18. Bölüm

17. Bölüm Kireçtaşı Piramitleri

Elif Doğan
ursuula1

17. Bölüm Kireçtaşı piramitleri

 

 

Ön söz

Ama bir türlü yenemediğim

Bir korku var içimde:

Şarkım bitince, diyorum, ne yaparım.

Bu uçsuz bucaksız boşlukta bir başıma....

 

 

 

 

 

Bedesten' de 1 ay sonra...

 

...Anılar, anılar bir insanın çekebileceği güç seviyenin en belirgin noktasıdır. Bazen hayatında olmayan veyahut olamayan o kişiyle yüreğinizde oluşan anılarla beraber, daima zihninize onun ismini yazar ama zinhar o zamanların geri dönmediğini bilirdin.

 

Bedestende günler hızlı ama bir yandan da yavaş ritimde geçiyordu. Halk Sırbistan bozgunu sonrası ilan edilen fermana çeşitli isyan ayaklanması, çıkarmaya çalışsa dahi saray tarafından geri bastırılıyor akıncı birliği boyunduruk altına giderek daha fazla giriyordu.

 

" Mektup gelmiş, Zaho ailesinin oğlu Şehmi ölüm döşeğinden kurtulmuş yazmışlar abla. "

 

Hurma ağaçlarının büyük yeşil yaprakları güneş altında sararak solmuştu. Tıpkı benim bu evin çatısı altında, günlerce solmam gibi. Hurma ağacının kalın dalından avlumuzun beton yerine yaprak titreyerek düşüyor, kulağıma kardeşimin yaprak gibi titreyen sesi doluyordu. Artık alışmıştım, zira babam günlerdir hayatımı ve özgürlüğümü o kadar yılan ısırığı gibi zehirledi ki artık duyduğum üzücü şeylere karşı eskisinden bile daha duygusuzdum.

 

" Bakalım babam bu sefer beni kaça satacak, değil mi Mahpeyker? "

 

Fakir evimizin beyaz kireçli duvarlarının arasında yalnızca kırık çeşmemizin, ağzından akan su sesi dolaşıyorken o sese kız kardeşime ait olduğunu bildiğim adımlar önce, daha sonra ise kızgın güneşin ellerinin sıcaklığı gibi bir el omuzuma dokundu.

 

" Böyle sözler deme, zira sen çok değerlisin abla. Senin özgürlüğe olan bağlılığın, kız çocuklarına değer vermelerini istediğin bir medrese savaşın var. Zinhar bu savaşta bir sürü kayıp ve kendinden ödünç vermen bile seni durdurmadı. Babamın sözlerine karşı eskisi gibi ayakta durur, seni hayvan gibi satmalarına izin vermezsin. "

 

Avlunun duvarına bitişik dar, küçük ve eski odamızın rutubet kokusu burnuma doluyor kız kardeşimin hasbihal ettiği sözlerin doğruluğunu içimde tartıyordum. Yaşanan şeyler, kaybedilen savaşlar ve kişiler o kadar fazla kalbimi kırıyordu ki yalnızca güçlü imajı çizmeye çalışan zavallı bir duvarın altında ezilen birisi gibiydim.

 

" Böylesine cahil bir Bedesten halkına kadınların değerini hasbihal edip, durmaktan çok yoruldum Mahpeyker. Zinhar kimse beni işitmek istemiyor. Üzerine akıncı ocağı ve, akıncı başı..."

 

Daha fazla devam edemedim. Konuştukça boğazıma dizilen bir şeyler, sürme çektiğim gözlerimin pınarlarına dolan gözyaşları vardı. Kız kardeşimin sıcak avucu omuzumda daha da şefkat bürünmüş sıvazlarken, akıncı başının sağ olduğunu bile bilmiyordum. Bu canımı yakıyordu, vedasında hasbihal ettiği şeyler kalbimi Bedesten tezgahlarında ezilen baharat döveci gibi çatır çatır kırılarak eziliyordu.

 

Özlüyordum, kalbinden uzakta büyüyen ben bir erkek elinde ki duygularla büyüyen ben ilk kez birisini bu denli özlüyordum. Evimizin 7. Ara kast sokağında ki sarı renkli duvarlara bakıyorken söylediği her şey zihnimde kendini sonsuz bir döngü içerisinde, döndürüyor kalbimi soğukta kalmışım gibi sızım sızım sızlatıyordu.

 

" Hoşça kal has bahçe gülü..."

 

Diba kumaşının altında kalan dudaklarından çıkan boğuk ve kalın sesi, kaftan altında kalan tüm tüylerimi diken diken yaptı sanki. Avucum içerisinde gizlediğim gül sembolü taşıyan veda kolyemi içten içe, sözleriyle tenime bastırıyor daha fazla bilinmezlik içerisinde durmak istemiyordum. Mahpeyker'in omuzumda muhtemel beni teselli etmek için duran avucu altında, şiddetle ayağa kalkarak avlu içerisinde ki akan çeşmenin önünden ayrılarak çarşıya giden yola yürüyordum. Kardeşimin telaşlı sesi ise, yoluma baharat kokusu olmuş seriliyordu.

 

" Nereye gidiyorsun abla! Babam çok sinirlenecek, aman yarabbi yine seni dövecek! "

 

Mahpeyker'in sesi giderek solan meşale ışığının titrek buğusu gibi ardımda kalmış, Bedesten çarşının avlusunda tüccar sesleri ve hatun sesleri yerini almıştı.

 

" Akıncı başı Mahir olaydı böyle olur muyduk? Ah ah, o hakkımızı savunur saraya bizi ezdirmezdi. "

 

Mor kaftanımın peçesi altında ki dudaklarım onun ismini duyduğu vakit, acı bir şey yemişim gibi yandı. Tüccarlar kendi aralarında Hünkar çarşıyı basmadan önce, hasbihal ediyor içler acısı Lale Devri döneminde kurtarıcı arıyorlardı.

 

" Ya ya, öyle. Çocuğa o kadar duygusuz derlerdi bir de. Kızlarımızı, Bedesten hatunlarını bu kadar düşünen bir akıncı zinhar ondan başka çıkmadı. "

 

Tezgahında hayvan etleri dizili iki yaşlı tüccar hasbihal etmeye devam ediyor, ben ise daha fazla Mahir hakkında bir şey işitmemek için Edirne Sarayına giden tüccar orman yoluna semerli Bedesten duvarı çıkışından gidiyordum bile...

 

Mor kaftanımın uzun ince tülleri yürüdüğüm has bahçe güllerinin küçük dikenli, dallarına takılıyor bense kaftanımın tülünün yırtılmasını umursamayarak sarayın ahşap büyük kapısına gitmeye devam ediyordum. Saray girişinde ki medrese ve has bahçe yolunun ayrımında her ne kadar, kapı kulu saray askerleri beni sual etse dahi girmeme sonunda tebaayım deyince izin verdiler.

 

" Sultanım vallahide, tillahi de bir şey zikredemem. Hünkar zinhar o konuda çok kararlı. "

 

Saray girişini temsil eden ahşap büyük kapının kenarlarına işlenmiş altın varaklı, sütunların altında adımlarım kulağıma gelen seslerle birlikte saniyesinde durdu. Has bahçenin kelle alınan serasının o taraftan yükselen sesi, ve kime ait olduklarını bulduğum saniye Sarayı ayakta tutan altın varaklı sütünun arkasına gizlendim.

 

" Hadi ama Matrakçı, sultanına olan aşkın Hünkar korkusundan büyük değil mi? "

 

Esma Sultan. Yeşil gözlerimin yansımasına dolan Esma sultanın kahve uzun saçları, ve beraberinde ki kapı kulu olduğunu takkesinden anladığım asker o kadar yakın hasbihal ediyorlardı ki muhtemel saraydan birisi görse sonları çoktan tarihe yazılırdı.

 

" Haşa benim güzel yüzlü sultanım "

 

Dedi asker. Has bahçenin gülleri arasına dolan günah dolu saniyeler, bir ferman duyumu gibi eziyor ama Esma sultanın yılan gibi kıvrak elleri arasından asker zinhar kurtulamıyordu.

 

" Bunu kanıtlamak istiyorsan dediğim hususu yapacaksın. Akıncı başı Mahir'i Sırbistan esirliğinden Osmanlı topraklarına yeniden getir, bölüğün Mahir'e olan sevgisini kullanarak isyan çıkar. Zira bu isyandan başka Mahir bu topraklara giremez. III. Ahmed çok fazla kibirli ve diktatör. "

 

Ne? Hâlâ mı, hâlâ mı yıllar önce ki aptal hisleri devam ediyordu. Neden Mahir'in kurtulması için basit bir kapı kulu askerine cilve yapıyor, neden hünkara yardım etmek için geldiğini hasbihal etse de Mahir'i savunmaya yönelik şeyler yapıyordu? Bilmiyordum.

 

" Tssss! "

 

Esma sultanın yılan hareketlerini o kadar izlemeye dalmışım ki, ardımdan yükselen yılan sesini duyduğum saniye irkilerek kafamı altın sütuna yanlışlıkla vurdum. Ben kafamı vurduğum için sızlanıyor, arkadaşım olacak Nigar kalfa ise seslice gülmeye dikkat çekmemek için özen gösteriyordu.

 

" Ne o? Esma sultanın yılan sesini duyduğun sanıp ürktün mü yoksa? "

 

Mor renkli peçenin altında kalan dudaklarım hasbihal ettiği sözlere iğreniyor, gözlerimi çoktan deviriyordum.

 

" Nigar, senden yardım istemeye geldim. Mustafa hocanın tebaa has odasına gitmek zorundayım, kız çocuklarına verdiği medrese dersleri ne kadar azalma yapmış veyahut Hatunlara medrese yasağı gelmiş mi onu sual etmem gerekli. Yalvarırım beni sarayın özel has oda koridoruna sokacak bir yol bul. "

 

Seslice iç çekerek tıpkı benim gibi gözlerini devirdi, ve bunu saklama gereği duymadı bile.

 

" Yemin biçiyorum bir gün bu Medrese aşkın ölümünü getirecek. "

 

Nigar turuncu ve sarı renkleri barındıran, kaftanının eteklerini tutarak saraya giriyor bense ardında onu kedi iniği gibi takip ediyorken ardımda bıraktığım Esma Sultan ve kapı kulu askerinin ne hasbihal ettiğini deli gibi merak ediyordum...

 

Edirne Sarayı aynı günün gecesi...

 

" Ah bu kalbim, daha fazla senin mendebur düşüncelerine dayanamayacak lakin Hünkarı yeniden ikna etmek için Enderun toplantısında çabalayacağım deli hatun seni! Hâlâ medrese diyorsun ya, böylesine sual üzerinde güçlü durman yaşlı gözlerime gurur dolduruyor. "

 

Eskimiş Edirne Sarayı taşları arasında kalan, has odası küçük meşale ışıkları ile aydınlanarak yaşlı yüzüne vuruyor ben ise hasbihal ettiği sözleri dikkatlice dinliyordum. Zinhar Medrese hakkında zikrettiği sözleri kaçıramaz, küçük kız çocuklarının geleceği bana bel bağlamışken Mahir'in benden ayrı olduğu acısını bu şekilde yaşayamazdım.

 

" Hocam, bir gün Medrese savaşımı kazanmamış olsam dahi sizin biz Hatunlara verdiğiniz değeri zinhar unutmayacağım. Siz, tebaa' nın gördüğü en bilge hocasınız. "

 

Yaşlı yüzünde ki çizgilere sıcacık bir tebessüm doldurdu. Sarayın küçük penceresinden içeriye sızan ay ışığının kolları, Bedestene dönme vaktimin geldiğini zikrediyor ben ise hocama veda etmek için ona özel tahsis edilmiş has odanın ahşap kapısı eşiğinde dikiliyordum.

 

" Osmanlı elbet ki yitip gidecek Elif hatun, bir gün tüm bu kudret biter. Yalnızca tarihe verdiğimiz öykü kalır, yapıtlar kalır. Eğer Osmanlı İmparatorluğunun bitişine şahit olursam, zinhar tarihin seni yazmamasına izin vermem. Sen, bu kadar fakir bir halkın arasında, cahiliyet arasında büyüyen sen tüm küçük kız çocuklarına Medrese için umut oluyorsun ya işte tarih bunu yazmalı. "

 

Mor renkli yüzümü kaplayan peçenin altından hocamın görmeyeceğini bilsem dahi, sıcacık gülümsedim. Mustafa hocam babamın bana vermek istemediği öğütleri veriyor, sözleriyle bile kalbimi ve düşüncelerimi doğruluğa itiyorken ona sonsuz saygı duyuyordum.

 

Medrese tarihinin en bilge hocası, Mustafa hocamla kısa ve sınırları belirleyeci veda ardından sarayın dar koridor duvarlarına dizilmiş meşale ışıkları pencereden içeri dolan rüzgarla titriyor bu rüzgârın içerisine günah dolu manzarayı bana sunuyordu.

 

" Akıncı başından havadis var mı? "

 

Zaten özellikle sanki dar duvarlarla çevrilmiş koridorda Esma Sultan, ve beraberinde sultanın yılan tenine gittikçe sokulan gündüz gördüğüm o kapı kulu askeri saray duvarlarına gizli günah yayıyor bu günahı gittikçe birbirlerine yaklaşan dudakları daha da cezbediyordu. Kapı kulu askeri, Esma sultanın sualine olumsuz şekilde başını sarıklı başını sallarken Sultan askerin dudaklarına yapıştı ben ise bu iğrenç manzarayı görmemek için hemen yanımda ki pencereden dışarı baktım.

 

" Şimdi, peki ya şimdi akıncı başı Mahirden havadis olmadığına emin misin? "

 

İğrençti. Esma Sultan Mahirden havadis almak, onu yeniden sürgün hayatından Osmanlı İmparatorluğunun topraklarına getirmek için başka bir askere kendini sunuyor ve bunu yaparken gram midesi bulanmıyordu. Asker ikinci defa olumsuz şekilde, öpücüğünde etkisiyle başını salladığın da Esma sultanın elleri iğreti şekilde kapı kulu askerini itiyor, dar koridor duvarları arasında kahve iri gözleri gözlerimi buluyordu.

 

" Medrese hatunu... Elif ne kadar uzun vakit oldu, epey geçmiş olacak ki zinhar o Medrese hükmünü bırakmamış bir müzevvir olduğunu hâlâ gözlerinden haykırıyorsun. "

 

Mor renkli peçemi siyah saçlarıma takılı yerinden hızla alıp, koparttığım saniye dar koridor karşısında bedenlerimiz birbirine uzakta kalıyor olsa dahi onun yılan düşüncelerini hissediyor, aynı yerde beni yıllar önce yaktığı duvarlar arasında hiç bir şey olmamış gibi güçlü durmaya çalışarak gülümsüyordum.

 

" En azından benim uğuruna epeyce verdiğim savaş anlamlı. Sizin gibi sultan olmadığıma rağmen, Sarayın duvarları ardında gizli gizli askerin dudaklarına yapışarak günah işlemiyorum. "

 

İri kahve gözlerinin bakışları tenimi yaktı geçti sanki. Kapı kulu askeri bile, ortamın kızışmaya başladığını fark etmiş olacak ki daha fazla Esma sultanın onu bıraktığı duvar eşiğinde kalmayarak gitti.

 

" Akıncı başı basit bir Bedestenli hatunda ne bulmuş anlamıyorum, hiç bir zaman sultan olmayan, sultan olmaya vasfı yetmeyecek bir hatundan. Bu kadar büyük zehirli bir aşk, ne büyüsü yaptın hasbihal et bakalım! Zira, halvet dışında akıncı başına bir şey sunmadıysan sana böylesine duygu besmelesi aşikar. "

 

Aptaldı. Gerçekten o bir aptaldı. Zikrettiği hususlar her ne kadar bedenimi titretecek kadar sinirlendirse dahi, onun oyununa gelmeyecek Elif hatun bana saldırdı diyerek saraya zinhar girmeme izin vermeyecek bir Saray oyununa düşmeyecektim.

 

" Destur! Yardımcı akıncı Malkoçyalı! "

 

Saray koridorunun dar duvarları arasına yayılan kötü enerjimiz elle tutulur şekilde, dışarıdan bile kendini belirtiyor yönetimin Mahir esir hayatına düştüğü için geçtiği Mahpeyker'in vurgun olduğu Malkoçyalı Esma Sultan ve benim aramda ki o karanlık koridor ayrımı eşiğinde duruyordu.

 

" Sultanım "

 

Esma sultana başını eğerek selam verdiği vakit ayaklarına direkt baktı. Saray içerisinde olan sultan, cariye, kalfa ve halktan gelen hatuna bile bakmak yasak olduğu için Malkoçyalı bize bakmıyor Esma sultanın yılan gözleri ise peçesini yüzüne çoktan çekiyordu.

 

" Sultanım, Fatma Hüma Şah Sultan sizi huzuruna bekliyor. "

 

Sultan kırmızı renkli kaftanının tülü içerisinde hareketlendi, Malkoçyalı' nın durduğu eşikte hızla adımları olduğu yere sabitlendiği vakit yılan iri gözleri, gözlerime bakıyor ama elleri Mahir'in akıncı askerinin kolunu sarıyorken dudakları Malkoçyalı askerin kulağına giderek yasak olan yakınlık ile fısıldıyordu.

 

" Akıncı binbaşın topraklarımıza geldiği vakit, onun diba kumaşlı kulaklarına fısılda. De ki, Esma sultan size olan aşkından kapı kulu askerlerine yardım dilenmiş, ayaklanmayı çıkararak dönmenizi zikretmiş. Ve yine hasbihal et ki, size olan özlemi ancak diba kumaşlarının altında kalan yüzünü gördüğü vakit sönecekmiş de. "

 

Ne? Peçenin altında aldığım nefes bile hurma ağaçlarının büyük yaprakları gibi titriyor, Sultan akıncı başının askerinden uzaklaşırken sarayın karanlık duvarlarına karışıyordu. Ben ise ardından gitmeye çabalayarak saçını başını yolmak istesem de, Mahir'in askeri önüme geçerek bedenimi zapdetmeye çabalıyordu.

 

" Şhhh! Sakin olun hatun, zira sizi ve Mahpeyker'i bu şekilde sarayda koruyamam. "

 

Haklıydı. Çoktan gece olmuş günün yorgunluğu ayaklarıma kara sular gibi iniyorken, sağlıklı düşünemiyordum. Üzerine bir de, Hünkar kız çocuklarına verilen Medrese hükmünü tamamen yarın ilan edeceği için daha fazla yorgundum. Babam beni yeniden Zaho ailesine kaça satacağını muhtemel büyüdüğüm evin avlusunda düşünüyor, annem ise ona söylediğim hakikat gerçekleri kendine yediremeyerek utancından gözüme gözükmüyordu. Akıncı birliğinin yönetimi dahi Hünkar eline güçlü şekilde geçerken, Mahir'in nerede olduğu ne yaptığı hakkında aylarca haberim yoktu.

 

İşte tüm bu hususlar üst üste gelince bedenimde, düşüncelerimde sönmeye müsait bir mum gibi söndü gitti.

 

" Siz has bahçeye gidin, Mimar Sinan'ın işçileri hâlâ orada çalışıyor olmalı. Hünkar has bahçe için yeni bir bina tahsis edilmesini istemiş, işçi kadılara dikkat ederek duvar dibinde beni bekleyin. Sizi Bedesten çarşısına bizzat ben götüreceğim. "

 

Malkoçyalı çoktan hasbihal ettiği sözlerin yerini ardında bırakarak Esma sultanın gittiği karanlık, saray duvarları içerisine giriyor ben ise peşinden öylece gitmeyeceğimi belirtip olduğum yerde kollarım göğsümde bağlanmış duruyordum.

 

" Ben sarayda gördüğün sultanlardan değilim asker, kendi başıma Bedestene gidebilirim. "

 

Asker deri üniformasının içerisinde kıpırdanmayarak durdu. Sırtı dönük olmasına rağmen gözlerinin içinin eğlendiğini şimdiden, görebiliyordum ki ardına döndüğü vakit meşale ışıklarının aydınlattığı yüzü gülüyordu.

 

" Mahpeyker öyle olabilir ama siz, biliyorum zinhar öyle değildiniz. Ayrıca eve sağ salim gittiğinize şahit olmazsam, akıncı Binbaşım ya benim kellemi o kılıcıyla alır, ya da Lokma tatlısıyla adamı zehirlediği gibi beni zehirler aman, aman! "

 

Gülümsedim. Bu saray duvarları kim bilir kimin vebalini taşıdı, kim bilir hangi Şehzadenin ölümünü izledi, kim bilir hangi sultanın gözyaşlarına tanık oldu. Bilmiyordum, ama ben tüm bunların içerisinde gülümseyerek Mahir'in emri altında ki askere yaklaştım. Zaho ailesini ima ettiği o zehir olayının son bulmadığı havadisini vermek için bundan başka güzel bir husus olamazdı.

 

" Binbaşın Lokma tatlısını zehire heba etmemek için yarısını yemiş olmalı ki, adam ölmedi bile. "

 

Verdiğim hususla yüzünde ki tüm kasları şaşıran asker, kaşlarını çatıyor ben ise verdiğim zehirli dilimin bilgisini dudaklarım arasından eziyorken Malkoçyalı' nın beklememi zikrettiği yere gidiyordum...

 

Güller. Küçük prensin kainat boyunca aradığı, ama gökyüzünde bulduğu güller. 1720 tarihinin çatısı altında ki, geceyi kokusuyla sarıyor akıncı askeri bekliyorken sıkılmaktan yanaklarımı şişirerek geri indiriyordum. Bu benim uzun beklemelerde yaptığım eğlence türüydü, tıpkı Malkoçyalı askerin havadis ettiği gibi işçiler bu saatte bile çalışıyor has bahçe içerisine yeni yapılmak üzere olan binanın eskimiş taşlarını elleriyle diziyorlardı.

 

Onların belli belirsiz siluetlerini saray giriş duvar kapısı yanına asılmış, meşale ışığının izin verdiği kadar izleyebiliyordum. Sıkılmıştım, hem de çok fazla. Eğer Mahpeyker'in aşığı biraz daha gelmezse kendim Bedestene gidecek, bacağıma sakladığım kaftan altında ki hançerim ile gece vakti üzerime gelmeye çalışan mendebur erkekleri kesecektim.

 

Has bahçenin içerisinde ki işçiler teker teker, geç vakit iyice olduğu için saraydan ayrılıyor ben ise daha fazla sıkıntıdan yere düşerek ölmemek için Mimar Sinan'ın ardında ki yapılan eseri incelemek için yarı duvarı yapılmış binaya ilerliyordum.

 

Bu bina has bahçe içerisine, sultanlar için tahsis edilmiş bahçe içerisine neden yapıyorlardı hiç bir fikrim yoktu. Ama hünkar istek buyurduysa kesinlikle ya gözde sultanı için saraya özel bir alan yaptırıyor, ya da çocukları için bir husus barındırıyordu. Mor renkli kaftanımın tülü içerisinde kalan parmak uçlarım, tülden kurtulduğu vakit ay ışığının taşlarına vurduğu henüz yarısı yapılmış binanın tuğlaları üzerinde elimi gezdiriyordum derken, gecenin içerisinde yumuşak ama tam tersi sert bir ten hissi duvarın kireç taşı piramitleri üzerinde gezinen parmak uçlarımı kaplıyordu.

 

" Vedalar, kavuşmaları doğurmak için varmış biliyor muydun has bahçe gülü? "

 

Mor peçenin altında ki dudaklarım, dudaklarım çöl vahasının içerisinde bir yudum su bulmuş gibi titriyor yeşil gözlerime karanlığın mutlak sessizliğine rağmen gözyaşları doluyordu.

 

" Bilge gezgin tüm diyarları gezerek, geri bana mı döndü yoksa? "

 

Osmanlı İmparatorluğunun yasakları doğuran kaynağının çatısı altında, onun parmaklarının her biri tutsak edilmiş diba kumaşının üzerinde saray duvarlarına asılan meşale ışıkları geziniyordu. Hâlâ henüz yarısı tamamlanmış kireç taşlarının üzerinde duran, birbirine değen ellerimiz bu özlemi bitirmek için yasaklar kapıda olsa dahi uzaklaşmıyor ela gözleri, simsiyah gecenin renginin içerisinde ki kalan diba kumaşlar altında ki ela gözleri, gözlerini kapattığı vakit bile yanı başından gideceğim korkusuyla o gözlerini kırpmıyordu bile.

 

" Kireçtaşı piramitleri taşıdım, ama duvar olmaları için değil. "

 

Diba kumaşlarıyla sarılı teninin altından dökülen sesler, has bahçenin gecesinde meydana çıkar yaveri gibi cırcır böceklerinin masalsı sesine karışıyor bize yazılan hikâyenin yazarı altında ki sözlerle can çekişiyorduk.

 

" Aşkım, biz hep aynıyız seninle. Sadece taşlar değişti, sadece çimenler. Susuzluktan yandığımı görmüyor musun? "

 

Kireç taşı piramitlerinin yarım yapılmış binası üzerinde duran, birbirine kumaşlar üzerinden ulaşan ellerimiz Osmanlı İmparatorluğunun acımasız rüzgarıyla, dudaklarından dökülen sözlerle beraber savruluyor siyah kumaşların yalnızca izin verdiği, sarmadığı ela gözleri mor kaftanlı bedenimin yamacına daha da yaklaşıyordu.

 

" Soğuk bakan gözlerimin ardında ıstırabın saklandığını görmüyor musun has bahçe gülü? "

 

Hayır, hayır bu sözler saray duvarlarının işittiği bu sözler bu kadar kalbimi kırmamalıydı. Dilenci babasının hapsettiği diba kumaşları içerisinden onu çekip alamadım, onu aşık olduğu, hasret olduğu özgürlüğe kavuşturamadım. Saray içerisinde ki yanan mumlar ve meşale ışıkları has bahçeye yükselen seslerle beraber, hareketleniyor akıncı askerleri muhtemelen binbaşılarının bu gelişini işitmiş olacak ki düzine düzine şimdiden Lale Devri isyanını başlatmak için diziliyorlardı.

 

Ellerimiz, zikrettiği dize mısralarında ki kireç taşı üzerinde birbirine kavuşan ellerimiz Osmanlı yasaklarının altında bir kez daha tıpkı ellerimizin değdiği taşla eziliyor akıncı başı Mahir'in diba kumaşlı elleri gecenin ay ışığı altında tenimden kayıyorken o kumaşlar altında ki dudakları, sanki isyandan önce son kez duygularını dile getiriyor gibiydi.

 

" Benim güzel Mübrem, gel bu acımı dindir hadi. Bana gel, ve sarıl..."

 

Diba kumaşlarla sıkıca sarılmış parmak uçları dahi, tenimde kulaklarımla işittiğim son sözlerini kazır gibi avuç içlerimi yakıyor taşların ardında bıraktığı duygularla beraber düzine düzine has bahçeye dizilmiş akıncı birliğinin binbaşılarını karşıladıkları yol ayrımına gidiyorken onu izliyordum.

 

Has bahçe içerisine dizilen her bir asker Mahir yaklaştıkça dizleri üzerinde yere çöküyor, sağ ellerini yumruk yaparak kalplerine gelecek hizada durdurarak kalplerine yumruk ata, ata zikir çekiyorlardı. Biliyordum, bu gösteri başlarına olan saygıyı yansıtıyordu. Mahir, diba kumaşlarının gece gibi sarılı olduğu akıncı başı Mahir sırtını zerre kambur tutmayarak ayakları dibine eğilen emrinde ki, askerlerinin önünde bir şahin gibi yükseliyor kabzasında her zaman duran aslan figürlü kılıcını Edirne şehrinin ay ışığı altında çekerken ardında fazlalık olan kumaşlar pelerin gibi gecenin acımasız, rüzgarına karşı koymaya bilerek çalışmayarak bu anı daha da ölümsüz kılmak için salınıyordu.

 

" Lale Devri III. Ahmed yönetimi bu gece bitti, yerine 1690 Hünkarı II. Sultan Süleyman Han tahtına geri dönüyor. "

 

Ne? Mimar Sinan'ın işçilerinin elleri altından henüz yarısı yapılmış duvarı ardında tüm tüylerim selasını, okuyarak kendini mutlak bir cehennem içerisine yazarın yazdığı savaşa hazırlayarak eski Hünkarın yaşadığı şokunu üzerinden atmaya çalışıyordu.

 

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...