29. Bölüm

22. Bölüm; KARLI NORMAL BİR AKŞAM

Katherina
umutkirintisiniyaz

Merhaba, keyifli okumalar dilerim.

Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen. Oy ve yorum sayısı az olursa yine bölüm geç gelecektir bilginize.1

 

 

 

🩹
“Bazen bazı şeyler gökyüzünden yağan beyaz kar kadar masum olabiliyor.”

Kalp, nefret etse dahi, aşk her zaman olduğu gibi yine tüm duyguların en ağır basanıdır. Hem tüm duyguları kendinde barındıran, hem de tüm duyguların en üstün olanıdır. Kalbin nefret de etse, aşk onu köreltir ya da yaşatır. Ama kendini gün yüzüne çıkarır.

işte bu yüzden sevdiğinden nefret etmek pek de mümkün olmaz ya. Sana her ne yapmış olursa olsun, kalbin hala onun için çarpıyorsa şayet, kifayetsiz kalır herşey ve tüm yaşananlar.

Çünkü aşk, tüm zincirleri kırmaya yeter. Tıpkı, tüm günahların affolması gibi…1

🩹

Ne için benden gitmek hep en kolay şey oluyordu? Neden benden bu kadar kolay vazgeçebiliyorlardı? Hani zordu? Hani benden gitmek hep en zor şey olmuştu? Benden gitmek bu kadar zorsa şayet, neden sırtını baka dönüp gitti? Kolay değilse madem benden gitmek, hani neredeydi?

Yalanlar… hepsi yalan. Benim annem bana yaşan söylemişti, el oğlu mu bana yalan söylemekten çekinecekti… komikti, gülünçtü.

İnanmam aptallıktı.1

Yerde dizlerimin üzerine çökmüş hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Öyle bir ağlıyordum ki, göğüs kafesim nefes alamadığım için hızla inip kalkıyor, almaya çalıştığım nefesler kesik kesikti. Sanki yarınlar yokmuşcasına, sanki insan ağlayarak ölebilecekmişcesine büyük bir şiddetle ağlıyordum. Ellerim dermansızda yere tutunmuş, saçlarım önüme düşmüş yüzümü kapatırken, halıyı avuçlarımla sıkıyor, büyük ve sesli hıçkırıklarla ağlıyordum.

Kalbim ne ara bu kadar karanlığa gömülebilmişti? Ne zaman birinin canını yakan taraf olmuştum? Canım artık acısını hissetmeyeceğim kadar çok yandığında mı? Acım artık hissizliğe kapıldığında mı?

Gözlerimden sanki bardaktan boşalırcasına akıyordu yaşlar, akın ederek. Göğsümü sarıp sarmalayan acı, bende daha çok ağlama hissi uyandırıyordu.

Artık neye ağlayacağımı şaşırmıştım. Kendime mi ağlayacaktım? Yaşadıklarıma mı? Acıma mı? Yoksa bir kaç dakika önce annesinden vurduğum adama mı? Kime? Neye?

Yaman Karayel kötü ve kalpsiz bir adam olabilirdi. Ama o öksüz bir adamdı. Annesi yoktu. Ve ben onu annesinden vurmuştum. Üstelik gözleri önünde öldürülen annesinden. Onu en çok annesinden vurmak yaralardı ve ben onu annesinden vurmuştum.

Emindim, dudaklarımdan dökülen her bir kelimenin onda nasıl bir etki yarattığına emindim.1

Giderek ben de mi kötü oluyordum? Kötülerin arasında kala kala, onlardan birşeyler mi alıyordum?

Hıçkırıklarım beni boğmak ister gibi artış gösterdiğinde, gözlerimin yandığını hissediyordum.

Öyle şiddetli ağlıyordum ki, bundan nefret ediyordum.1

ağlayışım daha da şiddetlendi. Kalbim göğüs kafesimi delip geçmek ister gibi hızla atmaya başladı. Göz yaşlarım yanaklarımdan aktı. Yandı, harlandı ama hiç sönmedi.

Sanki delirmişcesine ağladım ardından.

”Nefes” yarım saat kadar sonra duyduğum ses ile, koltuğa yasladığım başımı kaldırıp salonun kapısına baktım. Roza ve İlyas. Salonun girişinde durmuş, anlamaz ifadeleri ile bana bakıyordular.

Artık öyle şiddetli ağlamıyordum. Hıçkırıklarım dinmişti. Ama öylece, boş tavana bakarak ağlamaya devam etmiştim.

Roza gelip telaşlı bir halde önümde diz çöktü.

Dağılmış saçlarımı eliyle düzelterek kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Nefes, güzelim iyimisin? Birşey mi oldu?” Diye sordu benim için endişelenen sesi. Nasıl görünüyordum bilmiyordum.

Ama harabeydim, biliyordum.

Yıkık döküktüm, biliyordum.1

Bir enkazdım, biliyordum.

Dağılmıştım, hiç toparlanamamış gibi.

Toparlanamamıştım, hiçbir zaman. Becerememiştim, dimdik ayağa kalkmayı. Ama hiçbir zaman da dışardan yıkılmış gibi görünmemiştim. Ama artık yalandan bir maske takıp da gizleyemiyordum hiçbir şeyi. Yaralarımı saklamayı artık beceremiyordum. Artık hiçbir kapatıcı yetmiyordu, kapatamıyordu yaralarımı. Gizlemekten vaz mı geçmiştim. Ya da gizlemekten yorulmuşmuydum. Sanırım, artık tükenmiştim.

“Ona gidelim” dedim, sanki bu bir ihtiyaçmış gibi. Sanki ona ihtiyacım varmış gibi. Sanki zehir de panzehir de oymuş gibi. “Mezarlığa gidelim. Annesine. Beni ona götürün” yara da, merhem de aynı kişiydi. Ondan başka, kimsem yokmuş gibi hissediyordum, anlayabiliyormusunuz.1

Bir adam, üstelik bende yara açan adam, bana yuva mı oluyordu.1

Ya da çoktan bana yuva olmuştu da benim haberim yoktu.

Olabilirmiydi?

İlyas geldi yanıma, önümde eğilerek kollumdan tutu, ben düştüğüm yerden şevkatle kaldırdı.

 

 

 

❤️‍🩹🩹

Yine gidecek bir yer bulamamıştı. Yine aynı yere gelmişti. Aynı noktaya, aynı isime fakat cansız bir varlığa. Artık bu dünya üzerinde olmayan, canlı canlı karşısında durmayan, bir ölü olana gelmişti.

Annesine.

Sanırım, annesinden başka onu kabul edecek kimse yoktu şu hayatta.

”Anne,” dedi, verdiği nefes buhar olup havaya karıştığında. Eli istemsizce annesinin mezar taşına doğru uzandı. Fakat cesaret edemedi. Dokunamadı annesinin adının üzerine. Değmedi parmakları o harflerin üzerine.

sanırım, buna hiçbir zaman cesaret edemeyecekti. Bir toprak olup da giden annesinin mezar taşına dahi dokunamayacaktı. İçinde birşey vardı. Bir burukluk. Tarifi asla olmayan ve yeri hiçbir zaman dolmayacak bir burukluk. Her nefes aldığında içinde bir boşluk bırakan bir burukluk. Yarım kalmışlık… yarım bırakılmışlık….

”Neden yüzünü göremiyorum? Neden rüyama sürekli gelmiyorsun? Neden geldiğinde yüzün bana çok uzak? Anne, neden sarılmıyorsun bana? En çok sana ihtiyacım var. En çok senin bana sarılışına ihtiyacım var. O halde sen, neden yoksun anne?” Annesinin mezarının üzerindeki çiçekler artık kurumuş, solmuştu. Yalnızca kuru dalları kalmıştı.

Bıkkın ve yorgun bir nefes verdi. Hava oldukça soğuktu. Kar yağacak gibi görünüyordu. Kara bulutlar gökyüzünü dört bir yandan sarmıştı. Mezarlıkta ondan başka kimse yoktu.

”O da aynı şeyleri söyledi.” Diye mırıldandı. “Benden çok utanıyormuş. Ve eminmiş sende benden çok utanıyormuşsun.” Dudaklarında acı dolu buruk yarım bir gülümseme oluştu. Zorakiydi sanki bu gülüş. Ya da Karayelin acısını gizleyiş şekli.

Eli kalbine gitti.1

”Söyle anne, onun sözleri Sarenin sözlerinden neden daha çok yaktı canımı?”

Sorusu yanıtsız kaldı. Bir cevap alamadı.

”Anne,” dedi bir kez daha. Anne demek onun için ne de zordu. Ne de ağır bir yüktü bu. Bir insan annesine anne diye hitap ederken nasıl zorlanırdı, nasıl bir yük gibi çökerdi omuzlarına, nasıl dili tutulur, bir türlü anne diyemezdi?

”Anne o, onları söylediğinde sanki biri ateş tutu yüreğime. İnatla yakmak için çabaladı beni. İnatla yaktı ve ben de yandım. Anne, lütfen söyle neden bu kadar çok yaktı söyledikleri canımı? Bu bir ilk değildi. Sare de aynı şeyleri söyledi. Ama Sareninkinden daha çok acıttı deniz kızının sözleri yüreğimi.”

O an, Nefes ona o sözleri söylerken nefesini kestiler sanki Karayelin. Engel oldular nefes almasına. Bir ip doladılar boynuna ve o ipi sıka sıka nefesini kesmeğe çalıştılar. Yüreğine ateş tutu sanki biri. Öyle bir yanma hissetti içinde. Sızladı, acıdı. Eli göğsüne gittiğinde orada her ne olduysa tutup çekmek ve oradan sökmek istedi. Ama yapamadı. Sadece yandı. Bir yumru oturdu boğazına. Yutkunmasına engel oldu. Ukde gibi kaldı orda.2

”Yaram sen olma isterdim. Yara diye seni ruhuma kazımasınlar isterdim, Anne.” Dedi, gözleri buğulandığında. “Ama seni öyle bir yara olarak kazımışlarki ruhuma, ne kadar kazısam da tırnaklarımla, silinmek bilmiyor. Ne yazıkki anne, evladında çok büyük bir yarasın.”

Keşke, anne ve babalar evlatlarında yara olmasaydı. Hayatlarındaki en büyük yaraları olarak adlandırdıkları olmasaydı. Keşke… anne ve babalar yalnızca anne ve baba olsaydı. Yara olmaya hakları olmasaydı.

Yaman Karayelin yarası annesiydi. Süreyya oğlunda büyük bir yara olmuştu. Asla kabuk tutmayacak bir yara. Yaman Karayelin kabuk tutmayacak tek bir yarası vardı. Adı; Anne.

Bıkkın bir nefes daha verdi Yaman.

“Yaralarını gördüm anne.” Dedi ki bu nasıl da büyük bir acıydı. “Tüm yaralarını….” Dili tutuldu. Konuşmaya gücü yetmedi. Ruhu sıkıştı, göğsü daraldı. Gördükleri aklına geldikçe düğüm düğüm oldu boğazı. “İncitmişler anne onu. Onu çok incitmişler. Yaralamışlar, yakmışlar.”1

Elini öfkeyle yumruk haline getirdi. Yumruğunu sıktıkça sıktı. “Nasıl kıymışlar anne ona.” Daha sonra aklına kendisinin ona nasıl kıydığı geldi. Ardında onu nasıl bıraktığı, ardından nasıl ağlamasına neden olduğu geldi. Suçluluk bindi gözlerine. Gizlenmedi gözlerinin ardında duygular, göz önüne çıktı.

Nefesin karnındaki yanık izi tekrar canlandı gözünün önünde, tahammülsüzlükle yumdu gözlerini. “Yakmış, orospu çocuğu! Onu gerçekten yakmış!” Diye yükseldi sesi bir anda. Nasıl kıyardı bir baba evladına? Baba evladına kıyarken anne nasıl sessiz kalırdı? Nasıl yapardı bunu ona. Hiç mi acımamıştı ona?

”Söyle anne, onun yaralarını sarabilirmiyim?” Güldü. “Ondan bir yara da kendisi açan oğlun, onun yaralarını sarabilir mi?” Yaralarını sarmak istiyordu. Yaman Karayel, deniz kızının yaralarını bir bir sarmak istiyordu. Kabuk tutmamış yaralarına kabuk olmak, kanaması hala devam eden yaralarının kanamasını durdurmak, ona merhem olmak istiyordu. En başta, kendi açtığı yarayı sarmak ile başlayacaktı herşeye.2

”Saracağım,” dedi bunun gerçek olmasını isteyen bir ses ile kendinden eminlik ile. “Onun tüm yaralarını saracağım, kabuk tutmayan yaralarına kabuk olacağım, yaralarına merhem olacağım.” Kafasını buna inanarak salladı. “Sana bir sonraki gelişimde, yanımda onunla da geleceğim. Şimdikinden daha iyi bir halde. İyileşmiş bir halde… ikimiz için de. Herşeyi düzene sokmak için elimden ne geliyorsa yapacağım. Onu mutlu edeceğim. İyileşmesinde yardım edeceğim. Neden bilmiyorum ama böyle olması gerekiyor”2

Yaman, yıktığı ve mahvettiği herşeyi düzeltmeye kararlıydı. Nefesi iyileştirmek istiyordu. Ve iyileştirecekti.

Ruhu ve bedeni yaralarla dolu kızda bir yara da kendisi açan adam kendi açtığı yarayı ve diğer tüm yaralarını sarıp sarmalayacaktı.1

Bu neyle olurdu bilmiyordu. Nasıl olurdu onu da bilmiyordu. Onun yaralarını nasıl iyileştirecek ve nasıl saracaktı bilmiyordu. Ama bildiği tek bir şey vardı. Saracaktı. Sarıp sarmalayacaktı. Kırıp döktüğü ne varsa hepsini bir araya getirecekti. Deniz kızının kalbini parçalara ayırmıştı. O parçaları yerden bir bir toplayacak ve bir araya getirecekti.

Çömeldiği yerden kalktı, Yaman. Son bir kez baktı annesinin mezarına.

”O vakit geldiğinde görüşürüz, Anne” dedi.

Sözlerinin anlamını bilmiyordu. Neyin içine girdiğinden bir haberdi. Nasıl bir söz verdiğini bilmiyordu. Ama onu bir yerlerden izleyen annesi, oğlunu kesinlikle umutla izliyordu. Belki oğlu sözlerinin ne anlama geldiğini bilmiyordu ama Süreyya, oğlunun sözlerinin altında yatan derin anlamdan adı gibi haberdardı. Biliyordu. Oğlunun üzerinden bir kere bile gözünü ayırmayan, gittiği yerden oğlunu seyreden Süreyya, oğlunun onun duyup duymadığından haberdar olmasa da biliyordu. Hissediyordu.

Aşk olacaktı.1

Hep olduğu gibi, her zaman olduğu gibi yine ve yine aşk olacaktı. Aşk sarmaşıkları her bir yandan iki kalbi saracak ve birbirine bağlayacaktı.

Aşk, tüm yaraları iyileştiren en güçlü merhemdi.1

Süreyyanın aşktan bir haber oğlunun en büyük yarasını da saracaktı. Nefesin tüm yaralarını da.

Aşk, şifa şelalesinden akan bir su gibi üzerlerine serpildiğinde, kaçışı olmayan bir yola girdiklerinde, o vakit iyileşecekti ikisi de.

Arkasını döndüğünde gitmek için ileri doğru bir adım attı, Yaman. Bir adım daha atmak üzereyken mezarlıkta yankılanan ve kendisine seslenen tanıdık, o ince ve narin ses doldu kulaklarına. Atmak üzere olduğu adımı atamadı. Geri bastı. Durdu.

”Yaman!” Diye bağırdı Nefes, sırtı kendisine dönük adama yaşlı gözlerle bakarken. Nefes nefese kalmıştı. Ona yetişmek için, onu burada bulmak için koşmuştu ve artık onu bulup durduğunda ise nefes nefeseydi.

Nefesin kendisine seslenmesi ile kaşları anlamazlık içinde çatıldı, Yamanın. Yanlış duyuyorsundur dedi. O gelmez dedi.

”Yaman!” Bir kere daha ona seslendi Nefes. Hava soğuktu, koşmuş olması da konuştuğunda boğazını acıtıyordu. Bir adım attı ileri doğru.1

o, dedi Yaman. Bu onun sesi.

Kafasını çevirip yönünü sesin geldiği yöne çevirdiğinde, gözleri kendisine uzaktaki maviliklerle buluştu. Gelmişti, deniz kızı her şeye rağmen yine karayele gelmişti.

Eli göğsüne gittiğinde derin bir oh çekti Nefes.1

Daha fazla beklemek istemedi. İçinden geçenlere karşı koymak istemedi. Ne olacaksa olsun dedi. Ve gözlerinin içine baktığı adam doğru koşmaya başladı Nefes. Saçları rüzgarın da esintisi ile birlikte koşarken geriye doğru savrulurken, yanaklarında kurumuş yaşlar havanın soğukluğu ile birlikte üşümesin neden oluyordu. koştu ve en sonunda karşısına geçince hiç düşünmeden kollarını Yamanın beline sıkıca sarıp başını göğsüne sanki saklanmak ister gibi yasladı, gömdü.

Nefesin bu beklenmedik sarılışına kolları havada asılı, kaşları ise çatık bir şekilde şaşkınlıkla kaldı Yaman. Ama karşılıksız kalamadı bu sarılışa. İhtiyacı vardı. Nefese sarılmaya Nefesin ne kadar ihtiyacı varsa onun da o kadar ihtiyacı vardı. Havada asılı kalan elleri kızın ince belini iki yandan sıkıca sardı. Hemde en sıkısından sardı Yaman, Nefesi. Başını Nefesin gecenin zifir siyahı saçlarına eğip gömdüğünde zehir ve şifa kokusunu gözlerini hasretle yumarak içine çekti.1

Kollarını yamanın beline daha sıkı sardı Nefes. Huzur veren o kokusunu uzun süre sonra içine çekti. Heybetli adamın göğsüne yaşlıydı kafası. Güvende hissediyordu. İstemsizce. Kendini bu adamın yanında fazlasıyla güvende hissediyordu. Derin ve titrek bir nefes içine çektiğinde, parmaklarıyla adamın montunu sıktı. Daha sıkı sarılabilme imkanı olsa, sarılacaktı.

Nefese daha sıkı sardı belindeki kollarını, Yaman. Sanki, içine saklamak ister gibi. Sanki, deniz kızını sadece ama sadece kendine saklamak ister gibi. Gitmesini istemiyordu. Ne garipti ama Yaman, Nefesin kendisinden gitmesini hiç istemiyordu. Bu anın son bulmasını istemiyordu. Sadece bir defa kokusunu aldığı nergis kokusunu tekrar almak, duymak içinde farkında olmadığı özlemin yerini doldurmaya başlamıştı.

Yaman, Nefese hasreti.2

Ve bunun hiçbir şekilde farkında değildi.

Ayrılmak istemedi, Nefes ondan. Kopmak istemedi.

Ayrılmak istemedi, Yaman deniz kızından. Kopmak istemedi.

Bu anda, bu saniyede, bu dakikada kalmak istedi adam ve kız. Zaman dursun dediler. Zaman dursun ve tekrar akmaya devam edene kadar böyle kalalım.

Bu yol çıkmazdı.

Bu yol kapalıydı.

Bir sürü kapı vardı önlerinde, hepsinin kapıları kilitli. Ve anahtarlar kayıp. Bir kutunun içinde ve kayıp.

Birbirlerine bu kadar hasretlerken, birbirilerine bu kadar uzaklarken, nasıl birbirlerine bir o kadar da yakın olabiliyorlardı?

”Özür dilerim,” dedi Nefes ağlamaklı bir sesle. “Ben çok özür dilerim.”

“Ağlama,” dedi Yaman boğuk bir sesle. “Eğer benim için ağlıyorsan, ağlama. Çünkü ben, senin bir tek gözyaşına dahi değecek bir adam değilim, deniz kızı” dedi Yaman, titrek bir nefes verdiğinde.

Hiç istemese de geriye çekildiğinde yamanın beline sardığı kollarını çözüp yanına indirdiğinde, yaşlı gözlerle kafasını kaldırarak karşısındaki adamın gözlerinin içine baktı. Dışardan bakıldığında, yamanın heybetli ve iri bedeninin ve hala kollarının arasındayken ufak kalıyordu, Nefes.

”Ben, onları söylemek istememiştim. Gerçekten, seni öyle bir konuda yaralaralamak hiç istememiştim.” Dedi Nefes, mahcubiyet ile.

Dudaklarında samimi bir gülümseme belirdi, Yamanın. Nefesin hala beline sarılı elleri kızın yüzüne uzandı. Nefesin yüzünü avuçlarının arasına aldığında, eğilerek yüzünü yüzüne yaklaştırdı. “Ödeştik,” dedi gözlerine bakarak kızın. “O yüzden özür dilemene gerek yok. Ağlamana da.” Derken baş parmağıyla kızın gözünde akmakta olan yaşı sildi.1

İçi titredi Nefesin. Kalbi saniyesinde bir ağrıyla sıkışmaya başladı.

Daha yakından baktı Yaman, Nefesin gözlerine. Denizin derinindeki bu koyu maviliklere daha da yakından bakmak istedi.

”Birbirlerinden nefret ettiklerini söylerken şimdi böyle olmaları sence de garip değil mi?” Diye sordu Roza, ellerini göğsünün altında bağdaj yapmışken ve bakışları ilerideki Yaman ve Nefesin üzerindeyken.

”Dilin söylediği hep kalbin söylediğine zıttır, Roza” dedi, Rozanın yanında yer alan İlyas. Kardeşine ve kendine benzettiği kıza bakarken.1

”Yani?” Diye sordu Roza.

”Aşık oluyorlar,” dedi İlyas beklenmedik bir şekilde. “Birbirlerine aşık oluyorlar.”1

Kaşlarını buna inanamayarak çattı Roza. “Birbirlerini bu kadar yaralayıp herşeyi mahvettikten sonra mı?” Diye sordu, Yaman ve Nefesin şuan ki o sanki herşeyi unutmuş gibi görünen hallerine bakarak.

”Aşk acıdan beslenir. Acıyı sever.”

Kafasını çevirip yanındaki adama baktı, Roza.

”Daha önce hiç aşık oldun mu, Sural?” Ela gözleri yanındaki kadının kahveliklerine döndü, İlyasın. Rozanın gözlerine sanki bir girdaba kapılmış gibi bakıyordu. Gözlerini gözlerinden ayırmadan, “Sanırım,” diye fısıldadı, Rozanım gözlerine daha derinlere inmek ister gibi bakarak. “Aşık olmaya başladım” aynı girdaba kapılmış Roza gözlerini adamın gözlerinden zoraki bir şekilde kaçırıp kafasını geri önüne çevirdiğinde sertçe yutkundu.1

”Daha önce aşık olmuş gibi konuşuyorsun da, merak ettim.” Diye geveledi ağzının içinde.

”Aşk boktan birşey. Fazla kafa karıştırıcı, fazla berbat ama hiçbir duygu aşk gibi olamıyor. Aşk, tüm iyi ve kötü duyguları üç harfte bir araya getirmiş bir girdap. Ve o girdaba kapılmayan insan yok.”

Tıpkı, kendisinin de bu girdaba kapıldığı gibi. Tıpkı, İlyas Suralın da Rozaya karşı koyamadığı gibi bir girdaptı aşk. Berbat ama bir o kadar da güzeldi.

Derin bir nefes verdiğinde, “Eğer arkadaşın bir kere daha Nefesi üzecek olursa bunu onun burnundan fitil fitil getiririm, Sural. Nefesin bir kere daha gözlerimin önünde o şekilde mahvoluşunu görmek istemiyorum” dedi Roza.

Roza, daha tanıştıkları ilk günden beridir Nefeste kendinden bir parça görüyordu. Nefesi bir konuda kendine fazlasıyla benzetiyordu. Nefes de tıpkı Roza gibi suçsuzdu. Ama hep suçlu görülendi.

Roza, daha yedi yaşında annesi tarafından terkedilmişti. Dilruba, bir gece ansızın valizini toparlamış ve Rozanın babası Rıza evde yokken evi terketmişti. O gece Rozayı uyutmuş, daha sonra da odasına gidip valizini hazırlamış, tüm eşyalarını toplamış ve gitmek için hazırdı. Dilruba’nın planı kimsenin haberi olmadan sessiz sedasız evi terketmekti. Ama Roza o gece derin uykusundan uyanmış, anne ve babasının odasına gitmiş annesini odada göremeyince aşağı inmişti. İşte o esnada annesini elinde valiziyle kapıdan çıkarken görmüştü. Arkasından bağırmıştı. Anne diye yalvarmıştı. Gitme demişti. Ama Dilruba o gece kızının gözlerinin içine baka baka o kapıdan çıkmış, kapıyı da ardından Rozanın üzerine kapatmıştı.

Daha sonrasında eve geldiğinde karısının kendisini terk ettiğini öğrenen Rıza, yıkılmıştı, dağılmıştı. Alemdarların tek varisi Rozaydı. Zengindi, parası vardı. Her istediğini anında alabilir, istediğini elde edebilirdi.

Sevilmek dışında.

Babası annesi onları terkettikten sonra Rozaya karşı çok değişmişti. Sanki Dilruba’nın onları terketmesinin sebebi Rozaydı. Bunu her ne kadar kızına hissettirmemeye çalışsa da artık küçük bir çocuk olmayan Roza, babasının içten içe kendisini suçladığının farkındaydı. Yıllar geçtikçe Rızanın Rozaya olan ilgisi ve sevgisi azalmıştı. Bir zamanlar kızının saçımın tek bir teline dahi kıyamayan Rıza Alemdar, bundan bir kaç ay önce sırf kendi işi için kızını istemediği bir adamla zorla evlendirmeye çalışmıştı.

Annesini o geceden sonra bir daha hiç görememişti. Annesine gidememişti, annesi de ona hiç gelmemişti.

Dilruba o gece kocasını değil, kızını terketmişti.

Evli kaldıkları süre zarfında sürekli kavga ederlerdi. Evde bağrış çağrış bir gün olsun eksik olmazdı. Evde kırılan eşyaların haddi hesabı yoktu. Annesi ve babası kavga ederken odasına kaçar, kapısını kapatır kitler ve gere çökerdi, eliyle kulaklarını tıkar seslerin susmuşsunuz beklerdi. Bazen dakikalarca bazen de saatlerce bağrışmalar son bulmazdı. Kavga bittiğinde odasından korka korka çıkar, merdivenleri sessiz adımlarla iner, salona vardığında etrafa bakardı. Her yerde kırık dökük eşyalar. Masanın sandalyeleri bir yerlere atılmış ve ayakları kırılmış, duvardaki tablolar aile resimleri yere inmiş.

Annesinin kendisini sevmediğini düşünürdü Roza. Sevseydi, derdi. Sevseydi beni de giderken yanında götürürdü. Beni bırakmazdı derdi.

Yıkık dökük ailenin kızı.

kırık dökük eşya parçalarının içinde büyümüş kız çocuğu.

Kavgaların, bağırışların hakaretlerin arasında solmuş kız çocuğu.

Roza Alemdar, sevgisiz büyümüş varlıklı ailenin tek varisi.

Heşreyi vardı ama bir ailesi yoktu.

Rozanın da yarası vardı. Kabuk bağlamayan bir yarası vardı. Ne yaparsa yapsın kabuk tutmayan bir yarası. Ailesi, sevgisizliği, terk edilmişliği.

Annesiyle sosyal medyadan takipleşiyordu. Fakat Dilruba’nın takipleştiği ve her gönderisini her hikayesini beğenenin kızı olduğundan haberi yoktu. Evlenmişti Dilruba tekrar. Bir kızı daha olmuştu o evliliğinden. Sosyal medya hesabında kocası ve kızı vardı. Öbür evliliğinden olan kızı ve fotoğraflardan da anlaşıldığı üzere çok sevdiği kocası.

Her gönderisinde diğer kızı vardı. Bazen sadece o kızı, bazen de ikisi birlikte vardı. Adı Zeynepmiş kızının. O hesapta Zeynepin bir çok fotoğrafı vardı ama Rozanın bir fotoğrafı dahi yoktu…

Roza, Nefesi kendine benzetiyordu çünkü o da sevgiden mahrum bırakılarak büyümüştü. Bir evin içinde aile olmayı bir türlü becerememiş ebeveynleri vardı. Annesi sevmemişti, babası sevmemişti. Nefeste kendinden bir parça görmüştü Roza. Daha o ilk gece. Karayel konağına geldiğinde. Nefes gitmemesi için onu durdurduğunda anlamıştı. Yaralı olduğunu gözlerine baktığında görmüştü. Kendisi gibi yıkık dökük olduğunu o zaman görmüştü. İşte bu yüzden Nefese farklı bakıyor, farklı davranıyordu. Rozanın Nefese olan sevgisi ve bağlılığı çok farklıydı.

Onu hiç yanından ayırmak istemiyordu. Başına birşey gelsin istemiyordu. Zarar görmesin istiyordu. Arkadaştan öte gideceği kız, Nefesti.

”Nefes, Yamanı asla affetmeyecek. Ona aşık olsa bile aldığı yaranın acısı geçse bile, Nefes yamanı hiçbir zaman affedemeyecek. Affetmek istese de bu olmayacak” dedi, Roza. 1

Biliyordu, Roza. Nefesin hala ama hala Yamana aşık olduğunu biliyordu. Farkındaydı herşeyin. Görüyordu. Ama ses etmiyordu. Nefes ne kadar inkar etse de hala yamana aşıktı. Vazgeçmeyi başaramamıştı.

Nefesin dağılmış ve yüzüne yapışan saçlarını parmaklarıyla kulaklarının arkasına sıkıştırdı, Karayel.

Bunu yaparken içinde garip bir his oluşmuştu. Yabancısı olduğu bu his karşısında duruşunu dikleştirdi. Nefes, artık ağlamayı bırakmıştı. Şu an için yaptığı tek şey karşısındaki adamın kahverengi gözlerine bakmaktı. Dalmıştı o gözlerde. Bakışlarımı bir türlü ayırıp da başka bir yere çeviremiyordu.

Daha önce hiç uzun uzun bakmadığı kadar uzun bakıyordu gözlerine.

Kalp yarası, dedi içinden Yamana seslenerek.

Senin gözlerinde toprak varmış…

Yamanın gözleri Nefesin soğuktan kızaran yanaklarına ve burnunun ucuna değdi. Üşüdüğünü farketti. Hava gittikçe daha da çok bozuyordu. Kar yağacaktı, belliydi.

”Eve git, deniz kızı” dedi, Nefesten bir adım kadar uzaklaştığında.

Ellerini montunun cebine soktu Nefes.

”Kendine dikkat et, Yaman.” Dedi Nefes.

”Allah’a emanet ol, deniz kızı.”

”sende,” dedi Nefes son bir kez daha yamanın gözlerine baktığında. “Sende Allah’a emanet ol, Karayel.”

Arkasını Yamana döndü ve yürümeye başladı.

Sadece Nefes;

Yeni bir umut yeşereceğini sanıyorsak eğer bundan derhal vazgeçmemiz gerekirdi. Yeni bir umudun yeşermesi demek elbet bir zaman gelecek ve o umut da solacak demekti. Bu yüzden içimde yeşermek için bekleyen umut tanesini hemen terk etmeliydim. Küçücük bir ana fazla anlam yükleyip de heveslenmememli ve yeni bir umuda tutunamamam gerekiyordu. Bunu biliyordum. Sonunu biliyordum.

Umut etmek aptallıktı ve ben umut etmek artık istemiyordum.

O günün üzerinden günler geçmişti. Yamanı o gün mezarlıktan sonra daha hiç görmemiştim. Nerdeydi ve ne yapıyordu bilmiyordum. Gidip İlyas’a ve Sare’ye de onunla ilgili birşey sormaya çekiniyordum. Yanlış anlaşılmaktan korktuğumdan değil, ama işte soramıyordum.

Telefonumda numarası vardı. Ama onu arama gereksiniminde bulunmuyordum. Numarası vardı, telefonumda kayıtlıydı o kadar.

Garip bir andı o an benim için. Bir anlık bir hamle ile ona sarıldığımda sarılışımın bir karşılık bulacağını hiç düşünmemiştim. Bana sarılmaz, tepkisiz kalır ya da beni geri iter diye düşünmüştüm fakat hayır, o bana sıkı sıkı sarılmıştı. Göğsüne yaslanmama izin vermişti. Gözlerine uzun uzun bakmıştım. Kahveleri, niçin sanki diğer tüm kahvelerden farklı ve eşsiz gibiydi. Ya da ne bileyim belki de bana öyle geliyordu. Ama işte, bir sürü kahverengi göze rastlamıştım fakat hiçbiri onun kahvelikleri gibi güzel değildi.

Onun hareleri. Onun kahve hareleri. İçinde toprak barındıran gözleri.1

Bakmalara doyamadığım gözleri. Bakmaya çekindiğim gözleri. Baktığımda nefesimin kesildiği gözleri.

Kahverenginin en güzel tonu. Onun gözleri.

Aynanın karşısında oturmuş, duştan yeni çıkmış ıslak saçlarımın ıslaklığını saç kurutma makinesiyle kurutmadan önce havlu ile uçlarını kurutuyordum. Havluyu kucağıma bıraktığımda, masanın üzerinden tarağı aldım ve ıslak saçlarımı kurutmaya başladım. Bir elimle saçımın uçlarını tutarken bir diğer elimle de tutuğum tarak ile saçlarımı tarıyordum. Nerdeyse belime kadar uzanan saçlarımı taradıktan sonra sıra artık saçlarımı kurutma kısmına gelmişti. Saç kurutma makinesini masanın yanındaki prize taktım ve makinenin düğmesine basıp çalıştırdım. Saçlarımı tutam tutam kurutma işlemini de tamamladıktan sonra aynanın önünden nihayet kalkabilmiştim. Odadan çıkmadan önce yatağın üzerine bıraktığım bornozu ve saç havlusunu da alıp koluma astım ve odadan çıktım.

Havluları banyoya bıraktığımda aşağı indim. Burnuma mis gibi yemek kokusu dolduğunda kokunun geldiği yere yani mutfağa yöneldim. Mutfağın kapısına geldiğimde, buram buram doldu burnuma o yemek kokusu.

”Roza hanım, yine döktürmüşsünüz bakıyorum da.” Diye ballandıra ballandıra mutfaktan içeri girdim. Neyle uğraştığını bilmediğim için ona doğru ilerliyordum.

”Ay sorma Nefes, akşam için birşeyler hazırlıyorum.” Yanına vardığımda sırtımı tezgaha yaslayarak ne yaptığına baktım. Kesme tahtasının üzerinde soğan doğruyordu. “Ne yemek yaptın? Burnuma mis kokular geliyor da.” Diye sordum. Dudaklarında keyifli bir sırıtış oluştu. “Mantı yaptım. Yanına da mercimek çorbası bir de salata” dedi.

“Nefes, masanın üzerinden telefonumu alıp İlyası ararmısın? Nerede kaldı bu adam?” Başımı sallayıp Rozayı onayladığımda masaya doğru ilerleyip masanın üzerindeki telefonunu aldım ve yanına geri geldiğimde telefonum ekranını kaydırdım. “Şifren ne?” Diye sordum. “291123” şifreyi girdiğimde telefonun kilidi açıldı. Arama kısmına girdiğimde son atamalarda İlyası bulup aradım ve telefonu hoparlöre alıp tezgahın üzerine bıraktım.

Bir iki çalışta telefon açıldığında, “Efendim, Roza” dedi İlyas.

”Sural, saat kaç oldu acaba sen neredesin?”

”Eve geliyorum, Roza” dedi İlyas.

”Bu saate mi? Ben yemeği hazırlamışım sen daha evin yolunu bulamadım mı?” Diye ard arda sorularını sıraladı Roza.

”Ne yemek yaptın bakayım?” Diye sordu İlyas Rozanın sorularını es geçerek. “Zıkkımın kökünü yaptım, Sural. Yiyecekmisin?” Roza herşeye çok çabuk sinirleniyordu. En ufak şeyde hemen parlıyordu.

”Ay yok. Zaten yaptığın yemekleri korka korka yiyorum Allah muhafaza zehirlenmeyeyim diye. O zıkkımın kökü müdür nedir onu yiyip de mide fesadı geçirmek istemiyorum vallahi.” Gözlerini sabır diler gibi yumduğunda elindeki bıçağı telefon doğru tutu Roza. “Akşama sana yemek falan yok, İlyas. Zıkkım ye İlyas.”

İlyastan bir kahkaha sesi geldiğinde bu Rozayı daha da gıcık etmişti. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Masaya ilerlediğimde sandalyeyi çekip oturdum. Masanın üzerindeki meyve tabağından bir mandalina alıp kabuğunu soymaya başladım.

”Bir eksil var mı? Gelirken alayım.” Diye sordu İlyas. Elindeki bıçağı tezgaha bıraktığında buz dolanına doğru ilerledi, Roza. “Ekmek yok, ekmek al.” Buz dolanının kapısını açtı. “Yoğurt al, ha bir de cips al, kola al, kurabiye tarzı birşey al. Bir de canım çekti, çekirdek al. Bu kadar başka birşeye gerek yok” dedi Roza, buzdolabının kapısını kapatıp tezgahın üzerinden telefonunu aldığında.

Mandalinanın kabuğunu soyduğumda mandalinayı ortadan ikiye ayırdım ve ayırdığım iki kısımdan birinden bir dilim alıp ağzıma attım.

”Bakkalı satın alayım, Roza. İstermisin?”

Telefonu ağzına doğru götürdü Roza. Bir dilim daha mandalina attım ağzıma.

”Bakkalı satın al Sural. Bakkalı al tamam mı? Eğer o bakkalı satın almadan eve gelirsen seni evden içeri almam! Şimdi git o bakkalı satın al!” Telefonu bir hışımla kapatıp tezgahın üzerine attığında bıçağı geri eline alıp soğanı doğramaya devam etti.

”Aptal adam. Beyinsiz salak! İki şey istedik, sanki dünyaları istedik beyfendiden?! Seninle evlendiğim güne tüküreyim, Sural!” Diye söylene söylene sinirle soğanları doğruyordu.

”İki şey istediğin konusuna katıldığımı söyleyemeyeceğim, Rozacığım” dedim sırf uyuzluğuna.

Yönünü anlık bir hamle ile bana döndü. “Ben onun karısıyım canım su. İstediklerimi alması gerek. Hem sen benim tarafımda değil misin? Beni savunmalısın onu değil” kafamı memnuniyetle salladım. “Tabi ki de seni savunacağım”

“Şimdi boşver onu bunu.Sen ilaçalarını içtin mi bana onu söyle.”

Hayır, henüz ilaçlarımı içmemiştim. Çünkü unutmuştum. Bir kaş gündür düzenli olarak ilaçlarımı almıyordum. Ve ilaçlarımı almamanın etkisini de ufaktan ufaktan başlayan mide bulantılarımdan anlayabiliyordum. “Almadın değil mi? Nefes farkındayım ve bir kaç gündür düzgün kullanmıyorsun ilaçlarını. O ilaçlar seni mide bulantısı kusma ve baş dönmelerinden koruyor, biliyorsun. Lütfen ilaçlarını ihmal etme ve artık kendine biraz dikkat et.”

Artık kendime bakmalıydım. Tedavisi olmayan hastalığımın üstesinden kendime iyi bakarak ve ilaçlarımı düzenli bir şekilde kullanarak gelebilirdim. Hastalığımın tedavisi olmayabilirdi ama yine de bu hastalıkla bir şekilde baş etmeliydim. Düzenli bir şekilde ilaçlarımı kullanarak, uykumu iyice alarak ve yemeğime dikkat ederek. Tüm bunların yanı sıra bir de modumu iyi tutmalıydım. Stresten ve sinirden üzüntüden uzak durmam gerekiyordu. Bu hastalıkta en önemli olan şey mutlu olmamdı. Ki ne yazıkki benim gibi birinin hayatında mutlu olmak pek de yer almıyordu ya neyse.

Ama yine de artık kendime iyi bakmam gerekiyordu. Sağlığımı herşeyden önde tutmam gerekiyordu.

Aşkımdan bile.

Çünkü aşk, gelip geçiciydi. Elbet bir gün ona olan aşkım bitecekti. Son bulacaktı. Ebediyetli bir duygu olarak kalmayacaktı bende. Bende olan ne varsa nasıl benden gittiyse, aşkım da benden gidecekti. Gitmesi gerekirdi çünkü tek taraflı sevmek olmazdı. Karşılıksız, hiçbir karşılık beklemeden sevmek, umutsuzca ya da umutluda sevmek, gelmeyeceğini bilerek beklemek, sen dışındakilere gidişini bilerek sevmek, karşılıksız sevmek, herhangi bir beklenti içerisinde olmadan sevmek, uzaktan sevmek, uzaktan bakmak, uzaktan seyretmek, dokunmadan sevmek, hissettirmeden sevmek. Her halükarda karşılıksız sevmek acıtırdı.

Ve benim aşkım karşılık bulmayacak bir aşktı.

Benim aşkım, benim sevgim benim canımı yakardı. Ona olan aşkım ve sevgim, saf ve temizdi. Ama yaralayıcıydı. Çünkü tek taraflıydı.

Hasretli bir iç çekerek sevmek.

Dokunmadığın halde özlemek.

Gelse de gidememek, gelmese de varamamak.

Sadece sevmek, riyâya dalmak ve boğulmak.

Belki de sevmek denen şu şeye kafamı fazla takmamak gerekiyordu. Kendi kendine gelip geçerdi belki de.

Sevilmeyi beklemiyordum. Artık hayat tarafından ve insanlar tarafından böyle bir beklentim yoktu. Sevilmeyi bir kenara bırakalı epey bir zaman olmuştu. Sevilmek nedir bilmiyordum. Sevmeyi de, doğru mu biliyordum bilmiyordum. Çünkü bana sevmeyi öğreten biri olmamıştı. Sevilmeyi ise hiç tatmamıştım. Sevgisiz büyümüş, sevgisiz kalmıştım.

Kimsesiz kaldığım gibi, sevgisiz de kalmıştım.

Yetim ve öksüz kaldığım gibi.

çocuklar sevmeyi ve sevilmeyi ilk önce anne ve babalarından öğrenirdi. Eğer bir evlilikte aşk varsa, mutluluk varsa o evlilikten dünyaya gelen çocuğun sevgiden yoksun olması imkansızdı. Benim ne annem ne de babam bana sevmeyi ve sevilmeyi öğretmişti. Çünkü onlar, daha birbirlerini bile sevmeyi becerememişlerdi. Birbirlerini sevmeyen iki insan, nasıl olacaktı da beni sevecekti? Bana sevmeyi ve sevilmeyi öğretecekti? Bir anne kızını sevemediyse ve kızına baba diye seçtiği adam da kızını sevmediyse…

Babamı ben seçmemiştim. Ama evleneceği adamı annem seçmişti… babamı bana annem seçmişti. Annem, gidip dünya üzerindeki en yanlış adamı bana baba olarak seçmişti. Ve seçtiği adam bana baba olamamıştı. Fakat birşey daha vardı ki, benim annem de bana anne olamamıştı.

Sevgisizlik kelimesinin tanımı ben oluyordum o vakit. Çünkü benden başka daha çok sevgisiz kalmış biri varmıydı?

şayet hal böyleyken, babasının sevmediği kızı, el oğlu mu sevecekti?

Beni babam sevmemişti, bu hayatta beni sevgiden ilk babam mahrum bırakmıştı.

Beni babam sevmemişti, o mu sevecekti?2

Her neyse.

Her neyse, Nefes.

”Nefes,” diye bana seslenen Rozanın sesi ile daldığım yerden kendime geldim.

”Hı?”

”Daldın gittin be kızım”

Masanın üzerindeki mandalina kabuklarını aldım ve oturduğum yerden kalkıp elimdekileri çöpe attım. “Ee hadi sofrayı kurmuyor muyuz?” Diye sordum yüzüme düşmüş saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdığımda.

”Ay kuralım, kuralım”

Ocağın altındaki çekmeceden masa örtüsünü aldığımda mutfaktan çıkıp salona yöneldim. Salondan içeri girdiğimde yemek masasına ilerledim. Yemek masası salondaki tekli koltukların arkasında kalıyordu. Koltukların arasındaki küçük sehpanın yanından geçere masaya vardığımda Rozanın kendi elleriyle özel olarak seçtiği masa örtüsünün üzerindeki mor yapay çiçeği aldım ve solumdaki tekli koltuğun üzerine bıraktım. Masanın bir ucundan diğer bir ucuna kadar uzanan jean renkteki ince kumaşlı düz renkteki örtüyü üzerinden aldım ve ikiye katlayarak koltuğun sırt kısmına astım.

Mutfaktan aldığım yemek örtüsünü açtığımda uzun örtüyü masaya düzgün bir şekilde serdim. Koltukların arasından geçtiğimde salondan çıkıp tekrar mutfağa yöneldim. Mutfaktan içeri girdiğimde, Roza haşladığı mantoları tencereden borcama alıyordu. Lavabonun altındaki iki kapaklı dolabın bir kapağını açtığımda demir tepsiyi aldım ve kapağı geri kapatıp doğruldum. Tepsiyi tezgahın üzerine bıraktığımda, lavabonun üstündeki yukarı doğru açılan cam kapağı açtım. Üç tane su bardağı aldım ve tepsinin üzerine bıraktım. Roza ocağın önünden çekilmiş, salatanın sosunu hazırlama işine koyulmuşken ocağın oraya gidip çekmeceden çatal ve kaşıkları aldım.

Onları da tepsinin üzerine koyduktan sonra, çorba kaselerini ve yemek tabaklarını da alıp tepsiye koyduktan sonra tepsiyi aldım ve masaya götürmek adına mutfaktan çıktım. Koridorda yürürken bir anlık elimin titremesi ile tepsi ve tepsidekiler düşecek gibi olduğunda panikle ellerim tepsiyi daha sıkı kavradı.

Bir anda ne olmuştu elime?

Salondan içeri girdiğimde, tepsiyi alelacele masaya bıraktım. Zira elimin durumunun şuan pek de iyi olduğunu söyleyecek değildim. Damarlarımda sanki bir anda birşey oldu gibi hissettim. Damarlarımdaki kan çekilmiş gibi hissettim.

Fazla umursamayıp bardakları tepsiden aldım ve masaya dizmeye başladım. Tepsidekileri masaya dizdiğimde Roza da mantıyı getirip masanın tam ortasına bırakmıştı. Sofrayı tamamiyle kurmuştuk. Çorba ve salata da sofrada yerlerini almıştı ve yaptığımız şey ilyasın gelmesini beklemekti.

Kapı çaldığında açmak için koltuktan kalktık ve kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda gelen ilyastı. Elinde market poşetleri vardı. Elindeki poşetleri almak için uzandığımda bunu istemeyip ayakkabılarını çıkartıp evden içeri girdi. Elindeki poşetlere bakıldığı üzere gerçekten de Rozayı dinlemiş ve bakkalı satın alıp gelmişti.

Salondan içeri girdiğimde, Roza rahatını hiç bozmadan yerinde oturuyordu.

”Hanımefendi, kocanız geldi bir selamlasanız mı?” Dedi İlyas poşetler hala elindeyken. Masaya geçip masadaki yerimi aldım.

”Hıhı, kocam koca olsa, ben tabiki de selamlarım” diye mızmızlandı Roza.

Elindeki dolu poşetleri kaldırıp Rozaya gösterdi.

”Ne istediysen aldım, kaçık. Eksiksiz bir şekilde hatta fazla fazla.” Kaşının birini çatarak baktı ilyasın elindeki poşetlere Roza. Oturduğu yerden kalkıp İlyasın yanına gitti. İlyas elindeki poşetleri yere bıraktığında Roza tek tek hepsini açıp baktı. Bir anda ayağa kalktığında, kendisinde asla beklenmeyecek bir hamle ile ilyasın boynuna atladı.

”Yaaa İlyas! almışsın gerçekten tüm istediklerimi. İstemediklerimi bile almışsın.” İlyasın elleri Rozanın belini nazikçe kavradı. Sanki ona dokunmaya kıyamıyor gibi bir hali vardı. İlyasın dudaklarında Rozayı mutlu ettiği için sevinçli bir yarım gülümseme oluşmuştu. Onların bu güzel hallerine içtenlikle gülmeden edemedim.

Birbirlerine karşı birşeyler hissediyorlardı. Bu her halükarda belliydi. İnkar etmeleri hiçbir işe yaramıyordu çünkü dillerin söyleyemediğini gözleri çok güzel öne seriyordu. Uzun bir zamandır ikisinin de birbirlerine karşı duyguları vardı. Ama ikiside oldukça inattı.

ilyas inattı. Roza, İlyas’tan daha da inattı. Bu nedenle ikisi de inatlarından ödün verip birbirlerine olan hislerini bir türlü itiraf edemiyorlardı. Bu işin sonunda ne olurdu bilmiyordum. Nasıl birbirlerine açılırlardı bilmiyordum. Ama formaliteden olan evlilikleri gerçeğe dönmek üzereydi. İkisi de bundan habersizdi.

Yemeğimizi yemiştik ve şimdi de televizyonun karşısına geçmiştik. Benle Roza aynı koltukta birlikte uzanıyorduk, İlyas ise karşımızdaki koltukta pijamalarını giyinmiş tek başına uzanıyordu. Televizyonda yabancı bir sinema filmi vardı ve onu izliyorduk. Roza ile birlikte ilyasın aldıklarını hazırlamış ve kendimize bir çay sofrası hazırlamıştık. Roza, İlyas istediklerini adlı diye ona da kendinkilerden vermişti. Şimdi salonun ışığını kapatmış, sinema keyfi yapıyorduk.

Roza, sanki çocuğuymuşum gibi davranıyordu. Ne sanıyordu acaba beni, olmayan çocuğu veya kayıp çocuğu falan olarak mı görüyordu?

“Biz yarın kızlar ile birlikte alışverişe çıkacağız, İlyas”

”Kızlar ile derken?” Diye sordu İlyas.

”Ben, Nefes ve Sare.” Diye açıkladı Roza.

”Tamam,” dedi İlyas. “Çıkın ne istiyorsanız alın”

Bir gün daha son bulduğunda artık uyku vakti gelmişti. Üzerime pijamalarımı giyinmiş, yatağımda uzanıyordum. Gözlerim artık uykuya hasret düştüğünde daha fazla direnemedim ve gözlerimi kapatıp uykuya daldım.

 

 

 

 

 

 

 

 

🩹❄️

Sabah Sare bize gelmişti. Beraber kahvaltı etmiştik ve şimdi de havanın soğukluğuna rağmen alışveriş merkezindeydik.

”Nefes, bir gelirmisin?” Diye bana seslendi Roza. Deneme kabinin önünde ayakta bekliyordum. Rozanın olduğu kabinin önüne geldiğimde Rozanın üzerinde boğazlı kalın kumaşlı ayak bileğinden biraz uzun bir elbise vardı. Rengi siyah bir elbiseydi, belinde de siyah bir kemer vardı. Roza zaten yapılı ve fiziği gayet iyi bir kızdı. Elbise bel kısmını gayet güzelce sarmıştı. Boyunun uzun olması da elbisenin üzerinde daha güzel durmasını sağlıyordu.

”Nasıl olmuş?” Diye sordu.

”Gayet güzel olmuş, yakışmış sana” diye cevap verdim.

”Ya ben nasıl olmuşum?” Diye sordu Rozanın yanındaki kabinden çıkan Sare. Kafamı çevirip ona baktım.

Gözlerinin renginde bebek mavisi pamuklu bir bluz vardı üzerinde. Omuz kısımları askılı, kol kısmı ise omzunun yarısından başlayan, güzel bir bluzdu. Altında ise, beyaz düz ama bol paça oversize bir kumaş alt vardı. Sare zaten sarışın ve beyaz tenli olduğu için böyle açık renkli kıyafetler ona çok yakışıyordu. Sarı saçlarını da açık bırakmış, bir tutamını omzunun üzerine atmıştı.

”Gayet güzel olmuşsun, Sariş” dedi Roza. Kafamı sallayarak gözlerime bakan Sare’ye onayladım.

”Ee, sen de kendine birşey bak. Hadi Nefes.” Diyerek yanıma geldiğinde beni arkama çevirerek omuzlarımdan tutarak deneme kabinlerinin olduğu yerden çıkardı ve mağazanın içine doğru itti, Sare. “Sen birşeyler bakmaya başla. Üstümü değiştirip geleceğim” diyerek arkasını döndüğünde gülerek mağazanın içinde dolaşmaya başladım.

Askılarda asılı kıyafetlerin arasında gezmeye başladım. Gözüme kar beyazı göze hoş gelen askıda asılı olan bir tane kürk tarzı pamuklu ve kabarık bir kısa kaban tarzı ceket gözüme çarptı. Dikkatli baktığımda pek de içime sinmediğini farkettim ve başka şeylere bakmaya başladım.

Kazakların olduğu kısma geldiğimde beyaz boğazlı bir kazak gözüme çarptığında kazağın olduğu askılıya doğru ilerledim. Bol bir kazaktı. Kolları ve boyundan aşağısı boldu. Bedenimi bulup kazağı aldım. Sare kabinden çıkmış bana doğru gelirken ben de elimdeki kazağa uygun bir alt arıyordum.

”Ne yaptın?” Diye sordu Sare yanıma geldiğinde. Elimdeki kazağı ona gösterdim. “Bunu beğendim. Şimdi de buna uygun bir alt arıyorum.” Dedim.

”Hmm” o da benimle birlikte kazağa alt aramaya başladı. “Bak bu olur” diye elinde birşeyle bana doğru bana geldi Sare. Elindekini bana doğru uzattığında alıp baktım. Siyah bol paça ince kumaşlı ama örgü olduğu için sıcak tutabilecek belden bağlamalı bir pantolonlu. Elimdeki kazağı pantolonun üzerine getirdiğimde beraber güzel duruyorlardı.

“Denesem mi bu ikisini?” Diye mırıldandım kendi kendime.

”Bir dene Nefes, yakışır sana” dedi Sare. Kabinlerin olduğu tarafa doğru elimdekilerle yürümeye başladım. Boş kabinlerden birime girdiğimde, kapıyo ardımdan kapatıp kilitledim. Elimdeki pantolon ve kazağı askıya aştığımda üzerimdeki badiyi çıkartıp kazağı askısından alıp üzerime giyindim. Pantalonu da altıma giyindiğimde önümdeki boy aynasından kendime baktım.

Tahmin ettiğim gibi uyumluydular. Üzerimde de sanki güzel duruyorlardı. Kazağın altında kalmış saçlarımı tutup dışarı çıkardım. Üzerimdekileri çıkartıp kendi kıyafetlerimi geri üzerime giyindim ve kabinin kapısını açıp çıktım. Kafamı kaldırdığımda karşımda elinde beyaz bir bere, aynı şekilde beyaz bir atkı ve de aynı şekilde takım olan eldivenlerle Sare vardı. Yanındaki Rozanın ise elinde mavi bir atkı takımıyla kırmızı bir atkı takımı vardı.

”Bunlar da ne?” Diye sordum.

”Görünce dayanamadık üçümüze de alalım dedik. Hem hava da soğuk dışarda kar yağıyor.” Dedi Sare. Elindeki beyaz renkte olan takımı bana uzattı. Uzattığı takımı elime aldım. Roza elindeki mavi takımı Sare’ye verdi ve kırmızı takım da kendisinde kaldı.

”Ayy alacaklarımız bittiyse yemek katına çıkıp birşeyler yiyelim çünkü benim karnım guruldamaya başladı.” Diyen Rozaydı.

”İlyas sana koca göbekli demekte haklı sanırım. Bu kadar yemeyle o göbeğin çıkacak yakında.” Dedi Sare, Rozanın yüzüne gülerek bakarken.

”Sürekli bireyler yemek benim suçum değil. Ama senin ve o keleş burunlunun benimle dalga geçmesi fazla olmaya başladı.” Diye kaşlarını çattı Roza.

”Adamın burnunda hiçbir şey yok Roza. Taktın zavallının burnuna.” Dedim gülerek ve beraber kabinden çıkarken. Kasaya geldiğimizde hepimiz aldıklarımızın parasını ödedik ve mağazadan çıktık. Aldıklarımız yalnızca burayla sınırlı değildi. Ellerimiz poşetler ile doluydu. Bu girdiğimiz ve alışveriş yaptığımız beşinci mağaza olabilirdi. Yürüyen merdivenler sayesinde AVM’nin yemek katına çıktığımızda boş bir masa bulup oturduk ve elimizdeki poşetleri yanlarımıza bıraktığımızda ne yesek diye düşünmeye başladık.

”Ben makarna yiyeceğim” dedi, Sare. Sare feci bir makarna aşığıydı. Her türlüsüne bayılıyordu. Kız günlerce sadece makarna yese gram usanmazdı. “Ben döner yiyeceğim” dedi, Roza. Rozaya katılarak, “bende döner yiyeceğim” dedim. Ben ve Roza kalkıp döner siparişi vermeye gittik Sare de makarna almaya gitti. Siparişleri verip geri masaya geldiğimiz esnada, “Nefes bak!” Diyerek eliyle bana bir noktayı gösterdi Roza.

kafamı çevirip Rozanın eliyle bana gösterdiği yere baktım. AVM’lerin içinde bulunan fotoğraf çekme aletiydi bana gösterdiği. Pembe renkte, içine girilen kısımda siyah bir sürgülü perde vardı.

”Hadi gidip fotoğraf çekilelim.” Dedi elimden heyecanla tutup beni kendiyle birlikte çekiştirdiğinde. Bize doğru gelen Sare anlamaz bakışlarla bize bakarken, ona Rozayı gösterdim. Fotoğraf çekinme aletinin yanına geldiğimizde Roza cebinden para çıkartarak aletin içine attı. Daha sonra perdeyi çekerek hala kolundan tutuğu ben ile birlikte içeri girdi. Garibim arkamızda kalan Sare de ardımızdan içeri geldi. Küçük koltuğa üçümüz oturduğumuzda karşımızdaki kameranın karşısında tipini düzeltmeye başladı Roza. Nihayet kendileri hazır olduğunda ise Sare kameranın yanındaki düğmeye bastığında birbirimize sarılarak ve üçümüz de kocaman gülerek kameraya poz verdik.

Başka bir poz şeklimiz ise Roza Sarenin saçlarından tutmuş, Sare de Rozanın saçlarında tutmuş, ben ise ikisinin arasında kalmış ellerimle onları kendimden uzak tutmaya çalışırken çekilmişti. Bir diğerinde ise üçümüz de en alımlı pozumuzu vermiştik. Roza bacak bacak üzerine atmış, omzunu bana yaslayıp yana dönmüş, dudak büzerek kameraya garip bakışlar atıyordu. Sare, sanki yedi köyün ağasıymış gibi bir bacağını diğerinin üzerine saçma bir şekilde atmış, dirseğini omzuma yaslamıştı. Ben ise rahatlıkla gerime yaslanmış, saçlarımı yanıma atmış, gayet normal bir şekilde gülerek poz vermiştim.

Bir diğer fotoğraftaki halimiz ise, İlyasın araması üzerine sinirlenip telefonu açmış ve onla konuşurken yine her zaman olduğu gibi Roza sinir krizi geçirirken ben ve sarişim birbirimize sıkıca sarılmış, yanaklarımızı birbirine yapıştırmış, Rozanın haline gülerek kameraya bakarken Rozanın artık İlyas’la ne konuşuyorsa sinirden yumruk yaptığı elini ağzına götürmüşkendi.

Gülmekten karnımıza kramplar girerken başka bir fotoğraf daha çekilme fikrinden vazgeçip çektiğimiz fotoğrafları makineden alıp makinadan çıkmıştık.

Şimdi ise sipariş ettiğimiz yemeklerimizi yerken sohbet ediyorduk. Güzel bir gün geçiriyorduk. Ve ben sanırım bu kızlarla vakit geçirmekten zevk alıyordum. Beni mutlu ediyorlardı. Sare ve Rozanın yanındayken gerçekten güldüğümü ve eğlendiğimi farkediyordum. Birilerinin beni sevme ihtimali, sanırım varmış. Bilmiyorum.

”Ee Sare, sen ve çınarda durumlar ne?” Diye sordum dönerimden bir ısırık alırken. Makarnasını yiyen Sare bir anda öksürmeye başladı.

”Sen ve Çınar derken? Sare, Çınar ile aranda birşey mi var?” Diye sordu karşımda oturan Roza gözlerini irice açarak. Göz kırpıştıra kırpıştıra bana baktı Sare.

”Hayır tabiki de! Sadece Nefes saçmalıyor” dedi bana iğneleyici bakışlar atarken.

”Hıhı” dedim dudak büzerek. “Kesinlikle öyledir.”

Utanmış olacak ki yanakları anında kızarmaya başladı Sarenin.

”Aa sen kızardın. Kesinlikle birşey var. Çabuk dökülüyorsun Sare.” Dedi Roza elini salaya salaya. Sare oflaya puflaya bana baktığında anlatmaya başladı.

”Öyle yani. Birşey olduğu yok” dedi Sare Rozaya en ince detayına kadar Çınar ile ilgili herşeyi anlattığında.

”Adamı şak diye öpmüşsün Sareciğim. Daha ne olsun ha tatlım?” Dedi Roza kendinden emin bir şekilde imayla göz kırpıştırarak.

”Yaa o bir anlık oldu. Teşekkür etmek amaçlı” dedi Sare tatlı tatlı masumca dudak büzerek.

”Çınar sana senin ağlamana dayanamıyorum derken sen adamı teşekkür etmek için öpmüşsün. Senin ağlamana dayanamayan adam onu öpmene ne yapmıştır acaba?” Dedi Roza ballandıra ballandıra.

”Ne yapmıştır?” Diye sordu Sare alık alık.

”Aşık olmuştur” dedim son noktayı koyarak.

”Olmamıştır” dedi Sare.

”Olmuştur” dedim.

”olmamıştır” dedi inatla Sare.

”olmuştur” dedim.

”Abi diyorum, Nefes ya” diye en sonunda yakındı Sare.

”eee demek ki neymiş. Herkese öyle abi demeyecekmişsin değil mi Sareciğim” dedi Roza tek kaşını kaldırarak.

”Abim ama ya!” Diye söylendi Sare.

 

 

 

 

 

 

 

✨🌑

Ellerimizde poşetler ve ayaklarımızda hiç derman kalmamış yorgun bir şekilde eve gelmiştim. Kapıdan içeri girip kendimizi zar zor salona attığımızda ellerimizden poşetleri öylece yere fırlatıp kendimizi koltuklara atmıştık. Sare ayağıma kafasını koymuş, dışarda kalan bacaklarını koltuğun dışına uzatmıştı. Roza tek başına bir koltukta uzanırken ben kolumu başımın altına almış uykuya dalmak üzereydim.

Biraz uyuduktan sonra uyanmıştık ve saat geç olduğu için makarna yapmıştık. Salonda otururken kapı çaldı. Kapıyı açmak için Roza yaylana yaylana kalktı ve kapıya gitti.

Salondan içeri üç kişi girdi. Yaman, Çınar ve İlyas üçlüsü. Arkalarında ise Roza. Koltukta yayılmış halimizi anında Sare ile birlikte düzelttiğimizde oturur bir pozisyona geldim.

”Hoşgeldiniz” dedim genelleme bir şekilde. Üçü de karşıdaki boş koltuğa oturdu. Biz kızlar ise onların karşısındaki koltukta oturuyorduk. Roza da yanımıza gelip koltuktaki boş kısma oturdu. Bir anda sessizlik hepimizi sardığında, herkesin bakışları ayrı noktalardaydı. Ben ise gözlerimi kucağıma dikmiş, kafamı kaldırıp da kimseye bakmıyordum.

Bunun böyle gitmeyeceğini anlamış olan Roza bir anda ayaklandı. “Hadi çıkıp kar oynayalım.” Dedi ellerini birbirine çakarak. Karısına eşlik ederek İlyas da ayaklandı. “Roza doğru söylüyor. Çıkıp kar savaşı yapalım” dedi gülerek. Süreyle dönüp birbirimize baktık.

”Herşeyi unutarak. Tüm yaşananları unutup normal bir vakit geçirelim” dedi Roza.

Sare ve Çınar onların bu fikrini kabul edip yakalandıklarında ve hepsi salondan çıktığında ben ve Yaman tek kalmıştık salonda.

oturduğum yerden kalktığımda, “Ben odama gidiyorum. Size iyi eğlenceler” diyerek gitmek üzereyken arkamdan onun sesi beni durdurdu.

”Herşeyi unutalım deniz kızı,” dedi. Kafamı çevirip ona baktım. Ayaktaydı ve karşımda duruyordu.

”En azından bu akşama özel. Herşeyi silip atalım. Seninle sanki normal bir günde yolda yürürken çarpışmışız da tanışmışız gibi davranalım. Normal bir ilişkimiz varmış gibi davranalım. Öyle vakit geçirelim. Beraber.

Herşeyi bir kenara atmak. Unutmak. Ve normal bir vakit geçirmek….

Sanki sıradan bir günde, yolda çarpışıp da karşılaşmış, tanışmışız gibi… bir ihtimal. İhtimale sığınarak.

Gözlerime dediklerimi kabul etmemi ister gibi bakıyordu. Onun gözlerinde birşeyleri telafi etmek isteyen bir hal ve ifade vardı.

Hadi, diyordu gözleri.

Dudaklarımda yarım bir gülümseme oluştu. Kafamı salladım. “Tamam, kabuk ediyorum” dedim. Dudaklarında sanki mutlu olmuş gibi bir sırıtış oluştu.

Gülmek en çok ona yakışıyordu. Ama o hiç gülmüyordu.

Yazar anlatımıyla;

Hepsi üzerlerine sıkı şeyler giyinmiş ve bahçeye çıkmıştı. Tüm yaşananları ve herşeyi unutmak adına normal bir akşam geçirmeyi planlamışlardı.

Bir daire etrafında ayakta öylece dikilmiş dururlarken bu sessizliği bozan taraf yine her zamanki gibi Roza olmuştu. Yerden aldığı bir avuç karı elinde top haline getirdiğinde, çınarın yanında duran İlyasa doğru fırlattı. Rozanın atığı kar topu ilyasın kafasına isabet ettiğinde, “Bu, bugün beni çıldırttığın içindi Sural!” Diye gülerek bağırdı. İfadesiz bir şekilde Rozaya bakan Sural, yere eğilerek eline kar aldığında onu top haline getirdi.

”Öylemi, Roza hanım?!”

Dil çıkardı Roza. “Öyle İlyas bey!” Diye bağırdı. Elindeki kar topu ile birlikte Rozanın üzerine doğru koşmaya başladı İlyas.

”Eyvah! Sıçtım!” Diye panikleyerek yanındaki Sarenin arkasına saklandı anında Roza. İlyas Sarenin karşısına geldiğinde elindeki kar topunu Rozaya atmak için bir o yana bir bu yana gidiyordu. “Roza çık oradan.” Dedi İlyas.

kafasını iki yana salladı Roza. Sarenin montuna tutunarak İlyas’tan bir o yana bir bu yana kaçıyordu. Aralarında kalmış Sare ne yapacağını bilemeden öylece dururken İlyas tam önünden çekildiği sırada beklenmedik bir kar topu Sarenin suratına isabet etti.

”Aa!” Eli yüzüne gittiğinde, “Lan İlyas! Ben senin ağzına tüküreyim!” Diye söylenen abisinin sesini duydu Sare. Elini yüzünden çektiğinde çatık kaşlarla abisine baktı. Sinirlenmişti. Yüzüne yediği kar topunu atan abisiydi.

”Abi!” Diye çemkirdiğinde Sare, Yamana doğru koşmaya başladı.

”Abisinin gülü, ben sana atmadım. Benim hedefim şu götelekti” diye eliyle ilyası işaret etti yaman. Fakat ilyasın kendisinden bahsedildiğinde bile haberi yoktu çünkü kendisi şuan topuklarını götüne vura vura kendisinden kaçan karısını elindeki daha da kocaman kar topu ile kovalıyordu.

Babane der gibi omuz silkti ve koşarak Yamanın üzerine atladı. İkisi birlikte yere düştüklerinde yamanın üzerinde olan Sare, yerden aldığı karı yamanın suratına attı. Yaman yüzündeki karlardan kurtulmaya çalışırken Sare bir avuç dolusu karı yamanın yüzüne bastı.

”Ulan sarı papatya! Şimdi geberttim seni!” Diyerek Sareyi belinden kavrayarak yana attık Yaman. “Bu abiye bir savaştır!” Diyerek Sarenin kafasını tutuğu gibi kara gömdü.

”Kardeş sevgin göz kamaştırıyor, kardeşim” diyen çınardı.

Ellerini yamanın yüzüne doğru tutmuş çırpınıyordu Sare.

İlyasın Rozayı hedef alarak attığı kar topu yerde Nefes ile birlikte dev gibi bir kar topu hazırlığı yapan Çınarın neşesini hedef alarak Çınarın ensesinde parçalanıp montundan içeri girdi.

”Ula! Hangi fişkusuna sıçtığım attı onu baa!” Diye arkasını döndü Çınar montundan içeri giren karı çıkarmaya çalışırken.

”İlyas!” Diye bağırdı Roza canını kurtarmak için. “İlyas özellikle seni hedef aldı, Çınar” ters bir bakış attı İlyas Rozaya. İşaret parmağını Rozaya doğru salladı. “Seni bir yakalarsam elimden kimse seni alamaz, kaçık!”

”şimdi senin çarkına sıçtım, İlyas.” Diye sakince ayaklandı Çınar. Ayaklandığı gibi sırtından içeri giten kar parçaları yere düştü.

”lan oğlum yalan atıyor inanma sen şu salağa.” Dedi İlyas geri geri adımlarken.

”Salak senin anandır, hoşt!” Diye çemkirdi Roza.

”Kaynanan hakkında düzgün konuş” diye uyardı İlyas.

Yerden aldığı karı sert bir top haline getirdi Çınar.

”Oğlum bak sen onu taş haline getirdin. Yaklaşma bana” diye elini öne doğru savurarak Çınara gelme işareti yapıyordu İlyas.

”Götüme kadar indi lan. Götüme kadar. Dondum, it!” İlyas’a doğru koşarken elimdeki kar topunu arkasını dönmüş kaçan ilyasın tam sırtını hedef alarak ona doğru attı Çınar.

Kar topu ilyasın sırtına isabet ettiğinde büyük bir kahkaha attı Roza.

Nefes hala dev kar topu yapma peşindeyken arkasından gelen kar topu ile eli kafasına gitti. Yüzünü buruşturarak arkasını döndüğünde, “Öyle oturmakla olmuyor, Nefes hanım” diyen Roza ile karşılaştı.

”Öyle mi?” Diye harfleri uzata uzata ayağa kalktı Nefes. Kalkarken de eline özenle yaptığı büyük kar topunu aldı.

”Ya bilerek mi yapıyorsunuz? O hayvan gibi şeyi bana atmayı planlamıyorsun değil mi Nefes?” Diye sordu Roza korka korka.

”ee öyle oturmakla olmuyor diyen sendin” dedi Nefes dudaklarında sinsice bir sırıtış oluştuğunda Rozaya doğru yürümeye başladı. Roza tam arkasını dönmüş kaçacakken ayağı kara batıp takılan Nefes yere düşerken kucağında taşıdığı koca kar topu da yerdeki Yamanın kafasına daldı. Kafasına düşen büyük bir kar yığını ile kara daha çok yapışan yamanla fırsattan istifade eden Sare hemen yerden kalkarak oradan uzaklaştı.

“Lan füze mi atıyorsunuz kafamıza?” Diyerek güçlükle daldığı kardan ellerinden destek alarak doğruldu Yaman.

Düştüğü yerden kalkan Nefes, kar olan saçlarını düzeltiyordu.

”Sana mı geldi benim özenle yaptığım kar topum?” Diye sordu Nefes, saçlarını eliyle düzeltirken yamana bakarak.

”Özenle mi yaptın sen onu?” Diye Sordu yaman toparlanırken.

ciddi ciddi, “Evet” dedi Nefes. “Tam senin kafana göre olmuş değil mi? Tam kafana oturdu.”

Herşeyi sahiden de unutmuş. Sıradan normal ilişkisi olan iki insan gibi birbirlerine davranıyorlardı.

”He he. Sorma, tam kafama göre” dedi Yaman kafa sallayarak. Güldü Nefes.

Ayağa kalktığında, üzerindeki karları silkeledi ve kafasındaki beyaz beresini düzelterek yürümeye başladı. O sırada arkasından bir kar topu sırtına isabet etti. Bir hışımla arkasını döndü Nefes.

Kar topunu atan kişi tabiki de Yamandı. Hemen düştüğü yerden toparlanmış ve şipşak bir kar topu hazırlayıp Nefesi hedef almıştı.

”Ha illa sırtından vuracağım diyorsun, Yaman? Bildiğin gibi.” Dedi Nefes ellerini beline atmış tipik bir bakış Yamana attığında. “Huylu huyundan vazgeçmez, Deniz kızı” dedi gülerek ve şakaya vurarak Yaman.

Yere eğilip avuçlarını karla doldurdu Nefes. O karları bir araya getirdi sonra doğruldu ve soğuktan akan burnunu çekerek bir araya getirdiği karları ciddili bir şekilde kolunu geriye uzattı önce sonra da Yamana doğru fırlattı. Yaman Nefesin kendisini direkt hedef alarak attığı kar topundan kaçmak için kendini sağa çektiği sırada bu bir işe yaramadı ve kar topu omzuna çarptı. Bunu fırsat bilen Nefes eğilip bir kar topu daha yaptı.

Nefes herşeyi unutmuşken yine de Yamanı hedef alarak attığı kar topları ile yamandan bazı şeylerin acısını çıkartıyordu.

Herkes kendi halinde iken ortalığı karıştırıp herkesi birbirine katan Roza hanım, bir köşeye çekilmiş karnını tuta tuta bu şahane görüntüyü kahkahalarla izliyordu. Fakat gözlerden kaybolmuş biri vardı ve o gülerken bunu farketmemişti bile. Taki arkasından gelen bir beden onu belinden sarıp havaya kaldırana dek.

”Aaa!” Roza bir çığlık attığında arkasından İlyasın borazan misali kahkahası duyuldu. “İlyas!” Diye bağırdı ayakları havada çırpınırken ve elleri kendisini saran kollara tutunmuşken. “Çabuk indir beni”

”Hiç sanmıyorum karıcım” diyerek bir anda Rozayı kendiyle birlikte kendi etrafında döndürmeye başladı İlyas. Rızanın yükseklik korkusu vardı. Gözlerini sıkıca yumduğunda, “İndir beni Allahın belası!” Diye bağırdı korkuyla.

Dönmeyi bıraktığında bir anda kucağında taşıdığı Rozayı karların içine harbi harbi fırlattı İlyas. Neye uğradığını şaşıran Roza yere yapışmış kara daldığında kalçası yere yapışmıştı. Belini tuta tuta doğrulmaya çalıştığında, “Allah belanı versin, İlyas!” Diye bağırdı yüzü acı içinde kıvranırken ve hala belini tutarken.

”Allah bana belaların en büyüğünü vermiş. Rabbim başıma senin gibi ömür törpüsü bir bela vermiş” diye söylendi İlyas. Roza tam ayaklanmak üzereyken İlyas buna izin vermeyip üzerine doğru gitmeye başladı. Daha düştüğü yerden kalkamamış Roza karın içinde yuvarlanarak İlyas’tan kaçmaya çalıştı. İlyas ise onun bu haline keyifle gülerek hala onun üzerine gidiyordu.

”Oğlum köpekmisin ya! Hoşt hoşt!” Diye kaçma çırpınışlarındaydı Roza.

“Kocanla düzgün konuş, Kaçık”

Onlar bir köşede birbirleriyle uğraşırken, Çınar ve Sare de bir köşede kişisel bir kar savaşına tutulmuşlardı. Çınar ard arda her ne kadar kıyamasa da kar toplarını bir köşede biriktirmişti ve Sare’ye atıyordu. Sare ise narinliğinden hiç ödün vermeden ama yine de Çınara yenil düşmeden yaptığı kar toplarını Çınara atıyordu. Her ne kadar Çınar kadar kar topu yapma konusunda hızlı ve başarılı olamasa da.

”Ama Çınar abi haksızlık bu.” Diye mızmızlandı Sare.

”Neresi haksızlık kız. On saate iki tane top yapamıyor kardan.”

Hoşnutsuzca suratını buruşturdu Sare. Elindeki kar topu ile Çınarın üzerine koşarken ayağı kara battı. Öne doğru düşecek gibi olduğumda yardımına onu belinden tutarak düşmekten kurtaran Çınar kurtardı. Çınarın kolu Sarenin belini sardığında adlarında mesafe kalmayacak kadar bir yakınlık oluştu. Sare nefes nefese kalmıştı. Nefesi çınarın dudaklarının üzerinden çarpıp geçiyordu.

Ayakta durabilmek için eliyle çınarın kolunu kavramıştı Sare.

”Sağol” dedi Sare nefes nefeseyken. Soğuktan zor yutkunuyordu.

Çınarın bir anlığına bakışları Sarenin dudaklarına kaydı. Sare bunun farkında vardığında kafasını anında geri çekti ama bedenini çınardan uzağa götüremedi. Aralarında kapılmaması ihtimal dahi olmayan bir çekim vardı ve ikisi de o çekime fazlasıyla kapılmıştı. Çınarın bakışları bir Sarenin gözlerinden bir de dudakları arasında gidip geliyordu.

Öp, dedi çınarın içinden bir ses. Daha ne kadar dayanabilirsin buna bilmiyordu. Karşısındaki kıza karşı koyamadığını farkındaydı. Sare’ye karşı koyamadığını iliklerine kadar hissediyordu.

Yirmi bir yıldır hayatında olan bu kıza ne oluyordu da son zamanlarda karşı koyamıyordu. İçinde neden ona karşı birşeylerin aktığını hissediyordu ve buna engel olamıyordu.

Sare ayrılmak için geriye bir adım attığında çınarın kızın belini saran parmakları sıkılaştı. Sare bu beklenmedik hareketle çınara kırpıştırdığı kirpiklerinin altından bakıyordu. Kalbi zaten bir garip hallerdeydi şu son sıralarda. Bir de üzerine bu yakınlık. Fazlaydı. Zarardı. Ziyandı.

çınar yüzünü Sarenin yüzüne yaklaştırdığında gözlerini sıkıca yumdu Sare. Çınar yüzüne yaklaştıkça kalbi daha hızlı atıyordu. Sare çınarın me yapacağını bilmezken Çınar sareyi yanağından öptü. Tıpkı geçen gün, Sarenin Çınarı öptüğü gibi. Çınar geriye çekildiğinde Sarenin kalbi yerinden çıkacak kadar hızlı ve şiddetli atıyordu. Gözlerini aralayıp Çınara baktı.

”Bunu neden yaptın?” Diye sordu kekeleyerek alık alık Çınara bakarken.

”Geçen gün sen de beni öpmüştün” dedi Çınar halinden memnun bir şekilde. Yanakları saniyesinde heyecandan ve utançtan kızarmaya başlarken dudaklarını şişirdi Sare.

Onun bu haline içi gitti çınarın. Şuan ne kadar tatlı göründüğü hakkında gram fikri olmadığına emindi Çınar. Bir kere daha mı öpsem diye geçirdi içinden. Daha sonra Yamanın onları bu halde görebileceği ihtimali geldi aklıma. Gram acımaz sıkar topuğuma dedi, bir kez daha sareyi öpme düşüncesini aklından silip attı.

”Ama ben seni teşekkür etmek için öpmüştüm” dedi Ellerini göğsünün altında birleştirdiğinde Sare.

”Sen hep böyle birine teşekkür edeceğin zaman o kişiyi öpermisin?” Diye sordu Çınar ciddi bir ifadeyle.

Ne münasebet derecesine kafasını iki yana salladı. “Tabiki de hayır.” Dedi Sare.

Kızı hala belinden tutarken kendine çekti Çınar. “O helde beni neden öptün?” Diye sordu.

Ama böyle olmuyordu ki. Sare ne kadar Çınardan uzak durmaya çalışsa Çınar ona daha çok yaklaşıyordu. Neden anlamıyordu bu kut kafalı adam bu yakınlık Sarenin kalbine zarardı. Zıvanadan çıkmak üzere olan duygularını zar zor zapt ediyordu zaten. Bir de şimdi bu yakınlık, oluyormuydu hiç. Adamın rüyalarına girdiği yetmiyordu sanki bir de öpüyordu. Yok yok, Çınar sahiden de Sarenin kalbine büyük bir zarardı. O öpücük de neydi öyle. Öyle şak diye öpülürmüydü bir insan hiç. Ama aptallık Saredeydi. Sen ne diye teşekkür etmek için adamı öpüyorsun ki.

Hem bu Çınara noluyordu. Abi diyordu Sare ona o kadar. Öpmek de ne demekti. Bu yakınlık da neydi?

Acaba bize gerçekten de aşık mı oldu ha Sariş? Dedi Sarenin içinden bir ses.

kesinlikle hayır! Diye inkar etti Sare.

“Sen herkes misin, Çınar abi?” Dedi Sare. Fakat sonradan jeton düştü ki kendilerine yanlış birşey söylemişti.

kaşlarını yukarı doğru çattı Çınar. “Değil miyim?” Diye sordu imali imalı. Daha çok sardı Sarenin belini. Geri çekilmek için Çınarın kollarıma sarıldı Sare.

”Tabiki de, abimin arkadaşısın sen.” Diyerek paçayı kurtarmaya çalıştı Sare.

Daha fazla bu kadar yakın duramayacaktı. “Abim bu yakınlığımızı görürse canıma okur, Çınar abi.” Diye abisini bahane ederek çınarın belini saran elinden onu geriye doğru iterek kurtuldu ve koşa koşa yanından uzaklaştı Sare.

Ve Çınar onun arkasından bakarken ve bu kaçışından bireyler anlayarak baka kaldı.

“Şimdi görürsün sen Yaman. Bak nasıl seni kara gömüyorum” diye Yamana meydan okudu Nefes. Herkes bir yanaydı ama onlar gerçekten de herşeyi tüm yaşananları tüm kötü sözleri onca acı dolu anı unutup sıradan ve normal iki insan gibiydiler. Mutluydular şuan. Ana o kadar çok kapılmışlardı ki bu geceden en çok zevk alıp eğlenen onlar olabilirdi.

İlk defa ikisi de birbirine kırıcı şeyler söylemek yerine birbiriyle gülüşüyorlardı. Nefes ilk defa Yamanlayken ağlamıyordu, onun yüzünden gözünden yaş akmıyordu aksine Nefes, Yamanlayken gülüyordu. Ve ne garipti ki Yaman da Nefesle vakit geçirirken gülebiliyordu.

Nefes elindeki kar topunu da Yamana attığında yaman tıpkı diğerlerinde de olduğu gibi bundan da kaçmıştı ve Nefesin kar topu kara geri karışmıştı. İnatla pes etmeyip bir kar topu daha yapmak için yere eğildi Nefes. Beyaz karı avucuna aldığında tekrar doğruldu. O kar topunu hazırlarken bacağına bir kar topu darbesi aldı.

Kafasını kaldırıp boş boş baktı Yamana. Hiç yılmadan elindeki kar topunu yamana fırlattı. Ara sıra Rozadan da darbe alıyordu. İlyas da karısına ayak uydurup Yaman ve Nefesi kendilerine hedef bilerek onlara bulaşıyor sonra da geri kendi hallerine döndürüyorlardı.

Yaman, yere eğilip büyük bir kar topu yapmak için hazırlanıyordu. Karları etrafında toplayıp bir araya getirirken Nefes de kendi çapında bir saldırı hazırlığındaydı. Nefes kendi hazırlığını yapmış Yamana doğru giderken Yaman da kendi hazırlığını yapmış Nefese doğru gidiyordu. İkisi de birbirlerine yürürken Nefes daha fazla yakınlaşmayı beklemeden elindeki kae toplarını ard arda yamana doğru armaya başlamıştı. Yaman kolunu yüzüne siper etmiş Nefesden gelen kar toplarından korunmaya çalışıyordu. Nefesin mühimmatları bittiğinde saldırı sırası Yamandaydı.

Yaman kucağındaki kar toplarını Nefese doğru atmaya başladı.

Bu kar savaşı ikisi arasında bir yakınlık oluşturmaya başlamıştı. Özellikle de Yaman açısından Nefese yakınlaşma olanağı sunmuştu ve Yaman farkında olmadan Nefese yakınlaşmaya başlamıştı.

Nefes Yamandan gelen kar toplarına karşı kollarını yüzüne siper etmişti. Yaman Nefese yaklaşa yaklaşa toplarını atıyordu. İyice yakınına geldiğinde son kar topunu da Nefese attı ve Yamanın da kar topları bitti.

İkisi de derin derin nefesle ala ala birbirlerine bakarken, aralarındaki mesafe yok denecek kadar azdı. Nefes akan burnunu çekti.

”Sanırım hasta oluyorsun” dedi Yaman.

Hapşırdığında, “sanırım” dedi Nefes.

Kar tekrardan yağmaya başlamıştı. Üzerlerine üzerlerine yağan karın altındayken kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı Nefes. Karın yağışını gördüğünde dudaklarında bir gülümseme yer etti. Yaman kısık gözlerle onun bu haline bakarken ellerini cebine attı.

”Sen gökyüzüne aşıktın değil mi?” Diye sordu Yaman hala Nefesi izlerken.

”Her halini seviyorum” dedi Nefes hala gökyüzüne bakarken.

kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı Yaman. Ama Nefesin baktığı gibi bakmaya çalıştı. Nefesin gökyüzünde ne gördüğünü görmek istedi. Merak etti bu kadar hayran hayran gökyüzüne bakılacak ne vardı orada.

Ellerini açıp avuçlarına yağan karın düşmesini bekledi Nefes.

”Sen sevmezmisin gökyüzünü seyretmeyi?” Diye sordu Nefes kafasını gökyüzünden çevirdiğinde bakışını açtığı ellerine diktiğinde.

iç çekti Yaman. “Senin kadar değil. Ama bizde severiz gökyüzüne bakmayı.” Aynı anda, “özellikle de geceleri” dediler.

Özellikle de geceleri güzeldi gökyüzünü seyretmek. En anlamı vakitti gece vakti. Heryer sessiz, gökyüzü sessiz, insanlar yok, sadece gece ve gökyüzü var.

Yamanın bakışları Nefesin ellerine değdi. “Sen ne yapıyorsun öyle?” Diye sordu anlamaz bakışları Nefesin ellerindeyken.

”Karı ellerimde taşımaya çalışıyorum” dedi Nefes, hala gülerken.

Garipsedi Yaman. “Tuhaf bir kızsın, deniz kızı” dedi gülerek.

Bakışlarını Yamanın gözlerine çevirdi Nefes. “Anlaması hala çok zor bir adamsın, Yaman.” Dedi o da gülerken.

Tekrar bir iç çekti Yaman. “Beni anlamak için çok çabalamaya gerek yok. Anlayan olmadı, anlamak için çabalayan da. O yüzden, sende salla” dedi Yaman.

Gözlerine dalmış gibi baktı Nefes. “Belki,” diye mırıldandı. “Bir gün anlarım seni…”

Silikce güldü Yaman. “Umarım, bunu başarırsın, deniz kızı”

Nefes ellerinde karı tutmaya çalıştı, ellerine baktı, gökyüzüne baktı. Yaman, dudaklarında kaybolmak üzere olan bir gülüş ile elleri cebindeyken Nefesi izledi. Karı ellerinde tutmaya çalışmasına baktı. Durdu, sustu.

Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen🌸1

Bölüm : 17.01.2025 21:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...