Bölümü oylamayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın.
“Gitme, demek için geç kalmıştır bazıları.”
lakin adam biraz daha erken uzatsaydı elini kadına, kadın çoktandır kendisine uzatılmasını beklediği eli sıkıca tutardı. Ama geç kalınmışlıklar evledalara gebedir….
Gözlerimi yorgunla açtığım her sabah, biraz daha, biraz daha…
Bakışlarım aynı satırların üzerinde defalarca kez dolanırken öylece kala kalmıştım. Kafamı hızla kaldırıp etrafıma bakındım. Etrafta hiç kimse yoktu. Bir haftadan fazla bir süredir biri tarafından izlendiğimi hissediyordum. Sürekli sanki birinin gözü benim üzerimde gibiydi. Ne zaman dışarı çıksam bu duygu daha da yoğunlaşıyordu. Yürürken sürekli arkamı kontrol ediyordum. Birinin gözü benim üzerindeydi sanki. Ve tüm bunlar, Yaman’ın maçından sonra olmaya başlamıştı. İçimde kuşku vardı. Garip ve tuhaf hissediyor, üstelik de bu durumdan kimseye söz edemiyordum.
Sıkıntılı bir nefes verdiğimde telefona geri döndüm ve bilinmeyen numaraya yazmaya başladım.
Bu not ne? Kimsin sen? Ve beni nereden tanıyorsun?
Saniyeler içerisinde bir mesaj daha geldi aynı numaradan. Bir fotoğraf. Benim fotoğrafım, şu an ki fotoğrafım, üzerimde aynı kıyafetler, aynı yerdeyim ve aynı duruştayım.
Tedirginlikle kafamı telefondan kaldırıp etrafa tekrardan daha dikkatli baktım. Fakat görünürde hala kimse yoktu.
Benimle oynuyor musun?
Aldığın nefes kadar yakınındayım Nefes Soykan. Hemen bir adım kadar arkanda.
Neler oluyordu? Bahçeye doğru adımladığımda kapıyı araladım.
İçim koca bir huzursuzlukla dolduğunda, bakışlarım telefonda aynı mesajın üzerindeydi.
kimsin?
Tanışmakta bu kadar ısrarcı olma, senin iyiliğin için söylüyorum;)
Sana kimsin diye sordum, soruma cevap ver!
Aynı onun gibisin, insan insana benzer derlerdi de inanmazdım.
Kimden bahsediyordu bu aptal? Benimle dalga mı geçiyordu yoksa gerçek miydi? Bir mesaj daha düştü ekrana.
Bundan kimseye bahsetme Soykan. Kendine sakla ki zarar görmeyesin. Şimdilik, hoşçakal.
Ard arda gözlerimi kırpıştırırken neyle karşı karşıya olduğumu bilmiyordum. Bir anda neler oluyordu aklım almıyordu. Bir anda çıka gelen bu numara da kime aitti, bu not neyin nesiydi?
”Nefes! Kızım içeri gel artık. Ne yapıyorsun sen orada öyle?” Rozanın bana seslenmesi ile hızla arkama döndüğümde elimdeki notu arkama sakladım.
”Hiç,” dedim ona bakarak. “Bir hava alayım dedim sadece.”
”Tamam hadi içer gel artık. Bak bir yerlere gideceğiz bugün.” Dedi elini gitmem için bana doğru sallayarak. Bir nefes verdiğimde etrafıma bir kez daha bakarak eve doğru yürümeye başladım. Basamakları çıkıp Rozanın karşısına geçtiğimde yüzüme gözlerini kısarak dikkatle baktı. “Neyin var senin?” Diye sorduğunda zorlukla güldüm.
”Bir şeyim yok, biraz midem bulandı o kadar.” Diye yalan söyledim.
”İlaçlarını düzenli olarak almayı unutma.” Dedi elini omzuma dostane bir tavırla atarak. Kafamı salladım.
Evden içeri girerken elimdeki not kağıdını önüme aldım ve merdivenlere doğru yürüdüm. Merdiven basamaklarını hızlı adımlarla çıkarken içimdeki huzursuzluk hala yerindeydi. Yukarı çıktığımda odama doğru adımladım. Odadan içer girdiğimde açık kapıyı ardımdan kapatıp odanın içerisine doğru adımladım, elim göğsüme gittiğinde bir panik benliğimi sarmıştı, sıkıntılıydım. Elimdeki notu ne yapacağımı bilmiyordum. Rozaya ya da bir başkasına bu konu ile ilgili bir şey söylemem gerekiyordu. Kimseden saklayamazdım. Notu komidinin çekmecesini açıp içine bıraktığımda kendimi yatağın üzerine bıraktım.
Yatağa uzandığımda derin bir nefes içime çektim. Belki da sadece beni el dalga geçiyordu. Bu kadar kafa yormama gerek yoktu. Engellediğim zaman o numarayı bana daha fazla mesaj atamazdı ki. Aklıma gelen bu fikri hemen uyguladım ve telefonun ekranını açıp o numarayı engelledim. Telefonu yatağın üzerine bıraktığımda yatakta yana döndüm. Gözlerimi yumdum.
🩹
”Yapma ama Roza. Nereye gideceğiz Allah aşkına?” Diye mızmızlanırken Roza beni zorla yataktan kaldırmaya çalıyor, tutuğu bileğimi bir türlü bırakmıyordu.
”Ya Nefes! Çok oyun bozansın ama, iki hava alacağız mızıkçılık yapma.” Derken kaşlarını çatmıştı Roza.
”Ama ben evde kalmak istiyorum!”
”Bende dışarı çıkmak istiyorum!”
Oflayarak oturduğum yerden kalktığımda dağılmış üstümü düzlettim ve saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken Rozaya ters bakışlar atıyordum.
”Hiç öyle bakma, bugün o dışarı çıkılacak. Kuala mısın kızım sen hep evde hep evde?”
Şu sıralar evden çıkmasam benim için iyi olurdu aslında.
”Nereye gideceğiz?” Diye sordum.
”Ay valla bugün hafta sonu, her yere gidebiliriz. Hem İlyas da evde.” Dedi Roza neşeyle.
”Sensiz hiçbir yere gitmiyorum,” bir adım atarak bana yaklaştı ve yüzümü avuçlarının arasına aldığında tatlı tatlı baktı bana. “Sen benim kayıp kızım gibisin.” Dedi.
”Olmayan kızın desek daha doğru olur.” Dediğimde aynı anda gülerek birbirimize baktık.
”Hadi hazırlan, çıkıyoruz.” Dedi yanımdan geçerken.
”Roza,” diye seslenerek onu durdurdum.
”Şey, Yaman da gelse olur mu bizimle?” Diye sordum çekinerek.
Roza anında güldüğünde, “Birazdan kapıda olur seninki.” Dedi imayla. Tekrar önüne döndüğünde odadan çıktı.
Dudaklarımda anlamsız bir sırıtış oluştu. Benden önce düşünmüşlerdi onu. Onu unutmamışlardı.
Hızla gardroba doğru ilerledim. Dolabın karşısına geçtiğimde kapaklarını açtım ve bakışlarım kıyafetlerin arasında gezindi. Ne giyinsem diye düşünüyordum. Havalar artık ısınmaya başlıyordu. Ona göre bir şeyler giyinmem gerekiyordu üzerime.
Askıdan bir etek aldım. İnce kumaşlı, mavi renkte aralarında beyaz çiçekler olan düz bir etekti, belki kısmı lastikliydi. Üzerimde giyindiğim zaman bileklerimin bir iki santim üstünde oluyordu. Sağ bacak kısmında küçük bir yırtmacı vardı. Eteği yatağın üzerine bıraktığımda üzerine ne giyilebilirim diye baktım. Rahat bir badi giyinmeyi tercih ediyordum. Beyaz askılı bir badi aldım üzerime. Karadeniz’in havası sürekli olarak değişiyordu. Bundan bir kaç dakika sonra havanın nasıl olacağını bilemezdim. O yüzden her ihtimale karşı üzerime bir şey almam gerekiyordu. İnce açık mavi kısa bir hırka aldım. Giyinmek için dolaptan aldığım kıyafetleri üzerime giyinip gecelikleri katlayıp yatağın üzerine bıraktım. Saçımı ortadan ikiye ayırıp araları sıkı olmayan dağınık gibi duran balıksırtı örgü yapmıştım. Önlerden ince teller çıkarmıştım. Örgüleri omuzlarımın üzerinde bırakmıştım.
kirpiklerime rimel sürüp yanaklarıma da alık sürmüştüm. Ve hazır olduğumda odamdan çıkıp aşağı indim. Roza ve İlyas hazır bir şekilde kapının dışındaydılar. Roza özenerek hazırlanmıştı. Ayağında düşük topuklu beyaz babetleri vardı. Üzerine yeşil renkte saten sıfır kollu bir bluz giyinmiş altına ise uçları dalgalı kot kalçasının sadece bir iki santim kadar altında bir etek giyinmişti. Kolunda beyaz küçük bir omzu çantası vardı. Saçlarını açık bırakmış, dalgalı bir model yapmıştı. Ve tabi ki de ondan beklenecek şekilde abartılı bir maksat vardı yüzünde. Ama güzel olmuştu. İlyas sıradan bir erkek tarzında giyinmişti. Üstünde Polo yaka çizgili beyaz bir gömlek, altında ise bol bir siyah kumaş pantolon vardı.
Beyaz spor ayakkabılarımı ayaklarıma giyindiğimde evin kapısını kapatarak yanlarında yer aldım.
”Canısı, mükemmel görünüyorsun.” Dedi Roza ballandıra ballandıra.
”Sende her zamanki gibi yakıyorsun.” Dedim bende gülerek.
”Allahtan Yaman var, yoksa iki kızın arasında kalmış erkek olacaktım.” Dediğinde İlyas, önden önden giderken bahçenin dışındaki arabaya döndü.
”Yaman, koçum gel buraya!” Diye seslendi.
Bakışlarım bahçeden çıkarken kapının önüne park edilmiş arabaya döndü. Camdan Yamanın arabanın içinde olduğunu gördüm. Kapısını açarak arabadan indi, kapıyı kapatırken, gözündeki güneş gözlüğünü gözünden çıkardı. Bakışları İlyas’a döndü.
”İt mi çağırıyorsun İlyas?” Diye sordu huysuz bir sesle.
”Hayır, seni çağırdım.” Dedi İlyas güneşten gözlerini kısarken.
”Geç şu arabaya.” Dedi Yaman ters bir surat ifadesi ve sesle.
Yüzünü buruşturdu İlyas. “Gel karıcığım, biz geçelim arabaya.” Dedi elini Rozaya uzatırken. Roza ilyasın elini tutu ve arabanın önünden el ele geçtiler. Yaman arkasına dönüp onlara bakarken tam öne binecek ilyası, “Arkaya geç Sural, ön koltuğun sahibi var.” Dedi dönüp bana bakarken.
İlyas kaşlarını çatarak Yamana baktıktan sonra arabanın arka tarafına yöneldi.
”çok güzel olmuşsun, her zaman ki gibi.” Dedi.
”Sende yakışıklı olmuşsun.” Dedim.
üzerinde krem renkli keten bir gömlek vardı. Altına ise siyah bol baça bir ince kumaş pantolon giyinmişti. Saçlarını özenle tarayıp şekillendirmişti. Fazlasıyla yıkılışı görünüyordu.
Eliyle ileriyi gösterdiğinde, “Önden buyrun prenses” dedi çapkınca bir sırıtışla.
”Tabii.” Dedim bende aynı şekilde gülerek. Yanından geçtiğimde arabanın önünden geçerek diğer tarafa döndüm ve öne kapıyı açarak arabaya bindim, Şöför koltuğunun yanındaki sağ koltukta yerimi aldım. Yaman da arabaya bindiğinde artık yola çıkmak için hazırdık.
”Eee nereye gidiyoruz?” Diye sordu Yaman.
”Ben bu kadar hazırlığı yaylaya çıkmak için yapmadım, İlyas.” Dedi Roza.
Bana döndü Yaman. “Nereye gidelim sen söyle Deniz kızı.”
”Ben buraları bilmiyorum ki.” Dedim ona bakarak.
“Akçaabata gidelim o zaman.” Dedi Yaman. Kafasını çevirip arkaya baktı. “Okey misiniz?”
Roza ve İlyas birbirlerine baktıktan sonra Yamana döndü. “Okeyiz.” Dedi Roza.
Yaman tekrar önüne döndüğünde arabayı çalıştırdı ve yola çıktık.
🩹
”Ay rica ediyorum bir şarkı açın, böyle kuru kuru ne anladım ben bu yolculuktan?” Diyen Rozaydı.
Yaman uzanıp radyoyu açtığında rastgele bir şarkı çalmaya başladı.
”Şunu kapatır mısınız? Kulaklarım kanadı resmen.” Dedi daha şarkı çalmaya başlayalı bir dakika bile olmadan Roza.
Yamanın bıkkın bir nefes verdiğini duydum. Telefonunu arabadaki kabloya bağladığında telefonunu bana uzattı. “Roza ne istiyorsa açar mısın şurdan, Nefes?” Dedi yola bakarken.
Telefonu aldım ve Rozaya döndüm. “Ee hangi şarkıyı istiyorsun?”
Güldü, “Elveda deme bana” dedi.
Arama kısmına elveda deme bana yazdım ve en üstte çıkana tıklayıp şarkıyı açtım.
“Karşımda durduğunda
Gözlerine baktığımda
İçimden bir şeyler kopuyor
Olmuyor“
Arkama yaşlandığımda kafamı çevirip camdan dışarıyı izlemeye başladım.
“Nefesim daralıyor
Yeminler bozuluyor
Cin misin peri misin anlamadım“
Yamanın bakışlarını üzerimde hissettiğimde istemsizce kafamı çevirip ona baktım. Ve onun da gözlerinin benim üzerimde olduğunu farkettim. Göz göze geldiğimizde şarkı çalmaya devam ediyordu.
“O deniz gözlerinden alamam gözlerimi
Gider eski zamana
Ağlarım yana yana”
“O güzel gözlerinden alamam gözlerimi
Gider eski zamana
Ağlarım yana yana”
En derinlerden baktı gözlerime. Farklı duygularla, bilmediğim, anlam veremediğim duygularla. Arabayı yolun kenarından dikkatle sürerken gözlerini gözlerimden ayıramıyor gibiydi. Kısa bir an için yola bakıp geri gözlerime döndüğünde bende gözlerimi onun gözlerinden bir türlü ayırma cesaretimi kendimde bulamıyordum.
“Gitme kal be yanımda
Şurada baş ucumda
Sana kurban olurum
Elveda deme bana
Ben seni el üstünde hatta baş üstünde
Taşırım merak etme
Elveda deme bana”
Histerik titrek bir nefes döküldü dudaklarından gözlerime bakarken. Öylece kırpıştırdığım kirpiklerimin altından gözlerine bakarken dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştu.
”O deniz gözlerinden alamam gözlerimi
Gider eski zamana
Ağlarım yana yana”
Şarkının en çok da bu kısmında gözlerime daha dalgın bakıyordu. Kafamı çevirip önüme döndüğümde o da önüne geri döndü. Bir nefes verdiğimde camdan dışarıyı izlemeye devam ettim. Şarkı çalmaya devam etti.
Bir kaç şarkı daha çaldı. Yol uzundu, gittikçe gittik.
Genellikle Rozanın açtığı şarkıları dinlemişti. Şarkı çalarken bir yandan söylüyor, bir yandan oynuyor ve de kocasına cilve yapıyordu. Ağaçların yeşilliklerin, arasından uzunca dağların olduğu yoldan geçiyorduk. Dağların o mis kokusunu içime çekmek için camı açmıştım. Ağaçların dallarının arasından esip gelen koku doldu burnuma. Gözlerimi yumduğumda kafamı cama doğru uzattım. Gözlerimi yunduğumda rüzgardan uçuşan örgünün arasından kaçmış saç tellerim geriye doğru uçuşuyordu.
yine son ses şarkı çalarken Yamanın sesi ulaştı kulağıma. “Saçların güzel olmuş.”
Dönüp ona baktığımda güldüm. “Kendim ördüm.”
Bakışları yoldayken, “Benim de bir ara saçlarımı örsene.” Dedi.
Kaşlarım çatıldığında, “Anlamadım?” Dedim.
”Gayet uzun saçlarım var, örebilirsin. Hem yine saçlarımı okşamış olursun.” Dedi.
”Hoşuna mı gitti?” Diye sordum.
”Fazlasıyla,” dedi. “Yine beni dizlerinde uyutup saçlarımı okşasana.”
”İyi huy yaptın kendine sen bunu.” Dedim yüzüne yandan bakarken.
”Eee öyle tabii, huy yapayi.” Derken şivesi kaymıştı ve gülmeden edememiştim. Güldüğümü duyunca bana döndü.
Bakışları gülüşüme kaydığında, “Öyle güzel gülüverme zalımın kızı içim gidiyi.” Dedi o da dudaklarındaki gülüşle içli bir nefer verdiğinde.
”Yaman!” Dedim gülmeme engel olamayarak.
”Nefes.” Dedi o da tekrardan gülerek yola dönerken.
Bir nefes verdiğimde bende önüme döndüm. İçimde çok hoş bir his vardı. Dudaklarındaki gülüşe asla engel olamıyordum. İçim kıpır kıpırdı. Yamanın yanında olduğu her an kendimi daha da mutlu hissediyordum.
Yaman karayel etkisi, denirdi buna.
Araba durduğunda kafamı çevirip camdan dışarı baktım. Bir tabelanın üzerinde uzungöl, yazıyordu.
Arabanın kapısını açıp aşağı indiğimde kapıyı geri kapattım. Arkada oturan İlyas ve Roza da arabadan indiklerinde Yaman arabayı kilitleyerek yanımızda yerini aldı. Bakışlarım etrafta gezinirken onlar yolun karşısına doğru ilerlemeye başlamıştı bile. Hızla peşlerinden gittim.
Geldiğimiz yerin neresi olduğunu bilmiyordum. Tabelanın yanındaki girişe geldiğimizde ben etrafa bakınıyordum. Güzel bir yere benziyordu. Etrafta küçük dükkanlar vardı. Dağlık bir alanda. Dağların aralarında tek katlı evler görünüyordu. Güneş tepede olmasına rağmen havada bir kapalılık vardı. Ama hava bugün güzeldi. Ne çok serin ne de sıcak, ılıktı. Ağaçlar yolun kenarlarında çoktu. Ve boylu boyuna uzanıyordu. Karadeniz her şeyiyle oldukça güzel ve büyüleyiciydi. Yeşilin nefes aldığı yer karadenizdi benim nazarımda. Çünkü kafanı çevirip nereye baksan orada bir yeşillik vardı. Yeşilin her tonu buradaydı. Ve tüm bu yeşilliğin tam ortasında koyu mavi bir deniz vardı. Karadeniz.
“Ay bakın, şurada kızlar puşi takıyorlar.” Diyen Rozaya döndüğümde eliyle Uzungöl'ün yanında yer alan dükkanlardan birini gösteriyordu. Dönüp onun gösterdiği yere baktığımda, iki kızın kafalarına Rozanın dediği puşi adlı bir şey bağladıklarını gördüm.
Roza koşa koşa o tarafa gittiğinde, “Ha ben bu delu kari ile ne yapacağum ula!” Diye söylenen İlyas da peşinden yürümeye başladı. Kafamı çevirip Yaman’a baktım. “Puşi ne?” Diye sordum yanında yer alırken.
Eli elimi sıkıca kavradığında kafamı eğip ellerimize baktım. “Bir tane sana da puşi takalım da tam Karadenizli ol.” Dediğinde Yaman, ileri doğru yürümeye başladı. Bende peşinden yürürken Rozaların yanına gidiyorduk.
“Ha bu olsun teyze!” Diyordu Roza elinde saç bandanası gibi bir şey tutuyorken. Yaşlı bir kadın vardı, başında siyah bir yazma vardı. Siyah yazmasının üzerine Rozanın elinde tutuğu kırmızı renkli, sarı ince çizgileri olan şeyin aynısının kenarlarında sahte çeyrek altın gibi altın renginde şeyler vardı.
Kadın Rozanın elinde tutuğu puşiyi aldı ve Rıza saçlarını eliyle yukarı doğru toplayıp ensesini açık bıraktığında kadın puşiyi iki yandan tutarken saçlarının altından geçirdi, Roza saçlarını geri bıraktığında kadın iki taraftan tutuğu ucu bir kez birbirine bağlayıp Rozanın alnının biraz üzerinde küçük bir yumruk gibi bir şişlik oluştu. Kadın boşta kapan uçları bir kez daha Rozanın ensesinde bağladı ve geriye çekildi. Roza saçlarını düzeltirken kendine bakmak için çantalarının asılı olduğu yerde bulunan küçük aynaya doğru ilerledi.
”Nenem, ha şu Trabzon güzeline de bağla bir tane puşi.” Diyen yaman tutuğu elimi çoktan bırakmış, puşilerin asılı olduğu yere gidiyor, yanında da o teyzeyi götürüyordu. Ben öylece etrafa bakınıyordum. Tahtalarla yapılmış tek katlı küçük bir dükkandı. İçerisi nasıldı bilmiyordum ama dışarısı oldukça kalabalıktı. Dükkanın önünde bir sürü eşya vardı. Tokalar, çantalar, takılar askılıklarda asılıydı. İleride küçük bir oturma köşesi vardı tahta sandalyelerden oluşturulmuş.
”Trabzon güzelu!” Diye bir yaşlı kadın sesi tam dibimden bağırdığında irkilerek kafamı çevirip sesin geldiği yöne baktım. Boyu benden ancak bir iki santim kısa olan az önce Rozaya puşi bağlayan teyzeydi bu karşımdaki. Elinde puşilerden bir tane tutuyordu.
”Topla bakayum saçlarınu ha şu uğaşun Trabzon guzelu.” Diyerek arkasına baktığında benim de bakışlarım o yöne kaydı. Yaman dudaklarında küçük bir gülümseme ile bizi izliyordu.
”Nerden oluyormuşum onun Trabzon güzeli?” Diye sordum sitemle.
”Öyle dedu baa, benum Trabzon guzelum, dedi senun içun.”
Örgülü saçlarımın iki ucunu da tutum. Kadın elindeki mavi tondaki, aralarında bordo ince çizgileri ve uçlarında tıpkı kendisinin de kafasındaki gibi olan kenarlarında boydan boya uzanan sahte çeyrek altın gibi olan puşiyi iki ucundan tutarak saçımın altından geçirdiğinde kafamın üzerinde bir düşüm attı ve kalan uçları da arkadan bağlayıp geri çekildi.
”Ha bak bu uşak işini bileyi.” Dedi kadın memnuniyetle bana bakarken.
”Mavi onun rengudur dedu. O seçti sana ha bu puşiyi.” Kadın elini karnının üzerinde bir anneanne havasında bağladığında gözlerini kısarak gözlerime baktı.
”Neden öyle bakıyorsunuz?” Diye sordum.
”Yanaklarun kizardi senun. Çok mu aşuksun bu uşağa?” Diye bir anda sorduğunda dumura uğramış bir şekilde öylece kaldım.
Kızaran yanaklarımın beni ele vermesi hiç hoş olmamıştı.
”Aşık tabi teyzem, hemde öyle böyle değil.” Diyen Yaman eğlenerek yanımıza geldiğinde elini omzuma atarak beni kendine çekti. “Hem aşık olunmayacak adam mıyım ben?” Derken dalga geçiyordu.
”E tabi yakuşıklu uşaksun.” Bana döndü yaşlı kadının bakışları. “Ama bu kiz da pek bir güzel. Dillere destan olacak guzelluğu vardır.” Gülmeden edemedim.
”Teşekkür ederim.” Dedim mahçup bir ifadeyle.
“Ne kadar zamandur sevdalısınız birbirinize?” Diye sordu kadın. Bakışlarım Yamana döndüğümde kaşlarımı çatarak buna da cevap ver der gibi bir bakış attım.
”Dört,” dedi bir anda Yaman. “Dört senedir sevdalıyız.” Boş boş göz kırpıştırarak ona baktım.
”Nasıl buldunuz birbirunuzu?” Diye sordu bu sefer de yaşlı kadın.
”Bir üniversite koridorunda çarpıştık bir gün, öyle denk geldik.” Dedi Yaman.
kadın kafasını ihtiyatla salladı. Bir süre öylece bize baktığında, “Çok zor şartlardan geçmuşsunuz, belli” dedi.
”Kolay olmamuş, ama birlikte olmayu becerebilmişsunuz.” Diye devam etti. “Canlar yanmuş, bedeller ödenmuş, ama sevmuşsunuz birbirunuzu.” Güldü.
Yaman elini omzumdan çektiğinde kolu yanına düştü.
”eksuk değul, ama çok fazla sevmışsunuz. Yakışmışsunuz da ha birbirinuza.” Boşta olan ellerimizi uzanıp tutu ve birbirinin üzerine koydu.
“iki insan beraber olmak istiyorsa eğer, aralarundaki en büyük engel olan kendularunu aşmalıdır önce. Bir sürü engel olabilir, ama en büyük engel kendileridur. Duvar örmeyun sevdanuza, sevdalıysanuz itiraf edun birbirinize. Birbirinizi sevduğunuzu söyleyun. Hayat bu olur da ikinizden biri bir gün gidiveriri, ayrılık yaşanur, o zaman itiraf edemediğini sevdanuz o saatten sonra ne kadar dile getirsenuz da boş olur.” Büyük bir iç çekti kadın.
”Dile geturmaduğun sevda, yük olur omuzlaruna.” Kafamı çevirip Yaman’a baktığımda o da aynı şekilde kafasını çevirip vana baktı.
”Ha bu karadenuz, ne imkansuz sevdalar gömdü, ne kavuşamayanlar bıraktı, ne göz yaşu, ne sevdalar vardı da dillere ağıt gibi destan kaldu. Karadenuz burası, karalığına bir çok sevda gömen yerdur, biri de, siz olmayuverun.”
Tutuğu ellerimizi bıraktı. “Kaderiniz bir,” dedi yaşlı kadın. “Yaralarınız bir,”
İki elini de kaldırıp göğüslerimizin üzerine götürdüğünde avuçlarını tam kalplerimizin üzerine yasladı. “Yürekleriniz bir. Ayrı düşürmeyin birbirinizi, ayrı düşmeyin. Çünkü,” dediğinde derin bir nefes verdi.
Gözleri ikimizin de gözlerinde gidip geldi.
”Birbirinizden ayrı düşerseniz yarım kalırsınız, yarım kalmak yakışmaz size. Birinizden biri giderse, ötekisi bir daha nefes alamaz.” Sustuğunda bir nefes daha vererek konuşmaya devam etti. “Her be olursa olsun, her ne yaşanırsa yaşansın, gitmek yakışmasın size.”
”Peki ya ait değilsek birbirimize. Ya yaraysak birbirimize, yine de kalmak mı icap eder?” Diye sordum. Kadın ellerini göğüslerimizden çektiğinde bir adım gerledi.
”Allah birbirine ait olmayan iki insanın yolunu birbirine denk getirmez.” Dedi yaşlı kadın.
“Yaraysanız da kendinize yarasınız, yara iyileşir, kabuk bağlamasa da elbet bir gün iyileşir.”
”Ya o yol zorla birbirine denk getirildiyse?” Diye sorduğumda neyi kastettiğimi anlamıştı Yaman. Anladığı için de kasılmıştı yanımdaki bedeni.
”Zorla, ya da güzellikle. Denk geldiniz mi geldiniz, çünkü Allah sizin denk gelmenizi istedi. Yaşanması gerekenler vardı, yaşandı. Yaşanacaklar vardı, sizin avuçlarınıza bıraktı. Açıp bakın bir şu avuçlarınıza, birbirinizden kırıntılar bulun. Adı umut onların. Birbirinizin umut kırıntılarına tutunun, sevin, sevebileceğiniz en çok şekilde sevin.”
Son kalan umut kırıntım, Yaman Karayelin avuçlarının arasındaydı.
O bir umuda tutunmayı bilirmiydi ki?
Bana ait olana, sahip çıkabilirmiydi?”
Uzanıp tekrar tutu ellerimizi, ben öyle ne yağacağını izlerken, cebinden iki tane küçük çakıl taşı çıkardı, birini benim avucuma, birini de Yamanın avucuna bıraktı.
”Bunlar sizin Umutlarınız olsun, hayat bu, dedim ya bir gün ayrı düşerseniz, ayrı düşmeden önce çakıl taşlarınızı, yani bu Umutlarınızı birbirinize bırakın. Ayrı düşseniz bile, unutmazsınız.”
”Ayrı düşermiyiz birbirimizden, nenem?” Diye soran Yamandı, sesi derinlerden ve boğuk geliyordu.
”Ayrılık dediğin nedir ki? Her ayrılık sonunda yine beraberliğe çıkmıyor mu?” Dedi yaşlı kadın.
”Ölüm?” Dedi bu sefer de yaman.
”Ölüm en kısa süren ayrılıktır. Her ayrılık bir gün son bulur evlat, kimse sonsuza kadar birbirinden ayrı kalmaz. Hele de birbirini çok sevenler, Allah birbirini çok seven iki insanı sonsuza dek ayrı koymaz.” Ellerimizi bıraktığında avucumdaki çakıl taşına sıkıca sarıldım.
”Sözlerin için teşekkür ederiz teyzeciğim.” Dedim tebessüm ederek.
”Borcumuz ne kadar nenem?” Diyen yaman cebinden nakit para çıkardı.
”Ha bu puşi benim hanım kızıma hediyem olsun.” Dedi yaşlı kadın bana gülerek döndüğünde.
”Teşekkür ederim” dedim mahçup bir ifadeyle.
Yaman cebinden çıkardığı parayı geri cebine koyduğunda, dönüp bana baktı.
”Gidelim mi artık?” Diye sordu.
Gözlerime öyle bir bakıyordu ki, karşısında dilim tutuluyordu.
O sırada bana uzattığı eli gözüme çarptığında, elimi kaldırıp eline doğru uzatırken, “Gidelim.” Dedim. Parmaklarımı avucunun içine bıraktığımda güvenli eli anında sardı elimi, parmakları sıkıca sarıldı parmaklarıma.
Şu hayatta, ondan daha fazla güvendiğim kimse yoktu. Nedeni, kalbimin ona bu kadar akması olabilir miydi?
”E hadi hoşçakal teyze.” Derken ardına döndü Yaman.
Sanki buradan ayrılırken, Yaman yanında sevdiğini de götürüyormuş gibi bir vibe vardı.
”Sağlacakla kalın. Yüreğinizi birbirinizin yüreğinden sakın çekmeyin!” Diye seslendi yaşlı kadın biz yürürken ardımızdan.
Roza ve İlyas Uzungöl’den içeri girdiğinde ben ve Yaman da peşlerinden ilerliyorduk. Uzungöl’den içeri girdiğimizde bakışlarım etrafta gezindi. Ve büyülenmemek elde değildi. Eşsiz bir görüntüydü. Gözlerimin önüne serilen manzaranın benim nazarımda bir tarifi yoktu. Büyüleyici bir güzellikti. Yeşil gerçekten de buraya aitti.
Uzunca bir yürüme alanı vardı, gölün tamamına kadar uzanan. Fazlasıyla kalabalıktı. Bir turist gurubu vardı bir köşede, bir adam onlara rehberlik ediyor, birşeyler anlatıyordu etrafı göstererek. İlyas ve Roza, gölün kenarına varmışlardı. Oturma alanları vardı ve bazı insanlar o oturma kısımlarındaydı. Oradan da gölü ve etrafı rahatlıkla izleyebiliyorlardı. Fazla geniş ve büyük bir alandı.
Gölü görmek için ileri bir adım attığımda hala elimi tutan Yaman yüzünden durmak zorunda kaldım. Bakışlarım ellerimize kaydığında, “Hala elimi tutmaya devam mı edeceksin?” Diye sordum bakışlarımı ona kaldırdığımda.
”İzin verirsen evet.” Dedi. “Gerçi izin vermiyor olsan elin hala elimde olmazdı, değil mi?” Diye sordu çapkınca.
“Hiç de bile, asla rızam yok!” Diye çıkıldığımda anında elimi elinden çekmeye çalıştım fakat elimi tutmayı bırakmayarak kendine çekti ve daha da sıkı sardı elimi.
”Rızam yok diyorum be adam! Bırak elimi.” Diye nazlanarak tekrar elimi ondan kurtarmak için çekmeye çalıştım ama olmuyordu. Hayvan herif ne kadar sıkı tutuyorsa elimi parmaklarının arasından bir türlü kurtaramıyordum.
”Yaman bırak!” Diye bağırdığımda diğer elimi bileğinin üzerine atarak elimden çekmeye çalıştım elini. “Hödük müsün? Bırak diyorum. Rızam yok diyorum.”
”Kızım amma nazlandın ha.” Diyerek ondan kurtulmaya çalışan beni, tutuğu elimi bir anda geriye çektiğinde dengemi kaybederek ona doğru çekildim, o sırada düşmemek için boşta kalan eli belimi sardı.
”Her şeyine eyvallah, nazına da cazına da. Ama bir dur da artık.” Aramızdaki boy farkının gözle görülmemesi imkansızdı. Dev gibi adamdı. Yanında fazlasıyla kısa kalıyordum. Gözlerine bakmak için kafamı kaldırmak zorunda kaldığımda o da kafasını eğmiş bana tepeden bakıyordu.
”Boyun kaç Allah aşkına senin, hayır yani, sana bakarken boynum kopacak da yakında.” Dedim alttan alttan ona bakarken.
”Ne iyiymiş kızım, daha ne olsun istiyorsun?”
“Bişey demedim, ne diye hemen yükseliyorsun?”
”Şu an seni tam ölebileceğim bir konumdasın Nefes. Bence çok konuşma.” Dediğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Sertçe göğsüne vurup onu iteledim.
”Sapık herif, sıyrık beyinli cadı kazanı!” Elimi elinden çektiğinde hızla gerileyip sırtımı ona dönüp koşmaya başladım.
”Cadı kazanı ne kızım? Nerden buluyorsun şu abidik gubidik lafları?” Dediğini duydum arkamdan.
”Nefes! Ula ne kaçıyorsun?!” Onu umursamadan koşarken beni bir anda tekrar elimden tutup geriye çekmesi bir oldu. Nefes nefese kalmış bir halde elim göğsüme gitti.
”Allah belanı versin Karayel!” Diye yükseldim.
”Rabbim bana seni vermiş, daha ne olsun.”
”Sanki Rabbim değil de sana beni veren, zorla beni alan senmişsin gibi…” diye mırıldandım.
”çok da iyi halt etmişim seni alarak.” Dedi kendinden eminlikle.
“sen sürekli benden kaçacak mısın?” Diye sordu üzerime eğilerek.
”öyle görünüyor, peşimden gelmeyi bırak.” Dedim alttan alttan ona bakarak.
”Uğruna kul köpek olmuşum, peşini bırakmak zor görünüyor.” Dedi gözlerime bakarken.
”Eğer bana aşıksan şu an itiraf etmenin tam zamanı, Karayel.”
”Belki…. Bir ihtimal….” Diye geveledi ağzının içinde.
“Ben de sana aşık olmazdım zaten.” Diyerek geriye çekildiğimde kaşlarını çatarak bana bakıyordu.
”Nedenmiş?” Diye sordu çatık bir sesle.
”Tipim değilsin.” Derken umursamazlıkla onu ardımda bırakarak yürümeye devam ettim.
”Ula kimmiş senun tipun?!” Derken sinirden küplere binmişti. Onu umursamıyordum. Doğrudan önüme bakıp gölü görmek için o yana ilerliyordum. Yaman ile aramızdaki mesafeyi epey bir açtığımda göle de gelmiştim. Bakışlarım bu muazzam görüntü üzerinde kocaman açılırken dudaklarımda mest olmuş bir tebessüm yer edindi. Yeşil ve mavinin karışımı bir rengi vardı gölün. Dört bir yanı da oldukça kalabalıktı. Bir sürü insan gölün etrafındadır ve ellerinde telefonlarla gölün ve ardının resmini çekiyorlardı. Büyük bir nefes içime çektiğimde, esen ılık rüzgar tenime bir kuş misali dokunarak geçip gitti.
Farklı bir havası vardı buranın, daha geldiğim ilk andan beri içime huzur dolduran, bana iyi gelen bir havası vardı. Daha önce hiçbir yerde böylesine iyi hissettiğimi hatırlamıyordum. Atmosferi garipti.
”Teyzenin söyledikleri hakkında, ne düşünüyorsun?” Diye soran, dakikalar sonra yanımda yer alan Yaman’dı.
Dudaklarımda buruk bir tebessüm yer aldığında, bu sadece acıydı.
”Ortada bir sevda yok, biz birbirimize sevdalı değiliz.” İçli bir nefes çektim içime. “O yüzden, o sözlerin benim için pek bir manası da yok.” Sözlerim, en çok kendi canımı yakıyordu, emindim. Beni sevmeyen bir adamın canını, sözlerim ne kadar yakabilirdi ki?
”Haklısın,” derken sesinde keder vardı sanki. “Ortada sevda yok. Sen ve ben, asla sevmedik birbirimizi. Sevdalanmadık. Tek taraflı olsa dahi, asla…” Sanki bunları kendine söylüyor gibi boğuktu sesi.
Ona bakamıyordum. Doğrudan karşıya bakıp yanında öylece hareketsizce durmaktan başka yaptığım bir şey yoktu.
”Zaten bizim gibi, her bir zerresi yaralarla dolu iki insan, sevmeyi de beceremezdi.” Dedi buruklukla.
”Sevmeyi değil, birbirimizi sevmeyi beceremezdik.” Diyerek cümlesini düzelttim.
Derin bir nefes çektiğini duydum. “Çünkü sende derin bir yarayım.”
”Çünkü, göğsünde izim var.” Dedim.
Yoğun bakışlarını üzerimde hissettiğimde parmaklarımla hırkamın uçlarını kavramak dışında başka bir şey yapmadım.
”Sızısı hala taze.” Dedi artık içine kaçmış sesiyle.
”Seninkinin de kanaması hala dinmiş değil.” Dedim.
”Engel biziz.” Dedi bu bir mecburiyetmiş gibi.
”Engel, senin aldığın intikam.” Dedim gülerek.
”Tüm yaptıklarıma rağmen, sevemezmisin beni?” Diye sordu çocuksu bir edayla sanki bu soruya vereceğim cevap, onun için kal ya da git demek gibiydi. Herşeyin başlangıcı, ya da sonu gibiydi. Bu soruyu sormaya ihtiyacı var gibiydi. Muhtaçtı.
Kafamı çevirip ona baktığımda göz göze geldi gözlerimiz.
”Peki sen annene rağmen, sevebilir misin beni?” Dediğimde onun sorusunu tamamiyle es geçmiştim.
Ne o benim soruma cevap verdi, ne de ben onun sorusuna bir cevap verdim. Sadece baktık, gözlerimize.
Ama benim kendi içimde bir cevabım vardı, severdim. Hem de her şeye rağmen, sonuna kadar, yol nereye çıkarsa çıksın severdim.
Her ne kadar unutmuş gibi görünsek de, her şey hala fazlasıyla tazeydi. Sadece biz, üstünü örtmek istemiştik ve öyle de yapmıştık. Çünkü başka türlü devam edemezdik, ikimizde bunu biliyorduk. Ondan ayrı yapamıyordum ama onunla da yapamıyordum. Yükü ağırdı. Gitmek isterken gidememek zordu. Alışmaya çalışabileceğim bir durum değildi bu yaşadığım. Anılarımın arasından silip atamazdım hiçbir şeyi. En çok da, o geceyi. O gece, bir şehrin başlangıcı ve bitişi gibiydi benim için. Ne o unutmuştu, ne de ben. Ne o o andan gidebilmişti, ne de ben. Her ne kadar konuşabiliyorsak, beraber vakit geçirebiliyor, iyi anlaşabiliyor olsak da, her şey yolunda gidiyor gibi görünse de, ikimiz de içten içe öyle olmadığını biliyorduk.
Dil susarken gözler konuşurdu, çünkü gözler hiçbir şeyi gizleyemezdi. Dil tutulurdu, boğaz düğümlenir, yüreğe taş otururdu. Ama gözler, hepsinin dile getirmek isteyip de getiremediklerini tek bir bakışıyla dile getirirdi.
Dudaklarımda gözlerine bakarken buruk, yarım bir tebessüm oluştu. Bir kaç saniye sonra, aynı tebessüm onun da dudaklarında yer edindi. Bir nefes verdi fazlasıyla içli ve derin bir nefesti bu. Gözlerime baktı.
”Varsın böyle olsun, böyle de,” dediğinde durdu. Bir an için düşündü, söyleyeceği şeyi ölçtü tarttı. Sonra ise kalbimin atışını durduracak, nefesimi kesecek, beni yerle bir edecek o şeyi söyledi.
Dudaklarımızda can bulan aynı gülüşler, aslında bazı şeylerin habercisiydi. Gökyüzünde bir kuş uçtu, kanat çırptı heyecanla. İleriye doğru hızla uçtu. Orada bir umut gördü. Aydınlığı gördü, sevindi, heyecanlandı. O umuda sahip çıkmak için hevesle çırptı kanatlarını. Tuttu mu bilemem, daha o kadar ileriyi göremedim. Ama uçtu. Azimliydi kuş, benim gibi değildi. Umuduna tutunmak için önündeki tüm engelleri açacak kadar cesurdu. Gökyüzünün arşına çıkardı, en yüksek neredeyse oraya kadar uçardı. Oysaki ben, bir adım ileri gitsem on adım gerilerdim. Önüme bir engel koysalar, gitmek için tüm cesurluğum silinirdi. Fark vardı o kuşla benim aramda.
Onun uçmak için kanatları vardı, benim ise kanatlarım uçmak için her çırpındığımda kırılmıştı.
Yara almıştı, dallara takılmış, kesilmişti.
Kanatlarım kırıktı benim. Artık uçmak istesem de tek bir çırpınışa dahi mecali yoktu kanatlarımın. O yüzden vazgeçtim ben umut etmekten.
Umut riyaydı. Ona yetişmek için her çırpındığımda canım biraz daha yandı. Kanatlarım kanadı, yara aldı ve en sonunda da, kırılıp yere serildi. Omuzlarımda yükü kaldı.
varsa bizim için bir ihtimal, dene tüm yolları Karayel. Çünkü benim buna katiyen mecalim yok.
”Ay gençler, ne o öyle aşık kumrular gibi ayrı gayrı!” Diyen Roza gelip bir anda koluma girdiğinde bakışlarım Yamandan ayrılıp ona döndü.
”Yaman, yoksa sen yine Nefesin canını sıkacak bir şey mi yaptın?” Diye sordu Roza çattığı kaşları ile Yamana bakarak.
”Bilmem,” diyerek omuz silkti Roza. “Külliyen zarar bir adam olduğun içindir herhalde.” Diyerek cümlesini tamamladığında Yamanın suratındaki az önceki o keyifli ifade yok olup uçtu.
”Roza” diyerek koluna vurduğumda dönüp bana ‘ne var’ der gibi bir bakış attı.
”Yelkenleri bu kadar kolay suya indirme, ben seni düşünüyorum. Bir kere canını yakan, bir daha da yakar.” Dedi fısıldayarak.
”Ben ona güveniyorum.” Dedim eminlikle. “Bir daha yakmaz canımı.”
Alayla güldü Roza. “Balık da nefes aldığı denizin kıyısında can verdi Nefes. Oysaki denizin ona hep can olacağına emindi.”
”Bir kere zaten yaktı canımı. İkinciye çok da yanmaz şu canım. Eyvallah der, geçeriz.”
Hayret ederek kafasını iki yana salladı Roza.
”Şu oturma yerlerinden birine gidelim. İki çay içeriz.” Diyen İlyastı.
”Zaten senin ağzın da çaya layıktı.” Diyen Yamandı.
”Kocam, gel şöyle yamacıma.” Diyerek İlyas’a eliyle gel gel işareti yaptı Roza.
”Küçük tavşan, çekil aramızdan, git şu şahısın yanına.” Diyerek kolumu Rozanın kolundan ayrıp beni kenara iteledi İlyas.
”Aaa.” Ağzım bir karış açık kaldığında öylece onlara bakakaldım.
”İlyas, ne yaptın sen? Nefesi nasıl itersin?” Diyen Roza bana bakıyordu.
”Bak karıcım, şurada koca bir kas yığını var. Çok birinin koluna girmek istiyorsa onun koluna girebilir.” Diyen İlyas Rozayı elinden tutu.
”Kızımı Yaman ellere mi bırakayım yani?” Diyen Roza dudak büzdü.
”Yamanın kolları güvenlidir, dert etme sen.” İlyasın sözleri ile ağzım daha da açıldı şaşkınlıkla.
Şuan karısı ile yalnız kalmak için beni harcıyordu İlyas.1
”Ayıptır be! Ayıptır!” Diye arkalarından bağırırken onlar çoktan oturma yerlerine doğru ilerliyorlardı.
O sırada telefonumdan bir bildirim sesi geldiğinde eteğin cebindeki telefonumu uzanıp cebimden aldım ve gelen bildirime ekranı açarak baktım. Kayıtlı olmayan bir numaradan gelen bir mesaj vardı. İçin saniyesinde huzursuzlukla dolarken mesajın üzerine tıklamaya çekindim. Aynı kişi olabileceğini düşündüm. O numarayı engellemiştim aslında, ama yine de bilmiyordum. Bunu öğrenmenin tek yolu mesajı açmaktı. Bildirimin üzerine tıklayıp mesajı açtığımda bir fotoğraf karesi karşıladı beni.
Fotoğrafta bundan bir kaç dakika kadar önce Yamanla gölün kenarındayken çekilmiş bir fotoğraftı bu. Bakışlarım fotoğrafın ardındaki mesaja değdi.
Bilinmeyen numara; İstersen yazdığım tüm numaraları engelle, yine sana yazmanın bir yolunu bulurum. Bu arada, yan yana güzel bir uyumunuz var🔥
Beni rahatsız etmeyi bırak.
Eğer birinden birine bir şey söyleyecek olursan, sonuçları biraz ağır olabilir senin için:)
kimsin sen?
K.
🩹
Bilinmeyen numaradan gelen mesajın üzerinden bir iki saat kadar geçmişti. Ne yapacağımı asla bilmiyordum. Beni her defasında birine söylemememle ilgili tehdit ediyordu. Ve artık emindim. Fazlasıyla yakınımdaydı. Her anımı gözetlediğine emindim. Buradaydı, belki de şimdiye kadar çoktan gitmişti. Ama ensemdeydi. Ve beni rahat bırakmak gibi bir niyeti kesinlikle yoktu. Hala uzungöl’deydik. Masalardan birine oturmuştuk. Bu güzel manzara eşliğinde çaylarımızı içiyor, tatlılarımızı yiyor ve sohbet ediyorduk.
”Gerçekten, seni gördüğüm ilk dakika senden nefret ettim.” Dedi Roza yönünü hemen yanında oturan İlyas’a dönmüşken.
”Ben sanki sana bayılıyordum küçük hanım.” Dedi İlyas kendinden asla ödün vermeyerek.
”Tabii, daha ilk görüşte etkilendin benden, yalan konuşma.” Diyerek saçını geriye savurdu Roza.
”Arabamın sileceğini kırdın. Senden nasıl etkilenebilirdim?”
”Rujumu silerken beni rahatsız ettin.” Dedi Roza.
”Arabayı yolun ortasına park etmiştin.” Dedi İlyas.
Elimi çenemin altına koymuş, onları izlerken tatlımdan bir çatal alıp ağzıma götürdüm.
”Yüzsüzce düğünüme geldin!” Diye sesini bir anlık yükseltti Roza.
”Senin gibi bir kaçığın düğünü olduğunu bilsem asla oraya adım atmazdım. Ayrıca canım beyaz gömleğime vişne suyu döktün!” Diye çıkıştı İlyas.
”Çok renksiz duruyordun, biraz renk gelsin istedim.” Diyerek kafasını dik tutu Roza.
”Allahtan böyle bir tanışma hikayem yok.” Diyen Yamana döndü ters bakışlarım saniyesinde.
”Seninkinin bundan daha şatafatlı olduğuna eminim.”
Kafasını çevirip bana baktı. “Yolun ortasında tanışmak yerine maçta tanıştık işte.” Dedi memnuniyetle.
”Kendimi kastetmemiştim.” Diyerek onu bozdum.
Yamanın surat ifadesi bozulduğunda güldüm.
“ee“ diyerek Rozaya döndüm. “Devam edin anlatmaya”
”Sonrasını zaten biliyorsunuz. Düğünden kaçtım.”
”Kesinlikle bana aşık olduğun için.” Diyerek hemen üzerine atıldı lafın İlyas.
”Daha neler, ben seni çoktan unutmuştum bile.” Dedi Roza kendinden eminlikle.
”Şu gözleri mi unuttun?” Diyerek ela gözlerini Rozanın gözüne gözüne sokmaya çalıştı ona yanaşarak.
”Ne varmış gözlerinde?” Diyerek inat etti Roza.
”Kızda katran inadı var anasını satayım. Asla kabuk etmiyor.” Diye yakındı İlyas.
Roza ise halinden gayet memnun bir şekilde çayından rahat bir yudum alıp arkasına yaslandı.
”Hiç aşık oldun mu Nefes?” İlyasın beklenmedik sorusu karşısında elimi çenemden çekip doğruldum.
”Bu soruyu bana değil de arkadaşıma sormalısın, İlyas.” Dedim.
”Arkadaşımı biliyorum, ama seni bilmiyorum.” Dedi İlyas.
Gerçeği söyledim. Yalana asla gerek yoktu. “Oldum.” Dedim. “Aşık oldum.”
O an Yamanın bakışlarını üzerimde hissettim. Lakin dönüp ona bakmadım. Bakamadım.
”Kime ve ne zaman?” Diye sordu İlyas.
Yutkundum. “Birine işte, bir aralar.” Diye geçiştirdim.
”Adı da bende kalsın, İlyas.” Dedim.
”Anladım.” Diyerek daha fazla üstelememesi rahat bir nefes vermemi sağladı.
Rozanın kısık bakışlarının Yamanın üzerinde olduğunu gördüm. “O zaman şimdi aynı soruya bir de Yaman bey cevap versin.” Dediğinde Rozanın Yamandan hiç haz etmediğini bir kez daha anlamıştım. Onu asla sevemiyor kanı Yamana bir türlü ısınmıyordu. Kendince haklıydı.
Yamanın büyük bir nefes verdiğini duydum. Soruya ne cevap vereceğini merak etmiyor değildim. Daha önce hiç aşık olup olmadığını bilmiyordum. Eskilerden bir sevgilisi varmıydı bilmiyordum.
”Evet Yaman, dilini tutmadın ya.” Dedi Roza.
Dirseğimi masaya yaslayıp, elimi çenemin altına götürdüğümde yönüm ona dönük bakışlarım ise onun üzerindeydi.
”Dört yıl önceydi,” dediğinde yutkundu. “Bir üniversiteye arkadaşım için gitmiştim. Orada koridorda telefona dalmış bir şekilde yürürken bir kıza çarptım. Orada okuyor olmalıydı, bilmiyorum. Kızın elindeki kitapları ve kahvesi yere döküldüğünde beraber eğilip onları toplamaya başladık. İlk orada gördüm kızı, gözlerini ilk o an gördüm.” Derin bir nefes çekti içine.
”Ama o kafasını kaldırıp da bana hiç bakmadı. Eşyalarını topladı, dökülen kahve bardağını aldı ve arkasına bir kere bile bakmadan, saçlarını savurarak çekip gitti. Bense ardından öylece kaldım.”
”Sonra,” dediğinde dudaklarında buruk bir gülüş oluştu. “Bir daha hiçbir zaman görmedim o kızı, her gün teker görürüm umuduyla gittim o üniversiteye, o koridora, ama bir kere bile görmedim onu.”
Etrafa kaçamak bakışlar attığında, “Aşık oldum.” Dedi. “Bir daha görmememe rağmen, ben o kıza çok aşık oldum.”
Durdu, hemen cevap vermedi. Ben bu soruya da bir cevap vermesini bekledim. Ama o cevap vermedi, sadece sustu.
Susmak karayele yakışırdı. Ömrü boyunca hiç konuşmamış adama, yine susmak ve konuşmamak yakışmıştı.
Ama ben içimdeki burukluğun cevabını almıştım.
Hala, ilk günkü gibi, o koridorda çarpıştığı kıza aşıktı.
Kalbimin sızladığını sezdim. Acıdı.
Bizden olmaz demiştim. Çünkü ben ona, o ise bir başkasına aşıktı.
Varsın böyle olsundu. Böyle de severdim. Benim asla olmayacak bir adamı, böyle de sever, böyle de beklerdim.
İçimde bir umut daha yok oldu. Son umudum Yaman Karayeldi. Ve o da işte şimdi yok olmuş, ölmüştü.
İçimizde bize dair en ufak bir inanç tanesi varsa ben onu da, bu masada bıraktım.
Bir yutkunuş, bir sızı, bir acı ve bir umut daha öldü.
Olmayacak ihtimaller bindi omuzlarıma.
Ben bana karşı bir şeyler hissetmeye başlıyor sanarken, adamın sevdiği varmış. Dört senedir.
Ben Yaman derken, o başka biri dermiş hep.
Sevemezmiş beni, sevmeyi deneyemezmiş de.
Sözler de yalanmış, gözler de, gülüşler de, bakışlar da.
Yaman Karayel, başlı başına koca bir yalan, koca bir riyaymış.
Kalbim, inatla ona ait olmayanı seviyor ve istiyordu.
Haram sevgi, boylu boyunca sarmıştı beni.
Sarmaşık, günahkar olup aldı beni. Sardı, sarmaladı, payına düşen bu dedi. Ve bıraktı.
Yanlış anlamalarla dolu bir hayattı dünya. Bir sürü acı, sevinç, hüzün ve mutluluk barındırmıştı içinde. Binlerce yıllardır, ne insanlar geldi geçti. Ne canlar verildi, ne canlar alındı. Ne acılar yaşandı. Ne sevinçler sığdırdı içine. Koca bir dünya, her şeyi ama her şeyi içinde tutu. Yanlış anlamalar çoğu zaman sevinçlere, hüzünlere yer etti. Bir yanlış anlama birini mutlu ederken birinin canını yaktı.
Sarenin gözleri öyle etrafta geziniyordu. Canı fazlasıyla sıkıldığı için kendini dışarı atmıştı. Boş sokakta öylece dolaşıyordu. Bir eli koluna takılı çantasının kolunu sıkıca kavramıştı. Bakışları dalgınla yerde kaldırımın üzerindeki kırmızı gri taşların arasında dolanırken, açık uzun sarı saçları esen rüzgar ile geriye doğru savruluyor, esen rüzgar tenine değerlen gıdıklanır gibi bir his uyandırıyordu sarede. Üzerinde açık mavi kot bol paça bir pantolon, bordo renkte kısa kollu bir badi vardı. Boynuna taktığı üç kolye vardı. Birinin ucunda papatya, birinin ucunda güneş, birinin ucunda ise kar tanesi vardı. Gold renkte halka küpeler takmıştı. İki kulağında da üç delik vardı. Bir bileğinde gold bir saat ve iki bileklik vardı. Sare takıları ve takıp yakıştırmayı fazlasıyla seviyordu.
Saçlarının önüne taktığı küçük kirazlı tokaları vardı. Resim atölyesinden dönüyordu. Canı çok sıkıldığı için önce atölyeye gitmiş, can sıkıntısı geçsin diye resim yapmış, sonra oradan da çıkmış ve tek başına yollara düşmüştü.
Aklındaki düşünceler onun önüne bakmasına bile engel olacak kadar karışıktı. Uzun zamandır görmediği bir surete fazlasıyla kafa yoruyordu. Bir mide bulantısı o sureti gözünün önüne getirdiğinde onu sarıyordu.
Sarenin aradığı aşk çok farklıydı. Onun aradığı fazlasıyla softu. Hep bir yaz akşamı, sahil kenarında yürürken denk gelmeyi diledi biriyle. Daldığı düşlerde, bir dondurma sırasında denk geldiği bir adam vardı. Bazen o kişinin öncesinden tanıdığı biri olmasını dilerdi. Tanıyormuş da, araya mesafe girmiş, yıllar sonra tesadüfen tekrar denk gelmişler gibi…
Sare her zaman tesadüfleri seven bir kız olmuştu. Tesadüflere inanır, onlara tutunarak yaşardı. Ve hep bir gün en güzel tesadüfün onu bulmasını bekledi. Bunu umdu.
Bazen istediği kısa bir yaz aşkı oldu. Bazen ise uzun yıllar sürecek bir aşk. O da her gece uyumadan önce bunun hayalini kurardı. O kişinin ne zaman gelip onu bulacağını beklerdi merakla.
Onu nazıyla da cazıyla da sevecek, narinliğini ve naifliğini incitmeyecek, kendisini kırmadan dökmeden sevecek birini bulmayı istedi. Varmıydı dünya üzerinde böyle bir erkek, bilinmezlikti. Ama Sare, bir sokak arasında o kişiyle karşılaşmayı bekledi. Öylesine bir tesadüfle denk geldiği adamın hayatı olmasını bekledi. Ve o gün geldiğinde o karşılaştığı adamın o adam olduğunu hissetmek istedi.
Kendisini çok sevecek ve kendisinin de çok seveceği, sadık birini diledi.
Kumsalda kumların üzerine uzanıp el ele tutuşarak yıldızları izleyeceği birini istedi, hayal etti. Kulağının arasına papatya sıkıştıracak birinin hayaliyle uyudu.
Utangaç, çekingen, cıvıl cıvıl, hayatında siyah dışında her renge yer olan bir kızdı.
Kırgınlık yoktu onun hayatında. Kırılmak ve birini kırmak, sare bunlardan nefret ederdi. O her şeyi olduğu gibi sevmeyi bilen bir kızdı.
Azla yetinmeyi bilip, çokta gözü olmayan bir kızdı.
Masum bir güzelliği vardı. Su gibi duruydu. Annesinden aldığı her şeyiyle saf bir güzellikti. Karakteri de, dış görünüşü de annesiydi.
Narindi. Sulu gözdü biraz da. En ufak şeye bile dolardı o mavi gözleri. Alıngandı. Ne desen alınır gücenirdi. Pek tripli bir yengeç burcuydu.
Bir köşede tatlı dilediği gibi bir aşk yaşamayı bekleyen bir Sare vardı.
Dalgın dalgın yürürken aniden sert bir gövde ile çarpıştı bedeni. Eli acıyan alnına gittiğinde acıyla oflayarak eli alnındayken kafasını kaldırıp kendisine çarpan kişiye baktı. “Az dikkatli olsana!” Diye çıkıştığında, “Ha bana diyene bak! Fuşki yemiş!” Diyen karşısındaki kişi de sinirliydi.
Taki birbirleriyle göz göze geldikleri ana kadar.
”Kusura bakma, ben bir anda can havliyle…” sözünü yarıda kesti Çınar. “Önemli değil, asıl sen kusura bakma.” Dedi.
Sare elini alnında çektiğinde rüzgardan dağılmış saçını kulağının arasına sıkıştırdı.
”Dalgındın.” Dedi Çınar soru sorar gibi.
”Evet,” dedi sare küçük bir tebessüm ile.
”Bilmem, öyle yola kaptırmışım kendimi.”
”Nerden geliyordun?” Diye sordu Çınar üstten üstten karşısındaki minyon tipli kıza bakarken.
”Atölyeden, öyle bir uğramıştım şimdi de geri dönüyorum.” Diye Çınarın sorusunu cevaplarken gözlerini kısarak çınara bakıyordu Sare.
”Sen nerden geliyordun?” Diye sordu sare.
”Karakoldan. Mesai bitti bende eve dönüyordum.”
”Araban nerde?” Diye sordu sare.
”Tamirde ya o. Bakım için bırakmıştım öğlen.”
Anladım dercesine kafasını salladı Sare.
”Beraber yürüyelim mi? Sizin oradan da gidebilirim eve.” Diye bir teklifte bulundu Çınar.
İçi çınarın bu teklifi karşısında kıpır kıpır oldu Sarenin. “Olur” dedi anında.
beraber aynı kaldırımın üzerinde yürümeye başladıklarında, sare çantasının kokunu iki eliyle daha sıkı kavradı. Çınar Sarenin yanında rahat görünebilmek için ellerini pantolonunu cebine atmıştı.
Beraber yürürlerken bir adım önde giden sarenin rüzgardan esen sarı saçlarından gelen yasemin konusu çınarın burnuna ulaştı. Çınar o kokuyu mest olmuş bir şekilde gözlerini yumarak tüm ciğerlerine sokulduğunda gözlerini geri açtı.
”Sözünü tutacak mısın?” Diye sordu Çınar sessizliği bölmek adına.
”Hangi sözü?” Diye sordu Sare önüne bakarken.
”Çizecektin ya resim.” Diye hatırlattı Çınar.
”Ha ondan bahsediyorsun. Tabi ki de tutacağın sözümü, söz ağızdan bir kere çıkar.”
Sarenin uçuşan saçları Çınarın yüzüne değip geçiyordu. Rüzgar bu gün ayrı bir sert esiyordu. Üşüyordu ve üzerine bir ceket almadığı için pişmandı Sare.
Kollarını kendine sardığında bunu fark etti Çınar. Kaşları çatıldığında surenin üşüdüğünün farkındaydı. Durup üzerindeki kot ceketi çıkardı. Dudaklarını birbirine geçirdiğinde tereddüt ederek ceketini Sarenin omuzlarına bıraktı. Omuzlarına bırakılan ceket karşısında afallayan sare hızla kafasını çevirip ardına baktı.
”Üşüyordun,” diye geveledi ağzının içinde çınar. “Üşüme diye verdim ceketimi.” Dediğinde yüzüne de sesinde de küçük bir çocuğun utangaçlığı vardı sanki.
Çınarın bu centilmenliği karşısında yanakları kızarmaya başladı Sarenin.
”Teşekkür ederim.” Dedi mahçup bir sesle ve kafasını hızla önüne çevirdi. Parmakları ceketin kenarlarını kavradığında dudaklarını dişledi. Utandı.
”Polis olmak hayalinmiydi?” Diye sordu yol boyu sessizlik oluşmaması için Sare.
”Küçüklüğümden beri suçluları yakalamak gibi bir gayem vardı. Hayalimdi.” Dedi Çınar.
”Peki ya sen, hayalmiydi senin için resim yapmak?” Diye sordu Çınar.
”Resim yapmak benim için bir tutku meselesi. Resim yaparken kendimi buluyorum sanki.” Dedi Sare.
Aklıma gelen şeyi kafasını çevirip yanındaki Çınara anında sordu Sare.
”Sence Çınar abi, abim Nefese aşık mı?” Durdu, sonra kendi sorusuna yüne kendi cevap vererek önüne döndü. “Bence çok pis aşık. Bakışlarından belli.”
”Aşık,” dedi Çınar. “Abin Nefese fazlasıyla aşık.”
Kocaman açılmış gözlerle Çınara döndü Sare. “Ciddi misin? Aşık mı? Sana söyledi mi bunu?”
”Açık açık söylemedi. Ama ben anladım. Abin çok uzun zamandır Nefese aşık.”
”Peki neden kıza söylemiyor. Abim onu sevmiyor diye ne halde o kız haberi yok mu?” Diye sordu şaşkınlıkla Sare Çınara bakarken.
“Abinin Nefesin ona aşık olabileceğine inancı yok, Sare.” Dedi doğrudan yola bakan çınar.
”Ama Nefes ona aşık.” Dedi Sare dudak büzerek.
Kafasını sallayarak onayladı Çınar. “Evet, ikisi de birbirine aşık. Ama buna inançları yok.”
“Nasıl yani?” Diye sordu Sare.
”Abin Nefesin ona aşık olacağına ihtimal vermiyor. Buna inanmıyor. Nefes, Yaman tarafından aşkının karşılık bulacağını düşünmüyor bile. Birbirlerinden habersizce sadece seviyorlar birbirlerini. O kadar.”
”Peki ne olacak?” Diye sordu Sare önüne dönerek.
”Umudum, aşkın kazanmasından yana…” Dedi Çınar.
”Ama aşk her zaman kazanmaz.” Dedi Sare.
”Aşka senin de inancın yok.” Dedi Çınar.
”Aşka değil,” dedi Sare. “Aşka inancım çok. Benim yarım kalacak aşklara ve yarım kalanlara inancım yok.”
”Her aşk yarım kalmaz.” Dedi Çınar.
”Hayatın çoğunluğu yarım kalmış aşklarla doldu. Her yer, birbirleriyle bir ama ayrı atan kalplerle dolu.” Dedi Sare.
”Biriyle yarım kalmaktan mı korkuyorsun?” Diye sordu merakla Çınar.
”Biriyle bütün olamamaktan korkuyorum.” Dedi Sare dürüstçe.
”Karşına bütün olacağın biri elbet çıkar.”
Kafasını ağır ağır iki yana salladı Sare. “Dünya çok büyük, nereden bulacağım ki o kişiyi?”
Üstten üstten Sare’ye baktı Çınar. “Aramaktan vazgeçmezsen bulursun bir gün elbet. Ya çok uzaktadır ya da gözünün önünde. Sadece, dikkatli bakman gerek.”
“Gözlerini iyi açarsan asla kaybetmezsin onu Sare.”
Sevgi iki kişilikken, tek bir kişinin hissettiğine sevgi denir miydi?
Belki de, kendimi fazla kaptırmıştım ona. Bir etkilenmeyi ve hoşlanmayı aşk sanmıştım. Daha önce hiç aşık olmadığım içindi belki de. İlk aşkım dedim, aşkın ne demek olduğunu bilmediğim için. Okuduğum kitaplardaki gibi değildi belki de. Sandığım gibi saf ve masum değildi belki de. Saf ve masum olan hangi duygu böyle can yakardı ki zaten. Aşk buysa, tövbe ederdim bir daha aşık olmamaya.
O günden sonra görmedim Yamanı. Aradı, açmadım. Mesaj attı, bakıp da cevap vermedim. Kendi içimde bir şeyler yaşıyordum henüz ne olduğunu bilmediğim. Kendimle baş başaydım uzunca bir zamandır. Evden çıkmıyordum. Düşüncelerimle tek kalmış, düşünüyor ve sadece düşünüyordum.
Kendi içimde bir şeyleri kabullenmekte baş başaydım son zamanlarda. Bazı şeyleri ölçüp tartıyordum. Hislerimle ilgileniyordum. Arada bir geçmişe dönüyordum. O sokaklarda dolanıyordum. Bazı anları tekrar yaşıyordum. Kendimleydim. En çok ihtiyacım olan kişiyle en çok ihtiyacım olduğu şekildeydim. Çok düşünüyordum belki. Çok kaptırıyordum kendimi, ama tektim. İyiydim. Belki de, hayatımın sonuna kadar, kendimle baş başa olmam gerekiyordu. Hastalığımı da alıp, gitmem gerekiyordu. İnsanın nefes alamadığı yerde ne işi vardı ki zaten?
Odanın kapısı çaldığında düşüncelerimin arasından sıyrıldım.
Kapı aralandığında gördüğüm suret Roza’ya aitti.
”Nefes, Yaman gelmiş, kapıda. Seni görmeden gitmeyecekmiş.”
”Ona onu görmek istemediğimi, uyuyacağımı söyler misin Roza.”
”Aynısını söyledim. Ama ısrar ediyor. Sabaha kadar kapıda bekler o manyak adam.”
Sıkıntılı bir nefes vererek yataktan kalktığımda ayağıma terliklerimi geçirip kapıya doğru yürüdüm. Rıza geriye çekildiğinde kapıdan çıkıp merdivenlere yöneldim ve basamakları inmeye başladım.
”Nefes,” diyen Rozanın ardımdan gelen sesi durdurdu beni.
”Efendim.” Dedim dönüp ona bakarak.
”İyi misin?” Sesinde samimiyet vardı. Günlerdir süren ruh halimin farkındaydı. Ne olduğunu sormak istiyordu. Ama bundan kaçınıyordu, farkındaydım.
”Emin misin?” Diye sordu kaşlarını havaya kaldırarak.
Kafamı salladım. “İnan bana, hiç olmadığım kadar çok iyiyim.”
Önüme dönüp merdivenleri inmeye devam ettim. Merdivenleri indiğimde kapının önündeki Yaman gözüme çarptı. Derin bir nefes içime çektiğinde ona doğru yürüdüm. Kapıya vardığımda, “Neden geldin?” Diye sordum.
Arkasını dönüp beni gördüğünde rahatlamış gibi görünüyordu. “Neden telefonlarımı açmıyorsun? Mesajlarıma neden bakmıyorsun?” Diye sordu.
”Canım istemedi.” Dedim doğruyu söyleyerek.
”Ne demek canım istemedi? Seni merak ettim. Sağlığınla ilgili bir durum var sandım.” Derken endişeli gibi görünüyordu. Bıkkın gözlerle ona baktım.
”Gördüğün gibi gayet iyiyim. Sağlığım da yerinde. Şimdi gidebilirsin.” Diyerek kapıyı kapama girişiminde bulundum lakin eliyle kapıyı geri açtı.
”Neyin var Nefes? Neden böyle davranıyorsun?” Diye sordu tavrımı algılamaya çalışarak.
”Gayet normal davranıyorum.” Diye geçiştirdim.
”Dışarı gelir misin? Konuşmak istiyorum.” Dedi.
”Uykum var Yaman. Başka bir zaman.” Diyerek kapıyı tekrar kapama girişiminde bulundum fakat buna tekrar engel oldu.
”Beş dakika, sadece beş dakika.” Dedi buna ihtiyacı varmış gibi bakarak.
Bıkkın bir nefes vererek portmantodan ayakkabılarımı alıp ayağım geçirdim ve evden çıktım. Bahçedeki oturma masasına ilerledim ve kenara kayarak oturdum. Yaman gelip yanıma oturduğunda, “Neyin var?” Diye sordu tekrar. “Bir şeyim yok.” Dedim ona bakmayarak.
”Var. Neden böyle davranıyorsun? Neden bana bu kadar soğuksun? Bu mesafe neden?” Diye ard arda sıraladı sorularını.
”Belki de her şey çok normalmiş gibi davranmayı daha fazla kaldıramadım. Belki içim bu kadar normalliğe ve iyiliğe el vermedi.”
”O da ne demek?” Diye soran sesi şaşkındı.
Sessiz kaldım. Bir cevap vermedim.
”Aramıza bir duvar örme Nefes.”
“Benim de yoktu. Ama denedim.” Dedim.
Çok denedim, hatta yalvardım. O duvarları örme diye, yıkamam diye. Ama sana nafileydi hepsi.
”Hem senin ördüğün onca duvar karşısında benim ördüğüm bir duvar ne olacak ki?”
”Kendi ördüğüm bin duvarı da yıkarım. Ama senin ördüğün bir duvarı yıkmaya gücüm yok.” Dedi.
“Çünkü benim ördüğüm duvarda ne intikam ne de nefret yok.”
”Susmak yakışıyor dedik diye canımıza okuma be adam.” Dedim alayla gülerek.
“Belki de gitmem gerek.” Dedim başka bir yöne bakarken.
“Sensiz nefes alamayacağımı biliyorsun.” Dedi ihtiyatla. Kafamı iki yana ağır ağır salladım.
“Gitmem gerek,” dedim bir kez daha.
“Sen olmadan nefes alamam.” Dedi o da aynı şeyi tekrar ederek.
Kafamı çevirip yorgun gözlerle ona baktığımda gözlerimdeki tüm yorgunluğu görmesini istedim. Çünkü, fazlasıyla yorgundum. Omuzlarındaki yükler beni artık aşağı çekiyor, eziyordu. Altından kalkamıyordum.
“Gitmeliyim, yaşayamıyorum artık.” Dedim çaresizlikle.
Gözleri yalvarır gibi kıvrandı gözümün önünde. Elini kaldırıp göğsüne, kalbinin üzerine götürdü.
“Burada yaşayamaz mısın?” Diye sordu o da çaresizce ve yalvaran bir tonda.
Burukça güldüm. “Orada bana bir yer yok.” Dedim kabullenişle. Bazen, bazı şeyleri kabullenmek gerekirdi.
Reddederek kafasını iki yana salladı.
“En çok sana,” dedi. “En çok sana…”
“Orada bana hiçbir zaman bir yer olmadı.” Dedim yorgun ve kabullenen bir sesle. “Ben orda da nefes alamam.”
Oturduğum yerden kalkıp gitmek için ileri bir adım attığımda bileğimden tutarak beni durdurdu. Gözleri yüzümdeyken ileri baktım.
”Kalamam,” dedim. “Ruhum daralıyor.”
”Olurum sana nefes, olurum sana ev, Nefes gitme.” Dedi çaresizlik içinde.
”Yara olmaktan başka bir şey beceremezsin Yaman.” Bileğimi geriye çekerek elimi elinden kurtardım ve ardıma bir kez bile bakmadan eve doldu yürüdüm. Evden içeri girdiğimde gözümden düşen bir damla yaş yaktı içimi. Kapıyı kapatıp yere çöktüğümde, günlerdir süren ağlama hissim sarıp sarmaladı beni. Kapının ardında varlığını hissederken gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Beni anlamalıydı. Ait olmadığım yerde kalamazdım. Yapamazdım. Kalbinde bana bir yer yokken onu severek gözlerine bakamazdım. Gitmeliydim. Başka çarem yoktu.
🩹🥺
Bugün günlerden 5 Hazirandı. Bugün benim doğduğum gündü. Bugün Nefes Soykan, 24 yaşına giriyordu.
Yeni bir yaş daha aldım. Bir sene daha yaşlandım. Soykanların üzerine bir lanet gibi çökmüştü bu tarih. Çünkü bugün ben doğmuştum.
Benim için bir anlamı ve önemi yoktu. Hiçbir zaman doğum günüm kutlanmamıştı. Ne benim için bir mum yakılmıştı, ne de bir kek yapılmıştı. Hiçbir zaman mum üflememiştim. Pasta kesmemiştim. Bu sende de aynıydı. Doğum günüm her sene olduğu gibi, bu sene de kutlanmayacaktı. Benim için yılın onca gününden hiçbir farkı yoktu. Sıradan bir gündü.
🩹
Hava kararmış, akşam olmuştu. Bugünün benim doğum günüm olduğunu bilen kimse yoktu. Kimsenin bundan bir haberi yoktu. Kimseye bir şey söylememiş, bugünü de sessizce atlatmıştım. Yaman atamamıştı, yazmamıştı da. Ama o bilinmeyen numara günlerdir beni rahatsız ediyordu. Israrla mesaj atıyordu ve ben de ısrarlara o mesajların birine bile bakmıyordum.
Rozayla evde tektik. İlyas bugün mesaideydi. Telefondan saati kontrol ettiğimde, saatin sekiz buçuğa geldiğini farkettim. Daha vakit vardı.
Televizyon izlerken kapı çaldı. “Roza kapıyı sen açarmısın?” Diyerek mutfaktaki Rozaya seslendim.
Tekrar televizyona döndüğümde kapının açılma sesi ulaştı kulağıma.
“Çekil!” Diye bağıran Rozanın sesi ulaştı kulağıma.
”Roza.” Diyerek hızla oturduğum yerden ayaklandığımda kapıdan koridora baktım. Gördüklerim karşısında gözlerim kocaman açılmıştı.
üç tane siyah takımlı iri yapılı adam evden içeri girmek için kapıyı zorluyor, Roza ise onlara engel olmaya çalışıyordu.
”Roza!” Diye bağırdım telaşla.
”Nefes yukarı kaç! Ben bunları halledeceğim!” Diye bağırdı kapıyı güçlükle kapamaya çalışırken.
Odanın çıkışına doğru ilerlerken bir korku kapanı içimi kaplamıştı.
”Nefes çabuk sana dediğimi yap! Yukarı kaç ve kendini odaya kilitle!”
”Ama sen!” Derken merdivenlere yönelmiştim.
”Yamanı ara! İlyası ara! Sare’ye haber ver! Çabuk ol!”
Adamlar kapıyı zorluyordu. Roza onlarla baş edemezdi. Akıllı davranmalıydım. Hızla merdivenleri çıkmaya başladığımda kendimi odaya atıp kapıyı kilitledim.
Telefonun ekranını açıp arama kısmına girdiğimde en üstteki yamandan gelen aramaya tıkladım. Telefonu telaşla kulağıma götürdüğümde elllerim titremeye başlamıştı. Telefon çalıyordu ama açmıyordu. Onu kapatıp ilyası aradım. Telefon çaldı fakat o da açmadı.
Ne yapacağımı bilemeyerek Sareyi arayacağım esnada aşağıdan bir şeylerin kırılma sesleri geldi. Ve aynı anda Rozadan acı dolu bir çığlık sesi. Kalbim küt küt atarken ne yapacağımı bilmiyordum. Birinin sert adımlarla merdivenleri çıkma sesi geldi kulağıma. Deli gibi etrafımda dönerken yatağın kenarına ilerleyip yere çöktüm. Tekrar Yamanı aradım. Telefonu çaldı ama yine açmadı.
”Aç artık lütfen aç” bir kez daha aradım. Ama yine açmadı.
Biri odanın kapısını zorlamaya başladığında ellerim zangır zangır titriyordu. Bir zorlanış, iki zorlanış, üç zorlanış ve odanın kapısı kırıldı.
Korkuyla hıçkırığımda adamın bakışları odanın içinde gezindi. Yatağın yanına saklanmış beni gördüğünde üzerime doğru gelmeye başladı.
”Gelme!” Dedim gerileyerek ellerimi gelmemesi için öne siper ettiğimde.
”Gelme! Lütfen gelme!” İki adımda yanıma geldiğinde üzerime eğilerek iki kolumdan da sıkıca tutarak kaldırdı yerden beni.
”Bırak!” Diye bağırdım ağlamaklı bir sesle. “Bırak!” Yerde sürükleyerek beni odadan çıkarırken, yatağın ayağını tutum.
Beni götürmemesi için çırpındım. Ama o beni daha sert çekiştirdi ve yatağın ayağını tutan elim yatağın ayağını tutmayı bıraktı.
”Bırak! Sana yalvarırım beni bırak!” Diye çırpındığımda adam beni odadan çıkarmıştı.
Bileğimden tutarak merdivenleri zorla bana indirirken tırabzanlara tutundum. Kollum sıkıca sardı tırabzanı. O sırada aşağıda kafasına silah dayanmış yerde ağlayarak oturan ve anlından kan akan Rozayı görmek beni beynimden vurulmuşa döndürdü. Yerde kırılmış eşyalar vardı.1
Kafasını kaldırıp bana baktığında dudağının patladığını ve ordan akan küçük kanı gördüm.
”Nefes!” Dedi acıyla bana yaşlı gözlerle çaresizce bakarken.
içim acıdı. Canım yandı. Sanki bana da vuruyorlardı.
”Yürü!” Diye bağırdı kolumdan tutarak beki çeken adamın gür sesi.
”Yapma! Lütfen yapma!” Dedim gözlerimden yaşlar akmaya başlarken. Beni dinlemedi. Sertçe kolundan bir kez daha çektiğinde basamakları hızla indi. Ayaklarım gitmemek için ısrar ederken dengemi kaybedip merdivenlerden düştüm.
Acı dolu bir inilti dudaklarımdan kaçtığında, “Nefes!” Diye bağıran yakınımdaki Rozanın endişeli sesi ulaştı kulağıma.
Kafamı kaldırıp ona baktığımda dizim sızlıyordu.
”Kalk yerden!” Diyerek kolundan tutarak beni yerden kaldırdı adam. Kendimi tekrar yere bıraktım.
Tekrar kaldırmak için çabalamadı. Yerde sürüklemeye başladığında beni elim Rozaya uzandı. O da elini bana uzatıp elimi tutmaya çalıştı fakat beceremedi. Çaresiz gözlerle bana baktığında gözlerimden alan yaşlarla çaresizce kafamı yana eğerek ona baktım ve adam beni kucağına aldığında ona uzanan elim yanıma düştü.
”Bırak!” Diye bağırdı Roza bana ulaşmaya çalışarak. Tepesindeki adam onu durdurduğunda elindeki silahı biraz daha dayadı kafasına.
Adamın kucağında çaresizce çırpınıyordum. Beni siyah bir arabanın içine bildirdiklerinde ondan kurtulmak için çırpındım ama yersizdi. Diğer iki adam da arabaya bindiğinde araba hareketlenmeye başladı. Arabanın arka camına döndüğümde ayaklarında ayakkabıları olmadan çıplak ayakla arabanın arkasından koşan Rozayı gördüm. Elimi cama yakaladığımda çenem titredi. Gözlerimden oluk oluk yaşlar akmaya başladı.
Ve sonra ise bir bez arkadan gelip ağzım ve burnumun üzerine kapandı. Bir kaç saniye sonra gözümün önü karardı. Gerisi ise, sadece karanlıktı.
Rozaların evinin sokağından girdiğinde Yaman, bakışları yan koltuktaki kutudaydı. Bugün keyfi yerindeydi. Bugün o gündü, Nefese olan hislerini dile getireceği, Nefese açılacağı o gündü. Nefese gitme demenin en etkili yolu, onu gitmekten döndürecek tek yol ona olan aşkını ona itiraf etmekti. Ve Yaman bütün gün bunun için hazırlanmıştı. Bugün Nefesin doğum günüydü. Bunu Yamandan daha iyi bilen kimse yoktu. Özellikle bugünü seçmişti Yaman. Ona doğum gününde açılacak ve en güzel hediyeyi ona verecekti.
Üzerinde büyük bir heyecan vardı. Panikliydi. Nefesin karşısında nasıl konuşacaktı bilmiyordu. Bir konuşma hazırlamıştı ama ona uymayacağına adı gibi emindi.
Fazla bile beklemişti bu itiraf için. Beraber kutlarlar diye bir pasta da almıştı. Yanına da iki kahve. Ama biri sütlü. Çünkü Nefes sütlü kahve severdi. Araba Rozaların evinin bahçesinin önüne geldiğinde Arabayı durdurup kapıyı açıp arabadan indi. Ellerini birbirine vurduğunda arabanın diğer tarafına geçti ve kapıyı açıp büyük kutuyu eline aldı.
Nefes’e en büyük barbie evini almıştı. Çünkü Nefesin en çok almayı istediği hediye en çok istediği oyuncak bir barbie eviydi. Bir konuşmalarında söylemişti Nefes bunu. Yaman da asla unutmamış, aklında tutmuştu.
Elindeki büyük kutuyla bahçeden içeri girdiğinde eve doğru adımladı. Kafasını kaldırıp baktığında evin kapısının açık olduğunu gördü. Kaşları anlamazlıkla çatıldığında hızlı adımlara ilerledi. Kapının önüne geldiğinde etrafın dağınıklığı ile karşılaştı. Yerde cam kırıklıkları vardı. Yerin halısı kaymıştı. Etraf harabeydi. Yerdeki bir kaç damla kan gözüne takıldığında titrek bir nefes çekti içine. Bir korku girdabı göğsünü sardığında evden içeri aydınlatacaktı ki arkasından gelen telaşlı adım sesleri onu durdurdu.
Dönüp ardına baktığında mahvolmuş haldeki Rozayı gördü.
”Yaman!” Dedi Roza artık mecali kalmamış bir halde.
Yaman çatık kaşlarla ona bakıyordu.
”Nefes,” dedi Rıza nefes nefese daha fazla ayakta durmayarak kendini yere bıraktığında. “Nefesi kaçırdılar.” Derken sesi içine kaçtı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. “Koruyamadım.” Dedi boğuk sesi.
Duydukları karşısında beyninden vurulmuşa dönen Yamanın yer ayaklarının altından kaydı. Kutuyu tutan elleri uyuştuğunda kutu ellerinin arasından kaydı ve tok bir ses çıkararak yere düştü.
”Nefes.” Dedi kısım bir sesle yere irice açılmış gözlerle bakarken.
”Nefes.” Dedi bir kez daha. Sesinde yetişememişliğin tınısı vardı.
”Nefes,” dedi bir kez daha ve dizlerinin başı çözülerek kendini yere dizlerinin üzerine bıraktı. Elleri çaresizce yanına düştüğünde gözlerinin yandığını hissetti.
Nefes alamadığında eli göğsüne gitti. Sıkıca kavradı parmakları tişörtünü.
”Nefes.” Dedi bir kez daha içine kaçmış sesiyle.
“Nefes’im.”1
Boğazı düğümlendi, göğsü sıkıştı.
Nefes yoktu ve yaman nefes alamıyordu.
Evetttt canlarımmmm. Bölümü bolca oylayın ve bol bol yorum yapın. Seviliyorsunuz.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.95k Okunma |
1.9k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |