39. Bölüm

30. Her Sevda bir veda

Katherina
umutkirintisiniyaz

 

Evet, bu bölüm kritik. Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

Bölüm şarkıları; Odalarda ışıksızım, Aşkım Gülüm, Soğuk odalar, Her Sevda yeni bir veda, Hoş Geldin, Söyleyemedim, Çözemezsin.

🩹

Kendi elleri ile ördüğü duvarları yıkmaya yetecek gücü vardı adamın. Fakat o duvarları örerken duvarın ardında bıraktığı kadını yanına çekecek gücü olsa da, kadın onun yanına gelecek kadar güçlü değildi. Kadın tükenmişti, fazlasıyla yorgundu. Gözlerinde derman yoktu. Her ne kadar adamın kendisine uzattığı eli tutup ona gitmek istese de, o duvarın ardında durmaya mecburdu. Kadın gitmeye mahkumdu, adam ise o eli boş kalsa da uzatmaya mahkumdu.

YAZAR ANLATIMIYLA;

”Dile getiremediğin sevda, yük olur omuzlarına. O yüzden vaktin varken söyle, sevdanı dağlara taşlara haykır. Giderse şayet, dile getirmediğin sevda yüreğini kör ateş olur, yıllarca yakar.”

Yıllarca içinde tutuğu sevdasını sonunda dile getirecek cesareti kendinde bulmuştu, Yaman Karayel. Hazırlanmıştı. Bu günü beklemişti. Şayet kapısına geldiğinde, onun çoktan gittiğinden bir haberdi. Dilinin ucundaki o itirafı keskin bir bıçak gibi yutacağından, dudaklarındaki o mest gülüşün yerini derin bir pişmanlığa bırakacağından fazlasıyla habersizdi.

Onun ya gülen ya da yorgun gözleriyle karşılaşacağını sanarken, yokluğunun ona sert bir tokat atacağından, habersizdi.

Kalbi heyecanla pır pır atarken, dizlerinin bağı çözülüp yere çöktüğünde yüreğinin bir avuçta sıkılacağından, nefes alamayacağından bir haberdi.

O her şey güzel olacak sanarken, kendisini bekleyen felaketten tamamiyle habersizdi.

”Nefes’im.” Dedi çaresizlikle.

Gök gürüldediğinde yağacak sel misali yağmurun habercisiydi.

Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı Yaman. Duyduklarının gerçek olmamasını diledi. Allah’a yalvardı. Gerçek olmasın diye yalvardı.

Bahçenin önüne bir araba daha geldiğinde o arabanın içinden inen mesaiden dönmüş İlyas’tı. Yorgunlukla bahçeden içeri girdiğinde yere çökmüş Yaman ve karısı Roza’yı görmek kaşlarının şaşkınlıkla çatışmasına neden olmuştu.

”Yaman.” Dedi önce şaşkın bir sesle. Onlara doğru adımlarken henüz Rozanın yüzünü ve ne halde olduğunu görmemişti. Yamanın halinden ise bir haberdi.

”Roza.” Dediğinde ikisinin arasındaydı neredeyse. Bakışları ikisinin üzerinde gidip geldiğinde ve tam Rozanın üzerinde durduğunda gördükleri karşısında kaşları daha da çatıldı. Hızla yere Rozanın yanına çöktüğünde yüzünü avuçlarının arasına alıp daha dikkatli baktığında gördükleri içini sızlattı.

”Roza,” dedi şaşkın sesiyle. “Ne oldu sana?” Diye sordu algılamaya çalışırken.

Bakışları yere takılmış Roza öylece yere bakmaya devam ediyor, ilyasın yanındaki varlığını hissetmiyordu bile.

”Roza.” Dedi bir kez daha İlyas sakin kalmaya çalışarak. “Güzelim.”

Dalgın bakışlarını ve yaşlı gözlerini ilyasın kendisine seslenişi karşısında irkilerek İlyas’a çevirdiğinde titrek bir nefes verdi.

”İlyas.” Dedi titreyen sesiyle.

”Roza” derken İlyas endişeliydi ve bir cevap alamamak onu daha da endişelendiriyordu. Sesi çatıktı. Gözlerinde gözle görülür bir endişe vardı.

 

”İlyas,” dedi Roza. “Roza söyle ne oldu sana ne oldu burada?” Dedi İlyas artık sabredemeyerek.

 

”Nefes’i,” derken tekrar gözleri dolu. “Kaçırdılar…”

 

Duydukları karşısında gözleri kocaman açılırken duyduklarına inanamadı İlyas.

”Ne demek Nefesi kaçırdılar?” Gözleri Rozanın saçının örttüğü alnındaki kanlı yaraya değdiğinde parmakları Rozanın yaranın üzerine yapışmış tutama dokundu ve onu geriye aldığında yara daha da ortaya çıktı.

”Sana ne oldu!?”

Daha sonra patlamış dudağının kenarına değdi bakışları.

”Sana ne yaptılar?! Bunu sana kim yaptı?!”

Parmakları ürkekçe Rozanın aklındaki yaraya değdi. “Kim canımın canını yaktı?” Dedi titreyen sesi.

”Nefesi kaçırmaya gelen adamlar, çok direndim. Nefese dokunmasınlar, ona ulaşmasınlar diye çok direndim. Ama yapamadım. Yapamadım İlyas. Koruyamadım. Gücüm yetmedi.” Dedi pişmanlık ve çaresizlikle Roza.

 

Anlındaki yara adamlara direnirken olmuştu. Nefesi yukarıdan zorla alan adam yukarı çıkmasın diye koluna yapıştığı sıra adam onu iterek kolundan kurtarmıştı. İtmenin şiddeti ile geri savrulan Roza kafasını duvara çarpmıştı. Anlındaki yara öyle meydana gelmişti. Dudağındaki patlaklık ise yukarı çıkmak isterken kendisini kolundan yakalayan adamın onu zabdedebilmek için Rozaya sert bir tokat atıp onun yere serilmesine sebep olduğunda oluşmuştu. Sonra ise daha Roza kendini toparlayamadan soğuk namlunun ucunu alnında hissetmişti.

 

”Nefesi kaçırdılar.” Dedi bir kez daha Roza.

 

Nefes onun şu kısacık zamanda en yakını olmuştu. En yakını, dostu olmuştu. Aralarındaki bağ çok farklıydı. Dile dökülemeyecek kadardı.

 

Rozanın anlına derin bir öpücük kondurduğunda çöktüğü yerden kalktı İlyas. Yerden güçlükle kalkan Yaman’a döndü.

 

”Yaman.” Dedi yanına ilerlerken.

 

Dağılmış bir şekilde ayağa kalkmış Yaman kesinlikle kendinde değildi. Aklı allak bullaktı.

 

”Nefes.” Diye sayıklamaktan başka yaptığı bir şey yoktu.

 

”Yaman.” Diyen İlyas karşısındaydı. Fakat Yamanın gözü onu asla görmüyordu.

 

Sarsak adımlarla ileri doğru adımladı. Bir adım daha attı ileri. Gözünün önü buğuluydu. Zihni işlevini yitirmiş gibiydi. Dili de aklı da sadece Nefes diyordu başka bir şey demiyordu.

 

”Yaman!” Diyen ardındaki ilyasıtı. Hızla Yamanın peşinden gidiyordu. Yaman ona gram kulak asmadan arabasına doğru ilerlerken “Yaman!” Diyen İlyas onu kolundan sertçe tutup kendine çevirdi.

 

”Nereye gidiyorsun?” Diye sordu.

 

Kolunu sertçe ilyasın kolundan çekti Yaman. “Nefesi bulmaya.”

 

”Nasıl bulacaksın?” Diye sordu İlyas.

 

”Bulacağım.” Dedi sadece Yaman.

 

”Tek başına bulamazsın. Bekle, çınarı arayalım.”

 

”Nefes yok!” Diye en sonunda bağırdı Yaman sert bakışlarını İlyas’a çevirdiğinde.

 

”Nefes yok! Rozanın ne dediğini duydun değil mi?! Kaçırmışlar!” Diye kükredi adeta.

 

”Nefesi,” derken eliyle kendini gösterdi. “Benim Nefes’imi.” Sesinde çaresizlik vardı, kabullenemeyiş vardı.

 

Ne diyeceğini bilemeyerek baktı yüzüne İlyas.

 

”Bulacağız.” Demekten başka bir şey gelmedi elinden. “Ama önce çınara haber verelim.”

 

Cebinden telefonunu çıkarıp çınarı aradı ve telefonu kulağına götürüp çınarın telefonu açmasını bekledi İlyas. Parmaklarını saçlarının arasından geçiren yaman tahammülsüzlükle arkasına döndü.

 

Çınar telefonu açtığında İlyas durumu ona haber verdi ve Çınar haberi alır almaz ekibini alıp ilyasların evine doğru yola çıktı.

 

Aradan dakikalar geçti. İlyas Rozayı yerden kaldırıp bahçedeki masaya oturttu. Evden içeri girdiğinde o dağınıklığı görmek içini acıttı. Mutfağa gidip bir bardak su alıp geri arızanın yanına geldi. Onunla ilgilendi. Yaman kendi etrafında bir çare dönüyordu. Ne yapacağını düşünüyordu. Nefesin şu an ne halde olduğunu düşünüyordu. Ve düşündükçe kalbi daha da hızlı atıyordu. İhtimalleri düşünüyor ihtimallerde boğuluyordu.

 

O sırada iki polis aracı ve çınarın arabası bahçenin önüne geldi. İlk arabasından Çınar indi, ardından ise Sare ve diğer polis aracındaki polis memurları. Çınar haberi aldığı gibi karakoldan çıkmış, Sarelere gidip haberi Sare’ye vermiş ve onu da alıp buraya gelmişti.

 

”Abi!” Diyerek koşar adımlarla kendi etrafında dönen abisinin yanına geldi endişeli Sare. Boynuna atlayıp Yaman’a sıkıca sarıldı. Karşılıksız kaldı sarılışı. Geriye çekildiğinde Yamanın suratına dolmuş gözlerle baktı.

 

”Abi Nefes,” dedi cesaret edebildiği kadar.

 

”Bulacağım.” Dedi Yaman güçlü durarak. “Onu bulacağım, kılına dahi zarar gelmeden.”

 

Sıkıntılı bir nefes verdiğinde arkasını dönüp Rozaya doğru ilerledi Sare.

 

”Kardeşim.” Diyen Çınar şu an ne halde olduğunu nasıl hissettiğini bildiği kardeşinin tam karşısındaydı. “İyi misin?” Diye sordu cevabını bildiği soruyu.

 

Bakışlarını kaldırıp karşısındaki çınara baktı Yaman.

 

”Nefes yok.” Dedi harfleri vurgulayarak. “Nefes yok. Nasıl olayım?”

 

”Bulacağız.” Derken elini Yamanın omzuna atarak destek vermek istedi Çınar. “Nerede olursa olsun Nefesi bulacağız.”

 

Kafasını eminlikle salladı Yaman. “Dünyanın öbür ucu da olsa, onu bulacağım.”

 

Polis ekibi eve girdi. Onların ardından Yaman, Sare, Roza ve İlyas da girdi. Çınar ve diğer polisler evin her yerini didik didik aradı. Belki bir delik bulabilirler diye. En son Nefesin odasına girdiler. Kızlar kapının önünde birbirine sarılmış dururken Odanın içerisindeki Yaman, Çınar ve İlyas polislerin her hangi bir şey bulmasını beklediler.

 

Yatağın yanındaki küçük komidinin çekmecesini açan bir polis çekmecenin içinden bir not buldu. Onu eline aldığında, “Komiserim! Bir not buldum” diyerek çınara doğru ilerledi.

 

Polisin kendine uzattığı notu eline aldığında yazanları okudu Çınar. Kafasını kaldırıp Yamanla göz göze geldiğinde kağıdı yanındaki Yamana uzattı. Notu eline alan Yaman, gözünü notta yazanların üzerinde geçindirdi.

 

Masum olman kimi zaman hiçbir şey ifade etmez, ipin ucunun sana değeceği kadar yakınsan, ipin ucu sana değer. Ve sen fazla yakınsın her şeye. Kendine dikkat et Nefes, arkanı ve etrafını iyi kolla. Bu sadece benden sana küçük bir tavsiye;)

K

 

okudukları ile beraber kafasını kaldırıp Çınara baktı Yaman. “Bu ne?” Diye sordu. Çınar daha bir cevap vermeden elinde yatağın altında bulduğu Nefesin telefonu ile başka bir polis geldi. “Sanırım Nefes hanımın.” Diyerek telefonu Çınarın eline uzattı. Telefonu alan Çınar, şifresi olmayan telefonun kilit ekranını açarak telefonun içinde gezinmeye başladı. Doğrudan mesaj kısmına girdiğinde, mesaj kutusunun en üst kısmında yer alan kayıtlı numaraya dokunduğunda bir sürü okunmamış mesaj ile karşılaştı Çınar.

 

Hemen yanında duran Yaman, telefonu Çınarın elinden çekip mesajları okumaya başladı.

 

”Yoksa Yaman canını çok mu sıktı, Nefes?”

 

”Aldığı intikam ağır mı geldi?”

 

”Beni yine engelledin mi?”

 

”Mesajlarıma cevap vermeyerek ayıp ediyorsun?”

 

”Kendine dikkat et Nefes.”

 

”Yaptığın fazla kabaca, aramız bozulsun mu istiyorsun?”

 

”Ben çabuk canı sıkılan bir adamım.”

 

“sen bilirsin Nefes Soykan:)”

 

Üstteki mesajlara kaydırdı Yaman. Orada Nefesin de cevapları ile karşılaştı. Mesajları en baştan sona kadar tekrar okudu. Bir fotoğraf ile karşılaştı.

 

”Kim lan bu?! Amına koyduğumun evladı! Kim bu?!” Telefonu yatağa fırlattığında yerinde durmayarak odanın çıkışına ilerledi. Sinirle parmaklarını saçlarının arasından geçirerek merdivenleri hızla indiğinde kendini nefes alamayarak dışarı attı. Aynı saniyeler içerisinde ardından Çınar İlyas ve kızlar da indi.

 

Yamanın telefonundan bir bildirim sesi geldiğinde cebinden bir hışımla telefonunu çıkarıp gelen bildirime baktı Yaman. Kayıtlı olmayan bir numaradan bir mesaj vardı. Numaranın üzerine dokunup mesajı açtı.

 

”Bu kadar sinir bünyene iyi değil, Karayel. Bu öfke sevdiklerine zarar verebilir.”

 

”Lan!” Öfkeden deliye döndüğünde abacı çıktığı kadar bağırdı Yaman.

 

”Kim lan bu k’e!” Kim lan!” Sinirle Çınara döndü. “Kim!” Diye yüzüne doğru gürledi Çınarın.

 

”Bilmiyorum.” Dedi sakince Çınar. “Ama öğreneceğim!”

 

”Nefes.” Dedi nefes nefese kalmış bir şekilde Yaman. “Nefes, Çınar. Benim Nefes’im. Benim. Anlatabiliyor muyum? Nefes o.”

🥺

 

Aradan yarım saat geçti. Saat dokuz buçuğa dayandı. Polisler her yeri didik didik armaya başladı. Rozanın ifadesi alındı. Evin etrafındaki mobese kayıtlarına bakıldı.

 

 

Yamanı tutmakta zorlandılar. Yaman gitmek için kalktı. Çınar ve İlyas onu tutu, kızlar ağladı. Yaman her geçen dakika kafayı yedi.

 

 

”Nefes yok.” Diye sayıkladı yine son yarım saattir olduğu gibi. “Nefes yok.”

 

 

Bakışları masanın üzerindeki, Nefese aldığı o çok istediği oyuncak kutusunda takılıydı yarım saattir. Gözlerini ordan bir saniye olsun ayırmıyordu. Nefesten bir haber yoktu ve Yaman iyi değildi. Hiç iyi değildi. Her geçen dakika Nefesten bir haber alamamak kafasını sıyırmasına neden olacak gibiydi. Nefesi daralıyordu.

 

 

Bir anları düştü zihnine. Nefesin şu gözünün yarım saattir takıldığı konuşmamın geçtiği bir an.

 

 

Bir parka gitmişler Nefesle beraber. Yaman yine Nefesi çok görmek istemiş, onunla vakit geçirmek için onu parka götürmekle kandırmış, çocukluğunda hiç parka gitmemiş Nefes de bu teklife çocuksu bir sevinçle hemen atılmış. Küçük çocuklar için tasarlanmış salıncakların sarı olanında Nefes oturuyor. Nefes çok inat etti diye de onun oturduğu salıncağın yanındaki salıncağa Yaman oturmuş. Küçük adımlarla salıncağını sallıyor Nefes. Yaman ise öyle oturmuş Nefesi seyrediyor dalgın gözlerle.

 

 

”Biliyor musun?” Diyor Nefes dalgın bir sesle.

 

 

”Hı.” Diye mırıldanıyor bakışlarını ondan koparamayan Yaman.

 

 

”Ben hiç küçükken parka gitmedim. Kaydıraktan kaymadım. Salıncakta sallanmadım. Park arkadaşlıkları kurmadım.”

 

 

”Baban ona da mı izin vermedi?” Diye soruyor Yaman. Kafasını ağır ağır iki yana sallıyor Nefes. “Ona da izin vermedi. Her şeyi benden esirgediği için, bunu da benden esirgedi.”

 

 

Bir nefes veriyor derince Nefes.

 

 

”O bana bir oyuncağı bile çok gören bir adamdı. Beni parka mı götürecekti. Aptalmışım.” Derken alayla güldü kendi kendine Nefes.

 

 

”Hatırlıyorum,” diyor Nefes. “Çok istediğim bir oyuncak vardı. Küçükken hiç oyuncağım olmamıştı. Babam zengin bir adamdı, ama bana bir oyuncağı bile çok görürdü.” Bu noktada Nefese içi acıyor Yamanın. Onu kendine çekip sıkıca sarılası geliyor. Ama görünmez bir duvar var aralarında, buna engel oluyor.

 

 

”O zamanlar çok modaydı, büyük barbie evleri. Televizyonda görmüştüm bir keresinde bende, sınıfımda tüm kızlarda vardı, bir bende yoktu. Onu istemiştim babamdan. Heves etmiştim, belki alır diye kapısına gitmiştim. Çalmıştım kapısını, kapısından kovmuştu beni.” Gözlerine hüzün biniyor o sırada Nefesin. Yaşananlara derin ve büyük bir iç daha çekiyor.

 

 

”Ayaklarına kapanmıştım, ağlayarak yalvarmıştım. “Baba al” diye. Sertçe ayağını ileri iterek düşürmüştü beni yere. Ondan önce Nigar ablanın kırdığı bardağın cam kırıklarının üzerine düştüm. Üzerimde kısa bir tayt vardı, dizlerim çıplaktı. Cam kırıkları dizlerime battı. Kanadı dizlerim. Çok ağladım. Ama dizlerim kanadı diye değil, babam, bana bir oyuncağı çok gördü diye.” Sanki o anı tekrar yaşamış gibi dizleri sızlamıştı Nefesin.

 

 

”pahalı, dedi. Sen o oyuncağa vereceğim paraya değmezsin, dedi. Ben buna ağladım. Onun için para neydi ki. Giden iki kuruşunun yeri hemen dolardı. Babam bana harcayacağı paraya acırdı da, bana acımazdı.”

 

 

Acıma duygusu ile dudaklarını birbirine bastırırken Yaman, elini sinirle yumruk yapmıştı.

 

 

Bir baba, nasıl olurdu da kızına bir oyuncağı çok görürdü.

 

 

”Annem yine yalanlarıyla avuttu beni. Doğum günün gelsin, sana söz baban alacak sana o çok istediğin oyuncağı, dedi. İnandım. Küçüktüm çünkü, ne deseler inanıyordum. Acıyan dizlerime rağmen umutla uyudum o gece. Sonra doğum günüm geldi, bir kişi bile kutlamadı doğum günümü. Annem bile…”

 

 

Bir anne, nasıl yalanla avuttuğu kızının doğum gününü kutlamazdı. Bir anne kendi doğurduğunun doğum gününü nasıl kutlamazdı.

 

 

”Annemin beni kandırdığını da böylece anlamış oldum. Çünkü babam bana o oyuncağı doğum günümde de almadı.”

 

 

”Beş Haziran değil mi doğum günün?” Demesi Yamanın, Nefesi fazlasıyla şaşırtmıştı.

 

 

”Nereden biliyorsun?” Diye sormuştu şaşkınca Nefes.

 

 

”Senin hakkında senin bilmediklerini bile biliyorum, Deniz gözlü.” Demişti Yaman.

 

 

Ve Yaman, o gün gün saymaya başlamıştı. Nefesin doğum günü gelecekti ve Yaman ona en çok istediği, uğruna dizlerinin alamadığı oyuncağı aşacaktı.

 

 

Almıştı da, ama alsa ne faydaydı? Nefes yoktu ki.

 

 

“Yeter.” Diyerek ayaklandı artık boş boş oturmaya dayanamayarak.

 

 

”Siz burada oturun. Ben gidip Nefesi kendim arayacağım.”

 

 

”Abi, tek başına nerde arayacaksın?” Diye sordu sare.

 

 

”Neredeyse orada arayacağım Sare. Nefes neredeyse orada.”

 

 

”Bende senle geleceğim.” Diye oturduğu yerden ayaklandı Sare.

 

 

”Sen hiçbir yere gelmeyeceksin.” Eliyle kutuyu işaret etti. “Onu sakla. Nefesi bulup döndüğümde ona hediye edeceğim. Bugün,” dediğinde durdu, boğazı düğüm oldu. “Onun doğum günüydü.”

 

 

Bunu yeni öğrenen Sarenin kaşları şaşkınlıkla çatıldı. “Doğum günümüydü? Ama bize bir şey söylemedi.” Dedi ağlamaktan çatık çıkan sesiyle.

 

 

”Kimsenin kutlamaya tenezzül etmediği bir günü size söylemeyi gereksiz bulmuştur.” Derken göğsü ağırlaştı Yamanın.

 

 

Yapamadı Yaman. Onsuz nefes almayı beceremedi. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında eli boğazını sardı. Nefes alamıyordu. Bu öyle bir şeydi ki, sanki damarlarındaki kan çekiliyordu. Nefes yoktu. Nefes yok, demekten dili damağı kurumuştu.

 

 

Göğsü daralıyordu, ruhu daralıyordu. Göğsü ona ağır geliyordu. Kim neden Nefesi kaçırmıştı bilmiyordu. Düşünmekten artık kafayı yiyecekti. O mesajları atan kimdi? Kim Nefesten ne istemişti? Düşünmek ona kafayı yedirtecekti.

 

 

Elinde tutuğu telefonu arabaya doğru ilerlerken çaldığında telefonu kaldırıp ekranına baktı. Bu numara yarım saat önce kendine mesaj atan numara ile aynıydı. Anında çalan telefonu açıp telefonu kulağına götürdü Yaman.

 

 

”Kimsin?” Diye sordu sert bir sesle.

 

 

”Karayel, bu agresifliğini sana hep yakıştıramamıştım.” Dedi telefonun diğer ucundaki ses.

 

 

Sesi tanıyamadı Yaman. Kime ait olduğunu seçemedi.

 

 

”Kimsin? Nefes nerede?”

 

 

”Hafızanı biraz zorlarsan kim olduğumu çözersin.” Dedi telefonun diğer ucundaki kalın erkek sesi. “Nefes’e gelecek okursak, o şu an mışıl mışıl uyuyor, tıpkı bir bebek gibi.” Dedi gülerek.

 

 

Dişlerini sıktı Yaman. Boşta kalan eli sert bir yumruk halini aldı.

 

 

”Nerdesin?!” Diye bağırdı Yaman. Yamanın sesi ile bahçedekilerin bakışları ona döndü.

 

 

”Nefes nerede! Eğer onun kılına dahi zarar gelirse…” yamanın sözünü yarıda kesen şey, telefonun diğer ucundaki adamın söyledikleriydi.

 

 

”24 saatin var, Yaman Karayel. Onu bu yirmi dört saat içinde buldun buldun. Ha bulamadın, cesedini senin kapına gönderirim, haberin olsun.”

 

 

Çenesindeki damarları belirginleşti, gözü seğirdi Yamanın. Telefonu kulağından çektiğinde ve dudaklarına yaklaştırdığında, “Onun saçının tek bir teline dahi zarar verirsen seni bu dünya üzerinden silerim! Kemiklerini dahi bulamazlar orospu çocuğu!”

 

 

Telefonu tekrar kulağına götürdü. “Ama böyle olmuyor Yamancığım. Eğer ki sevdiğin kadın yaşasın istiyorsan, elini biraz çabuk tut.” Bir sessizlik oluştuğunda telefonun ucundan sakin nefes alış sesleri ulaştı Yamanın kulağına. “Yoksa bu nefesi keserim.” Dedi adam ve telefon kapandı.

 

 

Telefonu kulağından çektiğinde kapanmış telefona baktı Yaman.

 

 

”Yaman, ne oluyor?” Diye soran yanına gelmiş Çınar ve İlyastı.

 

 

”Eğer 24 saat içinde Nefesi bulamazsam,” dedi Yaman. “Onun…” gerisini getiremedi.

 

 

”Kimmiş?” Diye sordu İlyas.

 

 

”Bilmiyorum!” Diye çıkıştı öfkeyle Yaman. “Bilmiyorum!”

 

 

Çınar Yamanın elinden telefonunu aldı ve onu arayan numarayı kendine attı. Bu numarayı karakola gönderecek ve numaranın kime ait olduğunu bulmalarını isteyecekti. Böylece sinyallerden nerede olduğuna ulaşabilirlerdi.

 

 

BİR BUÇUK SAAT SONRA;

 

 

Saat gece yarısına geliyordu ve hala Nefesten tek bir haber dahi yoktu. Çınar karakola gitmiş ekibin başında duruyordu. İlyas Yamanı tutuyordu. Sare ve Roza ise ağlamaktan helak olmuştu. Nefesin kaçırıldığı haberini alan Yusuf ve Asiye teyze hemen ilyasların evinde soluğu almıştı.

 

 

Mantıklı düşünüp, mantıklı hareket etmeye çalışıyordu Yaman. Kendine hakim olmaya çalışıyor ama bunu yapamıyordu.

 

 

Nefes, demekten başka elinden gelen bir şey yoktu.

 

 

NEFES SOYKAN ANLATIMIYLA;

 

 

Gözlerimi yavaşça araladığımda üzerinde uzandığım soğuk beton bedenimin tutulmasına sebep olmuştu. Yana dönük yerde uzanırken arkadan bağlı ellerim, doğrulmama engel oluyordu. Doğrulmayı deniyor, ama beceremiyordum. Altımda kalan kolumun ağrıdığını seziyordum. Kim bilir ne kadar süredir bu şekilde burada baygınca yatıyordum. Hatırladığım bir şey yoktu fazla. Tek bir şey vardı o da ben arabanın camından bakarken arabanın arkasından perişan bir halde koşan Rozaydı. Sonra yüzüme kapanan bir bez ve gerisi zifiri bir karanlıktı.

 

 

Nerede olduğumu bilmiyordum. Yanıp sönen bir ışık vardı tam tepemde. Küf kokan bir yerdi burası. Burnumun direğini sızlatan bir küf kokusu.

 

 

ve ben, küf kokusundan nefret ediyordum.

 

 

küçüklüğümden hatırlamak istemediğim bir anı hatırlatıyordu bana.

 

 

Gözlerim etrafta gezinmeye çalışıyordu ama görebildiğim pek bir şey yoktu. Buranın bir kapısı var mıydı onu bile bilmiyordum. Kafamı kaldırarak diğer tarafa baktığımda küçük bir odada olduğumu farkettim. Benim olduğum yerin karşısında ve ilerisinde demir bir kapı vardı, paslanmıştı. Olduğum odanın duvarları boyasını atmış, çatlamış ve yeşil küflerle doluydu. Koku dayanabileceğim bir koku değildi. Kafamı içime doğru erdiğimde bacaklarımı kendime çektim ve o iğrenç kokuyu solumamak için kendi kokumu solumayı tercih ettim.

 

 

Ayaklarımı da bağlamışlardı, bunu yeni farkediyordum.

 

 

Beni kaçıran adamlar kimdi? Beni neden kaçırmışlardı? Beni nereye getirmişlerdi, bilmiyordum.

 

 

Hiçbir şey bilmiyordum ve bu buzdan farksız soğuk odada üzerimdeki ince bir badi ile duruyordum. Ayaklarımda ne bir ayakkabı ne de bir terlik vardı. Sadece çoraplarım vardı. Altımda ince bir pijama vardı ve burası gerçekten de çok soğuktu.

 

 

Duvarda bir havalandırma vardı ve ordan hafif bir soğukluk geliyor olmalıydı. Yer ve duvarlar tamamiyle betondan olduğu için bu kadar soğuk olması gayet normaldi. Ne kadar saattir burada ve bu haldeydim bilmiyordum. Burada bir cam da yoktu. Sabah mıydı? Yoksa hala akşam mıydı? Bilmiyordum.

 

 

Yanıp sönen ışık canımı sıkıyor, algımı dağıtıyordu.

 

 

Odanın paslı kapısı gıcırdayarak açıldığında kafamı kaldırarak kapıya baktım.

 

 

Önce siyah bir ayakkabı odadan içeri girdi. Ardından elleri kumaş siyah pantolonunun cebinde bir adam. Kapıyı ardından açık bırakarak odadan içeri adımlamaya başladığında çatık kaşlarala ona bakıyordum. Bana doğru adımlıyordu. Ve tam karşıma geldiğinde yere tek ayağının üzerine diz çöktü. Gölgesi üzerime düştüğünde kafamı geriye çekerek yüzüne baktım.

 

 

Sarı saçları kahverengi gözleri olan bir adamdı. Beyaz tenliydi. Sert bir yüz ifadesi ve yüz hatları vardı. Yaşı 29-30 arasında gibi duruyordu. Üzerinde siyah bir gömlek onun da üzerine siyah uzun bir kaban vardı. Kabanının uçları yere değiyordu.

 

 

”Uyanmışsın.” Dedi bakışları yüzümde gezinirken. “Üşüyor musun?” Diye sordu.

 

 

”Kimsin sen?” Dedim.

 

 

”Sorumun üzerine soru soruyorsun, Nefes. Önce bir soruma cevap ver.” Dedi.

 

 

”Adımı nereden biliyorsun? Beni nereden tanıyorsun? Kimsin?” Diye direttim.

 

 

”Belli oluyor ki üşümek sende algını da yitirtmiş.” Dedi. “Kabanımı vermemi ister misin?”

 

 

Sabır diler gibi bir nefes çektim. “Beni kaldır buradan.” Dedim.

 

 

”Yerinde rahatsız mısın?” Diye sorduğunda hayret ederek baktım ona.

 

 

”Psikopat mısın?” Diye sordum.

 

 

”Gayet sağlıklı bir kişiyim.” Dedi.

 

 

”Bence direk beyinden yoksunsun.” Dedim.

 

 

Alayla güldü. Elini kaldırdığında parmakları yüzüme doğru uzandı. Kafamı irkilerek geriye çektiğimde ondan kaçamadım. Parmakları yüzümdeki bir kaç tutama değerek onları geriye itti.

 

 

”Saçının teline bile zarar gelmesin dedi.” Dedi bakışları saçlarıma değdiğinde kendi kendine.

 

 

Kaşlarımı çattım. “Kim?”

 

 

”Yaman Karayel.” Dedi.

 

 

”Acaba diyorum, gerçekten de saçının tek bir teline zarar verip ona yollasam ne yapar? Kafayı yer herhalde. Çünkü telefonda sesi fazla öfkeli geliyordu kulağa.”

 

 

”Saçlarıma dokunmayı aklının ucundan bile geçirme.” Diyerek kafamı geriye çekerek saçlarımı parmaklarından kurtarmaya çalıştım.

 

 

Işık yine yanıp söndü. Kafasının kaldırıp yanıp sönen ampüle baktı.

 

 

”Rahatsız edici değil mi? Komple kapatıp bundan seni kurtarsam mı?” Derken sanki benimle ilgili bir şeyler biliyor ve bilerek benimle oynuyor gibiydi.

 

 

Karanlıktan korktuğumu ona belli edecek değildim. Sessiz kaldım.

 

 

”Bu sessizliğini bir cevap olarak görüyorum, Nefes.”

 

 

”Saat kaç?” Diye sordum ona bakmayarak.

 

 

”Şu an çoktan gece yarısı oldu.” Dedi ve ayağa kalktı.

 

 

”Seninkine yirmi dört saat verdim.”

 

 

”Neden?” Diye sordum.

 

 

”Yirmi dört saat içinde seni buldu bulmadı. Yoksa ona cansız bedenini ileteceğimi söyledim.” Dediğinde kas katı kesildim.

 

 

Yüzüme dikkatle baktığında gördüğü ifade karşısında güldü. “Korkma, seni öldüremeyeceğim. En azından hemen. Sen Yamanın bana geliş biletisin. Seni hemen gözden çıkarır mıyım?”

 

 

”Dersin Yamanlaysa benden ne istiyorsun? Benim Yamanla bir alakam yok.”

 

 

Kabanının cebinden bir kaç fotoğraf çıkardığında onları yere attı. Bakışlarım yere attığı fotoğrafların üzerinde gezindi.

 

 

”Pek öyle görünmüyor. Kim düşmanının kızına bu kadar ilgi gösterir ki?” Dedi.

 

 

”Bunu nereden biliyorsun?” Diye sordum kafamı çevirip ona baktığımda.

 

 

”Nefes Soykan,” dedi gözlerime gözlerini kısarak bakarak. “Hakkınızda her şeyi biliyorum.”

 

 

”Kimsin?” Dedim bir kez daha.

 

 

Soruma bir cevap vermedi. Bana doğru yaklaştığında ürkerek geriye kaymayı denedim ama yapamadım. Bağlı ellerim ve ayaklarım buna engel oldu. Üzerime eğilerek beni kollarımdan tutarak uzandığım yerden kaldırdı ve sırtımı arkamdaki beton duvara yasladı.

 

 

”Umarım bu kokuya dayanabilirsin. Köpek koysan dayanmaz burada.” Geriye çekilip doğruldu. Üzerine yattığım koltuğum üzerinden kalktığımda sızlamaya başlamıştı.

 

 

Sırtını bana döndüğünde açık kapıya doğru ilerledi. Kapıya vardığında sırtı bana dönükken çıkmadan önce, “Korkma küçük, geri geleceğim.” Dedi ve kapıyı ardından kapatarak odadan çıktı.

 

 

”Siktir git! İt herif.” Diye bir küfür savurduğumda geri önüme döndüm. Bakışlarım ayaklarımın önünde etrafa saçılmış fotoğraflarda gezindi.

 

 

Her anımızı çekmişti. Her anımızda bizimleydi. Peşimizde, dibimizde, ensemizdeydi. Her adımımda ardındaydı. Nefesi ensemdeydi. Bir adım arkamdaydı. Gözlerimin baktığı her yerde o saklıydı.

 

 

Bir fotoğrafta, Yaman ve ben parktayken çekmişti. Salıncakta oturuyorduk ikimiz de.

 

 

Biri ise Yamanla Rozaların evinde konuşurken çekilmişti. Birinde Yamanla bir gün dışarı çıkıp kaldırımda beraber yürürken çekilmişti. Biri, Yaman ve ben sarılırkendi. Bazılarında ben tektim. Bazılarında Yaman tekti. Yamanın dışarıda ormanlık bir alanda koşarken çekilmiş bir fotoğrafı vardı.

 

 

Her anım, her anımız vardı bu fotoğraflarda.

 

 

Kimdi bu adam?

 

 

Bizi bu kadar yakından takip eden adam kimdi?

 

 

K kimdi?

 

 

Derdi Yamanlaydı, benle bağlantısı neydi?

 

 

İpin ucu nasıl olmuştu da bana değmişti?

 

 

Yamanla derdi neydi?

 

 

Bana ne olacaktı?

 

 

Yanıp sönen ışık bir anda tamamiyle döndüğünde kafamı kaldırıp sönmüş ampüle baktım. Tekrar yanmasını bekledim. Yanmadı.

 

 

Elektriği kesmişti!

 

 

Karanlıktı. Oda tamamiyle karanlıktı. Karanlıktı.

 

 

karanlık, karanlık, karanlık.

 

 

Küf kokusu burnuma buram buram doldu.

 

 

Katanlıkta yapamazdım. Burada bir dakika dahi duramazdım. Bu kokuda, karanlıkta duramazdım. Nefes alamazdım ki ben burada.

 

 

Ben karanlıktan korkardım.

 

 

Ben karanlıktan çok korkardım.

 

 

Biliyordu. Karanlıktan korktuğumu biliyordu.

 

 

”Açın!” Diye bağırdım kapıya doğru. “Işığı açın! Karanlıkta duramam! Işığı açın!”

 

 

Geçmişin ipi ayaklarıma dolandı. O geceyi tekrar yaşadım. Küf kokulu karanlık bodrumda sabaha kadar kaldığım geceyi tekrar yaşadım.

 

 

”Aç ışığı!” Oturduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Dizlerimin üzerinde durduğumda ayağa kalkmaya çalıştım. Arkamdan bağlı ellerimle duvardan destek almaya çalıştım. Yerden kalkmaya çalıştım. Başaramasam da denedim. Ayağa kalkmayı başarıp dengede zar zor durduğumda ayaklarıma bağlı ipe rağmen ileri küçük bir adım attım. Dikkatle bir adım da diğer ayağımla attım. Bir adım daha attığımda dengemi koruyamayarak sertçe yere düştüm. Ellerim yere tutunduğunda kalçam acımıştı.

 

 

”Açın!” Dedim en sonunda ağlamaklı bir şekilsel kafamı kaldırıp kapının olduğu tarafa karanlığa bakarken.

 

 

”Karanlıkta kalamam! Açın ışığı! Burası çok karanlık!” Diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Dolan gözlerim boğazımda acı bir düğüm oluşmasına neden oldu. Çocukluğum geldi gözümün önüne. “Git” dedim kısık bir sesle ona. “Artık git.”

 

 

”Dolanma ayaklarıma, kapanma ayaklarıma, sarma bacaklarımı. Yok olup git. Gelme kapıma.” Dedim yalvarırı gibi bir sesle. Sol gözümden bir damla yaş düştü yanağıma.

 

 

”Senin yaşadıkların bugün boğazıma bir urgan gibi dolanıyor.” Derken sesim çatallı çıkmıştı. “Yaşadıkların bugün bile taze.” Derken çocukluğum, küçük Nefes bana sadece buruk bir tebessümle ellerini arkasında bağlamış bakıyordu. “Urganı çöz, nefes alayım. Adımı yaşatmama bir kez izin ver.” Dedim çaresizce.

 

 

Dizlerimin üzerine tekrar çıktığımda, dizlerimin üzerinde adımlamayı denedim ama yapamadım. Olduğum yere çöküp kaldım. Karanlıkta, ben yine baş başa kaldım.

 

 

Küçük Nefes, hala yaşadıklarına ağlıyor diye ben bu haldeydim.

 

 

Onun acısı ilk günkü kadar taze diye ben geçmişimle baş başaydım.

 

 

Karanlık, mumlarımla aydınlanmıyordu.

 

 

onu mumlarımla aydınlatıp korkutuculuğunu yitirtemiyordum.

 

 

Çünkü hayat, o mumu yakacak kibritimi de çakmağımı da çalmıştı benden.

 

 

”Açın ışığı!” Diye bağırdım gözlerimden yaşlar yanaklarıma süzülürken.

 

 

”Karanlıkla beni baş başa bırakmayın! Yutar o beni. Ben onunla savaşamam…” sonlara doğru sesim kısılmıştı.

 

 

Çaresizsin Nefes.

 

 

Teksin Nefes.

 

 

Sen yine, kanarsın Nefes.

 

 

Mahkumsun. Hep. Mahkumsun.

 

 

YAZAR ANLATIMIYLA;

 

 

Saatteler geçmişti. Gece yarısını geçeli çok olmuştu. Artık beş Haziran değildi. Altı hazirandı. Nefesin doğum günü bitmişti.

 

 

Yaş yirmi dört, ardında kocaman bir karanlıkla felaket olup gelmiş, Nefes be Yamanın üzerine üşüşmüştü.

 

 

Sanki hayat, bu kadar mutluluk size yeter demiş gibi kesip almıştı ikisinin de mutluluğunu. Birini karanlıkta bırakmıştı. Birini ise öteki olmadan nefessiz bırakmıştı.

 

 

Arabadaydı Yaman. Daha fazla oturarak Nefesten bir haber gelmesini beklememişti. Babasını ve İlyası atlatıp arabaya binmiş Boş yollarda geziniyordu. Aklında bir isim vardı. Onun bunu yapmış olabileceğinden şüphelendi.

 

 

Arabayı o isime doğru sürmeye başladı. Şu an gözü dönmüştü. Ne yapacağını kendisi bile kestiremiyorum. Saatlerdir Nefesten tek bir haber yoktu. Ne haldeydi, bilmiyordu. İyi miydi? Kötü müydü? Bir habersiz olmak Yamana nefes aldırmıyordu.

 

 

Eli sürekli olarak boğazına gidiyordu, nefesini kesiyorlardı.

 

 

Sevdiği kadın yoktu yanında. Bir saniye yanından ayırmayacağı kadın, yanında yoktu. Ondan çok uzaktaydı. Kalbi bunu her şeyiyle hissediyordu.

 

 

Yan koktuğa bıraktığı telefonunun ekranı parladığında kafasını çevirip telefonuna baktı. Uzanıp telefonunu aldığında genelde orada Nefesin olmasının ama şu an yokluğu bir kez daha sert bir tokat gibi yüzüne çarptı.

 

 

Bir nefes verdiğinde telefonuna döndü bakışları. Bir yandan arabayı kullanırken bir yandan da telefonun ekranını açtı. Mesaj kısmına girdiğinde kendisini arayan numaradan bir video geldiğini gördü. Videonun üzerine tıkladığında video oynamaya başladı.

 

 

Bir kamera kaydıydı. Ekran yeşil görüntüdeydi. Bu da demek oluyordu ki, karanlık bir odanın kamerasıydı. Bir kız vardı. Ayakları bağlı.

 

 

”Açın!” Diye bağırıyordu.

 

 

Sesinden tanıdı Yaman.

 

 

O kız Nefes’ti.

 

 

Olduğu yerde hareketlendiğinde arabayı kenara çekip durdurdu ve kaydı izlemeye devam etti Yaman.

 

 

”Nefes,” dedi sanki ona seslenir gibi.

 

 

”Açın ışığı! Karanlıkta kalamam!” Diye bağırıyordu kayıtta Nefes korkuyla.

 

 

Karanlıkta bırakmışlar, dedi içinden Yaman.

 

 

Nefesimi karanlıkta bırakmışlar

 

 

”O karanlıktan çok korkar.” Dedi Yaman fısıldayarak. Kaydı çaresizce izlemeye devam etti.

 

 

Nefes kayıtta ayağa kalkıyordu, ayakları bağlı olmasına rağmen ileri adım atıyordu ki üçüncü adımda yere düştü. Yamanın canı acıdı.

 

 

Dizlerinin üzerinde kalktı, yine denedi ilerlemeyi, ama yine düştü. Yamanın canı yine acıdı. Gözlerinin etrafının yandığını hissetti.

 

 

”Nefes,” dedi. “Nefes’im.”

 

 

”Açın ışığı!” Diye bağırıyordu Nefes.

 

 

”Karanlıkla baş başa kalamam! Yutar o beni. Onunla savaşamam…”

 

 

İçi cız etti Yamanın. O çaresiz ve ürkek sesini bile duymak, Yamanın içini titretti. Dudaklarından hasretli bir nefes döküldü. Eli ekrana uzandığında parmak uçları arkası dönük çaresizce karanlıkta kalmış Nefesin üzerine dokundu. İçli bir iç çekti.

 

 

Hasretti.

 

 

Fazlasıyla, bir türlü kavuşamadığına hasretti.

 

 

Bir mesaj düştü ekranın üstüne. Yamanın bakışları o mesaja kalktı.

 

 

“Karanlıktan korkuyormuş Karayel. Sen söyle, başka nelerden korkuyor? Onu korkularından uzak tutayım… k.”

 

 

”Lan!” Telefonu arabanın önüne fırlattığında direksiyonu öfkeyle yumruklamaya başladı. “Ecdadını siktiğimin evladı!”

 

 

”Orospu çocuğu!” Direksiyonu yumruklamaktan vazgeçtiğinde başını yorgunca direksiyona yasladı ve gözlerini yumup derin derin nefesler aldı.

 

 

Kafasını kaldırdığında telefonunu attığı yerden geri aldı ve numarayı arayıp hoparlöre aldı ve bacağının üzerine bırakıp arabayı tekrar çalıştırdı.

 

 

Çalan telefon açıldığında, “Yamancığım.” Dedi Telefonun ucundaki k.

 

 

”Bana bak beynini siktiğimin iti! Nerdesin?” Dedi Yaman sakin bir tavırla.

 

 

”Beni bulamadın mı yoksa, ama zaman daralıyor Yaman Karayel. Ayrıca, çok kırıldım. Beni nasıl tanımazsın?” Dedi ses onu uyuz etmek isteyerek.

 

 

”Kimsin söyle?” Diye sordu sakinlikle arabayı Trabzon hapishanesine doğru sürerken.

 

 

”K. Biraz düşün, aklını zorla. Hem tekrar hatırlatıyorum, zaman daralıyor. Ben sabırsız bir adamım yirmi dört saat bekleyemem. Acıkmış mıdır sence? Ona kendi ellerimle yemek yedirmeli miyim acaba? Saçlarına dokundum biliyor musun? Yumuşaklardı. Bu arada ona yakından bakma fırsatı yakaladım. Allah var, işini biliyorsun ha, karayel. Çok güzel kız.”

 

 

”Senin dalağını söker götüne montalarım göt evladı! Ona dokunma! O-n-a dokunma!” Diye gürledi Yaman sıktığı çenesinde beliren damarlarla direksiyonu tüm gücüyle sıkıca kavramışken.

 

 

”Şş sakin ol Yaman Karayel. Sinir insanın ömründen on yıl alıyor diyorlar. Az takip et şu sosyal medyayı.”

 

 

”Evliyadına soktuğumun puştu! Seni bir elime geçireyim, dinlene dinlene geberteceğim. Bekle!”

 

 

Telefon kapandığında sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu Yaman. Ama beceremiyordu. Yapamıyordu.

 

 

Arabayı Hapishanenin kapısının önüne park ettiğinde arabadan indi. Görüş saati değildi. Ama avukatını aramış, acilen Selim Soykan ile görüşme ayarlamasını istemişti. Avukat hapishanenin kapısının önünde uykulu bir halde elinde çantasıyla Yamanı bekliyordu. Bu saate görüşme ayarlamak kolay olmamıştı, hapishane müdürüyle özel olarak görüşmüş, güç bela izin almıştı.

 

 

”Hadi avukat.” Dedi Yaman eliyle büyük demir kapının girişini gösterirken. Kapının iki kapanında nöbet tutan jandarmalara döndü avukat. Jandarmalardan biri gelip demir kapıyı açtığında Yaman avukattan önce içeri adımladı. Ardından avukatı kapıdan içeri girdi ve hapishaneye doğru ilerlemeye başladılar.

 

 

“Yaman bey, bu saatte neden burada olduğumuzu sorabilir miyim acaba?”

 

 

”Soramazsın avukat.”

 

 

”Neden?”

 

 

”Bu da bir soru avukat.”

 

 

”Ama yaman bey, saat gecenin iki buçuğu.” Dedi avukat.

 

 

”Saat sabahın beşi olsun avukat, bi bok farketmez.”

 

 

”Peki Yaman bey.”

 

 

”Aferin avukat.”

 

 

Hapishane koridorundan içeri girdiklerinde gardiyan önce Yamanın üstünü aradı. Avukatın da üstünü aradıktan sonra onları tek kişilik görüş odasına götürdü. Yaman görüş odasından içeri girdiğinde avukat dışarıda kalmıştı. Masanın iki tarafında olan sandalyelerden birine oturdu Yaman. Dirseklerini masaya yasladı, ellerini saçlarının arasından geçirip kafasını önüne eğdi ve büyük bir sabır diledi.

 

 

Beş dakika kadar sonra odanın kapısı açıldığında uykusundan uyanmış gözleri hala yarı kapalı üzerinde siyah bir pijama takımı ve ayaklarında klasik erkek terliği olan Selim Soykan girdiğinde Yaman kafasını kaldırıp ona bakma tenezzülünde bulunmadı. Selimin bakışları Yamanı bulduğunda kaşları şaşkınlıkla çatıldı. Bu saatte burada ne işi olduğunu anlayamadı.

 

 

Gardiyan selimin elinden kelepçeleri çıkarıp onu odaya bıraktığında kapıyı kapatıp kapının önünde beklemeye başladı. Selim sarsak adımlarla masaya doğru ilerledi ve demir sandalyeyi yerde sürüyerek geriye çekip oturdu.

 

 

”Burada ne işin var, Yusuf’un oğlu?” Diye sordu uyku mahrumu bir sesle.

 

 

”Nefes kaçırıldı, Soykan.” Dedi Yaman kafasını kaldırmadan aynı duruştayken.

 

 

Dudakları aralandı Selimin. “Ne demek Nefes kaçırıldı?”

 

 

”Şaşırmadın.” Dedi Yaman.

 

 

”O kız umrumda değil de ondan.” Dedi Selim rahat bir tavırla.

 

 

”Nefes kaçırıldı.” Dedi Yaman bir kez daha.

 

 

”Anladım.” Dedi Selim. “Sen neden geldin?”

 

 

”Nefes kaçırıldı.” Dedi tekrardan Yaman.

 

 

”Kıt kafalımısın lan sen? Anladık diyoruz, anladık.” Dedi selim.

 

 

Kafasını kaldırdığında kafasını bir sağa bir sola eğerek kütletti Yaman.

 

 

”Senin kızın, Soykan. O bir Soykan. Nefes Soykan. Ve kaçırıldı.” Dedi Yaman sabır çekerek.

 

 

”O hiçbir zaman bizim asil kanımızı taşıyamadı. Sahte Soykan.”

 

 

”Senin asil kanına soksunlar.” Diye mırıldandı Yaman.

 

 

”Kızının senden başka düşmanı yok.” Diye açıkladı Yaman.

 

 

”Sen varsın.” Dedi selim Soykan. “Benden daha büyük bir yarasın onda.”

 

 

”Onun en büyük düşmanı sensin Soykan. Senden başka ona zarar vermek isteyen biri yok.” Emindi Yaman, bu işte selimin parmağı vardı.

 

 

”Kendi düşmanlarına da dönüp bakmalısın Karayel.” Dedi Selim imalı bir şekilde. “Gün gelir ayağına dolanırlar. Canını yaktıklarına dikkat et.”

 

 

Anlamadı Yaman. “Ne saçmalıyorsun?”

 

 

”Yapma şimdi, tek düşmanın ben değilim ya. Yakmışsındır illaki başka birilerinin canını daha.”

 

 

”Nefesi sen kaçırdın!” Diyerek elini masaya sertçe vurduğunda yaman masa titredi.

 

 

”Kızını sen kaçırdın! Ondan intikam almak için! Seni bu dört duvara tıktı diye ondan intikam almak istedin! O it senin adamın!” Sandalyesini bir hışımla yere ittiğinde ayağa kalktı Yaman. “Onun karanlıktan korktuğunu en iyi sen biliyorsun!” Diyerek selimi masanın üzerinden uzanarak iki yakasından tutup oturduğu yerden bir hışımla kaldırdığında neye uğradığını anlamayan Selim yakasını tutan ellere sardı ellerini.

 

 

”Nerede?! Nefes nerede?!” Selimi masanın oradan çıkardığında onu duvara doğru iteledi ve duvara yapıştırıp dirseğini duvar ve selim arasına yerleştirdiğinde selimi boğmaya başlamıştı.

 

 

”Söyle! Nefes nerde?! Nereye sakladın onu! Söyle!” Artık gözü dönmüştü. Öyle bir öfke vardı ki, damarlarında akan kan gibiydi. Tüm öfkesini selim Soykan’dan çıkarıyordu.

 

 

”Seni öldürürüm! Seni öldürürüm!” Diyerek bir yumruğunu selimin suratına indirdiğinde yakasından tekrar kavrayarak bir diğer yumruğunu daha diğer yanağından geçirdi. Yakasından tekrar tutuğunda onu duvardan geriye çekerek masanın üzerine yatırdı ve yumruklarını suratına ardı ardına indirdi. “Nefes nerde! Söyle! Orospu çocuğu söyle! Kızın nerde?!”

 

 

”Yardım edin!” Diye bağırdı Yamanın elinden kurtulmaya çalışan Selim. “Yardım edin!”

 

 

”Söyle lan!” Diyerek selimi yere fırlattığında yaman sandalyeyi iki eliyle tutup havaya kaldırdı. Sandalyeyi tam selimin üzerine fırlatacağı esnada sertçe açılan odanın kapısı ve içeri giren iki gardiyan hızla Yamanın dibinde bitip, “Sandalyeyi bırak!” Diye emirde bulundular.

 

 

Sandalye havada kalmışken yaman onu yere bıraktı. Gardiyanlardan biri gelip onu iki kolundan tutup ellerini arkadan anında kelepçelediğinde nefes nefeseydi Yaman.

 

 

”Sen yaptın.” Dedi gardiyan onu kolundan tutarak ileri doğru itelediğinde. “Sen yaptın it evladı. Kendi kızına sen acımadın.” Gardiyan onu odadan çıkardığında avukatın tüm çırpınışları tersi oldu. Gardiyanlar Yamanı hızla karakola naklettiler.

 

 

Polisler Yamanı nezarete attıklarında Yamanın yapacak hiçbir şeyi yoktu. Yarın akşama kadar içeride kalmak zorundaydı.

 

 

Yamanın tutuklandığı haberini alan Çınar hızla karakola geri dönmüştü. Nezarethaneden içeri girdiğinde bakışları anında parmaklıklar ardındaki Yamanı buldu.

 

 

”Lan sen ne bok yedin?”

 

 

Kafasını kaldırıp Çınarı gördüğünde oturduğu yerden hızla kalktı Yaman. “Nefesten bir haber var mı?” Diye sordu parmakları demir parmaklıkları sardığında.

 

 

”Nasıl çıkacaksın buradan?” Diye sordu Çınar.

 

 

”Nefesi buldun mu?” Diye sordu Yaman.

 

 

”Bulamadık. Ama arıyoruz.”

 

 

”Bulamadıysan ne işin var burada?” Diye sordu Yaman.

 

 

”Senin haberini aldım.” Dedi Çınar.

 

 

”Beni buradan çıkar.” Dedi Yaman. “Çabuk beni buradan çıkar. Nefesi bulmam gerek, ne halde bilmiyorum, ona ne yaptılar bilmiyorum. Nefes nerede bilmiyorum. Beni buradan çıkar Çınar.”

 

 

Kafasını iki yana salladı Yaman. “Seni bu gece çıkaracaklarını sanmıyorum.”

 

 

”Polis değil misin oğlum? Çıkar lan beni buradan.”

 

 

Sessiz kaldı Çınar.

 

 

”Nefes’e gitmem gerek.” Dedi Yaman çaresiz bir sesle. “Nefes’e gitmeme gerek. Karanlıkta bırakmışlar onu, o karanlıktan çok korkar. Canını yakacaklar onun, hissediyorum. Hissediyorum canım yanıyor. Canımın canımı yakacaklar, Nefes’imin canını yakacaklar. Gitmem gerek. Onu benim bulmam gerek, ben onu bulmazsam o kaybolur, yolunu kaybeder, gelemez. Benim gitmem gerek.” Derken sesi kısıktı.

 

 

Olduğu yere artık dayanamayarak çöktüğünde, “Yaman.” Diyerek Çınar da yere çömeldi.

 

 

”Nefes yok. Saatler oldu ve Nefes yok. Ben o olmadan nefes alamam. Bir saniye duramam. O yok, kafamı çevirdiğim yerde Nefes yok. Ben onsuz yaşayamam. Gözümün baktığı yerde Nefes yoksa ben yaşayamam. Dünya dar gelir bana.” Derken boşluğa bakıyor, kendinde değildi Yaman.

 

 

”Nefesi kaçırdılar. Benim Nefesimi, benim güzelimi, benim deniz kızımı, benim deniz gözlümü. Karanlıkta bırakmışlar, Nefesi karanlıkta bırakmışlar. O çok korkar karanlıkta. Duramaz ki…” sesi ağlamaklı çıkmıştı.

 

 

”Yapamaz ki karanlıkta. Nefes karanlıktan çok korkar, Çınar. Ben olmazsam beş saniye duramaz o karanlıkta. Ben yokum ki yanında. O ne yapacak orada bir başına. Ellerini ayaklarını bağlamışlar, benim bakmaya kıyamadığımın ellerini ayaklarını bağlamışlar…”

 

 

Ne diyeceğini ne yapacağını bilmiyordu Çınar. Arkadaşının bu haline açılmaktan, üzülmekten başka elinden bir şey gelmiyordu.

 

 

”Saatler oldu, Nefesten tek bir iz yok.” Diye sayıkladı.

 

 

”Koruyamadım. Sahip çıkamadım. Sevdama da sevdiğime de sahip çıkamadım. Korumayı beceremedim. Gözümün önünden alıp gittiler onu, engel olamadım. O şimdi nerede olduğunu bilmediğim bir yerde tek. Karanlıkta, yalnız. Nefes yok! Nefes yok lan! Nefes yok! Nefes yok! Nefes yok!”

 

 

Sertçe parmaklarını saçlarımın arasından geçirdiğinde oturduğu yerden kalktı. Kendi etrafında dönmeye başladığında, “Dokunmuş lan!” Diye gürledi. “Benim bakmaya kıyamadığıma dokunmuş! Saçlarına dokunmuş! Nefesime dokunmuş!” Duvarın köşesindeki tahta oturağa öfkeyle ilerlediğinde “lan!” Diye bağırarak sert bir tekme geçirdi.

 

 

”Selim kaçırdı!” Dedi. “O orospu çocuğu kaçırdı! Evliyadını siktiğim kaçırdı!”

 

 

”Yaman sakin! Sakin ol!” Diye onu durdurmaya çalıştı Çınar ama nafileydi. Ard arda kaç kere o oturağı tekmeledi Yaman.

 

 

Gözleri hem uykusuzluktan hem de ağlama hissiyle yanıyordu. Saat oldukça geçti.

 

 

Oturağın bir ayağı kırıldığında boşluğa düştü.

 

 

”Yeter lan!” Diye bağırdı Çınar. “Bir sakin ol! Sıçtırtma belana!” Nezarethaneden içer bir polis girdiğinde Çınar eliyle yamanın içinde olduğu nezaretin kapısını açmasını emretti ve adam hızla o kapıyı açtığında Çınar onu geri iterek nezaretten içeri girdi.

 

 

”Sakin ol!” Diyerek öfkeden deliye dönmüş Yamanı iki kolundan tutarak kendine çekip ona sıkıca sarıldı.

 

 

”Nefes yok.” Dedi Yaman artık yorgunla kafasını çınarın omzuna yasladı. “Kaçırdılar onu… karanlığa bıraktılar. Onun karanlıktan korktuğunu bir ben bir de selim biliyor. O kaçırdı.” Dedi. “O kaçırdı Nefesimi. Canını yakacak. Biliyorum, hissediyorum. Ona zarar verecekler. Gitmem gerek, yetişmem gerek. Geç kalamam. Nefese geç kalamam. Çok ağlar sonra, yetişemedim diye. Çok üzülür, ben ona yetişemedim diye daha çok yanar canı. Gitmeliyim, Nefesime.” Kalbi Nefesti, ve kalbi fazlasıyla acıyordu.

 

 

”Çok narindir benim Nefesim. Çok çabuk incinir. Onun en ufak şeye dolar uğruna ölebileceğim gözleri. Nazlıdır da, ürkektir. İncitirler benim nazlı güzelimi. Kıyarlar ona, o dayanamaz daha fazlasına. Zaten yandı canı, daha çok kıymasınlar benim deniz gözlüme.” Geri çekildiğinde Çınarın gözlerine yalvaran baktı.

 

 

”Çıkar beni buradan Çınar. Deniz kızına gitmem gerek, ölürüm.” Dedi yalvararak. “O yok ve ben nefes alamıyorum. Nefesim yok, nefes alamıyorum.”

 

 

”Yürü.” Dedi Çınar çıkışı göstererek. “Çıkıyorsun.”

 

 

”Nasıl?” Diye sordu Yamanın afallamış sesi.

 

 

“Ben karakolun müdürüyle konuşur hallederim durumu, sen çık.” Dedi Çınar dostane bir tavırla.

 

 

”Sağol kardeşim.” Dedi Yaman. Ve arından bir saniye dahi beklemeden nezaretten çıktı. Arkasından öylece bakakalan Çınarın dudaklarından dökülen kekimeleri, Yamanın duymaması sanki bir zarar gibiydi.

 

 

”Geç kalmamışsındır,” diye mırıldandı Çınar. “Büyük sevdana.”

 

 

NEFES SOYKAN ANLATIMIYLA;

 

 

Zaman kavramım tamamiyle yok olmuştu. Saat kaçtı bilmiyordum. Sabah mıydı yoksa gece miydi? Fikrim yoktu. Tek bildiğim, uzun bir süredir karanlıkta kaldığımdı. Işıksız bir odada ne kadar zaman geçirdim, en ufak bir fikirim yoktu. Düştüğüm yerde uzanmış, ayaklarımı kendime çekmiş, kafamı da içime çekmiştim. Gözlerimi sıkıca yumarak ağlamaktan başka bir şey yapamamıştım.

 

 

Ben en çok karanlıkta kaldığımda ağlardım.

 

 

Çünkü karanlık, en savunmasız olduğum andı.

 

 

Gözlerimi, karanlığı unutmak için yummuş, uyumak istemiştim. Ama gözüme bir damla olsun uyku girmemişti. Burası çok soğuktu. Sanki ışık söndükten sonra daha da bir soğuk olmuştu. Üşüyordum, çok üşüyordum. Parmak uçlarımın soğuktan sızladığını hissediyordum. Ayaklarımda bir uyuşma vardı. Burası çok soğuktu. Dayanabileceğim bir soğukluk değildi. Bu soğuğun kaynağı neydi bilmiyordum, ama çok soğuktu. Uzandığım betonun üzerinden kalkamamak ise daha da çok üşümeme neden oluyordu.

 

 

Ben soğuktan nefret ederdim.

 

 

Karlı bir kış gecesi kapının önüne üzerimde incecik pijamalarla ayaklarımda terlik bile olmadan atıldığımda ve sabaha kadar o kapının önünde karların üzerinde oturup sert soğukla beraber sabahladığımda, ben soğuktan da nefret ettim.

 

 

Ve benim vücudum, asla ısınmayacak kadar soğuktu, bir daha asla ısınamadım. Kaç kat giyinirsem giyineyim, asla, ısınamadım.

 

 

”Açın ışığı.” Derken artık nefesim de soğuktu ve benim, mecalim kalmamıştı. Ne kadar zamandır burada ışığı açsınlar diye onlara bağırıyor, yalvarıyordum bilmiyordum. Ama tek bildiğim, artık bağırmaktan dilim damağımın kurumuş olmasıydı.

 

 

Demir paslanmış kapının gıcırdayarak açıldığını duyduğumda gözlerimi açmak istemedim. Gelen yine oysa, o iğrenç suratını görmek istemedim. Kapı sonuna kadar açıldığında bana doğru gelen adım seslerini duydum. Üzerime düşen küçük bir ışık kırıntısı vardı.

 

 

“Uyudun mu?” Diye soran sesin tanıdık olması canımı sıkmıştı.

 

 

Bir adım daha atarak bana yaklaştığında yere eğildiğini üzerimde düşen gölgeden anlamıştım. Yerden bir tepsinin bırakılış sesi geldiğinde, gözlerimi açmak istedim ama açmadım. İnatla direttim.

 

 

”Acıkmış olacağını düşündüm, sana yemek getirdim. Sevebileceğini düşündüm.” Sesi fazlasıyla yakınımdaydı.

 

 

”Uyumadığını biliyorum, Nefes. Aç şu gözlerini. Bak ben gerçekten sabırlı bir adam değilimdir.”

 

 

”Kaliteli bir it olduğun kesin.” Diyerek kafamı sokulduğum yerden kaldırdığımda yumduğum gözlerimi açtığımda, odanın açık kapısından gelen ışık hüznesi kadar açıktı görüş alanım.

 

 

”Ayıp ediyorsun, sana en konforlu şekilde bakıyorum. Elin sıcak sudan soğuk suya değmiyor.” Derken yalandan dudak büzdü.

 

 

“Puşt.” Diye bir küfür savurdum sessizce.

 

 

”Seninkini tutuklamışlar.” Dediğinde kimi kastettiğini anlamıştım ve kaşlarım anlaşmazlıkla çatıldı.

 

 

”Ne?”

 

 

”Hapishaneye gidip babanı dövmüş.” Dedi bilmiyorum dercesine bir sesle. Beni iki kolumdan da tutarak doğrultup oturur bir pozisyona getirdiğinde ayağa kalkarak arkama dolandı ve tekrar diz çöktüğünde bileğimdeki ipi çözmeye başladı.

 

 

”Neden?”

 

 

”O kadarını bilmiyorum.” Dediğinde bunun bariz bir yalan olduğu sesine de yansımıştı.

 

 

Ellerimi çözdüğünde uzun zamandır sıkıca bağlı olan ellerimi kendime çektiğimde bileklerimdeki ip izlerini ve kızarıklıkları gördüm. Bileklerimi ovaladığımda bakışlarım yanımdaki tepsiye değdi. Tabakta gördüğüm şey ile gözlerim irice açılırken sertçe yutkundum.

 

 

”Kapuska.” Dedi yanımdaki sesi.

 

 

kapuska, uğruna dayak yiyip küf kokan bodruma karanlıkta kapatıldığım yemek.

 

”Seversin diye düşündüm.” Demesi kanıma dokundu.

 

Hakkımda bir çok şey bildiği kesindi. Bunu nereden biliyordu bilmiyorum ama, kapuskadan nefret ettiğimi, karanlıktan korktuğumu çok iyi biliyordu. Hakkımda başka ne biliyordu bilmiyordum ama, şu an bu yemeği yememek, ona zafer kazandırtacaktı.

 

“Güzel yemektir, bol limon sıktırdım.” Dediğinde ters bakışlarım ona döndü.

 

”Çok severim,” dedim sahte bir gülüşle. “En sevdiğim yemektir.”

 

”E hadi, ye de göreyim.”

 

Tepsiyi tiksinerek kendime doğru çektiğimde elim tepsideki çatala gitti.

 

Zaaflarınla oynamasına izin verme, Nefes.

 

Zayıf yanlarını kimseye belli etme Nefes.

 

O yemeği ye Nefes.

 

Güçsüz görünme Nefes.

 

Bazen nefret ettiğin ve korktuğun şeylerin üzerine gitmek gerekirdi. Sana kötü şeyler hatırlatsa da, inatla kendinden emin adımlarla üzerine gitmek gerekirdi. Çünkü hayat, seni daima o taraflarından vururdu. Vurmak için her yolu denerdi.

 

Bu yemeği şimdi kendi isteğimle yemezsem, bana zorla yedireceğini biliyordum. Bunu yapardı, çünkü tepemdeki bu adamın tek derdi bana acı çektirmekti. O yüzden şimdi bu yemeği kendi rızamla yiyecektim. Başka yolu yoktu. Ben yemediğim müddetçe bu yemek gözümün önünden gitmeyecekti.

 

Çatalı yemeğe bastırdığımda midemde yükselmeye başlayan bir bulantı vardı. İçim kocaman bir huzursuzlukla dolmuşken, çatalı güçlükle kendime doğru çevirdim.

 

”Allah’ım.” Dedim sessizce. Çatalı ağzıma doğru götürürken gözlerimin dolduğunu farkettim. Şuan hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Dudaklarımı araladığımda çatalı ağzıma götürdüm. Kapuskanın zehir tadı ağzıma yayıldığında, iğrenerek çiğnemeye başladım. Her bir çiğnememde midem biraz daha bulandı. İçim almadı. Gözümün önünde o gece canlandı.

 

çatalı tekrar tabağa götürdüğümde, dolan gözümden bir damla yaş, yanağıma süzüldüğünde bu benim için büyük bir acıydı. Bir çatal daha o yemekten ağzıma götürdüğümde gözümden bir damla yaş daha süzüldü. Yemeği ağzımın içinde çiğnerken daha da arttı midemin bulantısı. Yuttum. Zorla.

 

Derin bir nefes verdiğimde, çatalı tutan elim titredi.

 

Affet beni küçük Nefes.

 

Günaha fazlasıyla bulanmışım.

 

Bir lokma daha zorla ağzıma götürürken daha fazla bünyem buna dayanamadı. Sesli bir şekilde öğürdüğümde çatal elimden düştü ve olduğum yere kustum. İçimde ne var ne yoksa boşalttığımda, elim göğsüme gitti.

 

”Kızım ne yaptım ya?!” Diyen sesi kulağımda yankılandığında, tabağın yanında tepsideki peçeteyi alarak ağzımı sildim.

Yanıma gelip beni kollarımdan tutarak geriye çekti.

”Ayaklarımı çöz.” Dedim.

Vücudum fazla soğuktan titremeye başlamıştı. Bu kadarına iyi bile dayanmıştım. Akan burnumu çektiğimde, elimle gözümden akan yaşı sildim.

”Sana ayaklarımı çöz dedim!” Diye bağırdım kafamı kaldırıp suratına sert bir ifadeyle bakarak.

Sıkıntılı bir nefes verdiğinde önümde diz çökerek ayaklarımdaki ipi çözdü. Ellerim çözülüydü, kendim de ayağımdaki ipi çözebilirdim. Ama nasıl bağladıysa öyle çözmeyi bilecekti.

“Bir kez daha soruyorum, kimsin?” Diye sorduğumda gözlerimin etrafı yanıyor, göz yaşlarım tekrardan akmak için an kolluyor bakışlarım ise tabaktaki o yemekten ayrılmıyordu.

Kabuslarımdan asla kurtulamayacağımı bir kez daha hatırladım. İnsan oğlu, hep en çok neyden nefret ediyor ve neyden korkuyorsa en çok onunla sınanırdı. Sınandığım şeyler çoktu. Her geçti dediğimde, hayat beni tekrar onlardan vuruyordu. Bundan asla vazgeçmiyordu.

En son çok küçükken yediğim ve bana zehir olan o yemeği bugün tekrar karşıma getirmişti, unutma der gibi.

Karanlıkta bırakmıştı beni, asla oradan çıkamayacaksın der gibi.

”Kim olduğumun ne önemi var?” Dedi üzerimdeki gölgesiyle.

Sıkıntılı ve artık takatim kalmamış bir nefes verdim.

”Kimsin?” Diye sordum direterek tekrardan.

Soruma cevap verecekmiş gibi bana baktığında, “Sevdiğin adamın maçta dövüp yoğun bakımlık ettiği adamın abisiyim.” Dedi.

Gözlerim şaşkınlıkla irice açılırken, dudaklarım aralandı.

”Boranın abisisin?” Diye bildim şaşkınlıkla. Kafasını sallayarak sırtını bana döndüğünde, “Vural Karahanlı.” Dedi.

”Kardeşinin intikamını almak için çareyi beni kaçırmakta mı buldun?” Diye sordum gözlerimi kısarak sırtı hala bana dönükken ona bakarak.

”Yaman Karayelin en kıymetlisisin, sana zarar vermek demek onun canını en derinden yakmak demek…” dediğinde hayretle kaşlarımı çattım.

”Ben Yaman Karayelin hiçbir şeyi değilim. Onun beni önemsediğini sanıyorsan çok yanılıyorsun. O sadece bana yaptıklarının pişmanlığını yaşıyor.”

Gözlerim açık kapı ve onun arasında gidip geldi. Ellerim ve ayaklarım çözülüydü ve kapı da açıktı. Kaçmak için en doğru andı. Şimdi kaçamazsam, daha sonrasında elime bir fırsat gelemeyebilirdi.

Oturduğum yerden sessizce ve çok az bir hareketle yakalandığımda, gölgemi hissetmesin diye tam bedeniyle aynı hizada duruyordum. Dudaklarımı sıkıntıyla birbirine bastırdığımda kapıya doğru bir adım attım. Bir adım daha attığım sırada, “Kaçma girişiminde bulunman saçmalık.” Diyen sesinden bana döndüğünü anladığımda tepsideki çatalı hızlı bir hamle ile eğilip aldığımda ve yönümü ona dönüp çatalı omzuna ani bir refleks ile batırdığımda dudaklarından dökülen acı dolu iniltiyle eli çatalın batılı kaldığı omzuna gittiğinde, “Beni bir yere tıkılı tutabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun. Ben her zaman bir yolunu bulur, kaçarım.” Diyerek ayağımı kaldırıp tam karnına sert bir tekme atıp onun geriye doğru sendelemesine neden olduğumda hızla arkama döndüm ve bu küf kokan odadan çıkarken kapıyı arkamdan kapattım ve var gücümle koşmaya başladım.

koridorun sonundaki merdivenleri çıkmaya başladığımda arkama bakmamaya çalışıyordum. Merdivenleri çıktığımda, duyduğum bir kaç erkek sesi durmama neden oldu. Bakışlarım etrafa değdiğinde burasının terk edilmiş eski büyük bir depo binası olduğunu gördüm. Kafamı öne doğru eğdiğimde deponun içerisinde, ileride küçük bir masamın etrafındaki taburelere oturmuş, çay içen bir kaç tane takım elbiseli adamı gördüm.

Onlara görünmeden nasıl kaçacağımı düşünürken, alt kattaki kapının açıldığını duyduğumda sonrasını hiç düşünmeden tam karşımdaki kapıya doğru koşmaya başladım. Yerdeki beton parçaları ayaklarıma batsa dahi bunu önemsemeden koştum.

“Lan! Kız kaçıyor!” Diyen birinin sesini duyduğumda hızla kapının kolunu tutup kapıyı geriye çekerek açtım ve kendimi dışarı atarak koşmaya devam ettim. Çıplak ayaklarıma batan taşlar koşmamı engelliyor, canımı yakıyordu. Ama durmadım. Koşmaya var gücümle devam ettim.

Beni Yamandan intikam almak için kaçırmıştı. Yamanın en değerlisi olduğumu düşünüyordu, bana zarar vermenin onun canını yakacağını düşünüyordu. Bana zarar vereceğini açık açık dile getirmişti. Birinin intikamının daha kurbanı olmayacaktım, olamazdım. Birileri birinin canını yaksın diye yine harcanan ben olmayacaktım. Canımı daha fazla yakmalarına izin vermeyecektim.

zaten daha ne kadar harcanabilirdim ki? Yeterince yok olmamışmıydım? Sakat canımdan başka neyim kalmıştı? Hiç bir şeyim.

”Bir adım daha gidecek olursan sonuçları senin için çok ağır olur Soykan!” Diyen Vuralın sesi kulağıma ardımdan ulaştığında koşarken kafamı çevirip ona baktım. Hızlı adımlarla bana doğru koşarken ardında adamları da vardı.

”Nefes!” Diye bağırdığında onu dinlemeden koşmaya devam ettim. Nereye gittiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Soluk soluğa koşmak dışında ne yapabilirdim? Peşimdeydi beni her an yakalayabilirdi.

Lütfen beni bul, Yaman.

Bu cehennem çukurundan tek başıma çıkamam. Yine gel ve yine beni içinde bulunduğum bu cehennem çukurundan çıkar. Bir kere yaptın, yine yap.

Senden başka kimsem yok, senin herkesin var, ama benim kimsem yok. Herkesim ol gel, beni bul. Duy sesimi, işit kalbimi, ve beni bul… lütfen.

Çünkü içimde çok kötü bir his var.

sanki… bu bir sonmuş gibi… sonu zifiri bir karanlıkmış da ben ona doğru koşuyormuşum gibi.

Ayağım bir taşa takıldığında dizlerimin üzerine düştüm. Dudaklarımda küçük bir inilti koptuğunda düştüğüm yerden kalkmak için hareketlendiğimde bir el beni sertçe kolumdan tutu. Kafamı kaldırıp kolumu tutan elin sahibi ile göz göze geldiğimde, yutkundum.

”Bırak,” dedim. “Beni bırak.”

Kolumdan tutarak beni düştüğüm yerden tek hamlede kaldırdığında, parmakları kolumu sıkıca kavramıştı. “Yalvarırım bırak.” Dedim kolumu tutan elinden kurtulmaya çalışırken. Önüne döndüğünde ve sert adımlarla yürümeye başladığında gitmek istemememe rağmen peşinden gidiyordum. “Bırak!” Gitmemek için direnirken peşinde sürünmeye başlamıştım.

”Yapma! Bırak beni! İntikamını başka yolla al!” Bir intikam alınmasını asla istemiyordum. Ama alınacaksa eğer, artık benim canım yanmasındı.

Tüm çırpınışlarım yersizdi. Gece sabaha çalınmak üzereydi, ve ben hala burada, bu adamın elimdeydim. Ve kaçmayı başaramamış, yine eline düşmüştüm. Ve içimde büyük bir korku vardı. Sanki bir şey olacaktı, içim içimi yiyordu. Beynimin içinde sesler susmak bilmezken kolumu sıkıca tutan adam tarafından az önce kaçmak umuduyla koştuğum yolların üzerinde zorla yürütülüyordum ve çıktığım o binaya geri götürülüyordum.

Gözlerimden yaşlar akarken adamları da bizim peşimizden geri geliyordu.

Eski depodan içeri geri girdiğimde Vural kolumdan sertçe çekiştirerek beni ileri doğru fırlattığında dengemi sağlayana kadar sendeleyerek deponun içinde bir kaç adım ilerledim. Dengemi sağlayıp ayakta durduğumda iki adamın gelip beni kolumdan tutması bir olmuştu. Beni vuralın olduğu tarafa doğru döndürdüklerinde, Vural geride kalan iki adama baktı.

”Bir sandalye getirip şunu sıkıca bağlayın. Bir de iyi kesen bir makas.” Dediğinde makasla ne yapacağını bilmediğim için kaşlarım çatıldı.

Diğer iki adam sandalye getirmeye gittiğinde kolumdan tutan adamlar beni hiç bırakacak gibi durmuyordu.

Bir kaç dakika sonra iki adamlardan bir elinde sandalye biri de makas ve ip ile depodan içeri geri girdiklerinde sandalyeyi tam karşıma bıraktılar. Kolumdan tutan adamlar beni sandalyeye zorla oturduklarında, hareketsizce durmaktan başka bir şey yapamadım. Kaçamazdım. Etrafımda bunca adam varken onlardan kaçamazdım.

Adamın biri sandalyenin arkasından ellerimi bağlarken, biri de eğilmiş ayaklarımı sandalyenin ayaklarına bağlıyordu. Elimi bağlayan adam geriye çekildiğinde diğeri de yerden doğrularak kalktı ve geriye çekildi.

Vural tam karşıma geçtiğinde, elinde tutuğu makası gözümün içine baka baka salladı.

”Şimdi bu makasla ne yapacağımı merak ediyor olmalısın, Nefes.” Dediğinde makası bir kez daha salladı.

Derin soluklar alıp verirken halsizce ona bakıyordum.

”Bir kuş geldi, kulağıma öttü. Dedi ki; Nefes saçlarının kesilmesinden nefret eder, bu onun için canını almakla bir. Dedi.” Dudak büzdü Vural. “Makas değmemiş saçına bu zamana kadar, kırıkların vardır. Alınmalı.”

Duyduklarım karşısında zorlukla yutkunduğumda, “B-bunu sana kim söyledi?” Diye sordum çatık bir sesle.

”Saçlarınla derdi olan biri, sanırım.” Dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm.

”Babam…” diye mırıldandığımda bakışlarım yere mıhlanmıştı. Genzimde bir yanma oluştuğunda algılamak zor geldi bir an için.

”Babanla bir anlaşma yaptık, Nefes Soykan.” Dediğinde Vural, sesi bana oldukça uzaklardan ulaştı. “O senden onu içeri tıkmanın intikamını alacaktı ben de Yamandan kardeşimin intikamını. İyi bir para aldım bu iş için. Babanla bir plan yaptık ve planımız tıkır tıkır işledi.”

”Gerçi anlamadım. Bir baba kızından neden intikam almak ister, neden bu kadar nefret eder. Babanın gözlerinde sana karşı gerçek bir nefret vardı. Bu benim bile içimi titretti. Beni o buldu biliyor musun? Peşime adam takmış, beni bulmuş. Sırf senin için.”

Benim babam, bana mezar kazmış, kefenimi hazır etmiş.

”Yine, beni yakmayı seçti, diri diri…” gözlerimden yaşlar süzüldüğünde, bir hıçkırıkla inip kalktı göğsüm.

Babam, beni yok etmeyi kafaya çoktan koymuştu. Bende ne varsa benden alacaktı. Beni yok edecekti. Ölümü boynuma dolayacaktı.

Ben buradan sağ çıkmayacaktım.

kabullen Nefes, ölmek sana çok yakışır.

”Ölmemi istedi, değil mi?” Diye sordum kafamı kaldırıp tepemdeki Vural’a baktığımda.

Kafasını iki yana salladı. “Ölmek, anlaşmamızda yok.”

O söylemişti, karanlıktan korktuğumu, kapuskadan nefret ettiğimi ve saçlarımın kesilmesinden nefret ettiğimi.

Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor sandığım babam, doğum günümü bile bilmeyen adam, en sevdiğim rengi, ilk attığım adımı bile bilmeyen adam, tüm kötü kabuslarımı ezbere biliyordu. Kendi açtığı yaralardan haberdardı. Beni sevmezdi, ama kendi oluşturduğu travmaları fazlasıyla severdi.

Benim babam, en çok kendi kızına kıyar, en çok onun canını yakar, en çok onu harcardı.

Ben babam beni ölse dahi bir gram sevmezdi.

Ve benim canımı, en çok bu yakardı.

Tüm yaralarımın adının babam olması canımı çok yakardı.

Hayal kırıklığı, ezdi ruhumu, başımı eğmedi, kopardı.

Hayal kırıklığım yine babam oldu, mahvetti beni.

Bir hıçkırık daha dudaklarımdan döküldüğünde, ellerimin uyuştuğunu hissettim. Başıma keskin bir ağrı saplandığında, midemin bulanmaya başlaması iyiye işaret değildi.

Vural arkama dolandığında ne yapacağını anlamak deliye dönmeme yetti.

”Yapma!” Diye bağırdım. “Yapma! Dokunma saçlarıma! Dokunma onlara!” Makasın sesini duyduğumda kafamı hızla iki yana salladım. “Yapma!” Diye bütün gücümle bağırdığımda boğazım yırtıldı sanki. Olduğum yerde çırpınmaya başladığımda yaşlar gözümden bir bir akıyordu. “Elimi kes, kolumu kes, ama saçlarımı kesme! Dokunma onlara! Nefes alamam! Bir daha aynı şey olursa yaşayamam!” Avazım çıktığı kadar bağırıyor, çırpınıyordum.

”Dokunma!” Diye tüm gücümle bağırdığımda boğazımda keskin bir acı oluştu. Bağırdım, çağırdım, yalvardım, çırpındım. Bir makas sesi duyulduğunda dudaklarımdan acı dolu bir feryat döküldü. “Kıyma…” dedim kısık çıkan sesimle dermanım kalmamışcasına. “Saçlarıma, kıyma. Küser sonra bana, yine zorla kesildiler diye küser bana, uzamaz yine yıllarca.”

Saçlarım her şeyimdi. Dokunmaya kıyamazdım onlara. Onlar benim her şeyimdi. Bir kere kesilmişlerdi, zorla. Benim rızam dışında. Babam kesmişti saçlarımı, sırf sinirlendi diye bir makasla kısacık yapmıştı saçlarımı. O zaman böyle çığlık atmış, haykırmıştım. Babama da böyle yalvarmıştım. Yapma, diye. Dokunma, diye. Ama hepsi nafileydi. Babam kesmişti saçlarımı, yamuk bir şekilde.

Küsen saçlarım, uzamaya başladığında yamuk uzamıştı. Yeter ki uzasın diye yamuk uzamasına izin vermiş, yamuk saçlarla gelmiştim uzun bir süre. Şimdi yine, yamuk kesilmişti saçlarım. Yaşlı gözlerim yere değdiğinde yere düşmüş, kesilmiş saçlarımı görmek daha da acıttı canımı.

Bir kez daha.

Yine, bir kez daha.

Saçlarım boynuma dolanan urgandı. Beni boğan bir su ya da bir ip değil, kesilen saçlarımdı.

Başımdaki ağrı şiddetlendiğinde karardı gözümün önü. Midemin bulantısı giderek artarken vücudum terlemeye başlamıştı. Bir yandan titrerken bir yandan da terliyordum. Başım döndüğümde kafamı dil tutamadım, kafam yanıma düştüğünde gözlerim yavaş yavaş kapandı ve ben yüne karanlıkla baş başa kaldım…

YAMAN KARAYEL ANLATIMIYLA;

Boğazım düğümlüydü. Sesim sanki çıkmıyor gibiydi. Konuşmak istiyordum, haykırmak, bağırıp çağırmak istiyordum. Ama yapamıyordum, bir şey buna engel oluyor gibiydi. İçimde çok büyük bir sıkıntı vardı. Saatler olmuştu ve Nefes hala yoktu. Saatin sabah olmasına şurada hiçbir şey kalmamıştı, dün akşamdan beri yoktu Nefes. Saatlerdir arıyordum, ama bulamıyordum. Bakmadığım yer kalmamıştı. Her yeri didik didik etmiştim. Ama ne Nefesi ne de ona dair her hangi bir şey bulamamıştım. Onsuz geçen her dakika, her saat içimi daha da çok kaplıyordu huzursuzluk.

Nefes yok, demekten kafayı yiyecektim.

Gözlerimin etrafı yanıyor, içim sızlıyordu. Göz yaşlarım akmak için an kolluyordu ve ben onları geri itmekte ısrarcıydım.

Bir yanım eksikti. Nefes yoktu ve onun yokluğundan beridir o eksiklik hiç dolmuyordu. Nefes alamıyordum. Her yanım oksijen doluydu ama ben içime bir nefes çekmiyordum. Gözümün önünde olmasa da varlığını yanımda yakınımda hissetmek bile bana yeterken şimdi varlığı yoktu. Onu yakınımda hissedemiyordum.

Kafayı yemek üzereydim. Polisler bile bu saate kadar bir iz bir şey bulamamıştı. Çınarı her aradığımda bana aynı şeyi söylüyordu. Yok diyordu. Hala yok.

Bunu her seferinde duymak o kadar ağırdı ki, daha iki hafta öncesine kadar aramızda soğukluk olmasına rağmen yanımda oturan, sözleri canımı yaksa da benimle konuşan o kız şimdi yoktu. Ve ben onu ne kadar ararsam arayayım bulamıyordum.

Saatlerdir arabada direksiyon başında araba sürmekten, tüm yollara tek tek bakmaktan, kedi deliğine kadar arasam da, Nefesi bulamıyordum.

Bakışlarım arabanın farlarının aydınlattığı yolda gezinirken aniden sızlamaya başlayan kalbime refleksle gitti elim. Keskin bir sızı kalbimi sardığında titrek bir nefes dudaklarımın arasından döküldü. Göğsüm ağırlaştığında acıyla kasılan yüz hatlarım bakışlarımın yoldan ayrılmasına neden oldu.

Bir şey olmuştu. Sanki bir şey olmuştu. Birine, bir yerde bir şey olmuştu.

Nefes.

Seven sevdiğinin acısını hisseder, derlerdi. Eğer kalbimdeki bu keskin sızının nedeni Nefesin acı çekiyor olmasıysa o kalbi söker atardım.

Telefonumdan gelen bildirim sesi ile elimi kalbimin üzerinden çekip cebimdeki telefonu çıkardım ve ekranı açtığımda, aynı numaradan gelen mesajın üzerine tıkladığımda ekranda bir ses kaydı belirdi. Dokunup sesi son sese aldığımda ses kaydı başlamıştı.

”Yapma!” Diye bağıran ses Nefese aitti. Onun sesini duyduğumda olduğum yerde doğruldum. Arabayı bir kenara çektiğimde telefonu kulağıma yaklaştırarak can kulağıyla dinledim.

“Yapma! Dokunma saçlarıma! Dokunma onlara!”

Nefesin acı dolu bağırışını duyduğumda tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Kaşlarım anlaşmazlıkla çatıldığında, kaydı dinlemeye devam ettim.

“Elimi kes, kolumu kes, ama saçlarımı kesme! Dokunma onlara! Nefes alamam! Bir daha aynı şey olursa yaşayamam!”

”Dokunma!”

Nefesin saçlarına mı dokunmuşlardı? Benim Nefesimin, güzelimin saçlarına mı dokunmuşlardı? Onun saçının teline zarar mı vermişlerdi?

Ses kaydı bittiğinde başa alıp tekrar dinledim. Tekrar tekrar başa sarıp dinledim. Ve her dinlediğimde yüreğim biraz daha ağırlaştı.

Nefes alış verişim hızlandığında hızla arama kısmına girip aynı numarayı tekrar arayıp sesi hoparlöre alıp telefonu bacağımın üzerine bıraktığımda arabayı tekrar çalıştırıp sürmeye başladım.

”Karayel,”

”Eğer onun canını yaktıysan,” dediğimde sözümü yarıda kesti.

”üzgünüm Karayel, bazı bedelleri bazı kişilerin ödemesi gerekir.” Dediğinde, öfkemi dizginleyemedim.

”Masum lan! O masum! Masum! Onun bu bokla uzaktan yakından alakası yok! Bırak onu, onu bırak beni al.”

”Çık çık, belki de hesabı ikinizle de görmem gerekiyordur, yamancığım.”

”kimsin? İtin evladı.” Diye sordum sıktığım dişlerimin arasından.

”Yoğun bakımlık ettiğin adamın abisi.” Dediğinde durdum, kaşlarım çatıldığında kimi kastettiğini anlamadım.

Yoğun bakımlık ettiğim adam…

Yoğun bakımlık ettiğim adam…

Bora.

Aklıma gelen isimle dudaklarım aralandı. “Vural.”

”Ta kendisiyim. Beni bunca zaman nasıl tanımadın Karayel? Hayret ediyorum.”

Sesi daha da tanıdık gelmeye başladı kulağıma.

”Vural sakın,” dedim. “Sakın Nefese dokunma.”

”Çok mu aşıksın bu kıza? Çok mu değerli senin için?” Diye sorduğunda sinirle soludum.

”Hiçbiri.” Dedim ona dokunmaması için. “Hiçbiri. O kız sadece masum.”

”Öyle mi? O zaman yetiş karayel. Masum olan bu kız daha fazla zarar görmeden ona yetiş. Yoksa bu masumluğa yazık olur.”

”Nerdesin söyle!” Diye bağırdım.

”Atacağım konuma gel, tek başına. Birini bile yanında ya da arkanda getirirsen hiç acımam, sıkarım kafasına kızın.”

”Sakın, tek geleceğim. Sadece ben.”

”Tamam, bekle.” Telefon kapandıktan bir kaç saniye sonra bir mesaj düştü ekranın üstüne. Anında konuma girdiğimde yola koyuldum.

”Geliyorum, Nefes. Geliyorum Nefesim. Bekle beni sevdiğim, yetişeceğim sana.”

Birinizden biri giderse, öteki bir daha asla nefes alamaz.

Vuralın attığı konuma gelmiştim. Arabadan inip telefonumu cebime koyarken, eski depo binasına doğru yürüyordum. Güneş doğmak üzereydi. Nefesi saatler ve hatta haftalar sonra göreceğim diye içimde büyük bir heyecan vardı. Bir yandan da onu ne halde göreceğimi bilmiyordum. Bu da beni olukça huzursuz ediyordu. Girdiğim bu yerden Nefesle çıkacaktım. Onu almadan hiçbir yere gitmeyecektim. Gerekirse cesedim çıkardı buradan, ama Nefessiz çıkmayacaktım.

Deponun kapalı siyah kapısının önüne geldiğimde bir nefes verdim ve elimi kapının koluna attığımda kapıyı içeri doğru iteledim. Yarısı açılan kapıdan içeri bir adım atarak girdiğimde gözlerimi kısa bir süreliğine yumdum. Beni ne bekliyordu içeride bilmiyordum. Allahtan tek dileğim, ona zarar vermemiş olamalarıydı.

Bir kaç adım atarak depodan içeri girdiğimde, bakışlarım kuşkuyla etrafta gezindi. Bir noktada durduğunda gördüklerim gözlerime inanamama neden olacak şeydi. Nefes, deponun ortasında bir sandalyeye bağlanmış şekilde otururken baygındı. Kafası yanına düşmüştü. Bakışlarım yere değdiğinde ona doğru ilerlemeye başlamıştı. Yerde, sandalyenin etrafında kesilmiş saçlar vardı. Korku dolu bakışlarım yaklaştığım Nefese kaydığında saçlarına değdi bakışlarım.

Gördüğüm şey ile nefesim kesildi, nutkum tutuldu.

saçlarını kesmişlerdi.

Nefesimin saçlarını kesmişlerdi.

Hızlı adımlarla Nefese doğru ilerlediğimde karşısına geçtiğim gibi baygın yüzünü avuçlarımın arasına aldım.

”Nefes,” diye seslendim ona uyanması için. Bakışlarım yüzünde gezindi. Herhangi bir darp izi falan yoktu. Üzerindeki ince badisini kolları çamur içindeydi. Gözlerinin altında ağlamaktan oluştuğu belli olan geçmemiş kızarıklıklar vardı. Yüzü solgun görünüyordu. Dudakları kupkuruydu. Yıpranmıştı.

”Nefes,” dedim bir kez daha. Anlına yapmışmış saçlarını anlından çekip kulağının arkasına sıkıştırdığımda, tekrar saçlarına bakmak içimi sızlattı.

”Nefesim, uyan güzelim. Bak geldim. Geldim ben sana. Aç şu bakmaya doyamadığım gözlerini.” Uyanması için yanağına hafifi bir tokat attığımda gözleri kıpırdandı. “Hadi güzelim, hadi Nefesim.”

Gözlerini yorgunlukla nihayet araladığında ve gözlerim hasret kaldığım mavi gözleriyle buluştuğunda dudaklarımda buruk bir tebessüm yer etti. Tamamiyle gözlerini açtığında, “Yaman.” Diye mırıldandı, sanki bu bir hayal gibiydi onun için.

”Geldim, güzelim.” Derken alnına derin bir Buse kondurup geri çekildim. Gözlerine daha yakından baktığımda kafasını dik tutu.

”Geldin mi?” Diye soran sesi kısık ve biraz da hırıltılıydı. Nedenini biliyordum, ve bilmek canımı sıkıyordu.

Bağırıp haykırmaktan sesi kısılmıştı artık.

Gözlerinin kırmızı olduğunu gördüğümde, ne kadar çok ağladığı belli oluyordu.

”Geldim.” Dedim gözlerine bakarken. “Ben hep sana gelirim, Nefes.”

Dudağının kenarı yarım yamalak kıvrılırken, kafasını yana çevirdi, saçlarını görmeye çalıştı.

”Yok bir şey.” Diyerek yüzü hala avuçlarımın arasındayken yüzünü bana çevirdim.

”Kesti,” dedi ağlamaklı bir sesle. “Saçlarımı kesti.” Canı yanıyordu. Saçları Nefesin her şeyiydi.

”Bir şey yok. Kısalmamış ki saçların. Fark bile yok boyunda. Korkma, uzar yine.” Dedim onu teselli etmek için.

Kafasını iki yana salladı. Kabullenemiyordu. “Küser ki benim saçlarım. Uzamaz ki daha. Yine zorla kestiler saçlarımı.”

önünde diz çöktüğünde ellerimi dizlerinin üzerine koydum.

”Gidelim, Nefes. Söz uzayacak saçların. Hem, beraber uzatırız. Örgü çabuk uzatır derler saçı. Örerim ben senin saçlarını her gece.”

Dudakları titredi, ağlayacaktı. Nefes yüne ağlayacaktı. Yine akıtacaklardı göz yaşlarını. Çöktüğüm yerden doğruldum.

Yüzünü avuçlarımın arasına geri aldığımda baş parmaklarımı gözlerinin altını naifçe okşadı. “Ağlama, yazık etme şu gözlerine.”

”Ağlatmasınlar o zaman artık. Ağlatmayın.” Sesi kısıktı, konuşmakta güçlük çekiyordu. Konuşurken boğazının ağrıdığı belliydi.

”Gidelim,” dedi gözlerime yalvarır gibi bakarak. “Artık gidelim.”

”Gidelim,” dedim bende. “Gidelim, Nefes.” Ellerimi yüzünden çektiğimde eğilip ayaklarındaki ipi çözmeye başladım.

Ayaklarındaki ipi çözüp doğrularken, “Yaman!” Demesine kalmadan Nefes, arkamdan kafama vurulan sert cisimle elim kafamın arkasına gitti. Elimi gözümün önüne getirdiğimde parmaklarıma bulaşan kanı gördüm, bakışlarım Nefese değdiğinde bana korkuyla bakıyordu. Yere devrildiğimde gözlerim kapandı.

🥺

Zonklayan başım bana oldukça ağırdı. Gözlerimi güçlükle araladığımda, karşılaştığım şey beton bir yerdi. Yere damlamış kanları gördüm. Ayaklarımı gördüğümde nerede olduğumu algılayamadım.

”Yaman.” Diyen Nefesin endişeli sesi ulaştı kulağıma. O an hatırladım nerede olduğumu.

“Yaman.” Dedi bir kez daha. Bana ulaşmaya çalışıyordu ama yapamıyordu.

Bana ağır olan kafamı güçlükle kaldırdığımda, keskin bir sızı sardı boynumu. Yüzüm acıyla buluştuğunda, göz hizama hemen karşımdaki Nefes girdi. Sandalyede elleri ve kolları bağlı bir şekilde oturuyor, bana endişeli gözlerle çaresizce bakıyordu.

Kafamı kaldırıp yukarı baktığımda, ellerimin tavandan bir zincire bağlandığını gördüm. Vücudum havada asılı kalmıştı. Üzerimdeki beyaz tişörtün yakasında kan olduğunu gördüm. Başıma aldığım darbe ile oluşmuştu kanlar.

”İyi misin?” Diye sordu Nefes durumumu merak ederek.

Canım acırken güldüm, “İyiyim, Deniz gözlü. Korkma ya bana bir şey olmaz.”

”Kafan kanıyordu.” Dedi.

”E kızım biz de kalaz değiliz ya.” Dedim gülerek.

”Dalga geçme, çok korktum.” Dedi sitemle.

Zincirdine kurtarmak için ellerimi çekiştirdim.

”Zorlama, çok güçlü yaptılar.” Dedi Nefes. Bakışlarım tekrar ona döndü.

”Engel olamadım.” Dedi.

”Nasıl engel olacaktın ki zaten.” Diyebildim dudaklarımı birbirine bastırarak. Ensemdeki ağrı çok keskin ve güçlüydü.

”Gidemedik,” dedi Nefes. “Kaldık burada.” Ne yaşamıştı burada geçirdiği sürede bilmiyordum.

”Sana zarar verdiler mi? Dokundular mı? Canını yaktılar mı?”

Zorlukla yutkunduğunu gördüm. Bakışlarını benden kaçırıp başka bir noktaya değdirdi.

”Nefes.” Dedim.

”Karanlıkta bıraktı.” Dedi kederle. “Kapuska yemek zorunda kaldım.” Burada ne demek istediğini anlamadım.

”Kapuska yemeğinden nefret ederim.” Diye anlatmaya başladı. “Aslında küçükken severdim, biraz da olsa. Bir gün evde kapuska yapılmıştı, babamın en sevdiği yemekti…” lafın sonunun nereye ulaşacağını düşündüm.

”Ben asla onlarla aynı sofraya oturmazdım. Ya odamda, ya da mutfakta tek başıma yerdim yemeğimi. O gün onlarla yemek istedim. Bir kere olsun onlarla aynı sofraya oturmak istedim. Ama olmadı. Daha o sofraya oturduğum gibi çatalıma aldığım kapuskayı ağzıma götürmeden babam geldi. Gerisi zaten aynı. Tokat attı, bodruma götürdü, küf kokulu fare ölüsü olan odaya kapattı, kapıyı kilitledi, ışığı söndürdü.” Bir nefes verdi kederle. “O geceden beri karanlıktan korkarım. Kapuskadan da nefret ederim.”

Baba olmak bu kadar zor muydu gerçekten.

”Bunların hepsini Vural’a selim Soykan söylemiş,” dediğinde Nefes kaşlarım çatıldı. “Babam benden intikam almak istemiş, yaralarımla sınamak istemiş.”

”Biliyordum, o itin yaptığını biliyordum. Dedim Çınara, onun parmağı var dedim. Dinlemediler içeri tıktılar beni.”

”Anlamadım.” Dedi Nefes.

”Boşver.” Diyerek geçirştirdim.

”Saçlarımı da o söylemiş. Her şeyi yine babam yüzünden yaşamışım. Ben yine, hayal kırıklığına uğramışım.” Ağlamaktan şişmişti gözleri. Kim bilir ne çok ağlamıştı.

”Burdan bir kurtulalım, ilk işim o soysuzun nefesini kesmek olacak.”

”Vural’a anlaşma yapmışlar. Vural senden Boranın intikamını alacakmış, Selim Soykan da benden kendi intikamını.”

“Kardeşi maça alkol alıp çıkmasaymış yoğun bakımlık olmazdı.” Dedim.

”İçimde kötü bir his var.” Dedi Nefes. “Kötü bir şey olacak gibi…” diye mırıldandı kendi kendine.

”Hiç bir şey olmayacak, kurtaracağın bizi buradan.” Dedim.

”İnancım yok, artık yaşamaya.” Dedi ümitsizlikle.

”Ümidini yitirme Nefes.” Dedim.

”Tüm ümitlerim bir bir öldü.” Dedi ihtiyatla.

”En büyük Umut senin gözlerinin maviliğinde saklı Nefes.” Dedim onu buna İnandırmak isteyerek.

”Gençler, bakıyorum da kendinize gelmişsiniz.” Diyen Vuralın sesini duyduğumda gözlerimi sabır dileyerek yumup geri açtım. Ayakkabısının çıkarttığı ses eşliğinde bize doğru gelirken ikimizin de ortasında durdu ve dönüp bana baktı.

”Onu kurtarmaya gelmiştin değil mi? Daha çok av olmuş gibi görünüyorsun Yaman Karayel.”

”Onu bırak, hesabın benimle. Nefesi bırak.” Dedim.

Kafasını iki yana salladı. “Babasıyla anlaşma yaptık, onu bırakamam.”

”Siktirtme belanı, Nefesi bırak!”

”Ayıp oluyor ama böylesine güzel bir hanımefendinin yanında böyle argo kelimeler.” Derken Nefese doğru adımladı Vural.

”Ona yaklaşma!” Diye bağırdım öfkeyle.

Bana inat yaklaştı Nefese. Sinirle sıktım dişlerimi. “Yaklaşma!”

Nefesin bir adım arkasına geçtiğinde saçlarını tutu. “Güzel kesmişim ama, hakkımı yemeyin şimdi.”

Nefes kafasını yana çekerek ondan kurtarmaya çalıştı saçını.

”Belki de seni öldürüp onu alıp gitmeliyim karayel. Ne dersin? Ondan etkilenmediğimi söylersem yalan konuşmuş olurum.” Kafamı yana çevirdiğimde damarlarımda büyük bir öfke dolaşıyordu.

”Sence de senle yakıştığından daha çok yakışmazmıyız? Senin gibi bir adama böyle bir güzellik fazla.” Derken Nefesin yüzüne yaklaştı.

”Uzaklaş lan!” Diye bağırdığımda ellerimi zincirlerden kurtarmaya çalıştım.

”Gözleri fazla güzel. Ne demiştin sen, Deniz gözlü. Harbiden de deniz gözlü.”

Zincirler çok sıkıydı, derimi acıtıyordu. Kurtulamıyordum.

Nefes suratına nefretle tükürdüğünde Vural gözlerini kapadı ve elini yüzüne götürerek geri çekildi.

”Bunu görmezden gelebilirim. İyiliğin için.” Derken cebinden çıkardığı bir peçete ile yüzünü sildi. Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldığında Nefesle göz göze geldim. O sırada bir telefon çaldı. Vural cebinden telefonunu çıkardığında, “İşte beklenen an.” Diyerek telefonu açarak hoparlöre verdi.

”Vural, ne yaptın?” Diye selim soykanın sesi kulağıma ulaştığında bakışları telefona kilitlenen Nefesin vücudunun kasıldığını hissettim.

”İkisi de burada, karşı karşıya.” Dedi Vural. Sesli bir küfür savurdum.

”Kızım nasıl, umarım iyidir.” Dedi selim Soykan.

”İt evladı!” Diye bağırdım.

”Yamancığım, bu kadar asi olma.” Dedi Vural.

”Kızıma ver telefonu, Vural.” Dediğinde Selim, Vural telefonu Nefese uzattı.

”Kızım, sana doğum günü hediyemi beğendin mi?”

Gözlerini sıkıca yumduğunda Nefes. Ne hissettiğini tahmin edebiliyordum.

”Umarım çok ağlamamışsındır, Vural, kızımın canını çok yakmadın değil mi?”

”O dört duvar arasında çürüyüp gideceksin, Selim Soykan. Asla ama asla oradan çıkamayacaksın.” Dedi Nefes nefretle. “Kemiklerini toplasınlar yatağından.”

”Babanla nasıl konuşman gerektiğini hala öğrenemedin Nefes. Verdiğim cezalar yetersiz kalmış gibi.”

Bir nefes verdi Nefes, sıkıntılı.

”Doğum gününü hatırlamana şaşırdın değil mi?” Diye sordu Selim.

”Bilmediğini sanıyordum. Hakkımda bildiğin tek şey acılarım olduğu için…” dediğinde Nefes, omuzları çökmüştü.

”Ben bir babayım Nefes. Kızım için her şeyi yaparım.”

”Ölüm gibimi?” Dedi Nefes.

”Ölüm gibi.” Dedi Selim.

”Söyle adamına sıksın kafama, sen de kurtul bende. Bitsin asırlardır süren bu çile. Hadi, yap en başında yapman gerekeni. Kurtar beni senden ve her şeyden.”

”Nefes,” diye fısıldadım.

”Yorulmuş gibisin.” Dedi Selimin kanıma dokunan sesi.

Allah kahretsin hiçbir bok yapamıyordum. Ona gidemiyordum. Ona ulaşamıyordum.

”Tükendim,” dedi Nefes. “Fazlasıyla. Artık bitsin istiyorum, zaten… benim için bir gelecek yok.” O an gördüm. Nefeste gördüm. Ne kadar yorulmuş olduğunu, tükendiğini, bittiğini, artık dayanacak gücü kalmadığını, o an gördüm. Gözlerindeki yorgunluğu iliklerime kadar hissettim. Ölmeyi diliyorduk gözleri. Artık ölmeyi her şeyi ile istiyordu.

Ama daha çok erkendi. Yaşayacaklarımız vardı. Gidemezdi. Gitmemeliydi. Bana veda etmemeliydi

Merhaba demeden elveda diyemezdi.

”Doğman başlı başına bir hataydı.” Dedi Selim iti.

Vural telefonu hoparlörden aldığında kulağına götürdü ve bir kaç adım uzaklaştı Nefesten.

”Nefes,” dediğimde gözleriyle göz göze gelmeye ihtiyacım vardı.

”Şimdi değil,” dedim yalvarır gibi. “Zamanı şimdi değil ayrılığın.”

”Hiçbir zaman bir olamadık biz Yaman. Bizim için ayrılık zamansız.” Derken kabullenmişti bazı şeyleri. Benim asla kabullenmediğim şeyleri o kabullenmişti.

Göz bebeklerim titredi. İçimi büyük bir ayrılık korkusu sardı. “Biz hep birdik Nefes. Ayrıyken bile.”

”Kalbin başkasıyla atarken mi?” Dediğinde kaşlarım anlamazlıkla çatıldı.

Büyük bir nefes verdiğinde, uzun zamandır beklediğim ama ihtimal vermediğim kelimler dudaklarından döküldü.

seni seviyorum, Yaman.”

Büyük bir iç çektiğinde içime, göğsüm hızla inip kalktı. Kalbim küt kür atarken büyük bir heyecan bastı benliğimi.

”Seni,” diyebildim güçlükle gözlerine parıldayan gözlerle bakarak. “Seviyorum Nefes.” Dedim. “Öylesine değil, ölesiye.”

Gözlerini huzurla yumduğunda bir göz yaşı sol gözünden yanağına süzüldü. Geri açtığında gözlerini, dudaklarındaki buruk gülümsemeyle gözlerime baktı.

”Seni seviyorum,” dedi bir kez daha ve ben yerle bir oldum. “Seni çok seviyorum.”

”Seni seviyorum, Deniz gözlü. Sadece seni, en çok seni, hep seni.” Dedim içimi saran aşk ateşi ile.

”Bu kadar sevgi gösterisi yeter.” Diyen Vural araya girdiğinde belinden çıkardığı silahı Nefese doğrulttu.

İçimdeki sevinç ve heyecan yerini saatlerdir üzerimde olan korkuya geri bıraktı.

”Yapma!” Diye bağırdım Vural’a. “Vural yapma!” Ellerim çekiştirdim zincirlerden kurtulmaya çalıştım. Olduğum yerde çırpındım. Nefese ulaşmaya çalıştım.

”Veda et sevdiğine, veda et aşkına.” Derken Nefese bakıyordu Vural. “Çünkü bu, son.”

Nefesin gözlerinde gördüğüm şey beni yerle bir etti. Bu onun için zaferdi, kazanmıştı, ilk defa…

Kafamı hızla iki yana sallarken zincirlerden kurtulmaya çalıştım.

”Hayır Nefes! Nefes hayır! Sakın. Sakın.” Dedim çaresizce.

”Geç kaldın,” dedi gözlerime burukça gülerek bakarak. “Sen bana çok geç kaldın. Neden bu kadar geç kaldın? Neden daha erken gelmedin bana? Yaman, sen bana neden bu kadar geç kaldın?”

”Geç kalmadım,” dedim kabullenemeyerek. “Yetiştim. Geldim sana, yetiştim bize. Geldim bize. Geç kalmadım.”

Kafasını redderek iki yana salladı. “Geç kaldın. Oysaki ben sana daha ilk gün gelmiştim. Kapını çalmıştım. Ama sen bana o kapıyı hiçbir zaman açmadın. O kapıyı açıp çıktın, beni kenara ittin, gittin. Kapını ardından yüzüme geri kapattın. Ben sana geldim, sen benden gittin.”

Silahın kilidini açtı Vural. “Yapma! Beni öldür! Beni vur! Bana sık o kurşunu! Nefese dokunma! Vural yapma! Yalvarırım yapma! Al benim canımı! Ona kıyma!” Gözlerimin yandığını hissettiğimde, sanki ayrılığı kabullenen kalbim kendini sol gözümden akan bir yaşla belli etti.

yıllar sonra ilk defa ağlıyordum.

”Yapma! Yapma! Beni öldür! Tüm mermileri bana yağdır! Nefesime kıyma!” Diye var gücümle bağırdığımda boş binada bir el silah sesi yankılandığında kulaklarımda keskin bir çınlama meydana geldi.

Vural tetiğe basmıştı.

Silahtan çıkan kurşun Nefesin tam göğsüne isabet ettiğinde dudaklarımdan acı dolu bir haykırış döküldüğünde koca binada yankılandı.

”Nefes!” Diye avazım çıktığı kadar bağırdım.

Bir kere daha bastı Vural tetiğe, ikinci kurşun Nefesin karnına saplandı.

”Nefes!”

Elimi zincirlerin arasından kurtarmaya çalıştım. Çırpındım. Ona yetişmek istedim. Ona koşmak istedim. Onu korumak istedim.

Nefesin gözleri benim gözlerimdeyken göğsünden ve karnından üzerindeki pembe vadiye kanlar yayılmaya başladı. Bedeni oturduğu sandalye ile beraber yere çevrildiğinde sandalyenin tok sesi binada yankılandı.

Kafamı kaldırıp dehşet dolu gözlerle zincirlere baktığımda biraz dana çekiştirdim ellerimi içeri doğru. Denedim, zincirlerden kurtulmayı denedim. En sonunda elimden bir kemik kırılma sesi geldiğinde bir elim zincirden kurtulmuştu. Hızla diğerini de zincirden kurtardığımda yere atladım. Elimde şiddetli bir ağrı ve sızı vardı. Elimi kırmış olmalıydım.

Hiç durmadan hızla Nefese doğru koştuğumda, gözleri boşluğa bakıyordu. Vuralı es geçerek Nefese ulaştığımda, dizlerimin üzerine yanına çöktüm.

”Nefes,” derken anlımdan ecel terleri akıyordu.

”Nefesim,” yüzünü avuçlarımın arasına almaya çalışırken kırılan elim buna müsade etmedi. Tek elimle yüzünü yerden kaldırdığımda dizimin üzerine bıraktım yüzünü. Hareketsizce duruyordu.

”Yapma güzelim.” Dedim yalvararak. “Yapma Nefes. Yapma”

Çok fazla kan vardı üzerinde. Kanlar çoktu. Kırmızı vardı her yerde.

Derin derin soluklar alıp verirken ellerindeki ipi çözmeye çalıştım. Ama bu tek elle mümkün değildi. Diğer elimi kullanmaya çalıştığımda ani bir acı elime saplandığında dudaklarımdan bir inişti döküldü acıyla.

”Dayan güzelim.”

”Dayan Nefesim.”

ellerindeki işi güçlükle çözdüğümde, ayaklarındaki ipi de çözmeye çalıştım. Elim acıdan kıvranırken döktüğüm terler ensemi yakıyordu. Yüzüm avıyla buruştuğunda, ayaklarındaki ipi de bir şekilde çözdüm.

”Kurtaracağım seni Nefes. Geç kalmadım, geç kalmadım. Ben sana geç kalmadım sevdam.”

Kollarından tutarak onu sandalyeden kurtarmaya çalıştığımda dudaklarımdan acıyla büyük bir inilti döküldü. Elimin durumu hiç iyi görünmüyordu.

Yüzüne yapışmış saçları kırık elimin tersi ile yüzünden sıyırdım.

”Nefes,” dediğimde beni yeni duymuş gibi bakışları ruhsuzca bana döndü.

Polis arabalarının siren sesi uzaklardan duyuldu. Vuralın anında kaçtığını koşma seslerinden anlamıştım.

”Yapma Nefes. Yapma. Bunu bana yapma. İntikamını böyle alma. Ölme Nefes, ölme güzelim, ölme deniz gözlü.”

”Yaman,” dedi güçlükle. “Gitmem gerek.”

Hızla kafamı iki yana salladım. “Kalman gerek.” Dedim inkar ederek. “Kalman gerek Nefes. Gitmek sana yakışmıyor.”

”Kalmak,” dediğinde yüzünü acıyla buruşturdu. “Bana göre değil.”

”Burdasın.” Dedim elimi kalbime götürerek. “Burası senin.” Dedim.

Burukça acıyla tebessüm etti. “Yaman.” Dedi bir kez daha.

”Yorma kendini, sus. Bak polisler geliyor, kurtulacağız.” Dedim sol gözümden akan bir damla yaş onun sol gözünün pınarına damladığında.

Sol gözden akan gözyaşı ayrılık getirirdi.

”Bitsin,” dediğinde öksürdü. “Bitsin artık.”

”Her sevda,” dediğinde gözlerime en derinlerden baktı. “Bir vedadır Yaman karayel.”

”Hayır! Hayır! Hayır!” Diye haykırdım.

Titreyen eli yüzüme uzandı. Titreyen parmakları yanağıma dokundu, yarama uzanmak istedi.

”ölsem affetmem dedim seni.” Dedi güçlükle konuşarak. “Ben seni af-“ devamı gelmedi. Dudaklarının arasından önce bir kan sızdı, ardından Nefes kan kusmaya başladı.

”Nefes!” Diye acıyla bağırdım.

Göğsü hızla inip kalktığında, vücudu titriyordu. Titreyen elini tutum, buz gibiydi.

Nefes annem gibiydi.

Gözleri gözlerime son bir kez baktığında kafası yana düştü, gözleri ağır ağır kapandı, parmaklarımın arasındaki eli parmaklarımın arasından kayıp yana düştü cansızca.

”Nefes!”

”Uyan! Nefes uyan! Yapma! Yalvarırım yapma! Gitme, Nefes gitme!” Gözlerimden yaşlar bir bir akarken kalbim yerinden çıkacak bir korku ile atıyordu. Elim ayağım boşalmıştı ne yapacağımı bilmiyordum.

Açmadı gözlerini, uyanmadı. Yanına düşen elini geri tutum, yine kaydı parmaklarımın arasından, düştü.

”Aç gözlerini, deniz gözlü aç gözlerini.”

Açmadı, bakmadı bana. Uyanmadı.

”Bana daha merhaba dememişken elveda diyemezsin. Nefes gidemezsin!”

Kafamı kaldırıp yukarı baktığımda dudaklarımdan en acı dolu feryat döküldü.

Ayrılık, bizi kefen olup çoktan sarmıştı. Haberimiz yoktu.

Gitmek adama, kalmak kadına mübahtı. Ama gitmek kadına, kalmak adama müstahaktı….”

-Sezon Finali-

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 19.05.2025 11:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...