
10. Bölüm İsyan Kraliçesi

Ön söz
Karanlığı karanlık yok edemez,
sadece aydınlık yutar geceyi.
Nefret nefreti sökemez,
sadece aşk öldürür kini.
Prens ve gül. Kervansaray tüccar atlarının toynak izleri her bir yük taşımada sarsılarak kumda kalıntı bırakıyor, yaşlı tüccar adamların alnından güneşin elleriyle şıpır şıpır ter akıyordu. Bu damlalar güneşin sıcaklığı ile kavrulmuş kumlara teker teker damlıyor, küçük prens ve gül'ün hikâyesini size sunuyordu...
Prens nasıl oldu anlamaz kumların en günah ve sıcaklı Sahra çölüne düşer. Biri sönmüş üç volkanı ve kainatta eşi benzeri olmayan bir gülü bulurmuş. Eşi benzeri olmayan bir güle sahip olduğunu düşünen prens onun sıradan bir gül, olduğunu öğrendiğinde o kadar mateme bürünür ki. Bu matem kurumuş Sahra çölü duvarlarını ıslatır prensin acısını yansıtırdı. Gül prensten her şeyi istedi " Beni cam bir fanusun içerisine koymalısın yoksa üşürüm, beni güneşten korumalısın yoksa solar giderim." Gel zaman git zaman prens kainatta kendisine özel biçilmiş olan gülünün isteklerini yerine getirdi. Ama mutsuzdu, küçük prens çok mutsuzdu. Gülüne tüm sevgisini ve ilgisini veren prens git gide solmaya başladı, zamanla aralarında ki bu görünmez bağ incele incele gülün isteklerinden dolayı koptu.
Koptuğu saniye daha fazla gülünün ona zarar vermesini, kalbini incitmek istememesini arzu eden prens gülünden çok uzaklara gitti... Zira, zira ikisi de aşkı ve sevgiyi bilmeyecek kadar toy aralarında kainatta eşi benzeri olmayan aşkın değerini anlamayacak kadar gençlerdi...
Hurma ağaçlarının büyük yeşil yaprakları akşamın esintisine kendisini salarak bırakıyor, bense yeni çeri ocağından geldiğim günün gündüzünden beridir akıncı başı Mahir'in beni kraliçesi olarak ferman ilan ettiği hususu anlamaya çabalıyordum. Gündüz Bedestene geldiğim vakit tüm yerli halk tüccarından tut yaşlı bedestenli hatununa kadar kanlı kaftanıma bakmış, bense bakışlardan ve dikkatin odağından kaçmak için alel acele evimin avlusuna kendime atmıştım. Mahpeyker ve annem omuzumda ki siyah diba kumaşlı sargıları ve kanlı kaftanımı gördüğü saniye saatlerce hasbihal etmişlerdi, ama zira kimsenin söylediği hususlar umurumda değildi.
Düşünüyordum, o kadar fazla şeyi düşünüyordum ki acaba beni kim öldürmek istedi. Acaba öldürmekle ne amaçladı ya da neden yara almamı istediler. Zinhar bilemiyordum artık düşünmekten kafayı yeme noktasına gelmişim ki, evimizin avlusunda ki hurma ağacının altında yaslanmış sessizlik içerisinde ayaklarım çıplak şekilde oturuyordum.
" Zaho ailesi yarın akşam Bedestene gelip seni babamdan isteyeceklermiş abla "
Ne? Mutlak sessizliği yalnızca cırcır böceklerinin Bedesten gökyüzünde gezinme sesleri bozuyorken, kız kardeşimin sanki içten içe üzgün sesi avluya doldu.
" Ne ailesi? Ne istemesi Mahpeyker "
Odamızın beyaz kireçli duvarında asılı meşale ışığı avlunun karanlığına doluyor, taş mermerden yapılmış kırık çeşmesinden akan suyun yansımasını titretiyordu.
" Babam zira sen akıncı birliğinin isyan kraliçesi ilan edilince daha fazla Osmanlı İmparatorluğuna baş kaldırıp itibarımı düşürmesin diye seni Arastanın en zengin ailesinin oğluyla nikahlandıracak "
Kız kardeşimin tıpkı benim gibi siyah uzun saçlarından avluyu dolduran meşale ışığı akıp giderken, hurma ağacının büyük yaprakları altında oturan bedenimin yanına dikkatle oturarak benim sabahtan beridir yaptığım gibi öylece avlunun duvarlarına baktı.
" Abla babamı tanıyorsun sadece Bedestende kendi itibarını düşünür durur zinhar bizim isteklerimiz bizim hayallerimiz onun gözünde değersiz bir kum tanesi "
Zaten binlerce husus düşünen düşüncelerime babamın zalim itibar düşkünlüğü geldiği saniye, hurma ağaçlarının Bedestenin uğursuz rüzgarına kendini saldığı yaprakları gibi titreyerek üşüdüm. Zira babam bu aptal itibar düşüncesine nikahı koyduysa kesinlikle, bu nikah olacak demekti. Yine babama karşı çıkmalı ve yine dayak yeme gerçeği demekti.
" Tamda bu husus için uğraşıyorum, savaş veriyorum işte Mahpeyker. Babamızın bize yaptığı bu şeylerden kurtulmak için Medrese hükmünü getirmeye çalışıyorum. Zinhar bizden sonra ki gelecek kuşakların babaları, anneleri böyle yapmasın diye bu Medrese savaşını veriyorum. "
Avlunun isyan savaşından geriye kalmış kırık duvarlarına dolan sesim, kız kardeşime iliştiği vakit Mahpeyker öyle sıkı boynuma atlayarak sarıldı ki bunu neden yaptı anlamıyordum bile. Omuzumda ki siyah diba kumaşlarının altında kalan yaram yandığı saniye, kız kardeşimi çekmek istedim ama yapmadım zira Mahpeyker bedenime sıkıca sarılarak avlunun içerisinde fısıldıyor ben ise onun sözlerini dinliyordum.
" Ben daha fazla böyle yaşamak istemiyorum abla babamın bize biçtiği hayatı oynamak istemiyorum padişahlar, sadrazamlar, halifeler tüm herkesin biz hatunları onlardan aşağı gördüğü bir hayatta olmak istemiyorum özgür olmak istiyorum abla, başımda ki kaftan tülünün zorla bedenime örtüldüğü bir hükumet istemiyorum. "
Kız kardeşimin küçük cılız bedeni kollarım altında titriyordu, Mahpeyker neden böyle şeyler hasbihal ediyor neden bunları söylerken kalbi gibi bedenide titriyordu merak ediyordum ama evimizin çatlamış duvarları ve çeşmeden akan suyunun içerisine babamızın her zaman ki öfkeli ve zehirli dili saniyesinde doldu.
" Gecenin bir vakti sokak fahişeleri gibi sokakta hasbihal ediyorsunuz! Derhal odanıza gidin mundarlar! "
İtibar. Her zaman ki Bedesten avlusunda koruduğu itibarı bizim evimizin avlusunda kız kardeşler olarak dertleşerek hasbihal ettiği hususu yüzünden zedelenirdi. Zaten babamızın itibarı doğru ya zira hep bizim ve annemizin yüzünden zedelendi kendisinin değil. Hurma ağacının Ramazan sıcaklığının etkisiyle sararan yeşil yapraklarının altında ki gövdesinden doğrularak ayağa kalktığımız vakit, avlunun duvarı ile bitişik odamızın içerisine giriyor ardımızda Bedesten gecesinin gökyüzüne sahiplik yaptığı yumuşak ay ışığı avlumuzun mermer taşlarına vuruyordu...
Omuzumda ki siyah diba kumaşlarının kumaşı yaram üzerinde eskiyerek kendini salıyorken, yatak kaftanımın yırtılmış pileli uçlarını elime dolayarak oynuyor Mahpeyker ise yanımda ki sedir kırmızı yer yatağında çoktan uykuya dalıyordu. Odamızda ki meşale ışığı kendi gücünü kaybederek sönene kadar sessizce hasbihal etmiştik, yan yana yere serdiğimiz kırmızı döşek üzerinde uzanıyor tavanı gökyüzü gibi hayal ederek özgürlük hayalleri kuruyorduk. Zinhar gecenin en geç saatleri ve Bedestenin en tehlikeli olduğu vakitler olsa da gözlerime uyku girmemişti. Sanki, sanki bir husus en cani şekilde gecenin sessiz ipliği içerisinde belirecek ve canımızı yakacak gibi hissediyordum.
Ağır rutubet kokusu olan kırmızı döşeğin üzerinden yaralı omuzuma rağmen kalktığım saniye, hiç düşünmeden ani şekilde hareket etmemle yaramın olduğu omzum kasılarak canımı acıttı. Meşalenin ışığının geriye verdiği tütsü kokusunun altında yeşil gözlerim acıyla gözyaşları doluyorken, avlunun beyaz kireçli duvarıyla bitişik eşiğinden atlayarak gecenin karanlığını aydınlatan yumuşak ay ışığının yansıma yaptığı avlu çeşmesinin yanına çıplak adımlarla sessizce yaklaştım.
" Peki ya aşk? Kutsal Bedesten gecesi peki aşk? Tüm her şeyi yutan bir hain mi, yoksa yıktığını zanneden bir zavallı mı? "
Çeşmenin su yüzüne vuran ay ışığının altında ki yüzüme bakıyor, delirmiş falcı gibi avlunun ortasında ki çeşmenin başında durmuş geceden cevap bekliyordum. Ama zinhar, beklediğim cevap yerine başka bir soru doldu.
" Aşkım şayet aklını bile öyle bulandırmış olacak ki, durmuş Bedesten gecesine aşkın tarifini soruyorsun has bahçe gülü "
Bedestenin ev sahipliği yaptığı Ramazan aylarının sıcak gökyüzüsü altında ki, siyah saçlarımın tellerine diba kumaşlarının dudaklarını kaplamasından dolayı boğuk sesi doluyor bense yeşil gözlerimi hâlâ çeşmeye dönük yüzümde deviriyordum.
" Şayet sen benim aşkımla aklını öyle bir bulandırmışsın ki gecenin bir vaktinde bile evimizin avlusunda geziniyorsun "
Gülümsedim. Yüzümde her zaman ki Osmanlı adeti olan peçe olmadan, üzerimde yatak kaftanımın dizlerime vuran yamaları varken gülümsedim. Evimizin tam ortasında ki mermer taş çeşmeden su ay ışığının altında akmaya devam ediyor, bense uykusuz gözlerimin perdesini uyku inerken gecenin mutlak sessizliğini delen ardımda ki adım seslerinin sahibine dönüyordum.
" Bedesten çarşısında seni öldürmek isteyen kişilere gözdağı vermek için seni akıncı birliğinin kraliçesi ilan ettim zira belki benim bugüne dek kimlerle savaş verdiğim korkusu onların sana zarar vermesini engeller evinin sokağını biliyorlarsa diye de geceleri nöbet tutmak istedim "
Uykusuzluğun hüküm sürmeye çalıştığı yeşil gözlerim yumuşak ay ışığının çeşmesinden aşağı akan suya bakıyorken, söylediği şeylerle diba kumaşlarının altında kalan ela gözlerine bakmamı sağladı.
" Ne aptalca husus ama zira yarın akşam nikahı kıyılacak bir hatun için çok fazla fedakarlık "
Kendimi tutamadım. Gözümde ki uyku bile bu aptalca nikah hususu yüzünden akıp gitmişti, gecenin evvel zamanından beridir uykumu kaçıran bu hususu dilim benden izinsiz akıncı başlarının Binbaşısına zikrederken kendimi boğmak istedim.
" İşte tamda bu husus için avluya geldim "
Anlamamıştım, esmer tenimde ki yeşil gözlerim kumaşların yalnızca ela gözlerinin gözükmesine izin veren gözlerinde bir yanıt arıyorken o yanıt gecenin yumuşak ay ışığının altında çeşme sesinin oluk şeklinde akmasına izin vererek avluya yayıyor bense ellerime verilen gecenin renginde ki kumaşlara bakıyordum. Bu, ellerim arasında tuttuğum bu siyah diba kumaşları akıncı birliğinin kraliçesini temsil eden kumaşlar olduğunu anladığım saniye tenim yandı sanki. Bedesten gecesinin aksine, avlunun içerisinde bile yükselen rüzgâr benim siyah saçlarımı Mahir'in ise saçlarım renginde olan kumaşlarını içerisine alarak dans ettiriyordu.
" Mübrem seninde beni sevdiğini biliyorum "
Gecenin Bedesten gecesinin gökyüzünü delip geçen kumaşların mahkum ettiği, dilenci babasının onu hapsettiği ellerimde ki kumaşların altında ellerimiz birbirine sokuluyor gözlerimde ki siyah sürme tenimden yumuşak ay ışığının kolları gibi akıp gidiyordu.
" Bana ihtiyaç duyuyorsun,
hayatında bana ihtiyacın var. "
İsyandan geriye kırık taş mermerinden akan çeşme suyunun başında dikilen bedenlerimiz gecenin en zehirli ve en tehlikeli saatlerinde, hurma ağaçlarının büyük yeşil ve güneşten dolayı hafif sararmış yaprakları altında birbirine yaklaşıyor bakışmanın bile yasak olduğu Osmanlı İmparatorluğunun çatısı altında tenlerimizi yakıyordu.
" Ve sen olmadan ben ölürüm "
Avuçlarım ellerime verdiği gece renginde ki siyah diba kumaşlarının altında kalmaya devam ediyorken, avlunun sessizliği içerisine sözleri bir çalgıcının kınalı elleri altında çalan melodiler gibi geldi. Aramızda ki bir ya da iki adımlık boşluğu yatak kaftanlı bedenime yaklaştırdığı saniye diba kumaşlarının altında kalan ellerim terliyor, karnım ise anlamadığım şekilde sanki bir şeyler oluyormuş gibi kasılıyordu.
" Senin için öldürürüm "
Neden? Neden veda eder gibi konuşuyordu, neden gecenin en zehirli karanlığına ev sahipliği yapan yumuşak ay ışığı tutsak olduğu diba kumaşlarının içerisine sızıyor neden yüreğim böylesine ok yemiş gibi acıyordu.
Bedesten gecesinin sumak kokan havası içerisinde çıplak tenimin alnı, diba kumaşlarla sarılı alnına dokunduğu vakit ürktüm. Boğazım havanın nemsizliğiyle kurudu sanki, sanki kollarım arasına verdiği isyan akıncı kraliçesinin dibaları altında ezildim.
" Bu bir veda mı akıncı başı? "
Kırıldım. Fakir evimin fakirhane avlusuna dolan, gecenin en karanlık saatlerine kalfalık yapan gökyüzüne karışan sesime kırıldım. Yıllarca, yıllarca medrese hükmünü getirmek için taşlaşmış kalbim onun siyah diba kumaşlarını sıkıca saran parmakları altında un ufak oldu. Aramızda ki kimsenin görmediği ama uğuruna halifeler, sadrazamlar tarafından bestelenip şarkıya, davula, flüte dökülen bu duygu kırıldı gitti sanki. Gözlerimi açmak istemedim, evimizin avlusunda ki oluktan çeşmenin suyu akmaya devam ederek kulaklarıma doluyor bense onun evimin avlusunda ki kırık duvarları arasına bile dolan adım seslerinin gidişini dinliyordum. Hurma ağacının kocaman yaprakları acımasız rüzgârın ellerinde titriyor, gecenin renginde olan siyah diba kumaşları Bedesten içerisine karışıyorken odamızın avluyla bitişik penceresinden içeri girerken hikâye aklımda dolaşıyordu.
Zira, zira ikisi de aşkı ve sevgiyi bilmeyecek kadar toy aralarında kainatta eşi benzeri olmayan aşkın değerini anlamayacak kadar gençlerdi...
Ramazan yüzünden herkesin ağzı kapalı olduğu için Bedesten çarşısından bile müşteri çekmek için bağıran tüccar sesleri yükselmiyor, onun yerine bu öğlen sıcağında evlerde ve hanlarda pişen et kokuları doluyorken erkek çocukları oyun oynuyor kız çocukları ise her zaman ki gibi evde hapis tutuluyordu. Düşünüyordum, dün matemin karanlık ağzında olan her şeyi düşünüyordum. Sabah güneş kendini gökyüzüne söktürene kadar uyumamıştım, gözlerime zinhar uyku girmeyerek kırmızı yer döşşeği üzerinde duran siyah renkte ki akıncı kraliçesinin diba kumaşlı kaftanında uzun uzun bakışlarımı tıpkı düşüncelerim gibi gezdirmiştim.
Bedestende sıradan bir öğlen sıcaklığı altında bir gün daha geçiyor annem ve Mahpeyker ise, bugün evimize gelecek ve beni isteyecek Zaho ailesi için yastık yünlerini ayakları altında eze eze avluda yıkıyor bense bu düğün havası ama aslında benim için içi boş bir gürültü olan evden uzaklaşmak istiyordum. Annem ve Mahpeyker'in dikkati böylesine dağınıkken evimizin arkasında olan ve bir zamanlar benim ismimle aynı olan has bahçe gülünün bağlı olduğu, bahçe avlusundan parmak uçlarımda sessizce yürüyerek çarşı avlusuna doğru yol aldım.
Ramazan ayının kuru sıcaklığı kırmızı kaftanlı peçemin altında kalan yüzümü terletiyor, oruçlu olduğum için dudaklarım ve dilim daha çabuk kuruyordu. 7. Ara sokağı 8'e bağlayan duvar eşiğinde durarak omuzumda ki yaranın tenime yakmasını dindirmek adına soluklandım. Kervansaray tüccar atları sıcaktan dolayı dilini dışarıya salıyor, Bedestenin kumlu yolları güneşten tıpkı bir ayrılan iki sevgilinin yüreği gibi yanıyordu.
" Timur'a isyan akıncısı kendi isteğiyle esir düşmüş zinhar Timur hünkara baskı uygulamak için akıncıyı köle olarak almamış diye duydum "
Ne? Gezgin tüccarlar 6. Sokağın eşiğine bağlı sıcaktan dolayı dilleri dışarıya çıkmış atlarının yanında geviş getirirken, hasbihal ediyor bense kırmızı peçenin altına gizlediğim yüzüme daha da asılıp gizleyerek hasbihallerine kulak misafiri oluyordum.
" Şimdi Lale Devrine kim ayaklanma çıkaracak? Akıncı başı böylesine bir hususu zinhar sebepsiz yere yapmaz. Kendi isteğiyle Timur'a esir düşmek ne demek vah vah "
Mahir. Hissettim, dün veda etmesini hissettim. Beni neden akıncı birliğinin kraliçesi olarak ilan ettiğini anlamıştım, çünkü bugüne dek biz Osmanlı İmparatorluğuna savaş açmış Osmanlırdan nefret eden Timur'a bile isteye esir düşmüştü. Neden, bunu neden yaptı zinhar anlamıyordum Timur'un eline düşen bir kişi zinhar bir daha Osmanlı toprağı görmezdi. I. Beyazid'in esir düştüğü hikayeleri ben küçük bir hatunken bile dilden dile dolaşır Beyazid 11 yıl Timur'a esir düşerek Osmanlı İmparatorluğuna uğursuz bir dönem verirdi. Şimdi neden bu hususu bilmesine rağmen bile isteye Osmanlı topraklarından Timur'un kan dolu uğursuz imparatorluk topraklarına kendisini sürgün etti anlamıyordum ama kırmızı peçenin altında ki yüzüme avlunun bıldırcın yumurtası satan tüccarın yanında ki adamın bakışlarını üzerimde hissettim.
" Ağalar! Bedesten avlusunda kalbinden vurulan isyancı kraliçesini bulduk! "
Tüm Bedesten avlusunda ki ipek saten şal, sumak, pul biber, koyun eti ve çeşitli incik boncuk satan tezgahlar arasına bu isyan doldu. Dolduğu saniye kulaklarım içerisinde ezilen sesin kime ait olduğunu anladım, bu adam ve Tezgahın öbür ucunda dikilen adam Bedestene ve Edirne Sarayına köle olarak zorla getirildiğim an at arabasında havadislerine şahit olduğum sadrazam ve eski akıncı başıydı. Mavi gözleri, mavi gözleri bıldırcın yumurtaları satan tezgahın yamacından bile parlıyorken akıncı deri üniforması altında kalan ahşap odunsu okun yayı titriyor ve o gece beni öldürmek isteyen katilim tam karşımda duruyordu.
Kırmızı kaftanımın kalbime geldiği ok ucunun yaralarını sardığı siyah diba kumaşları üzerinde belli oluyor, bense beni kolayca bulmak için işaret olarak ok ile vurduklarını anlıyordum. Hiç düşünmedim, Bedesten sıcağının altında ayaklarımın altına değen kum tanelerinin sıcaklığı gibi yanıyorken düşünmeden koştum. Bedesten avlusunda kaçtığım hususunu gören yerli halk arasında hasbihal ve fısıltı dolaşırken ardımdan gelen sadrazam ve eski akıncı başının beni kovalayan adımlarına saray askerleri eşlik ediyor bense boğazımda ki daha da yükselen kurulukla birlikte koşmaya devam ediyordum.
" Akıncının kraliçesi yıkık Bedesten camisine kaçıyor yakalayın askerlerim! "
Hay aksi! Güneşin yükselen sıcaklığı tüccar orman yoluyla bitişik akıncı birliğine giden yolda ki karanlık ormana eşlik ediyor bense koşmaktan dolayı bacaklarımın bağı kopmuş gibi yanan uzuvlarıma rağmen ben peşimde binlerce hadım saray görevlileri ve beni çiğ çiğ yemek isteyen sadrazamla, eski akıncı başından nasıl kurtulacağımı düşünüyordum.
Akıncı birliğine ve aynı zamanda yeni çeri ocağı olan otağa gitmem gerekliydi, eğer Mahir beni gerçekten tüm Osmanlı İmparatorluğuna karşı tüm diktatör düşüncelere karşı bir kadın olmama rağmen, kraliçesi ilan ettiyse birliği kullanarak kendimi ve ailemi koruyabilirdim. Kesinlikle zira peşimde ki bu binlerce saray askeri ismimi, yüzümü ve kimliğimi bile böylesine çıplak şekilde biliyorken evimin sokağını da bilirlerdi. Bu yüzden hiç düşünmedim, bir zamanlar Malhun ve Osman'ın aşkının matem dolu hüzünlü sonunun yaşandığı Bedesten camisinin renkli kırılmış camları altına saklanırken kalbimde ki mızraklı ok yarası sızlıyor canımın öyle bir yanmasına rağmen, sesimi bile geç çıt çıkarmıyordum.
" De mendeburlar sizi! İşe yaramaz paralı köpekler! Bir hatunu bile elinizden kaçırdınız! Derhal caminin içerisine bakın! "
Caminin renkli vitray şeklinde ki kırık taneleri arasına yansıma yapan güneş ışığı Gökkuşağı renginde taşlarla kaplı kırık mermere yansıyor, bense peşimde ki bu insanlardan nasıl kurtulacağım yolları arıyorken aklıma bir fikir geldi. Eğer zinhar ses çıkarmayarak bu yarısı savaştan ve isyandan dolayı kırılmış caminin duvarına attığım taş sesiyle dikkatleri başka bir yöne çeker bense tüm bu dikkat kayması arasında ki saniyede akıncı birliğine kaçabilirdim.
" Allah'ım annem ve Mahpeyker evin avlusunda durmuş yünleri ayakları altında çiğneyerek eziyor bense binlerce saray askerinden kaçmak için plan yapıyorum bu reva mı? "
Zaten isyan savaşından dolayı kırılmış olan duvarların taşına ulaşmam zor olmadı, kalbimin hizasında eski akıncı tarafından aldığım yara dayanılmaz bir acıyla sarsılıyor avuçlarım içerisinde sertçe tuttuğum büyük taşı yarısı kırılmış renkli vitray pencereye atıyordum bile.
" Paşam hatun burada! "
İçimden yaramın yaktığı acısına rağmen rahatça bir iç çektiğim vakit hiç durmadım, bacaklarım koşmaktan dolayı acıyor ve ağrıyor, kırmızı kaftanımın tülü siyah uzun saçlarımda biriken yıkık taşların tozu üzerinden kayıp gidiyordu. Koştum, tıpkı o gün ki gibi tıpkı Mahir'i ardımda bıraktığım günün saniyeleri gibi koştum. Dayanamıyordum, artık böyle şeyleri sırf özgürlük getirmek uğuruna yaşadığım için dayanamıyordum. Koştum, karanlık orman yolunun kumları arasında gezinen kırmızı kaftanlı bedenimle kaçtım. Babamın dayattığı zengin ailenin kölesi olmaktan, peşimde binlerce saray askerlerinin kalbime bıraktığı ok izinin yarasıyla, akıncı başı Mahir'in akıncı kraliçesi olmak için koştum.
Peşimde ki saray asker bölüğünün sesleri otağın içerisine yaklaştığım sınır çizgisine vuruyor, bense diba kumaşının altında kanayan yaramın sızlamasını önlemek için çıplak avucumu tenime bastırıyordum.
" Elif Hatun? "
Çadırlarının tek tek dizildiği dağ ovasının içerisinde kalmaktan dolayı çadır kubbesine dikilen Osmanlı bayrakları rüzgârın sert esintisiyle titriyor, bense koşmaktan dolayı nefes nefese kalmış bedenimi ve yaramın kan sızdırmasını toparlamaya çalışırken asker sesi kulağıma geliyordu.
" Derhal bana akıncı başınızın giydiği diba formasını getir "
Mahpeyker'e derin duygular beslediğini bildiğim askerin kavuk altında kalan bakışlarının kaşları çatılarak yüzümde cevap aradı, ama zinhar o cevap benim dudaklarım arasından değil kendisi buraya doğacaktı. Emindim, askerler ve o sadrazamla eski akıncı başı peşimde ki kokuyu tıpkı bir kısrak at gibi koklaya koklaya yakalamış ve birliğe akın etmek için geliyorlardı bile.
Düzinelerce otak içerisine dolan asker ayaklanma sesi Mahpeyker'e vurgun olan askerle aramızda ki hasbihale doluyor daha fazla, zaman kaybetmemek için Mahir'in çadır otağına giriyordum bile. Derhal akıncı başlarının giydiği o siyah diba kumaşlarını vücuduma sararsam emir verebilir ve bu sadrazamla, eski akıncının emri altında kalan askerleri geri püskürtebilirdim. Vücudumun her yerini teker teker saran simsiyah diba kumaşları, bir zamanlar has bahçede ilk kez gördüğüm adamın şikayet ettiğim kumaşları tenimi sardı.
Yalnızca yeşil gözlerim özgürlük ilan ediyorken dudaklarımı bile kaplayan siyah diba kumaşının altında kalan yaram yandı, bitti, kül oldu... Tıpkı dün gecenin vedası gibi, falcı kadının siyah teninin dudaklarından dökülen şeyler teker teker gerçek oldu. Dilencinin oğlu kurban seçildi, Mahir kendini Timur'un esaretine bile bile kurban etti. Kız, bedestenli kız yeşil gözleriyle ölümü taşıyarak isyan kraliçesi oldu. Tıpkı şu an, siyah diba kumaşlarının sıkıca sardığı bedenimi tarif ediyordu. Kız sevdiği adam için kalbini verdi, ben işaretlendim. Hünkarın medrese hükmü için isyan ayaklanması çıkarmak isteyen hatunu daha kolay bulabilmesi için ben ok ile vurularak işaretlendim.
Korkuyordum, yüreğim yaranın altında kalan yüreğim acıyla sıkışarak göğsümü daraltıyor akıncı başı Mahir'i yıllarca çocukluğundan beridir tutsak eden diba kumaşlarının tenimle bütünleşdiğini hissediyorken otağın kumlu koridor yolu içerisine çıktım.
Bugüne dek yıllarca binbaşılarının yetiştirdiği otak içerisinde ki kumlu yolda dizilen aslan postundan yapılmış deri üniformaları giyen, akıncı askerleri tıpkı başlarının bedenini saran diba kumaşlı Bedestenli hatunun bedeni önünde teker teker sağ ellerini yumruk yaparak göğüs hizalarına götürerek kalplerine vurarak önümde eğildiler.Binbaşılarının kendi isteğiyle esir hayatına düşmeden önce miras gibi bıraktığı, uğuruna Roma ve Venedik elçilerinin bile kellerinini aldığı akıncı birliğine kraliçe ilan etti. Siyah diba kumaşlarının sıkıca sardığı tenim dağ ovasında esen rüzgarı bile hissedemiyor, sanki sargılarla birlikte tüm hislerim altında ölüyor gibiydi.
Akıncı askerleri teker teker diba kumaşının otak içerisinde ki bayrak direği yanında sardığı bedenim önünde yumruklarını kalplerine vura, vura isyan kraliçesini kabul ederek emir bekliyorlar bense bir zamanlar kazıkların uçlarında can verdiği askerlerin tam öldüğü yeni çeri ocağının kumlu yerinde duran saray askerleri, sadrazam ve sol tarafında eski akıncı başı ve tam ortalarında bugüne dek bu isyanın sahibi olan, üzerlerinde bir şahin gibi yükselen III. Ahmed Han Hazretlerinin delici bakışlarını kumaşların yalnızca gözlerime özgürlük verdiği gözlerinden görüyordum.
" Bedestenli isyancı kız sonunda senin zaatınla tanışmak ne büyük şans! "
Hünkarın saray askerlerinin önünde yükselen bugüne dek binlerce kuşatma, fetih ve ölüm gören pahalı canfes kumaşlarının üzerinde ki pırlantanın yansımasında siyah diba kumaşlı bedenim bir kurban gibi titriyor bense Mahir'in bana kendimi korumam için bırakmış olduğu, esir düşmeden önce zekasını kullanarak olmadığı vakit bile beni koruduğu gerçeğini önüme gard alarak akıncı askerlerime emir veriyordum.
" Hünkarı tahtından indirin! "
Siyah diba kumaşlarının sıkıca sardığı ve tutsak ettiği dudaklarımın arasından boğuk bir emir sesi çıkıyor, askerlerin kabzasından çıkan demir kılıçlar güneş altında parlıyorken başımı tıpkı medrese hükmünün savaşı için bile vurulan, canını hiçe sayan bir Türk kadını gibi dik tutarak savaşın başlangıç şarkısı olan miğferin kulaklarımda çalan çan seslerini dinliyordum.
Sıcak kumların haşırtısından başka,
Hiç bir ses yok artık içimde.
Bir ölüm dinginliği, bir de kendim varım yanımda.
Kadersiz bir yolculuk bu,
Sakın kaçınılmaz sona gönüllü olma.
Bilge bir dilenci bu yüzden dilsiz,
Çöl aradıkça, uzaklaştıkça bilgi,
Aslında ayaklarının altında.

Yeni sezon Arabistan ve Hindistan arasında kalan Timur Devleti (Horasan) şehrinde geçecektir.
Timur İmparatorluğu'nun kesin zaferiyle sonuçlanan muharebe sonrasında, Osmanlı Padişahı I. Bayezid Timurlulara esir düşmüş ve devlet, Fetret Devri olarak bilinen 11 yıllık hükümdarsız bir döneme girmiştir. I. Bayezid'in esir düşmesiyle Fetret Devri başladı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 437 Okunma |
9 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |