14. Bölüm

13. Bölüm Zaho Ailesi

Elif Doğan
ursuula1

13. Bölüm Zaho Ailesi

 

 

Ön söz

 

Elleri var özgürlüğün

Köpürerek koşuyordu atlarımız

 

Durgun denize doğru

Bu uçuş, güvercindeki,

Özgürlük sevinci mi ne?

Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz,

Düşünmek yasak.

 

Kan ve gül. Muhibbi divane gül kaderinde kan rengine boyandı, iki aşığın günler sonra birbirine hasretle dokunan tenlerinin üzerine kan bir lanet gibi düştü. Kim yandı? Kimi yaktı...

 

 

Aşk? Aşk hep böyle miydi? Kavuşma olmadığını bile bile, dokunması bile yasak, bakması bile yasakken imkansız bir şeye tutulmak mıydı? Aşk nerede imkansız var onu seçer, sense bu sana biçtiği duygu kaftanını ölümün gelene dek taşırdın. Şu an böyleydik, ölüm geldi ölüm bize tecelli etti gülüm, kırmızı gülümüz ellerimizin arasında can verdi...

 

" Destur! Sultan III. Ahmed Han Hazretleri! "

 

Timur İmparatorluğunun görkemli çöl sıcaklığının gecesine dolan bu kapı kulu asker sesi, bütün her şeyi sarsarak yerle bir ederken gül tezgahının üzerinde, yasakların içerisinde birleşen ellerimiz kan damlaları hâlâ tenimizden akıyorken çoktan birbirinden uzaklaşmıştı bile.

 

" Ahmed? Bu ne hoş bir ziyaret. Demek babanın ve dedelerinin geceleyin yaptığı Turan taktiğini geliştirmek için imparatorluğumu basıyorsun. "

 

Emir Timur'un biraz çekik gözleri Osmanlı İmparatorluğunun Lale Devri adı altında ki, padişahına karşı çok yumuşak bakıyor sanki savaşmaya bile değmeyeceğini kanaat getirmiş gibi sakince hasbihal ediyordu.

 

" Akıncımı sen mi esir aldın, veyahut o kendi arzusu ile mi sana esir düştü? "

 

Gül tezgahını hemen ardına sığınarak hizmetli rolünü devam ettirmeye çalışıyorken, imparatorluğa ev sahipliği yapan yarı aydınlık çöl gecesinin içerisinde Mahir'in birden tezgahtan toz bulutu olarak çöl içerisine karışan bedenini arıyordum.

 

" Halk dedikodularına koca kadınlar gibi inandığını görmek üzücü eğer Beyazid deden olsaydı, şu an senden utanırdı. Bilakis kim benim elime bile isteye, esir düşmek istesin. Akıncın toprağıma Osmanlı askeri çekti bende gerekeni yaparak cezasını kesmek için, onu esir aldım. "

 

Ne? Horasan çarşısı içerisinde gündüz ilan ettiği fermanın aksini dili şu an zikrediyorken şaşırmıştım, şimdi neden böyle diyor diye düşünürken Emir Timur'un çekik gözleri içerisinde bir cevap arıyordum ve o cevap çoktan geldi.

 

" Mahir yaptığı cezayı çekmeden Osmanlı İmparatorluğuna iade edilemez. Akıncın ne zaman cezasının gününü doldurur ise, işte o gün Horasan şehrinden Osmanlı topraklarına özgür bırakırım. "

 

Bilerek yapmıştı, şu an sanki Mahir ona kendi isteğiyle gelmemiş hiç bir yardım istememiş gibi konuşuyor, ben zalimim çizelgesi ardında Mahir'i biraz daha kendi toprağında tutarak Osmanlı İmparatorluğuna karşı planlar yapmak istiyordu. Duymuştum, daha önceleri Bedesten hatunları her şeyi hasbihal ettiği için Timur'un siyasi ve stratejik bir hükümdar olduğunu biliyordum.

 

 

Kavurucu çöl sıcağının geceye verdiği hafif ılık esinti çarşı içerisinde ki tüccar tezgahlarında satılan ipek şalları, içerisine alıyor bu anı daha tehlikeli göstermek için çöl vahasının kumlu esintisi ardında bir ses bırakıyordu. Her iki güçlü Türk İmparatoru kendi içerisinde çelişkiye düştü sanki, bu çelişki şu an ruhlarına yayılan bu çelişki havayı bile etkilerken tüm Horasan halkı Hintli, Türk, Moğol fark etmeksizin nefeslerini tuttu. Padişahımız III. Ahmed atının üzerinden hiç bir zamanda inmedi, Emir Timur'a atının üzerinden ardında ki akıncı birliğiyle bir şahin gibi bakıyor, Timur ise kesinlikle ağırlığından taviz vermeyerek başını bile kaldırmadan Osmanlı İmparatorluğunun yıllar sonra doğan Hünkarına bakıyordu.

 

" Bu husus henüz burada bitmedi. Akıncımın esir düşmesini ve Beyazid dedemin 11 yıl esir hayatı yaşaması, ardından vefat etme hususunu elbet bir gün senden alacağım Timur! "

 

Hünkarın pahalı beyaz canfes kumaşları ardında Horasan çölüne karışan bir inilti bırakıyorken, dediği her kelime Timur İmparatorluğunun tüm halk evlerinin avlusuna kazınmış gibiydi. Vaha olduğu için ne karanlık, ne de aydınlık olan gecenin içerisinde beyaz atının peşinden binlerce akıncı, saray askeri, yeni çeri ocağı memnuniyetle sürüklenip gidiyorken Horasan halkının karışık kültürü içerisinden halk sesleri ardından yükseliyordu bile.

 

" Osmanlı Hünkarı yalnızca bir diktatör atalarının izinden gitmeyen bir hükümdar. "

 

Emir Timur çekik gözleri ardında ki, bugüne dek 27 kuşatma savaşına katılmış ve Hintlelerin fillerinden bile etkilenerek savaşına katmış kaskatı yüzü altından insan kafatasıyla yapılmış sarayının dik kum, bayırlı yoluna çöl gecesinin sıcak esintisi altında gidiyorken halk aralarında daha da fısıltıyla konuşuyor bense garip Hint kökenli tüccar kadının dikkati bu hususa kayıyorken çoktan gül tezgahından uzaklaşıyordum bile.

 

 

Soluklandım. Nefes almaya ama gerçekten nefes almaya ihtiyacım vardı, kimsenin dikkatini üzerime çekmemek için yavaş yavaş evlerine ayrılan ve ahşap kapıları ardında sertçe tok bir ses bırakan halkın gerisinde kendi başıma kalıyordum. Şimdi ne olacaktı? Yeniden Osmanlı İmparatorluğunun topraklarına nasıl gidecektik, isyan ayaklanması başarısız bir sonucu geride bırakıyorken Emir Timur bize nasıl yardım edecekti. Horasan halkının tüm değişik kültürlerin birleştiği kalbi, yani avlusunun kenarında ki çöl kumundan yapılmış bir başka evin eşiğinde duruyor yarı aydınlık gökyüzüne Horasan İmparatorluğu altında ki kubbeden bakıyordum.

 

" Beyaz güvercinler uçuverdi, geceye karıştı onlar. Ve doğurdu zaman, çeşmede buluşan aşıklar. "

 

Vahanın Horasan halkının ardında bıraktığı dedikodu hasbihallerinin sessizliğine, çok naif sesli bir kadının sesi çöl gecesi içerisine doluyor oradan ise evin ardında saklanan bedenime ulaşıyordu.

 

" Naisha! sevgilim..."

 

Bu bir Hintli kadın ismiydi emindim, zira o garip Hint kökenli tüccar kadın gündüz bana bu isme benzer bir isimle hitap ediyordu. Merak ediyordum Horasan gecesinin sessiz yıldız dolu çöl vahasının içerisinde yükselen, bir hatun ve bir erkek sesinin kime ait olduğunu ve avluda neler döndüğünü merak ediyordum.

 

" Ali gündüzden beri seni kervan çölünde bekledim neden gelmedin..."

 

Kadının sanki erkeğe hitap ettiği sözleri bile kırıktı, sanki gündüz yaşanılan bu hadiseden dolayı yüreği burkulmuş ve bunu şu an avlunun beyaz renkte ki mermerden akan çeşme başında duran erkekten hiç saklamadığını gördüm.

 

" Efendimiz Timur gündüz Osmanlı İmparatorluğundan gelen akıncıyla toplantı yapmak için beni lütfetti. Bu yüzden gelemedim, toplantıyı suiistimal edersem ikimizin birlikte olduğu anlaşır ve ayrı kökenli olduğumuz için bu aşka zinhar izin vermezler diye gelmedim Naisham. "

 

Muhtemel Ali diye hitap ettiği bu erkek, Naisha isimli kızın koyu teninde ki elleri öyle özenle avuçlarına alarak öptü ki muhtemel şu an yanımda Mahpeyker olsa bu çiftin yasak aşkına gözyaşı dökerdi.

 

" Naisha! Şiva aşkına sarileri ipten aldıysan gel artık! "

 

Avlunun eşiğinde ardına gizlendiğim evin içerisinde bir kadın sesi yükseldi, Farsça ve Arapça karışık bir ağır dil içeren sözleri avluya dolduğu vakit Naisha isimli kız yerinde irkilerek koyu tenli ellerini Alinin ellerinden saniyesinde çekti.

 

" Yıldızlar gözlerine özensin sevgilim, iyi geceler..."

 

Koyu tenli, kulaklarında pembe büyük renkli zil şeklinde küpeleri olan ve uzun siyah saçları altında ki gözleriyle ardında ki sessizliği sevgilisine bakarak iyi geceler dilediği saniye avlunun sürekli kendini tekrar ederek akan suyu üzerinde sesi kayıyor, erkeğin kalbine aşkı daha da yayıyordu sanki. Uzaktan, birbirlerine dokunmadan bile böylesine bir veda elbet ki, buna tanık olan benin bile kalbini acıttı. Ama şu an, çıkarlarım ve başıma bela olan Akıncı başımı bulmama yardımcı olacak oyunum için aşk gibi güçsüz bağ içeren hususları yıkmam gerekiyordu.

 

 

Ardına bedenimi ve bakışlarımı gizlediğim evin içerisinden yükselen sesten sonra, Hint kökenli kız koyu teniyle evinin kumdan yapılmış duvarlarına yaklaştığı saniye bir dakika bile düşünmeden kızın Hint bilezikleri boydan boya asılmış kolunu tuttuğum saniye duvara yasladım. Çöl vahasının gecesi altında bile belli olan koyu kahve gözlerinin, göz bebekleri korkuyla büyüyor ve yeşil gözlerimin içerisine yalvararak bakıyorken bağırmasın diye avucumu dudaklarına bastırıyor işime yaraması için bedenimi, cılız bedenine bastırıyordum.

 

" Ya beni Timur'un Sarayına sokarsın ya da, avluda Aliyle yaşadığın o aşk dolu dakikaları Horasan halkına duyururum. "

 

Kırmızı sarinin tülü kan olmuş avucumun altında, dudakları kalan Hintli kızın koyu büyük gözleri söylediğim husustan sonra daha da büyüdü. Başını onay vermiş gibi hızla aşağı, yukarı sallıyor bedenimin baskı yaptığı şiddet altından kurtulmak için kıvranıyordu. Daha fazla dayanamadım, bana yardım edeceğine emin olduğum vakit dudaklarını ve bedenini özgür bıraktım.

 

" Siz! Kesinlikle siz o Osmanlı İmparatorluğundan gelen akıncı başının hatunusunuz. Zira, kim başka bu deliliği yaparak şantaj yapar! "

 

Gözlerimi devirdim. Kollarım yine bağrımda birleşirken bunalmış şekilde ayağımı çöl kumunun içerisinde, ritmik şekilde vuruyorken hasbihal etmesini ve halkın dikkatini üzerimize çekmemesi için beden dilim ile onu susturdum. Hintli kız ise, koyu teninin altında kalan gözlerinin yaşadığı yasak aşkı kimselere demeyim diye, Timur'un kafataslı inine beni istemeye istemeye götürüyordu bile...

 

 

Horasan şehrinin eteklerinde ki çöl vahasında dizili sayısız halk evi, yalnızca küçük bir toz birikintisi gibi duruyordu. Emir Timur'un düşmanlarını öldürdüğü bedeninin gerisinde anı olarak aldığı insan kafataslarından yapılmış Sarayı, bir şahin edasıyla çölün en tepesinde ki dağda inliyor bense git gide dağa çıktığımız için rüzgârın ılık kum tanelerini tenimde hissediyordum.

 

Sanki, sanki bu çölde yaşayan kervanlar, bedeviler kumların sıcak esintisi içerisinde can vermiş Mısır firavunlarına yapılan özel besteler gibi flüt çalarak ölümlerinin sessizliğini sergilemek istiyor gibilerdi. Pembe renkli sarisinin altında kalan koyu teniyle, sarayın görkemli kapısına yaklaştığımız saniye yapılı siyahi erkekler ellerinde boyumun bile uzunluğunu, geçen çöl gecesinin titrek buğusu altında bile belli olan mızrak ucuyla kapıda nöbet tutuyorlardı.

 

 

Hintli genç kız dışarıdan bile tehdit saçan siyahi erkeklere ne hususu söylediyse, altınlar ile süslenmiş büyük iki kapılı zırhlı kapı sonsuz bir ihtişama açıldığını belli etmek için vahanın içerisinde gıcırdadı sanki.

 

" Efendi bizi bu insan iskeleti içerisine katacak! Aman yarabbi, Zerde tatlısı daha pişmemiş! "

 

Sarayın havası kapıdan eşiği adım attığım saniye yüzüme şiddetle vuruyorken, avlunun ortasında ki kırmızı kumaş renkli halıların üzerinde görevli bir ağa geziniyor oradan, oraya bedeni korkuyla savrulurken bir yandan da kendisiyle hasbihal ediyordu. Timur'un görkemli sarayının ortasında daha fazla gezinmemek, ve Hintli tüccar genç kız rolümün yalan olduğu hususu ortaya çıkmasın diye kendimi gördüğüm en yakın ahşap kapıya attım.

 

Attığım saniye bedenime çarpan ılık esinti düşüncelerime rahatlama getirmek için tenimi okşuyor, kendi toprağımdan binlerce kilometre uzakta olan mesafeleri tek tek bana hatırlatıyordu.

 

" Ben seni bulmadan, sen beni buldun. "

 

Sesi çöl vahasının sıcak esintisinin değdiği gibi sırtıma değdi, değdiği an ardımdan gelen diba kumaşının altından çıktığı için boğuk olan sesine bedenimi ve yeşil gözlerimi döndüm.

 

" Mahir, isyan başarısız oldu hünkar Timur'un toprağına geldiyse akıncı birliğinin askerleri öldü demektir. "

 

Timur İmparatorluğunun çöl gecesi altında ki renge uyum sağlayan kumaşları, sarayın özenle işçi ellerinden çıkmış gibi yapılan parmaklıklarına gittiği saniye sessiz kaldı. İlk kez, onu tanıdığım günden beridir ilk kez bana karşı sessiz kaldı ve bu sessizliğin hiç de iyiye alamet olduğunu düşünmedim. Çöl vahasının yalnızca kum esintisi aramızda ki boşlukta ses çıkarırken, sıcağın hâlâ okşamaya devam ettiği tenim altında parmaklıkların yanında ki mutlak bir sessizliğe sahip bedenine yaklaştım.

 

" Ben, çok üzgünüm bana böylesine emek verdiğin birliği bıraktın ve ben sana karşılığını veremediğim için mahcubum..."

 

Sesim kırıldı, sesim avluda o genç kızın kırgınlığı gibi kırıldı sanki.

 

" Osmanlı, akıncı birliği umurumda değil has bahçe gülü. Gerekirse seni bir daha olmadığım zamanda dahi korumak için binlerce askerimi feda ederim. "

 

Dilenci babasının onu çocukluğundan beridir hapsettiği kumaşlar içerisinde kalan her bir parmağı, özenle sıkıca sarılmış diba kumaşının altında ezilen balkon parmaklıkları sesinin tınısını ve ilk kez çaresiz oluşunun hissiyatını başka bir krallık ülkesinin altında ki gökyüzünde belli ediyor bense bana bakmayan, yüzüme bakmayan ela gözlerine karşın mühürlenmiş dilimle sessiz kalıyordum.

 

" Peki ya başka bir evrende, başka bir zamanda yaşasaydık ne olurdu akıncı başı? "

 

Dudaklarım Osmanlı İmparatorluğunun çatısı altında olmamasına rağmen korkuyla açılarak, özgürlük umutlarını vaha içerisinde titretirken sorduğum soru sarayın duvarları arasına karıştı.

 

" Kendimi bilemem ama, senin inatçı at kısrağı gibi olan elinin ağırlığı değişmezdi. "

 

Kırmızı peçenin altında yasakların ise üzerinde kalan, bedenimin yüzüne tüm bu savaşların, isyanların ve iktidar oyunlarının içerisinde bir tebessüm yerleşti. Onun için, diba kumaşlarının duygularını bile sakladığı gerçeğinin içerisinde onun için zaman yoktu, yine zehirli dilinin zehirli laflarını başka bir ülkenin gecesi altında bal ile çalarken onun kumaşlarla sarılı bedeninin omuzuna sertçe vurdum.

 

" Dikkat et, zira ben diğer atlara benzemem! "

 

Akıncı otağında yıllar önce buna benzer bir şey hasbihal ettiğim anısı, ikimizin de onun görmediğim yüzüne rağmen yüzünde aptal bir tebessüm bıraktı. Vahanın içerisinde ki sessizlik özenle aramızda ki bu anlaşılmaz bağı izliyor, ben ve Osmanlının akıncı başı ise yalnızca başka bir ülkenin başka bir yasakları içerisinde birbirimize Vahanın kumlarının sesi dolan gökyüzü altında gözlerimize bakıyorduk.

 

Aramızda ki yalnızca çölün içerisinde esen kumun sesi varken, bu sese gündüz şahit olduğum yaşlı Hintli kadının torunu Lalitaya anlattığı uğursuz kelimeler eşlik ediyordu.

 

" Mahir Elif'e her evrende aşık oldu, lakin hiç bir evrende kavuşamadı..."

 

Bedestenin sokak çalgılarının kınalı parmakları altında çalınan ud ve darbuka sesleri, başka bir ülkenin gecesi altında ki anılara karışarak bedenimi buldu.

 

" Dile gel ey sevda, anlat Bedestenli kızın aşk hikâyesini!

 

Sevenin sevdası bambaşka, yılanın zehri aşkı damlıyor işte.

 

Bir Küçük Türk Kızı yılandan uzaklaştı, Akıncı yüreğine kızı koydu.

 

Yandı yüreği, kavruldu..."

 

Vahanın acımasız kumları gözlerime, oradan ise kalbime doğru el oldu anılarla uzandı sanki. Korktum, yeniden yıllar önce yapılan isyanda akıncı ocağının kalbime dolan kumlarının üzerinde cansız bedenini hissetmekten yeniden korktum. Dayanamıyordum, yasaklara, umutsuzluklara ve özgürlüğümüzün değersiz bir taşmış gibi ellerimizden alınmasına.Diba kumaşlarının çöl vahasının gecesine uyum sağlayan rengi içerisine bedenimi sıkıca bıraktığım saniye, ona sarıldım. Sanki başka bir evrende özgürlüğün iliklere kadar çöl tanelerinin esintisini hissettiğim gibi, hissederek sarıldım. Başka bir zaman diliminde başka bir ülkenin gecesine hayal ederek, korkmadan yasaklar, şeriat ve diktatörlük düşünmeden sarıldım.

 

 

Diba kumaşının altında kalan bedeni, tenime özgürlük altında sokulmak istiyor bense kırmızı sarinin siyah saçlarımı örten tülü altında onun sükunetle atan kalbini hissediyordum.

 

" Birlikte olmayı hakketmeyen milyonlarca insan yan yanayken, ben neden hâlâ senden ayrı nefes alıyorum has bahçe gülü? "

 

Osmanlı mıhlası altında canını aldığım eski akıncı başının kanı sanki hâlâ, onun gövdesine sığındığım ve minnetle sonsuza dek kapamak istediğim göz kapaklarımın üzerinde uğursuz şekilde geziniyor bense sorusuna hiç bir yanıt veremeyecek hâle çölün ortasında ki İmparatorlukta geliyordum.

 

" Osmanlıya geri gittiğimiz vakit baban isyanın başarısız olduğunu havadisini işitmiştir, muhtemel seni bahsettiğin Zaho ailesine gittiğin vakit verecek. "

 

Ne yazık ki, söylediği her kelime doğruydu. Diba kumaşlarının sıkıca sardığı kolları onun gövdesine sığınan bedenimi, kendi içerisinde yarattığı dünyadan bile korumak istercesine öyle sıkı sarılıyordu ki kollarının ve kokusunun altında kalan bedenim çöl sıcaklığını bile hissettirmiyordu artık.

 

" Nikah, hemen imam nikahı kıyarsak baban seni Zaho ailesine vermek istese bile veremeyecek. Kıydığımız nikahı kimsenin işitmemesi gerekiyor ki, Zaho ailesine seni vermek istediği vakit bu nikah kendiliğinden ortaya çıksın. "

 

Doğru. Eğer Osmanlı İmparatorluğuna nikahlanmış olarak gidersem ve babamın üzerimde yaptığı, para uğruna planını bozguna uğratırsam Zaho ailesinden kurtulurdum. Çöl vahasının içerisine sorulmayan ama karışan o soruya, bedeninden yasaklar olmadan sarıldığım bedeninden uzaklaşmak istemesem dahi uzaklaştım. Zira onun nikah kıyma teklifine evet dediğimi dilenci babasının hapsettiği diba kumaşlar içerisinde kalan, ela gözlerine bakarak yapmak istedim. Başımı onay verir şekilde yukarı aşağı, yavaşça salladığım vakit yüzünü görmesem bile diba kumaşları aramızda ki yasakları bir kez daha hatırlatsa bile gülümsediğini hissettim.

 

" Burada beni bekle hiç bir hususa karışmadan hocayı kaçırıp yani alıp geleceğim "

 

Hintli tüccar kadının gönülsüz verdiği kırmızı sarinin tülleri Horasan çölünün içerisine özgürlük umudu, bulmuş gibi minnetle salınıyor bense Mahir'in söylediği şeye kabul göstermek için başımı sallamaya devam ediyordum. Akıncı başı Timur'un Sarayına eşik olan balkonun ahşap kapısından çoktan çıkıyor bense, yıllardır yasakların hüküm saldığı aramızda ki ilişkinin yasaklarını kaldıracağımız için içim içime sığmayacak şekilde avcumu hızla atan yüreğime bastırıyordum.

 

Eğer şu an Mahpeyker yanımda olsa benden kurtulduğu için şükür eder, Allah'a el açar ağlardı. Deli kız, ailemi ve kardeşimi öylesine özlemiştim ki içimde ki uğursuz his bir insan yerine bürünüyor elleri boğazıma ulaşıyordu sanki.

 

" Evladım ne nikahı gecenin bir körü Tövbe yarabbi! "

 

Timur'un insan kafatasıyla süslenmiş saray avlusunun içerisine hoca efendinin horuldanma sesi geliyor, bense gözlerimi devirerek kollarımı göğsümde çoktan bağlıyordum bile. Büyük balkon parmaklıklarına açılan kapı, Horasan ve Arabistan çölünün görkemli gecesini size sunuyor ve kum esintisinin güçlü elleri bedeninizi okşuyorken hoca ile Mahir kapıdan kavga ede, ede geliyordu bile.

 

" Tövbe tövbe sinirlenmeye başlıyorum bak hoca efendi yalnızca bir kaç kelime ve dua ile bitecek işe tövbe çekiyorsun "

 

Kırmızı sarinin yüzümü kapatan kırmızı tüllü peçesi altında akıncı başı ve hocanın arasında ki tuhaf hasbihale, gülmemek için kendimi tutuyor dudaklarımı gülme sesi çıkmasın diye birbirine bastırıyordum.

 

" Peki, peki evladım umarım ailelerinizin bu nikahtan haberi vardır. Allah'ım sen beni haberleri yoksa dahi bağışla yoksa bu oğlan canımı alacak! "

 

Hocanın homurdanması devam ediyor ama yine de Mahir artık hoca efendiye ne dediyse, hoca bu nikahı kıymaya başlarken ikimizi de balkonun eşiğinde ki çöl vahasının önünde yan yana tutarak önümüzde ve tam ortamızda duruyordu.

 

Bambaşka bir ülkede, bambaşka bir yıl ve isyan içerisinde tüm bunların ortasında ki çöl gecesinin kubbesi hocanın dudaklarından çıkan dualarla birlikte aydınlanıyor güneşin kızgın elleri yavaş, yavaş çölün uçsuz bucaksız deniz gibi olan kumları arasına doluyordu.

 

" Bu erkeği kabul ettin mi? "

 

Hoca önce anne ve babalarımızın ismini yazdığı mühimme kağıdıyla birlikte dualar okudu, daha sonra ise önce akıncı başına daha sonra ise bana üç kere soruyu tekrar etti. Son 3. Tekrarı çölün içerisinde ki, yavaş yavaş doğan vahanın anası olan güneş altında yeniden cevap verdim.

 

" Ettim. "

 

Hocanın dua okuyan dudakları ve semaya açılan elleri 3. Kez ettim cevabını duyduğu saniye, bittiği an ikimizin de karşısında dikilen isyan içerisinden gelen heyecan ve yasakların doğurduğu korku dolu gözlerimize bakarak nikahın olduğunu ve artık Allah katında nikahlı olduğumuz hususunu dile getirdiği saniye peçe altında kalan dudaklarım tebessüm ediyor diba kumaşlarının bugüne dek esir ettiği akıncı binbaşının yüzüne yanaklarım bana taktığı has bahçe gülü lakabı gibi kızarırken birbirimize sessizce bakıyorduk...

 

 

Saatler tıpkı ardımızda bıraktığımız çöl kumunun ayaklarımız altından aktığı gibi akıyor, Mahir ve ben ise Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisine çoktan giriyorduk bile.

 

Emir Timur'un planı işe yaradı ve akıncı başı tıpkı bir esir gibiymiş gibi serbest kalıyorken ben ise, kocası vefat etmiş ve bundan dolayı delirmiş kadın rolüm ile birlikte Timur'un Horasan çöl topraklarından sıyrılmıştım bile. Günler sonra belki de saatler Osmanlı toprağına ayak bastığım vakit, ardımda bıraktığım Lale Devri isyanı aklıma geliyor git gide Timur'un yaptığı ferman savaşının günü yaklaşıyordu. Acaba kaç akıncı asker öldü, acaba Mahpeyker'e derin duygular besleyen o asker yaşıyor mu? O kadar fazla soru vardı ki, tüccar yolundan Bedestenin kemer duvarlı sarkıtından içeriye girdiğimizi bile yeni fark ediyordum.

 

" Hünkar Hatice sultanın yerini bulmuş Amasya sancağına kaçan sultan yakalanıp zorla o yaşlı sadrazama verilmiş diyorlar "

 

-" Vah vah yazık oldu gencecik sultana "

 

Bedestenli kadınlar yüzlerine çektikleri siyah kumaşlarla isyandan geriye hâlâ yıkık olan, ve tamir görmeyen evlerinin merdivenli beton yerlerine tek tek dizilmiş hasbihal ediyor bense duyduğum hususun acısını kalbimde hissediyordum. Horasan çölünün sıcaklığı ardından Bedesten güneşi tıpkı bir kucaklayan anne gibi, öylesine özlemli ve iyi gelmişti ki evimin 8 Bedesten ara sokağından 7. Ara sokakta olan eşiğine geldiğimizi bile yeni anlıyordum.

 

" Bu sefer kırmızı kaftan üzerimde, veda ederken ne vereceksin akıncı başı? "

 

Bizi Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisine getiren 2 at üzerinden, evimizin odundan yapılmış avlu çitinin önünde sessizce dikkat çekmemek için durmaya çalışıyor Bedesten çocuklarının topaç oynama sesleri aramızda ki boşluğa doluyorken nikahlı olsak dahi henüz kimsenin bilmemesi için birbirimize yine uzak kalmaya çalışıyorduk.En azından ben çalışıyordum ama Akıncı binbaşısı aramızda ki, başka ülkede bile kendini belli eden yasakları çiğneyerek Bedestenin fakir evimizin önünde ki çitlerde siyah diba kumaşlı elleri kırmızı sari tülünün altında kalan siyah saçlarımı alnımdan çekiyor saçlarımın yarattığı boşluğu diba kumaşının altından bile hissettiğim dudakları dolduruyordu.

Gözlerimi kapadım.

 

Ondan gelen bu şefkati minnetle kendime saklamak için kabul ettim sanki, yasakların hüküm sürdüğü Bedesten yepyeni bir zehiri bulmuş gibi bedenlerimizin arasına sokulurken diba kumaşının altında kalan dudakları, alnımdan kayıyor bense avucumu dolduran diba kumaşlı ellerinin yarattığı boşluk içerisine düşüyordum.

 

 

Bu öpücük, alnıma diba kumaşlarının içerisinde bile verdiği bu veda öpücüğü çoktan kopmuş bir kıyametin acı eşiğinde ki sonunu getirmeye çalışıyor bense alnımdan akan dudaklarının sıcaklığını geri istiyordum.

 

" Hiii! Abla, abla hemen buradan kaç! "

 

Ne? Peçenin altında saatler çölün ortasında bile kalan yüzümde ki terler ve gözlerimde ki buğu, kardeşim Mahpeyker'in sesini işittiği vakit fakir evimizin fakir avlusundan akan çeşme suyu gibi aktı gitti. Mahpeyker'in sesi bana söylediği bu husustan sonra kesildi, tanımadığım bir kaç heybetli adam evimizin avlusundan çıkarak kız kardeşimin kollarını tutuyor ve ağzını kapıyorken kaşlarım alnımda çatılarak sinirleniyor ve adamların kafalarını patlatmak için üzerlerine doğru adım atıyorken babam ve peşinde ki binlerce adam Bedestenin 7. Ara sokağında beni kıstırmak için çoktan çıkış yoluma, evimizin giriş kapısına ve Bedestenin 7. Ara sokağının duvarları üzerine bile adam dikmişti.

 

" Zaho ailesine 500 sikke altın karşılığında satıldın! Artık onlarınsın. "

 

Hayır, hayır. Cevap bekledim, ailemden babamdan nikah olmadan satılma cevabını bekledim. Beni bir hayvan yerine koyup altın uğuruna satan babamdan cevap bekledim! Peçenin altında kalan buğulu yeşil gözlerim yanaklarıma özenle seçilmiş yaşları elleriyle koyuyor, avlunun eşiğinde ki kız kardeşim ve annemin isyan feryatları Osmanlı İmparatorluğunun içerisinde yankılanıp benim sonumu tarihe yazıyordu bile...

 

 

 

 

Özel çizim

 

 

Bedestenli kız& Akıncı başı

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...