16. Bölüm

15.Bölüm Akıncının Öfkesi

Elif Doğan
ursuula1

15. Bölüm Akıncının öfkesi

 

 

Ön söz

 

Çökmeye başlamış bir duvar gibiyiz,

 

yuvamız bir sonbahar akşamı gibi soğuk...

 

kimin, neyin bedelidir bu ödediğimiz?

 

 

 

 

 

Hırs, güç ve arzular. Tüm bunlar birleştiği zaman, insanoğlu emelinin en büyük ve korkutucu hikâyesi olurdu. İşte, işte tamda bizim yazarın anlatacağı bir türden hikâyeydi.

 

...Kadın, genç kadın hırs ve güç arzusunu daima kanında hissetti. Bedesten sokaklarının en fakir kastından olan bu kız, sürekli zengin olmayı ve bunun sultanlıktan geçtiğini kendine tekrar ederek kafasında ki hikâyeyi oluşturdu. Kız zengin olmak, pahalı safta kumaşları giymek ve güzel kokmak için Şehzadeyi kullandı. Bakışlarının cilvesi, hareketleri ve Şehzadeye yalnızca duyguları, karakter özelliklerini sevdiğini belirterek bir yılan gibi yüreğine sokulan kız Şehzade Cihangir'in sonunu tarihe yazdı.

 

Yalnızca, yalnızca kambur sırtına bakmaksızın kendisine vaat edilen bu aşk bir illüzyondu. Kız Şehzadeden her geçen gün ve ay, daha fazlasını talep etti. Bir orman içerisinde kendisine ait yapılan saray, çöllerin içerisinde kendisine ait, onun aşkıyla yanıp tutuştuğunu belli eden bir vahaa. Tüm bu talepler, tüm bu şöhret ve sultanlık hırsı biz Osmanlı İmparatorluğunun sonunu getirdi.

 

Zaten hasta olan Şehzade sırtında kamburu olduğu için, babası padişah efendinin gözünde bile özürlü ilan edilen Cihangir bir gül gibi gittikçe daha fazla soldu. Mustafa abisinin idamı sonrasında boşluğa düşen Şehzade, duygularını anlayan ona yakınlaşan her kişiyi sorgulama yapmaksızın kalbine aldı. Bunlardan biriside, Mahenvar Hatun oldu. Mahenvar, Şehzadenin sırtında olan bu kambur yükü onun kalbine taşıdı. Şehzadenin aşkıyla yaptırdığı sarayları, vahaları ve has bahçeleri Osmanlı İmparatorluğundan üzerine antlaşma ile aldığı vakit Şehzadeyi kalbinden bıçaklayarak öldürdü.

 

Sırtında ki yük bir kaç saniye içerisinde Şehzadenin kalbine indi. Sevdiği kadın, inandığı o kız kendi elleriyle, kendi parmakları arasında tuttuğu o hançeri Şehzadenin kalbine değil ruhuna, güvenine sapladı sanki. Edirne'nin Bedesten Sarayında ki, has bahçe içerisinde can veren Şehzade bugün bile orada açan güllerin kırmızı rengine kalbinden avluya akan kanlarla ilham verildiği öne sürülürdü...

 

Aşk, aşk bir kez daha tarihte affetmedi. Osmanlı İmparatorluğunun günah dolu duvarları arasında kaç bin dudak ah çekerek can verdi, can aldı. İşte şimdi, şimdi Cihangir'in rengini verdiği has bahçenin kırmızı gülleri arasında başım musalla taşına askerlerin, el gücüyle yatırılıyor ben ve akıncı başı Mahir ise birbirimize usulca bakıyorduk.

 

" Hemen bu hatunla olan nikahını bozuyorsun akıncı! Ya hatuna boşol dersin veyahut hatunun kellesini musalla taşında bizzat alırım! "

 

Tercih. Şu an bize ya ölüm, ya da yine ölüm gibi bir tercih verildi. Osmanlı, Osmanlı böyleydi işte. Kubbe altında herkes kendi günahlarına ve yaptığı eylemlere bakmaz, ama bu İmparatorluğun altında yaşanan her olaya sualsiz el atarlardı. Saltanat dedikleri şey tam olarak buydu işte. Ya bu nikah işini yalanlayarak başımı bu musalla taşından kurtaracak, ya da Mahir'in girdiği en zorlu ikilemi şimdi boşol diyerek bitirecektim.

 

" Say asker! "

 

Yaz aylarının sıcak Bedesten güneşinin ardından doğan ay ışığının esintisinde bile ecel terleri döküyor, boğazıma birazdan öleceğimin bilincinin düğümleri diziliyordu. Hünkarın emrinde ki kapı kulu askerleri, her ne kadar akıncı başı Mahir'in birliğinde büyümüş olsa dahi hünkar emrine karşı çıkmaları onlarında sonunu benim gibi yapardı. Hünkarın iki dudağının arasından dökülen emirle birlikte akıncı askeri, görmesem dahi onun cüssesini görmesem dahi kılıcı deri üniformasının kabzasından çekerek has bahçe içerisinde patlattı. Ay ışığının altında çekilen kılıç ölümümün geldiğini resmen annelerin isyanı gibi bağırıyor, bense gözlerimi sıkıca yuvasında kapayarak kılıcın soğuk inini tenimde hissetmeyi bekliyordum.

 

" Kaideler. Humâyûn yemininde her akıncı gibi üzerine yemin biçtiğin kaideler akıncı! O kuralları benden iyi bilirken dahi, bilakis bir hatun için çiğnemek? Senin rütben için ne kadar da aşağılayıcı bir durum..."

 

Muhteşem Osmanlı, tam olarak buydu işte. Musalla taşının soğukluğu cildimi Bedesten güneşi gibi yakarak soğutuyor, başımın üzerinde gecenin karanlığına şafak gibi çekilen kılıç ise akıncı askerin ellerinde boynuma değmek için titriyordu. Asker Arapça sayımdan geriye doğru saymaya başladı, dudaklarından her dökülen geriye sayımlar 1 olduğu vakit asker kılıçla kellemi alacaktı. Sayım çoktan başladı bakışlarım hayatında bu kadar büyük bir ikileme giren akıncı başı Mahir'i izledi. Her bir geri sayımda Mahir diba kumaşlarının hapsettiği yüzünün altında ki gözlerini kapıyor, buradan uzaktan bile hissettiğim nefesi göğsünde tekliyordu sanki.

 

" 4, 3, 2 "

 

Eğer akıncı başı olmaktan vazgeçerse Bedesten halkının isyan için bir umudu olmazdı, eğer nikahı bozmaz ise benim kellem alınırdı. İşte bu yüzden, birbirimizi senelerce değilde 600 sene tıpkı Bedestenli çalgıların dudaklarından dökülen 600 sene hissi gibi beklediğimiz özlemin kırılgan bacaklarına o söz doldu.

 

" Boşol "

 

Bunu yapmak zorundaydı, bunu yapmak zorundaydı. Askerin ellerinde titreyen kılıcın soğukluğu beyaz kaftanlı tenimin boynuna değdiği saniye, akıncı başı Mahir'in dudaklarından dökülen boşol sözü bütün cehennemi durdu sanki lakin benim kalbimde başlayan o cehennemi kimse görmedi, göremedi.

 

" Boşol, boşol. "

 

Akıncı askerin, Hünkarın emrinde ki kapı kulu askerinin başım üzerinde çektiği kılıç boynuma değil kalbime girdi. Her bir boşol kelimesinde yüreğim musalla taşında, başımın yerine Bedesten tüccarlarının kurban eti kesmesi gibi liğme liğme kesildi.

 

Cihangir'in kanının, kalbinin rengine bürünen kırmızı güller soldu gitti sanki. Musalla taşına yatırılan başım değersiz bir has bahçe taşı gibi, ayaklar altında ezilen bir has bahçe taşı gibi idam edilecek kurbanlık taştan kaldırıldı. Yasakların, kaidelerin, rütbelerin kalbimizde ki ezdiği sevgi aramızda ki boşlukta aktı gitti sanki. Başka çaresi yoktu, bu nikahı bozmak dışında başka çaremiz yoktu. Halkı Lale Devri isyanına teşvik etmek için başka çözüm yoktu. Medrese, kız çocuklarının değer görmesi için başka çaremiz yoktu. Kalbim acıdı, yüreğim tatlı bir acı tarafından parmaklarıyla sıkıldı sanki.

 

III. Ahmed Han Hazretleri tüm cehennem bittiği vakit, yaşlı parmaklarına dizilen binlerce yakut yüzükleri altında akıncı başı Mahir'in omuzuna destek verir gibi bir kaç kere yavaşça vurdu. Baktım, Mahir'in bugüne dek dilenci babası yüzünden hapsedilen diba kumaşlı yüzünün altında ki gözlerine baktım. Ama gözleri, ela gözleri saray duvarlarına asılmış meşale ışıklarının altında dahi gözlerime tıpkı ilk karşılaştığımız an gibi bakmadı. Hünkar pahalı canfes kumaşlarının altında ki pelerini ile bahçeden uzaklaştığı saniye, derin bir nefes çektim. Ciğerlerime Edirne şehrinin Bedesten kubbesi altında ki havası yeni doğmuşum gibi doluyorken, korkudan dahi nefes alamadığımı şimdi anlıyordum.

 

" Binbaşım şimdi ne- "

 

Vücudunun tüm parçalarını tıpkı bir Azrail veyahut lanet gibi saran simsiyah diba kumaşları, saray duvarlarına asılmış meşale ışıklarının altında daha da siyah gözükecek şekilde rüzgârın içerisinde salınıyor kalbinde sevgi kırıntısı dahi kalmamış gibi bakan ela gözlerini kumaş altında sarılı yüzünde bile sıkıca kapayarak kumaşlarla parmakları bile tek tek sarılı elini askerinin susması gibi havaya kaldırıyordu. Birliğin başları olan ve az önce resmen bir iktidar üstünlükle duygularının altında ezilen akıncı başı Mahir'in bir el hareketi omzunun ardında ki askerini saniyesinde sustururken diğer bölüğün kalan askerleri ise Mahir'in etrafından sessizce ayrılmaya özen gösteriyordu.

 

Biliyordum, şu an öylesine bir şey yapamadığı için sinirliydi ki bu öfke tüm askerleri ve Osmanlı İmparatorluğunu bitirebilecek bir histi. Saray içerisinde ki ahali bahçede kopan tüm kıyameti işitmiş olacak ki, tüm sultanlar ve henüz cariye olarak saraya Topkapı Sarayından satın alınarak getirilen hatunlar bile taşlı yoldan aşağı bahçeye akın etmeye başlıyordu. Tüm bu kargaşa içerisinde düşüncelerim ve kendi hislerim yerine zamanla geldiği vakit, Mahpeyker ve akıncı başı Mahir'in o askeri aklıma geldi. Ah aptal kafam! Ya kardeşim ve o aptal asker yakalandıysa, ya şu an zindana veyahut daha kötüsü idama götürülüyorsa diye düşündüm ta ki bir ses tüm düşüncelerime ve telaşlı hususuma katılana dek.

 

" Destur! Akıncı başı Mahir "

 

Siyah diba kumaşlı pelerini Bedesten gecesinin rüzgarına karışarak kendini dans ettiriyor, peşinde ki paralı akıncı asker köpekleri ise başlarını takip ederek ardından has bahçeden ayrılıyordu. Mahir yanıma bile bahçede yaklaşmadığı saniye, gerçekten onun hünkara olan öfkesinin hiçte hafife alınacağı düşünmüyordum. Akıncı başı ve peşinden köpek gibi giden askerleri göz kadrajımdan medrese binasının yol ayrımına kadar giderek çıktığı saniye, aptal Mahpeyker'i ve o askeri bahçe içerisinde aramaya çoktan başlamıştım.

 

" Yüzünü gördün mü? O kadar merak ediyorum ki, zira tüm harem cariyeleri ve Bedesten kızları çok yakışıklı olduğunu düşünüyormuş. "

 

Sarayın koca sur duvarlarına asılan meşale ışığının kör aydınlatması altında aramaya çalıştığım aptal kız kardeşim ve aşkı, hâlâ ortaya çıkmamışken kulaklarıma has bahçeye sesleri işiterek inen dedikoducu hatunların fısıltıları doluyordu.

 

" Hünkarımıza bile isyan ayaklanması çıkaran bir akıncı başı, kim bilir sevdalandığı hatun için neler yapmazdı. Bilakis o sevdalandığı hatun olmak için haremden bile kaçardım ahahaha. "

 

Hatunlar ve Saray kapısının bahçeye açılan eşiğinde duran sultanlar, fısıldaşarak Mahir'in ardından dedikodu yapıyor bense gözlerimi devirme huyumu az önce kellem gidiyorken bile yapmayı ihmal etmiyordum. Gerçekten, sualsiz şu an bir zamanlar akıncı başı Mahir'in dediği gibi harem hatunları o kadar dedikodu yapıyordu ki artık Mahir'in dediği o şeylere bile inanmaya başlıyordum. Sultanlar kendi aralarında hem sessizce gülmeye özen gösteriyor, hem de sarayın beyaz betonlu duvarlarına yaslanarak hasbihal ediyorken onları duymamak adına Mahpeyker'in nerede olacağını düşünüyordum. Ama, ama tabi ki laf sokmayı iliklerine kadar işleyen ruhum sultanlara ve cariyelere sözlerini esirgemedi.

 

" Aman ha dikkat edin hatunlar, bilakis akıncı başına olan aşkınızın sonu Esma Sultan hikâyesini dönüşmesin. "

 

Emindim, bu hatunlar Mahir hakkında bu kadar bilgiye sahip ise, bilakis Esma sultanın geçmişine de sahipti. Bedesten gecesinin saray duvarları arasına karışan sesim, tüm hatunların umutlarını bir gemi fişeği gibi havaya dağıtıyorken sultanlar ve cariyeler dağılmaya başlayarak saraya gidiyor bense zafer kazanmış gibi edayla sırtımı dikleştirerek, yüzümü örten peçe altında tadını çıkararak gülümsüyordum.

 

" Mahpeyker çok dikkatli olacağına söz ver olur mu? Ablan Elif hatun çok fevri, tıpkı akıncı başımız gibi. Binbaşımız Mahir bu nikah bozulmasından sonra eminim isyan ayaklanmasını Osmanlı İmparatorluğu yıkılsın diye tez vakit yapacak. Emir Timur'un kararını bile Elif hatuna olan duyguları yüzünden beklemeyerek Osmanlıya savaş açacaktır. "

 

Medrese binasının payitaht ardında ki duvar boşluğu arasında Malkoçyalı askerin hasbihal sesleri yüksekliği saniye, beni gecenin içerisinde dahi fark etmesinler diye medrese binasının bir zamanlar Osman bey ve sancak beyinin planlarını dinlediğim duvarı ardına gizlendim.

 

" Söz veriyorum ablamın her zaman ki medrese özgürlük kararlarına engel olmaya çalışacağım Malkoçyalı, sende bana söz ver olur mu kendine benim için dikkat edeceksin? "

 

Medrese binasının beni fark etmesinler diye gizlendiğim duvar bitişiğinden hafifçe eğilerek, ayaklarım üzerinde yükseldiğim saniye saray duvarı ve Medrese duvarı arasında olan boşlukta kız kardeşimi ve Mahir'in askerini karanlıkta zorda olsa dahi gördüm. Akıncı başının askerinin avuçları arasında kalan kız kardeşimin elleri, elleri altında eziliyor birbirlerinin gözlerine sanki etraflarında Osmanlı yasakları yokmuş gibi bakıyorlardı tabi ki bu durum benim yeşil renkte ki gözlerimi devirmeme çoktan sebep veriyordu bile.

 

" Ben artık otağa gideyim binbaşı yokluğumu fark etmeden orada olmam gerekli yoksa vallahi kellemi acımaz alır "

 

Edirne saray payitaht avlusu içerisine bu iki ahmak aşığın hasbihal seslerinin vedası doluyor bense, elleri ve gözleri birbirlerinden ayrılan kız kardeşimin bedenine yakalanacağı ve tıpkı az önce benim başımın gitmesi gibi sonu olacağı için tekme atmaya gidiyordum bile.

 

" Mahpeyker! Seni mendebur ben bahçenin bir ucunda kellem alınma korkusu yaşayım sen ise, diğer ucunda akıncı başının askeriyle saadetli dakikalar yaşa! "

 

Askerin ardından sesimle sıçramasından anladığım kız kardeşimin dikkatli bakışları, gecenin karanlığı içerisinde salınan beyaz kaftanlı bedenime döndüğü vakit yanıma yaklaşarak korkudan dolayı üşümüş ellerimi tuttu.

 

" Abla! Ne olursun anneme işittiğin, gördüğün hususları deme. Her istediğini yaparım bu gördüğün husus aramızda kalsın ne olur..."

 

Kollarımı göğsümde sıkıca bağlayarak, dediği hususlara yemin biçmeden önce bacağına tekme atıyor Mahpeyker ardımdan homurdanarak gelmeye başlıyorken çoktan saray giriş surları altından çıkarak Bedestene gidiyorduk bile.

 

3 gün sonra...

 

Günler geçiyordu, Bedestende Ramazan ayının oruçları git gide bitiyorken yaşanan hususlar ve söylenilen sözlerden sonra hiç kimseden ses çıkmadı. Babam, Zaho ailesiyle mektuplaşarak nikah için hasbihal ediyor, annem ise avluda çörek, börek ve ev temizleyerek zamanını öldürüyordu. Kız kardeşim Mahpeyker ise Bedesten kızlarıyla bir araya gelerek yamaçlarda çamaşır yıkamaya gidiyor, bense akıncı başından bir ses, soluk bekliyordum. Günlerdir ne Bedesten ne de, saraya kumaşlar için gittiğimde orada yoktu.

 

" Ne! Nasıl zehirlenebilir? Bir dermanı, bir çaresi yokmuş muymuş! "

 

Babamın mektubu okuyarak kendi kendine cevap veren,acımasız sesi avluya bağlı odamızın penceresi önünde oturan kulaklarımı çınlatıyor, bense başımı pencere eşiğine dayamış Zaho ailesine bir hayvanmışım gibi satılmadan önce özgürlüğün son günlerini yaşıyordum.

 

" Lokma tatlısı mı? "

 

Pencere eşiğine dayadığım başım ve avlunun duvarı üzerinden, öylece boşluğa bakan gözlerim Akıncı başının bu lokma tatlısı sevdası yüzünden olan kelimeye saniyesinde kaydı.

 

" Bu oğlan nasıl olurda bir tatlıdan zehirlenir? Aklım almıyor! Bilakis kendi evinizde ikram edilmese birisi bilerek zehirledi diyeceğim. O vakit, bu nikah olamaz. Kızı vermekten vazgeçiyorum Züleyha hatun. Yatalak bir erkeğe hatun veremem! "

 

Fakir evimizin kırık çeşme avlusuyla bitişik odamızın penceresinden babamın, avluya dolan sözleriyle ayağa yavaşça kalkıyor söylediği hususları düşünüyordum. Bu iş, nikahtan bir kaç önce bu zehirlenme suali kesinlikle Mahir'e ya da askerlerine aitti. Buna o kadar emindim ki, günlerdir akıncı asker bölüğünün Bedestende ve Tebaa' da sessiz olması, Mahir'in Bedestende ve akıncı otağında görülmemesi. Özgürdüm. Akıncı başı bir kez daha beni o çok sevdiğim ama, celladım olma yolunda ilerleyen özgürlüğüme kavuşturdu. Biliyordum, Mahir bugüne dek ailemin bile yapmadığı fedakarlığı bana gösterdi ama ben zinhar aşk gibi zayıf bir duyguyu küçüklükten beridir hayalini kurduğum özgürlük yaşamda ve Medrese hükmünde engel olarak gördüm ve hâlâ da görüyordum.

 

Bizim için, benim için Osmanlı İmparatorluğu yasaklar koyuyordu. Bir bakışmanın bile, yerel Bedesten halkında bir bakışmanın bile cezalandırıldığı bir imparatorlukta yaşıyorken nasıl olurda akıncı başının aşkına karşılık verebilirdim.

 

" Destur Bedesten halkı. Akıncı başımız Mahir! "

 

Oturduğum avlunun yamacında bile yankılanan kadı efendinin sesi, mor renkli kaftanımın içerisine gökyüzü kubbesinde batan güneş ışıkları gibi doluyor bense babamın avludan esamisi okunmayan bedeninin ardından 7. Ara sokaktan kambur gibi, birbirine bağlanan Bedesten tüccar tezgahları avlusuna ilerliyordum. Dar 7. Sokağın evimize bağlı kumlu yolunda her bir adım attığımda, kırmızı kaftanımın tülleri tozlanıyor dolan kumun yerini Mahir'in sesi alıyordu.

 

" Beni iyi dinle Bedesten zira ikinci defa konuşacak gücüm yok. Lale Devri isyanı hemen olacak ve başarılı olunacak bir husus değil. Zira ben bile bu özgürlük yolunda kendimden ödünç verdim. "

 

Son sözleri, Bedesten çarşısı avlusunda yankılanan son sözleri bir kaç gün önce ki saray bahçesinde olan hususu hatırlattı. Bedesten tüccarları, sumak tüccarları ve Bedestenli yerel halk hatunları iç içe geçmiş şekilde ortaya çekilmiş tüccar tezgahı üzerinde dikilen ve, onlara siyah diba kumaşları içerisinde hitap eden akıncı başını dinliyor bense halkın yarattığı dar koridor yolundan Mahir'e yaklaşmaya çalışarak halk arasında debeleniyordum.

 

" Hünkara belli etmeden karşı koymak çok güç. Sırtımda siz babaların, annelerin ve küçük kız çocuklarının yükünü duygularını hissediyorum. İşte bu husus yüzünden biraz daha sizden sabır istiyorum! Bedesten halkı özgürlüğe kavuşacak, Hünkarın başka saraylara satmak istediği kızlarınızı bu cehennem içerisinden çıkarmaya yemin biçiyorum. Sadece bana sualsiz güvenmenizi, ve zaman istiyorum. "

 

Tüm halk, tüm Bedesten et tüccarları ve sumak tüccarları ellerini yumruk yaparak sıkıyor akıncı başlarının sözlerine destek gösterdikleri belli etmek için yumruklarını havaya kaldırarak Mahir'in ismini hep bir ağızdan sanki bir kahraman gibi bağırıyorlardı.

 

Tüm bu, tüm bu karmaşanın içerisinde, babamın ellerinde satılmak üzere olan bir hayvanmışım gibi, bir kaç gün önce zorla kellem uğuruna aşkından, sevgisinden vazgeçen akıncı başıyla gözlerimiz kalabalık içerisinde sessizce buluştu. Tüm yasaklar, tüm şeriat yasakları aramızda ki bakışmalarda eridi gitti sanki. Yerel halk özgürlüğe kavuşma umutlarını besledikleri için sevinç çığlıkları atıyor, akıncı başı Mahir ise böyle büyük bir sorumluluk altında herkesin, ortasında ki sevinç umudu altında eziliyor gibiydi. Aramızda ki boşlukta ne geceler boyu konuşmalar, ne hasretler ne söylenmeyen cümbüş sözleri vardı bir bilseniz. Bizim için biçilen yalnızca kum tanelerinin zamanı belirlediği en özel anlardan birisinde, birbirimize yine usulca uzaktan bakarak kalabalık içerisinde izledik.

 

Etraf, etrafımız isyan ayaklanması umudunu sevinç çığlıkları ile kutluyor, akıncı askerleri ise diba kumaşlı omzunun ardında köpekler gibi emir beklerken biz ise yalnızca birbirimize halk arasında ki kalabalıkta bakmaya devam ediyorduk.

 

" Bedesten arka avlusuna gel. "

 

Yasaklar yüzünden kırmızı peçenin dudaklarımı kapadığı yüzümü bile özgür bırakıyorken, parmak uçlarımda tuttuğum peçenin üzerine akşamın belirmesiyle birlikte güneşin batış ışığı vuruyor bense dudaklarımı bu hengame ses içerisinde okuması için yavaşça kelimeleri söylüyordum. Ne dediğimi, ne hususu dediğimi anlamış olacak ki diba kumaşlarının sıkıca sardığı yüzünün altında başını onay verir şekilde hızlıca sallıyor muhtemelen Bedesten halkına aramızda ki bu hususu belli etmemek için bunu dikkatle yapıyordu.

 

2. Ve 3. Ara sokağın ardında kalan Bedesten arka avlusunun turuncu renkli duvarları arasında, ses çıkarmamaya dikkat ederek kimsenin gelmemesini istiyor ve ayakta dikilerek Mahir'i bekliyordum. O kadar fazla ona soracak sualim vardı ki, artık peçenin altında sıkıntıdan şişen yanaklarım burnuma gerginlikle nefes veriyor her an duvara toslayacak öküz gibi dar avlu içerisinde bir oraya bir buraya savrulmama izin veriyordu.

 

" Benim gibi tehlikeyi sevdiğin hususunu bugüne dek bilmiyordum has bahçe gülü "

 

Bedestenli tüccarların akşamın gelmesi ve havanın yavaşça kararmasıyla birlikte, son müşterilerine satış yaptığı hasbihal sesleri öbür duvar ucunun üzerinden arka avluya Mahir'in sesiyle birlikte doluyordu.

 

" En azından ben milleti lokma tatlısıyla zehirlemiyorum! "

 

Sarkıtlı küçük ve dar avlu duvarının turuncu renkleri arasından çıkarak sesiyle duraksayarak, dikildiğim yerin yanına gelerek taştan yapılmış Arnavut kaldırımın tozlu yolu üzerine diba kumaşlarıyla sarılı bedeni oturdu.

 

" Bu hususa bitiriyorum, resmen beni nakavt ediyor. Bu kadar zeki oluşun ve Mustafa hocanın bu zekada parmakları oluşu. Mustafa hoca tebaa' da en sevdiğim hoca olmakla birlikte böylesine akıllı, ve bilakis inatçı kısrak at gibi hatunları yetiştirmesini bilmek hocayı daha da sevmemi sağlıyor. "

 

Ne? Bu aptal gerçekten deliydi, ben günlerdir yaşadığımız son hadiseleri düşünerek onun aptalca bir duygu savaşına yenildiğini, hünkara çoktan ayaklanma çıkardığı zannederek günlerimi zehir etmiş Mahir ise benimle arka avluda durmuş cima ediyordu.

 

" Ayrıca Mustafa hocam bilakis nikahlı olmadığımız erkeklerle hasbihal etmeninde günah olduğunu savunuyor. "

 

Diba kumaşlarının yüzünü sıkıca sardığı ela gözleri, bu saniyeye kadar gözlerime ve yüzüme sıkı yönetim yasakları yüzünden bakmayan gözleri, gözlerime baktığı saniye seslice güldü. Akıncı başı oturduğu taş kaldırımda gülmeye devam ediyor, bense kollarımı bağrımda bahtsız bedevi gibi birleştirerek gözlerimi deviriyordum.

 

" Bugüne dek kaç adam öldürmekle günah almışım zaten inan senin için bir günah daha almak başımı ağrıtmaz "

 

Diba kumaşlarını dilenci babasının, yıllarca hapsettiği diba kumaşlarının içerisinde olan tam tersi sıcacık kalbiyle gülümseyen adamın yanında ki tozlu kaldırıma oturdum. Bütün yerel halk, Edirne Sarayı ve akıncı otağı Mahir'i siyahlar içerisinde bir Azrail zannetse dahi öyle olmadığını ve bunun tam tersi herkesten merhametli olduğunu biliyordum ki işte bu husus aramızda ki o garip çekimi ve duyguyu barındırıyordu.

 

" Hünkar ben ve senden hâlâ şüpheleniyor. Şu an bu hususta yanında olmam bile bir hata ama ben, ben yüreğime söz geçiremiyorum has bahçe gülü. Bu yüzden bu gecenin şafağında Hünkarın güvenini yeniden kazanmak, Hümâyûn toplantılarına tekrar dahil olabilmek için Sırbistan kuşatmasına katılmak ve başarı elde etmek zorundayım. "

 

Kumaşlar altında ki gülümseyen sesi önce soldu, daha sonra ise o görmediğim dudakları. Gidecekti, yine gidecekti ve ben aylarca yine onun sağ olduğunu bile bilmeyerek bekleyecektim. Bakmadım, dilenci babasının onu hapsettiği diba kumaşlı yüzüne bakmak istemedim çünkü eğer bakarsam bilakis gözyaşı dökerdim.

 

" Biliyor musun akıncı başı hayatımda yalnızca bir derviş gibisin. Geliyor, bilgelik vererek hayatıma anlam katıyor daha sonra ise hiç bir şey olmamış gibi tıpkı bir kervansaray gezgini gibi ülke ülke uzaklaşıyorsun. "

 

Kırmızı kaftanlı peçenin altında gizlenen gözlerim turuncu renkli çarşı duvarı üzerinde geziniyor, tüccarların et ve yumurta satma bağırış sesleri aramızda ki garip veda içerisine doluyordu. Dayanamadım, daha fazla kumaşların yüzünü hapsettiği ela gözlerine bakmadan duramadım ve peçenin altında gizlenen gözlerimle, zaten başımı döndürdüğüm saniye bana bakan gözleriyle buluştum.

 

" Biliyor musun Bedestenli kız, başka bir zamanda başka bir özgür dünyada seninle buluşmak için yine ülke ülke gezerdim. "

 

Tüm zaman durdu, tüm zaman dilimi tüm Osmanlı İmparatorluğunun yasakları sözleriyle durakladı. Bizim için, bizim için yazarın yazdığı ve duraksattığı imkansız anlardan birisiydi sanki. Bedesten avlusunda yükselen ay ışığı, ayın karanlık kolları büyük hurma ağaçları yapraklarının gökyüzüne uzandığı hava içerisine doluyor birbirimize usulca halk arasında baktığımız saniyeleri daha da özel kılmak için etrafı sessizleştiriyordu ta ki ayak sesleri kum tanelerini altında ezene dek.

 

" Binbaşım kuşatma için eğittiniz yeni asker bölüğü savaşa hazır "

 

Aramızda ki bize biçilen kum saatinin kumları beton yere düşerek son buldu. Elleri vardı özgürlüğün ve bir kez daha, askerin sesiyle o eller iple sarılarak veda etti hem bana hem de akıncı başına. Yanımda sanki Osmanlının en güçlü ve binlerce düşmanı öldürmemiş gibi kumlu kaldırım yolunda, oturan başları askerinin bildirisi ile ayağa kalktığı saniye oturmaya devam ettim.

 

Siyah kumaşların parmaklarını her bir sardığı elini Bedesten gecesinin içerisinde ki, dar avluda uzattığı vakit bir saniye bile düşünmeden kırmızı tüllerin arasında ki parmaklarımı siyah diba kumaşlı elinin avucuna yavaşça koydum. Bilerek yavaşladım, birbirimizin tenine ancak böyle bu hususları bahane ederek dokunabildiğimiz için bu anın tadını bir kaç saniye olsa bile çıkarmak istedim.

 

" Hoşça kal has bahçe gülü "

 

Kumaşların yüzünü sıkıca sarmasından dolayı dudaklarından dökülen sözler boğuk çıkarak, kulaklarıma ve avlunun içerisine doluyor avuçlarıma değen soğuk metalin tadı altında elleri, ellerimden kayıyordu. Bölüğünün haber veren askerleri başlarının avludan ayrılmasıyla birlikte, peşinden köpek sürüsü gibi yürüyerek gidiyor bense binlerce askerinin aynı Mahir gibi savaş yüzünden giyinen giysileri içerisinden onun ardından bakıyorken, bakışlarım Mahir'in gecenin karanlığı içerisinde bıraktığı ben ve avuçlarım içerisinde ki gül sembolü olan kolyeye kayıyordu. Akıncı özgürlüğün ellerimden aktığı ellerinin ardında akıncı, has bahçe gülü şeklinde ki metalden yapılmış kolyeyi ardında bırakıyor bense gecenin karanlığında bana söylediği has bahçe gülü ismimle ve, has bahçe gülü şeklinde ki avuçlarım arasında duran kolyemle vedasının izini taşıyordum...

 

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...