36. Bölüm

27. Bölüm; KAFES DÖVÜŞÜ

Katherina
umutkirintisiniyaz

 

Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayınnnnn.

keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

“Tek odak noktam, deniz gözlerin”

Gözden Irak, gönülden de Irak derler ya, eskilerin sözleri bugünlere gelmiş, fakat boşa çıkmıştı.

Gözden Irak olan gönülden de Irak olmaz. Gözden Irak olan gönüle daha yakın olurdu. Göz görmeyince gönül vazgeçerdi. Göz görmeyince, gönül daha çok sever. Seven, her türlü sever. Bahanelere sığınıp da sevgini harcamak, yüreksizlik.

🩹

Kafamı kaldırdığımda bulutların dört bir yandan dağıldığı, mavinin en güzel tonununu sahiplenmiş gökyüzüne baktım. Güneş tam tepedeyken kendine hedef olarak gözlerimi seçmişti. Derin bir nefes çektim içime, gözlerimi huzurla yumdum.

Düşünceler sardı benliğimi.

insan neden bir türlü düşünmeden edemezdi?

Düşünmek denen şey, niçin bu kadar can yakıcı ve yaralayıcı bir boyuttu?

Gözlerimi yumduğum vakit gözlerimin önünde önce bir gülüş belirdi. Yarım bir gülüştü. Ve ben, onu daha gülüşünden tanımıştım. Daha sonra gülüşünden yukarı tırmandı ve benim, bakmaya bir türlü dokunamadığı o kahvelikler gözümün önüne serildi. Fazla yakından, sadece bir hayal silik bir görüntü bile olsa yakından baktım gözlerine. Uzunca kirpikleri, koyu kahve gözleri… Normal kalınlıkta kaşları, sol kaşının hemen yanındaki yara izi.

O yara izine zaafım vardı.

Yaman o izden nefret ediyordu. Ama ben o izi fazlasıyla seviyordum. Ona yakışıyordu. Belki mazisi kötüydü, ama güzeldi.

“Yara izin güzel” demiştim bir keresinde.

”Ondan nefret ediyorum.” Demişti o da gerçekten nefret eder bir tonda.

”Mazisi kötü diye mi?” Diye sormuştum.

“O yarayı neden aldığımı bilmiyorsun. Nedeni, izden daha can yakıcı.” Demişti karmaşık bir şekilde.

”Söyle o zaman da bileyim nedenini.” Demiştim merakla.

”Tekrar kanar, yara.” Demişti.

Bu sanki onun için gerçekten de can yakıcı bir şeymiş gibiydi.

Yarasıyla derdi neydi bilmiyordum. Ama o yaranın neden olduğunu çok merak ediyordum.

”Yine gökyüzünü kendimize kaçış yoku seçmişiz.” Tanıdık sesi kulaklarıma dolduğunda, içimde onun sesini her duyduğumda ve onu her gördüğümde oluşan o his, yine beni yalnız bırakmayarak içimde yer edindi.

Bir türlü tarif edemediğim bir histi. İçimi hoş eden, garip ama artık alıştığım bir his. Ve bu his, sadece Yaman’da ortaya çıkıyordu.

Yumduğum gözlerimi açma gereksiniminde bulunmadım. Şuan fazlasıyla iyi hissediyordum ve bunun bozulmasını istemiyordum.

”Gökyüzünde özgürlük var derler.” Derken dudaklarımda bir gülümseme oluşmak üzereydi.

”Özgür olmayı bu kadar çok mu istiyorsun?” Diye sordu. Adım sesler bana doğru yaklaşırken.

Kafamı sallayarak sorusunu cevapladım.

Yakınlığının ne derecede olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Adım sesleri susmuştu. Beni izlediğini hissediyordum. Yoğun bakışları üzerimdeydi. Yüzdüğüm gözlerimi araladığımda gökyüzüne kaldırdığım başımı önüme eğdim. O an gözlerim, tam da tahmin ettiğim gibi beni izleyen gözlerle kesişti. Beni seyrediyordu, beni izliyordu ve aramızdaki mesafe dört adımdan ibaretti. Ellerini serseri bir şekilde cebine atmıştı yine. Ve saçları benim en sevdiğim haliyle dağınıktı. Tam gözlerinin üzerini hedef alan güneş, kahverengi gözlerini parlaklaştırıyor ve daha da ön plana çıkarıyordu.

Onun gözlerine bakabilmek için kafamı kaldırmak zorundaydım.

Yine fazla yakışıklı görünüyordu. Ona aşık olmamak elde değildi.

İyi ve kötü arasında kalmış bu adam, kusurlu ve kusursuzdu. Zarar ve ziyanken, merhem ve şifaydı da.

Yaraydı ve aynı yaranın kabuğuydu da.

O yaraya yara bandı yapıştırmak yakışmazdı. Yarayı en iyi kabuğu sarardı. Ve ben, yaramın üzerine yara bandı yapıştırarak yaranın kabuğuna haksızlık yapmak istemiyordum.

Kabuk bağlamasa da, yara, yara olarak kalmaya devam etmeliydi.

Ve gözlerine baktığım adamın, kendi açtığı yaraya kabuk olma gibi bir niyeti varmıydı? Sanmıyordum.

Yara olmayı bilen, yaranın kabuğu olmayı beceremezdi.

Kabuk olayım derken daha da kanatırdı yarayı. Acıtırdı, ötede kalması daha layığıydı.

”Neden öyle bakıyorsun gözlerime?” Diye sordum.

Omuz silkti. “Bakası gelmiş, gözlerimin gözlerine.”

Kalın ama ince gibi olan sesi biraz da boğuktu.

”Bir türlü sahip çıkamıyorsun sen de şu gözlerine.” Dedim imayla ve eğlenerek.

”Göz hizamdaki sen olunca bakmaması zor oluyor neticesinde.” Dedi pat diye.

Sözleri, her defasında bende farklı hislere yer açıyordu. Eskiden olsa sözleri beni yaralardı fakat şimdi sözleri beni yalnızca mutlu ediyordu.

“Neden geldin?” Diye sordum.

”Sana geldim.” Dedi gözlerime bakarken.

Yüzümü anlamazlıkla buruşturdum. “Neden?”

”Her gittiğimde yine sana döneceğim demiştim. Sözümü tutuyorum ve sana geldim.” Dediğinde sessiz bir iç çektim. İçim titredi, göğüs kafesim hızla inip kalktığında sıkıştı.

”Siz verdiğiniz sözleri hep böyle tutarmıydınız Yaman bey?” Diye sorduğunda şaşkınlığım sesime de yansımıştı. Neyi kast ettiğimi anlamıştı. Sesli bir nefes verdi.

”Tutmam icap eder.” Dedi.

”Tutman icap ederdi.” Dedim.

Gözleri yüzümün her bir zerresinde gezinirken ben sadece onun bu halini sessizce izledim.

Sessizlik bizim aramızdaki en büyük duvardı.

Ve sessizlik bizim tek bir arada kalabildiğimiz o andı.

”Allah özene bözene yaratmış. Sende Trabzon güzelliği var, Trabzon güzeli.” Sözleri karşısında kaşlarım çatıldı.

”Trabzon güzeli de ne demek?”

Ellerini cebinden çıkardığında elleri yüzüme uzandı. Yüzümü avuçlarının arasına aldığında yüzüme doğru eğildi. “Sen demek işte. Trabzon güzelisin sen, gözlerin Karadeniz’in mavisi, saçların Karadeniz gecelerinin siyahı, tenin Karadeniz’de yağan karın beyazlığı, eşsiz, kusursuz ve fazlasıyla büyüleyici. Karadeniz gibi, Trabzon gibi. Güzelliğin eşsiz ve dillere destan.”

Boyu boyumla aynı hizadayken ve yüzüm avuçlarının arasındayken şaşkın ve alık gözlerle baktım gözlerine. Bunlar ondan duymayı beklemediğim sözlerdi. Asla beklemiyordum. Amansız bir anda yakalamıştı sözleri beni. Kalbimi sarıp sarmalmış, bir düğüm atmış, kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Kalbim bu kadar hızlı atarken ve o bana bu kadar yakınken kalp atışlarımı duymaması imkansızdı.

Bunları söylerken aklından ne geçiyordu? Sözlerinin bendeki etkisinin farkındamıydı?

“Öylemiymiş?”

”Öyleymiş” dedi tek nefeste.

Ellerimi yüzümü avuçlayan ellerinin üzerine koyup parmaklarını kavradım.

 

 

 

”Sevebilir misin beni?” Diye sordum birden bire.

Alakasız bir şekilde sorduğum soru karşısında afallamış gibi görünüyordu ama yine de pek bir mimik oynamadı suratında.

”Sevemez miyim seni?” Diye sordu, derinden gelen bir sesle.

”Söz konusu aşk bu,” diye mırıldandım. “Sağı solu belli olmaz.” Diye tamamladım cümlemi.

”Söz konusu aşk bu, gözlerine beş saniye baksam, bütün ömrümü o gözlere adardım.” Dedi gözlerime gözlerinin arasındaki bir ifade ile bakarken.

”Ama korkuyorsun, korkaksın.” Ellerini yüzümden çektiğimden ellerinden ellerimi çekip yanıma bıraktım ellerimi.

”Sana korkak olduğumu düşündüren ne?” Diye sordu geri çekilirken.

”Her konuda cesaretin var, fazlasıyla. Fakat konu aşk olduğunda, senden korkağı yok. Korkaksın Karayel. İnkar edemezsin. İkimiz de biliyoruz.” Bir adım geriye çekildim.

”Bana korkak derken kendi korkaklıklarını unutma Nefes. Seninde bir türlü cesaret edemediğin bir şey var ve bu fazlasıyla belli.” Dedi.

”Neymiş o?” Diye sordum gözlerimi kısarak.

”Ne olduğunu bilmiyorum. Ama gözlerini her gözlerimden kaçırışında, anlayabiliyorum sanki.”

Afallayarak bir adım geriye çekildim hemen. “Ne anladıysan yanlış anlamışsın.” Diye çıkıştığımda dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı.

”Zaten ben hep yanlış anlarım, Deniz kızı.” Dedi ve ellerini tekrar cebine atıp arkasına döndü. Bir adım attığında birşey gitmesine engel olmuş gibi durdu ve omzunun üzerinden bana baktı.

”Ve geleceğim. Yine ve tekrardan sana.”

Dudaklarımda histerik buruk bir tebessüm oluştuğunda ellerimi arkamda birleştirdim.

”Ve bende bekleyeceğim. Yine ve her zaman.”

güldüğünü gördüm. Bariz bir şekilde ortadaydı o eşsiz gülüşü.

Tekrar önüne döndü. Bende arkama döndüm. O bir adım gitti, ben bir adım gittim. Adımlarımız bedenlerimizi birbirinden uzaklaştırırken, sanki görünmez bir ip vardı aramızda ve o her adımda biraz daha çekildi, sıkılaştı ve sardı. Bir düğüm daha atıldı, bir bağ daha oluştu. Ne kadar gidersek gidelim sanki o ip hiç kopmayacak ve bağ adla çözülmeyecek gibi. Sıkılaştı, güçlendi. Kalbimi sardı, kalbine ulaşmak için. Beni ona bağladı. Ayrılamam için.

Her gidişi bir veda gibi olan adam, gitmeyi asla beceremeyen kadına verdiği sözü tutmak için bir kez daha gitti. Ve kadın yine ardında kaldı. Çünkü kadın, kalmakla yükümlüydü.

Gitmek adama, kalmak kadına mübahtı.

çünkü bir adam, asla bir kadının ardında kalmayı beceremezdi. Bir adam, bir kadını yaşlı gözlerle giderken izlemeyi, beceremezdi.

Yaman Karayel yine gitti. Ve Nefes Soykan yine onu beklemeye koyuldu.

🩹

Yara bandı yapıştırdım yarama, belki sarar diye, ama yara kabuğuna o kadar sadık ki, sarmasına izin vermedi yara bandının kendisini. Kabuğunu bekledi, ki kabuğu yaraya fazla nankördür.

Fazlasıyla uzun bir zaman oldu, sana yazmayalı, içimi sana dökmeyeli. Dilim varken içimi sana konuşarak dökemiyorken, nasıl oluyordu da şu kalemi elimde tuttuğumda bir sayfaya yetermeyecek kadar çok yazabiliyordum sana?

Bir derdim yok. Aslında dertlerim çok da, buraya yazarak yormayacağım kendimi. Buraya, bugün sadece seni yazacağım. Sadece senden bahsedeceğim. Kalbimin tamamını kaplayan adamdan, aşkı içime sığmayan ama içimde saklamak zorunda olduğum adama yazacağım, ondan bahsedeceğim. Gözlerine beş saniye bakmaktan bahsettin bugün. Hangi ara senin gözlerine beş saniye baktım da böyle tutuldum o gözlerine.

Kahverengi, senin gözlerinde kahverenginin her bir tonu var. En güzel toprak senin gözlerinde.

Denizin, toprağa büyülenişinin hikayesi bu. Toprak ve Denizin hikayesi. Çünkü ancak bir deniz bir toprağa böylesine tutulabilirdi.

Senin ve benim.

Bu nasıl bir aşk anlamıyorum böyle. Aşkım henüz taze, yeni. Ama sanki asırlardı seni seviyormuşum gibi geliyor bana. Bir kaç aylık bir aşkken bu, sanki uzunca yıllardır sana aşığım.

Bir kadının bir adama böylesine divane olması…

Merak ediyorum. Acaba hissediyormusun sana olan sevgimi.

İnsan birinin kendisini sevdiğini hisseder derler. Hissetmen mümkün. Hissediyor musun? Beni sevsen hissederdim. Fakat en ufak birşey bile hissetmiyorum. Bu kadar iyi mi saklıyorum sevgimi, tek bir kırıntısını dahi hissetmiyorsun. Hissetmen için nelerimi vermezdim. Sevgimin farkında ol diye, neleri feda etmezdim. Fakat bak avuçlarıma, feda edecek hiçbir şey yok. Bir canım var, o da bana fazla zaten. Gözlerimi gözlerinden kaçırıyorum, sor bir neden diye. Çünkü gücüm yok, gözlerine bakmaya cesaretim yok. Gözlerine doya doya bakmak isterken, bir kaç saniyeden fazla bakamamak, yük olurmuş omuzlarıma. Sanırım sana korkak derken haksızlık ettim. Çünkü ben senden de korkağım. Korkak olmasam, şimdiye ele vermiştim aşkımı. Ama gel gör ki, sana bir adım dahi yakın olduğumda, hızla atmaya başlayan kalbim ve kesilen nefesim buna asla müsade etmiyor. Vaz mı geçmeliyim? Ki ben onu da bilmiyorum. Dedim ya, ben gitmeyi hiç bilmiyorum.

Bana da öğretirimisin gitmeyi?

Sen gibi nasıl gidilir, öğret lütfen bana.

Gittiğim yerden asla geri dönmek istemiyorum. Gitmek haramken dönmek de bana bir o kadar haram olsun istiyorum.

Ben her nereye gidersem gideyim, ölsem unutamam seni.

Öyle bir işlemişsin ki içime, kalbime, iliklerime, her zerrem senle doluyken unutamam seni. Seni unutmak haram bana.

Seni unuttuğum gün kalbim atmayı bırakır. Kalbim atsın diye unutamam seni.

Hem, ilk aşklar asla unutulmaz derler. Sen benim ilk aşkımsın. Daha ilk gördüğüm gün tutulduğumsun. İlk aşkım, en büyük yaramsın. Seni unutamam. Sen herşeyinle benim tüm ilklerimsin. İlker unutulmaz. İlkimi unutamam.

Seni unutamam, unutmak da asla istemem.

Ben herseyi ve herkesi unuturum, bir seni unutamam. Öyle bir işlemişsin ki ruhuma, beni ben yapanı söküp de atamam. Cesaret edemem, gücüm yetmez. Ben ölsem dahi unutamam seni. Hafızamı silseler bile, ben seni asla unutamam. Öyle bir işlemişsin ki içime, kimsenin gücü yetmez seni oradan almaya. Yaman Karayel, sen bendeki o derin yerini asla bilmeyeceksin. Sen benim kalbimde en derin yere işlemişsin. Ve seni oradan söküp atmaya benim bile gücüm yetmez be adam.

Bil diye söylüyorum, sen benim ilk aşkımsın.

 

 

 

 

 

Deniz kızından, Kalp yarasına.

Kağıdı katladığında zarfa koydum ve zarfı kapatıp masanın üzerine bıraktım.

Yazar anlatımıyla;

İnsan herşeyi bildiğini sanar ve yanılır. Aslına bakarsan, insan oğlu daima yanılır. Nefes, her zaman Yaman’ın kendisini seçemeyeceğini düşünürdü. Kendini buna inandırdı. Sevmeyecek dedi, inandı, kabullendi ve sessizliğe büründü. Onun için aşkının karşılık bulması imkansızdı. Kendini buna öyle bir inandırmıştı ki, sanki Yaman ona aşık olsa ve bunu itiraf etse, buna asla itimad etmeyecekti. O kadar kabullenmişti karşılıksız sevdiğine, aşkının tek taraflı olduğuna, sanki Yaman onun için canını verse bu bile inanmasına yetmeyecekti.

Nefes yanılırdı.

“Hadi ama Yaman, biraz hızlı ol oğlum.” Derken ukalaca sırıtıyordu Çınar. Yaman’ı hırslandırmak için.

Bir ileri bir geri dizlerini bükerken anlından akan terler yanaklarından süzülüyordu Yamanın.

”Suratın dağıldı hala hızlı ol diyorsun. Kaşınıyor musun oğlum sen?” Diye sordu Yaman nefes nefese kalmışken.

Güldü Çınar. “Sayılı gün çabuk geçer, Yaman. Ne kadar çok çalıştın o kadar iyi senin için.”

”Rakibimin kim olduğunu biliyor muyuz?” Diye sorarken Çınara bir yumruk daha atma çabasındaydı Yaman.

Kafasını iki yana sallarken Yamanın kendisine atmaya çalıştığı yumruk geriye çekildiğinde havada savruldu.

”Hayır, çok öğrenmeye çalıştım ama gizli tutuyorlar.” Fakat Çınar ancak bir kez Yamanın yumruğundan kaçmayı becerebilmiş ve bir sonraki yumrulu sağ yanağına yemişti. Yaman, onun canını yakmamak için tüm gücüyle vurmuyor, sadece maça hazırlık oldun diye hafif yumruklar atıyordu. Çınar ne kadar Yaman kadar usta olmasa da o da fena sayılmazdı.

”Komiserim, iyice paslanmışsınız. Suçluları bu paslanmışlıkla nasıl yakalayacaksınız merak ediyorum.” Derken eğleniyordu Yaman. Kollarını yüzüne siper etmiş, çınarın etrafında ustaca küçük adımlarla dönüyordu. Eline sardığı bezler artık çözülmek üzereydi. Ne kadar süredir bu şekilde birbirleriyle dövüşüyorlardı onlar bile bilmiyorlardı. Zaman denen şey artık onlar için kalmamıştı.

“Hala fazlasıyla dinçim Karayel. Yumruğumun tadına bakmak ister misin?” Diye sorarken yumruğunu Yamanın suratına doğru salladı Çınar.

Çınarın dudağının kenarı kanamıştı. Yamanın da burnunda ufak bir kan lekesi vardı.

Maça çok az kalmıştı. Sayılı günler vardı artık. Trabzon’da düzenlenen büyük maç için yoğun bir hazırlık vardı. Bir çok rakip vardı. Sona kalan iki kişi en son olarak dövüşecek, ikisi arasında kazanan ise kupasını alacak, madalyası boynuna takılacaktı. Yaman artık yorulduğunda dövüşmeyi yarıda bırakıp masanın üzerindeki suyu almak için masaya doğru ilerledi. Su şişesini masadan aldığında kapağını açıp şişeyi ağzına götürdü ve kana kana şişedeki suyu içti. Boş şişeyi masaya geri bıraktığında kapağını da yanına bıraktı ve çalışmak için yerine geri döndü. Anlına yapışan saçlarının arasından parmaklarını geçirip saçlarını geriye attı.

”Maçta ne yapacaksın?” Diye sordu Çınar o da biraz soluklanırken.

”Nefretimi gözümün önüne getireceğim ve o rakibi yere sereceğim.” Dedi Karayel.

“Kalabalık olacak, bir sürü insan orada olacak. Zor olacak, kolay olmasını bekleyemezsin.” Dedi Çınar kendini yere bırakıp sırtını arkasındaki soğuk duvara yasladığında.

”Hiçbir zaman hiçbir şey zaten kolay olmadı, Çınar. Benim için her zaman en zor olandı herşey. Ve gerekirse tüm dünya orada olsun, o maçı ben kazanacağım.” Dedi Karayel kararlılıkla.

”Özgüvenin tavan yapmış.” Dedi Çınar.

”İnsan kendinden eminken özgüven tavan yapsa ne olur.” Dediğinde Yaman da kendini Çınarın yanına yere bıraktı. Kollarını dizlerinin üzerine koyduğunda kafasını önüne eğip ard arda sakin nefesler aldı.

”Nefes de gelecek mi?” Diye sordu Çınar. Yamana dönüp baktığında.

”Kavga ve dövüşten hoşlanmıyor. Orası onluk bir ortam değil, geleceğini sanmıyorum.”

”Yusuf amcalar?”

“Babamla hala tam aramız düzelmiş değil. Gelmeyebilir.”

”Sanmıyorum. Yusuf amca kesinlikle gelecektir.” Dedi Çınar.

”Umarım.”

Maç günü, gecesi;

Son hazırlıkları yapıyordu Karayel. O beklenen gün gelmiş çatmıştı. Artık saatler kalmıştı kafes dövüşüne. Ve Yaman, son dakikaya kadar çalışmaya devam ediyordu. Yaman Karayel için bu dövüş fazlasıyla önemliydi. Aslında onun için tüm dövüşler önemliydi ama Yaman buna biraz daha önem veriyordu. Çünkü bu maçı kazanması demek, diğer daha büyük maçlar için yamanın önünü açmak demekti.

Trabzonda gerçekleşen bu maç, yamanın diğer şehirlerde ve hatta da diğer ülkelerde daha büyük dövüşlerde yer alması demekti belki de.

İyi bir duş almıştı. Üzerini giyinmiş, saçlarını kendiliğinden kuruması için ıslak bırakmıştı. Üzerinde rahat bir eşofman takımı vardı. Aynanın karşısında dururken bakışları sağ kaşının kenarındaki bıçak yarasına kaydı. Elini yüzüne doğru kaldırdığında parmakları tiksintiyle yaranın üzerinde gezindi. Yüzünü buluşturduğunda gözlerinde bir nefret tanesi oluştu Yamanın.

”Orospu çocuğu.” Diye bir küfür savurdu.

O yarayı neden aldığı her aklına geldiğinde kan beynine sıçrıyor, gidip Bora’nın ağzını burnunu dağıtası geliyordu. O sözler geliyordu aklına. Ve daha da deliriyordu. O anı tekrar hatırladığında kendine zar zor hakim oluyordu. O yarayı yok etmenin bir yoku olsa hiç beklemez anında yapardı. Ama yoktu. Bir ara üzerine dövme yaparak silmeyi düşünmüştü ama daha sonra bu düşüncesinden vazgeçmişti. Onunla yaşamayı öğrenmesi gerekiyordu. Ama kolay değildi.

 

 

 

 

 

🩹🥊

“Erel yerde! Sona kalan dövüşçüler beş dakika içerisinde sahada olacak!”

Diye anons geçildiğinde, Karayel üzerindeki tişörtünü üzerinden sıyırıp çıkardı. Alt kısmında sadece siyah bir şort varken üst kısmı tamamiyle çıplaktı ve vücudu gözler önündeydi. Ringe çıkmadan önce siyah bezi eline ve bileklerine sarıyordu. Odadan çıktığında dar ve uzun koridorda yürümeye başlamıştı. Çıplak ayaklarla beton zeminin üzerinde yürürken kollarını iki yanına açmıştı.

“ŞİMDİ RİNGTE KASIRGA!” Diye lakabını takdim ederek Yaman Karayeli ringe girmesi için çağırdı spiker.

Demir ve paslanmış kapı gıcırdayarak açıldığında kapının ardındaki Karayel tüm endamıyla gözler önünde belirdi. İleri bir adım attığında iri vücudu gözler önüne serildi. Arenanın dört bir yanını sarmış büyük seyirci kitlesinin bakışları doğrudan onun üzerindeydi. Karayel kapıdan çıktığında ve tepeden vuran beyaz ışık onu göz hapsine aldığında büyük bir tezahürat ve hayran çığlığı patladı kalabalıktan.

”KASIRGA!” Diye büyük bir gürültü oluştu. Karayel kafasını kaldırıp büyük alana ve kalabalığa baktığında dudağının kenarı yukarı doğru küstahça kıvrıldı. İleri doğru adımlar attı karayel.

“BEYAZ KURT İÇİN RİNGE ÇIKMA ZAMANI!” Diye anons geçtiğinde spiker, mekanın diğer kapısı açıldı ve kapıdan sarı saçlı bir adam girdi.

”BEYAZ KURT!” Diye haykırmaya başladı bir anda adamın hayranları. Adam kafasını kaldırıp onlara bakma tenezzülüne bile girmedi, öne eğik kafası ile ringe doğru yürümeye başladı. Karayel ringe yaklaşıp ringden içeri girdiğinde, bakışları rakibinde değil, başka birinin üzerinde gezindi. Gözleri başka nirini aradı. Ve tüm kalabalığın içinde ezbere bildiği en iyi tanıdı maviliklerle buluştu gözleri.

Nefes.

Onu gördüğünde gözlerinin içi parladı adeta Yamanın. Ve onun gözlerine değen Nefesin gözlerinde de aynı parıltı oluştu. Güldü Nefes, Yamana. Gülüşüne karşılık tüm kalabalığın içinde ona bakarken gülmeyi ihmale etmedi Yaman. Dudaklarını sessizce kıpırdattı Nefes.

”İyi şansalar,” dedi sessizce.

Bu Yamanı daha da cesaretlendirdi. Çünkü en büyük destekçisi olacak kişi buradaydı. Nefes buradaydı ve onun gözlerine bakıyordu. Daha ne isteyebilirdi.

Keyfi iyice yerindeyken Nefesin başka bir yöne baktığını ve yüzündeki gülümsemenin sorduğunu gördü. Kaşları çatıldığında kafasını çevirip Nefesin baktığı yöne baktı. O esnada ringden içeri göğsünü kabarta kabarta giren rakibini gördü.

Bora.

Beyaz kurt lakaplı rakibi tam karşısındaydı ve o kişi Bora’ydı.

Gülen yüz ifadesi bir anda dağıldı Karayelin. Bunu farkeden Boranın ise dudaklarında sinsi bir sırıtış oluştu.

”Ezeli düşmanını karşında görmek seni pek mutlu etmiş gibi görünmüyor Karayel.” Dediğinde bora mekanda büyük bir sessizlik vardı çünkü herkes iki rakibe odaklanmıştı.

”Canına susadığı için şuna karşımda olduğunu umuyorum, Karahanlı.” Dedi Karayel gözlerini kısarak.

”Seni bugün yenmek için karşındayım, Yaman Karayel.” Dedi Bora kendinden eminlilikle.

”Sen beni ne zaman yendin ki bugün yeneceksin Karahanlı. Yine elin boş döneceksin evine. Ağlayarak.” dedi Yaman dudağının kenarı yukarı kıvrılırken.

”Seni bu ringe gömerim, kasırga.”

”Bu ringden cesedin çıkar, Beyaz Kurt.” Dedi Yaman can okuyucu bir ses tonunda.

kim kimi yerse.

”VE BEKKENEN O MAÇ ŞİMDİ BAŞLIYOR!”

Son ısınma hareketlerini yapmaya başladı Yaman. Küçük adımlarla olduğu yerde sallanırken kolları ve bedeni de onunla beraber sallanıyordu.

”3, 2, 1!”

Ve o çok beklenen maç başlamıştı.

Kafasını sağa sola eğerek boynunu kıtlattı Karayel.

Kollarını öne çıkardığında hafifçe yumruk yaptığı elleri ile Bora ile eş zamanlı bir şekilde karşılıklı adımlarla etraflarında dönmeye başladılar.

Herkes nefeslerini tutmuş, ilk hamlenin kimden geleceğini bekliyordu.

Ellerini birbirine kenetlemiş Nefes, ellerini dudaklarına doğru götürmüş, tedirginlikle bakışlarını Yamanın üzerinden ayırmıyordu.

”Küçükken olduğu gibi yine kaçacakmısın yoksa, Karahanlı?” Diye sordu Yaman.

”İlk yumruğu yiyen maçın kaybedeni olur Karayel.” Dedi Bora.

”İlk yumruğu yiyen değil, son yumruğu yiyendir bu maçın kaybedeni.” Dedi Yaman ilk yumruğu atmak için Bora’nın boş bir anını yakalamak için beklerken.

Sadece bir dakika, bir dakika sonra Yaman Bora’nın yakaladığı ilk boş anında yumruğunu ona doğru savurdu. Ve ilk yumruğu Bora yemiş oldu.

”Ooo!” Diye bir ses yükseldi kalabalıktan.

Bora’nın başı yana döndüğünde serseri bir gülüş karayelin dudaklarında can buldu. Bora hırsla Yaman’a döndüğünde dişlerini öfkeyle sıktı. Ve bir hamlede bulunmak için ileri adım attı.

Sol kolunu kaldırıp Yamanın sağ yanağına bir yumruk attı Bora.

Yamanın yediği daha ilk yumrukta Nefesin suratı buruştu.

Ve maç şimdi başlıyordu.

Çünkü Karayel, o yumruğu bilerek yemişti. Bora bir yumruk daha atmak için yumruğunu Yamanın suratına savunduğunda ikinci bir yumruğa izin vermeyen Karayel yana doğru çekilerek Boranın yumruğundan kendisini sıyırdı ve Boranın yumruğu havada savruldu.

Bora atacağı ama atamadığı yumrukla öne adımlarken bunu fırsat bilen Yaman, hiç beklemeden kaldırdığı diziyle Boranın karnını hedef aldı.

Karın boşluğuna aldığı darbe ile eli karnına gitti Boranın. Yüzünü acıyla buruşturdu.

”Düşmanını daime en boş anında yakalaman gerekir, Beyaz Kurt.” Dedi Karayel, kollarını rahatlamak için sallarken.

Karınından elini çekip doğrulduğunda Yamana baktı Bora.

”Seni yere sermek benim için büyük bir zevk olacak, Kasırga.”

”Yapabilirsen yap, Bora.” Dedi Karayel onu hafife aldığını gayet açıkça belli ederken.

Bora hiç beklemeden yumruğunu Yaman’ın çenesine yöneltti ki yumruğu havaya çarptı ve eli havada kaldı. Çünkü karayel yine hamlenin nereden geleceğini tartıp biçerek geriye çekmişti kafasını.

Aslında Yaman, Bora ile kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordu.

Haraketler ve hamleler hızlandı. Adımlar serileşti, yumruklar serileşti. Bir yumruğu Yaman yedi, üç yumruğu Bora yedi.

”O yarayı nasıl aldığını hatırlıyor musun Karayel? Ben hiç unutmadım.” Dedi Bora ukalaca.

Dişlerini sıktığında yediği yumruklardan ötürü çenesi ağrıyordu Yamanın.

”Sanki annendi konu. Ha, yanlış mı hatırlıyorum, hayır hayır. Annendi. Ne demiştim sana, dur bir düşüneyim. Ha bak hatırladım. Annesiz köpek, demiştim değil mi sana o gün. Nasıl da delirmiştin ne yapacağını bilmiyordun.” Dedi Bora bile isteye Yamanın damarına basmak isteyerek.

Gözü seğirdi Yamanın. Çenesindeki damarı belirginleşti. Yumruğunu sertçe sıktığında, sıktığı dişlerinin arasında bir küfür savurdu. “Evliyadını siktiğimin gavatı.” Büyük bir öfke ile Boranın üzerine yürüdü Yaman.

Hiç durmadan Boranın karşısında geçtiğinde Bora’yı ensesinden tutup kaldırdığı dizini sertçe buranın karnına geçirdi. Bora aldığı darbe ile geriye sendelerken yaman en sert yumruğunu sol yanağına savurdu. Bir diğer yumruğunu da diğer yanağına en sert şekilde geçirdiğinde Bora aldığı darbeler ile geriye sendeledi. Geri geri giderken arkasındaki ipe çarpıp durdu.

”Senin gırtlağını sikerim! Orospunun evladı!” Ard arda Boranın karnına tekme atmaya devam ettiğinde Karayel, kalabalıktan sesler yükselmeye başladı.

”KASIRGA! KASIRGA!”

Millet oturduğu yerden ayaklanmış oldukları yerde ellerini havaya kaldırmış zıplarken çoğu kişi Yamanı, bir kısım da Bora’yı destekliyordu.

”Acıttı, değil mi Karayel? Annesizliğin senin hep en zayıf noktan olmuştu.” Derken hali kalmamış bir şekilde kafasını kaldırıp sinsice gülerek Yamana baktı Bora. Yamanın bir anlık dalgınlığından gaydalandığında kendini toparlayıp bir adım attı ve Yalanın tam burnunu hedef alarak ona bir kafa attı. Yaman darbenin şiddeti ile hızla gerilerken eli kanayan burnuna gitti. Sızlayan burnunu tuttuğunda yüzünü acıyla buruşturdu Yaman.

O esnada, “Yaman!” Diye telaşla ayaklandı Nefes. Yanındaki Sare hemen onu tuttu. Panikli gözleri Yamanın üzerindeydi.

”Acıttı acıttı, fazlasıyla acıttı hem de.” Dedi bora eğlenerek. Bir kaç dakika kendine zaman tanıdı Yaman. Kendine gelmek için bekledi. Sırtını Bora’ya döndüğü esnada elini burnunda çekti, parmak uçlarına bulaşan kanı gördüğünde soluklu nefesler almaya başladı. Tam o esnada kolunu biri geriye çekti ve büktü.

”Bu gece sana kaybetmeyeceğim, Yaman Karayel.” Diye tehditkar bir sesle Yamanın kulağına doğru fısıldadı Bora. Ve Yamanın kolunu biraz daha büktü. Kurabileceği kadar güçlü bir şekilde. Kafasını acıyla geriye attığında acı dolu bir inilti koptu Yamanın dudaklarının arasından.

Kalabalığın yüzünde bir endişe yer aldı, sesler susutu, nefesler tutuldu. O esnada korkuyla Yamana bakan Nefesin gözleri çoktan dolmuştu bile.

”Yaman,” diye mırıldandı kısık bir sesle, sesinde endişe vardı. Göz bebekleri korkuyla titriyordu. Yamanın kazanacağından emindi. Ama ona bir zarar gelecek diye yüreği ağzına gelecekti neredeyse. Dudaklarına götürdüğü elleri titriyordu.

“Seni buna pişman edeceğim, Karahanlı.” Dedi Yaman tehdit dolu bir sesle.

”Elimden kurtulursan pişman edersin, Karayel.” Dedi Bora eğlenen bir tonda.

Biraz daha büktüğünde Bora Yamanın kolunu buna kimse müdahale etmedi. Çünkü bu maçta kurallar yoktu. Tamamiyle gerçek serbesti.

Yani, gerçekten birinin cesedi buradan çıkabilirdi.

Küçük bir inilti daha Yamanın dudaklarından döküldüğünde ecel terleri döküyordu Yaman.

Boradan kurtulmak için ne yapabileceğini düşünüyordu Yaman. O arada da can havli ile ayağını Boranın iki bacağının arasına geçirdi. Bora büyük bir acıyla inleyerek Yamanın büktüğü kolunu bırakarak geriye doğru sendeledi. Yaman hızla arkasına döndüğünde havaya kaldırdığı bacağıyla Boranın karnına onu yere serecek sert bir tekme attı ve Bora bir adım daha geriye sendelediğinde daha fazla ayakta kalamayarak yere serildi.

Boranın ayaklanmasına izin vermeden onda doğru yürüyerek üzerine çıktı ve tam karnına oturdu Yaman. Ve sert yumruğunu Boranın yüzüne savurdu. Ard arda bir çok yumruk attı Yaman Bora’ya. Yamandan kurtulmak için çırpındı Bora. Tırnaklarını Yamanın yüzüne geçirdiğinde Yamanın sağ yanağında üç tane tırnak izi oluştu ve kanadı.

Yüzü artık kanlar içindeydi Boranın. Ve Tek bir hamle daha yapacak gücü kalmamıştı. Hakem düdüğü çalmak için Boranın kafasının yana düşmesini bekledi ve beklediği şey oldu, Boranın kafası bitkince yana düştü gözleri kapandı.

Hakem ringe çıktığında Boranın üzerindeki Yamanın bileğini tutup havaya kaldırdı ve düdüğü çaldı.

O sırada spikerden o ses geldi. “VE MAÇIN GALİBİ, KASIRGA LAKAPLI YAMAN KARAYEL!”

Ve büyük bir tezahürat yükseldi kalabalıktan.

Bora yerde, kazanan ise Yaman Karayel.

Yaman hakemin desteği ile güçlükle yerden kalktığında, tüm vücudu fazlasıyla yorgunluğu. Yüzü ter içindeydi. Burnundan akan kan kurumak üzereydi. Dudağı patlamış, yanağı morarmak üzereydi. Saçları dağılmış, Boranın büktüğü kolu ise fazlasıyla ağrıyor ve sızlıyordu. Kafasını kaldırıp etrafına baktığında gözleri ona gülerek bakan gözlerin hepsinde gezindi. Tek bir kişinin üzerinde durduğunda, kalabalığın arasında bir ay gibi parlayan ve ona endişeyle bile büyük bir tebessümle bakan Nefesle göz göze geldiğinde dik tutuğu omuzları çöktü, dudaklarında silik ve dudağı patladığı için yarım bir gülüş oluştu. Nefesi mest edecek, içini hoş edecek bir gülüştü bu.

Hiç beklemedi Nefes. Tüm kalabalığın arasından çekildi, ve kalabalığın arasından çıktığı gibi ringe, Yamana koşmaya başladı. Ve Yaman onu seyrederek kendisine gelmesini bekledi. Yarım bir tebessüm dudaklarında peyda olmuşken Nefesin kendisine koşuşunu yorgunca izledi. Tüm insanların arasında onlara çarpmamamaya dikkat ederek geçti, saçları koşarken geriye savruldu ve ringden içeri girdiği gibi karşısındaki adama önce durup baktı, derin bir nefes içine çektiğinde koşarak Yamanın karşısına geçti parmak uçlarında yükseldiğinde kollarını Yamanın boynuna dolayıp çenesini Yamanın omzuna yaslayıp sıkıca sarıldı Yamana. Yamanın dudaklarında kocaman bir gülümseme oluştuğunda derin ve büyük bir iç çekerek kollarını sıkıca Nefesin beline sardı ve kafasını saçlarına gömüp Nergis çiçeği kokusunu büyük bir nefesle içine çekti. Rahat bir nefes verdi Nefes sonunda. İçindeki tüm endişe ve korku Yamana sarıldığında yok olup gitti.

Yamanın yorgunluğu, Nefes ona sarıldığı gibi puf olup uçtu. Vücudundaki tüm ağrılar geçti, tüm yaralar sarıldı. Konusunu içine çekti, en huzurlu nefesi soludu.

Yamanı tebrik etmek için ailenin diğer üyeleri de arkada ringin dışında bekliyorlardı.

Birbirlerinden ayrıldıklarında Elleriyle Yamanın yüzünü avuçlarının arasına aldı Nefes. Dudaklarındaki gülümsemeye engel olamadığında Yamanın yüzündeki yaraları gördü. Bu canını sıktığında şu an için yapabileceği en iyi tek şeyi yaptı, bir kere daha parmak uçlarında yükseldiğinde, yüzünü avuçladığı Yamanın patlamış dudağının kenarına bir öpücük kondurdu. Sonra bir öpücük daha yanağına kondurup geriye çekildiğinde parlayan gözlerle Yamanın gözlerine baktı.

Hasretli bir iç çektiğinde Yaman, daha fazla beklemedi. Bunca zaman iyi sabretmişti. Ve Nefesin nefesini kesecek o hamleyi yaptı. Nefesin yüzünü avuçlarının arasına aldığında üzerine eğilerek yüzünü yüzüne yaklaştırdı, aralarındaki mesafeyi tamamiyle yok ettiğinde, dudaklarını son bir kez Nefesin gözlerine baktığında Nefesin dudaklarının üzerine örttü, Yamanın bu beklenmedik hamlesi ile nefesini tutu Nefes. Gözleri kocaman açıldığında öylece kaldı.

Ve Yaman, çok önceden yapması gerekeni yaptı.

Nefesi öptü, dudaklarından.

Tüm bu kalabalığın ortasında Yaman Karayelin tek odak noktası deniz gözlüydü. Nefesti.

Etrafı olduğu yeri, konumunu önemsememişti. İçinde kabaran duyguları tek bir öpücükle dışarı vurmuştu.

Bu en büyük hasreti ve artık son bulması gerekiyordu.

Bir öpücük, her şeyin başlangıcıydı. Ya da sonu.

Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

 

 

Bölüm : 20.04.2025 20:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...