıyordu. Çok sinirli bakıyordu.
“Dede ben şey kapı açıktı…” sözlerim bıçak gibi kesildi.
“Ne işin var senin burada Uğursuz!” yükselen sesini bastırıp bana doğru yürüdü. “Ne yüzle buraya gelirsin sen!”
“Özür dilerim dede. Ben…hemen çıkıyorum.” Titreyen ellerim ile tuttuğum çerçeveyi arkamı dönerek bırakacakken dedem yanıma gelip kolumu tuttu. Acıyan kolumun sancısı ile ağzımdan bir sızı kaçtı. “Dede kolum...” sızlayan kolumu sıkıp “Sen kimsin de bu odaya girebileceğini zannediyorsun HA!” yüzüme karşı bağırması ile çerçeve elimden düşüp parçalara ayrılması bir oldu.
O sırada kolumu bırakıp diğer eli havaya kalktı. Ben çerçeveyi alma için eğilecekken aniden yüzümde patlayan tokatın sesi ile yanağım sağa doğru savruldu.
Dedem acımadan bana vurmuştu. Vücudum titredi. Ağzıma bir demir tadı geldi. Gözlerim hızla dolarken tokat attığı yanağımı elim ile örttüm. Acıyordu.
Gözümden bir damla yaş aktı.
“DEFOL UĞURSUZ SENİ DEFOL.!” Beni itekleyip çerçeveyi yerden aldı. Çerçevenin üzerindeki camları avuçlayıp acımadan üstüme attı. “DEFOL!.” Sırtıma gelen birkaç cam parçası ile korkup birkaç adım geriye gittim. Hemen buradan gitmeliydim.
Boğazımdaki yanma ile oluşan yumruyu yutup koşarak odadan çıktım. Burada duramazdım. Merdivenleri hızla inerek botlarımı giydim. Bağcıklarını bile bağlamadan hemen kendimi bahçeden dışarıya attım.
Yanağım yanıyordu. Sanki kat ve kat bir baskı vardı yanağımda. Elimle örtüp korumalara görünmeden ilerledim. Kimseyle göz göze gelecek ne halim ne de canım vardı. Birkaç hızlı adımlarla yürüdüm. Yanağım yanıyordu. Diğer elimi yüzüme kaldırdığımda avcuma dolan yaşlar ile ağladığımı fark ettim. İlerleyebildiğim kadar koştum. Sadece o evden oradan bir an önce uzaklaşmalıydım.
Sabahın erken vakitleriydi. Bir park görünce oraya ilerleyip bir banka oturdum. Bir elim hala dedemin tokat attığı yanağımda duruyordu.
“Acıyor, hıı...hııh-hıh...a-cı-yor.” Kalbimden kopan yaşlar ile duraksayarak nefes almaya çalıştım.
Dilim dudağımın kenarındaki kanın tadına baktı. Kalbim korku ile atıyordu. Saf korkuyu bütün uzuvlarımda hissediyor sanki acısa bu kadar acırdı.
Dudağım, patlamıştı.
Titreyen elimi tuttuğum yanağımdan çekerek bir nebze olsun ağlamamı durdurmaya çalıştım. Olmuyordu.
İnsanoğlu çok acımasızdı. O çerçeveyi kırmamalıydım. Ama yanlışlıkla olmuştu. O odaya girmemeliydim. Ama…her zaman bir ama ardından geliyordu. “Aptal…aptalsın…Alisya aptalsın. Her gittiğin yerde sorun yaratıyorsun. Aptal.”
Bir yenisi daha geleceğini bile bile yanağımdan akan yaşı parmaklarımla sildim. “Ağlama.” diye mırıldansam da göz yaşlarım dökülmeye devam ediyordu. Ne zaman beni dinlemişlerdi ki. “Akma artık yeter!”
Dedem bana hiçbir zaman iyilikle yaklaşmasa da bugün odasına girmem benim hatamdı.
Peki ya tokat?
İşte orada ondan ayrılıyorduk.
Sızlayan yanağıma elimi dokundurdum. Sanırım izi çıkmıştı. Çünkü yanağımda sızıdan başka bir şey hissetmiyordum. Çantamdan telefonumu çıkartıp kameradan baktım. Gözlerim bir kere daha doldu. “Üzgünüm…” kameradan ela gözlerime bakıyordum. Sanırım gülerken gözlerimin nasıl göründüğünü öğrenemeyecektim.
Titreyen dudaklarımı sıktım. Telefonumdan saate baktım.
“Yaa.. off birde iş var.” Kızarık yüzüm ile kameraya bakarken “Bugün gidemem.” Bu halde nereye gidecektim. Eve tekrar dönmek dahi istemiyordum.
Telefonumdan Ceyda’nın numarasının üzerine tıkladım. Birkaç “ıhımm..ıhhım.” yaparak genzimi temizledim. Ağladığımı bilmemeliydi. Telefondan naif sesi yankılandı.
“Alo.”
Ağlamamı dindirip “Merhaba Ceyda.” Dedim usulca. Dudağımdaki kanın tanı tekrar yerini belli etti. Merakla sordu. Kızı sabahın köründe arıyordum. “Merhaba canım hayırdır ne oldu?”
“Ben…ben bugün işe gelemeyeceğimde.” kısılan sesim titremesin diye uğraşarak “ıhım...sen Ali Bey’e söyler misin? Biraz rahatsızlandım.”
Lütfen lütfen.
“Olur ben konuşurum da sen iyi misin? Sesin biraz kötü geliyor.” Diye sorduğunda başımı eğdim.
“Evet iyiyim” milli yalan “hastayım ya ondandır. Sadece bugün beni idare et söz yarın çok çalışırım.” dedim. Söylediklerime kızıp “Dert ettiğin şeye bak sen iyi ol gerisi önemli değil. Ben Ali ile konuşurum.” dediğinde derin bir nefes aldım. Bu suratım ile karşısına çıkamazdım.
“Teşekkür ederim.”
“Dikkat et kendine.”
“Tamam sende.” diyerek telefonu kapatıp bankın kenarına koydum.
Biraz oturup nefes almaya ihtiyacım vardı. Çantamın içinden bir peçete çıkartıp dudağımın kenarına bastırdım. Kandan nefret ediyordum. Oldum olası midemi bulandırıyordu. Dudağımı güzelce temizleyip akmamasını diledim.
Evdekiler sesimizi duysaydı olaylar neler olurdu diye düşünmeden edemedim. Odalar ses geçirmiyordu. Bu imkânsız bir olasılıktı.
Hayat ne güldürüyordu ne sevindiriyordu. İğnelerini dört bir yandan batırıyordu. Umut ile yaşayacağım günleri iple çekmekten yorulmuşken soğukta otururken bile hissetmiyordum. Hissizdim.
Oysa kar yağmıştı. Dört bir yanı kar kaplamıştı. Parkın etrafını saran kar beyazı örtü, yerlere seriliydi. En sevdiğim mevsimdi. Ama beni en çok da üşüten üzen mevsimdi.
Biraz bankta oturduktan sonra parkın çıkışına doğru yürüyüp gelen taksiye bindim. Biraz dolaşmak istiyordum.
“Kızım beni yanlış anlama ama iyi misin?” diye sordu. Sanırım dikiz aynasından yüzümü görmüştü. Yüzümü yana çevirip dışarıya baktım.
Dudağımı sıkıp “Evet iyiyim, beni Karaköy sahile götürür müsünüz?”
“Olur götürürüm, isterseniz.” diyerek bir peçete uzattı. Elinden alıp “Teşekkürler.” diye mırıldanıp sessizliğime geri döndüm. Kafamın içinde çok vakit geçiriyordum. Sonunda aklımı yitirmekten korksam da sesler susmuyordu.
Daldığım yolların uzunluğu bana bir asır gibi gelirken karla kaplı yollar da ilerleyip gözlerim etrafta kar savaşı yapan küçük çocuklara takıldı. Şen kahkahalarını duyamasam da yüzlerine yansıyan mutluluklardan çok eğlendikleri belli oluyordu.
Karaköy sahile doğru gelince taksinin ücretini ödeyip araçtan indim.
Kabanıma sarılıp biraz sahilde dolaşıp kendime gelmeye çalıştım. Sahilde nefes alabiliyordum. Sahil kenarları ya ağlayanların ya da gülenlerin yuvası gibiydi. Hoş diğer türlüsü bana uğramasa da sinirden dudağım büküldü.
Gülmemin ardından dudağım acıyınca tekrar yüzümü astım. Geçen geldiğim iskelenin bankına doğru ilerlerken dalgındım. Yürüyerek banka oturduğumda dalgalı denize, engin kederimle eşlik ettim. Karlar buraya çok uğramamıştı. Etrafta soğuk bir rüzgar esiyordu.
Derin bir nefes alıp sıcak nefesimi dışarı doğru üfledim.
Boş boş dolaşmak istiyordum. Sahilin kenarında bir müddet oturup kendimi dinledim.
Küçükken düşünüyordum da daha iyiydi. İnsan büyüdükçe bazı şeylerin gerçek yüzünü görünce korkuyordu.
Dedemin attığı tokat yanağımda yerini korurken bunu evde babamın ya da annemin görmesi hiç iyi olmayacaktı. Diğer yapılanlar gibi buda içimdeki mezarlığa gömülü olarak raf ömrünü dolduracaktı.
Ev, adı sadece evdi hiçbir zaman bana yuva gibi hissettirmemişti. Sadece ailem için orayı seviyordum. Avukat olduğumda yeni bir eve çıkmayı çok önceden kafaya koymuştum.
Varlığı yokluğu bir olan sıcaklık benden gideli çok oluyordu. Daha fazla kendimi bu soğukta bu bankta oturtmayarak tekrar taksiye binip Lukka’nın adresini verdim. Şu an gündüz olduğundan sakin olurdu.
Kalabalığın içinde yalnız olduğunu hissetmek ise en kötüsüydü. Anlatamıyordum, susuyordum. Beni de bu suskunluğum bitirecekti. Sanırım anlaşılmak anlatmaktan daha zordu. Ben anlatmaktan ziyade anlaşılmak istiyordum. Sanırım bu olası değildi.
Yine tanıdık sokak başında şoför aracı durdurdu. Taksinin ücretini ödeyerek indiğimde adımlayıp içeri girdim. Tamda tahmin ettiğim gibi içerisi sakindi. Tek tük insan kendi halinde takılıyordu. Bana bulaşmadıkları sürece sıkıntı değildi. Gerçi şu saatten sonra olsa nasıl karşılardım bilmiyordum açıkçası. Ben yaralarımı sardıkça insanlar yenilerini açmak için an kolluyordu. Bileğim daha dün kızarıkken bugünün üzerine dahada kızarmıştı. Kazağımı biraz daha uzatıp bileğimi sakladım.
İçeride bar bölümüne geçtim. Bar taburelerinin olduğu uzun sandalyelerden, köşedeki bir boşluğa geçip oturdum. Kimse ile muhatap dahi olmak istemiyordum. Sanki hiçbir şey umurumda değildi.
İlerideki barmen, elinde tuttuğu bardakları kurularken dikkatlice baktığımda, bunun çantamı bulan çocuk olduğunu gördüm.
Bardak kurulamayı bırakıp bana doğru döndü. “Ne içersiniz?” Onaylama mı ister gibi devam etti. “Siz, çantasını unutan bayansınız, değil mi?”
Elimi yanağıma yaslayıp “Evet ta kendisi.” dedim. Gözlerim raflarda bulunan şişelerde dolanıp “Ben bir yeşil peri alabilir miyim?” diye sordum.
Şüphe ile sordu. “Ağır olmasın.” Ağır, yoğun bir içkiydi. “Yok olmaz.” diyerek geçiştirdim. İyi gelirdi boş mideme. Bugünlük kendime geçici bir izin veriyordum. Dalgın bakışlarımı yine etrafta göz gezdirip tekrar önüme döndüm.
Gelen içkiden koca bir yudum aldığımda yıkıcı tadı boğazımı yararak mideme oturdu. Bunun tadı berbattı. Yüzümü hızla buruşturunca dudağımın kenarı sızladı. Sadece biraz unutmak istesem de bu içilecek gibi değildi. Bardağı masanın üzerine bıraktım. Bir yudum daha almayı denemek yerine aniden diktiğim bardak ile başım döndü. Başımı dik tutmakta zorlanarak elime yasladım. Evet bu daha iyiydi.
Böyle daha iyiydi.
Patronum bugün işe gelmediğim için ne diyecekti acaba? Bence kızacaktı. Oda kızacaktı. Zaten bana kızmayan kim kalmıştı ki?
Sanırım şu barmen hıhı… bence içtikten sonra buraya kustuğumda oda kızacaktı. Benim düşündüklerimi bilmeden kendi işiyle ilgilenen barmen ara ara bana bakıp işine dönse de aldırmadım.
Sahi etrafta ne kadar fazla ışık vardı. Gözlerimi kırpıştırdım. Offf bide dosyayı alacaktım.
Başım vücuduma ağır gelince istemsiz koluma yasladım. Burada uyusam yeriydi. Hıhh o da olmazdı ki beni bulurlardı. Telefonum çalınca çantamı elime aldım. İçini biraz karıştırdıktan sonra gelen aramaya gözlerimi kısarak baktım.
“Kim bu ya densiz bir dee-e çalıp ça-lıp kapatıyor. Şurrrda adam akıllı rahat vermiyorlar hıgk.. ay midem.” Dudaklarımı elimle kapatıp yutkundum. Midem yanıyordu. Çalan telefon sonunda sustu.
“Şükür başımı ağrıt-tın.”
Bir bardak daha içeceğimden içerken telefonuma düşen bildirim sesi ile durdum.
Ardından bir bildirim daha geldi. “Off ne var ya!” telefonun şifresini görebildiğim kadarıyla girip gelen mesaja tıkladım. “Hıgh… hıgk”
Hıçkırık tutmuştu. Biraz nefesimi tutmayı denedim. Gelen mesaj patronum Ali Beydendi. Hoş bey dememi istemese de dilime pelesenk olmuştu. Gözlerimi kısıp mesajı okumaya çalıştım. Zira başım fena halde dönüyordu.
Mesajda şöyle diyordu.
“Alisya neredesin!”
“Telefonunu aç!”
“Ne demek neredeydim? Bura-daydım işte. Bu ne saçma bir sorr-ru.”
Gülerek mesaj yazmaya başladım. “Bbliimmem neredeyim.” Telefonuma gelen mesaja cevap yazıp barmenden bir tane daha istedim.
Önüme diğerinden farklı renkte olan bir içecek getirdi. Birkaç yudum aldığımda dilime gelen soda tadı ile başımı kaldırıp diğer müşteri ile ilgilenen barmene seslendim. Kafam allak bullak olduğundan cümlelerimi toplayamıyordum.
“Heyy bununn tadı bir değişik, eminn-miisin..hıgk.”
“İyi gelecektir sen iç.”
Kaşlarımı kaldırıp şüphe ile sordum. “Öyle mii? Pek-ki.” diyerek bir yudum daha aldım. Başımı artık taşıyamayacağıma karar verip koluma yaslayarak gözümü kapattım.
Bu daha iyiydi. “hıhh...hhııh uyku şimdi de benimle oynuyorsun…değil mi?” diye kendi kendime mırıldandım. Olur olmadık yerlerde geliyordu. Telefonum tekrar çalınca sinirle kaşlarımı çattım. “Bu kimdi yaa?”
Barmen çocuk eli ile telefonumu işaret edip “Çok ısrar ediyor açmalısın bence.” dediğinde “Öyle mi?” diyerek telefonuma baktım. Çünkü bana melodi gibi geliyordu.
Başını sallayarak beni onayladı. “Çok ısrarcı açmadığın sürece arayacaktır.”
Telefonumu sallayıp “Tanıyorrr mu-sun hıgk?” diye sordum.
“Hayır bir tahmin” sırıtıp “sevgili tripleri anlaşılır bir durum.” dediklerini idrak edemeden sordum.
“Kim pattronum mu? Yok bee o benim sadece patronumm…hıhhıh Ali Beyy.”
Ellerini ben bilmem diyerek sallayıp “Aç o zaman.” diyerek diğer bir müşterisinin yanına gitti.
“Allloo” dedim sesimi uzattığımdan habersiz.
“ALİSYA!”
Sert sesi kulak zarımı patlatırcasına yüksek gelirken telefonu kulağımdan çektiğimde tekrar seslendi. “Hey bu ses tonu ne böyle. NERDESİN SEN?”
“Hıım.” beni görüyormuş gibi elimle kendimi gösterip “…ben mi ben…” etrafa şöyle bir bakıp barmene döndüm. Telefonu kulağımdan çekip “Burası neresi kardeş?” diye sordum. Sahi neresiydi burası.
“Lukka söyle Lukkaya gelsin.” diye seslendi. Telefonu tekrar kulağıma yaslayıp “Burası lukkaymış varya hıgk burası bir efsaneee hıgk.”
“NE HALT ETTİĞİNİ SANIYORSUN SEN ORADA!” Yükselen sesi ile telefonu tekrar kulağımdan çektim. Neden bu kadar bağırıyordu ki. Başım da ağrıyordu zaten. Tekrar telefonu kulağıma yaslayıp sordum. “Ben mi?”
“EVET SEN! Telefonlarımı da açmadın. Beni delirtmek mi istiyorsun sen?!”
“Ama açtım telefonumu.” Kafam karışmıştı. Şüphe ile aranan numaraya bakıp görmeye çalıştım. Zira numaralar ikili beynimde dönüyordu.
“Ali Bey siiz değil-msininniz?” diye sordum. “O zaman siz kimsinizzz? Bir yabbancı ile konuş-amam. Hıgk.”
Derin bir nefes sesi telefonun ucundan duyularak “Alisya” dedi sabırla. Gülümseyip cevapladım. “Efendimm.” Adamı iki dakikada bezdirmiştim.
“Ben seninle ne yapacağım bal yanak.” dese de aniden ciddileşen ses tonu ile “Kapat telefonu geliyorum.” diyerek telefonu yüzüme kapattı.
Ol-mazzz gelme-yiinnn.” desem de yüzüme kapanan telefon ile “Amann banane.” diyerek barmene döndüm. “Heyy, barmen bey, bana bir tane dahaaa ama bundan değil.” diyerek soda bardağını önüne doğru iteledim.
Bana ben bittim bakışı atarak önümdeki soda bardağını aldı. Parmaklarımı saçlarıma daldırıp dağıttım. Artık acı hissetmiyordum. Ne bileğim ne dudağım ne de kalbim acıyordu.
…
Ali Asaf ARIKAN
Sabahın erken saatleri.
Arabamın kenarında tam aracıma binecekken ileri de ki evin bahçesinden koşarak çıkan Alisya’yı fark ettim. Sabahın köründe bu kız nereye gidiyordu ki. Telefondakine dönüp “Tamam ben seni birazdan arayacağım.” Dedim hızla.
“Ne oldu gece yoğun geçti sanırım.”
“Uzatma Timuçin arayacağım dedim.” diyerek telefonu kapatıp cebime attım. Alisya’nın gittiği yeri gözlerimle takip ederken araca binip silecekleri çalıştırdım. Her taraf kardan görünmüyordu. Dün gece çok yağmıştı.
Camdaki karları temizlediğimde etrafa bakındım. İki dakika da nereye kaybolmuştu bu kız? Gözlerimi etrafta gezdirdim.
Arabanın içinden ileriye doğru bakarken bu seferde bahçenin kapısını sertçe kapatıp çıkan kişiyi gördüm. Görmem ile kaşlarım kendiliğinden çatıldı.
Uykusuz gecemin sabahı istemediğim nefret beslediğim bir diğer yüzle karşılaştım. Gözlerimi kısıp ileride ne yaptığına bakarken onlar beni görmüyordu. Hoş görse de bir şey fark etmezdi.
Alisya’nın dedesi korumaları tartaklayıp tekrar içeri girdi. Ne dönüyordu o lanet evde.
Aracı çalıştırıp Alisya nereye gitti diye bakacakken tekrardan telefon sesi durdum. Aracı çalışır halde bırakıp telefonu çıkardım.
Arayan Ceyda’ydı. Oğuzhan dostumun nişanlısıydı. Hem de bu saatte. Ciddi bir şey olmazsa aramazdı. Sanırım sabahları erken kalkan sadece bizler değildik. Telefonu açıp kulağıma yasladım.
“Alo Ali.” dedi hızlıca. Anlamaya çalışarak “Ceyda hayırdır? Ne oldu?” diye sordum.
“Ya biliyorum vakit biraz erken ama bugün Alisya işe gelemeyecekmiş?”
“Sebep?” Niye gelmiyordu, dün çıkıştım diye mi? İyi de bu kız daha demin koşarak dışarı çıkmadı mı?
“Daha iki gün oldu. Ne bu işe gelmemek.” İstemsiz sinirlenmiştim. Niye gelmiyordu işe? Çokta iş vermiyordum oysaki? Yoksa… dünkü kestaneyi almadım diye mi? İyide bu sebep olamazdı ki gelmemesi için.
“Bilmiyorum beni de az önce aradı sana haber vermemi istedi.”
Dün bana mesaj atan kız beni aramıyordu. Sebep! Sorgulayıp “Kendisi neden aramıyormuş.” dedim kaşlarımı çatıp. Sıkkın bir sesle konuştu. “Hiç bilmiyorum Ali ama sesi kötü geliyordu. Bana hastayım dedi ama dışarıda olduğu sesinden belliydi.”
Kontağı kapatıp anlamaya çalıştım. Sabah sabah nereye gitmişti bu kız?
“Tamam izinli olsun bugün. Yarın konuşurum ben.”
“Tamam görüşürüz.”
Sıkkın bir halde “Görüşürüz.” diyerek telefonu kapattım.
Durduk yere canımı sıkmıştı. Aracın kontağını çevirip ileriye doğru sürdüm. İleride ki korumaların bakışlarına aldırmadan aracı hızla sürüp Alisya’nın ne tarafa gidebileceğine baktım. İleride ki sokak ikiye ayrılıyordu.
Bir taraf aşağı sokağa diğer taraf hep bindiği durağa çıkıyordu. “Durak bence de oradadır.” Aracı sağa çevirdim. Geçen gün de böyle olmuştu. Tesadüf eseri olmuş gibi görünmesini sağlamıştım. Ama onu evden çıkarken görmüştüm. Yetişmek için aracın hızını biraz daha arttırdım.
Durağa yaklaşınca biraz yavaşlayıp bekleyenlerde göz gezdirdim.
Burada değildi. İyide otobüsün gelmesine daha vardı.
Neredeydi bu kız?
Korna sesi ile aracı tekrar çalıştırıp şirkete doğru sürdüm. Telefondan Ayvaz’ın numarasını tuşladım.
“Efendim abi.”
“Ayvaz bana hemen Alisya’nın nerede olduğunu buluyorsun. Çabuk ol!” Hastaysa evinde otursaydı. Ne diye hasta hasta dışarı çıkıyordu ki!
“Tamam abi.” diyerek telefonu kapattığında şirketin sokağındaki caddeye aracımı park edip dışarı çıktım.
Çalan telefonu açıp “Söyle.” Dedim hızlıca.
“Abi sanırım telefonu kapalı ulaşamıyorum.”
“Ne demek ulaşamıyorum! Tekrar dene.” Derin bir nefes aldım. “Ya da bırak! Kendi işimi ben hallederim.”
Telefonu yüzüne kapatıp şirket kapısından serte geçtim. “Neredesin bal yanak.” diye mırıldanıp gelen asansöre girerek odama geçtim.
Gidebileceği yerleri düşünürken odamın kapısı açıldı.
“Oğlum. Günaydın.”
Karşımda babamı görünce şaşırdım. “Baba, hoş geldin. Hayırdır?” buraya pek uğramazdı. Karşıdaki koltuğa oturup soluklandı.
“Asya çağırdı.” dediğinde kaşlarım sorgu ile kısıldı. “Asya mı?” kız kardeşimin adı ile oturduğum yerden dikeldim.
“Akşam seni eve çağırıyor. Bu aralar eve uğramadığından yakınınca bende şirkete geldiğimde konuşurum dedim.”
“Akşam uğrarım.” diyerek uzatmadım. Oturduğu yerden kalkıp “Tamam benim birkaç işim var konuşuruz.” deyince başımı sallayıp onayladım.
Eve taşındığımdan beri eski evimize pek uğramıyordum. Hali ile cimcimenin radarına takılmıştım. Kravatımı gevşetip Alisya’nın numarasını tuşladım. Patronuydum telefonunu açmak zorundaydı.
“Aradığınız kişiye şuan da ulaşılamıyor lütfen daha sonra tekrar deneyiniz..” telesekreterin sesi ile tekrar aradım.
Tekrar aynı sesi duyunca sinirlenip telefonu kapatıp masaya attım. “Deniyoruz işte açmıyor.”
Tekrar aradığımda arkadan gelen sesler ile duraksadım. Arkadan gelen müzik seslerinin ardından Alisya’nın sesini duydum.
“Allloo” neredeydi bu kız. Ve bu ses tonu. Ne halt ediyordu!
“ALİSYA!” diye resmen kükredim. “NERDESİN SEN?!”
Duraksayarak konuşuyordu. “Hıımmmm…ben mi ben…Burası neresi kardeş” İçmiş ve sarhoştu.
Arkadan gelen sesler ile kaşlarım kızgınlıkla gerildi. “Lukka söyle lukkaya gelsin.” Kim bu kertenkele diye konuşacakken “Burası lukkaymış varya hıgk burası bir efffsaneee” diyen Alisya ile kaşlarımı çattım. Ayık kafada olsa böyle konuşamazdı.
“Ne halt ettiğini sanıyorsun sen orda!” Yükselen sesim ile kendime hâkim olamıyordum. Bu kız hani hastaydı?
“Ben mi?”
“EVET SEN! Telefonlarımı da açmadın. Beni delirtmek mi istiyorsun sen?!” oturduğum yerden kalkıp cam kenarına geçtim.
“Ama açtım telefonumu.” Duraksayıp “Ali Bey siiz değilmsinin-niz hıgkk?” diye sorunca cevap vermedim. Gevşeyen kravatımı çıkarıp bir kenara fırlattım.
Telefona yaklaşan sesi arkadaki müziği bastırıyordu. “O zaman siz kimsinizzz? Bir yabbancı ile konuş-amam. Hıgk.”
Derin bir nefes aldım. Başım şimdiden ağrımaya başlamıştı. Sakinlikle konuştum. Sakinliğimin son demlerindeydim. Son dem.
“Alisya.”
Nadir gelen sesi ile “Efendimm.” dedi.
“Ben seninle ne yapacağım bal yanak.” diye mırıldanırken hiç farkında değildim. Kendimi toparlayıp “Kapat telefonu geliyorum.” Yüzüne telefonu kapatıp acele ile masaya ilerledim. Araba anahtarını masanın üzerinden alıp hızla odadan dışarı çıktım.
“Ali Bey birkaç dosya imzalanacaktı.” Gelen çalışana dahi cevap verecek vaktim yoktu.
“Sonra.” dedim.
“Peki efendim.”
Şirketten çıkıp aracıma atladım. Lukka. Demek ordaydı. En azından tanıdık yerdeydi. Fatih ile Timuçin ortak işletse de içindeki sikiklere güvenemezdim.
Hemen trafiği aşıp Lukka’ya geldim. Aracı üstünkörü park edip umursamadan dışarı çıktım. Neden bu kadar içmişti? Hesabını soracaktım.
…
Alisya AKMAN
…
Kafamın gittikçe çok iyi olması benim açımdan iyiydi. Hiçbir şey umurumda değildi. Ama midem kusacağının sinyallerini ufaktan veriyordu. Aç karna içmenin yan etkileriydi. Zarar ziyandım.
“Hıhhh bu ne kadar güzel bir renk değil mi? Barmenciğimmm hıhhıhıh.” gülerek ağzımı kapattım. Zira sinek kaçabilirdi. Yok canım burası kapalı alandı. Hıhıhıh. Barmen bey bana bakıp tekrar işine döndü.
Telefonu kapattığımdan beri bana canına okunacağını zırvalamaktan başka bir şey yapmasa da beni ayıltmaya çalışıyordu.
“Barmen beyy bir tane daha alabilir miyim?” elimdeki boş bardağı alırken bana keder dolu bakışlar atıyordu.
“Bak beni işimden edeceksin. Ali abi gelince canıma okuyacak. Daha fazla içme.”
“Ya sannane benim zevkim değil mi, kardeşim? Ali de kimmiş?” Etrafıma bakınırken yanımda dikilen siyah giyinimli birisini görüp elimi uzattım. “Aaa sizzz.” Kafam çoktan başka alemlerdeydi. Bunu kendime yapmamalıydım ama engelde olamıyordum.
“Yaa ben.” Yanımdaki bar taburesine oturup bana doğru döndü. Sert yüzü ile konuştu. Zaten hep kızıyordu. “Ne bu halin?”
Yüzümü incelerken kaşları çatılsa da sanki beni bulduğu için mutlu olmuş bir rahatlama yüzüne yansımıştı. Bakışlarımı yakışıklı barmene çevirdim. “Barmen Bey benim bir halim mi? var hıgk.” Yumuşayan yüz ifadesi bir anda solarak çatılan sert bir ifade ile barmen beye döndü.
“Abi valla benim bir suçum yok.”
“Lan Ferdi, zaten canım burnumda!” diye yükselen sesi ile başımı tutup elime yasladım.
Bana bakıp bar masasına uzanan başımı kaldırdı. “Ne kadar içti bu kız?” kızgın sesi ile konuşuyordu. Hiçbir şey hissetmiyordum. Boş boş konuşmalarını izliyordum.
“Abi valla elinden almaya çalıştım ama bu seferde müşterilerin elindekilere uzanınca oyalansın diye verdim.”
“Sik*cem belanı. FERDİ! Oyalan bununla filmini bizzat ben çekeceğim.” diyen yanımda patronuma benzeyen adama baktım.
“Abi.”
“İşine dön!”
Arkasını dönen barmen beye seslendim. “Barmen Bey?”
Panikle sırtını dönerken gözleri yanımda oturana kayıp duruyordu. “Bacım sus lütfen.” diye seslenen barmen bey yanımızdan ayrıldı. İyide sohbet ediyorduk.
Yanıma oturan sevgili patronum seslenmem ile bana dönerken kaşlarının sertliği yerini koruyordu. Yakında kırışacaktı haberi yoktu. Acaba kaşlarına dokunsam düzelir miydi?
Gözlerini kısıp “Bana sadece bey diyebilirsin. O sik*ğe değil.” İyide onun adı Bey değildi ki. “Ama sizin adınız Ali.” İlk defa ona seslendiğimden haberim yoktu.
“Ali Bey benim.”
“Alisin.”
Halime bakıp kafasını sallayıp kendi kendine mırıldandı. “Ya işe bak kıza bey deme diyoruz bey diyor bu seferde bey dedirtmeye uğraşıyorum.”
Ondan önce davranıp “Ali Bey” dedim.
Sinirle mırıldandı. “Evet Ali benim.”
Kahkahalarım etrafta yayılırken bana bakıyordu. Gülüşlerimle “Kabul etti kabul etti. Hıhıh hıgk.” dedim.
Dudaklarını kıvırıp hafif bir gülümsemesini görünce benimde gülümsemem yarıda kesilip yüzüne bakakaldım. Ne kadar güzel bir dudak kıvrılmasıydı o. Birde gülse düşüncesi dudak uçuklatırdı.
Benim ona bakışlarım ile kendine gelirken. “Benim ağzımı da bozdun. Bir daha içmek neymiş göstereceğim ben sana. Şişeyi ağzınla içmemişsin sen.” dedi kızgınlıkla.
Bir kaşımı kaldırmaya çalışıp “Yoo bana bardak verdiler…onla içtim.” diyerek gülümsedim.
Dişlerinin arasından tısladı. “İyiki sarhoşsun yoksa kıçını şaplaklamama az kaldı!” Elimi ağzıma kapatıp ela gözlerimi belerttim. “Hiii çok ayıp Ali Bey, hiç etik değil. Nazik kurallarınız nerde sizin?”
“Naziklikmiş, ne geldiyse ondan geldi başıma.” diyerek başını çevirirken merakla sordum. “Ne geldi ki hıgk.”
Yoğun bakışları ile bana bakıyordu. “Boşver.”
Dediklerini zaten anlamıyordum. “Ama siz hep naziksiniz.” dedim.
Sanki bir şeyi anlamak ister gibi sorarak öylesine “Tanıyor musun beni.” dedi.
Dürüst olarak konuştum. “Aslında tanımıyorum.”
Gözleri kısılırken sorgulu yüz ifadesi sekteye uğradı. “O zaman?”
“Biliyorum” biraz duraksadım. “Hakkınızda” elimi sallayıp “çok şey duydum” dedim. Ceyda neler neler anlatmıştı.
Kaşlarını daha da kısıp bana doğru yaklaşıp sordu. “Ne gibi şeyler?”
Sorusu ile düşünür gibi yapıp “Immm… iyi şeyler.” dedim zihnimi kurcalayan sesi ile.
Gözlerime baktığında ne gördüyse geri çekilip sert yüzünü benden çekti. İyi de izliyorduk. Olmadı bu.
“Sahi mi pisliğin tekiyimdir.” diyerek ne zamandır elinde olduğunu bilmediğim içeceğini kafasına dikti. Sanki dediklerime bozulmuştu.
Bir an kendime gelip içimdekileri saydım. “Evet fark ettim. Şirkette canı-ma okuyorsun hıgk.” Sanırım bunu dışımdan söylememem gerekiyordu. Ama birden ağzımdan çıkan sözlere engel olamadım.
İç kargaşam sürerken dalgın gözleri ile sırıtıp “Öyle mi affedersin.” dedi.
Elimi boşver dercesine salladım. “Önemli değil bir daha olmasın.”
“Bak ya kızım senin karşında patronun oturuyor farkında mısın?”
“Bakayım.” diyerek birazdan fazla dibine kadar girip yeşil gözlerine bakmak istedim. Kocaman yeşil gözlerini görünce bana bakışlarının koyulaştığını fark edip biraz daha yaklaştım. Bu renk sanki sadece ona özeldi.
Koyu orman yeşili gözler. Gündüzünde gölge sağlayan kirpikler, seni her daim koruyacağım diye çatılan kaşlar. O bakış bu gece karası yeşil gözlerindi.
Bir dakika…bu yeşil gözler...o gözlerdi. Ellerimle ağzımı kapatıp “Hiiiii sizzz.” dedim sanki aklım başıma gelmiş gibi.
“Yaa ben.”
Sanki bir aydınlanma yaşıyordum. Elimle kendimi gösterip “Affedin ben ben sarhoşum.” diyerek ellerimi havaya kaldırdım. “Bugün, kötü bir gün geçiriyorum üstüne şirket sanırım ağır geldi. Yalan söylemedim sadece…” diyerek sustum. En iyi yaptığım koruma içgüdümdü.
Sigara paketinden bir sigara çıkarıp ucunu ateşledi. “Ne oldu, anlat!”
Somurturken de bakışlarımı kaçırırken yine ona baktım. “İstemem neden anlatmak isteyim ki.” diyerek omuz silktim.
“Konuşmaya ihtiyacın var gibi bakan gözlerindir belki sebebi.”
Başım o an kaldırıp gözlerine baktım. Bana anlat diyordu. Bana beni görüyormuş gibi bakarken bu çok zordu.
Kırgın çıkan sesimi hiçbir şey kesemiyordu ama sözleri ile dökülen çenemi kapatmak istemedim. İlk defa anlaşılmak istedim. “Aslında…evdekilerle biraz çatıştım.” Sonra yalandan yaptığım gülüşmelerden bir tane bahşedip “Dedem beni çok sever biliyor musun, hiç mi hiç kıyamaz. Hatta hiç kimseden kayırmaz, ayırmaz. Hep el üstünde tutar.”
Güldürmeye zorladığım yüzümü kendi haline getirdim. Yüzüm acımıştı. Yalandan bile gülemiyordum. “Biliyor musun?”
Bana anlamını bilmediğim derinlikte bakıyor sanki benim anlaşılmak istediğimi biliyordu. “Hayır ama anlatırsan bilirim.” dedi sigarasından içerken.
Birden konunun ortasına daldım. “Bir şey yapmamıştım oysaki sadece merak ettim. Kırılan çerçeveydi, alacaktım ama sonra oda beni kırdı. Ben bilerek yapmadım. Yanlışlıkla elimden düştü.” Yorgun gözlerim her yerdeydi. Yüzünü göremiyordum. Parça parça anlattıklarımdan ne anladıysa o kadardı.
“Ne yaptı?!” Elini yumruk yapıp açıyordu. Gerginleşen kolları kasıldı.
Derin bir nefes alıp “Tokat attı ama acımadı sadece… neyse boşver ya. Sorun değil. Hiç sorun değil.” sanki yüzümü daha yeni fark edip kendine kızar bir halde yüzündeki sureti gerildi. Tokat atılan yanağımdan bir an olsun gözlerini ayırmıyordu. Oysaki ona göstermemiştim.
Sanki kanı çekilmişti. Suskunluğu sürdürüp sıklaşan parmaklarını yumruk halinde tutuyordu. Her an kavgaya hazır gibiydi.
Elindeki yumru sinirden titriyordu. “Kim! Deden mi yaptı bunu?” dedi sinirle.
Dedemin yaptığını söyleyemedim. Başımı iki yana salladım. Anlamsızca sordum gürültülü bir ortamda olsa sessizliği sevmemiştim. “Beni kovacak mısın?” diye sordum.
“Kim.”
Diretiyordu, duysa dünyayı yakacak gibi gözlerinde bir sinir varken başımı salladım.
“Sana söyleyemem.”
Tekrar bir sigara yakıp bende olan bakışları kırgınlaştı. “Öğrenmesini bilirim.”
Bunları konuşmak istemiyordum. “Beni kovacak mısın?” diye sordum.
“Bilmiyorum” dese de hala aklı az önce söylediğim kelimede kalmış gibi sorgulu bakıyordu.
Gözlerini yanağımdan çekmezken “Kovmayın beni. Bugün gelemesem de yarın çok çalışmak için orada olacağım.” dedim gözlerimi kısıp.
Sadece “Çok içtin.” dedi.
Başım içmekten ağrıyor midem bulansa da sanki uyuşmuş gibiydim. “Biliyorum. Kızdınız mı, sizin canıma okudunuz dediğim için? Ona da kızmayın. Hem hem siz nazik birisiniz, bence beni kovmazsınız.?” dedim gülerek.
Sonunda gözlerime çıkardı yeşillerini.
“Biliyorum ondan kızamıyorum ya.” Eli ile barmene bakıp işaret etti. Yanına gidip barmene bir şeyler söylese de müzikten duyulmuyordu.
Yanıma tekrar gelip “Başka içme! Bugün yeteri kadar içtin.” Elinin havaya kalktığını görünce bakışlarım elinde takılı kaldı. Kuş tüyü kadar naif bir tonda yanağıma değen elini aniden yumruk yapıp geri çekildi. Sadece baktı. “Dikkatli ol.”
“Neden” diye soramadan yanımdan ayrılmıştı. Bu da neydi şimdi arkasından bakan gözlerimi önüme çevirdim. Sanki üzerimden kalkan yük ile uykum gelmişti. Rahatlamıştı. Birisi beni anlamıştı. Huzurla gözlerimi yumarak bar masasında uykuya daldım.
Gözlerim ağırlaşırken sanki birisi beni dürtüyordu. Tekrar dürtülmem ile kulağıma sesler geldi. Tanıdık bir sesti.
“Ah Alisya, bune hal! Kalk eve gidiyoruz.” Koluma giren bir el ile gözümü araladım. Gelen Gülce’ydi ve başım çok fena çatlıyordu. Elimi başıma atıp ayılmaya çalışsam da kafamda adeta filler kavimler göçü yapıyordu. “Ne oldu bana?” diye sordum.
“Eve gidelim sen anlatacaksın.” diyerek beni oturduğum yerden kaldırıp çantamı koluna astı. “Hadi tutun bana.”
Gülce’nin yardımı ile girdiğim mekândan çıkarken midem azıma geldi. Çok bile dayanmıştı. “Dur, sanırım kusacağım.” diyerek çıkışta ki boş bir alana dizlerimin üzerinde eğilerek kusmaya başladım.
“İğrenç iğrenç midem öğgkk.” Kusmaktan nefret ediyordum. Gülce’nin uzattığı su ile ağzımı çalkalayıp dizlerimin üzerinden beni kaldırmasına müsaade ettim. Zira ayakta zor duruyordum. Ne olmuştu bana? Ne zaman buraya gelmiştim ben? Sabah… “ahhh başım!”
“Gel arabam şurada eve gidelim.”
Araca bindirip emniyet kemerimi bağladığında kolumu kaldırmaya bile hiç halim yoktu. Gözlerim yeniden ağırlaşırken amansız mırıldanmalarımın ardından uyuya kaldım.
“Sadece biraz uyumak istedim. Sadece uyku, unuttururdu.” diyerek gözlerimi yumarak bilincim zihnimden gitti. İşte şimdi uykunun kollarındaydım. Kimsenin zarar veremeyeceği tek yerdeydim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |