
11. Bölüm Timur Krallığı
Yeni Sezon

Ön söz
Yollar ve nehirler ayrılabilir.
Hayat yeni bir arzu ateşler,
Yağmur damlaları yeni nağmeler yaratır.
Zaman yollarını değiştirir.
Ama ben sonsuza kadar yanında kalacağım.
Sıcacık kucağında,
Şimdi ve sonsuza kadar.
Giriş bölümleri farklı kişilerin ve olay örgülerinin bakış açısından yazılmıştır.
...25 yıl önce Bedestende bir yaz akşamı
" Bu müzevvir günah tohumunu doğuramazsın dedim işte o kadar! "
Korkuyordum. Mermer taştan özenli şekilde el ile yoğrulmuş ve şekil verilmiş avlu çeşmemizden su yere akıyor, sanki avlunun mermerine değil de korkumun içerisine doluyor gibiydi.
" Refah sana yalvarıyorum o daha doğmadı bile günahsız..."
Annemin durgun, durgun akan avlu çeşmesinin içerisine dolan sesi suya karışarak bir kaç salise içerisinde soldu sanki.
" Sus be kadın! Sokak fahişesi! Mendebur günah tohumunu kimden aldıysan onu sual et! "
Ve tokat. Annemin bugüne dek dokunmaya bile kıyamadığım yanağına inen babamın sert elleri altında, dilinin ucunda ki tüm sözler ve kalbinde ki duygular ezildi sanki. Minik bedenimin göz pınarlarına küçük çöl kum taneleri gibi gözyaşları doluyor, parmaklarım arasında ki kaftanımın kumaşı babamın anneme attığı tokat gibi ellerim altında kırışarak eziliyordu sanki...
Günümüz (1720 TİMUR KRALLIĞI HORASAN)
Eğer hayatınızın en önemli yaşlarında birisi tarafından bir böcek gibi yakalanarak kırılmaz bir cam, fanusun titrek meşale ışığı altında sürekli olarak esir tutulursanız hayvanlaşırsınız. İlk başta cam fanusun kırılmaz matem kenarlarına ve uzuvları arasına sesler, görüntüler ve duygular doluyorken zamanla buna kendinizi bırakmayı tercih edersiniz. İlk başta isyan daha sonra hayıflanma daha sonra ise, alışma ve kabullenme.
Ben alıştım, hayvanlaştım ve kabullendim. Babamın para ve köhne dilencilikten kurtulmak istediği hırs yüzünden ben hayvan oldum. İki gözü evvelden beridir zinhar görmeyen ama tıpkı kör gözlerinin yansıması olan, kalbi, şefkati ve bana olan merhameti de kördü. O yalnızca bu hayatta bir hatunla beraber olarak elde ettiği çocuğunu sonuna dek kullanan, Bedesten çarşısında ismi kör Yusuf'a çıkan başına taktığı kavuğunun sokaklarda kalmaktan solduğu yeşil sarıklı zavallı bir adamdı.
" Zira bir gün bana büyük padişahların o dolma gibi olan parmaklarına taktığı yakut yüzükleri çalarsan seni sevebilirim Mahir "
Bedestendeyiz, babam yine kör gözlerinin görmediği zinhar sikke dilenmekten dolayı ellerine oturduğu taşların kumları göremediğinden dolayı sarığını arıyorken yere dokunan parmaklarına kumların pisliği doluyor bense babamın eğer padişahtan mücevher çalarsam seveceğine inanıyordum.
" Baba istediğin yüzüğü sana getirdim beni zikrettiğin gibi ne zaman seveceksin? "
Küçükken, küçük bir hırsız çocukken hırsız olduğundan bile habersiz bir çocukken o günü zinhar unutmuyorum. Bedestenin ünlü camisinin yakınında olan pencereleri bile odun parçalarıyla çivilenerek tutturulmuş, evin yıkık dökük duvarlarına bile odun parçalarının arasından düşen ışık süzmesi fakirliği yansıtıyordu.
" Dalzeker çocuk! Ne sevgisi ben koca bir adamım oturup seninle cimamı edeceğim! "
Ve bu babamın beni hayata hazırladığı ilk yalan ve hissizleşmeye başladığım binlerce sözlerinden, yalnızca başlangıcı olan bir sözdü işte.
" Zinhar bu çaldığımız diba kumaşlarını yüzünden ve bedeninden çıkarırsan seni ömrüm boyunca sevmeyeceğim demektir oğlum "
-" Ama baba ben bunların içerisinde olmaktan mutsuzum, ben Hünkarın akıncısı olmak istemiyorum..."
" Kes sesini! Sana fikrini sual eden olmadı. Zira bu diba kumaşlarının altında hem Hünkarın güvenini kazanmak hem de saray içerisinde daha fazla yüzün görünmediği için mücevher çalmak demek! Aman yarabbi, ne büyük ganimet ama! "
...Son evre alışma ve kabullenme. Zinhar, zinhar bana henüz 9 yaşlarında olmama rağmen biçilen diba kumaşlarını bedenimden ve yüzümden sökmedim. Saraya gittiğim ilk yıllarda henüz çaylak bir akıncı ocağında çok dövüldüm, benim yaşlarımdan büyük erkekler beni el sopası gibi gelip, geçip dövüyor bazense hakkıma düşen yemeği yiyorlardı.
" Mahir'e bakın! Siyah kumaşların içerisinde bir Azrail gibi görünüyor çocuklar! Ama tek yapabileceği şey kendi duygularının canını almak! "
Ah, bu sözler hâlâ dün gibi aklımda. O küçük yumruklarımı çocuğun sözlerine karşı avuçlarıma sertçe baskı uyguluyor ve yeni çeri ocağının çadırları arasında ki kuma sığınarak tek başıma saatlerce oturuyordum. İçimde, siyah kumaşların altında kalan bir boşluk vardı sanki. Oturduğum kumların içerisinde ki hava bile zamanla değişime uğradı, ben büyüdüm ve herkesin beni ezdiği o hususları sualsız tek tek ele aldım. Kimileri, o genç adam çok vicdansız ve acımasız dedi kimi Bedesten tüccarları ise diba kumaşının altında ki gözlerimden bile korktu.
Onlara hak verdim, Bedestenin avlusunda büyüdüğüm halka hak verdim. Çünkü zira zamanla ben bile babamın cam fanus içerisine hapsettiği kendimden korkuyor, sol göz kapağımdan aşağı derisi bile olmayan ve çeneme kadar inen yaradan tiksiniyordum.
Büyüdüm, henüz 16 yaşında büyük bir savaşa katıldım. Göğüs aralığıma ve bacağımın diz kapağına aldığım oklar beni gece boyunca terleterek, sabaha dek otakta inlememi sağladı. 16 yaşımdan 23 yaşıma kadar sayısını dahi hatırlamıyorum Roma, Venedik, Bosna gibi ülkelerde Hünkarla birlikte yan yana babamın bana biçtiği rolü oynamak zorunda kaldım. Göğsümün alt karın kısmına kılıç darbesi aldım, haftalarca o sedir yatağın üzerinden bedenimi kaldıramadım göz kapaklarım bile birbirine yapışmış ve açılmayacak şekilde ölü bir beden gibi yattım.
Ama, zira bu babamın umurunda olmadı. Benimde babam zamanla pek umurunda olmadı, ama belki bir gün beni sualsız sever diye diba kumaşlarını zinhar giymeyi ihmal etmedim. Zamanla savaşlarda babama olan öfkem ve kin yüzünü sıcak tutarak düşman öldürmekten dolayı, hünkar beni akıncı başı ve sağ kolu ilan etti. Binlerce ordunun başı olduğum için otakta günler geçtikçe kimse zinhar benimle hasbihal etmiyor, dedikoduların vermiş olduğu korkuyu kendilerine gard alarak sanki bir su çiçeği hastalığıymışım gibi benden kaçarlardı.
İlk başlarda duygularını siyah kumaşların içerisine sakladığım kalbim bir ok yemiş gibi acıyla sızladı, ama daha sonra ise bunu her zaman yaptığım gibi yalnızca gözlerimin göründüğü o kumaş altında ifademi ve kırgınlığı sakladım. Karanlık orman yolunun içerisinde ki dağ çukurunda olan akıncı otağının binlerce, asker tarafından ayakları altında ezilen kumlar benim sırdaşım oldu. Bazı vakitler kimselerin olmadığı gündüzlerde kuma ellerimle veya yerde bulduğum dal parçasıyla annemi çizer ve onunla hasbihal ederek dert yapardım.
Bazı vakitlerse, Farsçanın pek sık kullanılmadığı Osmanlı mıhlasının altında ki özgür düşüncelerimin sahibi olan, hayatıma öyle bir şiddetle ve inatla giren kızın ismini kimse zinhar anlamasın diye annemi çizdiğim o özel kumlu yere Elif'in ismini Farsça yazardım...
Benim Mübrem, beni dilenci babamın hapsettiği fanusun kapağını o zerresine bile aşık olduğum elleriyle açan Mübrem... Yalnızca Bedesten, savaş ve akıncı otağında gezinmiş bedenimi, duygularımı bin bir ülkenin gecesine aşkıyla götürmüş Has bahçe gülüm...
27 ülkenin topraklarına imparatorluk salmış Emir Timur'un yılan inine Elif'in özgürlük aşkının yanında kumaşların altında ki kalbim tutuşuyor öldürdüğü düşmanlarının kafataslarını üst üste dizdirerek taş yerine insan kafası iskeleti olan Sarayına bile bile esir düşmemi aşkı sağlıyordu...
Günümüz aynı zaman
( OSMANLI İMPARATORLUĞU EDİRNE )
Kan. Kanın iğne deliğinin içerisine iplik gibi geçirilen süzmesi akıncı otağının çadırlarını analık yapan, kumlu yerinde su sızması gibi yavaşça yere akarak kendisine yol buluyor bense diba kumaşlarına hiç alışık olmadığım ten hissiyatının altında dudaklarımı kaplayan boğuktan dolayı sesimi irdeliyordum.
" Hünkarı tahtından indirin! "
Bugüne dek bu uğursuz topraklarda hüküm salmış Osmanlı İmparatorluğunun kubbesi altında askerler bir kadından emir alıyor, hünkara Akıncılar ve yeni çeriler hariç bir kadın karşı çıkıp isyan yapıyordu.
" Sen yalnızca bir hatunsun hatun! Binlerce ordunun emrine gireceğini zannediyor musun? "
Osmanlı sancağının kumlu yere saplanan odun kısmının altında binlerce akıncı askeri, siyah diba kumaşlı bedenimin önünde sıra sıra diziliyor Hünkarın saray askerlerinin her bedenime attığı adıma karşı önümde resmen saç örgüsü gibi örgü örerek kılıçlarını deri üniformalarından çekiyorlardı.
" Bugüne dek bu otağın bağırın da büyümüş binbaşımız Mahir bu hatunu kraliçesi ilan ettiyse ve esir düştüğünde ardında ki yönetimi bu hatuna bıraktıysa kadın olmasına bile zinhar bakmaz emri boynumuzdan ince olur! "
Hava bile inceydi. Kız kardeşimin gönül verdiği akıncı askeri köle olarak getirildiğim zaman at arabasında duyduğum yaşlı sadrazamın, bedenimi öldürmek ve kendine almak için yürüyen adımlarının önünü kesti. Sadrazamın yaşlı bedeninin başında altın işlemelerle süslenmiş kırmızı beyaz kavuğu askerin bedenine rağmen yalnızca kumaş altından gözüken yeşil gözlerime beni yiyecekmiş gibi bakıyordu. Korkmadım, eğer Mahir böyle bir sorumluluğu ve yıllarca emek verdiği akıncı ocağını bıraktıysa bende kendime güvenip korkumu yenebilirdim ve tam da Mahir'in bende gördüğü o özgürlük aşkımı duygularıma gard alarak korku yendim.
Yendiğim saniye bugüne dek diba kumaşlarının altında ki kabzada aslan figürlü kılıcı ellerime korkumu yendiğim, saniyeler gibi hızla çekilerek geliyor bense nefesim diba kumaşının altında titremesine rağmen emrime giren askerlerime bağırıyordum.
" Hücum! "
Diba kumaşının altında özgürlükten mahkum kalmış sesim boğuk çıktı, buna rağmen akıncı askerleri emrimi başlarına taktıkları miğferden bile duydu ve hiç düşünmeden tarihte ilk kez Osmanlı topraklarından emir veren kadının dudaklarından çıkan isteği gerçekleştirmek üzere isyan yüzünden karşımda dikilen askerlerin üzerlerine koştular. Kimi asker saray askerinin üzerinde ki formayı kılıç darbesiyle parçalayarak hem yaralıyor, hem çıkarıyor kimi asker ise saray askerinin başında ki kavuğa rağmen vücudunun orta hizasına denk ellerinde tuttuğu gümüş kılıcı saplayarak adamın başını ortadan ikiye ayırıyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun sancağı kanlı kubbe yüzünde dalgalanmaya devam ediyorken, tüm dağın taşlarına atılan oklar insan eti bulmuş gibi tutunarak kırılıyor çadırların üzerine dağdan kırılan taslar geliyordu. Bu görüntü, diba kumaşlarının altında kalan yeşil gözlerime dolan bu görüntü kıyamet sahnesi gibiydi. Hünkarın emrinde olan her iki askerde birbirleriyle savaşıyorlar tarihte 2. Kez bir padişah isyan ile tahttan indirilmeye çalışılıyordu. Havanın içerisinde gezinen siyah teninin dolgun dudaklarının falcı dükkanı içerisinde söylediği her kelimeyi hatırlıyor, kumaş altında rüzgârın bile değmediği tenimi soğuklara atarak tüylerimi diken diken yapıyordu sanki.
" Ayin... Padişah dilencinin oğlunu kurban edecek! Çok büyük kan, damarlarından kopmuş siyah diba kumaşlı kelle! Padişah! Padişah kandırıyor, son geliyor son gelecek! Bedesten ölüm taşıyor her bir taş, taşlar kubbe altında yağıyor o kız, kız kalbini söküp sevdiği adama veriyor! "
Doğru birimiz kurban seçildi, bu hikayede birimiz doğduğundan beridir kurban seçildi ama hangimiz olduğunu zinhar bilemedim. Sanki, sanki uğursuz bir el bir halife yazarı bizim sonumuzu ve kurbanın kim olduğunu çoktan belirlemiş biz ise yalnızca o belirlediği zamanın gelmesini bekliyor gibiydik. Akıncı Otağının içerisinde yükselen kan kokusu midemin en dip kısmına ayaklarınızın altında ezilen bir kum, veya tezgahlarda satılan sumak kokularının hissi gibi mideme doluyorken sancak altında olan bedenim gerginlikten kasılıyor ve birinin beni kendine hızla çekerek diba kumaşının altında kalan boynuma değdirdiği soğuk kılıcı hissediyordum.
" Bir hatun zinhar kocasının ve babasının sözünden çıkıp isyan ayaklanması yapmamalı değil mi? "
Boğazıma çektiği kılıcın yalnızca sahibinin ellerini görsem dahi, sesinden kim olduğunu anlıyor ve eski akıncının elleri altında kılıcın gümüş kesici yeri boğazımda parlıyordu.
" O küçümsediğin hatunlar senin sonunu tarihe yazacak ve bunları okuyan başka bir kadın ise, bizimle gurur duyacak! Tarih boyunca yalnızca hatunların üzerinde sulh yapmaya çalışan, müzevvir bir akıncı olarak anılacaksın. "
Diba kumaşlarının sıkıca sardığı tenim boğazımın Şah damarına çekilmiş kılıç yüzünden gerginleşiyor, bense bedenimi göğsüne bastırarak bir elini omuzuma atan ve diğer eliyle kılıcın kabzasını sıkıca tutarken boğazıma dayayan eski akıncının gülme seslerini duyuyordum.
" Bunu senin gibi bir hatun mu yapacak? Lütfen benimle cima etme bu zira çok komik. Babasının bir emriyle bile dilini yutmuş gibi susan bir hatun için çok pervasızca. "
Yalnızca diba kumaşının gözlerime özgürlük verdiği alanın bakış yönünde olan binlerce kanlı adamın savaşmasını, ölmesini izlerken kumaşın içerisine dolan sesi önce şiddetle diba kumaşına çarpıyor daha sonra ise boğuk şekilde kulağımın inine doluyorken gözlerimi dediği sözlerle kapadım. Babam, doğruydu ne yazık ki dediği, söylediği bu hususlar doğruydu. Diba kumaşının altında kalan kalbim babamın üzerimde küçüklükten beridir kardeşime yaptığı gibi yarattığı özgürlük boşluğuna kırıklığı ay ışığının Bedesten gecesinin doldurması gibi dolduruyor bense daha fazla hatun olduğum için ezilmek istemeyerek eski akıncının kabzasını sıkıca tuttuğu kılıcına ayağımı geniş açıyla kaldırdığım saniye vurarak ellerinden ve boğazımdan indirirken aslan figürlü kılıcı tuttuğum kabzadan çekiyor, mavi gözlerine korkusuzluğun hükmünü salarken duruyordum.
Kılıcı o mendebur yüzüyle tutan ellerinin boşluğa düşmesiyle birlikte yüzünde ki o gudubet, gülüş kayboluyor bedeninin karşısında isyan savaşına baş kaldırarak ellerinde Mahir'in aslan figürlü kılıcını tutan kadının gözlerine bakıyordu.
" Zira beni yakalamak istediğin o Bedesten camisinde Allah'a dua et belki senin zaatına acır ama bugün ben zinhar zaatına acımayacağım! "
Bedestenin topraklarında binlerce savaş görmüş dağın taşları isyan savaşı içerisinde atılan mihraklarla dökülmeye devam ediyor, tüm dökülen taşlar rüyamda gördüğüm Medrese taşları gibi bir bir çadırları kırıyorken emir verdiğim akıncı askerleri ise savaşmaya devam ederken kimisi ölüyor kimisi ise derin yaralar alsa dahi isyan ayaklanması vermeye devam ediyordu.
Mahir'e yani askerlerin akıncı başlarına ait diba kumaşlı parmaklarımın altında gökyüzünde ki, kızgın güneşin ışığıyla parlayan kılıç titriyor bense içimde ki vesvese veren o Farsça sesi bastırmaya çalışarak eski akıncı başının göğsünü diba kumaşlarının esir ettiği gözlerimle hizalayarak kılıcı geçiriyor eski akıncının karşı koymaya çalıştığı kılıcın ellerimde tuttuğum kılıca değerek şıngırdama seslerini işitiyordum.
Eski akıncı başı geriye attığı adımlarla acemice tuttuğum kılıç darbelerini ustalıkla savuruyor, bense askerlerin ölme seslerinin yanında çıkardıkları yara alma inleme seslerini kumaş altından bile işitirken sakin kalmaya çalışıyordum.
" Aptal hatun! Mahir yalnızca güçsüz bir müzevvirin teki, Emir Timur'a bile esir düşen Bedesten dedikodularıyla şişirilmiş bir sedir yastığı resmen! Hahaha o krallıktan canlı çıkacağına inanıyor musun? "
Bedenime kıvrak ellerinin altında can veren kılıç darbelerini sallarken, savurduğum ve zamanla git gide zira güçsüz düşen umudumla, ellerimle sözleri Mahir'in ölümünü yıllar önce ki yaşadığım ölüm acısını paşanın burada nasıl kellesini aldığım hususlarına zihnime bir ok ucunun sivrice budanmış yeriyle sesleri savaşın içerisinde ki inlemeleri bastırarak doluyor bense burnundan solan bir Bedesten öküzü gibi nefes alıyordum.
Diba kumaşları özgürlüğümü kısıtlamanın aksine, Osmanlı hanedanının bana biçtiği sınırları kırıyor kadınların köle olarak satıldığı yalnızca Lale Devri dönemi altında saray zenginleşirken halkını aç bırakan bir imparatorluğun bana biçtiği yasakların derin kızgınlığı kumaşlar içerisinde ki bedenime ve duygularıma doluyorken avazımın çıktığı kadar savaşın içerisinde çadırların üzerine yıkılan, taşların üzerine ve cansız bedeninin içerisinden sessizce yol bularak Bedesten kumuna akan kanların yoluna bağırış isyanım doluyorken hiç düşünmeden ellerimde ki kılıcı ağzının içerisinden başlayarak kavuğunun sardığı ensesinden çıkardım.
Kılıcın gümüş kabzasından parlayan kızgın güneş ışığı eski akıncı başının ağzından başlayarak ensesinden çıkan, siyah ve kırmızı karışık kanla geceye boyandı. Göz bebeklerinin bile şiddetle kasılarak hareketsiz kaldığı yüzünün teni beyazlaşmaya ve bedeni ellerimde tuttuğum Kılıcın kabzasından tutunarak ayakta durmaya başlarken onu öldürdüğümü anladım.
Korktum, bedenim diba kumaşlarının uğursuzca verdiği lanet yapışkan duasıyla titredi sanki. Diba kumaşları bir kaç salise içerisinde duygularımı kendisine alarak, beslendi ve bedenimi kendine emdi sanki. Kılıcın ucunda ki ağırlık gözlerim önünde can vermeye devam eden adamın ağırlığıyla giderek artıyor bense göz kapaklarımı birbirine bir daha hiç açmak istemeyecek şekilde sıkıca bastırarak kılıcı şiddet ve öfkeyle sapladığım ağzından çıkarıyordum.
Çıkardığım saniye Bedesten tüccarlarının müşteri çekmek için tezgahta duran sumağı ellerine alarak renginden dolayı kalitesini gösteren, satış yaptığı hilenin yerine saçılan ve kumuna karışan baharatı gibi akıncının kanı yüzüme sıçradı. Sıcak, çok ılık bir sıvının gözlerimden akan hissiyatını iğrenerek kumaşın altında nefes almaya çalışıyor kulaklarımda dolaşan isyan savaşı seslerini duymak istemeyerek öylece boşluğa düşmüş gibi duruyordum.
" Elif Hatun! Atlardan birini al ve kaç derhal otaktan kaç! "
2. Defa bir insan öldürdüğüm gerçeğinin mutlak teri diba kumaşla sarılı bedenimin sırtına vuran akıncı askeri sesiyle, bedenim ve düşüncelerim kendine gelmeye çalışıyor şu an zinhar vicdan sesimi işitmemem gerekiyordu. Göz kapaklarıma bile bulaşan kırmızı, siyah renkli kanının varlığı altında diba kumaşlarının içerisinde ki gözlerimi açtığım saniye otağın hâlâ savaş verilen kanlı görüntüsüne bakmamaya çalışıyor atların yerini bulmaya çabalıyordum.
Şükür ki, sancak bayrağı altında hâlâ atılan ok ve kaçmamızı önlemek için kılıç darbesiyle yaralanmamış bir at vardı. Yüreğim, diba kumaşının altında kalan yüreğim aklıma gelen Has bahçe gülü atının görüntülerini ağzıma bal ile çalıyor bense gözlerime biriken gözyaşlarını tutmaya çalışarak sancağın altına gittiğim saniye ata biniyordum.
Atın hareket etmesini sağlamak için hızla karnına ayaklarımı vurduğum saniye bedenim altında ki siyah renkli at, sancak altında göğe yükselerek ayağa şahlanıyor inlemelerin ve cansız bedenlerin içerisinde ki havayı daha da savaş havası yapmak ister gibi kükrüyordu. Şahlanması bittiği saniye ellerim altında kalan ipini diba kumaşlarının sıkıca sardığı ellerimle gererek, dağın diğer ucunda ki ovanın kumlu yoluna itmeye çalışıyor atın sesini duyan her bir saray askerinin ardımdan adım sesleri geliyorken atın üzerinde ki bedenim şiddetle kasılıyordu.
Nereye gittiğimi, korkudan ve gerginlikten dahi hangi yöne gittiğimi zinhar bilmezken atı sürdüğüm hızın sabit yerine ok uçları doluyor bense peşimde bir kaç askerin olduğunu hissediyordum.
Atın ağzını bile geren ellerim altında ki ipini daha sert çektim, ayaklarımla hızını artırması ve Saray askerlerine yakalanmamak için karnına yine tekme attım. Attığım saniye siyah renkli at burnundan anlamadığım bir haşırtı çıkarıyor, diba kumaşlarının sıkıca sardığı bedenim rüzgârın şiddetiyle kumaşları ardıma uçururken yüzümü ve siyah saçlarımı hapseden kumaşları yırtarak hayvan gibi açıyordum.
Özgürdüm. Kendimi bugüne dek Osmanlı kubbesinin altında hiç olmadığım gibi özgür hissettim, hanedanın bittiği çöküş yılında bile zinhar düşüncelerimi ve bedenimi böylesine özgür hissetmediğim kadar özgür hissettim.
Siyah saçlarım atın şiddetle kum tanelerinin ezen sesinin ardında ki, rüzgarda salınıyor isyancı kraliçesi lakabını gerçekten şimdi ki hususta taşıyor gibi görünüyordum. Havanın içerisini delen sırtıma yönelik atılan oklar, bedenimi es geçerek kuma saplanıyor bense sırtıma takılan ok çantasının ten renginde ki çuvalı içerisinde atın üzerinde sabit kalmaya çalışırken okları alıyordum. At bilmediğim yönün gittikçe çölleşen kumu içerisine toynak izlerini bırakıyor, ok ucunu yay ile beraber ellerim gererek sırtımı döndüğüm saniye tek gözümü kapatarak dikkatle yayın ipinde duran ok ucunu ardımdan gelen saray askerlerinin bedenine yönlendiriyordum.
Dikkatim öylesine saray askerinin bir kaç metre ötesinde kalan bedenine yönelmiş ki, buraya kadar beni getiren atımın atılan ok ucuna isabet ettiğini yalpalayarak anlıyordum. Zaten adam öldürmüş gerçeğinden titreyen ellerimde ki, yay avlumuzda akan çeşme suyunun mermere değen saniyesi gibi öylece aktı gitti. Ardımda ki gittikçe çölleşen kumun üzerine düşerek kızgın kumların resmen bir insan gibi yediği yay ve oklarım bakış alanımdan yavaşça çıkıyor bense atın yara aldığı yeri belirlemek için her yerine telaşla adamlar peşimde gelirken bakıyordum.
At daha fazla tenine aldığı ok darbelerine dayanamayacak şekilde yalpalamaya ve yavaşlamaya devam ederken, askerlerin beni yakalayacağını anladığım saniye ürktüm. Kızgın güneşin çölün kum taneleri arasına dolan ışık kaynağı taşları daha da üst üste koyarak yoğun şekilde, ter yaptırıyor ve serap gördürüyordu sanki. Çünkü gözlerimin önünde ki güneşin sıcaklığından havası bile titreyerek buğulanan çölün kumlarında binlerce deve ve kervansaray komvoyu vardı. Konvoy içerisinde ki develerin üzerinde oturan bıyıklı adamlar esmer tenleriyle, faytonların içerisinde kınalı elleriyle darbuka ve matruş çalan koyu tenli kadınların ritmine eşlik ediyor bense kurtuluşumun çöl ortasında beliren görüntüsüne serap dememeye çalışıyordum.
" Bir arazi düşünün, orası çok uzak bir yer.
Kervan develerinin dolaştığı
Her kültürün ve dilin arasında dolaştığın yer.
Karmakarışık ama hey, burası ev!
Rüzgar doğudan estiğinde ve güneş batıdan
Ve lambada ki kuma doğru!
Aşağı gel uğrasana, bir halıya atla ve uç.
Başka bir Timur Krallığı gecesinde! "
Şarkının çöl içerisinde ki güneşten ve sıcaktan titrek buğusuna son sözleri kızgın çöl kumlarından, kulaklarıma dolduğu saniye sıcaklığın şoku çarpmış bedenim kendisine gelerek Mahir'in esir düştüğü topraklara ayak bastığım gerçeği çöl kumlarının tanelerinin arasına umudun rüzgarını salıyor bense peşimde ki askerlerden kurtulmak için ok ile yaralanmış ve daha fazla bu acıya dayanamayan atın üzerinden develerin sıcaklıktan dolayı dillerini dışarı atarak kambur gibi görünen belleri arasından çektiği faytonlara atın son güçlerini kullanarak yaklaşıyor, ve atın yavaşça titreyerek can vermeye başlayan siyah teninin üzerinde dengede durmaya çabalarken bacaklarım dengesizlikten dolayı birbirine çarparak faytonla aramda ki boşluğu doldurmaya çalışıyordum.
Sıcak çöl kumlarının üzerinde ki dengesiz boşlukta bedenim bir oraya, bir buraya çöl kumu gibi sallanıyorken Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını geride bırakırken bugüne dek tarihin göreceği en büyük Türk atasının topraklarına giriyordum. Faytonla aramda ki boşluğu daha da fazla doldururken zaten yarı şekilde ok yiyerek git gide, can veren atın üzerinden faytona atladığım saniye peşimde ki Osmanlı askerleri isyan ederek kervansaray komvoyuna bağırıyordu. Timur'un ön görülemeyen 27 ülkenin toprağına sahip olduğu sınır içerisine fayton içine gizlice sızan bedenimle girerken sınıra girmesi yasak olan Osmanlı askerlerini ardımda bırakıyor gururla zafer kazanmış gerçeğiyle diba kumaşları üzerimde çöllerin ortasında ki sıcak serapta gezinirken askerlere el sallıyor, kervansaray tüccarlarının şarkıya devam eden sesleri altında sıcaktan havasının bile titrediği Emir Timur'un İmparatorluğunun topraklarına hızla ilerlerken ayaklarım altımda ki ahşaptan yapılmış fayton sıcak kumları acımasızca eziyor bense güneşin çarpıcı sıcağı çölde hüküm salıyorken, sıcaklığın içerisine dolan şarkı mırıltısıyla beraber Timur Krallığına giriyordum bile...
" Ah bir labirentte geçerken çalan bir müzik,
Saf zevkinin pusunda, bir dansa yakalandın.
Transta kayboldun, başka bir Timur Krallığı gecesinde! "

Emir Timur kimdir?
Tarihin gördüğü en büyük askeri ve siyasi dehalardan biri olarak kabul edilen Timur, sağ ayağı aksak şekilde yürüdüğü için kendisine Farsça Timurlenk, Türkçe olarak ise Aksak Timur denilmekteydi. Timur 8 Nisan 1336 tarihinde Özbekistan'ın Keş şehrinde doğdu. Babası Barlas oymağının beyi Turagay (Turgay), annesi Tekine Hatun'du.
Cesur, zeki ve bilgili bir Türk asilzadesi olan Timur, kısa zamanda yükselerek Doğu Türk Hakanlığı'nın tahtına oturacaktı. Timur, imparatorluğunun sınırlarını İtil'den (Volga) Hindistan'daki Ganj Nehri'ne, Tanrı Dağları'ndan İzmir ve Şam'a kadar uzatacaktı.
Timur 25 yaşlarındayken Çağatay Hanlığı valilerinden Kazgan Han'ın emrine girdi ve büyük bir birliğin komutanı oldu. Kazgan Han onu kızı Olcay Türkan'la evlendirdi. Daha sonra Kazgan Han pusuya düşürülüp öldürüldü. Bunun üzerine harekete geçen Timur Han'ı öldürenlere savaş açarak hepsini ortadan kaldırdı. Bu başarıları karşısında Çağatay Hanı onu kendi hizmetine alarak Tümen Beyi olarak görevlendirdi.
1370 yılında Timur, Belh şehrinde tam bağımsız bir konuma geldi. Cengiz hanedanının avantajlarından yararlanmak için Çağatay sülalesinden Soyurgatmış Han'ı tahta çıkardı. Timur, şeklen yeni hükümdara bağlı gözüküyordu ancak mutlak hükümdar kendisiydi.
Timur, 1401 yılına kadar yapılan dört seferle Irak ve Güney Anadolu, 1398-1399 seferleriyle Delhi Sultanlığı'nı, 1401-1402 seferleriyle de Suriye'yi fethetti.
1402 yılında Ankara Savaşı'yla da Yıldırım Bayezid'i yenerek Osmanlı Devleti'ni 11 yıl sürecek Fetret Devri'ne soktu.
''Kıymetli bahadırlar sayesinde pek çok yer fethettim ve 27 ülkenin hakanı oldum'' diyen Timur hükümdarı olduğu ülkeleri şöyle sıralamaktadır:
''Turan, İran, Rum (Anadolu), Mağrib, Suriye, Mısır, Irak-ı Arap, Irak-ı Acem, Mazenderan, Geylan, Şirvan, Azerbaycan, Fars, Horasan, Cidde, Büyük Tataristan, Harezm, Hotin, Kabilistan, Bahter, Zemin, Hindistan, Gürcistan, Ermenistan ve Kafkasya''
Savaş kaybetmeyen ender komutanlardan biri olan Timur, hepsi zaferle sonuçlanan 17 sefer düzenlemiştir.
Küçük yaşta at binmeyi, kılıç ve mızrak kullanmayı öğrendi. Attığı oku yüzük deliğinden geçirebiliyordu. Savaş talimlerinden arata kalan zamanını dönemin büyük alimlerinden ders alarak geçiriyordu.
Büyük bir stratejist olan Timur, 300 kişilik bir kuvvetle 10 bin kişilik bir orduyu yenmiştir.

Timur Krallığı Horasanın şimdi ki hali.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 437 Okunma |
9 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |