17. Bölüm

16. Bölüm Diba Kumaşı

Elif Doğan
ursuula1

16. Bölüm Diba kumaşı

 

 

Ön söz

 

Beyaz adam özgürlük adına

dev bir kadın heykeli dikti

 

doğu denizinin kıyısına ve her gece

altında dans ettiğimiz yıldızları

bayrak diye tutsak etti

bir bez parçasına

 

Bölüm içerisinde hata olduğu için düzenleme yapılarak tekrar güncellenmiştir.

 

 

 

" Peki ya sonra anne, sonra başka bir dünyada birbirlerini buluyorlar mı? "

 

1683, o zamanlar henüz küçük bir kız çocuğuyuz. Annem, başka bir ülkeden köle alarak babam tarafından resmen bir eşya gibi satın alındığından dolayı kendi ülkesinin çeşitli yabancı aşk hikayelerini bize anlatır, ben pek ilgilenmez ama kız kardeşim Mahpeyker annemin dudaklarından dökülen bu saçma peri masallarına bayılırdı.

 

" Gerek yok ki, zaten Allah o iki aşığın sevgisinin sabrını, sınırını ölçmek için başka başka dünyaları yaratarak onların birbirlerini bulmasını istiyordu. "

 

Daha dün gibi hatırladığım sözleri, annemin masalsı o yumuşak sesi kafamda ki anılarla birlikte Bedesten avlusunun arka duvar üzerine doluyor bense avuçum içerisinde ki gül sembolü kolyeyi kalbime bastırmaya devam ediyordum.

 

" Yani Allah birbirine aşık olan iki kişiyi zinhar birbirinden ayırmaz mı validem? "

 

Odamızın küçük eski duvarına asılı meşale ışığı yüzümde o an, o küçük bir kız olduğum an anılarım gibi titriyor ışığın hüzünlü turuncu ve kırmızı renkle karışık ateşi anılarımda dans ediyordu.

 

" Hayır Mahpeyker birbirine aşık iki insanı kader ayırmaz, insanları insanlar ayırır..."

 

Bedesten gecesinin ay ışığı kendini güneşin rahat varlığı üzerine salarak olduğum sokağın, başında bir lanet ağıtı gibi yükseliyor ben ise akıncı başı Mahir'in veda ettiği yerde tutsak olmuş öylece dikiliyordum sanki. Kırmızı kaftanımın tülü Bedesten avlusunun gece kubbesi altında siyah saçlarımdan kayıyor, yeşil gözlerimin pınarlarına gözyaşları burun direğimi yakarak doluyordu.

 

Bir şey, beni varlığıyla rahatsız eden bir husus oluştu sanki. Bu husus, yıllardır kopmayı bekleyen bir iğ ipliği gibi düşüncelerimi sarıyor tüccar tezgahlarının ardında kalan duvarları üzerime salarak bedenimi sokak içerisinde sıkıştırıyordu.

 

" Ayin! Dilencinin oğlu kurban seçildi! "

 

Falcı kadının siyah renkli dudaklarından dökülen altın varaklı lanet yapışkan, sözler sokak içerisinde sıkışan bedenim içerisine dolarak düşüncelerime yılan zehri gibi yayılıyor bense en son gördüğüm rüyanın endişesi ile Hünkarın Mahir'e savaş bahanesiyle tuzak kurduğunu düşünüyordum.

 

" Abla? "

 

Kendimi aklımda dolaşan saçma hususlara o kadar kapamış olacaktım ki, akıncı başının verdiği hediye kolyeyi bile avuç içimde tüm gücümle sıkıyor yuvasında sıkıca kapadığım gözlerimin yanaklarına yaşlar sessizce Bedesten gecesi içerisinde düşüyordu.

 

" Annem vakit geç oldu dedi, seni bulmamı söyledi lakin bir husus mu oldu? "

 

Turuncu renkli duvar taşlarına sahip olan arka avlunun kumlu yoluna, saplanan ayaklarımın bacakları bile aklımda dolaşan düşünceler yüzünden bocalayarak titrerken Mahpeyker'in endişe etmemesi için bir husus olmamış gibi meşale asılı olmayan ara sokakta yüzümün zar zor göründüğünü bilsem dahi tebessüm ettim.

 

" Annem daha fazla bahtsız bedevi gibi avlu içerisinde dolaşıp meraklanmadan eve gidelim "

 

Kız kardeşimin gecenin karanlığına bile sesinin dolmasına izin vermeyerek, yanından Bedesten gecesinin rüzgarı gibi geçip avluya gittiğim sıra ardımdan gelen Mahpeyker'in dediğim suale inanmadığını ve beni gözünün önünde askere söz verdiği gece gibi tutacağını hissettim...

 

1 hafta sonra

 

Bedesten sokağında her zaman ki topaç oynayan çocuk sesleri birbirine karışarak evimizin avlusuna doluyor, bense kapının eşiğinde ki eskimiş kireçli beyaz duvarın dibine konulmuş ahşap sandalye üzerine oturarak 7. Ara sokağın duvarlarını izliyordum. Günler olmuştu, birbirimize veda etmemizin üzerinden çok fazla zaman geçmiş gibi hissediyordum. Gördüğüm saçma sapan rüyalara ve falcı kadınlara zinhar inanmazdım ama, konu akıncı başı olunca tüm bilincim ve doğru düşünme algılarım o kadar fazla kendini kaybediyor ki bu hususa ben bile şaşırıyordum.

 

Çocukların topaç oynayarak birbirine bağırış sesleri avlu içerisinde daha da yükseliyor, babamın delice siyah sürmeli bakışlarına denk düşmemek için avludan burnumun ucunu bile Bedesten çarşısına çıkarmıyordum. Babam, beni sattığı ailenin oğullarının zehirlenme hususunu bile üzerime yıktı, günlerdir evin içerisinde lanetli olduğumu ve bir müzevvir tohumu olduğumu haykırıp durdu ben ise onu her zaman ki gibi duymayı reddettim.

 

" Elif! Rütbüş hatunun tezgaha kadar gitte sumak al akşama misafir gelecek, mutfakta hiç sumak kalmamış. "

 

Hurma ağacının giriş kapımızı kapladığı eşik altında oturarak, çıplak ayaklarımı mermer betonda bir su varmış gibi salıyorken annemin o cırtlak sesi mutfak yerinden ta avluya dolarak bana ulaştı.

 

" Mahpeyker gitsin anne zira o saçma satıcılarla uğraşacak ne gücüm, ne de beynim var. "

 

Hurma ağacının yaprakları altına Bedesten güneşinin kızgın ellerinden kurtulmak için oturmaya, devam ettiğim vakit kaba bir elin omuzumdan tutarak bedenimi sarstığını hissettim.

 

" Bak sen, hatuna bak! Hem evde kurusu çıkmış hatun gibi başıma kalıyor, hem beni Bedesten halkına rezil rüsva ediyor, hem de buyrulan işe burnunu kıvırıyor! "

 

Babamın siyah sürmeli kahve gözleri, omuzuma uyguladığı acı altında kıvranarak gözlerinin içerisine bakmamı sağlıyor gözlerime yaşlar koymamak için direnmeye devam ediyordum.

 

" Refah! Yalvarırım kızımı bırak bir daha sana karşı gelmeyecek, yemin biçiyorum onu öldüreceksin bırak çarşıya gitsin! "

 

Annem yaşlı parmaklarını yüreğinin üzerine koyarak gözyaşı döküyorken babama direnmeye çalışıyor, bense babamın beni artık öldürerek bu cehennem gibi hayatıma son vermesi için öylece ellerinde sarstığı bedenimle bekliyordum.

 

" Kızında aynı senin gibi Rümeyşah işe yaramaz, hükumete kafa tutan aptal kadının teki! "

 

Son sözlerini, gözlerimin içerisine bakarak söylediği son hususları yüzüme tükürür şekilde anneme söylermiş gibi bana söylediği vakit elleri arasında ezilen bedenimi bir taş parçası gibi avlu içerisine fırlattı. Yaptığı baskıdan dolayı kaftan tülü altında kızararak moraran kollarım sızladı, lakin bir damla yaş bile dökmeye kendime izin vermedim. Annem, annem avlu ardında babamın hiddeti hurma ağacının büyük yapraklarını içerisine alarak sallayan rüzgâr gibi, babamın ardından sarsılarak dağıldı ben ise bugüne dek babama bilerek ses çıkarmayan annemin yüzüne iğrenerek baktım.

 

" Eğer bugüne dek az önce ki gibi babama karşı çıksaydın, bu halde olmazdık anne. "

 

Kırık çeşme oluğunun akan su sesine, babamın ardında bıraktığı bin bir enkazın yalnızca birisi olan avlu içerisine karışan sesim annemin gözyaşı döken yüzüne bir tokat gibi çarptı. Başını, babamın sözleriyle yere eğdiği başını ve bakışlarını zinhar mermer beton yerden kaldırmayarak yüzüme bakmadı.

 

" Haklıydım, ben kime ne hususu anlatıyorsam zaten "

 

Evimizin kapı eşiğine kök salmış hurma ağacının büyük yaprakları çıktığım ahşap kapının ardından, anneme olan öfkem yüzünden sertçe kapadığım hususu yüzünden sallanarak titriyor ben ise babamın yalnızca bir sumak için bedenime zarar verdiği gerçeği ile gözyaşı dökmemek için kendi içimde savaşırken çarşıya gidiyordum.

 

Öğle güneşinin en sıcak zamanları olduğu için Bedesten tüccarları çeşit renkli duvak örtülerini tezgahlarının, çarmıhına gererek satış yapmaya çalışıyor bense sıcak Bedesten güneşinin kavurucu hissi ile dar avluya dizilmiş çeşit çeşit tezgahların arasında ilerliyordum.

 

" Sırbistan kuşatması çok zorlu geçiyor diyorlar, Hünkarın ordusu bu seferde bozguna uğrayacak der misin pargalı? "

 

Savaş kuşatma hasbihaline denk geldiğim saniye, tezgah üzerine sıcaktan etkilenmemek için gerilen örtü yüzünden hangi tüccarların hasbihal ettiğini göremiyor ama müşteri gibi olduğum yerde duraksayarak iki yaşlı sese sahip tüccar konuşmasına kulak misafiri oluyordum.

 

" Vah vah, onca ana oğlunun kuşatmadan dönmesini beklerken şehit haberini nasıl o analara verirler. Tüm yeni bölük henüz çok genç, akıncı başları bile yara almış diyorlar. "

 

Hayır, hayır. Babamın az önce kollarıma verdiği zararın acısını bile unuttuğum saniye, kalbime, sol yanıma ağır bir şey oturdu sanki. Biliyordum, hünkar eminim bunu bilerek yaptırıyordu Mahir savaşta yaralar alarak şehit düşsün ve isyan ayaklanması çıkarmasına gün yüzü görmeden dahi Bedesten halkı akıncı başının şehit olma haberiyle sarsılsın diye bilerek plan yapıyordu.

 

" Buyur kızım ne alacaktın? "

 

Perde gibi gerilen duvak örtüsü tezgah üzerinden haşırtı sesiyle, açıldığı vakit tüccarların aralarında yaptığı hasbihale kendimi o kadar kaptırmış olacağım ki olduğum yerde irkildim. Tüccarın kırışık yüzünde ki kahve gözleri müşteri bulduğu için parlıyor, ben ise bir şey almayacağımı zikir etmeden dahi peş peşe dizilen dar tüccar tezgahlarının sokağı arasından kendimi farkında bile olmaksızın bilmediğim bir sokak arasına sürüklüyordum.

 

Mavi renkli kaftanımın altında ki göğüs kafesim duyduğum husus yüzünden telaşla hem kalkıyor, hem aynı saniyede iniyordu. Acaba nereden yara aldı, canı çok acıyor muydu? İstemediği, yalnızca kız çocuklara özgürlük vererek Lale Devrini bitirmek isteyen akıncı başı istemediği bir sual içerisinde debelenerek savaş veriyor, ben ise yara aldığı yerin umuyorum derin bir yer olmamasını dua ediyordum.

 

" Allah rızası için 1 manat "

 

Ha? Bedestenin hiç gelmediğim 5. Kast ara sokağının eşiğinde dikilen bedenimin yanına, ve düşüncelerime yaşlı bir adamın sesi dolduğu vakit mavi peçe altında kalan yüzümü ve bakışlarımı adama döndüm.

Bugüne dek, yalnızca bugüne dek diba kumaşlarının hapsettiği yüzünde gözlerine bakmamın bile yasak olduğu ama benim bu yasağı deldiğim ela gözlerinin başka bir kopyası gözlerim önünde duruyor kambur belinin yere eğilen yeşil kaftanının eskimiş püskülleri arasından yüzüme para isteyerek bakıyordu.

 

" Sizin isminiz nedir amca? "

 

Sokakta kala kala, rüzgardan kar ve kıştan dolayı kamburlaşan beli, ona hitap ettiğim insanların bugüne dek tam tersini yaptığı naziklik karşısında yaşlı küçük gözlerinin bakışları afalladı sanki.

 

" Yusuf, ama Bedesten bana kör Yusuf der! "

 

Bu, bu adam Mahir'in babasıydı. Beyaz saçlarına taktığı yeşil takkesi o kadar eskimiş ve yıpranmıştı ki, muhtemel akıncı başı Mahir'in ok ile vurulduğum gecede ayık kalmam için anlattığı o ev ve hikâye bu adama aitti. Adamın ağaç dalından yapılmış uzun bastonu başının kamburluktan dolayı yere değmemesi için destek oluyor, Bedesten avlusunun kumundan dolayı kirlenen esmer teni iyice kararak beyaz kaftanlı bedeninin ardından pis bir koku salıyordu. Muhtemel Mahir'in küçükken hatırladığı o ev bile, yaşlı adama kalmamış olacak ki adam sokakta yaşadığını üzerinde taşıdığı kokuyla belirtiyordu.

 

Normalde olsa bu tür insanlara acır, merhamet gösterir ve hünkara dilenciye sahip çıkması için yalvarır çeşitli şeyler sunardım ama şu an, karşımda ki adam sikke uğuruna oğlunun özgürlüğünü üzerine giydiği beyaz kaftanının tam tersi olan zıt siyah renkle çalmıştı.

 

" Oğlunuzun vebalini taşımak nasıl bir his? "

 

Yaşlı dilenci adamın kirden dolayı eli yüzü gözükmeyen kambur bedeni, dudaklarımdan 5. Ara sokağın eşiğine dökülen sözlerle doğrularak yüzüme baktı. Sikke istemek için uzanan kırışık, yaşlı kirli ellerinin avucu oğlunun acı hikâyesini hatırlattığım saniye ateşe değmiş gibi geri çekildi.

 

" Benim oğlum yok! Oğlum, oğlum ölmek, oğlum çoktan ölmek! "

 

Yeşil yıpranmış sarığının altından dökülen sözleri bedenini günahsız bir çocuğun, özgürlük vebalini taşıyan acınası vicdan azabıyla gözlerim önünde yıktı geçti sanki.

 

" Sen kalbi bile sikkeyle alınacak bir adamsın! Oğlun daha fazla manat için özgürlüğünü saraya sattığın oğlun, şu an kuşatmada yaşam savaşı veriyor! Oğlun senin ona dayattığın zindan hayatını başkaları yaşamasın diye, özgür olsunlar diye isyan çıkarmak için kendini feda ediyor! O gerçekten ölecek, o senin kibrin hırsın yüzünden ölecek! "

 

Son yaşadığım hadiseler ve hususlar yüzünden üzerine birde, babamın evimizin avlusunda kollarıma verdiği zarar yüzünden o kadar dolmuştum ki artık ne güçlü durabilecek bir yanım ne de babama karşı koyacak halim bile yoktu. Ağaç dalından yapılmış ayakta durmasına destek sağlayan bastonunu kırışık ellerinden aldığım vakit, bedeni neredeyse yere düşüyordu ama ben kollarımda ki morarmalara rağmen yaşlı bedenini tutarak hem ellerim hem de sözlerim arasında bedenini sarstım.

 

" Onu özgür bırak! Mahir'e diba kumaşları olmasa dahi seveceğini zikret! Onu özgür bırak acımasız, lanet dilenci akıncı başını özgür bırak! "

 

Mavi kaftanımın tülleri yaşlı savunmasız adamın bedenini parmaklarım arasına girerek benimle birlikte, sarsmaya devam ediyorken kırışık yüzüne Mahir'in bugüne dek sevgi için dilendiği ama onun duygularını kullandığı yüzüne haykırdım. Her bir isyan nağmelerimde dilenci adam ellerim arasından bedenini kurtulmaya çalışıyor, ben ise savaşlara katılarak saray duvarları ardında bir gün can vermesine korktuğum akıncı başının özgür kalması için dilenciye bağırmaya devam ediyordum.

 

" Zinhar! Zinhar ben bu dilenci yaşamında ölene dek tutsak kaldıysam, Mahirde o kumaşlar içerisinde tutsak kalarak hayatını yaşayacak! "

 

Yaşlı dilencinin merhametsiz ve zehirli yılan gibi uzun dili, kollarım arasında sarsmamdan dolayı nefesini zar zor çıkararak bana karşılık veriyor ben ise adamın gırtlağına ellerimle çökerek canını almamak için zor duruyordum.

 

" Elif Hatun! Ne yapıyorsun, adamı öldüreceksin! "

 

Kargaşadan dolayı zaten sıcak olan Bedesten güneşinin altında sırtımdan su gibi ter yere dökülüyorken, harem içerisinde çalışan arkadaşım Nigar'ın sesi kulaklarıma ilişiyordu.

 

Arkadaşımın sesini işittiğim saniye beyaz kaftanlı yakasından tuttuğum parmaklarım altında gevşiyor, Nigar'ın Edirne Sarayı dışından çıkması yasak olmasına rağmen Bedestende neden olduğunu merak ediyordum. Bu merakı dilenci adam fırsat bilmiş olacak ki, ellerinden tutarak 5. Ara sokağın kumlu taş yerine attığım baston sopasını bile gerisinde bırakarak benden korkuyla uzaklaştı. Alel acele 6. Ara sokağın yamacından göz önünde kum tanesi gibi kayarak giden, kambur bedeni ardından yalnızca baktım yaşadığım hususlara artık dayanamıyor kendi kendimi yememek için düşünmemeye çalışıyordum.

 

" Yemin biçiyorum sırf manat istedi diye zavallı adamı neredeyse öldürecektin hatun "

 

Ah Nigar ah, bir bilsen insanlar oluşturduğu zavallı yüzün ardında zamanında ne hususlar yapmıştı. Daha fazla basit bir Bedesten dilencisi gibi görünen ama, tarihin gördüğü en güçlü akıncı başının babası olan adamla aramda ki saçma bağ belli olmasın diye Nigar hatuna bir sual belli etmedim. Tepemizde yükselen Bedesten güneşinin sıcaklığı siyah saçlarımdan, gözlerime çektiğim sürme gibi yol bularak akıyor ben ve Nigar ise eski Bedesten günlerinde yaptığımız gibi kol kola girerek çarşının avlusuna gidiyorduk.

 

" Haremden dedikodular var. Manisa sancağına yerleşen Esma Sultan yıllar sonra Edirne sarayına döndü, Hünkarın seferden dönüşünü beklediğini ve çok önemli hususlar zikretmeye geldiğini haremde ki cariyelere ima etti. "

 

Ne? Zira bu hatun yıllar önce elimden II. Süleyman'a yalan atarak Medrese hükmünü aldırıp, yüzümü cayır cayır yaktıysa yine bir şeyler çevirmek için geldiği hissini avluya yaklaştığımız semerli duvar altında bile hissettim.

 

" Sessiz olun artık mendebur Bedesten! "

 

Nigar ile birlikte Bedesten çarşısına giriş simgesini ima eden semerli eğri duvar altında, saray içerisinde olan hususları hasbihal ederken sözlerimizi kılıç darbesi gibi çarşı avlusundan yükselen erkek sesi kesti.

 

" Ağzında ki baklayı çıkar artık asker efendi! Zira herkes sizin gibi günlük sikke kazanmayarak, müşteri çekmeye çalışıyor! "

 

Mavi kaftanımın tülü altında boynumda asılı gül sembolü olan kolyem, bağrıma değerek soğuk metal hissini tenime kazıyorken avlunun isyandan geriye kalmış çıkıntılı taşı üzerinde ellerinde tuttuğu, mühimme kağıdıyla ferman okuyan askere bakışlarım dikkatle kesiliyor bu askerin Malkoçyalı olduğunu daha yeni fark etmeye başlıyordum.

 

" Sırbistan kuşatmasında yenik düştüğümüz için, artık akıncı birliği özgürlük sembol eden bir askeri yönetim değil Hünkar emri altına giren bir devşirme yönetimi sistemine girmiştir. "

 

Ne? Mahpeyker'in sevgi beslediği askerin dudaklarından dökülen ferman sözleri, mavi peçe üzerinde ki özgür bırakılan kaşlarımı birbirine çattırarak neler olduğunu anlamaya çalışıyor Nigar'ın kırmızı kaftanlı girdiğim kolu içerisinden bedenim çoktan sıyrılarak Bedesten halkının fermanı dinleyen cümbüş kalabalığı içerisine karışıyordu bile.

 

" Bu yeni yönetim sistemine en büyük olumsuzluğu yansıtan husus ise, akıncı başı binbaşımız Mahir'in Sırbistan askerleri tarafından esir alınması olmuştur. "

 

Boynumda, tenimde hissettiğim Has bahçe gülü sembolü barındıran gül şeklinde ki kolyem boynumdan son sözlerle koparak ayaklarımın dibine düştü. Tüm yerel halk akıncı askerinin sesiyle ilan edilen yeni yönetime karşı çıkarak isyanı başlatacak umutlarını geri istiyor, Mahir'in böylesine donanımlı bir imparatorluk içerisinde nasıl esir düştüğünü bağırışları ile sorgularken zinhar kulaklarımda gezinen sesleri uğultudan başka bir şey olmuyordu.

 

" Kaybettik! Bizlerde sizler kadar en az üzgünüz binbaşımızı kaybetmek istemezdik lakin, Sırbistan ya Osmanlı toprağından bir şehir ya da Hünkarın taktim ettiği bir hediye istedi. Hünkar Osmanlı İmparatorluğundan toprak vermek yerine, akıncı başımız Mahir'i hükumete hediye etti. "

 

Biliyordum, bir şey olacağını Hünkarın bir husus planladığını biliyordum. Lale Devri isyanı akıllıca bir iktidar oyunuyla beraber hiç başlamadan, son verildi. Yerel halk duyduğu ferman karşısında saraya her gün satılma sırası gelen, kızlarını şimdi nasıl koruyacaklar onu düşünüyor ben ise Bedestenin kumlu yoluna ayaklarım dibine düşen veda hediyesinin gül sembolü üzerinde bakışlarımı gezdirirken bedenimin aldığım havadis ile beraber yıkılmaması için kireçli duvarlara tutunuyordum...

 

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...