
Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayınız.
Keyifli okumalar dilerimmmm🩹🫶🏻
Bölüm şarkıları; Ayfer Vardar, Dayan yüreğim. Pera, Sensiz ben. Sana açacağım kalbimi. Gülşen, bir taraf seç.
“Göğüs kafesi, tüm acıların bir nefeste içine çekildiği yer.”
Bakışlarım yüzündeki yara izlerinde gezindi. Ve onun suratını yara bere içinde görmek fazlasıyla can sıkıcıydı. İçim bir türlü onu böyle görmeye el vermedi. Evet, maçı kazanmasına en çok ben sevinmiş olabilirdim, ama Bora’nın onun suratına vurduğu her bir yumrukta ve her karnına attığı tekmede benim de canım yanmıştı. Kolunu büktüğünde ve Yamanın dudaklarından o acı dolu inişti döküldüğünde sanki benim de kolumu büktüler, içim sızladı, canım yandı.
İnsan sevdiğinin acısını hisseder derler.
Ve ben Yamanın acısını iliklerime kadar hissettim. Maç bitene kadar yüreğim ağzımda durdum o seyirci yerinde. Kalbim küt küt atarken gözlerimi bir saniye olsun onun üzerinden ayırmadım. Her hamlesini ve her hareketini dikkatle izledim.
Yaman canımdı, canımın canının yanması demek, benim de canımın yanması demekti.
Sıkıntılı bir nefes verdiğimde içim onu böyle görmeye el vermedi. Sadece sarılmakla yetinemedim ve şuna için yapabileceğim tek şeyi yaptım. Yamanın suratını avuçlarımın arasına alıp tekrardan parmak uçlarımda yükseldim ve patlamış dudağının kenarına küçük bir buse kondurdum. Bir buse de yanağındaki morluğun tam üzerine kondurduğumda geriye çekildim. Ellerimi onun yüzünden çektiğinde parlayan gözlerle gözlerine baktım.
Bir nefes daha verdim.
O an için gözlerime öyle bir baktı ki, ne düşündüğünü ne hissettiğini asla anlayamadım. Ama gözlerinin ardından birşey geçti. Bir şey de değil, bir çok şey. Gözlerini ard arda bir kaç kez kırpıştırdı. Daha sonraki hareketi ise hiç beklenmedikti.
Yüzümü ellerinin arasına aldı, hasretli ve büyük bir nefes çekti içine, üzerime eğildi ve gözlerime bir kez baktıktan sonra dudaklarını dudaklarımın üzerine kapadı. Gözlerim kocaman açıldığında nefesim kesildi. Ellerim şaşkınlıkla ve ne yapacağımı bilemeyerek iki yanıma açılıp öylece havada asılı kaldığında, ben gözleri kapalı adama bakıyordum.
Yaman beni öpmüştü.
Herkesin içinde, koca mekanın ortasında, ringin tam ortasında, etrafınızda birden fazla insan varken ve tüm gözler bizim üzerimizdeyken, o tüm bunları bir hiçe sayarak beni öpmüştü.
Karnımda başlayan hareketlenme, bir sıcaklık oldu, ateş misali sardı karnımı, yukarı doğru çıkmaya başladı, karnımda bir sürü kelebek aynı anda uçmaya başladı, karnımı gıdıkladı, ruhunu okşadı, kalbim göğüs kafesimi parçalamak ister gibi bir cinsten hızla attı, nefesim kesildi, nefes almayı unuttum. Ayaklarım yerden kesildi ve ben, hafiflemiş gibiydim. Fakat karnım bir anda kasılmaya ve hatta midem bulanmaya başlamıştı.
Zaman durmuştu sanki. Herşey ve herkes durmuş gibiydi. Sesler susmuş, uğultular yok olmuş, etraf karamış ve tek bir ışık vardı o da ikimizin üzerindeydi. Etrafta kimsecikler yoktu. Sadece ben ve Yaman vardık. Zaman bu anda durmuştu.
Yamanın beni öptüğü bu anda, zaman tamamiyle durmuştu.
Yaman dudaklarını dudaklarımdan ayırıp dudaklarımdan uzaklaştığında nefes nefese kalmış gibiydi. Verdiği sıcak nefesi öptüğü için uyuşmuş durumda olan ve aralık kalmış dudaklarımın üzerine değdi ve dudaklarım karıncalandı.
Hala yüzüm iki elinin arasındaydı ve gölgesi üzerimdeydi. Şaşkınlığım hala üzerimdeyken aklım allak bullaktı. Bu kesinlikle beklemediğim birşeydi. Beni fazlasıyla dumura uğratmıştı ve hala bunun gerçekliğini algılamakta zorluk çekiyordum.
Beni öpmüştü.
Beni öpmüştü.
yaman, beni öpmüştü.
Gerçeklik algımı tamamiyle yitirmiş olmalıydım. Boş boş gözlerimi kırpıştırırken bakışlarımı yüzüne kaldırdım.
”Beni,” diyebildim güçlükle. “Öptün.”
Yüzümdeki şaşkın ifadeye baktı. Gülmemek için dudaklarını dişledi.
”Seni,” dedi harflerin üzerine basarak. “Öptüm Nefes.” Titrek bir nefes çektim içime.
Bu hayallerimin de ötesindeydi. Yaman ile ilgili binlerce hayal kurmuştum ama hiçbirine beni öpmesi yoktu. Ve yaman Karayel yine kendinden beklenenin de ötesini yapmış ben en dumura uğratacak şekilde dumura uğratmıştı.
”Ama neden?” Derken algım hala yerinde değildi.
Kulaklarıma bir uğultu gibi doluyordu kalabalığın coşkulu sesi.
Bir nefes verdi. Ve bir kez daha üzerime eğildi.
”Seni daha ilk gördüğüm an, senden nefret etmek yerine seni öpmeliydim Nefes.” Dedi tek seferde.
Bir kez daha tekledi kalbim.
”Şu hayattaki en büyük hatam, senden nefret etmekti. Oysaki benim yapmam gereken şey, sadece beş saniye gözlerine bakmaktı.” Patlamış dudağına rağmen dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı.
”Benden nefret etmeyi sen seçtin.” Dedim kirpiklerimin altından gözlerine bakarken.
”Ve bu en büyük hatam ve aptallığımdı.” Dedi kafasını sallayarak.
Elimi kalbinin üzerine götürdüğümde tenim çıplak tenine değdi.
”Vicdanının sesini mi duydun karayel?” Kafamı kaldırıp ona baktım.
”siktir et vicdanımı, ben senin sesini duydum.”
Midem giderek daha da bulanmaya başladı.
”Beni öptüm Yaman.” Dedim bir kez daha.
”Seni öptüm, Nefes. Eğer hala bunu algılayamıyorsan bir kez daha öperek algılamanı sağlayabilirim.” Dedi serseri bir şekilde küstahça.
Göğsüne sertçe vurarak iteledim onu. Yüzünü acıyla buruşturduğunda eli hemen omzuna gitti.
”Yavaş kızım, yaralıyız şunun şurasında. İtin yapamadığını sen yapacaksın şimdi.”
Yüzümü mahcup bir ifadeyle buruşturdum. “Acıdı mı?”
Bakışlarını yüzüme çevirdiğinde güldü.
”Acımadı.” Dedi gülerken.
”Sen neye gülüyorsun öyle ikidir?” Diye sordum kaşlarımı çatarak.
”şaşırınca ve utanınca daha bir güzel oluyorsun da ona gülüyorum.” Dedi tek nefeste.
Bu adamın kalbime zarar olma konusunda yemini mi vardı.
Gözümün önü kararmaya başladığında midemdeki bulantı artık gösterdi. Ve dengemi kaybetmeye başlayıp aklım bulandığında duyduğum şey hakemin, Bora için, “Bilinci kapalı, nefes almıyor.” Demesiydi. Sonrasında görüş alanım bulanıklaştı. Gözlerim karardı ve en son bedenimin kendini bıraktığını hatırlıyorum. Gerisi yoktu.
Tek bir ses vardı hayal meyal, o da Yamanın “Nefes!” Diye endişeli gelen sesi. Bir beden sardı bedenimi, gerisi yoktu.
🩹
Göz kapaklarım gözlerimi açmam için ağır ağır kıpırdandığında, gözlerim ilk olarak yarım yamalak aralandı. Görüş alanıma ilk giren şey her neyse, bulanıktı. Gözlerimi tamamiyle açtığımda aniden gözüme teğet geçen ışık gözümü kamaştırdı. Gözlerimi arş arda kırpıştırdıktan sonra ışığa alışmış gözlerimi açtım. Bakışlarım etrafta gezindi. Burası bir hastane odasıydı. Elimi ağrıyan başıma götürmek için kaldırdığım sırada kolumdaki serumu farkettim.
Bayılmış olmalıydım. En son hatırladığım şey ise maçın hakeminin Bora için, “Bilinci kapalı.” Demiş olmasıydı. Daha sonrası karanlıktı. Birinin endişeli sesi vardı hayal gibi. Adımı haykırıyordu ama kimdi, hatırlamıyordum.
Maç sırasından fazlasıyla stres yaptığım için bayılmış olmalıydım. Fazla stres ve üzüntü mide bulantısı ve baş dönmesi yapıyordu. Sonucu ise işte böyle, bayılıyordum. Odanın kapısı açıldığında bakışlarım kapıya döndü. Kapıdan içeri Roza girdi, üzerinde doktor önlüğü ile.
Bakışlarını elindeki dosyadan kaldırıp yatakta uzanan bana çevirdiğinde uyandığımı gördü. “Nefes!” Dedi hızlı adımlarla yanıma vardığında.
”Canım, nasılsın, iyi misin?” Diye sorularını bana yöneltirken serumun takılı olduğu elimi tutu.
”İyiyim.” Dedim dilim damağım kurumuş bir şekilde.
”Nefes, seni kaç kere uyardım. Bunu seninle kaç kez konuştuk. Stres yapmayacaktın, hastalığını tetikliyor biliyorsun.”
”Hastalığını?” Diyen şaşkın sese döndü ikimizin de bakışları aynı anda. Elinde ceketimi taşıyan Yaman, tam kapının ağzındaydı, eli kapı kolunu tutarken kaşları şaşkınlıkla çatılmış, yüzü duyduklarını algılamak ister gibiydi. Gözleri gözlerime odaklıydı.
”Ne hastalığı?” Diye sorduğunda tutuğu kapı kolunu bırakıp odanın içerisine doğru adımladı. Yatağın yanına geldiğinde sorgulayıcı bakışları Roza’ya döndü. “Sana soruyorum, ne hastalığı? Nefes hasta mı?” Derken sesi şaşkınlığından ötürü çatıktı.
Rozanın bakışları bana döndü. Yaman’a bir cevap vermek için benden bir onay bekliyordu.
”Yok bir şey.” Dedim.
Bir anda sert bakışları bana döndü.
”Bayıldın, Nefes. Ve ben senin neden bayıldığını bilmiyorum. Rıza hastalığın diyor. Birden bire bayılmanın öylesine bir nedeni olamaz.” Derken sesi sert çıkmıştı. Endişeliydi, bunu gözlerindeki korkudan anlayabiliyordum. Yaman, korkuyordu.
Kim için?
Benim için mi?
Tekrar bakışları Rozaya döndü. Sakin bir nefes verdiğinde, “Ne hastalığı Roza? Nefes’in neyi var?” Diye sordu sakin kalmaya çalışarak.
Sıkıntılı bir nefes verdi Roza.
”Nefes’in doğuştan gelen bir hastalığı var.” Dediğinde bir nefes verdim.
”Daha anne karnındayken annesine daha doğmadan ölmesi için verilen ilaçlar, onu öldürmeyip hayatta tutmuş. Ama doğduktan sonra başlayan rahatsızlıkları anne karnındayken aldığı ilaçların yan etkisiymiş. Çok nadir görülen bir hastalık. Dünyada yüz kişinin ancak yüzde birlik bir kısmında rastlanıyor. Ve hastalığın tedavisi maalesef ki yok. Uzun zamandır araştırlıyor, fakat bulunamadı.”
Bakışlarım ne tepki vereceğini bilmediğim Yamanın üzerinde gezindi. Bakışları ilk olarak bir boşlukta takılı kaldı. Bir kaç saniye öylece sessiz kaldı.
”Öldürüyor mu?” Diye sorarken sesi sanki içine kaçmıştı. Yüz ifadesi tamamiyle dağılmıştı.
Kafasını iki yana salladı Roza. “öldürmüyor ama tüketiyor.” Dedi sıkıntılı bir nefes vererek.
”Öldürmüyor ama tüketiyor,” diyerek Rozanın sözlerini tekrar etti Yaman.
Kafasını sallayarak onu onayladı Roza.
”Tüketiyor,” dedi tekrardan bakışlarını Roza’ya kaldırdığında. “Onu tüketiyor, öldürmüyor ama tüketiyor.” Bunda takılı kalmış gibiydi sanki.
”Bir tedavisi yok.” Dedi bu kez. “Nasıl yok. Tüm hastalıkların bir tedavisi var ama bu hastalığın bir tedavisi yok, öyle mi? Koskoca dünya bir hastalığın tedavisini bulamıyor mu? Onca doktor var ve biri bile şu hastalığın tedavisini bulamıyor mu?” Hayretle bir adım geriledi. Parmaklarını öfkeyle saçlarının arasından geçirdi.
”Bir ilacı, peki bir ilacı yok mu?” Diye sordu.
”Maalesef.” Dedi Roza. “Sadece mide koruyucu ve baş dönmesi engelleyici haplar kullanıyor. Onlar bile bazen bir işe yaramayabiliyor.”
”Yani bir an, yanında kimse yokken öylece bir yerde düşüp bayılabilir?” Diye sordu endişeyle.
Bir cevap vermedi Roza.
”Hiçbirimiz yanında yokken bayılabilir, bayılırken kafasını bir yere çarpabilir ve o zaman biz yanında olmayabiliriz.” Sıkıntıyla çenesini sıvazladı. En ince detayına kadar düşünüyordu.
Dakikalardır bana değmeyen gözleri nihayet gözlerime değdiğinde fazla telaşlı görünüyordu yüzü.
”Bunu bana nasıl söylemezsin Nefes? Bunu benden nasıl saklarsın? Hastasın ve bunu benden nasıl gizlersin?”
”Önemsediğin hiçbir zaman ben değildim. Hastalığımdan haberin olsan da bu senin için bir şey ifade etmeyecekti. O yüzden söylemek anlamsız geldi.” Dedim.
Kaşları hayretle çatıldı. “Bunun benim için bir şey ifade etmeyeceğini nasıl düşünürsün? Burda bahsedilen kişi sensin. Ben seni nasıl önemsemem. Bana söylemeliydin.” Dedi.
”Söyleseydim sana, vaz mı geçerdin intikamından? Sırf stres yapıp üzülmeyeyim, bayımayayım diye canımı yakmaktan vaz mı geçerdin? Bırakırmıydın beni?”
”Bırakmazdım seni.” Dedi tek seferde. “Seni asla bırakmazdım.”
”O halde,” dedim. “Ne değişecekti hastalığımı öğrendiğinde?”
”Ne demek ne değişecekti? Nefes hastasın ve hastalığının tedavisi bir ilacı olmadığını söylüyorlar. Bu sana normal mi geliyor?” Diye sordu hiddetle.
”Doğduğum günden beri benimle olan bir hastalık, yeni değil, taze değil. Alıştım bir kere ben onunla yaşamaya.” Dedim umursamazca. “Hem öldürmüyor.”
”Ama tüketiyor,” dedi dağılmış gibi. “Gözlerimin önünde senin tükenişini mi seyredeceğim ben? Buna nasıl razı geleceğim?” Diye sorarken gözlerime çaresizce baktı.
”Zaten düşmanının kızıyım, Yaman Karayel. Bunun senin için zevk veriyor olması gerekiyor.”
”Siktirtme şu adamın belasını bana. Her defasında şunu ısıtıp ısıtıp önüme koyma. Burda konu senken o it evladından bahsetme. Senin onunla hiçbir bağın yok. Ne kan bağı, ne de herhangi bir bağ.” Çenesindeki damarı belirginleşti.
Sertçe yutkundum. Susamış boğazım kuruydu ve yutkunmakta biraz zorlanıyordum.
Rozaya döndü tekrardan. “Dışarı gel.” Dedi sakin olmaya çalışarak. Roza dönüp bana baktığında kafamı sallayarak onu gitmesi için onayladım.
Roza önden yürürken arkasından ilerleyen yaman odadan çıkmadan hemen önce dönüp kırgın ve bir o kadar da endişeli gözlerle gözlerime baktı.
Kalp ağrır, çünkü yükü en ağır olandır.
Odanın kapısı kapandığında büyük bir nefes verdim. Uzandığın yerde doğrulmak için ellerimi yatağa yaslayarak bedenimi yukarı çekti ve sırtını arkamdaki yastığa yaslayarak kollarımı karnımın üzerinde bir araya getirip karşımdaki boş duvarı izlemeye başladım.
Hastalığımın peşimi hiçbir zaman bırakmayacağını biliyordum. O benimle doğmuştu ve benimle de ölecekti. Başka bir oluru yoktu. Bir tedavisi yoktu. Ondan kurtulamazdım. Onu yok da sayamazdım. Bana ait olan her ne varsa sahiplendiysem, onu da sahiplenmem gerekirdi. Çünkü kendilerinin beni bırakıp gitmek gibi bir düşünceleri asla yoktu. Beni tüketecekti. Yıllardı zaten azar azar tüketiyordu. Belki bu o zamanlar çok da fark edilen bir durum değildi. Ama şimdilerde kendini fazlasıyla belli ediyor, beni tüketiyordu. Bunun sonu nereye varırdı bilmiyordum. İçimde buna karşı ne iyi, ne de kötü herhangi bir his yoktu. Nötürdüm.
onunla yaşamayı öğrenmiş, onu kabullenmiştim. Hastaydım. Yeni değil, yıllardır. Evet, belki de asla böyle olmasını istemezdim. Sağlıklı olmak isterdim. Hastalığımın beni her geçen güm biraz daha tüketmesini istemezdim. Bir ilacı olsun isterdim, bir tedavisi bir çıkış yolu. Ama yoktu. Olana çare yoktu.
Allah’ın verdiği imtihanı kabul edip oturmaktan başka yapacak hiçbir şey yoktu.
Her imtihanın sonu aydınlıktır, derler.
Belki de benim imtihanım çok büyüktür ve bu kadar büyükken sonunda sonsuz bir aydınlık vardır? Bilemezdim.
Sessiz kalıp yaşayıp görmek dışında yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Olmayan tedaviyi kendime uygulayamazdım. Kaçamazdım. Kaçsam da, peşimden gelirdi.
Odanın kapısı bir kaş dakika sonra açıldığında, odadan içeri bir tek Yaman girdi. Meraklı bakışlarım onun üzerindeyken o gözler yerde odanın içinde adımladı ve yanıma geldi. Bakışlarını aynı şekilde yerden kaldırmadan yatağın boş kısmına yanıma oturdu. Ne konuştuklarını merak ediyordum.
”Yaman.” Dedim meraklı bir sesle. Yerden kaldırdı bakışlarını, bana baktı. Göz bebekleri titredi, gözlerinin arasından asla saklamayacağı bir duygu geçti. Korku.
Yamanın gözlerinde gördüğüm korku içimi titretti. “İyi misin sen?” Diye sordum merakla.
”İçimde,” dediğinde durdu, yutkundu. “Garip bir his var. Tanıdığım ama unutmuş olduğum. İçimi huzursuz eden, yutkunmama engel olan.” Dedi yüzünü buruşturarak.
”Karayel korkar mıymış da?” Diye sordum silik bir gülüşle.
Gözlerime en derinlere bakmak ister gibi baktığında dudağının kenarı belli belirsiz kıvırıldı.
”Korkarmış.” Dedi sessizce.
Elimi elinin üzerine koyup elini sıkıca kavradım.
”Yaman, endişe edecek bir şey yok. Sadece bir bayılma. İlk değil, son da değil. İlaçlarımı düzenli kullandığım zaman bir şey olmuyor. Sadece stres yapamam gerekiyor, üzüntüden kaçmam gerek”
”Bir tedavisi olmalı.” Dedi çaresizce. “Olmak zorunda.”
”Ölmüyorum Yaman.”
”Ama zarar görüyorsun. Canın yanıyor. Bu bile yeterli.”
”Neye yeterli?” Diye sordum.
”Canımın yanmasına.” Dedi dürüstçe.
Duyduklarım karşısında ağzım açık kaldı. Elini kavrayan elimin üzerine elini koydu. Sıkıca tutu, bir diğer elini elimin arasından çekip elimin üzerine koydu. İki eliyle sardı elimi.
”Bundan sonra en ufak şeye dahi üzülmek ve stres yapmak yok.” Dedi şevkatle. “Hep güleceksin, sevineceksin ve mutlu olacaksın. Bunun olması için elimden ne geliyorsa yapacağım.”
İnanamayarak güldüm.” Pek mümkün görünmüyor.”
”olumsuz düşünmeyi bir kenara bırak Nefes. Bundan sonra hep senin yanında olacağım.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Nasıl olacakmış o?” Diye sordum.
”Gerekirse sizde kalırım, ama seni yalnız bırakmam.”
”Yaman,” dediğimde, “Söyle güzelim.” Demesi beklenmedikti. Tekrar soruyorum, bana aşık mısın?” Cevabını bilsem de her seferine bunu sormak beni gereksizce heyecanlandırıyordu.
Bir cevap vermedi. Bunun yerine yine kendisinden asla beklenmeyecek şekilde beni tutup kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Şaşkınlıkla havada asılı kalan kollarım bir kaç saniye kadar sonra beline sarıldı. Kafasını saçlarıma gömdüğünü hissettim. Bir ses etmedim. Çünkü benimde ona sarılmaya ve ona fazlasıyla ihtiyacım da vardı.
Boşversinler ilaçları, serumları. Yamana sadece bir kaç dakika bile olsa sarılmak, tüm ağrılarımın ve acılarımın geçmesi demekti zaten.
Uzunca bir süre öyle kaldık. Birbirimize sarılı. Başımı omzuna yaslamıştım bir ara, gözlerimi yummuş, yorgunluğumu gidermiştim.
Hastaneden çıkmış, eve gelmiştik. Saat gecenin kaçıydı bilmiyordum. Kapıdan içer girdiğimde ardıma dönüp kapının ağzında dikilmiş Yaman’a baktım.
”İyi geceler.” Dedim küçük bir tebessümle elim kapıya tutunurken. Roza çoktan eve girmişti bile, İlyas’a bakmak için yukarı çıkmıştı.
Kapıdan içeri bir adım attığında geriye çekildim. “Ne yapıyorsun?” Diye sordum.
”Bu gece burda kalacağım. Zaten sabaha çok da bir şey kalmadı.” Dedi evden içeri girmiş ayakkabılarını ayaklarından çıkarırken.
”Neden?”
”Cevabını bildiğin soruları sorma Deniz kızı.” Dedi.
Kapıyı kapattığımda merdivenlere yöneldim. Merdiveni çıkmaya başladığımda ardımdan gelen sesi beni durdurdu.
”Nefes,” dedi ruhuma işleyen bir sesle. Dönüp ona baktım. Efendim.” Gözlerime baktığında dudakları aralandı. Bir şey diyecekti ama sanki onu nasıl diyeceğini bilmiyor gibiydi. Elini saçlarının arasından geçirdiğinde, “Bu gece, dizlerinde uyuyabilir miyim? Senin kokunla uyumak, kabus görmeme engel oluyor da, buna ihtiyacım var.” Dedi mahçup bir ifadeyle.
Titrek bir nefes çektim içime. Dudaklarımda ona belli etmemeye çalışarak bir gülüş oluştu.
”Tabi,” dedim karnımda kelebekler saniyesinde uçuşurken ve ruhum okşanırken. “Uyuyabilirsin.”
cevabım, dudaklarında belli belirsiz bir gülüşe yer etti. Önüme döndüğümde elimi nereye koyacağımı bilmeyerek heyecanla yukarı çıkmaya devam ettim. Ardımdan geliyordu, adım seslerini yakınımda duyabiliyordum. Merdivenleri çıkıp yukarı vardığımda, odama doğru ilerledim. Odanın kapalı kapısını açtığımda, kapıyı somun Aladağ açıp içeri girdiğimde içeri geçmesi için ona müsade gösterdim. Utangaç bir tavırla odadan içeri girdiğinde kapıyı kapattım.
Arkamı döndüğümde ona bakarken yatağa doğru ilerledim. Yatağa oturduğumda, ayaklarımı kendime doğru çektim. Ona dönüp baktığımda üzerindeki ceketini çıkartıp yatağın ucuna bırakıyordu. Üzerinde bir tişört ile kaldığında, kolundaki morluk dikkatimi çekti. Bora yüzünden olmuştu.
”Ondan bir haber var mı?” Diye sordum Bora’yı kastederek.
”O it hakkında konuşmak istemiyorum.” Dedi kesin bir dille. Yatağın üzerine oturduğunda, yatağa uzanıp başını dizimin üzerine koydu.Ne yapacağımı bilemeyerek öylece kaldığımda, kalbim hızla atıyordu. Bir gece için bu kadarı fazla değil miydi? Önce o öpücük, sonra hastanedeki o sarılma, şimdi de bu. Kalbime bu kadar heyecan fazlaydı.
”Yara izinin,” dedim. “Nasıl olduğunu söyleyecek misin?”
Sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum.
”Lise üçüncü sınıftı. Okul çıkışıydı. Çınar ve bir diğer arkadaşımız ile beraber konuşarak okulun bahçesinden çıkıyorduk. O gün kimseyle kavga etmeyecektim. Buna sözüm vardı. Çünkü o gün, annemin doğum günüydü. Benim için fazlasıyla durgun ve buruk bir gündü zaten kimseye bulaşmadan eve gitmek istiyordum.” Durdu. Bakışlarım yüzünde gezindi.
Boşluğa bakıyordu gözleri.
”Okulun çıkışında, Bora ve yanında bir kaç arkadaşı vardı. Beni bekliyorlardı. Aynı okulda okuyorduk. Ve birbirimizi hiç sevmiyorduk. Ayrı sınıflarda olsak da sürekli tartışır, kavga ederdik. Yine kavga ettiğimiz bir gün müdür bizi odasına çağırmıştı. Bora sürekli kavga çıkarıp okulun huzurunu bozduğu için okuldan atılmıştı. Benim de ondan pek aşağı kalır yanım yoktu aslında, ama müdür beni okuldan atmak yerine sadece bir kaç gün uzaklaştırma vermişti.” Dedi. “kinlenmiş Bora. Zaten sevmiyordu beni, okuldan atılması da tuzu biberi olmuştu işte. Laf attı bana. Karşılık vermedim, sustum. Önüme bakıp yürümeye devam ettim. Fakat o kavga çıkarmaya meraklıydı. Tekrar bir laf attı. Yine sustum. Sonra damarıma basacak bir şey söyledi.” Bu noktada durduğunda zorlandığını anladım. Ama Boranın ne dediğini merak ettim.
”Ne dedi?” Diye sordum.
”Annesiz köpek, dedi. Bir anneye evlat olmayı bilmeyen adam gelmiş burda bana artistlik taslıyor, dedi.” Yutkundu. “Tutamadım kendimi, yapamadım. Üzerine atladım, onun istediği oldu. Kavga ettik. Tekme tokat giriştik birbirimize. Sonrasında cebinden bir bıçak çıkardı,” eliyle yarasını gösterdi. “Tam buraya bir yarık açtı. Aslında direk gözümü hedef almış, ama ben o esnada ona vurma derdinde olup harekette olduğum için kaşımın kenarına çekmiş bıçağı. O yaranın kanaması o gün hiç dinmedi. Çok kanadı. Ve çok da acıdı. Bir sürü yara almıştım ama hiçbiri onun kadar acımamıştı. Doktor bir santim daha kaysaymış bıçak gözüme gelebilirmiş dedi. Gözümden olabilirdim eğer öyle olsaydı.”
Elim istemsizce yarasına gittiğinde parmaklarım yarasına dokundu.
O yarayı annesi için almıştı. Lafın ucu annesine dokundu diye almıştı o derin yarayı Karayel. Acısı o yüzden fazlaydı. Kanaması o yüzden dinmek bilmemişti. O gün annesinin doğum günüydü ve annesi yanında yoktu. Bunu biliyordu ve bunu bilirken annesinden vurulması canını iki kat fazla yakmıştı.
Bir kez daha çöktü omuzlarım. Babamın günahı üzerine. Unuttuğum bir gerçek günah hatırlattı yine kendini. Dizimin üzerine başını koymuş adamın annesini hayattan koparan adamdı benim babam. Kaşının kenarındaki yaranın sebebi, aslında benim babamdı.
Bende yara açan adam, bir başkasının evladında da yara açandı.
Derin bir nefes verdiğimde, elimi yarasından çekip saçlarına götürdüm. Parmaklarım saçlarının arasında gezinmeye başladığında, dudaklarımdan o sözler döküldü.
”Giderum dalga gibi bir ileri bir geri
Koca karadenuzun yok mudur bana da yeri”
Karayel kafasını hızla çevirip alttan alttan yüzüme bakarken ben ileriye bakıyordum.
“Giderum dalga gibi bir ileri bir geri
Koca karadenuzun yok mudur bana da yeri”
Şarkının devamını söylerken kafamı eğip gözlerine göz göze geldim. Parmaklarım yumuşak saçlarının arasında naifçe geziniyordu.
“Baktumda göremedun yüreğimu sen felek
Baktumda göremedun yüreğimu sen felek“
Gözlerime öyle farklı ve yoğun duygularla garip bakıyordu ki, sanki dili tutulmuş gibiydi bakışları. Sanki büyülenmiş ve hatta mühürlenmiş gibiydi. Gözümden uyku akarken uyumak istemiyordum.
“Oturupta ağlarsun derdimi bilsen felek
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum
Oturupta ağlarsun derdimi bilsen felek
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum”
Dudaklarında belirsiz bir tebessümü vardı. Ellerini karnının üzerinde birleştirmiş, ben saçlarını okşarken o bakışlarını bir saniye dahi üzerimden ayırmıyordu. Gözlerine bakarken şarkıyı söylemeye devam ettim.
“Bu haftalar ay oldu aylarda sene olsun
Bırakup gittin benu gülüm daha ne olsu”
Neden birden bire bu şarkıyı söylemeye başlamıştım, hiçbir fikrim yoktu. Sadece, içimden söylemek gelmişti, söylüyordum. Öylesine.
“Bu haftalar ay oldu aylarda sene olsun
Bırakup gittin benu gülüm daha ne olsun“
“Günlerum gelir geçer dünyada yelelr gibi
Günlerum gelir geçer dünyada yelelr gibi”
“Dert büyük izdıraptur bakarsun eller gibi
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum
Dert büyük izdıraptur bakarsun eller gibi
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum”
Sustuğumda derin bir sessizlik oluştu.
”Sesin çok narin ve güzel. İnsanın ruhunu ferahlatıyor.” Dedi gülerek.
”Teşekkür ederim.” Dedim küçük bir tebessüm ile.
Tekrar bir sessizlik oluştu ve Yaman gözlerini yumdu. Bir müddet süren bu sessizlikten sonra Yaman yumduğu gözler hala açmamıştı.
”Yaman.” Dedim kısık bir sesle. Fakat ondan bir ses gelmemişti. Uyumuştu.
Hasretli bir nefes verdiğimde, yara izine takıldı gözlerim. Artık mazide kalmış, yara. Ama izi hala deride.
Eğilip tam yarasının üzerinden öptüm. Daha sonra geriye çekildiğimde büyük bir esneme tutu beni. Saat epey bir geç olmuş olmalıydı. Ve artık gözlerimi açık tutacak mecalim kalmamıştı. Yaman dizimde uyurken onun uykusunu bölmemek için arkamdaki yastığı kendime doğru çektim ve geriye doğru yatarak kafamı yastığa koydum. Komidinin üzerindeki abajurun ışığını kapattım. Elim hala Yaman’ın saçlarında gezinirken gözlerimi yumdum.
Ben de, aynı onun gibi o varken karanlıkta uyuyabiliyordum. Karanlıktan her ne kadar çok korksam da…
YAZAR ANLATIMI İLE;
İnsanlar iz bırakan şeyleri hatırlamak istemezler…
Derler genelde. Çünkü yara kabuk tutup geçse de izi kalır deride. Ve sen dönüp her o ize baktığında o izin orada olma nedenini hatırlarsın. İşte bu yüzden insanlar iz bırakan şeyleri hatırlamak istemezler denir. Çünkü güzel şeyler hiçbir zaman bir iz olarak kalmaz. Ne ruhunda ne de bedeninde. Kötü olan ne varsa bir iz olup kazınır insana, anlara, anılara.
Bir bıçak izi olarak, ya da bir yanık izi olarak.
İnsan, çoğunlukla bir şeyleri unutmak ister. En çok da onu yaralayan, her hatırladığımızda canını ilk günkü gibi yakan şeyleri, insan unutmak ister. Kim hatırlamak ister ki can yakan şeyi zaten.
Bazıları, hatırlamaktan hoşnut olurdu. Canını yaksa da severdi bazı hatıraları. Unutmayı göze almazdı. Aklının bir köşesine düştüğünde canı yansa da, hatırlamak ruhuna şifa gibi gelirdi. Aslında her hatırlanışta canı biraz daha yanardı. Bir kez daha yanar, bir kül daha düşerdi ruhundan yere. Ama hatırlardı.
Unutmak bir hediyeydi. Ama hatırlamak bir cezaydı.
İki seçenek sunulurdu. Ya unut, ya da hatırla diye. Gider yine, hatırlamayı seçer, cezalanırdı.
İz, deriye kazınırdı. Ne kabuk tutardı daha, ne de yara bandı sarardı onu. Kapamak isterdin, saklamak gizlemek isterdin. Ama o anlardı onu gizlemek istediğini, ne kadar gizlersen gizle, çıkardı ortaya, ben burdayım diye bağırırdı bas bas. Sana ait olan ne varsa sen diye haykırırdı.
Oda karanlık, ışıklar kapalı, çökmüş duvarın köşesine, kapanmış dizlerine, yine ağlamış yara izine.
İnsan en çok kendine ağlar. Doğduğu gün, koca bir ömüre ağlar.
İnsan ağlar, alacağı ve aldığı yaralara. Çünkü insan bilir, çünkü insan hisseder, canının yanacağını, yaratacağını bilir.
Bu, canının yanacağını bile bile birini sevmekle eş değerdi.
Kapalı gözlerini araladığında uykusundan uyanmıştı Yaman. Karanlık odanın içerisinde gezindi gözleri, elledi karnının üzerinde, kafası ise hala Nefesin dizine yaslıydı. Uzandığı yerden doğrularak kalktığında, kafasını çevirip yatakta uzanan Nefes’e baktı. Ellerini başının altına almış, öylece kıvrılmış uyuyordu. Yamanın hareket ettirmemek ve onu uykusundan uyandırmamak için kıvrılarak iki büklüm uyumuştu.
Bakışları Nefes’in yüzüne değdiğinde histerik bir nefes çekti içine. Saat sabaha ulaşmak üzereydi. Güneş doğmak için vakit kolluyordu.
Yaman yine onun yanında ve onun kokusunda bir kere bile kabus görmeden uyumuştu. Bu bir mucize olmalıydı, çünkü başka türlü açıklanamazdı bu. Bir kokuyla bütün bir geceyi tek bir kabus görmeden geçirebiliyorken, o koku olmadığında kabusların peşini bırakmaması saçmalıktı. Anlamsızdı. Bundan sonra her geceyi Nefes’in yanında onun kokusunda geçirmekten şüphe duyuyordu. Ama durum öyle görünüyordu. Bundan sonra her gece, Nefes’le uyuması gerekecekti. Hem bir şey farketmişti, karanlıkta uyuyamayan kız da yanında o varken karanlıkta uyuyabiliyordu.
Birbirlerine bu konuda iyi geliyorlardı. Uyku konusunda ikisi de birbirine ilaçtı. Birinin kokusu, birinin de varlığı.
Elini Nefes’in yüzüne düşmüş saçına uzattı, o tutamı yüzünden çekip geriye attı. O izlemeyi en çok istediği yüzünü ortaya çıkardı, içi rahat etti.
İçinde bir sürü şey geçti. Ve Yaman onları dile dökmek için en doğru anın bu an olduğunu düşündü. Daha fazla içinde tutamayacaktı. İçinde birikmiş duyguları dışarı dökmesi gerekiyordu, çünkü artık içinde taşıyordu ve Yaman bunu daha fazla bu şekilde taşıyamıyordu.
”içimde,” diyerek söze girdi güçlükle. “Fazlasıyla birikmiş duygular var ve bunların hepsi, seninle ilgili. Bir sürü şey var söylemek istediğim ve hepsi, bir tek sen için. Garip, yabancı, bana fazla uzak, ama sana oldukça yakın.”
”Sanırım artık kabullenmem lazım, çünkü kabullenemediğim her an seni biraz daha kaybediyormuş gibi hissediyorum. Sanki her kendime sakladığım vakit benden biraz daha gidiyor gibisin. Ve ben, senin gitmenden çok korkuyorum. Bişeyleri itiraf etmek gerek dedim. Sahiden de öyle, itiraf etmek gerek.” Büyük bir nefes çekti içine.
“Tüm acılarıma ihanet ettim. Bir bir hepsine ihanet ettim. Asla yapmam dediğimi yaptım, acılarıma ihanet ettim. Ve bu ihanetin nedeni, sana aşık olmuş olmamdı.” Nihayet itiraf ettiğinde gerçeği büyütün yük kalktı omuzlarından. Kalbi rahatladı ruhu ferahladı.
”sana asla aşık olmam demiştim ve boku yemiştim. Asla asla dememem gerektiğini bilmem gerekiyordu. Sana aşık olmak demek tüm acılarıma ihanet etmek demiştim ve ben en büyük ihaneti etmiştim. Senden kaçtım, sürekli senden gidip seni ardımda bıraktım. Gidersem duygularım benden gider sanmıştım. Seni ardımda bırakırsam duygularımdan kaçarım sanmıştım, yanılmışım.” Alayla güldü.
”Senden nefret ettiğimi söyledim. Kendimi buna fazlasıyla inandırdım. Bir ara gerçekten senden nefret ediyorum gibi hissettim. Ama hayır, senden hiçbir zaman nefret etmemişim. Aksine senden nefret ettiğimi sanarken biraz daha sevmişim seni. Kaçarken daha çok yakalanmışım sana. Gitim sanarken hep sana gelmişim. Çünkü benim tüm yollarım sana çıkıyormuş, ben anlamamışım.”
Bir nefes verdiğinde gözlerini yumup ger açtı.
“Ama sana aşık oldum. Karayel, deniz kızına aşık olmuş. Sana o kadar fazla aşık olmuşum ki, gülüşünde saatlerce takılı kalacak kadar fazla. Deniz mavisi gözlerine bakarken yaşlanacak kadar çok aşık olmuşum ben sana, Deniz kızı, kafayı seninle bozmuşum. Hayaline tutunacak kadar, kokunda nefes alacak kadar, kokunda uyuyacak kadar fazla aşık olmuşum.”
Duygularını ve içindekileri bir bir dışarı döktü Yaman.
Yaman, Nefes’i onu gördüğü ilk günden beri içinde yaşıyordu. Dört sene önce karşısına çıkan kızı, içinde yaşıyor, içinde yaşatıyor, içinde saklıyordu. Neler demişti, neler vadetmişti, ondan nefret etmek için neler denemişti, ama tüm yollar tek tek aynı kapıya çıkmıştı. Yaman, Nefesten nefret edemezdi. Daha ilk gördüğü an kalbinin atışını bir kaç saniyeliğine durduran, karnında başlayıp yukarı doğru çıkmaya başlayan o sıcaklığın sebebi olan kızdan, asla ama asla nefret edemezdi. Tüm her şey yalandı. Tüm o nefret sözleri, tüm acımasız can yakıcı laflar, hepsi bir bir yalandı. Nefretle bakmamıştı hiçbir zaman Nefese. Oysaki biraz dikkatli bakan herkes, Yamanın Nefesten nefret ettiğini değil de, daha ilk dakikadan beri ona aşık olduğunu görürdü. Yaman, Nefese ilk görüşte aşık olmuştu. Dört yıldır, aşkını saklıyordu, gizliyordu. Çünkü karşılık bulacağına asla ihtimal vermiyordu.
Dört yıl önce, üniversitenin koridorunda bir anlık dalgınlıkla çarpıştığı kız, bugün Yaman Karayel’in en büyük aşkıydı.
Yaman Nefes’i bugün sevmiyordu. Duyguları yeni değildi. Yaman, Nefes’i daha o koridorda ilk çarpıştıkları andan, Nefes’e ilk kez bakıp onu gördüğü andan itibaren Nefes’i seviyordu. İlk görüşte aşktı onunkisi. Dört yıl öncesine dayanan, dört yıldır içinde tutuğu, kendine sakladığı bir aşktı. Küçük bir etkilenme sanmıştı. Biter sanıp üstelememişti. Ama bitmek yerine her geçen gün biraz daha artmıştı duyguları.
Yaman Nefes’i içinde bitirdi sanarken, tüm kalbini kapsadığından habersizdi Nefes’in. İçinde yaşamıştı, içinde yaşatmıştı. Gizliden gizliden kendine saklamıştı, içinde tutmuş, gizlemişti.
Hatta Yaman, Nefes’i o gece intikam için değil, kendi için kaçırmıştı. Aşkı için.
Bunu ne kadar inkar ederse etsin, ne kadar kendine yedirmese de gerçek böyleydi. Yaman o gece Nefesle tekrar karşılaştığında ve bu sefer Nefes onun gözlerine bakarken bir kez daha durmuştu kalbi. Karnına kramplar girmiş, kalbinin ritmi bir anda değişmişti. Çünkü karşısındaki kız, onun aşık olduğu kızdı.
Kıyamıyordu ama kıymıştı.
Yaman’ın Nefes’e içi eriyordu. İçi gidiyordu. En çok iç çekiçleri Nefes’eydi. En büyük özlemi Nefes’ti. En büyük hasreti Nefes’ti. Bakarken içinin gittiği Nefes’ti. Bakarken gözlerinde kaybolduğu gözler Nefes’in gözleriydi.
Yaman Karayel, Nefes Soykan’a aitti. Onunla nefes almış, yaşadığını onunla farketmişti. Solmuş ruhunda çiçek açtıran Nefesti. Deniz kızıydı.
”Sen deniz gözlü, benim bir ömürlük hasretimsin. Sen, kalbimsin, nefesimsin, en çok kaçtığım ama kaçamadığımsın. Sen, benim tüm çıkmazlarımsın. Kaybetmekten korktuğum, sevmekten çekindiğim, utandığımsın.”
parmakları naifçe Nefes’in yanağını okşadı. Yüzünde gezindi gözleri. Kirpiklerinde, gözlerinde, gözünün altındaki artık sayısını ezbere bildiği sekiz bende.
“içimde bir ukdeydin, daha fazla öyle kalmanı istemedim.” Dedi. “Sana kağıttan yıldız yaptım, gökteki en güzel yıldızımsın diye.”
Nefes’in üzerine doğru eğildi. “Senin dudaklarından çaldığım tek bir öpücük, tüm yaralarımın sızısının dinmesiydi. Bendeki etkin hakkında hiçbir fikrin yok.”
Biraz daha yaklaştı kıza. Dudaklarına doğru fısıldadı. “Sana aşığım Nefes. Sana çok aşığım. Aşkından deli divane olacak kadar, sana sırılsıklam aşığım.”
kabullenmesi zaman almıştı, geç kabullenmiş, geç farkına varmıştı. Ama Yaman artık Nefes’e aşık olduğunu kabullenmişti.
Dört yıl önce, o çarpışmada Nefes sadece bir kere bile kafasını kaldırıp gözlerini kaldırıp Yamanın gözleriyle buluşsaydı ve Yaman, intikamına rağmen Nefesi seçseydi belki de şuan ilişkilerinin dördüncü yılı olabilirdi. Belki de kim bilir, Yaman Karayelin aşkı nefretine ağır basardı, katilin kızı demezdi çok severdi, sakınırdı. Tıpkı şu an olduğu gibi…
Ama ihtimallere sığdırılmış koca bir ömürde ihtimale tutunup da yaşayamazdık.
Bu bir ihtimaldi. Belkilerdi. Belkiler de en az keşkeler kadar can yakardı.
Keşke, diye geçirdi içinden Yaman. Seni aramayı hiç bırakmasaydım, dedi. Kim olduğunu öğrendiğimde senden vazgeçmeseydim, intikamımı göz ardı edip, seni seçseydim, dedi.
Yaman Karayelin ilk seçimi Nefes Soykan olsaydı bugün hediye bu kadar zor olmazdı.
Kavuşmak bu kadar zor olmazdı. Bir arada olmak, birlikte olmak, gözlerine bakmak, yanında olmak bu kadar zor olmazdı. Belki de her şey daha kolay olurdu.
Nefes, Yamanı bu kadar çok severken bir yandan da ondan en az sevgisi kadar nefret etmezdi. Affetmek bu kadar zor olmazdı. Yaranın kabuk bağlaması bu kadar güç olmazdı.
Aslında, her şey bir yarayla başlamış, buralara gelmişti.
Yara, yaşadıklarından ve acılarından kalan en büyük hatıradır. Bir kaç saniyelik güzel bir anın bir ömürlük acıyı barındırdığı, yaraydı. Yaraya bir çok anlam yüklendi. Sadece bir kaç hafta kalacak bir şeydi. Aslında yara, iyileşme süreciydi. Ama her yara iyileşmezdi. Bu unutuldu. Her yara bir kaç hafta sonra geçmezdi. Kimi yaralar vardı bir ömür kalırdı. Geçmezdi. Ne acısı geçerdi, ne sızısı dinerdi, ne de kanaması dururdu.
İşte bu hikaye de böyle başlamıştı. İki insan vardı, ikisinin de birbirinden ayrı ve farklı yaraları vardı. Asla geçmeyen yaraları. Ne kabuk bağlıyordu, ne izi kalıyordu, ne acısı diniyordu. Dönüp her baktıklarında o yara öğütlerindeki en acı dolu anı onlara hatırlatıyordu. Sadece biri, yarasının intikamını almak istedi. Çünkü yaraları ne yaparsa yapsınlar kabuk bağlamak bilmiyordu. Dikiş tutmuyordu, yara bandı, sarmıyordu yarayı.
Sonra buna bir isim verdiler;
Yaralar ve kabuk tutmayışları, dediler.
o iki insan da kabuk bağlamayan yaralarına bir ağıt yaktı. Bir kere daha kanattılar yarayı.
Ve işte, her şey bir yara ile başladı.
Yara nefrete döndü, nefret yerini aşka bıraktı.
İmkansızdı, imkansızı zorladılar.
Nefes anlatımı ile;
Göğüs kafesi, tüm acıların bir nefeste içine çekildiği o yer.
içimde dolup da taşan ne varsa, gücüme giden, zoruma giden, beni dara sokan, canını sıkan, canını yakan ne varsa hepsini bir nefeste içime çektim. Bütün ömrüm boyunca. Umutlarımı da sığdırdım göğüs kafesime. Doğdum ama yaşamadım. Yaşadım ama nefes alamadım. Bir el vardı bütün ömrüm boyunca boğazımda, nefesimi kesiyordu. Beni boğuyordu. Bir boşluğa atılmıştım, tüm Işık’larım söndürülmüştü, karanlıkta kalmıştım. Karanlıkta bırakılmıştım.
Bir çok iç çekmiştim. Bir sürü. Kırıldığım her ana, içimin burkulduğu her şeye, kalbimin her acısına, daraldığım her vakitte, içimde ünde kalan her şeye, bir iç çekmiştim. Ama en büyük iç çekişim babam tarafından sevilmeyişime, annem tarafından asla korunmayışımaydı.
Ukdelerim vardı, göğsüme sıkışıp kalmış.
Ukde, babamdı.
ukde, annemdi.
ukde, aile olmayışımızdı.
Bir başkasının çocuğuna bile sarılabilen babamın bana bir kere sarılmayışı ukdeydi bana. Oğlunu her türlü kötülükten koruyan annemin beni bir kere bile korumayışı ukdeydi bana.
O evi oğullarına sıcacık bir yuva yaparlarken, bana en soğuk geceleri yaşatan ailem ukdeydi bana.
Dört duvarım vardı ama bir çatım yoktu.
Ve ben bunun altında yıllarca ezim ezim ezildim.
Babaları tarafından sevilen kızların şu hayatta asla hiçbir şey tarafından yıkılmayacağı söylenir.
Babam tarafından hiçbir zaman sevilmediğini için sanırım bu her defasında yıkılışlarım. İnsanın sırtını sıvazlayan bir el olmadığı zaman, hep ağrırmış sırtı. Omzunda güvenebileceği bir el olmadığında, hep ağlarmış. Yerden düştüğünde kaldıranı olmadığında, hep acırmış dizleri, kanarmış.
Bunların hepsi baba demekti. Bir baban yoksa hep eksiktin bu hayatta. Hep yarımdın. Bir tarafın hep boşluktu.
Benim bu hayattaki en büyük eksikliğim de, ukdem de en büyük iç çekişim de babamdı.
Babasız bir kız çocuğunun, gözünden yaş bir türlü eksik olmazdı.
Varken yok olan babanın yokluğunun yükünü omuzlarında taşımak daha bir zordu.
Boğazımda bir yumru vardı, ne kadar su içersem içeyim, ne kadar yutkunursam yutkunayım bir türlü geçmek bilmeyen bir yumru.
Mutlu anlarım olduğunu hatırlamıyorum, zaten hiç olmayan bir şeyi de hatırlayamaz insan.
Mutlu aile tablolarında yer almadım, alamadım. Beni çıkar o aileden, mutlu bir aile çıkıyordu ortaya. Beni ekle o tabloya, hepsinin içi kan ağlardı.
Gözün dalıyorsa uzaklara sürekli, alamıyorsan kendini dalmaktan bir türlü, kafan dağınıksa anlatamayacağın kadar, kırılmıştır fazlasıyla kalbin.
Bir nefes verdiğimde gözümü daldığı yerden ayırıp önüme döndüm. Çay bardağını elime aldığımda çayımdan bir yudum aldım.
”Aman be İlyas! Öküz müsün?” Kafamı çevirip mutfağın kapısına baktım. Mutfaktan içeri kol kola girmiş Roza ve İlyas girdi.
“Ne kadar hayvan varsa hepsi ben oldum sayende Roza.” Dedi İlyas.
”Ay bak ne diyeceğim, geçen Instagram da gördüm, ayılar kış uykusundan uyanmış diyorlardı.” Dedi Roza sanki çok önemli bir bilgi veriyormuş gibi.
”Yani?” Dedi İlyas yandan yandan Rozaya bakarak.
”E uykundan uyanmışsın kocacığım.” Dedi Rıza gülerek. İlyas Rozaya tipik bir bakıl attığında Roza büyük bir kahkaha attığında kafasını ilyasın omzuna yasladı. Rozanın saçına bir Buse kondurdu İlyas. İlişkileri çok güzeldi. Çok didişiyorlardı. Birbirleriyle çok uğraşıyorlardı ama çok güzellerdi. Uyumluydular.
İlyas Rozanın oturması için sandalyesini geriye çektiğinde Roza yerine oturdu. İlyas da masanın baş köşesine hemen Rozanın yanına oturdu. Tabaklarına bir şeyler almaya başladılar. Ben de geri önüme dönerek tabağındakileri yemeye devam ettim.
”Küçük tavşan, sabahın selamın yok mu kız senin?” Diye İlyastı. Kafamı kaldırıp ona baktım.
”Bilmem var mı İlyas?”
”Abi kızım abi. Bin defa mı diyeceğim sana bana abi diyeceksin aramızda kaş yaş var.”
Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. “Yaman ve çınara abi mi diyorum da sana abi diyeceğim.” Dedim uyuz bir şekilde.
”Sence ben Yamanla aynı konumda mıyım?” Diye sordu imayla gülerek.
Dil çıkardım. Karşılık olarak o da dil çıkardı.
”Cadı.” Dedi İlyas.
”Ayı” dedim karşılık olarak.
”Çirkin şey.” Dediğinde İlyas Rozaya döndüm.
”Roza şu koca eşeğine bir şey söyler misin?” Dedim huysuzlanarak.
Sabır diler gibi bir nefes verdi Roza. “Benim bir tane doğurmama gerek yok ki, iki tane kocaman bebeklerim var zaten.” Dedi sitemle.
Surat astım. “Kocan bana kendi bulaşıyor sen bana laf yapıyorsun, ayıp yani.”
Güldü İlyas. “Roza gülüyor bana.” Dedim işaret parmağımla ilyası işaret ederken.
”İlyas gülme benim kızıma!” Dedi en sonunda Rıza İlyas’a çatık kaşlarla bakarak.
”Karımla aramı bozmaya çalışma küçük tavşan, yoksa o kulaklarından tavana asarım seni.” Dedi İlyas tehditkar bir tınıyla.
“İlyas kapa çeneni.” Dedi Rıza uyarır bir tonda.
”Bak yine ben haksız oldum.” Dedi sitemle İlyas önüne döndüğünde.
Rozayla birbirimize bakıp güldüğümüzde Roza İlyas’a döndü ve yanağına doğru uzanıp ilyasın yanağına bir öpücük kondurup geri çekildi. “Koca bebeğim benim.” Dedi neşeyle. “Anlat bakayım bana sabah ne diyecektin.” Dedi şevkatle.
Rozanın tek bir öpücüğü ile anında dudaklarında kocaman bir gülüş belirdi İlyasın. “Ben diyorum ki, seninle bir gün akşam yemeğine çıkalım. Karı koca hiç bir yere gitmiyoruz.”
”olur,” dedi anında Roza. “Çıkarız bir akşam dışarı.”
Oturduğu yerden Rozaya doğru yaklaştığında tıpkı az önce Rozanın yaptığı gibi Rozayı yanağından öptü. “Dünyadaki cennetim benim.” Dedi aşkla Rozaya bakarak.
Utangaç bir tavırla İlyas’a baktı Roza.
Gülerek izledim bu hallerini. Onların mutluluğu benim de mutluluğum gibi bir şeydi.
Masanın üzerinde tabağın yanındaki telefonumun ekranı parladı. Uzanıp telefonu masadan aldığımda bir mesaj gelmişti, Yamandan.
Telefonun kilit ekranını açıp mesaj kısmına girdim.
Sabah şerifleriniz hayrolsun, Nefes hanım.
Sizin de sabah şerifleriniz pek aydın olsun Yaman bey.
Gününüz aydı mı bakalım?
Bilmem ki, aydı mı acaba?
Yüzün gülüyorsa aymıştır demek ki.
Güldüğümü de nereden çıkardın şimdi?
Bilmem, içime doğdu demek ki;)
Ekranın üstüne bir bildirim düştüğünde kafamı kaldırıp bildirime baktım. Bilinmeyen numaradan bir mesajdı.
Kimseye bir şey belli etmeden kapıya çık ve emanetini al.
Yazıyordu mesajda. Kaşlarım anlamazlıkla çatıldığında öylece kala kaldım. Telefonun ekranını kapattığımda oturduğum yerden kalktım. “Ben bir hava alacağım, doydum zaten.” Dedim.
”Tamam canım.” Dedi Rıza gülerek.
Masadan ayrıldığımda kapıya doğru ilerledim.
”Ya yapma ama İlyas!” Diyen Rozanın nazlı sesini duydum.
”Ama çok güzel gülüyorsun.”
Mutfaktan çıkıp şaşa döndüğümde kapıya doğru ilerledim. Evin kapısını tedirginlikle açtığımda beni neyin karşılayacağı hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Kapıyı açtığımda küçük bir zarf kapının arasından ayaklarımın önüne düştü. Yüzümü anlamazlıkla buluşturduğumda eğilip yerden o zarfı aldım.
Üzerinde, Nefes’e, yazıyordu.
Zarfı açtığımda içindeki kağıdı çıkarıp üzerinde yazana baktım.
Masum olman kimi zaman hiçbir şey ifade etmez, ipin ucunun sana değeceği kadar yakınsan, ipin ucu sana değer. Ve sen fazla yakınsın her şeye. Kendine dikkat et Nefes, arkanı ve etrafını iyi kolla. Bu sadece benden sana küçük bir tavsiye;)
K
Okuduklarım karşısında kaşlarım çatıldı. Gözüm kağıdın altında solda kalan k harfine takıldı.
k’da kimdi? Bu not kimdendi? Beni nereden tanıyordu?
Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen. Yorumlarınız benim için çok önemli, bunu her seferinde desem de bölümlere gelen yorumlar onu geçiyor ve bu bence çok üzücü bir durum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.61k Okunma |
2.19k Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |