
8. BÖLÜM: ZERDANIN KANADI
…
Sahra Çalısı
Sürgün yedim yedi kule zindanlarına,
Şafak sayar oldum ardına,
Beklerim soğuk duvar arkasında,
Sanki gelen olacakmış gibi yanıma.
Kurumuş dudaklarım ister bir yudum su,
Gelmeyeceğini bile ister,
Ardında bırakıp gitti,
Yağmurlu günde, suya hasret,
Kavurdu yaktı aşka hasret.
Alisya AKMAN
“Ahh başım!” diye sancı ile elim başımda uykunun esir ettiği bedenimin kendine gelmesi ile bu esaretten kurtuldum.
Dün ne olmuştu da bu kadar içmiştim? Uzun bir aradan sonra kendimi bu kadar harap etmiştim. Yine kendime, ne yaptıysam kendim yapmıştım.
Gözlerim etrafta nerede olduğumu anlamak için gezdirdiğimde Gülce’nin yatağında olduğumu anladım. Sanırım dün onların evinde kalmıştım. Yatağın kenarından çıplak ayaklarımı yere sarkıtıp oturdum.
Başımı ellerime alıp az da olsa ovalayarak ağrının dinmesini sağlamaya çalışsam da sanki zihnimde filler tepiniyordu. Ekşiyen midemin tadı ile yüzüm buruştu. Dün ne olmuştu da midem bu kadar kötüydü?
Elim dudağımı bulurken nedeni anlamam uzun sürmedi ama bir şeyi fark ettim.
“Bir dakika. Ben neden bir şey hatırlamıyorum?”
Gözlerimi etrafta gezdirdim. Gülce neredeydi ona sormalıydım. Beni nasıl bulmuştu. En son sahilde takılıyordum. “Başka başka düşün… sonra… Lukka’ya evet oraya gittim. Ee sonrası?”
Yataktan kalkıp bir o yana bir bu yana yürürken düşünmeye başladım. “Offf” dolanmaktan başım dönünce tekrar yatağa dönüp oturdum.
Elinde getirdiği pijamalar ile Gülce’yi görünce ona baktığımda kapıyı örtüp beni gördü. “Aaa Alisya uyandın mı? Hadi aşağı inelim, annem kahvaltıyı hazırlamış.”
Yataktan kalkıp yanına gittim. “Gülce şükürler olsun geldin.”
Kaşlarını indirip bana dönüp şaşkınlıkla bakıp “Ne oldu?” dediğinde düşündüm. Belki bir şeyler biliyor olabilirdi. “Ben dün buraya nasıl geldim?” dedim.
Bana kızıp elindeki pijamaları çekmecesine yerleştirip bana döndü. “Onu hiç açma, dün nasıl geldiğimi bilmiyorum. Ya barmen arıyor, Alisya hanım sarhoş gelip alın diye. Allahtan Fatihgilin mekanıydı ama… korkuttun beni.”
Kafam karıştı Fatih’e mi söyleyip öyle haberi olmuştu. İyi de nasıl? “Barmen mi aramış, iyide beni tanımıyor ki?”
“Senin telefondan aradı beni.” Gözleri kırgınlıkla bakıyordu. “Bana neden söylemedin? Gelirdim ben. Sabah sabah ne oldu?”
Ardı sıra gelen soruları ile durdum. Gülce’den bir şey saklayamazdım anlardı. “Dedemle biraz atıştık.” Tokat attığını söyleyemedim. “Sonra işte bende Lukka’ya gitmişim.”
Kaşının birini kaldırıp sordu. “Gitmişim.”
Omuzlarımı indirip kaldırdım. “Bende bilmiyorum, sadece biraz sahilde turladım. Sonra işte Lukka’ya girdim. Birkaç tane içmişim. Sonra işte…” odasını gösterip “Burada uyandım gerisi yok.” dedim.
Zihnim oyun oynamayı çok severdi. Ama düne dair hatıralarımda yer edilenler silinmişti.
Gülce bir elini tehditkâr bir şekilde bana doğru sallarken bir eli de belindeydi. Gülmemeliydim. Ama hesap soran anneler gibi duruyordu. “Bir daha bir şey olursa bana söyleyeceksin. Yoksa konuşmam bak.”
Ona masum masum baktım. Benim düşünceli dostum. Dudaklarımı birbirine bastırıp “Tamam” diyerek mırıldandım. Dün beni almaya gelmeseydi ne yapardım bilmiyordum. Tebessümüm büyüyerek Gülce’ye sarıldım. “Tamam söz.”
“İyi anlaştıysak” gülerek kollarımdan çıktı. “Hadi inelim annem sen buradasın diye peynirli börek yaptı.”
“Su böreği mi?”
“Evet… kadın üşenmedi sabah sabah. Kıskanıyorum bak.” diye gülünce “Yaa öyle desene” sırıtarak göz kırptım. “Hadi inelim, kıskanç ördek.” diyerek odadan çıktık.
Odanın dışındaki banyoya girip elimi yüzümü yıkayıp tipimi düzelttim. Sanırım dün sarhoşken de biraz ağlamıştım. Yüzümün görünen kızarıklığını biraz olsun kapattım. Şimdi daha iyiydi. Gözlerim ise yorgun bakıyordu. Bu gözler nelere şahit olmuştu kim bilir?
Aşağıya inerek mis kolu yere doğru ilerledik. Selma teyze beni de çok severdi. Peynire olan sevdamı duymuş olmalıydı. Zira en iyi hatırladığım peyniri çok sevdiğimdi.
Mutfağa girdiğimizde sıcak kokular dört bir yanı sarmıştı. Selma teyze fırından çıkardığı tepsiyi granit mermere koyup bize döndü. “Kızlar geldiniz mi, hadi oturun bakayım sofraya? Sıcak sıcak kahvaltı edelim.”
Gözlerim ışıldarken masaya doğru oturduk. Sıcaklık, güzel bir kelimeydi. Zira bizde olmayan eksiklikti. Burası ise evin, yuva olduğu sıcak bir sofraydı. Gözlerim dolmasın diye yutkundum.
Selma teyze, iki tabağa koyduğu böreklerin birini bana birini Gülce’ye verip masaya oturdu. Daha böreğime dokunmasam da çok güzel görünüyordu. Kendimi çok rahat hissediyordum. “Ellerine sağlık Selma teyze, çok güzel olmuş.”
Tabağıma hiç dokunmadığımı gören Gülce, “Yağcı daha yemedin.” dedi.
“Kızım o nasıl söz.” diyen Selma teyze bana dönüp güzel gülümsemesi ile cevap verdi. “Afiyet olsun kızım. Sen yine gel ben sana yaparım.” dedi mutlulukla Selma teyze.
Başımı hızla salladım. Elbette gelirdim. Bende destekleyip onayladım. “Olsun hem Selma teyze ne yaparsa güzel olur.”
Gülce ikimize kısık bakışlar atıp tabağına döndü. Selma teyze ile birbirimize bakıp gülüşerek kahvaltımızı etmeye başladık. Gülce’ye takılmayı seviyordum. Ona baktığımda bana uzaktan bir öpücük atıp kahvaltısına geri döndü. Deli.
Kahvaltımızı gülüşerek yaptıktan sonra biraz odada Gülce ile dün ki olaylar hakkında konuştuk. Sadece biraz atıştığımı anlatarak geçiştirdim.
Biraz konuştuktan sonra Gülce’nin bana verdiği elbiseyi giyerek işe gitmek için dışarıya çıkmış, durakta bekliyordum.
Gülce, amcasının holdinginde çalıştığından dolayı benim gideceğim yerin ters tarafında kalıyordu. Geç kalmasını da istemiyordum. Zira dün benim yüzünden erkenden çıkmak zorunda kalmıştı.
Telefondan annemi buradan işe geçeceğimi haberdar edip telefonu kapatmıştım.
Dün eve gelmediğimden, evdekilerin -burada sadece annem ve babamdan bahsediyorum-haberi vardı. Gerçi gerisinin de beni umursayacağını düşünmediğimden pek sorun etmiyordum.
Biraz daha ileri ki boş sokağa bakındım.
Otobüsün gelmeye gönlü yoktu sanırım. Ayakta dikilirken üşümemek için ayaklarımı hareket ettiriyordum. Zira Gülce’nin bana verdiği bordo kısa elbise ile donuyordum. Biraz daha bu otobüs gelmezse beni yerden spatula ile kazımak zorunda kalacaklardı.
Dünkü tokatın emareleri birazda olsa silinmişti. Birkaç kapatıcı iş görmüştü en azından. Kimsenin izlerimi görmesini bana acımasını istemiyordum.
Kolumdaki saate baktım, sekize geliyordu. Geç kalacaktım. Gelen taksiyi durdurup şirketin adresini verdim. Bu daha iyiydi.
Annem ile konuştuğumda normal konulardan bahsediyordu. Sanırım dedem bana yaptıklarından kimseye bahsetmemişti. Annem duysa evi ayağa kaldıracağından sessiz kalacaktım. Kavga olsun istemiyordum.
“Geldik kızım.” diyerek daldığım düşüncelerden şoför beyin sesi ile kendime geldim. Ücreti ödeyip dışarı adımımı atıp kapıyı kapattım. Acaba patronum dün gelmediğim için bana kızacak mıydı? “Kızacak tabi işi bu.”
Kendimi psikolojikman hazırlayıp şirketten içeri girdim. Dünden biriken işleri de bugün daha fazla çalışıp bitirmeliydim. Kartımı okutup turnikeden geçerek asansör bekleyen kalabalığın yanında yerimi aldım.
Saç tutamının birini kulağımın arkasına iteledim. Saçlarımı bugün Gülce’ye ördürmüştüm. Örgü modeli iki taraftan yarıya kadar örülü gerisi salıktı. Bu şekilde yüzüm de ortaya çıkmış olsa da kızarıklığımı kapattığım için içim rahattı. Hep saçlarımı salık bıraktığımdan kendimi çıplak gibi hissediyordum. Allahtan iki tutam saçımı önden saldığından bunu biraz kapatmıştı.
Gelen asansöre binerek ilk önce Bahadır’ın yanına uğrayıp verdiğim dosyayı almak için onun çalıştığı katta indim. Kendisi burada daimî çalışan olduğundan bir odası vardı.
Bu katta çoğunlukla davaların nasıl işleyeceği gibi hukuki konularla ilgilendiğinden her tarafta koşuşturan insanlar mevcuttu. Ya ilk defa geldiğimden bu kadar kalabalıktı ya da hep böyleydi. Koluma biri çarpınca sendeledim.
Telaşla çıkan sesi ile “Özür dilerim iyi misin?” diye sorarak yere eğildiğinde dosyaları toplayan adama bakıp, yere düşen dosyaları toplamak için bende eğildim. “Evet siz?”
Birkaç dosyayı uzatıp ayağa kalktım. “Bende iyiyim, kusura bakma. Dosyaları yetiştirmem gerekiyor da.” Yanımdan gidecekken sözlerim ile duraksadı.
“Bir şey sorabilir miyim?” etraftaki kalabalığı yadırgayıp “Burası neden bu kadar kalabalık?”
Gözlüğünü düzeltip etrafa şöyle bir bakıp kaşını kaldırdı. Sanki farklı bir şey demişim gibi bakmıştı. “Ahh! Burasımı, yok canım. Normal hali böyle. Neyse ben gitmeliyim.” diyerek arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Benim çalıştığım kat sessiz ve bu kadar kalabalık olmadığından şaşırmıştım açıkçası.
Bahadır’ın odasını bulup kapıyı tıklatmadan içeri girdim. Büyük ihtimalle odasında olmalıydı. İçeri adımımı atmamla gördüklerim ile neye uğradığımı şaşırmam bir oldu. Bu kapıların bana garezi vardı.
Sesimi yükselterek cırladım. “BAHADIR! Ne oluyor burada!” Hızla arkamı dönerek gözlerimi kapattım. Kapanan kapı ile bakışırken ayrılmalarını beklemeye başladım.
Bahadır bir kızı masanın üzerine çıkarmış öpüşüyorlardı. Lan şirket fantezisi yapıyorlardı. Arkamı dönerek ayrılmalarını beklesem de sanki sesimi duymamış gibiydiler. Zira kapı sesine bile ayrılmamışlardı.
“BAHADIR.”
Sesimi duyup kendilerini toparladıklarında Bahadır’ın “Sevgilim, sen mi geldin. Bak açıklayabilirim.” Lafı ile kapattığım gözlerim hızla açıldı. Bana mı demişti bu manyak. Gözlerimi belertip arkamı döndüm. Kendimi göreceğim manzaraya hazırlamıştım ki neyse ki şimdi normal halde birbirlerinden ayrılmışken ikisine baktım.
Masanın yanındaki siyah saçlı kız, Bahadır’ın sözleri ile durduğunda ayakkabısını giyip Bahadır’a dönüp “SEVGİLİN Mİ?” sesi ile ben bile bir adım geriye gittim. O nasıl bir bağırmaydı.
Umarım dışarıdan duyulmamıştır. Yoksa bu manyaklar birbirini kovduracaklardı. Gerçi dışardaki kargaşadan ben bile bunlara sesimi zor ulaştırmış olsam da emin olamadım.
Bahadır gevşek hali ile sandalyesine oturup arkasına yaslandığında kaşlarımı çattım. Bune rahatlıktı. “Evet yakalandım.” Bana bakıp korku dolu gözleri ile rol kesiyordu. “Git kızım, yoksa sende çiğ çiğ sabah kahvaltısı olursun.” dedi yanındaki kıza.
Ben mi bense ne oluyor bu lanet yerde diyerek dikiliyordum.
Kız çantasını alıp Bahadır’ın yanına ilerleyip bir tokat attı. Yüzümü buruşturdum. Acıtmış olmalıydı. Zira tokatın tadını bende dün öğrenmiştim. “Pislik aşağılık herif. Sakın beni bir daha arama.”
Bahadır yediği tokat ile eliyle yanağını sıvazlayarak. “Yok aramam Banu.” dediğinde kız gidecekken duyduğu ses ile tekrar Bahadır’a döndü.
“BANU MU? Ne Banu’su gerizekalı. Bensu benim adım.” diyerek dışarı çıkıp ardından kapıyı da sertçe kapattı. Bir tartışmanın ortasında kalarak bulduğum boşluk ile konuştum.
“Bahadır ne oluyor Allah aşkına? Birde kıza beni sevgilim diye tanıştırıyorsun.”
“Ya Aliss, idare et işte.” diyerek göz kırptığında yüzümü sabit tuttum. Bu çocuk hiç değişmeyecekti sanırım. Kaşlarımı çatıp bakışlarımı sürdürürken ellerimi birbirine bağladım. “Tamam söz bir daha yapmayacağım.” dese de inandırıcı gelmediğinden oda ciddi bakan gözleri tekrardan eski haline dönerek sırıtmaya başladı.
“Giden de kocasını aldatıyor. Ama benimle değil.”
Ani tepkim ile “Ohaa, cidden mi?” dedim. “Yaa hem de adam burada müdür.”
Daha da şaşırdım bunlar ne haltlar diyorlardı. Bahadırı ve giden kızı gösterip gözlerim kısıldı. “Tencere kapaksınız.” dedim. İflah olmazlardı.
“Yok bee Aliss.” oturduğu yerde sırtını yaslayıp sırıttı. “Benimki al gülüm ver gülüm.” dedi sırıtıp.
Yüzümü buruşturdum. “İğrençsin.”
Sırıtıp “Teveccühünüz.” dediğinde dikilmeyi bırakıp biraz yaklaşsam da oturmadım. Ne halt yediklerini düşünmek bile istemiyordum. “Bırak şimdi gevşekliği, ben buraya sana verdiğim dosyayı almaya geldim.”
“Haa dosya mı, dur?” diye ayağa kalkıp odanın köşesindeki kilitli dolabı açtı. İçini biraz karıştırdıktan sonra bir dosya çıkartıp tekrar kilitledi. Dosya önemliydi, başkalarının eline geçmesini istemezdim.
“Al bakalım.” Uzattığı dosyayı alıp “Sağ ol,” diyerek arkamı dönüp “Ben gidiyorum.” dedim.
“Rica ederim, lafı olmaz.” Odadan çıkıp tekrar yoğun kalabalığın ardından asansöre bindim. Biraz geç kalmıştım, belki birazdan da fazla. Gelen asansöre binerek kendi katımıza bastım. Ali Bey kesin kızacaktı. Stresten dudağımı kemirerek asansörün katları çıkmasını izlemeye başladım. Bugün asansör sanki azar işitmem için ayrı bir yavaştı.
Kapı iki yana açılınca hızla dışarı çıkıp yürümeye başladım. Ceyda yerinde olsa da uzaktan ona da el sallayıp elimdeki saati gösterip geç kaldığımı belirterek odama girdim.
Üzerimdekiler dün biraz kustuğumdan dolayı batmıştı. Gülce’nin bana verdiği montu da üzerimden çıkartıp askılığa astığımda rahat bir nefes alıp üzerimdeki ağırlıktan kurtularak masaya geçip oturduğumda gerginlikten dudaklarımı kemirmeyi bırakıp, gözlerimi yavaştan cam bölmeye çevirdiğimde Ali Bey ile göz göze geldik.
Onun bakışları ile aniden karşılaşınca kalbim tekledi. Gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım zira çok ciddi bakıyordu. Her zaman olduğu gibi! Yüzümde gezinen bakışları ile yerimde kıpırdandım.
Odamda ki telefonda eş zamanlı olarak çalınca gözlerimi çekemeden cevap verdim. Zira Ali Bey de bana bakıyordu.
Dudaklarımı oynatıp konuştum. “Efendim.” dedim. “Odama gel Alisya.” Hiç bekletmeden cevap verdim.
“Hemen Ali Bey.”
Kısık sesle mırıldandı. “Bey olduk yine güzel.” Gözlerimi kısıp “Efendim?” diye anlamayarak sordum.
“Yok bir şey çabuk ol!”
“Hemen.” dediğimde telefonu kapattı. Hemen gitsem iyi olacaktı. Zira çok ciddi bakıyordu. Odadan dosyayı ve hazırladığım evrakları alarak çıktım.
Patronumun kapısını tıklatamadan kendiliğinden açıldığında bir elim havada kalıp Ali beyin yüzüne bakakaldım.
Neden gelmişti ki? Gözlerime bakarak elini uzattığında elimdeki dosyayı alıp arkasını dönerek uzun geniş koyu kahve masasına doğru ilerledi.
Vavv bu beklenmedikti. Bende kendime gelip içeri girerek kapıyı kapattım. Sanırım ters tarafından kalkmıştı. Ya da daha çok azar yiyecektim. Hiç kestiremiyordum. Lütfen azar yemeyim.
“Geç otur.” diyerek eliyle koltukları gösterdi. Koltuğa oturduğumda yukarı doğru çıkan elbisemi hafiften aşağıya doğru çekiştirdim. Elimdeki diğer dosyayı da uzattım.
“Buyurun Ali Bey.”
Uzattığım dosyayı alıp gözlerini gözlerime çevirdi. Kendisi dosyaya hiç bakmadan bakışları ile beni tarumar edince en iyisi direk konuya girmekti. “Ali Bey yaptığım dosya…” konuşmam bitmeden sözüm kesildi.
“Bırak şimdi işi… Sen iyi misin?” diye sorunca yüzüne baktım. Gözleri sanki yüzümde bir emare arar gibi tura çıkmıştı. Sahi bu adama ne olmuştu. Tamam nazik demiştik te bugünkü halleri bilemiyordum. Sanki farklıydı.
Sorguladım. “Evet de neden sordunuz?”
“Dün…” diyerek sustu. Doğruya dün hastalıktan dolayı izin almıştım. Sözünü devam etmeden önce konuştum. “Haa evet dün… ben biraz hastaydım.” Dün ki içtiğim zamanları saymazsak. “Evde dinlendim geçti.” diyerek gözlerimi kaçırdım.
Yalan söylemekte o kadar da iyi değildim. Gözlerimi yakalayıp düşünceli bir sesle sordu. “Yani dün evdeydin öyle mi?”
Hemen yanıtladım. “Evet evet. Biraz halsizlik oldu.” elimi sallayıp inandırıcı olması için uğraştım. “Hep evdeydim. Ben hasta olunca hep yatarım, hep.” diyerek daha da batırıp tebessüm ettim.
Çok şey anlatan gözleri mercek altına aldığı gözlerime bakarken “Anladım.” dedi. Tek kelime. Bence bakışları ise ne anlatıyorsun sen der gibi bakıyordu. Gözlerine çok uzun bakamayarak bakışlarımı kaçırdım. Bu adam herkese böyle mi bakıyordu? Yoksa sadece sadece miydi? İnsanların gözlerine çok uzun bakamasam da yeşilleri sanki elalarımı delip geçecekmiş gibi her defasında karşılık verirken bu çok zordu.
Düşünceli bakışları yüzümün etrafında gezinirken yerimde kıpırdandım. Çok dikkatli bakıyordu. İstemsiz gerilerek ellerimle oynayıp kendimi rahatlatmaya çalıştım.
Eline aldığı kalemi çevirerek arkasına yaslandı. Sesinin tınısındaki keskinlik ile konuştu. “Ee iyi madem. Bugün iyisin o zaman değil mi?” Başımı sallayarak onayladım. “Evet iyiyim sorun yok. Dünkü içtiklerim iyi geldi.” Tabi sonrası kusma, baş ağrısı gibi etkenler eşantiyonuydu. Dün mide ağrısı ise beni bitirmişti. Bir daha bu kadar içip kendimi harap etmeyi istemiyordum.
“Ne önerirsin?”
Kaşım havaya kalktı. Neyden bahsediyordu ki? Anlamayarak sordum. “Ne için?” düşüncelerden sanırım Ali Bey’i duyamamıştım.
“Hastayken seni ne iyileştirdi bilmek isterim.”
Gözlerim kısıldı. Bir şey mi biliyordu. Yok canım dün beni görmesi imkansızdı. Zira sabahın köründe evden ayrılmıştım. “Gördüğüm kadarıyla seni çok çabuk iyileştirmiş.” Hastalık doğruya. Dün hastaydık.
“Haa hastalık evet hımm…” kısa bir düşünme ile “ben ıhlamurcuyum. Birde papatya çayı iyi gelir.” diyerek toparladım.
“Öyle olsun bakalım. Bir ara tarifeni uygularız.”
Başımı hızlıca salladım. “Evet hemen iyileştirir. Deneyin.” Ne demişler dediğimi yap, yaptığımı yapma değil mi?
Aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Keskin sesi ile cevapladı. “Anladım.” Boş bulunup “Sevindim” dedim.
Gözlerini bana kaldırınca “…yani anlamanıza.” diye devam ettim.
Bu adam cidden avukat olarak doğmuştu. İnsanlara konuşmaları için ayrı bir ciddi bakışlara sahipti. İster istemez soru sorduğunda kendimi cevaplarken buluyordum.
Elinde çevirdiği kalemi çevirmeyi bırakıp küçük bir kâğıda bir şeyler karalayıp almam için bana uzattı. Uzanıp alırken parmak uçlarına değmemeye dikkat ettim.
Bakışlarından kaçmadı.
Yutkunup gözlerimi ellerime indirdim. Çıkarken Gülce elbiseme uysun diye bordo oje de sürmüştü. Ne kadar da güzel olmuştu. Ellerimi açıp kapattım. Bana bakan bir çift yeşillerin yoğunluğu ile başımı kaldırıp yerimden yavaşça kalktım. Sanırım gitmemi bekliyordu. Cidden bu koltuğun ayrı bir rahatlığı vardı. Uyusam yerimi hiç yadırgamazdım.
Gözleri saçlarıma takıldı. Genzini temizleyip “Sana verdiğim seri numaralarını Ceyda’ya söyle sana versin. Bunları getir öyle konuşalım.” ciddi sesi ile başımı sallayıp onayladım. “Tamam Ali Bey.”
Arkamı dönerek tam kapıdan çıkacakken kısık bir ses tonu işittim. “Yakışmış.”
Ne dediğini anlamayarak arkamı dönerek Ali Bey’e baktım. “Ne… yani efendim.” diye söylediğimde başını dosyalardan kaldırdığı gözlerine baktığımda bakışlarını yakaladım.
Eli ile saçlarımı işaret ederek “Saçların” dedi. Elim demesi ile saçlarıma gittiğinde ne diyeceğimi bilemeyerek saçmaladım. “Aa evet balık sırtı deniyor buna.”
Bu sözlerim üzerine, şaşkın gözlerle bir kere daha saçlarımda gezindi.
“Öyle mi?”
Daha da saçmalıyordum. Birisi beni durdurmalıydı. “Evet bir üsten bir alttan bu şekli alıyor.” Ne saçmalıyordum ben. İyice çenem düşmüştü. Toplasam iyi olacaktı.
Orman yeşili hareleri kısıldı. Dudaklarını sanki gülmemek için bastırıyor gibi bir hali vardı. “Hıım güzel.”
Kaşlarımı havaya kaldırıp şaşırdım. Bunu görüp gözlerini odanın camına doğru çevirdi. Sert sesi yine kendini konuşturdu. “Güzel... yani saçların güzel.”
“Anladım.”
Düşünür gibi bakan harelerin yoğunluğu ile “Çıkabilirsin Alisya.” dediğinde sözünü emir gibi algılayıp hemen odadan dışarıya çıkıp sırtımı kapıya yasladım.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atışları ile gövdemi dövüyordu. Bu neydi şimdi? Sakin ol kalbim, sakin. Olmuyordu. Elimi kalbime bastırıp nefes alırken “Alisya ne yapıyorsun.” diyen Ceyda’nın sesi ile gözlerimi açıp kendime gelmeye çalıştım.
“Ben…şey.” Sahi ne yapıyordum kapıya yapışık. Kapıya bakıp elimle kapıyı siler gibi yaptım. “Sanırım biraz toz kalmış.” biraz daha elimi savurdum. “İyi temizlemiyorlar mı anlamadım ki?”
“Ne?”
Elimi kapıdan çekip bana bakan Ceyda’ya döndüm. “Boşver sen şimdi. Bana Ali Bey bunları getirmemi istedi.” diyerek konudan uzaklaşıp elimdeki kâğıdı uzattım.
Elimden kâğıdı alıp “Getiririm sen odana geçte…” yüzüme bakıp “İyi misin sen? Dün rahatsız olma diye aramadım ama keşke bugünde gelmeseydin?”
“Yok yok iyiyim, dün biraz kötüydüm. Ama şimdi toparladım.” dediğimde gülümseyerek “Sevindim. Ben birazdan yanına gelirim.” deyip yanımdan ayrılırken bende odama geçip gerginlikle oturdum. Ceyda’ya ne diyeceğimi bilememiş ve saçmalamıştım.
Telefonuma gelen bir bildirim sesi ile mesaj kutusuna girdim. Reklam mesajını silip uygulamadan çıkacakken dün atılan mesajlar gözüme çarptı. Hem de Ali Beydendi. İyide ben Ceyda’ya söylediğimi hatırlıyordum. Yoksa Ali Bey’e demi haber vermiştim.
Titreyen parmak uçlarım ile mesaja tıkladım. Bir gerilim tufanı oluştu. Ekrana düşen yazılar ile bir bir aşağıya indim. Okuduklarım ile gözlerimi hızlıca gezdirirken duygudan duyguya giriyordum. Ağzım düşmesin diye de şaşkınlıktan açılan ağzımı elimle kapattım.
Bitmiştim acaba mesajımdan ne anlamıştı? Aklıma gelenler ile “O yüzden sordu, tabi ya o yüzden sordu. Rezil oldum. Rezil oldum.”
Dün ne yaptığımı bilmese de saçmaladığım mesajlardan sonra bana inanmaması doğaldı. Mesajlardan çıkıp arama kayıtlarına da bakarken Ali beyin birçok araması da olduğunu görüp sıkkınlıkla yüzümü buruşturdum.
Biliyordu. O yüzden dediklerimi sorgulamıştı. İşe bak yalan söylediğimi biliyordu.
Gözlerimi cam bölmeden Ali Bey’e çevirdiğimde getirdiğim dosyayı incelediğini görüp tekrar başımı telefonuma çevirdim.
Adamla kim bilir ne konuşmuştum. “Ya içtiğimi biliyorsa. Mesaj ahh, akılsız kafam ne diye adama mesaj atıyorsam!” Elimi başıma atıp alnımı kaşıdım. “Düşün, düşün dün ne oldu, hatırla?” kendi kendimi sorgularken açılan kapım ile elimi başımdan çektim.
“Al tatlım.” Masaya bıraktığı dosyaları koluma aldım. “İşiniz bitince bu dosyaları tekrar yerine bırakırım.”
“Teşekkür ederim Ceyda.”
“Önemli değil hadi kolay gelsin.” Gülümseyip odamdan çıkarken ben Ali Bey’in kapısına doğru, Ceyda da masasına doğru ilerledi.
Ben ne konuşmuş olabileceğimizi düşünürken kapıyı güçlükle tıklatıp içeriye girdim. Kim bilir ne düşünüyordu hakkımda? Yüzüm istemsiz asıldı. Tedirginlikle kapıyı kapatıp masasına doğru yürümeye başladım.
“Gel Alisya.”
“Geldim Ali Bey.” diye mırıldandım.
Dün ne olduğu hakkında konuştuğumuzu soracaktım. İyide neyi nasıl soracaktım? Adama nasıl cevap yazmıştım. Umarım telefon konuşmasında bir şey dememiş olmayı dilerken dudağımı kemirdiğimi fark edip dudağımı serbest bırakarak, gözlerimi masanın kenarından çekip Ali Bey’e çevirdiğimde yeşil harelerle karşılaştım.
Bana bakıyordu. Çünkü hala ayakta dikiliyordum. Ne yapayım stres olmuştum. Şirketten kaçıp gitmek istiyordum. Resmen yalanımı yakalamıştı.
Genzini temizleyip eli ile ilerideki masayı göstererek “Masaya geçelim.” dediğinde dediği yere ilerleyip otururken bir yandan da düşünmeden edemiyordum. Ne konuştuk ki? Sanırım gelemeyeceğimi söyledim. Off. Alisya off.
“Kanattın.” Ali Bey’in sesi ile düşüncelerimden ayrılırken gözlerimi kırpıştırıp yanıma oturan patronuma döndüm. “Hı?”
Bana doğru uzanan ellerini gördüm. Sessizce bekleyen vücuduma bir tepki vermesi için dürtsem de sanki donmuştu.
Ellerin yüzüme uzanmasına izin veriyorlardı. Uzanan eli dişlediğim dudağıma dokunarak çekiştirip alt dudağımı, dişlerimin ızdırabından kurtardığında eline bulaşan hafif kan ile kendimi geri çekmeye çalıştım.
“Rahat dur.” demesi ile geri gitmeyi bıraktım. Neden her dediğini yapıyordum ki! Eline aldığı peçete ile dudağımın kenarını silip benden uzaklaşarak bana alan tanıdı. Zira tuttuğum nefesim ile akciğerlerim isyandaydı.
Dudaklarıma bakan bakışları ile nefes almak ise beni zorluyordu.
Bakışlarını dudaklarımdan çekip gözlerime çıkardı. Bu daha kötü oldu. Çok yakındı. “Şimdi daha iyi.”
Gözlerimi kırpıştırıp Ali Bey’e bakarken bir an duraksadı. Sanki yanlış bir şey yapmış gibi çenesini sıkıp yanımdan kalkarak karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
Verdiğim nefesim ile akciğerlerim bayram ederken bir nefes da içime çekerek içimi rahatlatmaya çalıştım. “Sana verdiğim dosya ile yazdıklarını inceledim. Bazı konular var. Getirdiğin dosyalar da Ulak Soylu’nun o hapishaneden asla çıkmaması lazım. Beni anlıyor musun?” ellerini masanın üzerinde birleştirip kelimelerin üzerine bastırdı. “Suçlu olanlar içeride kalmaya mahkûmdur. O da bir suçlu ve öyle kalmasını sağlayacağım.”
Otoriter sesi ile devam ediyordu. Sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi sesi tok çıkıyordu. “Az çok davayı inceledin. Yarın sabah ilk işimiz verilen davanın cayma nedenini araştırmaya gideceğiz. Yedi gibi kapıda ol!”
Başımı sallayıp “Tamam Ali Bey.” dedim hızlıca.
“Bitmedi.” Gözlerini dosyalara indirip birkaç sayfa karıştırıp bir sayfa da durarak dosyayı görmem için bana doğru iteledi. Ellerimi dizlerimden çekip gösterdiği yere baktım.
“Bu dava hakkında düşüncelerini merak ediyorum.”
Dosyanın açtığı sayfa da geçen gün adresini alıp gideceğim Zeyna’nın davasıydı. Patronum resmen iz sürüyordu. Oysaki onun bakmadığı bir anda adresi aldığımı düşünüyordum. “Ben biraz araştırma yaptım. Bir görgü tanığı ülkemizdeymiş.” Söyleyip söylememek arasında kalsam da geçen tek başıma gittiğimde Cüneyt vakası yüzünden cesaret edemeyip söylemeye karar verdim.
“Ben adresini aldım. Annesi ile konuşmak istiyorum.” dedim kendimden emin bir şekilde.
“Neden?” tek soru tek cevap.
Az önce ciddiyetle söylediğini tekrarladım. “Suçlu olanlar içeride kalmaya mahkûmdur.”
Başını dosyadan kaldırıp gözlerime baktı. “Bu sözünü unutmayacağına söz veriyor musun?” keskin çıkan sesi titrememişti bile.
Ne yani bana güvenmiyor muydu?
Bu biraz kırmıştı.
Ya da beni deniyordu. Bu işi yapıp yapmayacağımı ölçüyordu. “Ben de ileride avukat olacağım, Ali Bey.” Ela gözlerimin bu sefer adresi belliydi. “Görev bilincim gibi amacımda bu yönde.”
Başını salladı. “Güzel.”
Bende onayladım. “Evet öyle.”
“Tamam.” eline aldığı kalemi tekrar çevirip “Yarın o adrese de gideceğiz. Hatta kadına soruları sen soracaksın.” Bir anda ciddi tavrım sekteye uğrayıp parladım. “Gerçekten mi?”
Kalemi çevirmeyi bırakıp “İşte sana fırsat. Göster kendini.” dedi.
Başımı sallayıp heyecanla konuştum. “Şüpheniz olmasın.”
Biraz Ulak, davasına bakarak yarın gideceğimiz görgü tanıkları hakkında bilgi sahibi oldum. Ulak Soylu nasıl çıkacaktı ki? Her kolda yaptığı suçlamalar bile kabaca iki dosyayı kaplıyordu. Yoğun bir çalışmanın ardından gözlerim öğle molasına gelen saate takıldı. Gitmeden dün ki konuyu açmak için an kollasam da davadan başımızı kaldıramadığımızdan sormaya fırsat bulamamıştım.
Düşünmeden konuştum. “Ali Bey!”
Dosyalardan başını kaldırıp neden sesimin bu kadar yüksek çıktığını sorgulayan bakışları ile tek kaşı havaya kalktı. “Alisya” diye mırıldandı normal olarak.
“Ali Bey.” ne saçmalıyordum ben.
Dosyanın üzerine elindeki kalemi bırakarak ellerini birleştirdi. Gözlerini kapatıp açarak “Evet Alisya, konuş artık.”
Evet Alisya buyur konuş hadi. Al sana fırsat. Genzimi temizleyip yutkundum. “Ben şey… bazen hasta olduğum zaman saçmalarım. Yani çok saçmalarım. Öyle böyle değil çok.”
Ellerimi açarak büyüttüm. Şu an da olduğu gibi. Kendimi buradan gidince boğacaktım. Bana bakan yeşilleri kısılsa da hareleri küçük noktalar halinde cam gibi parlamaya devam ediyordu.
“Yani…” diyerek kıvranırken derin bir nefes alıp verdi. “Alisya sor?”
Direk soracaktım olan olmuştu. “Dün benimle telefonda ne konuştunuz?”
Derin bir sessizlik.
Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrılıp sırtına sandalyeye yasladı. “Sen hatırlamıyor musun?” diye sorsa da duraksadım. Yani insan hatırlamaz mı? şahsen ben hatırlamıyordum. “Dedim ya ben biraz hastalığı ateşli geçiririm. Yani hasta olduğumda saçmalayıp hatırlamam.”
“Öyle mi?”
Başımı hızla onaylayıp gözlerimi etrafta gezdirdim. Bu adama yalan söylemek çok zordu. “Evet öyle.”
Yüzünde düşünceli bir ifade olsada sanki sırıtmaya yer arıyor gibi bir hali vardı. Ben burada kendimi paralayarak açıklama yapmaya çalışıyordum. Patronumun bir çayı eksikti. “Hımm…o zaman dün ki hallerini açıklıyor öyleyse.”
“Ne ne dedim ki?” Merakla masaya eğilirken yakınına girdiğimi fark ederek tekrardan geriye doğru kendimi çektim. Nefes al Alisya nefes al.
“Bir şey demedin.” Bu sefer o gözlerini kaçırdı. Bir dakika da neden? “Mesajıma verdiğin cevap yüzünden aradım. Sadece işe gelemeyeceğini söyledin.”
Yalan mı söylüyordu yoksa doğru mu? Anlayamasam da yalan söyleyeceği bir durum olmadığından başımı salladım.
“Ya... yani evet doğru hastalıktan dolayı öyle.” diye mırıldandım. Bir daha içeni. Dosyanın kapağını kapatarak ayağa kalkan patronuma baktım. “Hadi kalk yemeğe gidelim.”
Kaşlarım merakla havalanırken gerginlikten kalbim çarptı. “Beraber mi?”
“Yani Patronun olarak.” elini ensesine atıp kaşıdı. “Sonuçta aç kalmanı istemem.”
Başımı sallayıp “Evet istemezsiniz.” diyerek bende ayağa kalktım. Beraber odadan çıkarken titreyen dizlerime verdiğim kısa komutlarla dışarı çıkmayı başardım. Durduk yere gerilmiştim.
Ceyda’yı nişanlısı Oğuzhan ile asansörün orda dikilirken görüp oraya doğru ilerlediğimizde “Selam” diyerek dikkatlerini çektim.
Ceyda beni görünce sevinip konuşmaya başladı. “Bende seni arayacaktım. Oğuzhan rica etti. Bugün beraber yiyelim diye.” diyerek Ali Beye döndü. “Ee Ali sende geliyorsun değil mi?”
Başını sallayıp onayladı.
“Çok güzel beraber ilk yemeğimiz olacak.”
Yanımda dikilen patronum konuştu. “Abartma Ceyda sadece bir yemek.”
Ceyda’nın gülen yüzü asılsa da ciddiye almadığı bakışlarından belliydi. “Aman iyi be ruhsuzlar.”
Oğuzhan ile patronumun birbirine bakıp sırıttığını görünce gözlerimi Ali Bey’in gülüşüne takıldı. Arkadaşlarının yanında daha rahattı. Hatta gülüyordu. Daha içten ne bileyim doğaldı. Bilmeden titreşen dudaklarımda oluşan tebessüm ile izlerken bakışlarımı yakalayıp sırıtan dudakları eski halini alsa da tebessümü yerini korudu.
Ceyda’nın konuşması ile bakışlarımı ondan kaçırdım. “Hadi gidelim.”
Gelen asansöre binerek yemek katına bastım. Sıkış sıkış asansörde kendimize yer bulurken yanımda bulunan Ali Bey’e selam vermeyi bırakmıyorlardı. Burnuma gelen kokuyu bir daha çektim. Bu kokuya zafım vardı ve gerçekten tarçın kokuyordu.
Nefeslendim.
Sanki bir an ağrımaya yüz tutan başımdaki sesler dindi.
Nihayet yemekhaneye geçtiğimizde yemeklerimizi alarak boş bir masaya geçip oturduk. Ali Bey yanıma, Ceyda ile Oğuzhan da karşıma geçip oturdu. Diğer tarafımdaki sandalye boştu. Yemeğime başlamak için önce suyumu açıp bir yudum aldım. Boğazım kurumuştu.
“Selam, naber Alis.” Neşeli çıkan bir ses ortama dahil olduğunda yanıma gelen Bahadır ile kaşığımı kenara bırakıp gülümsedim. Gülümsemem bu sabah ki gördüklerim yüzünden manidardı.
Dişlerimin arasından konuştum. “İyiyim Bahadır sen?” elindeki yemek tabletini masanın üzerine koyup “Valla ben çok iyiyim burası boş mu?” diyerek yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
Gözlerimden anlasa da kaşınıyordu. “Evet gel otur.” dedim.
Daha sözüm bitmeden yanıma kurulmuştu. “İyi madem çok ısrar ediyorsun.”
“Geldi tipini sevdiğimin kertenkelesi.” Diğer yanımdan bir ses gelince başımı patronuma çevirdim. “Bir şey mi dediniz Ali Bey?” kaşlarını gözlerine indirdi. Valla kırışacaktı.
Dişinin arasında mırıldandı. “Yok soğutma yemeğini, dedim.”
“Ah öyle mi? tamam.” diyerek kaşığımı alıp güzel kokulu yemeğe uzatırken elimi tutan Bahadır ile kaşığım havada kaldı. Sanırım yemek yiyemeyecektim. Ne yapıyordu bu? Kaşlarımı çatıp elimi kendisinden kurtardım. “Dur Alis, yemekte patlıcan varmış sen sevmezsin yeme o yemekten.”
Bir kaşım havaya kalkarken yemeğe baktım. “Öyle mi?” kaşığımla yemeği karıştırsam da görünürde patlıcanlar seçilmiyordu.
“Evet yemeği dağıtan ablaya sordum.” diyerek kaşığını aldığım diğer yemeğe uzattı. “Diğerinden ye Alis’im.” bilerek yapıyordu.
Bir öksürme sesi yanımdan geldiğinde Bahadırdan yönümü alıp diğer tarafıma doğru döndüm. Gördüğüm görüntü ile elim hemen suyuma uzandı.
Ay adam boğuluyordu. Açtığım suyumu hemen Ali Bey’in ağzına doğru uzattım. Önce elime sonra uzattığım suya bakıp bir yudum aldı.
“Ali Bey iyi misiniz?”
Gözlerini uzattığım sudan çekip ileri doğru baktı. “Gıcık tuttu. Gıcık.”
Yanımdan konuşan Bahadır ile su bardağını yavaşça masaya bıraktım. “İyi misiniz Ali Bey? Aman dikkat edin, bu yaşlar çok kritik maazallah.”
Elini önümden Ali Bey’e doğru uzatıp “Geçen asansörde tanışamadık ama bugüne kısmetmiş. Ben Bahadır.” dedi.
Bir diğer elde yan tarafımdan, patronumdan geldi. Sanki anlaşma imzalıyorlardı. “Aynen tanışmadık. Ben Ali.” Konuştukça sözleri daha da sertleşiyordu. “Ali ARIKAN.” önümde birleşen ellerine bakarken Ali beyin sert bakışları yerini koruyordu ama yanımdaki Bahadır duyduğu isim ile elini kurtarmaya çalışması ile bu haline güldüm. Gerzek, şirketin ceosuna resmen yaşlı demişti.
“Arıkan holdingin oğlu?”
“Ta kendisi.”
Elini geri çekse de Ali Bey bırakmıyordu. Ne yapıyorlardı bunlar? Zaten yemeğimi de yememe izin vermiyorlardı. Ceyda ile Oğuzhan ise bizle ilgilenmiyorlar başka alemde kendi hallerinde takılıyordu. İyi de yemek.
Bahadır son bir kez daha elini çekip “Saygılar. O zaman elimi alayım bana lazım da.”
Önümde ne yaptıklarını sorgularken Ali Bey elini serbest bırakması ile Bahadır da elini kurtardı. “Afiyet olsun.” Şükür, elime kaşığımı alıp yemeğime başladım.
Sakince geçen yemekten sonra ofise geri döndük. Yarın için soracağım soruları hazırlayıp kenara ayarlarken kapım açılınca bakışlarım kapıyı buldu.
Gelen Ali Bey’di.
Telaşlı bir hali vardı. “Hazırlan bir toplantıya katılacağız.” Ve sabah giydiği takımı üzerinde yoktu. Ne ara değiştirmişti ki.
Dosyaları kenara koyarak Ali Bey’e bakıp “Şimdi mi?” diye sordum. İyi de ne toplantısıydı? Günlük toplantılar ayarlı oluyordu ama bu ani gelişene hiçbir hazırlığım yoktu.
Tek kaşı havaya kalkmış sorguluyordu. “Bir planın varda ben mi, bilmiyorum?”
Yerimden hızla kalktım. Zira azar işitmek istemiyordum. Hızla konuştum. “Yok yok tabi. Ne planı hemen.”
Arkasını dönüp yürümeye başladı. “Çabuk ol beni takip et.”
Hızla masanın üzerinde duran tabletimi ve kalemini alarak patronumun arkasına takıldım. Giydiğim topuklular ile hızlı adımlar atarak yetişmeye çalıştım. Asansöre doğru ilerleyince açılan kapıdan peşi sıra girip yirmi ikinci kata bastı.
Evet gergin bir hali vardı ve şu an konuşup onu daha da germeyi istemiyordum.
Yirmi ikinci kata geldiğimizi belirten asansörün sesi ile dışarı çıktık. Bu gökdelen kaç katlıydı acaba? Daha da yukarısının olduğunu belirten sayılar ile gözüm korkmadı desem yalan olmazdı.
İleride iki taraftan kapılarının açık olduğu bir alana doğru yürüyen Ali Bey hiç adımlarını karıştırmadan uzun bacakları ile sert adımlar atarak yürüyordu. Keskin ifadesi su geçirmezdi. Soğuk rüzgarların bile karşısında duramayacağı sarsılamaz ifadesi ile kapıya doğru yaklaştık.
“Hoş geldiniz Ali Bey.” İnce sesli bir hanımefendi kapıda elinde tuttuğu kâğıda gelenleri not ederken yanında durdum.
Ciddi sesinden taviz vermeyen bir tavırla sordu. “Her şey hazır mı?”
Kadın duyduğu ses ile paniklerken hızla kağıdına göz gezdirip “Evet efendim birazdan diğer kurul üyeleri de burada olacaklar.” dedi.
Ciddi bir ses tonu ile devam etti. “Bir aksilik çıkmasın.”
“Tabi efendim.” Eli ile içeriyi gösteren hanımefendiye tebessüm ettim. “Buyurun.”
Toplantı odasına girerken heyecanlıydım. İlk defa büro yönetimi toplantısına katılacaktım.
İçeride u şeklinde geniş bir masa bulunuyordu. Baştan sona uzun bir masaydı. Birkaç kişi Ali Bey’i görünce yerinden kalkıp yanımıza geldiklerinde gözüm birisine takıldı. Yanlarında tanıdık bir simada vardı. Hem de çok ünlü.
Elini uzatan adama inanamayarak bakıyordum. “Ali hoş geldin.”
Sanırım gelen kişiyi televizyonda görmüştüm. Gözlerimi belertip heyecanımı sakladım. Bu karşımdaki adam yurt dışında davaları ile ünlü olan genç Oliver’di. Lakabı ile ün salan adamı burada tam karşımda görmek küçük çaplı bir kalp krizi yaşattı ve Türkçemizi çok güzel konuşuyordu.
Patronum ise normal bir şekilde Oliver’in elini sıkıp “Hoş buldum. Ne zaman döndün New York’tan?” dedi.
Nasıl yani tanışıyorlar mıydı? Vay canına sık sık gözlerim ikisi arasında dolaşıyordu. Gülce’ye anlatsam burada olmadığı için üzülecekti.
Konuşmalarına dönüp dinlemeye başladım. “Fazla olmadı, tabi buraya beni hemen toplantı için çağıracağınızı bilmediğimden valizlerimi bile yerleştiremedim.”
“Dert ettiğin şeye bak. Sana birkaç kişi ayarlarım.” İkisi sırıtarak birbirine bakarken Oliver’in bakışları bana doğru döndü.
“Ahh bu güzel, genç bayanda kim dostum.” Elini uzatıp elimi ellerine aldı. Lan ne oluyordu? Aniden elimi tutunca gerildim. “İzin verir misiniz, bayan?”
Neye ne yapacaktı ki.
Bir anda patronum ellerimizin temasını kesip hafiften beni arkasına doğru çekti. “Kes şunu, izin mizin veremez.”
Patronumun bu tepkisi ise beklenmedikti.
Oliver ellerini havaya kaldırıp gülerek bakarken “Dostum sakin ol.” dedi.
“Oliver beni germe.”
Sanırım yanlış bir şey yapmıştım.
Oliver Bey tekrar konuştu. “Tamam tamam ben yerime geçiyorum ama,” bana dönüp “siz güzel, genç bayanı yanımda görmekten mutluluk duyarım.”
Hayranlık level atlıyordu. Acaba imzasını verir miydi?
Patronumun kurşun geçirmez sesi ile kendime geldim. “Maalesef asistanımı paylaşamam. O benim yanıma oturacak.”
Bende hemen başımı salladım. Zira Ali Bey canıma okuyabilirdi.
“Evet evet ben en iyisi Ali Bey’in yanına oturayım.” İlk defa kendi dalımda bir ünlü görmüş ama elimin tersi ile itmek zorunda kalmıştım. Acaba benimle fotoğraf çekilir miydi?
“Tüh üzüldüm.”
Bende Oliver bey ama olmazdı işte. İçimde gidiyor gönlümün efendisi şarkısı ile arkasını dönüp giden Oliver beye bakıyordum.
Patronum dudaklarının arasında mırıldandı. “Biri bitiyor biri başlıyor. Geç bakalım genç güzel bayan.” dedi tersleyen bir sesle.
Eli ile ilerideki oturacağımız alanı gösterdi. Uyarı sesimle konuştum. “Ali Bey?”
Kravatı sıkmış olmalıydı ki biraz gevşetip ilk düğmesini açtı. “Ne Ali Bey?”
“Bence Oliver çok iyi biri.”
Kısık sesle kendi kendine konuştu ama duymuştum. “Yine Bey olduk iyi mi?” Sesini bana ulaştırıp devam etti. “Ayrıca ne bu samimiyet. İlk görüşte mi bunu anladın?”
Adama iki dakika da kurulmuştu. Acaba Oliver Beyi kıskanıyor olabilir miydi? “Hayır tabi ki kendisinin büyük bir hayranıyım.” dedim gözlerimi kısıp.
Avukat olmaya karar verdiğimde kendime idol olarak Genç Oliver’i seçmek benim suçum değildi. Ayrıca adam benden kat ve kat yaşlıydı. Lakabını ilk aldığı davada büyük bir şirketi kurtarması ile almıştı.
Patronum bize gülümseyen Oliver’e bakarken hiçte iyi düşünmeyen yüz ifadesi ile karşılık veriyordu. “Hiçte hayran olunacak bir yanı yok. Tipsiz.”
Gözlerim büyüdü. Çok ayıptı. “Tipine değil, bugüne kadar hiç dava kaybetmemiş.” dedim hayranlıkla.
Sözüm bitmeden patronum benden önce konuşmaya başladı. “Bende kaybetmedim.”
Evet Ali Bey de ülkemizde ve diğer ülkelerde hatırı sayılır bir ünü vardı. Tabi ki bunu da es geçemezdim. “Ama…”
Patronum ile oturacağımız yerde ayakta dikilirken devam etti. “Ayrıca onun kaybettiği bir dava var yani ben ondan ilerideyim. Hayran olacaksan bana olabilirsin.”
Sanırım patronum cidden ünlü olmasını kıskanmıştı. Gözlerime bakıp “Yani patronun olarak bir öneri.” diyerek çektiği sandalyeye oturmamı bekledi.
“Otur.”
Başımı sallayıp benim için çektiği sandalyeye oturdum. Heyecandan titreyen dizlerime söz geçirip ellerimi masanın üzerinde birleştirdim.
Gelen diğer kurul üyeleri ile aramızdaki bu konuşmada sona erdi.
“Evet arkadaşlar toplantıya başlayalım.” Komutu ile tabletimi açtım.
Uzun bir toplantı sonrası gerilen kaslarımı oynatarak kahve makinasının tuşuna bastım. İyiki tabletimi yanıma almıştım. Toplantı da almadığım bilgi yoktu. Şirket içinde yeni oluşacak bir birimin kurul toplantısında oylanması ile sona ermişti ama bende bitmiştim. Asistanların Ali Bey’i neden erkenden terk ettiklerini anlasam da işi seven birisinin yapabileceği bir zorluktu.
Toplantı sonrası aldığım notların üzerinden geçerken bir yandan da yarın için hazırlık yapıyordum. İlk önce Zeyna’nın annesini ziyaret edecektik. Önce izin alıp davanın tekrar açılması için bir yere daha gidecektik. Ve bu durumu Ali Bey’e söylemekle çok iyi yapmıştım.
Bu şansı iyi kullanıp kendimi ispatlamak istiyordum.
Kahve makinasının sesi ile fincanıma sıcak kahveyi boşalttım. Bugün Ceyda’nın yanına bile uğrayamamıştım. Yoğunluktan bir an önce bugünün bitmesini dileyecek kıvama gelmiş olsam da vakit vardı.
Kahvemi alarak odama doğru ilerledim. Toplantıdan sonra Ali Bey Oliver Bey ile dışarı çıkmışlardı ve bende bu sırada az da olsa dava ile biraz dinlenme fırsatım olmuştu.
Odama geçtiğim sırada içeride Bahadır’ı gördüm. Bu deli çıkmamış mıydı? Akşam çoktan çıkış saatini geçmişti.
Beni görünce kollarını iki yana açarak konuştu. “Aliss, en sevdiğim can dostum.” diye şakırken gözlerim yine gelecek bir haberin habercisiydi. Bu ses tonunu biliyordum. Kesin bir şey olmuştu. İlerleyip yerime oturdum. “Yine ne oldu?”
Kollarını kendine sarıp bana doğru dönüp “Can dostumsun biliyorsun değil mi?” dedi.
Başımı sallayıp “Söyle.” dedim.
İşte şimdi kendi haline dönüp masaya doğru ellerini koyarken mahcup gözlerle bana bakıyordu. “Aliss ben bittim. Bu Ali Bey yemekten sonra bizim kata geldi. Ama bir gör nasıl geldi.”
Hararetli konuşması ile bende meraklandım. Demek Ali Bey ordaydı. “Müdürüm ile konuşuyordu. Beni kovar mı?”
Elimi rahatça salladım. “Saçmalama seni niye kovsun?” Kovsaydı içtiğim gece yazdığım mesajdan dolayı beni kovardı.
Bahadır, rahatlayan yüzü ile arkasına yaslanıp “Demi yani niye kovsun.” Tekrar masaya eğildi. “Ama onu tanımadım,” ellerini başına yasladı. “Birde adama yaşlı iması yaptım.”
Sahi konuyu açtığı iyi olmuştu. “Orada sana kızacaktım. Dua et ortam müsait değildi.”
Kendi kendine yakınıyordu. “Vay başıma, sen böyle diyorsan ben valiz hazırlamaya başlayım.”
“Ali Bey öyle biri değil. Yani böyle bir şeyde birini işten çıkartacak hiç değil.” dedim emin bir şekilde. Bilmiyorum ama bence de birisini yok yere kovacak birisi değildi.
“Hadi ya tanıyor gibi konuşuyorsun.” Bahadır’ın sorusu ile durdum. Sahi tanıyor muydum? Kendimi adamın avukatı gibi savunurken buldum. “Yani biraz tanıdığım kadarıyla öyle iyi biri.” diyerek toparladım. Sözlerimi destekleyen Bahadır, “Demi Ali Bey iyidir, iyi olsun canım. Hep iyi olsun.”
Geldiğinden beri konuştuğumuzdan biraz vakit geçerken saate baktım. “Ama işinin başına dönmezsen bu sefer kovulabilirsin.”
Hemen oturduğu yerden kalktı. “Doğru diyorsun Alis can dostum, ben hemen gittim.” Arkasına bakınarak kapıyı açtı. Kapıyı aniden açınca Ali bey ile çarpışmaları ise bir oldu.
Dişimle alt dudağımı sıkıp masadan kalktım. Resmen birbirlerini görmemişlerdi. Bahadır, çarptığı kişiyi görmeden kollarını tutunca gülmemek için konuştum.
“İyi misiniz?” Ya ama çok komik bir görüntüydü. Birbirine sarılı gibi duruyorlardı.
Ali bey sarsılmaz ifadesi ile Bahadır’a bakıyor Bahadır ise korkulu gözleri ile kollarına yapışmış olmasına rağmen sözlerini tekrarlıyordu. “Özür dilerim Ali Bey,” Kollarını tuttuğunu görünce hızla ellerini indirdi. “Beni kovmayın, özür dilerim.” diyerek arkasını dönüp koşarak uzaklaşırken elimi alnıma attım. Bu çocuk böyle yaparsa asıl o zaman kendini kovdurtacaktı.
Ali bey ise hiç oralı olmadan arkasından kaşları çatık bakarken bana doğru döndü. “Senin bu arkadaşın biraz sorunlu gibi.”
“Yok o hep öyle. Kusura bakmayın.” diyerek ayakta dikilen Ali Bey’e “Siz neden gelmiştiniz Ali Bey?” dedim.
Kravatı üzerinde değildi. “İşleri yarın hallederiz çıkalım.” Çıkalım, çıkalım da artık adamın arabasına binmeyi bırakmam gerekiyordu. Dosya işlerim bitmediğinden bunu öne sürdüm. Zira arabada yanında otururken geriliyordum.
“Nereye? Yani siz çıkın. Ben dosyaları düzenleyim öyle çıkarım.” dedim yığınla dosyaları gösterip.
Sesinden taviz vermeyen bir tonda “Tamam ben seni dışarıda bekliyorum.”
Gitmeye gönlü yoktu. “Zahmet etmeyin ben kendim giderim.” diyerek direttim. Orman karası gözeri bu sefer gözlerimi buldu. “Aynı yere gidiyoruz zaten Alisya. Hadi işini hallet bekliyorum.”
Mecbur kabul ettim. “Peki.”
Dosyaları bilgisayara kaydedip asansörün yolunu tuttum. Yoğun geçen bir günün ardından topuklular ile ayakta durmak bile zorluyordu. Aslında patronum kızsa da bugün topuklu ayakkabılarıma bir şey dememişti. Ayağımdan çıkardığımda ayakkabıları giyemeyeceğimi bildiğimden çıkartamıyordum da. Bizim katta ki çalışanlar çoktan çıkmıştı. Belki Ali Bey de beklemeden gitmiş olabilirdi.
Açılan asansörün kapıları ile turnikeden geçip şirketin dışına çıktığımda ileride beni bekleyen aracı görünce gülümsemeden edemedim.
Beklemişti.
Ali Bey’in yanına yarım saat sonra gelsem de beni beklemişti. Bu ister istemez içimde bilinmeyen kuyulara taş attı. Araca binip kemerimi bağladım. Kısa bir sürede eve doğru yaklaşınca yine aynı yerde inip ben kendi evime patronumda kendi evine doğru yol aldık. Sanki sessiz bir antlaşma yapmışız gibi birbirimizden ayrılmıştık.
Korumaların yanından geçerek bahçede ilerlemeye başladım. Bahçe içinde yerlerdeki eriyen kar birikintilerinden oluşan su gölcüklerine basmamaya gayret ederek kapıya ulaştım. Kar öyle esip giderken sadece soğuğunu arkada bırakmıştı.
Dedemi görmek istemiyordum. Suçlu olsam da ondan korkuyordum. “Hadi Alisya yapabilirsin, sen neleri başardın. Hadi.”
Kendimi gazladıktan sonra kapıyı açarak içeri girdim. İçerisi sessizdi. Hemen odama gitmek istediğimden önce salona gitmek için yönümü sağ tarafa doğru çevirdim. Yanağımdaki kızarıklığı ve kolumdaki kızarıklığı fondöten sağ olsun kapattığımdan cildim normal görünüyordu.
İçeri girdiğimde annem ve babamı film izlerken yakaladım. “Çifte kumrular sizi, napıyorsunuz?” dediğimde toparlanmaları ile biraz daha içeriye girdim. “Alisya hoş geldin kızım.” Annemin sesi ile gülümseyip cevap verdim.
Dedemi görmediğim için ayrı bir mutlu olmuştum. “Hoş buldum. Ben biraz yorgunum sabah erkenden çıkacağım. O yüzden haber vereyim dedim.”
Yüzümden akan yorgunluk belli olsa da içimdeki yaraları saklamaktaki gibi usta değildi. “İyi yapmışsın hadi git yat yorgun görünüyorsun.”
İkisini de bir öpücük bırakıp odamın yolunu tuttum.
Merdivenleri ses yapmadan çıkarken bir çıtırtı sesi duyarak adımlarım yavaşladı. Son basamağı da ses yapmadan atıp sesin nerden geldiğini anlamak için etrafa bakındım. Görünürde bir şey yoktu. Sanırım evdekiler yaptı diyerek diğer ayağımı atacaktım ki bir ses daha duydum. Tüylerimi diken diken eden bu ses sanki boğuşma sesiydi. Yutkunup kendi odamın kapısına kadar geldim.
Etrafın sessizliğinde bu sesler nerden geliyordu ki? İleri bir köşede gölge görünce gözlerimi kıstım. Oradalardı. Kısık gözlerim gördüğüm iki gölge ile eğildim.
Hemen topuklu ayakkabılarımı elime alarak açık bir odanın yanına geçtim. Elimi ağzıma kapatıp ses çıkarmamaya gayret edip dinlemeye çalıştım. Yaptığım yanlıştı ama sanki kavga ediyorlardı.
Kısık sesle konuşan kişi sanki karşısındaki kişiyi hırpalıyordu. “Bana bak Murat bu işi bitireceksin. Hangi şerefsiz bizimle uğraşıyorsa abin duymadan onu ortadan kaldır.”
“Tamam baba halledeceğim.”
“Halletme yap! Kimse bilmeyecek, bunu da başaramazsan olacaklardan ben sorumlu değilim.”
Bunlar dedemle amcamdı. Neyden bahsediyorlardı? Duymak için kapının kenarına yaslandım. Beni görmeleri hiç iyi olmazdı. Titreyen dizlerim ile tekrar dinlemeye çalıştım.
Birkaç kısık sesle konuştuklarını duyamasam da bu sefer normal bir sesle devam ettiler. “Ben adamları ayarladım. Onlar halledecekler. Sadece biraz gözünü korkutacaklar.”
Sert çıkan sesi ile dedem tekrar konuştu. “İyi bu işi başaramazsan gözüme gözükme. O dediğin işi de unut.”
Gelen ayak sesleri ile kapının arkasına girip saklandım. Sanki bu tarafa doğru geliyordu. Beni görmesi imkansızdı. Gelen sesler saklandığım odaya geldiğinde nefesimi tutarak gitmesini bekliyordum. Yutkunup iki elimi ağzıma daha sert bastırdım.
“Ben garajdayım Murat.” diyerek odanın kapısını sertçe kapatıp aşağıya inen sesler ile tuttuğum nefesimi bıraktım.
Korkudan dizlerime kan gitmezken biraz nefeslenmeye çalıştım ama göğsüm korku ile çarpıyordu.
Bu neydi şimdi? Neyden bahsediyorlardı? Amcam neyi ortadan kaldıracaktı? Çamaşır odasının kapısını yavaşça aşağıya indirdim.
Sağıma soluma baktığımda kimseyi göremedim. İşte fırsattı. Hızlıca parmak uçlarımda odamın kapısını açıp ardından kilitledim.
Derin bir nefese aldım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. “Ohh be.”
Üzerimdeki yükleri yatağımın üzerine çıkartırken bir yandan da dedemle amcamın ne hakkında konuştuklarını anlamaya çalışıyordum. Sanki birilerinin canını yakacaklardı. Ve babamın neyden haberi olmayacaktı. Bir kanıt gerekiyordu. Bunu babama söylesem kesin ne olduğunu soracaktı. Bence biraz bekleyip olayı anlamalıydım. Umarım kötü bir şey olmazdı.
Dün ki yoğun koşuşturmanın ardından aldığım sıcak bir duş ile kendime gelirken pijamalarımı üzerime geçirip yatağıma geçtiğimde sağ tarafıma dönüp penceremin acık camından ayın ışığını izlemeye başladım.
Ne kadar uzun bir süre olduğu bilinmez uykunun beni alması ile kendimi bilinmezliğin içinde dolanırken buldum.
Yine aynı rüyanın içindeydim. Üzerimde kir, pas, kan lekeleri vardı ve yine küçüklük halimdeki bedenimdeydim. İleride beni göremeyen küçüklük kendimi sanki bu kâbusun içinde seyrediyordum. Yanına gitsem ayaklarım beni götürmüyordu. Seslensem sesimi duymuyordu.
Bir kulübenin önünde ağlıyordum. Kulübe ise yanmıştı. Eski tahta döşeli bir kulübenin önünde, tahta oyuğun üzerinde otururken sanki bir yanık kokusu vardı. Rüyada değil miydim? Bu yanık kokusu burnumu sızlattı. Tavşanımı kenara bırakıp elbisemi yukarı doğru sıyırdığımda karnımdaki yanığı görüp hızla gördüğüm bu kabustan kendimi dışarı atmıştım.
Sanki küçüklüğüm bana ayna olmuş kendini göstermişti.
Hızlanan kalbim de bana eşlik ederken korkulu gözler ile kendime gelmeye çalıştım. “Bu da neydi şimdi?”
Titreyen ellerim ile sakinleşmeye çalışarak açıp kapatmaya çalıştım. Yumruk yaptığım ellerimi açıp kapatarak rahatlatsam da titremeleri durmadı. Sanki kasılmışlardı. Abajurun üzerindeki sürahiden bir bardak doldurup kana kana içtim.
Gün yeni yeni ağarıyordu. Gördüğüm rüyanın etkisi ile hızla yataktan dışarı çıktım. Emin olmam gerekiyordu. Korku ile birkaç adım attım. Ayaklarım sanki gerçekliğini gizlediği bir yere parmak basmışım gibi beni iteliyordu. Geri durmadım bakmam gerekiyordu. İlerideki uzun boylu aynamın önüne geçerek duraksadım.
Titreyen ellerim ile pijamanın üstünü yukarı doğru çekmeye başladım. Karnımın biraz altında olan yanık izi ile korkup geriye doğru bir adım atıp sendeledim. Aynı yerden yara almıştık. Büyüdüğüm için yanık izi biraz küçülse de yerini koruyordu.
Pijamamı tekrar kaldırdığımda parmak uçlarımla yanık izinin üzerinde dolaştırdım. Ellerim korku ile titrerken sanki yaram tekrar yandı.
Bu kâbusları neden gördüğüm ise doktorların deyimi ile stres bozukluğu olsa da sanki eksik bir şeyler vardı. Çünkü ailemin dediğine göre ben odada çıkardığım yangın sonucu bu haldeydim.
Üzerimdekilerde hızlıca kurtuldum. Uykum bu saatten sonra beni terk ettiğine göre hazırlansam iyi olurdu. Bugünün kabusunu da zihnimin kuytu köşesinde biriktirdiğim dolabımın içine yerleştirip uzun yüksek bel bir pantolon çıkarttım. Bana kalsa bugün eşofmanla gidecektim ama şirket bu görüntüyü kaldıramayacağından en azında bugün rahat olmak için pantolon giyebilirdim.
Üzerine yumuşacık bir kumaşa sahip kazağımı da geçirip saçlarımı hafif su dalgaları ile kendi haline bıraktım. İşte olmuştu. Telefonuma gelen bildirim sesi ile aynadan kendime bakmayı bırakıp uzanarak gelen bildirimi açtım.
Tek kelime “Aşağıdayım.” Ardından bir bildirim sesi daha “Çabuk ol.”
Patronumu bekletmemek için hızlıca çantamı ve montumu alarak merdivenlerden hızlıca inmeye başladım.
Beyaz spor ayakkabılarımı giydim. Boyum ortalama bir boyda olsada topuklu giydiğimde az da olsa uzun oluyordum. Minyon halim ile kapıyı açarak ardımdan kapattım. Esen rüzgâr ile gözlerimi kırpıştırarak bahçeden dışarıya doğru yürümeye başlarken sersem gibiydi. Soğuk hava biraz kendime gelmemi sağladı.
İleride Ali Bey’in arabasını görünce yönümü sol tarafa doğru çevirdim. Beni bekliyordu. Araca doğru yaklaşıp ön kapıyı açarak içeri girdim. İçerisi sıcacıktı. Beni bekleyen patronuma döndüm.
Ali Bey ise her zaman ki gibi şık bir takım elbisesi ile gözler önündeydi. “Merhaba Ali Bey.”
Aracı çalıştırıp sözüme cevap vermeden konuştu. “Kemerini bağla.”
Evet anlaşılmıştı. Bugün de ters tarafından kalkmış olmalıydı. Ses etmeden kemerimi bağladım. Kısa bir sessizliğin ardından yoldan gözünü ayırmadan tekrar konuştu. “Zeyna hakkında bildiklerini anlat!”
Yine neye sinirlenmişti bilmiyorum ama çatık kaşlarının adresi olmamak için elim hemen çantama koyduğum dosyaya gitti. İçerisinden çıkardığım mavi dosyanın ilk sayfasını açarak okumaya başladım. “Zeyna KARA yedi yaşında. İnşaattan düşmesi sonucunda vefat etmiştir. Yani kayıtlara bu şekilde geçmiş. Ancak davanın ilk altı ayı içinde bir görgü tanığı çıkarak, inşaat çalışanları müdürlerini, kızı iterken gördüğünü söylemiş.”
Derin bir nefes aldım.
“Ancak itirafı yapan D.E. isimli kişinin iki gün sonra boğazdan kendisini atması sonucu hayatını kaybettiğinden açılan davaya tanıklık yapamamıştır. Bu yüzden mahkeme iki sanığında geçmişte suçu olmadığından serbest bırakılmıştır. Şeklinde bir karar çıkmıştır.” diyerek diğer sayfaya geçtim.
“Zeyna’nın annesi G.K. tekrar davayı açmaya kalksa da kabul edilmediğinden şu an dava askıya alınmıştır. Yani toplayabildiğim bilgiler bunlar.” dedim dosyadan başımı kaldırıp.
Patronum ise bu cümleler ile gözlerinden kıvılcımlar çıkarak “Yanlış,” Keskin bir tonda devam etti. “Bir görgü tanığı daha var.”
Gözlerim büyürken merakla sordum. “Kim?”
“Müdürün kızı. Oda o gün oradaymış. Ama ne tesadüf, ilk uçakla o akşam yurt dışına çıkmış.”
Böyle bir bilgi bilmiyordum olabilir miydi? “Tesadüf olabilir mi?”
“Tesadüflere inanmam Alisya.” Yoldan gözlerini çekip bir anlığına bana baktı. “Erken gelen tesadüfler can yakar.”
Önüne dönüp aracın hızını biraz daha arttırdı. “İlk işimiz anne ile konuşup, şu cici kızın yanına gitmek olacak. Bakalım yine kaçacak mı, göreceğiz.”
Kemerime sıkıca tutunarak giden yolu izlemeye koyuldum. Zeyna’nın bir tane de kardeşi vardı. O aklıma gelince yoldan gözlerimi çekip patronuma döndüm. “Ali Bey gitmeden bir oyuncakçıya uğrayabilir miyiz?”
“Olur.”
Sorgulamadan kabul etmesi aynı fikirde olduğumuzu düşünmeme sebep oldu. Zeyna’nın birde küçük bir erkek kardeşi vardı.
Yolun üzerinde bulunan oyuncak dükkanından içeri girdiğimde Ali Bey’in de yanımda gelmesini beklemiyordum.
Elim raflardaki oyuncak bir helikoptere gitti. Biri sarı biri yeşildi. İki elime aldığım oyuncak ile sağa sola amansız bakan patronuma döndüm. “Ali Bey sizce bu nasıl?” diye sorduğumda etrafa bakınıyordu.
“Ne bileyim al bir şeyler işte.”
“Hani sizde erkeksiniz belki anlarsınız diye. Hımm hangisi sizce?” dedim ikisini de gösterip.
“Yeşil olan. Ya da boş ver ikisini de al.”
dediğinde bende öyle yaptım.
Birden fazla aldığımız oyuncaklar ile Gaye hanımın evine geldiğimizde elimi uzatarak zile bastım. Bir sürü seveceği oyuncak almıştık umarım severdi.
Kapıyı küçük bir oğlan çocuğu açtığında eğilip -en fazla altı yaşında olduğunu düşündüğüm- “Merhaba, annen evde mi?” diye sordum. Çok tatlı bir gülümseme ile bana bakıyordu.
Uzaktan gelen adım seslerini bir kadınının sesi eşlik ederken yavaş yavaş kendini belli etti. “Oğlum dur, ben olmadan kaç defa diyeceğim kapıyı açma diye?”
Gelen sanırım Gaye hanımdı. Oğlunu arkasına çekip bize baktığında eni tanımadığından yüzünü Ali Bey’e çevirdiğinde hızla dolan gözleri ile kendimi sıktım. Zor bir durumdu. Biz ona tekrar olanları hatırlatmıştık.
Avukatlık duygusuz olmalıydı öylemi? Duygular olmadan olur muydu? Ben yapamıyordum. Her dava benim şahsi meselem haline geliyordu.
Gözleri dolan Gaye Hanım zorlukla konuştu. “Ali Bey hoş-hoş geldiniz.” Gözlerinden akan yaşları eli ile silip bize gülümsemeye çalışsa da gözleri ağlamaklıydı. Eli ile içeriyi gösterip “Buyurun lütfen, geçin içeri. Gel kızım sende geç.”
Acı bir tebessüm ile ayakkabılarımı çıkartıp içeriye buyur ettiği odaya geçtik. Elimizdeki paketleri bir kenara bırakarak geniş koltuğa oturup çantamı yanıma koydum.
Gaye hanım Ali beye dönüp “Ali Bey bir gelişme mi var yoksa?” diye sordu.
“Gaye Hanım önce bir oturun öyle konuşalım.”
“Ta-tabii önce oturayım. Ben sormadım ne içersiniz?”
“Zahmet etmeyin lütfen. Biz konuşmak için geldik. Eğer sizin içinde uygunsa,” diyerek sözü elime aldım.
“Tamam o zaman ben oturayım.”
Ali Bey’e baktığımda izin veren gözleri ile devam ettim. “Ben Ali Bey’in asistanıyım. Sizin yanı kızınız Zeyna’nın davasını görünce merak ettim. Biliyorum belki bu söylediklerim kolay gibi gelse de sizin için hiç kolay şeyler değil. Bende bu yüzden, tekrar davanın açılması için sizinle konuşmaya geldik.” dedim kendimi kasıp.
Sözlerim ile Gaye Hanım ağlamasını tutup “Kızım siz nerede kaldınız? Beni bu acılı günlerimde çok mutlu ettiniz. Benim küçük gonca gülüm, Zeynam, geldiğinize göre bir gelişme var o zaman. Lütfen, bir ley varsa söyleyin ben neyim var neyim yok size vereyim, lütfen yardım edin.”
Ali bey sözü devraldı. Zira bende son demlerdeydim. “Gaye Hanım bir tanık var. Bence onu konuşturursak Zeyna, bir nebze olsada rahat uyur.”
Gaye Hanım ise şaşkınlıkla Ali Bey’e baktı. “Kim var ki ben-ben bilmiyorum. Bir iki kişi vardı. Sonra birisinin amansız ölümü ve diğer kişi ise konuşmaktan vazgeçmişti dendi bana. O zaman Zeynam…”
“Bu işi devralmak için sizden izin almaya geldim. Biliyorsun bu dava istediğimiz şekilde sonuçlanana kadarda devam ederim. Tanıklar geçen günlerde ülkeye giriş yapmışlar. Bunu iyi değerlendirmeliyiz.”
Bana dönüp sanki iyi miyim diye beni kontrol etti. “Alisya.”
Başımı sallayıp konuştum. “Evet Ali Bey doğru söylüyor efendim. Belki ben davaya giremem ama elimden ne gelirse yardımcı olacağım.”
Biz konuşurken oyuncakları ile oynayan minik oğlan annesine elindekini gösterip “Anne bak. abbla.” dedi.
Gaye Hanım ise oğlu, ağladığını görmemesi için hızla göz yaşlarını silip “Evet anneciğim, hadi sen oyuncaklarınla oyna.” sonra elindeki oyuncağa bakıp oğlunun başını okşayıp “Oğlum teşekkür ettin mi sen abi ve ablaya.” dedi.
“Iggııı.”
Hızla annesinin yanından ayrılıp yanıma gelerek kollarıma tutundu. Sanırım öpecekti. Eğilip yardımcı olarak yanağımı uzattım.
“Tesekkür ederim.”
“Rica ederim ben Alisya.”
“Bende Yusuf.”
Çok tatlı bir çocuktu. Hiçbir şeyden haberi olmadan etrafına saçtığı mutluluk ile insanlara umut oluyordu. “Memnun oldum Yusuf.”
Kollarımın arasından çıkıp Ali Bey’in yanına gittiğinde onunda yanağına bir öpücük kondurup teşekkür ederek oyuncaklarının yanına gitti.
Gaye Hanım yaşlı gözlerle oğlu Yusuf’u izliyordu. “Yaşasaydı, şimdi beraber oynayacaklardı.”
Sözün bittiği yerdi. Ne denirdi ki?
Biraz davanın içeriği hakkında bilgilendirip dışarı çıktık. Nefes almak için derin derin soğuk havayı içime çekerken yeterli gelmiyordu. Bunlar nasıl insanlardı. Küçücük bir çocuk ya. Nasıl kıymışlardı?
Aracın yanında kaputa yaslı dururken yanıma Ali Bey geldi. “İyi misin?”
İçtiği sigaranın dumanı ile gözlerimi kısıp çıkan dumana baktığımda kafamı salladım. Konuşmaya halim yoktu. Sigarasından bir duman daha içine çekip “Gidelim.” dedi. Kollarımı iki yana salıp yaslandığım araçtan ayağa kalktım. “İyi iş çıkardın. Eğer kötüysen eve git.”
“Yok iyiyim gidelim.”
Yanından geçerek aracın kapısını açıp içeri girdim. Zordu ama bu işi hakkıyla yapmalıydık ki suçlular gün yüzü görmemeliydi.
Ali Bey, bana göre çok fazla dava ile haşır neşir olduğundan ciddi durabiliyordu. Sanki yüzüne çektiği bu duvar ile kimseye ya da hiçbir şeye izin vermiyordu ama bana kalırsa bu bir maskeydi. Onun korkusu bence insanların kendisini görmesiydi. Kim bilir belki bana gösterirdi.
Çünkü bunu çok içten bir şekilde istiyordum.
Hiçbir insan bu kadar sert durmayı hakketmiyordu. Acaba neler onu bu hale getirmişti? Sert duygusuz bakan gözleri bazen bana da uğruyordu. İşte o zaman onun orman yeşili gözleri kuyu karanlığında bana yansıyordu. Ona o zaman bakmak ise çok zordu.
Bir diğer uğradığımız yer ise bir mahalle oldu. Ulak Soylu davasındaki bir görgü tanığı kamera görüntüleri olduğunu söyleyen, bir ses kaydını şirketin numarasına göndermesi ile soluğu burada almıştık.
Bu sokaklarda aracın geçmeyeceğini bildiğimizden mahallenin girişinde aracı bırakıp konuma doğru yürümeye başladık ama gideceğimiz yer biraz uzakta kalıyordu. Şehrin dışında kalan, ıssız, tek tük gecekondu evlerinin yer aldığı bir alandı. Burada karlar erimemiş hala yerini korurken burnuma çok kötü kokular geliyordu. Bu hissiyat olarak değildi, gerçekten bir şeyler kokuyordu. Ara ara nefesimi tutsam da kokuya katlanılır gibi değildi. Sanki bilmiyorum farklı rahatsız edici bir kokuydu.
Dikkatli adımlar atarak toprak yollarda yürürken sendelemeden edemiyordum. İyiki buraya akşam gelmediğimiz için içimden dualar etmeyi de ihmal etmedim. Gece buraya gelsek sanırım korkudan uyuyamazdım. Her an bir yerden birisi çıkıp bize saldıracak gibi köşeli yerler vardı. Bir taraf boş bir araziye çıkarken bir tarafta bulunan yapılar ise ürkütücüydü. Patronuma yakın yürürken ara ara bakışları bana dönse de bu halime bir şey dememişti.
Elime aldığım telefondan konuma doğru bakarken adımımı karıştırıp sendeledim.
“Aaaa!” attığım çığlığım ile ellerimle kendimi dengede tutmaya çalışıp tutunacak bir yer ararken imdadıma güçlü kolları ile Ali Bey yetişti. Beni arkamda kollarımdan tutup sabit konuma getirirken yanan yanaklarımı görmediği için mutlu olmuştum.
Düz bir hal alırken kısık bir sesle mırıldandım. “Teşekkür ederim.”
“İyi bari unutmamışsın.” Sanırım önceki durumlarıma atıf yapsa da bir şey demedim. “Sakar.”
“Hiçte bile…” kısık bir ses tonuyla konuşup “sadece ayağım takıldı.” Yanıma geçip elimden aldığı telefonu ile kendisi konuma doğru ilerlemeye başladı. Yanımdan geçerken hafif tebessümü ise gözümden kaçmamıştı.
Sakar olabilirdim ama bu kendimden taviz vereceğimi göstermiyordu. “Sanırım burası.” Eli ile gösterdiği yere bakındım. Konum ilerideki bir bakkalı gösterdiğinden önden Ali Bey bir adım arkasından ben takip ederek içeri girdik.
Burada bu küçük bakkalın olması bile bir mucizeydi.
İçerisi küçük, duvarları soyulmaya yüz tutmuş sarı duvarlara sahip bir bakkaldı. Küçük bakkalın nereden geldiğini bilemediğim bir kadın kapı sesi ile bizi karşısında görüp “Buyurun?” diye sorduğunda söz aldım.
“Merhabalar biz Arıkan holdingden geliyoruz, haberi sanırım siz yaptınız?”
Kadın gözlüğünü düzeltip Ali Bey ve bana bir bakış atıp “Aaa siz hoş geldiniz, buyurun bende kaydı hazırladım. Bekleyin getireyim.” diyerek yine geldiği yönden ileriye doğru kayboldu.
Keskin bir tonda patronum sözü eline aldı. “Gerek yok önce biz izleyelim.” Ali Bey kadının duyması için yüksek sesle seslenince kadın perdenin arkasından kafasını uzatıp “Tabi o zaman…” ileriyi gösterip “bilgisayar arkada buyurun bakalım.” dedi.
İlerleyip kadını takip ederken Ali beyin arkasında küçük adımlar atıyordum. Küçük bir odaya girdiklerinde peşi sıra bende girdim. Üzerime gelen duvarlar ile nefes almaya çalıştım. Burası basık ve küçüktü. Ve beni şimdiden daraltı basmıştı. Dışarıda beklesem, Ali Bey bir sorun olduğunu düşünecekti. O yüzden biraz kendimi sıkıp kalmaya karar verdim. İyi şeyler düşün. İyi şeyler.
O sıra bilgisayarda açılan görüntüler ile başımı eğip sandalyede oturan Ali Bey’e yaklaştım. Görüntüler bakkalın ve dışarının görüntüleriydi.
Biraz daha eğildiğimde burnumun ucuna gelen tarçın kokusu ile bilmeden bir nefes çektim. Kendisi bilmese de kokusunun yatıştırıcı bir özelliği vardı. Gözlerimi Ali beyin boynundan çekip görüntülere odaklandım. Adam beni yanlış anlayacaktı.
Aradığımız kişi Hamit adında birisiydi. Sanırım bu mahallede oturuyordu. İzlediğimiz görüntülerden adamın çoğunlukla sabahları buradan alışveriş yapıp çıkıyor, ileriye sardığımız görüntülerde ise aldığı eşyalar ile en son bu sabah görüldüğü anlaşılıyordu. Şaşırtıcıydı.
Herkes bu adamı ararken burada elini kolunu sallayarak dolaşması ise cabasıydı. Yanımızda dikilen kadına “Hamit beyi tanıyor musunuz?” diye sordum.
“Aslında hayır ama dün bir telefon ile konuşurken duydum. İleride bir tekstil fabrikası var. Yenile orda işe girmiş. Bence aradığınızı orada bulacaksınız.” dediğinde kuşku ile kadının yüzüne baktım.
Neden bilmiyorum ama bana hiç güven vermemişti. İçerinin basıklığından mı bilmiyordum sanki sorgu odasında gibi kendimi hissediyordum. Belki kadın doğru söylüyordu. En iyisi dediği yere bakmaktan başka çare yoktu.
Ali bey kamera görüntülerini alırken daha fazla dayanamayarak dışarı doğru yürümeye başladım. Kadının buraya ait olmayan yüzü ise beni sorgulatıyordu. Bu izbe yerden çıkmak istiyordum.
Bakkaldan çıkıp rahat bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım. Derin nefeslerim soğuk havaya karışırken şimdi daha iyiydim. Gökyüzü karabulutlara ev sahipliği yapmaya devam ederken Ali bey bakkaldan dışarı çıktığında kapının yanında dikilen kadın ile göz göze geldik.
Çarpık bir gülüş yüzünde peyda oldu. “Bol şans.” diyerek içeri girdi. Kadının arkasından anlamsız bakışlar atarken Ali Bey yanıma geldi. O fabrikaya gidecektik. Buraya kadar gelmiştik. En azından birkaç soruyu adamı bulduğumuzda sorabilirdik.
Aracı bıraktığımızdan tekrar geri dönemedik. Tekstil fabrikası görünür bir yerde olduğundan yürümeye karar verdik.
Biraz yürüdükten sonra denilen tekstil fabrikasına ulaştığımızda kurak uzun bir yoldan geçerek fabrikanın giriş yazan yazısı ile karşılaştım.
Büyük görkemli bir alanı vardı. Burası Ulak Soylunun davasında konuşmasını istediğimiz Hamit adlı kişinin çalıştığı söylenen tekstil fabrikasıydı. Burada uzun yıllardır çalışan bir çalışanı arıyorduk. Bir ara çıkmış sonra tekrardan bura da başlaması ise ilginçti. Kendisi ile bir konuşma yapmayı umarak güvenlikten geçtik.
İçeride burada çalışan bir müdürün yardımı ile etrafı gezerken çalışan makinelerinin sesinden birbirimizi zor duyuyorduk.
Biraz yaklaşıp müdür beyi duymaya çalıştım. “Hamit bu katta çalışıyor. Siz bakının ben tekrar gelmeye çalışırım.” Arkasını dönüp ilerleyen adama anlamsız bir bakış attım. İyide adamı bu geniş yerde biz nasıl bulacaktık ki?
“Ali Bey bence iki yana ayrılıp öyle bakalım. Bulduğumuzda haberleşiriz.”
“Doğru ayrılalım ama çok açılma yanımdan. Seslendiğim mesafe de ol.”
“Tamam.”
Ali bey sağ tarafa ben ise sol tarafa doğru yürüyerek ilerledik. Çalışan insanların yüzlerine baktığımda hiç tanıdık bir sima göremiyordum. Çok gürültülü bir ortamdı. Hatta bazıları kulaklık takıyordu. Mantıklıydı.
Bura da değildi. İlerideki odalara bakmak için alandan ayrıldım. Belki burada olabilirdi. Birkaç adımla bir kapının kulpuna uzanıp aşağı doğru çekecekken bir el ağzıma kapanıp beni tutması bir oldu.
Korku ile gerilimi aynı anda yaşayan kalbim ise yerinden çıkacak gibi atarken ayağım ile arkamdaki kişiye vurmaya çalışıp bağırdım. Kimdi bu? Benden ne istiyordu?
“B-ırak beniii!” Sesim boğuk bir şekilde gelirken sırtımı soğuk duvarda hissettim.
“Sakin ol bal yanak, benim.”
Bu ses korku ile atan kalbime bir nebze olsun su serptiğinde sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım.
Karşımda ağzımı eliyle kapatan patronuma kaşlarımı çatarak sinirle konuştum.
“Delirdiniz mi siz ne yapıyorsunuz” boğuk çıkan sesimle elini çekmesini beklerken koyu yeşillerini gözlerime dikerek “Şıhhh.” diye beni uyarıp arkasına doğru baktı.
Nereye bakıyordu bu ve biz neden yapışık bir halde duvarla onun arasındayım? Bu çok gerici bir durumdu. Derhal bu durudan kurtulmalıydım. Kalbime zarardı.
Eli ağzımdan çekilerek aşağı doğru giderken fırsattan istifade konuştum. “Beni korkuttunuz Ali Bey. Ne yapıyorsunuz? Bırakın kolumu!” kollarının kıskacından kurtulamaya çalışarak ne yaptığını anlamaya çalışırken bana bakmadan baktığı yere gözlerini dikerek konuştu. “Rahat dur! Sanırım misafirlerimiz var.”
Misafir? Merakla sordum. “Kim konuşacağımız kişimi?”
“Tam olarak öyle sayılmaz.”
Bir köşede duvar ile Ali Bey arasında kalırken neyden bahsettiğini anlamayarak baktığı yöne doğru eğildim. Gelen birden fazla siyah giyinimli insanlar bu tarafa doğru geliyordu ve önde tanıdık bir sima vardı. “Hııı! Bu Cüneyt değil mi?”
“Ta kendisi bizi burada görürse hiç iyi olmaz.”
Gözlerim korku ile küçüldü. “İyide nasıl çıkacağız.” Çıktığımız an lap diye önünde bizi bulurdu.
“Şşıhhı düşünüyorum.”
“Biraz çabuk düşünün, Ali Bey!” tekrar geldikleri yöne bakıp “yaklaşıyorlar.” dedim.
Tekrar duvar ile kendi arasına alıp bizi görünmez kıldı. Bizi görmeseler de bu pozisyon kalbime zarardı. Bana çatık kaşlarla baksa da etrafta saklanacak bir yer yoktu. Hızlanan kalbim ile gözleri hariç etrafa bakınırken birkaç oda dışında bir şey gözükmüyordu.
O sıra gözlerimi gözlerinden tekrar kaçırırken gözüm yanımızda ki oda ile bakıştı. Ali bey de benim baktığım yere doğru bakınca göz göze geldik. Sanırım aynı şeyi düşünüyordu ki depo yazan bir kapının kulpuna uzanarak önce beni sonra kendisini içeri doğru iteledi. Odadan içeri hızlıca girerken önüme bakma fırsatım oldu. Karanlık bir odaydı. Hızla çarpan kapı ile bu karanlık odada kaldık.
“Ali Bey, ALİ BEYY!” diye korku ile seslendim. Lanet olsun. Neden her şey bu kadar zordu. Etrafta hiçbir şey görünmüyordu. Sakin ol. Sakin ol.
“Buradayım.”
Hızla sordum. “Ne tarafta?”
Arkamda bir flash yüzüme çarpınca gözlerimi kıstım. En azından yalnız değildim. Ama buradan bir an önce çıkmazsak Ali Bey yalnız kalacaktı. Çünkü kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Kapalı ve karanlık bir alanda kalamazdım.
Patronum telefonunun flaşını etrafta gezdirip neler olduğuna bakındığında gördüklerim ile nefesimi tuttum.
“Ali Bey sanırım bir sorunumuz var.”
Kalbim korku ile hızlı hızlı atarken nefeslerimi sayılı alıyordum. Ben bitmiştim. Buradan çıkamayacaktık. Burada kapalı kalmıştık. Titremeye başlayan çenemle zorlukla konuştum. “Kapının kulpu yok.”
Gözlerimi Ali Bey’e çevirip “İçeride kaldık.” dedim korku ile.
Titremelerim gittikçe artarken kendimi sıkıp ayakta durmaya devam ettim. Zira uzun süre dayanamayacaktım.
…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |