
BU BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.
Keyifli okumalar dilerimmm.
Beni takip etmeyi unutmayın canlar. İnstagram: Safinaz_Stlm
9. BÖLÜM: MAHŞER NÖBETÇİSİ
İnci İşlemeli Küflü Boncuk
Gerdanımdan dökülür kızıl hançer,
Günahlarımın bedeli sanki.
Çöl ırmaklarından içtim,
Kan damarlarımda süzülürken.
Gerdanımın köşesi, kızıl hançer,
Gördüklerim eseri oldu… yazık oldu,
Geride kalan kızıl yâre.
…
Alisya AKMAN
“İçeride kaldık.”
Bu söylediğim son sözlerdi. Burada kilitli kalmıştık ve ben burada kapalı alanda kalamazdım.
Ali Bey dediğim sözler ile kapıyı yokladı. Hızla elime tutuşturduğu telefonu canım pahasına sahiplenirken titremeden edemiyordum. Kilitli kalmıştık. Kapının içerden kulpu ya da bir penceresi yoktu. Telefonun ışığını kapıya doğru yansıttım. Lamba ya da bir düğme yoktu. Karanlık oda da bir tek telefonun ışığı etrafı aydınlatıyordu. Ali Bey omzu ile kapıya vursa da açılmıyordu. Dışarıdan birisi müdahale etmediği ya da sesimizi duymadıkları sürece buradan çıkamazdık. Ne için girdik ne için buradan çıkmaya çalışıyorduk. İşe bak.
Ama benim buradan acilen çıkmam gerekiyordu. Kapalı alanda kalamazdım. Asansöre bir nebze alışmıştım. Gerçi orda da kilitli kalsam sanırım bu tepkileri verirdim ama burada daha fazla kilitli kalırsam geçmişteki gibi nöbet geçirmekten korkuyordum.
Derin bir nefes aldım. Sakin ol. Ali Bey burada. O halleder. Sakin ol. Bizi burada çıkartacak. Telkinlerim ile patronumun yanına kasılan ayağım ile bir adım attım.
“Açılmıyor mu?”
Bir omuz daha indirdiği kapı yerinden oynasa da açılmıyordu. “Yok s*ktiğimin kapısı! Bir kapının neden kulpu olmaz?”
Bence de bir insanın burada kilitli kalacağını hiç mi düşünmezlerdi? Bana gece karası gözlerle bakan patronuma flaşı yüzüne tutarak kızdım. “Bana mı soruyorsunuz? Buraya siz soktunuz bizi!” diye çemkirdim. Tamam bende düşünmüştüm. Ama gerçekten kapının neden kulpu olmazdı.
Patronum yüzüne tuttuğum ışık ile parlarken elimi aşağıya doğru indirip flaşı yüzünden çekti. Hiçbir şey düşünecek durumda değildim. Titriyordum.
Çatılan kaşları muzipçe sordu. “Ha şimdi öyle olduk Alisya Hanım.”
“Evet öyle olduk Ali Bey.” Bana kızamazdı. Yani bence kızmamalıydı.
Gözlerimi etrafta gezdirdim. Küçük eşya deposu gibi bir yerdi. Etrafta parça kumaşlardan ve kalın silindir sardıkları malzemeden başka bir şey olmayan bu basık odadan çıkmak istiyordum. “Çıkartın bizi buradan!” dedim panikle.
“Deniyorum.” Bir kere daha kapıya var gücüyle vurdu. Duvar sarsılıyordu ama kapıda tık yoktu.
Denemeyin yapın demek dilimin ucuna gelse de diyecek kadar daha yürek yememiştim. Yoksa beni de kapıya kaldırıp atacak bir yapısı vardı. Canımı seviyordum. Sessiz kalıp kapıya vuruşlarını izledim. Kalıplıydı ve vurdukları ile yer titriyordu ya da titreyen benim bacaklarımdı. Gerçekten güçlüydü sanırım ben vursam kolumun ağrısını üç gün çekerdim ama onda bana mısın demiyordu.
Zaten adam kapıya vursa da dışarıda ki makinelerin seslerinden buranın sesini duymaları çok zordu. Adamlar makinenin sesinden rahatsızlık duyarak kulaklık kullanıyorlardı bizi duymaları imkansızdı.
İmkânsız…Durdum. İmkânsız... Flaşı tutan kolum yavaşça aşağıya doğru kaydı. Hayır, hayır hayır. Buradan çıkmalıydık. İmkânsız, olamazdı. İmkânsız diye bir şey yoktu. Karanlığa bir nebze alışırdım ama bu olmamalıydı. Ali Bey’i kenara çekip yumruk yaptığım minik ellerimle kapıya peşi sıra vurmaya başladım.
“Çıkarın bizi buradan. Heyyy! Burada kilitli kaldık. Kilitli!”
Ali bey yumruk yaptığım elimi savuracakken tutup “Dur, dur sakin ol.”
Tekrardan sesimi duymamalarına rağmen bağırdım. “Çıkarın bizi buradan…” sanki sesim gitmiyordu. Neden duymuyorlardı? Burada kilitli kalmıştık. Kalbim atışlarını hızlandırmış bana işkence çektiriyordu. Korku bedenime çoktan nüfuz etmişti.
“ALİSYA DUR! Sakin ol. Tamam mı?” gözlerime yakın gözleri ile durdum. Kollarını omuzlarımın kenarını sahiplenir gibi sımsıkı tutarak “Sakin ol, yanındayım.” Dedi güçlükle.
Gözlerimi kırpıştırıp yutkundum.
Demesi kolaydı. Gel de bunu bana anlat. Fobi bile yanında halt etmişti. İstemiyordum. Kapalı bir alanda kalmak. Dayanamıyordum, sanki… sanki beni boğuyorlardı. Birisi sanki boğazımı sıkıyordu. Bir yudum nefesi bana veba görüyordu.
Ali Bey omuzlarımda tuttuğu ellerinden birini sırtıma indirip beni ilerideki yumuşak bir silindirin üzerine oturttu. Oyuncak bir bebek gibi ne denilse yapacak bir kıvamdaydım. Yüzümün bir kısmını görse de korku ile bakan gözlerimi sakladım. Hep saklıyordum.
İleride ne zaman düşürdüğüm telefonunu alarak tekrar ellerime tutuşturup kapıya doğru gitti. Bir kere daha omzunu var gücü ile kapıya geçirdi. Bu kapı neden açılmıyordu. Ellerimi yüzüme kapatıp kendime sakladığım alanımda korunmaya çalıştım.
Yarım saat sonra…
Artık gözlerim karanlığa alışmıştı. Sanki boşluğu izleyen gözlerim ile boş boş etrafa bakıyordum. Yüzümden ellerimi çektim. Olmuyordu. Yeterli gelmiyordu. Elimi yukarı doğru kaldırıp üzerimdeki kıyafeti çekiştirdim. Sanki beni boğuyordu. Boynumu ileriye uzatarak nefes aldım.
Patronum bir kere daha kapıya vurdu. Dakikalardır uğraşıyordu ama bizi ne duyan vardı ne de kapının açıldığı.
“Ali Bey yeter, gelin oturun.” Nefes nefese kalan patronumda olsa insandı. Ne kadar uğraşsa da sanki kapı çeliktendi. Açılmıyordu. Dışarıdan birisi müdahale etmediği sürece burada mahsur kalmıştık. Hoş, hiç mi bir Allah’ın kulu bu tarafa gelmezdi.
Karşıma geçerek bir silindir kumaşı çekip üzerine oturdu. Yorgunluktan alnı terlemişti. Bu adamın hiç mi kötü görünen bir yanı olmazdı. Alnından damlayan damlalar, yolunu çizerek akıyordu.
Gözlerim ara ara gitse de bende ufaktan terliyordum. Ama benimki yorgunluktan değildi. Akıttığım soğuk terdi. Kendimi sıkıyordum. Sıkmazsam kendimi rahat bırakırsam bayılırdım bunun olması istediğim son şeydi. Aklıma sayıları getirsem de sakin olmakta kendimi telkin ediyordum.
Yüzüme yansıyan flaşı kenara bıraktım. Patronuma doğru baktığımda onunda bana baktığını gördüm. “İyi misin?”
Omzumu silkip “Bilmem iyi miyim?” titremelerimi saymazsak durgundum. Fazla durgun.
“Korkma birazdan çıkacağız.”
Kaşımı kaldırıp sordum. “Öyle mi?”
Keskin gözleri karanlıktan bile seçiliyordu. “Öyle? Güven bana, çıkartacağım seni buradan.”
İşte bu söylediği sözleri öylesine değildi. Çıkaracaktı bizi. İçten gelen güzel bir tebessüm etmeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğumu bilmiyordum. Yüzüm sanki donmuştu.
Ali Bey elimde tuttuğum telefonunu uzanarak alırken soğuktan donan parmaklarımı hissetti.
“Alisya sen üşüyor musun?” telefonunu bırakıp tekrar elime uzandı.
“Bilmem.” hissetmiyordum ki. Ellerim soğuktan buz gibiydi.
Üzerindeki ceketini hızla çıkaran patronuma boş boş bakınarak yanıma ilerleyen adımlarına gözlerimi diktim. Omuzlarıma örtülen ceket ile ayakkabılarına bakmayı sürdürdüm. Tarçın, tarçın kokuyordu.
Çenemde sıcak bir el hissettim. Gerildim ama bu sefer korkudan değildi.
Tedirgin gelen sesini güçlükle duydum. “Alisya yüzün de buz gibi.” Çeneme uzanan eli bu sefer iki eli ile yüzümü avuçladı. “Buz kesmişsin.”
Ne yapıyordu, düşünemiyordum? Sanki bir kuklaydım. Ellerini yüzümde gezinirken sanki beni kontrol ediyordu. Dokunuşlarında bir art niyet yoktu. Sıcaklığını benimle paylaşıyordu.
Endişeliydi. Sesinin tınısında endişe kokuyordu ama donmuş kasılmıştım. “Alisya beni duyuyor musun?” başımı yukarı çevirip gözlerime baktı. “Bende kal.”
Yüzümden ellerini çekip geçen arabada yaptığı gibi ellerime uzandı. Eğildiği yerden gözlerini kaldırıp yüzüme baktığında bakışlarında bir tedirginlik kol geziyordu. Endişeli olmak, demek böyle hissettiriyordu.
Konuşacak hiç mecalim yoktu. Sadece güzel temiz yüzüne bakıyordum. Gözlerimi bir defa kırptım. Gözleri, yoğun hareleri ile gözlerimi inceledi. Sanki anlamıştı. O günde anlamıştı.
Sıcak avuçları benim buz tutmaya yakın avuçlarımı kucaklayıp yüzüne doğru yaklaştırdı. Ben ise bu yaptığı ile onu izliyordum. Ellerimin titrediğini şimdi fark ediyordum. Hep titrerlerdi. Ne zaman rahat vermişlerdi ki bana? Artık bir parçam olmuşlardı.
Sıcak bir nefes avuç içlerime doldu. Avuçlarımı büyük kemikli avuçlarında tutarken sıcak nefesi ile yuvayı ısıtıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım. Acaba bunu nasıl yapıyordu? Sıcak bir nefes, mis gibi kokan tarçın kokulu ceketi, seni yalnız bırakmayacağım diyen gözleri.
Bunları nasıl yapıyordu? Ellerim tekrar titredi. Üşüyordum. Hayır aslında içim sıcacıktı. Ama kasılmaktan uzuvlarımı hissetmiyordum. Buda hala kapalı bir alanda olduğumuzun kanıtıydı.
“Alisya üşüyorsun.” Titremelerim arttı. “Korkma sana zarar vermeyeceğim. İzin ver.” Sanki dokunuşlarından korktuğumu düşünüyordu. Hayır onunla hiç ilgisi yoktu. Sorun kendimdi. Sorun karanlık geçmişimdi.
Biliyordum. Burada kilitli kalsakta bana zarar vermezdi. Bilmiyorum ama patronuma güveniyordum. Bana bir kötülüğü olsa kendinden fazlaca beni düşünüp avuçlarımı ısıtır mıydı?
Gözlerimi bir kere daha açıp kapattım. Çenem tutulmuştu. Kaskatı kesilen çenem hiç yardımcı olmuyordu. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım.
Yanıma çöken bir beden ile başım eş zamanlı sıcak bir gövdeye doğru düştü. Sıcak kollar iki yanımda geçerek beni kendine doğru çektiğinde belime kuş tüyü hafifliğinde bir dokunuş ile sırtıma doğru uzanan bir kol hissettim.
Patronum bana sarılıyordu.
Hayır. Sanki beni gövdesinde yer edindirmek için sımsıkı sarmalamıştı. Kaçmamdan korkarcasına sımsıkı sarılıyordu. Duraksadım. Bu sıcaklık sanki bende olmayan bir eksiklikti. Patronum ise üzerindeki ceketi bana vermesine rağmen sıcacıktı.
Alnım, boynunda yer etti. Çıkık âdem elmasının oynadığını hissedip nefes aldım. Yutkunuşunu alnımda hissediyordum. “Patronun olarak asistanımın üşümesine katlanamam değil mi?” tınısı boğazından yükselen sesi ile bana ulaştı.
Çenemin açılmasını umut ederek konuştum. Garip bir durumdu. “E-evet sssanırım ööyle.?”
Kollarının biri üzerime örttüğü ceketin üzerindeyken birisi boynumdan kendine doğru sabit tuttu. “Ben iyi bir patronum.”
“e-evett.”
Titreyen ellerimi omzuma örttüğü ceketten çıkartıp belinin iki yanından geçirerek patronuma sarıldım. Kollarımı hissedip sertleşen beli ile rahatsız ettiğimi düşünüp hissettirmemeye çalışarak arkadan ellerimi birleştirmeye çalıştım.
Ellerim birleşmiyordu. Ne kadar cüsseliydi. Ellerimi sıkıp üzerindeki gömleğini çekiştirip tutundum. Böyle daha iyiydi.
Değişik hissettirmişti. Sanki akan bir ırmağın denize dökülmesi gibiydi. İlk defa farklı bir cinsime böyle sarılıp duruyordum. Değişikti. Ama o benim patronumdu değil mi? Umarım kollarımdan rahatsız olmazdı.
Bir süre bu konumda dururken tarçın kokusunun bastırması ile uykum geldi. Sanki beni uyuşturuyordu. Nefeslendim, uykum ağır basıyordu. Gözlerimi kapattım, böylesi daha iyiydi.
Bir hayal görüp o hayalin peşinden gittim. Karanlık bir kuyunun içimi çekmesi gibiyi. Yoğun bir histi.
Yine küçüklük yaşlarımdaydım. Ama bu sefer ne kabuslarımda ki gibi bir yerden kaçıyordum ne de o yanık kulübenin önünde oturuyordum.
Yemyeşil bir alanda yağan yağmurun altında ordan oraya koşuyordum. Mutluydum. Bu yaşlarımı hatırlamadığımdan garip geldi. Yüzümde gülümseme eksilmiyordu. Ne olmuştu da büyüdüğümde bu kadar az güler hale gelmiştim. Üzerimde en sevdiğim renkte, mor bir elbise vardı. Bu resim bile huzurlu olduğumu gösteriyordu. Ben ise seyirci gibi olan biteni izliyordum. Küçüklüğüm benimleydi ancak beni kabul etmiyordu.
Sanki bir yabancı gibi onu dışarıdan izliyordum.
İleride beni göremeyen küçüklüğüm kendi halinde çiseleyen yağmurun altında oyun oynayarak eğleniyordu. Mutlu olmasına sevinmiştim. Yanına gitmeyi denedim. Belki o zaman beni görebilirdi. Bir adım atmak için zihnimden ayaklarıma komut verdim.
Olmadı.
Bir kere daha adımımı atmayı denedim. Olmuyordu. Bırak adım atmayı ayaklarım olduğu yerden kıpırdamıyordu. Sanki balçık desenli bu çamurun üzerinde yapışmıştım. “Küçük kız, heyy küçük kız.” Sanki cam bir fanusun içinde kendi küçüklüğümü izlerken ben ise bu fanusun dışında kendimi göstermeyi, sesimi duyurmaya çalışıyordum. Olmuyordu. Küçüklüğüme ne sesim ne de kendim gidebiliyordum.
Beklemeye başladım. Gözlerimi küçüklüğümden çekip ileride gelen kişiye odaklandım.
Arkadan bir erkek çocuğu koşarak geliyordu. Küçüklüğümdeki kendim ise üzerine giydiği elbisenin etekleri, çiseleyen yağmur ve ardından gelen rüzgâr ile bir o yana bir bu yana savrulsa da mutlulukla gelen kişiyi bekliyordu.
Yaklaştıkça seslenen küçük oğlan çocuğunun sesini duydum. “Alisya, Alisya.”
Bana sesleniyordu? Yanı küçüklüğüme. Beni tanıyor muydu? Ben neden hatırlamıyordum. Küçüklüğüm yerinde duramayarak zıpladı. “Geldin mi?”
“Evet her zaman gelirim. Seni yalnız bırakmam.”
Gelen çocuğun ellerinde bir paket vardı. İçinden çıkardığı bir yiyeceği küçüklüğüme doğru uzattı. Dikkatle baktım. Bu kestane şekeriydi. Uzaktan seçememiştim ama küçüklüğüme uzattığı kestane şekeriydi.
Hiç yememiştim ya da yediğimi hatırlamıyordum. Gözlerimi çocuğun uzattığı kestane şekerinden çekip görünen yüzüne baktım.
Bu…bu çocuk geçen rüyalarıma giren, beni düştüğüm kuyudan çıkaran çocuktu. Adım atmayı denedim. Büyük beden de olan kendim yanlarına gitmeme izin vermiyordu. Adımlarım sanki yere çakılmıştı.
“Heyy!”
İleride ki çocuklara sesimi duyurmaya çalıştım. Konuşmak istedim.
Artık gülüşmelerinden başka seslerini duyamıyordum. Küçük oğlan bir kestane şekeri daha uzatan küçüklüğüme bakarak gülüyordu. Mutlulardı. Belki de yanlarına gitmemeliydim.
Arkamı dönmeyi denedim. Gözlerimi onlardan alarak geride oluşan bir karaltıya takıldı. Gitmeyi bırakıp gözlerimi kısarak karaltıya baktım. Neydi bu? Kısılan gözlerim, geleni seçti.
Koca cüsseli siyah bir köpekti. Kocamandı ve ağzından salya akıyordu. Kanlanmış gözlerle bir o yana bir bu yana koşarak geliyordu. Çocuklara zarar verecekti.
Bir kere daha küçüklüğüme seslendim. Sesimi ne kadar duyamasalar da denedim.
“Heyy dikkat edin. Size diyorum çocuklarr. HEYY DİKKAT EDİNN!!!”
Yavaş adımlar ile gelen köpek bir anda koşmaya başlayınca, adımlarımı tekrar balcık kıvamında beni yere sabitleyen kumdan kurtarmaya çalıştım. Toprağa seslendim. “Bırak beni onlara zarar verecek, BIRAK!”
Tekrar ilerideki köpeğe baktım.
Geliyordu. Çocuklara zarar verecekti. Korku ile elimi ayaklarıma attım. Tekrar denedim bir yandan da bağırıyordum. Beni duymuyorlardı. “Hadi, kurtul, şundan.”
Tekrar denedim. Bu sefer olacaktı.
Aniden açılan ayaklarım ile koşarak çocukların üzerine kapandım. Kollarım, ikisinin hayaline tutunarak gövdeme yaslayarak sardım. Onları var gücümle sarmaladım.
Artık güvendelerdi.
Sıcak bir gövde. Sıcak bir gövde. Başım ağrıyan bir ağırlıkla yaslı olan bir gövdeye tutunmaya çalıştım. Gözlerimi açamıyordum. Çocuklar artık güvendeydi. Titremelerim arttı. Artık güvendeydi. Titremelerim daha da arttı. O köpek onlara zarar veremezdi.
Omuzlarıma bastırılan bir elle sıcak gövdeden ayrılan başım arkaya doğru yatacakken güç bela düz tutmaya çalıştım. Çok zordu.
“Alisya! İyi misin?”
Başımın arkasında sıcak bir el hissettim. Gözlerim kısıldı. “Bana BAK. Alisya BANA BAK!”
Seslenen patronumun sesini ne kadar yüksek sesle bağırsa da kulağıma uğultu gibi geliyordu. Gördüklerim rüya mıydı? Titremelerim arttı. Çıkmak istiyordum.
“Alisya güzelim bana bak. Hadi aç gözlerini.”
Gözlerimi güç bele açıp karşımda beni saran kolların sahibine baktım. “İşte böyle. Ben senin patronunum neyinim söyle?”
Biliyordum ki beni konuşturmaya çalışıyordu. Sanki bayılacağımı o da hissetti. Güç bela konuştum. “P-patronums-unuz.”
Yanığımda gezinen parmaklarını hissedemiyordum. “Evet, evet öyle güzelim.”
Tekrarladım. “Patron-umsunuz.”
Karanlıkta görebildiğim kadarıyla başını salladı. “Güzel, buradan seni çıkaracağım. Bende kal sakın uyuma!”
Uyursam geçerdi. “Aaa-ma uyursam ge-çer.” Hep geçiyordu. Uykular benim kaçışımdı. Bu sıcak kollar ise beni uyutuyordu. Gözlerim ağırlaştı. Tonla yükü taşıyan göz kapaklarım beni zorluyordu.
“Hayır Alisya, bana bak. Bak ben buradayım. “Yanağımda dolaşan elleri zor bela seçiyordum.
Evet burada yanımda olduğu için minnettardım. Şimdiye bayılmadıysam patronum sayesindeydi ama artık bedenim dayanamıyordu. Kasılan bedenim beni zorluyordu.
Kaşlarını çatarak başımı tutup gövdesine yasladı. Flaşın ışığı artık yeterli gelmiyordu. Telefon çekmediğinden dışarıya haber gönderemiyorduk.
Beni gövdesinde bir bebek gibi tutan patronum tekrar bir numarayı tuşlayıp kulağına götürdü.
“Allah kahretsin.” Telefonu sinirle elinin avcuna alıp sıkarken kendisine kızan patronumu görmeye çalıştım.
“Aklımı s*keyim ben… ben olmayan aklımı.”
Tekrar telefonunu deneyip kenara bıraktı. Boşa uğraşıyordu. Buradan çıkamayacaktık. Bu karanlıkta kilitli kalmıştık.
Artık gücümü dahi hissetmiyordum. Kuruyan dudaklarımı oynatıp kısık bir sesle “Boşuna uğraşamayın artık korkmuyorum.” diye mırıldandım. Konuştuğumda kısılan sesim ile bu son cümlem oldu.
Başım gövdesinden düşecekken tutulmam ile bir sis bulutu içinde zihnim kayboldu. Artık ne tarçın kokusu vardı ne de bir his. Hiçlik! Hiçlik kanunun içinde dolaşıyordum artık.
…
Ali Asaf ARIKAN
“Alisya güzelim aç gözlerini.” Yanağını hafiften sarsıp kendine getirmeye çalışıyordum. Uyanmıyordu. Kollarımda baygın halini hiç sevmemiştim. Uyanmalı benimle konuşmalıydı. “Aç gözlerini bal yanak.”
Terleyen alnındaki saçları kenara aldım.
“Korkudan bayıldın ama uyan. Bak ben buradayım.” İçten içe o ela gözleri görememekten korkuyordum ama söyledikleri kendineydi. Gözlerini görmediği her saniye araftaydı. Şimdi ise gözlerini yummuş kucağında yatıyordu.
Yankılanan bir ses ile kendine geldi. “Alo abi. Alo orda mısın?”
Gelen ses ile kendime geldim. Hızla Alisya’ya zarar vermeden telefona uzanarak kulağıma yasladım.
“Timuçin çabuk gel! Dediğim adrese çabuk gel! Kuyumcular kapanındaki tekstil fabrikasında, ilk katta bir depo var. Orda kilitli kaldık!!”
“Abi ne oldu?!”
Bir kolum ile Alisya’yı düşmemesi için başını boynuma doğru yasladım. “Soru sorma Timuçin çabuk ol! HEMEN BURAYA GEL!”
“Tamam abi.”
Kapanan telefonu bile düşünecek halde değildim. Neden bayılmıştı. Korkmasındı. Ben buradaydım. Yüzünün etrafına dağılan saçlarını elleri ile yavaşça kulağının arkasına doğru iteledi. Karanlıkta kendisini göremiyordu. Oysaki titreyen bakışlarıydı. Oysaki titreyen yüzüne değdirdiği parmak uçlarıydı.
İşte şimdi yüzü karşısındaydı. Karanlıktan gözleri kamaşsa da keskin gözleri yüzünün etrafında geziniyordu. Alnı terlemişti avcu ile rahatsız etmeden yavaşça sildi.
Üzerinden düşecek olan ceketi tekrar örtüp kendine çekerek ısıtmaya çalıştı. Üşüyordu. Küçük minik bir bedene sahipti ve ben onu ısıtamıyordum. Üşüyordu. Kendime doğru çekip bedenini ısıtmaya gayret ettim. Ufacık bedeni küçüldükçe küçülmüştü.
Geçen dakikalar stres altında geçiyordu. Nerede kalmıştı?
Ardında kapının yanında oluşan sesler ile Alisya’yı bırakamayarak kucakladı. Onu burada bırakamazdı. Kapının yanına yaklaşıp dışarıyı sesledi. Kapıya gelen üç beş yumruk ile “Abi, abi orda mısın?” diye konuşan Timuçin’e seslendi.
“Timuçin çabuk ol!”
Sesi kapının ardında boğuk geliyordu. “Tamam abi bu kapının arkasına bir şeyler yığılmış bekle hemen seni ordan çıkaracağım.”
Bir şeyler mi? sinirle derin bir nefes aldım. Şu an bunu düşünecek halde değildim. Alisya’yı buradan çıkartmam önceliğimdi. Gerisini sonra halledecektim.
Açılan kapı ile ışığı gören gözlerim kamaşıp kısıldı. “Abi.”
Kapının açılması ile bir iki adım atıp karanlık odadan çıktım. “Soru sorma Timuçin sonra. İçeriden kızın çantasını al. Ben çıkıyorum.” Kucağımda baygın yatan Alisya’yı kollarımı sıkarak kucağımda sabitleyip yürüme başladım.
Hızlı adımlarda kalabalığın arasından geçerek fabrikanın çıkışına doğru ilerledim. Onların olmayan zihniyetini s*kicektim. Onların canına okuyacaktım. Ama şimdi değildi, şimdi sırası değildi.
Dua etsinler ki kız baygındı. Fare deliğine de girseler artık kaçışları yoktu. Geçmişlerine güzel bir düzenleme yapacaktım. Ama şimdi değildi.
Şimdi tek ihtiyacım bir çift bana bakan ela gözdü.
Uyanmalıydı.
…
Alisya AKMAN
“Birisi yaptı. Bu mektup oraya boşu boşuna konulmadı.” İlerleyen sert adımları duydum.
“İçeri girmek benim fikrimdi ama birisi ya da birileri bizi orda tutmaya çalıştığı aşikâr. O kamera görüntülerini bulmadan, Cüneyt soysuzunun yerini öğrenmeden sakın beni arama!”
Gözlerim kapalı ileriden patronumun seslerini dinliyordum. Bitap düşen bedenim, sıcak bir koltuğun üzerinde üzerime serili bir battaniyenin içindeydi.
Gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım. En son bayılmıştım. Sanırım bedenim kaldığımız kapalı alana daha fazla dayanamadı ama Neredeydim ben? Gözlerimi açarak yattığım yerden kalkıp koltuğa sırtımı yasladım. Gözlerimi etrafımda gezdirirken nerede olduğumu düşünüyordum.
Sanırım birisinin evindeydik ve o birisi patronum oluyordu. “Uyandın mı?”
Yanıma gelen patronum karşımdaki koltuğa oturup gözlerime baktığında başımı sallayıp “Evet.” dedim.
“Nasıl hissediyorsun?”
Gözlerimi etrafta gezdirdim. Tuhaf, kendimi olmadığım kadar garip ve huzurlu hissediyordum. “Ben iyiyim, sanırım gitsem iyi olacak.” Bir ayağımı üzerime örttüğü battaniyeden çıkarıp yere koydum.
“Dur daha yeni sakinleştirici aldın dinlenmelisin ayağa kalkma.”
“Sakinleştirici mi?”
Dudağının bir kenarı büküldü. “Evet benim minik asistanım baygınlık geçirdin. Nasıl kendine gelmeyi bekliyordun?”
Utandım. Minik asistan. Ben mi? Yanaklarım bir alev topu gibi kendini firar ederken kendime gelemiyordum. Yanaklarımı görürse utandığımı anlardı. Gözlerimi artık ezberlediğim tablodan çekerek patronuma baktım.
“Ayrıca hazır cevap veremediğine göre iyi değilsin.” Oturduğu koltuktan kalkıp “Çorba yaptım bekle getireyim.” diye ekledi.
Çorba mı? Ali Bey? Yani patronum olandan. Yok artık.
Battaniyeden çıkardığım ayağımı tekrar içeri sokup bacaklarımı kendime doğru çektim. Tekrar uzanamazdım. Adamın evini bildiğin işgal etmiştim. Bir koltukta benim eşyalarım bir koltukta bana yaptığı yatakta duruyordum. Neden evime götürmemişti?
Gerçi götürse annem telaştan ne yapardı düşünmek bile istemiyordum. Kesin eski zamanlardaki gibi baskı ile karşılaşırdım. Bunun olmasını istemiyordum. Basit bir baygınlıktı hepsi bu.
Patronum Ali Bey mutfak olduğunu tahmin ettiğim yerden elinde bir tepsi ile yanıma gelince garipsedim. Çok değişikti. Bunu kelimelerle anlatmam mümkün değil. Bilmiyorum ama bana çorba yapması ya da şu an sehpaya benim için bir kâse çorba koyması bile çok değerli hissettirmişti. Çorbanın tadı nasıl olursa olsun hepsini bitirecektim. Sonuçta benim için yapmıştı. Benim için.
“Hepsi bitecek.” keskin bir tonda konuştu. Başımı salladım. Dilim tutulmuştu.
Bacaklarımı kendime çektiğimden yer açılan boşluğa geçip oturdu. Patroncuğum neden beni geriyorsun. Orada bir sürü yer var ama. Neden yanım. “Senin için ıhlamur ve papatya çayı da aldırdım. Bunu iç sonra onuda getireceğim.” Ciddi konuşsa da naif bir tınıda söylemişti. Ama ben ağlarım. Bu kadar değer bana fazla.
Başımı aşağı yukarı salladım. Yutkunuşumda acı vardı. Sanki konuşursam bu hayalden kopacaktım. Sanki bir rüzgâr, konuşursam beni hiç düşünmeden kapının ardına çekip atacaktı.
Gözlerim sehpanın üzerindeki çorba kasesinde ve yanında getirdiği iki küçük ekmeğe takıldı. İçimden ya bune deyip ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Özenle hazırladığı belli oluyordu.
Bu bir tavuk çorbasıydı.
“Ben…” diye mırıldandım.
“İtiraz yok!” itiraz edeceğimi düşünüyordu. Kurşun geçirmez sözlerini devam ettirdi. “Hadi ne duruyorsun.”
İtiraz etmeyecektim ki. Çekindim, ne bileyim. Beklenti ile bana bakıyordu. Patronumun evinde, salonundaki kanepede oturmuş bana yaptığı çorbayı içecektim. Bunu bana önceden deseler inanamazdım ama bu gördüklerim gerçekti. Reel hayatta daha neler görecekti bu gözlerim?
Gözlerimi kırpıştırıp cam gibi parlayan yeşillerine baktım. Gözlerimden gözlerini bir an olsun çekmiyordu. Sanki başını çevirse yok olacakmışım gibi bakıyordu. Onu korkutmuştum.
Elimi sehpanın üzerine doğru uzattım. Çorbaya uzanan elim sıcak bir el tarafından tutuldu.
Bileğimi kucağıma bırakıp “Benim hatam sen hastasın, ben içiririm.” İyide ben iyiydim.
“Yok, yok ben içerim zahmet etmeyin.” Eş zamanlı kucağıma tepsiyi koyup çorba kesesine daldırdığı kaşığı ağzıma doğru uzattı.
“Aç güzel ağzını.” diye mırıldanıp dumanı tüten çorbayı uzatırken üflemeyi de ihmal etmedi.
Bu karşımdaki adam kimdi ve benim patronuma ne yapmıştı? Hiç onluk bir hareket değildi. Orada bayılmamalıydım. Sanırım kendimi suçluyordu. İçini rahatlatmak için yavaşça ağzımı açtım. O iyi birisiydi. Hangi patron asistanı için böyle şeyler yapardı?
Birkaç kaşıktan sonra mideme inen sıcak çorba ile doymuştum. Sabahtan beri oradan oraya koşturup birde üzerine depoda kilitli kalınca halsiz kalsam da hakkını vermem gerekirdi çorba çok güzel olmuştu.
Çorbamın bitmesinin ardından birde dumanı üzerinde tüten bir fincan papatya çayını elime uzattı. “Teşekkür ederim.”
“İç.” diye mırıldanıp bu sefer yanıma oturmayıp ilerideki tekli koltuğa oturdu. Komikti bıraksalar gülecektim. Belki diğer insanlar için bu durum normal olabilirdi ama benim için değildi. Çünkü böyle bir şey ilk defa başıma geliyordu. Yani bir erkek bana çorba yapacaktı. Hayali bile göz yaşartırdı.
Ama yapmıştı.
İçtiğim bir yudum papatya çayını dizlerimin üzerine getirip tuttum. Artık oradan nasıl çıktığımızı sorabilirdim?
İleride oturan patronuma baktım. “Ali Bey, biz nasıl çıktık? Yani birileri sesimizi mi duydu?” dediğimde çıkık âdem elmasını oynayarak yutkundu. “Evet bir görevli çıkardı. Sen düşünme şimdi bunları.” diye konuştu.
Nasıl düşünmezdim. Bizi bulamasalar orada kim bilir ne kadar kalacaktık. Ya da çıkabilir miydik? Düşünmek bile istemiyordum.
Bir yudum daha yaptığı çaydan aldım. Eli lezzetliydi, benim yaptığım papatya çayları acı oluyordu ama bu içtiğim tatlıydı.
Düşünceliydi, bakışlarından bu belli oluyordu. Acaba kendini mi suçluyordu? O yüzden konuşmak ya da konusunun açılmasını istemiyor olabilir miydi? E tabi Alisya adama dersen bizi buraya siz soktunuz diye? İyide bunu bende düşünmüştüm. Hoş adama söylemesem de bu böyleydi.
Düşünceli gözlerle salonun boydan olan camından dışarıdaki bahçeyi seyrederken bir yere odaklanmış kaşları çatık, düşünceliydi.
“Sizin suçunuz değildi.” Konuşmam ile daldığı yerden gözlerini ayırıp bana baktı. “Yani…sonuçta bende o odaya girmek istedim…Sorun değil.”
Son dediklerim ile kaşları çatıldı. Sanki bam teline basmıştım. “Sorun değil mi?” dediklerime anlamlandıramayarak tekrar sordu. Sanki yanlış duymuş gibi tekrarladı. “Sorun değil.” Başını çevirip ayağa kalktı. “Öyle mi?”
Yutkundum. Ateşi fitilleyen sözlerim onu sinirlendirmişti. İyi de bir şey olmamıştı ki?
Çatılan kaşları kor bir ateş gibi çağlıyordu. “Seni ben oradan nasıl çıkardım senin haberin var mı Alisya ve sen bana sorun değil diyorsun öyle mi?”
Korkarak başımı salladım. “Evet yani sorun değil. Hem çıkmışız.”
Hiddetle sesini yükseltti. “Ya çıkamasaydık şu anda sence bu halde mi olurdun! İki tane sakinleştirici yedin Alisya! Seni hastaneye nasıl yetiştirdim peki bundan haberin var mı?”
Ne diyeceğimi bilmiyordum. Adama yük olmuştum. Oturduğum yerde kendimi sıktım. Kimseye yük olmak istememiştim. “Ben özür dilerim.” diye mırıldandım.
Sanki söylediklerim ile daha da geriliyordu. Eklemli burnunu elleri ile sıkıp derin bir nefes aldı. “Neden! Neden özür diliyorsun Alisya?”
“Bilmiyorum, sizi de sıkıntıya soktum. Sorun çıkardım.”
İki adım atarak yanıma gelip oturdu. Yüzüne bakamıyordum. Ortada bir şey yoktu ama dokunsalar ağlayacak gibiydim. O kapalı depoyu hatırladıkça da bu ruh halinden çıkamayacak gibiydim. Benim bilinmez kuyuların karanlığında yıkmıştı. Beklenmedik karanlık bana iyi gelmedi. Bunun emareleri ise şimdi gün yüzüne çıkıyordu.
“Bana bak!” Yüzüm ileride asılı tablodaydı. Her yerde sorun çıkardığımdan bu da sorundu. O yüzden benim için sorun değildi. Çenemde ufak bir dokunuş ile başım sola doğru çevrildi. “Bana bakar mısın?”
Baktım. Yeşilleri koyulaşmış keskin gözler ile bir şeyi onaylatmak ister gibi bakıyordu.
“Beni iyi dinle! Bir kere söyleyeceğim.”
Başımı salladım. “Sen ne sorunsun ne de sıkıntı anladın mı? Benim yüzümden oradaydık ve senin bunları düşünüp canını sıkmanı istemiyorum.” Çenemden parmaklarını çekerek. “Anlaşıldı mı?” diye sordu.
Başımı sallayarak onayladım. Güzel konuşmuştu ve itiraz edersem bu mesafede hiç iyi şeyler olmayacağından kabul ettim. Canımı seviyordum.
“Cevap?”
Konuşmamı istiyordu. “Anlaşıldı.” diye mırıldandım.
“Güzel.”
“Evet…öyle.”
Kaşını kaldırıp ilerideki sehpayı gösterdi. “Şimdi bitir o çayı.” diyerek yanımdan kalkıp salonu terk etti.
Titreyen ellerimi üzerimdeki battaniyenin yumuşak kumaşına sürttüm. Çok çok yakındı. İlk defa bu kadar yakından gözlerine şahit oldum. O yeşiller çağlıyordu. Ardından baktığımda yukarıya çıkan merdivenlere yöneldiğini gördüm. Başımı çevirip yaptığı papatya çayına uzanarak bir yudum aldım. Patronum çıldırmıştı ve patronumu çıldırtanda asistanı olarak bendim. İyileştiğimde bunun acıları bir bir çıkacak hissiyatı sırtımda yer etti. Ürpertti. Çayımdan bir yudum daha aldım.
Çayım bitene kadar sessizlik içinde tabloyu izlemeye başladım. Çok eski bir tabloydu. İleride birkaç tane daha vardı. Evet tablo seviyordu. Dönemsel tablolar salonun çıkışına doğru dönemsellikten çıkıyor soyut resimlere evriliyordu. Patronumdan hiç böyle bir izlenim almamıştım. Bana hep böyle çalışan bir tip olarak gözüktüğünden -hoş geçen okey oynarken yakalasam da- tırnak içinde strateji çalıştığından bir şey dememiştim.
Patronumun yokluğunda üzerimdeki battaniyeyi toplamış içerideki bulaşıkları makineye yerleştirip gelmiştim ama patronum hala yukarıdan inmediği için izinsizde evinden gitmekte istedim. O kadar bana yardım etti. Ne yapıyordu yukarıda bu kadar uzun?
Evinde bir hırsız gibi dolaşmak istemediğimden salondan da çıkamıyordum. Geldiğimden beri ilgimi çeken tablonun yanına doğru ilerledim. Yakından bakabilirdim sanırım. Ellerimi göğsümün altında birleştirip başımı hafiften eğip tabloyu inceledim. Tablonun kenarları kupürlüydü. Çiçek bahçesinde dolaşan iki kişi resmedilmişti. Küçük küçük çiçekler seçilmese de belli oluyordu.
Merdivenlerden inen ayak sesleri ile kulak kesildim. Geliyordu.
Kapıdan içeriye giren sesler çoğaldı. “Beğendin mi?” diye soran patronuma döndüm. Yanıma gelerek benim gibi kolların birleştirdi. Takım elbise giymiş ve tıraş olmuştu. Yoğun tarçın kokusu yanıma gelmesi ile buram buram ciğerlerime doldu. Bir yere mi gidiyordu? Kirli sakallarını hafiften kesmişti. Uzun değildi aksine yüzüne yakışan bir yapısı vardı. Saçının dağınık olan tutamları ise bu kez derli topluydu. Özenle hazırlandığı belli oluyordu. Acaba nereye gidiyordu? Sor Alisya her şeyi soruyorsun bunu da sor! Zihnimden düşüncelerimi kovdum.
Patronum bir cevap bekler bakışlarını görünce ellerim ile ileriyi işaret edip “Tabloyu mu?” diye sordum.
Başını belli belirsiz salladı. “Hoşmuş.” dedim. Artık gitme vaktim gelmişti. Daha fazla rahatsızlık vermeden konuşmaya devam ettim. “Ali Bey, ben artık gitsem iyi olacak.” Daha fazla eve geç kalmakta istemiyordum. Ali Bey de böyle şık bir şekilde hazırlanmış nereye gidecekse gidebilirdi.
Eşyalarımı bir koluma alarak tabloda resme dalan patronuma seslenerek kapıya doğru yürümeye başladım.
“Her şey için teşekkür ederim. İyi akşamlar Ali Bey.” Sanırım bir şey söylemeyecekti. Ayakkabılarımı giyip kapının kulpuna elimi atıp açtım.
“Dur!”
Peki, sanırım bir şey söyleyecekti. Dışarıya attığım adımımı gerisin geriye döndürdüm.
“Buyurun. Ali be…” diye cümlemi tamamlayamadan alnımda bir el hissettim. Elinin avucu sıcacıktı. Alnıma değdirdiğinde üşüyen alnımı bile o anda ısıttı. Adam yürüyen bir kaloriferdi. Ama patronum dedikte ani hareketleri beni bilmediğim kuyulara yolculuk ettiriyordu. Bunu ne yapacaktık orası meçhuldü.
“İyi ateşin düşmüş. Yarın şirkete gelme, dinlen.” diye tok sesiyle konuştu.
“Ama…”
“Dinlen! Yarın seni şirkette görmeyeceğim.” Sözleri kurşun geçirmezdi.
“Peki Ali Bey.” diye kabul ettim. Arkamı dönerek kapıdan çıktım. Daha fazla konuşacak bir şey yoktu. İyi bari en azından yarın ve pazar günü şirkete gitmeyecektim.
“Ali de Sadece Ali.” diye arkamdan seslendi patronum. Duraksasam da arkamı dönmedim. Başımı sallayarak gördüğünü umut ederek yürüyüp bahçesinden çıktım.
Ali Bey’e kendi içimde bile beyken adama nasıl ismiyle seslenecektim. Tamam en azından deneyecektim. Sonuçta kendisi istiyordu öyle değil mi? Patronumun bahçesinden çıktıktan sonra aşağı doğru yürüyerek kendi evimizin önüne geldim.
Evler yakın olsa da geniş bir yapıda olduklarından aralarında biraz mesafe vardı. Sabahtan beri uğraşılanlardan dolayı hava kararmıştı. Bahçede gördüğüm araçlara bakılırsa herkes evdeydi. Bakalım bugünde kaçabilecek miydim dedemden.
Kapının yanına gelerek çantamdan anahtarımı çıkartıp kapıyı açacakken kapı kendiliğinden açıldı. Anahtarı cebime atıp kapıyı açan kişi ile yüz yüze geldim.
“Dede!” diye mırıldandım. Şaşkınlıkla yutkundum. Diğer bir tabiriyle istenmeyen ottu. Ben dilime artık bir şey söylemiyordum. Ancak bu kadar olurdu. Nasıl kaçış yapacaktım. Etrafımda göz gezdirdim.
Kapıyı gülerek açan dedem ise beni karşısında gördüğünde gülümsemesini kesmeden “Gel kapıda kalma. Yorulmuşsundur geç dinlen.” diye konuştu dedem.
Yüzüm asıktı. Bütün birikmişliğin yükü ile yanağım sızladı. Artık kaçamazdım. O günden beri görmek istemediğim yüz karşımdaydı. Ama dedem sırıtıyordu. Resmen benimle alay eder gibi yüzüme bakıyordu. İşimi küçümsediğini bana bakan gözlerinden bile anlayabiliyordum. Bu kin çerçeveyi düşürdüğümden ise haklıydı ama bu kadar kini hakketmiyordum. Başka bir şey demeden yanımdan ayrılarak çekip gitti.
Derin bir nefes alırken hızla içeri girip kapıyı örttüm. Bugünün üzerine dedemi çekmek istemesem de kırıcıydı. Bir yük daha binen sırtımı doğrultup düşünmemek için zihnimin çekmecesine kaldırdım. Artık çekmeceme sığmayan düşüncelerim taşıyordu.
Sözleri, davranışları insanı kırıyordu. Beni de en çok bu üzüyordu. Bir şey yapsam diyecektim ki bu sebepten ama yaptığım ne bir davranış ne bir kötü söz vardı. Ben dedemi sevmekten başka karşıt bir tavır takınmamıştım. Bu ise üzücüydü. Yorgunlukla çıktığım merdivenlerden sonra adımlarım beni odama taşırken kapıyı açarak içeri girdim.
Zihin yorgunluğu geçmez dediklerinde anlamazdım. Beden yorgunluğu geçiyordu da insanı yoran zihin yorgunluğu ise kalıyordu. Filozof olana boşuna filozof demiyorlardı.
Aşağı bir daha inmeyerek üstümü değiştirip soluğumu yatağımda aldım. Sadece uyumak istiyordum. Uyursam geçerdi. Hep geçiyordu. Avutabildiğim yere kadar kendimi avutacaktım.
Başımı yumuşacık yastığımı koyarak gözlerimi yumdum. Düşlerime kırık penceremden bir ışık süzdü. Patronum acaba gitmiş miydi? Ee tabi gün boyu benimle ilgilenmekten adamı işinden gücünden ettiğimden kendime kızdım. Ne vardı bayılacak. O kadar da süslenmişti. Hep dağınık olan saç tutamları bu kez düzenliydi. “Aman bana ne nereye gittiyse gitti.” Gözlerimi tekrar yumdum. Bugün yeteri kadar uyusam da uyumak istiyordum.
Bedenimde aynı düşündüğünden uykunun bağrına gitmem kolay oldu.
…
Bir gece yarısı nöbetlerimden birisi olarak tekrar uyandım. Gece lambamı açarak gözlerimi kırpıştırdım. “Offf.” diye mırıldanıp sırtımı yatak başlığına yaslayarak dikeldim. Uykular haram oldu şarkısında bu kadar haram olmayan uykular, bir bana haramdı. Ellerimi yüzüme sürtüp kendime gelmeye çalıştım. Yorgun kırık düşlerim olup olmadık anlarda benimle olduklarından uykuyu bana haram ediyorlardı.
Bir yudum su alıp telefonumu elime aldım. Bugün hiç elime alma fırsatım olmamıştı. “Amann, yarın bakarım.” Tekrar yerine koyarak yatağımın içinde kayıp ışığıma uzandım. Elim havada kaldı. Kapatacakken depo anları aklıma gelince uzanan elimi geri çektim. Gözlerimi sıkıp uyumaya çalıştım.
“Uyu Alisya uyu.” diye kendi kendime mırıldanıp yatakta küçülebildiğim kadar kendimi saklayıp uykuya teslim oldum. Yorgun düşlerim lütfen beni uyutun. Unutun ki tekrar onları görebileyim.
…
Odamın pencerelerinin çekilme sesi ile uyanmaya çalıştım. Kışa yaklaşan günler, karanlık zamanlar olsada yüzüme yansıyan ışığın vurması ile bugün havanın aydınlık olduğu anlaşılıyordu. “Günaydın uykucu. Hadi kalk geç kalacaksın!” diye konuşan annemin sesi ile gözlerimi aralayıp nerede olduğuna bakıp tekrar gözlerimi yumdum.
“Anne, beş dakika daha.” diye yorganıma tekrar sarıldım. Sahi ben bu sıcak yatağı her sabah nasıl terk ediyordum insan şaşıyordu.
“Alisya Kızım kalk. Aa üstüme iyilik sağlık!” diye kızdı annem. Kesin elleri belindeydi. Gözlerim kapalı olsa bile bunu görebiliyordum. Sanırım kalksam iyi olacaktı.
“Tamam anne kalktım.” diye mırıldanıp yatağımda dikeldim. Evet dinlenmek bu kadardı. Dağılan dalgalı saçlarımı gözümün önünden iteleyip gözlerimi kırpıştırdım. “Off ama ben bugün işe gitmeyeceğim ki.”
“Neden?” diye konuştu annem. Çok güzel bir soru sorduğu için içimden annemi tebrik ediyordum. Sahi neden? İzinliyim desem yine soracaktı.
“Bugün bana ihtiyaç yokmuş.” diye konuştum. Bence doğruydu bu yalan sayılmazdı. Sonuçta Ali Bey gelmemi istememişti. Kesin bugün rahat takılıyordur ya da kızacak birilerini arıyordur. Bugün çık Alisya diyemeyecekti.
“Kime sırıtıyorsun sen?” Annemin sorusu ile “Ben mi?” diye kendimi gösterdim. Sırıtıyor muydum? Hiç farkında değildim.
“Evet.”
“Yoo…öyle mi?” diye yüzümü düzeltip devam ettim. “Aman boş ver bugün dışarı çıkalım mı? Anne kız?” diye şakıyarak yatağımdan çıktım.
“Olur bakalım. Hadi hazırlan kahvaltıdan sonra çıkarız.”
“Tamam.” diye konuşarak banyoya doğru ilerledim.
…
Kahvaltı faslı sessiz sedasız geçtikten sonra üzerimi giyinip annem ile dışarı çıkmış biraz takılmıştık. Aslında benim içinde iyi olmuştu. Şu bir hafta da işe alışma, ismini anmak istemediğim Cüneyt belası ve depo olayları beni bir hayli yıpratsa da içimde yaşadıklarım ise cabasıydı. Kimseye anlatamıyordum. Dediklerim ile beni baskılayacaklarından susmak en iyisiydi.
Yatağımdan kalkıp penceremin kenarına doğru gittim. Eve geldiğimizde yorgunluktan kendimi odama attığımdan beride aşağıya inmemiştim. Dedem ile bir süre göz göze gelmek istemediğimden ne adar uzak kalsam o kadar benim için iyiydi. Yarın içinde Gülce ile bir yerlere çıkmak için anlaşmıştık. Nerdeyse bir haftaya yakın bir türlü buluşamamıştık.
Eve geçtiğimden beri tesadüf eseri olsada Ali beyi göremedim. Akşam karanlığı çöken etrafta şehrin ışıkları yansa da Ali Bey’in evindekiler sönüktü.
“Acaba hala işte miydi ki?” O kadar da işkolik değildir ya. Gözlerim odamdaki saate takıldı. İyide saat on ikiye geliyordu. Sanırım evde yoktu. Işığımı söndürüp yatağıma uzanarak uyumaya çalıştım.
Uyku, bu aralar ihtiyacım olan bir ilaçtı.
“Yakalayamazsın. Hıhıh.” diye gülücükler saçarak koşan küçüklüğümü bir parkta buldum. Bu park çok tanıdık geliyordu. Eski kırmızı salıncaklar, mavi uzun, yüksek kaydırak çok tanıdıktı. Sanki dilimin ucundaydı da çıkartamıyordum. Mavi park. Evet evet buranın adı mavi parktı. İyide burası neresiydi?
“Yavaşla bak düşeceksin.” diye konuşarak arkasından koşan erkek çocuğuyla tekrar onlara döndüm. Parkın etrafında koşuşturmaca oynuyorlardı.
“Ben düşmem ki.” diye konuşan küçüklüğüm ardından attığı adım ile kendi ayağına dolanıp yere kapaklandı. “Acıyor. Ağğ acıyor. ağağ.” kendimi bilmesem-tamam sakar olmadığımı kabul etmiyorum ama- bu bendim.
İlerden koşup gelen erkek çocuğu ise hemen küçüklüğümün yanına gelip diz çöktü. İsmini söyle lütfen ismini söyle. “Ben sana dedim ama değil mi?” diye kızarken daha çok ağlıyordum.
“Ağlama” diye konuşan erkek çocuğu göz yaşlarımı küçük elleri ile silmeye başladı. Benden yaşça biraz büyük olsada abimle yaşıt gibiydi. “Neresi acıyor.” diye sordu. Endişelendiği yüzünden belliydi.
“Dizim, ağğağ acı-yor.”
Etek giymiştim. Küçükken de demek ki etek giymeyi seviyordum. Küçük oğlan çocuğu dizlerimi elleri ile silip temizledi. Sanki sakarlığı hep yaptığımı bildiğinden cebinden çıkardığı yara bandını güzelce dizime yapıştırdı.
“Geçsin acı-acıyor.” diye konuştu küçüklüğüm. Yanaklarımdan süzülen iki büyük damlayı silip yaralı diz kapağıma bir buse konduran erkek çocuğuna dikkatle bakarken yanaklarımda bir ıslaklık hissettim.
“Öptüm geçti.”
Ben ağlıyordum.
Derin bir nefes alarak gözlerimi açtım. Ellerim direk yanaklarımı bulurken göz çukurlarımdaki ıslaklığı fark ettim. Rüyalarımda ağlamasam da bu rüyam benim çok üzmüştü.
Telefonumun sesi odanın dört bir yanında yankılanıp kulağıma doldu. Elimi komodinime doğru uzatıp elime alarak açtım.
“Efendim” diye kendime gelip uyku mahmurluğunu atmaya çalıştım.
“Ben geldim Alis, aşağıdayım seni bekliyorum.” diye konuşan Gülce’nin sesi ile telefonu kulağımdan çekip ekrana baktım. “Şimdi mi?” diye şaşkınlıkla sordum. İyide daha buluşmamıza vakit vardı.
“Kızım saat on iki.”
“Şaka yapıyorsun?” direk gözlerim odamdaki saate takıldı. Ne ara on iki olmuştu.
“Uyuyor muydun yoksa?” diye şüpheyle sordu Gülce.
“Yok yok ne uykusu ben tam beş dakikaya yanındayım.” Telefonu bir kenara fırlatıp, hızlıca yatağımdan kalkarak banyoya ilerledim. Duş almaya vaktim yoktu. Sanırım pazar diye kimse beni uyandırmamıştı. Hızlıca işimi halledip dolabımdan aldığım kıyafetleri üzerime geçirdim. Saçlarım dünden kalma dalgaları olduğundan sorun değildi. Hafif bir makyaj yaparak yüzüme renk verdim. Ben bu saate kadar nasıl uyumayı başardığımsa kendi içimde merak konusuydu.
Üzerime deri ceketimi alarak çantamı koluma taktım. İşte olmuştu. Parlak glossumu da dudaklarımda gezdirip aynaya son bir kez bakıp odamdan çıktım. Kız kıza takılacaktık. Bugün Gülce’yi, Ceyda ile tanıştıracaktım. Gülce aramasa hiç kalkmaya gönlüm yoktu sanırım yataktan.
Şirkette giyemediğim topuklu botlarımı ayağıma geçirip dışarıya çıktım. Dışarıda kimsenin aracı görünmüyordu. Bahçeden çıktığımda ister istemez gözüm yan taraftaki evin yoluna takıldı. Aracı yoktu belki içeri park etmiş olabilirdi.
Bir aracın korna sesi ile kendime gelip yönümü karşıda beni bekleyen Gülce’nin yanına doğru ilerlettim. “Selam.” diye konuşarak aracın içine girdim.
“Selam tatlım.” Gözlüğünü indirip “Kemerini bağla bebek, seni kaçırıyorum.” diye gülerek şakıdı.
“Deli” diye söylenip kemerimi bağladım. Bugün doğa ile iç içe olacağımız bir yere gidecektik. O yüzden biraz şehir hayatından da uzak kalmak için Gülce’nin ayarladığı Kavaklı sakin köye gidecektik. Adı böyleydi. Yoldan Ceyda’yı da alıp yola koyulduk.
Bir saat sonra gideceğimiz yere vardığımızda Gülce, aracını park edip yanımıza geldi.
“Çok güzel.” diye gülen gözlerle konuştu Ceyda’ya katıldım. Mutlu olduğu sesine yansıyordu.
Etrafımda gözlerimi gezdirdim. Burası cidden çok güzeldi. Her taraf yemyeşil adeta bir ormanı anımsatıyordu. Şehirde kar birikintileri olsada sanki buraya hiç uğramamıştı.
İçeri doğru geçtiğimizde bizim için ayarlatılan masamıza doğru ilerledik. İçerisi ferah bir yapıya sahipti. Ahşaptan örülü duvarlar ve ona eşlik eden masalar. Sanırım köy, adını Kavaklı diye ağaçtan alması olasıydı. Her yerde ahşap kullanılmıştı.
İlleri de sahilin olduğu tabi mevsimi olmadığından insanlar denize girmese de sahilde dolaşan insanları oturduğum yerden görebiliyordum. “Gülce burası bir harika tekrar gelmeliyiz.” diye konuşan Ceyda’ya gülümsedim. Yol boyu sohbet ettiğimizden kaynaşmamız uzun sürmemişti.
“Bence de ama bu sefer sezonun da gidelim denize de gireriz.” diye söyledi Gülce.
Başımı sallayıp onayladım. “Evet ama bu hali bile çok güzel.” Etrafa bakmaktan kendimi alamıyordum. Kışın soğuğu buraya uğramamış gibi etraf yemyeşildi.
Siparişlerimizi verdikten sonra gelen yemekleri iştahla yemeye başladım. Sabahtan beri -yani benim için öğlen olabilir- yemek yemediğim için güzel kokulu yemeğin tadını çıkardım.
“Biliyor musunuz? İki gün sonra baro birliğinin hazırlamış olduğu bir parti var.” diye merakla konuşan Ceyda’ya kulak kesildim.
“Ne partisi.” diye sordum. Bana böyle bir şey söylememişti Ali Bey. “Senin haberin yok mu? Aslında Ali’nin de haberi vardı. Hatta bana da o söyledi.”
“Dün Ali Bey bana izin verdi.” merakla bakan iki çift göz görünce anlatmaya devam ettim. “Aslında baştan anlatmam gerekirse dün biz bir dava için bir tanığı görmeye gittik. İşte fabrikanın içinde dolaşıyorduk. Sonra bizde bir odaya girince odanın kapısının da kulpu yokmuş…” diye sustuğumda tepkilerine bakmak için başımı kaldırdım.
“Eee sonra.” merakla soran Ceyda’ya bakıp devam ettim.
“İşte sonra bizde içeride kilitli kaldık.”
“Alisya!” diye endişeyle konuşan Gülce’ye bakıp içini rahatlatmak için gülümseyerek devam ettim. “Sorun yok. Bir görevli gelip bizi çıkarmış sonra işte yorgunluktan Ali Bey izin verdi.” diye hızlıca konuştum.
“Ayy ne romantik patron ve asistan. Bayılırım böyle hikayelere.” diye şakıyan Ceyda’ya kaşlarımı çattım.
“Ceyda!” diye sitem ettim. Patronum ve ben yok daha nelerdi. Yanaklarımın bir volkan gibi fokurdadığını hissettim. Yanan alevlerin kıpırtısı yanaklarımı ateşe veriyordu. Yutkunuşum ile nefeslendim. Sakin. Sakin kalbim. Sakin.
“Ne?” gülerek etrafına bakınan Ceyda, konuşmaya devam etti. “Beni Oğuzhan’la kapalı bir odaya koysalar varya. Romantik olurdu bence.”
Ne romantik ne romantikti o gün. Birde bana sorun demek geçse de sustum. O gün ayılıp bayılmaktan kendime gelmem uzun sürse de şu an mutlu anlarını bozmak istemiyordum.
Vaktimizin çoğunu sohbet eşliğinde geçerken ilerleyen saatlerde etrafı gezip tekrar evlerimizin yolunu tuttuk. Güzel bir pazar günü olmuştu. Haftanın yorgunluğunu bir günde atmış gibi huzurlu geçmişti.
“Dikkatli git.” diye konuşup Gülce’nin aracından indim. Gülce giderken sağa sola bakıp karşıya geçecekken adımlarım duraksadı. İleride tanıdık bir araç gördüm. Bu Ali Bey’in aracıydı.
Ali bey dönmüştü, sanırım işi bugün erken bitmişti. Kalbim tekledi. Bugün konuşulanlar ile amansız kuyularımda çağlayanlar nilüferlerimi sulayarak akıp gitti. Acaba yanına gitse miydim? İyide ne diyecektim? Nasılsın? Evet bu olurdu. Aracından inerken beni görmese de ilerleyip yanına gidecekken diğer bir kapının açılması ile o tarafa bakmayı sürdürdüm.
Yanında birisi daha vardı. Araçtan inen bir kız Ali Bey’in açmış olduğu kolunun altına girip içeri doğru giderek gözden kayboldular. Duraksadım. Bu kadın kimdi ki?
“Alisya hanım, bir sorun mu var?” diye konuşan korumaların sesi ile gözlerimi kırpıştırdım. “Hı?” diye korumalara baktım. Ne olmuştu.
“Alisya Hanım.”
Yutkunup konuştum. Boğazıma sanki anlık bir yumru oturdu. “Yok bir sorun.” diyerek bahçeden içeri girip eve doğru yürüdüm.
Sevgilisi miydi acaba? Aman banane. Cebimden çıkardığım anahtar ile eve girdiğimde yüzüm asıldı. Kalp kehribarım çırpınıyordu. Kimseye görünmeden hızlıca odama geçtim. Üzerimdeki eşyaları bir kenara bırakırken gözüm balkonuma takıldı. Demek o yüzden o kadar süslenmişti.
Kızı uzaktan gördüğüm kadarıyla güzel masum bir yüzü vardı. Aynaya yansıyan görüntüm ile kendimi geriye çekip üzerimdekilerden kurtularak duş almak için banyoya doğru ilerledim. Zihnim yeterince doluydu. Düşüncelerim bir ırmak gibi akıp gitmesi için suya ihtiyacım vardı. Berrak temiz bir su her şeyi alıp götürürdü.
Akşam yemeği için üstüme giydiğim rahat kıyafetlerim ile aşağıya doğru inmek için odamdan çıktım. Artık daha fazla dedemden kaçamazdım. Annem ve babamın işkillenmesini istemiyordum. Salondan içeriye adım attım. Herkes buradaydı.
“Alisya yüzünü gören cennetlik.” diye konuşan Levent Abiye baktım. Geçen ki sarhoş halinden beri bir şey olmamıştı ve şu an normaldi.
“Evet öyle oldu.” diye geçiştirdim. “Ali ile iyi anlaşıyormuşsunuz.” diye soran Levent abiye kaşlarımı çatıp sordum. “Ne konuda?” diye bir koltuğa oturdum. Bunlarda takmıştı, abi kardeş. Annemle babam diğer alanda sohbet ettiklerinden bizi duymuyorlardı.
“İş tabi ki başka ne olacak.” diye keskin bir tonda mırıldandı.
“Anlamadım.” ne diyordu bu?
“Bence anladın.” Kaşlarını kısıp ellerini koltuğun arkasına attı. “İşler diyorum iyi mi gidiyor?”
Dişlerimi sıkıp “Evet iyi gidiyor. Böyle de gidecek.” diye konuştum. Nerden biliyordu ki iş konusunu sorguluyordum.
Murat amcam “Levent!” diye seslenince “Umarım yani tabi iyi olur.” diye konuşan Levent abi ile bu saçma muhabbeti kesmek için hazır olan sofraya geçip sandalyeme oturdum.
Diğer aile üyeleri de yerini alırken sessizce tabağımı doldurdum. Yemek yerken sessizce tabağımdakilerle oynuyordum. Canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Ara ara başımı kaldırdığımda dedem ile amcamın amansız bakışlarını yakalasam da bu kısa sürüyordu. Ne iş döndüğünü öğrenecektim. Ne iş karıştırıyorlardı bunlar?
Yemek faslı bittikten sonra erkenden odama çekildim. Sanki her yerimde bir kırgınlık vardı. Göğsüm bin bir gecenin yükü ile donatılmış gibi ağrıyordu. Daraltı gelince balkonuma hırkamı alarak çıktım. İçimde kızgın alevler fokurduyordu. Dedemle amcam ne karıştırıyordu acaba? Koltuğuma kendimi atıp nefes aldım. Şirkete gitsem hemen haberleri olurdu. Nasıl öğrenebilirdim, nasıl?
Zihnimde bir fikir penceresi açıldı. Ofis. Tabi ya ofisi. Evde dedemgilin çalıştığı bir ofis odası bulunuyordu. Oraya girebilirsem belki bir şeyler bulabilirdim. Açık hava cidden insanın zihnini açıyordu. Koltuğumdan kalkıp odamın kapısını açtığımda bir ses duydum. Bir gülme sesiydi. Arkamı döndüğümde bugün Ali Bey’in yanında gördüğüm kız balkona çıkıyordu. Hızla içeri girip kapıyı örttüm. Telefon ile konuşan kız parmaklıklara tutunarak konuşmaya devam etse de duyamıyordum. Perdenin arkasından baktığımda Ali Bey de içeriden çıkarak ayak üstü bir şey konuştular sonra içeri tekrar girip gözden kayboldular.
Bir dakika, perdeyi sıktığım elimi bırakıp rahatlattım. Ben neden kaçıyordum ki? İlk defa gördüğüm birisiydi. İnsanların elbette sevgilisi olabilirdi. Beni ilgilendirmezdi. Perdenin yanından çekilerek yatağıma oturdum. Ne yapacağımı bilemeyerek etrafta göz gezdirdim. Suyum bitmişti sanırım aşağı inip doldursam iyi olacaktı.
Su şişemi doldurmak için mutfağa doğru ilerledim. Herkes odalarına dağıldığından ev sessizdi. Yüreğim ise gizli sığınağından firar etmiş gibi gümbürdüyordu. Kulaklarımı sessizliğe kapadım.
Sürahiyi doldurup arkamı dönünce karşımda aniden dedemi gördüm. Ellerimdeki güç boşalacakken hızla şişeye tutundum. Ne zaman gelmişti. Kendi sesim dışında kimseyi görmemiştim. “Konuşamadık.” dedi sakinlikle dedem. Fırtına öncesi sessizliği gibi yüzünde ketum bir bakış vardı.
Ürktüm.
“Ne konuda.” diye mırıldandım. Sanki her an bir şey yapacak gibiydi. Gözüm mutfağın kapısına takıldı. Evet açıktı beni duyarlardı. Sakin ol, korkma.
“Sen beni aptal mı sanıyorsun Küçük! Geçen bizi görmediğini bilmediğimi mi sanıyorsun.” Bunu demesi ile tükürüğüm boğazımda takılı kaldı. Beni görmüştü. Lanet olsun onları dinlediğimi biliyordu. Kapının arkasında olduğumu nasıl görmüştü ki. Ben bitmiştim bu sefer kesin bitmiştim.
“Yanlış sulardasın torunum.” eğreti bir tavır takınırken gözleri yüzümde gezindi. “Kara sularından çıkma yanarsın!” diye gülerek konuştu dedem.
Ama hayır bir şey yapamayacaktı. Bu kez izin vermeyecektim. “Dede bence sende çıkma kara sularından. Eğer yanlış bir şey görürsem babama söylerim.” Ciddi bir tonda olmasına özen göstererek gözlerine baktım. “Sen söyle babamdan ne gizliyorsunuz?”
“Seni bacaksız! Büyümüşte beni tehdit mi ediyorsun.” diye dişlerinin arasında konuştuğunda sinirlendiği çatılan kaşlarının gözlerine inmesinden belliydi. Bana doğru adımlayınca bir adım kapıya doğru geriledim.
Artık geri dönüş yoktu. Dağıtılan kartlar belliydi. Bana dağıtılan kartımı ortaya koydum. “Hayır. Sadece söylüyorum…şimdilik.” diyerek bir şey demesini beklemeden mutfağı terk ettim.
Merdivenlerden koşarak odama doğru geçtim. Ayaklarım zangır zangır titriyordu. Dizlerimi hareket ettirirken gerginlikten kendimi alamadım.
Resmen dedeme karşılık vermiştim.
Kapımı kilitleyip ilaçlarımın olduğu çekmeceden iki tane ilaç alarak susuz bir şekilde yuttum. Suyu o hengamede alamadığımdan zorlukla mideme gönderdiğim ilaç ile rahat bir nefes aldım. Ben ne yapmıştım. Ben, ben ilk defa dedeme karşılık vermiştim. Ben ne yapmıştım. Bacaklarım korkudan titrese de bu, iyi hissettirmişti. Korksam da iyi hissettirmişti. Bundan sonra ne olacağını ise zaman gösterecekti.
…
Gün beyaza dönerken yüzüme yansıyan parıltılar ile güçlükle yutkundum. Sabah olmuştu. Gözlerimi bitkinlikle açarak kırpıştırdım. Aklıma gelenler ile yüzüm buruştu. Şirkete gidecektim. Ama içimden şuradan şuraya gidecek ne enerjiyi ne de bir istek vardı. Güçlükle yatağımdan kalkarak banyoya doğru ilerleyip işlerimi hallettim. Yapacak bir şey yoktu. Dolabımın karşısına geçerek ne giyeceğime bakındım. Renkli kıyafetler geç. Etek hayır. Gözüme bir elbise takılınca askılıktan çekip çıkardım.
Üzerime bugün siyah bir elbise giymek istiyordum. İçimi yansıtan bir renk olması iyi olmuştu. Üzerime geçirdiğim askılı vücudumun hatlarını ortaya çıkaran elbisemle aynada aşk yaşarken gözlerim ayaklarıma takıldı. Bu elbiseye en güzel topuklu ayakkabı giderdi. Gözlerim botlarım ve sitelettolarım arasında gidip gelirken uzanıp sitelettolarım aldım.
Canım bugün kurallara uymak istemiyordu!
Hazır bir şekilde dışarıda çağırdığım taksinin gelmesini beklerken gözlerim sağ tarafa doğru kaydı. Ali bey daha evdeydi. Aracını dışarı park ettiğinden belliydi. Gözlerimi oradan çekip önüme dündüm.
Taksinin gelmesi ile kapıyı açarak içeri girdim. “Arıkan holding.” diye konuşup arkama yaslandım. Vakit erken olduğundan biraz uzun yoldan ilerleyip ardından şirkete geldim.
Kendimi yenilenmiş gibi hissederken şirketin içinde asansöre bindim. Yine erkenciydim. Ne kadar taksi ile uzun yoldan gelsem de vakit daha vardı.
Gelen asansör ile odamın yolunu tutarken Ceyda’nın olduğu yere baktığımda yerinde olmadığını görünce odamdan içeri girdim. Sanırım erken gelmiştim. Daha iyiydi.
Üzerimdeki ceketimi çıkartıp askılığa astım. Odanın içerisi sıcak olduğundan rahat bir nefes aldım. Sıcaklık iyiydi. Yapacak bir işim olmadığından masanın üzerindeki dosyalarla oyalanmaya başladım.
Biraz zaman geçtikten sonra yan odanın kapısı açılarak içeri heybeti ile Ali Bey girdi. İşte başlıyordu. Midemde kırgın kuyuların bilinmez taşları fokurdayarak rahat bir nefes almamı engellerken eş zamanlı masanın üzerindeki telefon çaldı.
“Alisya odama gelir misin?” diye tok sesi ile konuştu patronum. Misin bakın altını çiziyorum misin bu bir ricamı yoksa bana mı öyle geliyordu? Rica ise gelmek istemiyordum. Acaba desem ne derdi?
Kendime gelip “Geliyorum Ali Bey.” diyerek bir şey söylemesini beklemeden telefonu yüzüne kapattım. İleride eli havada kalan patronumdan gözlerimi çekerek sandalyemden kalktığımda tableti ve kalemini alarak odadan çıkarak patronumun kapısına geldim. Elim havaya kalktı.
Tık tık.
“Gel.” sesi ile içeriye girdim. Tak tak tak odada yankılanan topuklu ayakkabımın sesi ile patronum yanına adımladım. Dosyadan gözlerini çeken patronum sesin kaynağına bakarken ben elimdeki tableti açmakla uğraşıyordum. Bir kaşı havaya kalkmış sorgu dolu ifade ile bana baktığında “Buyurun Ali Bey.” diyerek başımı kaldırmadan konuştum.
“Alisya” şaşkın tonu sesine yansıdı.
Bakışlarım açamadığım tabletin dosyasındayken. “Efendim Ali Bey.” diye konuştum.
“Yok bir şey.” Masadan kalkması ile başımı tabletimden kaldırdım. Yanıma doğru geliyordu. Masanın etrafında dolanıp önümde masasına doğru yaslanıp kollarını birleştirdi. Şimdi fark ediyordum da her zamanki gibi üzerinde jilet bir takım elbise vardı. İçine giydiği siyah boğazlı kazağı çıkık âdem elmasını istese de kapatamıyordu.
Ben ayakta dikilirken karşılıklı birbirimize bakıyorduk. Gözlerimi kaçırdım. Bu yanlıştı adamın sevgilisi vardı. Ayrıca o benim patronumdu. Neden hala anlamını bilmediğim bakışlarla bana bakıyordu.
Gözlerimi kısıp “Ali Bey?” diye konuşarak yeşillerine baktım.
“Sonunda yakaladım.” dedi.
Boş bulundum. “Neyi?”
“Gözlerini.” diye elalarımı tekrar yakaladı. Son dediğini duymamazlıktan gelerek “Konu neydi?” diye sordum. Zira yanaklarım yanıyordu.
“Konu… sana güzel bir haberim var.” dedi.
Yutkundum. Yoksa sevgilisi olduğunu mu söyleyecekti? Saçmalama Alisya adam senin arkadaşın mı? Mantıklıydı ama mantık, zihnimden çoktan başını alıp gitti. Vücudum titredi. Yoğun bakışları altında tedirginlikle dudaklarımı araladım. “Nedir?” diye sordum.
Patronum ise birleştirdiği kollarını iki yanına indirirken dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Zeyna davasını bugün itibariyle tekrar açtık. Hatta görgü tanığı bugün buraya gelecek.”
Şaşkınlıkla ağlayıp gülmek arasında kaldım. “Yani… şimdi.” diye zorlukla konuşurken gözlerimi kırpıştırdım.
“Evet Alisya, en zoru dosyanın açılmasıydı ama ayarladığın dosyayı inceledim. Bu dava bizim sonuna kadar.” diyerek başını salladığında ne önünü ne ardını düşündüm.
Sadece mutluluğumu paylaşmak istedim. İki büyük adım atarak kollarımı Ali Bey’in boynuna sardım. Bu bu çok güzel bir haberdi. Zeyna artık huzurla uyuyacaktı. Heyecandan ne yapacağımı bilemiyordum. Çok mutlu olmuştum. Kollarımı boynunda sımsıkı sararken aklım başımda değildi.
“Bu çok mutlu bir haber. Yani şimdi Zeyna bir nebze olsun rahat uyuyacak.” Gözlerimin içi dolarken kendimi sıkıyordum. Başaracaktık. Bunu biz birlikte başaracaktık. Kollarım tarçın kokulu sıcaklıkta dahada yer edindi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.01k Okunma |
1.84k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |