19. Bölüm

18. Bölüm Lale Devri

Elif Doğan
ursuula1

18. Bölüm Lale Devri

 

 

Ön söz

 

Ölüm her zaman gözünün önünde olsun, o zaman asla bayağı kaygılara düşmezsin ve hiçbir şeyi coşkunlukla istemezsin.

 

Kan. Toprak, ona ne verirseniz müthiş bir uyum içerisinde alır ve size zinhar bir daha geri vermezdi. Toprak, adaletsiz, yıkıcı ve beraberinde tüm duyguyu yutacak güçtedir. Sizin ininize masum rolü yapan bir yılan gibi sinsice kuyruğunu dik tutarak, girer işe yaradığını bildiği tüm şeyleri sizin duygularınıza bakmaksızın yanında götürürdü. Tıpkı, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi.

 

 

Edirne sarayının mutlak sonsuz meşale ışıkları tarihin en kanlı başlangıç gecesi içerisine doluyor, has bahçe güllerinin yaprakları korkuyla rüzgâr içerisine saklanarak kaçacak delik arıyordu.

 

" Destuuur! II. Sultan Süleyman Han Hazretleri! "

 

Saray sur duvarlarının büyük sütunları üzerinde acımasızca yanan siyah renk, saplı meşaleleri kadı efendinin dudaklarından dökülen buyurla canlı bir alev çukuru bulmuş gibi heyecanla titriyor yıllar sonra, yıllar sonra 1690 yılının en kudretli padişahı Saray' ın görkemli altın varaklı kapısından içeriye yavaş ama kendinden emin şekilde adımlıyordu.

Saray içerisinde ki taş binanın ardına saklanan bedenime bile, uğultular doluyor bütün saray halkının bu dönüşe hayretler içerisinde baktığını göremesem dahi hissediyordum.

 

" Hünkarım..."

 

Karanlığın cümbüşü içerisinde dahi Hünkarı gözlerim ayırt edebiliyordu. Siyah, siyahlar içerisinde ki pahalı canfes kürkü, siyah uzun altın işlemeli kavuğu ve önünde eğilen binlerce akıncı askeri vardı.

 

Tüm askerler, tüm askerleri hep bir ağızdan Hünkarım diyor sıktıları sol avuç yumruklarını kalplerinin hizasında tutarak II. Sultan Süleyman Han hazretlerinin dönüşüne saygı göstergesi

yapıyorlardı.

 

Tüm sultanlar, tüm cariyeler ve hatta kapı kulu askerleri bile eski padişahın dönüşünü izliyorlar kimsenin zinhar padişah hakkında hasbihal etmesine cesaret edemiyorlardı. Binlerce akıncı ordusu, yeni yetme akıncı askerleri eski dönemin Hünkarının ayakları dibine kul gibi eğiliyorlar, deri üniformaları eğildikleri için kasılırken başlarını zinhar yerden kaldırmıyorlardı.

 

Bakışlarım, mor renkli peçemin altında ki bakışlarım tıpkı göğsümden çıkan buğu gibi titriyor akıncı başını arıyordu.

 

" Tez git, III Ahmedi tahtımdan indirerek kellesini al akıncı başı. "

 

1720, 12 ağustos gecesi. İşte bu gece, Osmanlı İmparatorluğunun en kanlı gecesi bu emirle oldu. Hünkarın pahalı canfes kürkünün önünde dikilen bedeni, diba kumaşlarla sarılı dikili bedeni onun yanında savaşlarda büyümüş olduğu adamın, Hünkarın önünde başını yere eğerek emiri kabul ettiğini gösteriyor sultanların, cariyelerin dizili olduğu has bahçe içerisinde bir Azrail gibi şiddetle eserek saray duvarları arasında kayboluyordu.

 

Ardından tıpkı Mahir gibi giyimli olan 7 adam ise, başlarının peşinden hızla gidiyor sultanların dehşete düşmüş yüzleri arasında altın varaklı kapıda siyah gölgeleri kayboluyordu.

 

" Elif Hatun tez vakit sizi, Bedesten çarşısına götüreyim hadi. "

 

Mimar Sinan'ın projesi olan henüz yarısı yapılmış taşları ardında ki bedenim, olup biten hususlara o kadar fazla dalmış olacak ki Malkoçyalı askerin sesi irkilmemi sağlamıştı.

 

" Şimdi ne olacak? Binbaşın III. Ahmed' i öldürecek sonra ne olacak Malkoçyalı? Bu düzen, bu yönetim devam mı edecek? Lale Devri isyanı, Emir Timur'un havadisi ne olacak? "

 

O kadar fazla sual edilecek hususlar vardı ki, bütün her şey kusursuz bir bilinmezlik tarafından yutuluyor benden başka kimse bunu sual etmiyordu.

 

" Patrona Halil isyan anlaşması fes edildi. Akıncı başımız Sırbistan'a bile isteye teslim olmuş. Hünkar ise, isyanı çıkarmak isteyen akıncı başını esir verdim diye kendi aklıyla övünüp durdu. Ama zinhar bilmiyordu ki binbaşı, Sırbistan'a kaçırarak hayatını kurtardığı Hünkarı yıllar sonra oradan Osmanlı İmparatorluğuna getireceğini. "

 

Saray içerisinde gecenin sükunet sessizliğini delen çığlıklar, kıyamet gibi duvarlar ardında yükseliyor has bahçeye doluyorken Malkoçyalı ile birlikte taşlı yolun 2 ayrımı olan saray çıkışına yürüyorduk.

 

" Yani, yani II. Süleyman 90' da çıkan isyan yüzünden vefat etmedi öyle mi? "

 

Ayaklarımızın altında yürüdükçe ezilen çakıl sesleri ardımızda ki, sesleri bastırmaya yetecek kadar bizi uzaklaştırırken Malkoçyalı askerden, Mahir'in her zaman yanında olan askerden bilgi almaya çabalıyordum.

 

" Akıncı başımız zaten hissetmişti. O gün, İbrahim paşanın çadıra gelişinde önce akıncı başını kontrol ettiğini daha sonra ise Hünkarın ölüm planını hazırlamayı düşündüğünü anladı. Biz Akıncılar, küçüklüğümüzden beridir refleks üzerinde çalışır, ellerimizde tuttuğumuz kılıca değil sivri zekalı aklımıza güveniriz. Akıncı Binbaşımda bunu o yılda hissetti, İbrahim Paşa kendi elleriyle dahi Hünkarı öldürmeye cesaret edemeyeceği için akıncı başımız Hünkarı Sırbistan sınırına götürdü. Zamanı geldiği vakit ise, Hünkarın olduğu toprağa savaş bahanesiyle esir oldu. Bu savaş bile isteye kaybedildi, zira gerçek bir savaş bile değildi ki akıncı başı Mahir Timur'un krallığında Sırbistan ülkesinin kralına mektup yazarak bize yalancı bir püskürtme yapmasını istedi. "

 

Mor peçe işittiğim sözleri kulaklarımdan akıtmak ister gibi, yüzümden düşüyordu. Neden, neden o zaman bana bu planları anlatmadı neden benden gizleyerek böyle tehlikeli hususlar yaptı bilmiyordum.

 

Bakışlarım bile, yeşil gözlerim bile Bedesten gecesinin içerisinde ki karanlıkta boşluğa bakar gibi bakıyor düşüncelerimde dolaşan matemi dağıtmak istiyordum.

 

" Size zinhar bir şey zikredemezdi. Çünkü siz zira çok cesaretli ve başınıza buyruk birisiniz. Emindi, akıncı başı bu planı yaparken onun yanında kalmak istediğinize o kadar emindi ki. İşte bu sual yüzünden size zinhar bir şey söylemedi, bana ise söylettirmedi. Sizin özgürlüğünüzün, medrese hükmünüzün kendi duygularından daha önemli olduğunu dile getirdi. "

 

Burun direğim, peçenin altında gizlenen yüzümde ki burnum acıyla sızladı. Kimsenin Bedesten avlusunda olmadığını bilerek, karanlık içerisinde gözlerimden yanaklarıma süzülen yaşların akmasına özgürce izin verdim.

 

Yol boyunca hasbihal ederek geldiğimizden dolayı, zinhar ne zaman çarşının avlusuna geldik ne zaman oturduğum evin 7. Ara sokağı eşiğinde duruyorduk bilmiyordum. Kafamın içerisinde ki düşünceler eski, acı verici hatıralar ve seslerle birlikte çok karışıktı.

 

" Saadetli geceler, kız kardeşiniz Mahpeyker hatuna selamımı iletirseniz sevinirim. "

 

Akıncı başının emrinde ki askerin Bedesten çarşının fakirlikten dolayı, iyi meşale ışığına sahip olmamasına rağmen gülüşünü görebiliyordum. Kız kardeşime beslediği duygu, bizi zorla nikah bozduran musalla taşı türünün başka bir tarihi hikâyesiydi sanki. Ben her zaman ki huyum olan yeşil gözlerimi devirip, kollarımı göğsümde bağlarken akıncı askeri çoktan semerli duvar altından saraya geri gidiyordu bile...

 

Evimizin salonundan yükselen hasbihal sesleri eski duvarlı odamızın içerisine doluyor, ben ise Bedestenin kavurucu öğle güneşinin ellerinden kurtulmak için odamın gölge yerinden avluya adım atmıyordum.

Sabahtan beridir, tüm Bedesten yerel halk sesinin hasbihal sesleri birbirine karışan baharat çeşnileri gibi evimizin fakir avlusuna doluyordu. Görünüşe göre, Mahpeyker'in sumak almak için gittiği çarşıdan eve getirdiği şey yalnızca sumak değil dedikodu da olmuştu.

 

" III. Ahmed Han tahttan indirilip kellesi alınmış, tahta ise yeniden II. Sultan Süleyman Han oturmuş diyorlar. "

 

Büyük hurma ağacının yaprakları avluda çıtırdıyor, sıcak Bedesten güneşi matem varmış gibi avlumuzun eşiğine düşüyorken kırık çeşmemizin beton oluğundan su akmaya devam ediyordu. Annem ve kız kardeşimin sesi, bu tarih kokan anın içerisine doluyorken içimde ki huzursuz his ellerini doğrultmuş boğazımı sıkıyordu.

 

Avluyla bitişik odamızın penceresinde ki boşluğa oturdum, hurma ağacının büyük yaprakları penceremizin üzerine düşerek gölge yaparken büyüdüğüm evin avlusunu izledim. Keçeden yapılmış bezler ipe asılmış, taş mermer yerin üzerinde ise koca kırık bir çeşmeden usulca akan su sesi bana eşlik ediyordu. Yan yana dizilen ahşap küflü mandıra fıçılarının içerisinden süt taş yere akıyor, karşımda ki salon ve mutfak olacak beyaz kireçli duvar üzerinde ki kız kardeşimle yaramazlık yaparak yazdığımız Arapça ve Farsça yazıları okumaya çalışıyordu.

 

" Keşke bir kardeşim daha olsaydı! Sen benimle topaç oynamıyorsun abla. "

 

Tebessüm ettim. Mahpeyker biz küçükken her zaman erkek çocuklarının yaptığı gibi topaç oynamak ister, ama babam bizi topaç oynarken yakaladığı an döverdi. Bu yüzden zinhar, kardeşimin dayak yememesi, canının acımaması için ona topaç oyunu oynamasını sevmediğimi dile getirir hep uzak kalmaya çalışırdım. Aslında, zira topaç oyununu çok severdim ama babam ikimizi de bir oyun için dövdüğü vakit Mahpeyker'in zarar almaması için sevmemeye çalıştım.

 

Zira, babam Mahpeyker doğmadan önce annemin karnında olan çocuğu anneme dayak ata, ata kendinden olmadığını düşünerek bebeği düşürmüştü. Bu husustan sonra zinhar kardeşim olsa dahi ona çok yakın olmayacağıma, babamın onu diğer bebeğe yaptığı gibi ellerimden alacağını düşünürdüm. Ah Mahpeyker, bu büyüdüğümüz avluda sen yanımda yokken nelere şahit oldum bir bilsen. O Bedesten yaz akşamında, babam anneme neler hasbihal etti bir bilsen...

 

Evimizin diğer beyaz kireçli duvar eşiğinden yükselen ses, tüm düşüncelerime bağ bozumu oldu doldu sanki. Salonun bunaltıcı sıcaklığına rağmen daha fazla Mahpeyker'in dudaklarından dökülen hasbihallere dayanamıyor, salon eşiğinde ki ahşap kırık kapıdan girdiğim vakit kahve kokusu burnumu okşuyordu.

 

" Fatma Hüma Şah Sultan III. Ahmed Han Hünkarın idam edilen bedenine saray payitaht avlusunda, öyle sarılarak bağırmış ki diye hasbihal ediyorlar ki tüm saray surları bile titremiş sanki. "

 

Babamın ben küçükken birlikte yaptığımız marangoz ellerinden çıkan, ahşap masa üzerinde sefer tası içerisinde yükselen kahve buğusu tütüyor annem ve Mahpeyker sedir yastıkların üzerinde oturarak Bedestenin kızgın sıcaklığına aldırış etmeden hasbihal ediyordu.

 

Beni gördükleri vakit, ikisi de yılan görmüş gibi sessiz kaldığı vakit anneme baktım. Son hususlardan sonra başını yere eğiyor, bize iyi annelik yapamadığını kabul ederek mahcup oluyordu.

 

" Saraya gitmem gerekiyor, Mustafa hocam Medrese hükmü için eski hünkara bir sual zikretmiş mi öğrenmem gerekli. "

 

Sesim, anneme olan kırgınlıktan dolayı sesim bile Bedestenli çalgıcıların kınalı parmakları altında çalınan ud gibi acımış çıktı. Annem sual etmeyerek başını salladı, Mahpeyker ise muhtemel Malkoçyalı askeri göreceğini bileceği için saraya benimle gelmeye heves ederek başımın etini salonda yiyip durdu.

 

Tüccar orman yoluna gelene dek, Bedesten tezgahları çeşitli hayvan eti tütsülemiş kokusuyla müşteri çekmeye çalışıyor Mahpeyker ise saray yoluna giden ormana girene dek et kokusunun kaftanına işlediğini düşünerek söyleniyordu. Gerçekten bu kız ya akıllanacak ya da, beni kendisine işkence yapmamam için zapt etmeye çalışacaktı.

 

" Yemin biçiyorum ayaklarıma kara sular indi. "

 

Deli kız. Saray sur kapısına örülmüş siyah demir parmaklıklar Bedesten güneşinin, altında sıcaktan kavruluyor kız kardeşim Mahpeyker ise söylenmeye devam ediyorken sarayın güvenliğini sağlayan kapı kulu askerine neden geldiğimizi, ve ne hususla bizi içeriye alması gerektiğini hasbihal ediyordum ta ki Mahpeyker acıyla inleyene kadar.

 

" Sizin abla kardeş, ayarınız yok mu? Bu ne sakarlık, zira ablanda bir zamanlar bu bahçede bana çarpmıştı. "

 

Akıncı başı Mahir'in diba kumaşlarıyla sıkıca sarılmış uzun boylu, geniş omuzlu bedeni kız kardeşimin önünde durarak sıcak Bedesten güneşinin onun başına geçmesini engelliyordu. Ben ise, Mahpeyker'in akıncı başına çarpan bedenine ölümcül bakışlar atarak gözlerimi deviriyordum.

 

" Ve yine sende, zira Azrail gibi bu sıcaklıkta o kumaşları giyiyordun. Huylu huyundan vazgeçmiyor işte, ben sakarlık sen ise kelle alan Azraillik. "

 

Gülümsüyordu, emindim. Kulaklarımla saray surları altından işittiğim bu gülme sesi ona ait olacaktı ki, kapı kulu askerleri bile ellerinde tuttukları koca mızraklarla akıncı başının gülüş seslerine şahit oldukları için birbirine bakarak şaşırıyorlardı.

 

" Off, ne dikenli ama! "

 

Diba kumaşının altında kalan dudaklarından bu sözler döküldüğü saniye, kumaşlarla sarılı her iki elini kalbine tutarak hançer yemiş taklidi yaparken ben beyaz peçenin altında ki dudaklarımla kusma taklidi yapıyor Mahpeyker ise aramızda ki Bedesten güneşinin, sıcaklığı gibi tehdit saçan enerji sıcaklığından uzaklaşarak saray içerisine muhtemel Malkoçyalı sevdalısını bulmak için giriyordu bile.

 

" Sen bir daha beyaz kaftan giyme has bahçe gülü, bu bir lütuf değil emir. "

 

Ne? Bana askeriymişim gibi emir verme lüksünü kendisinde buluyorken kumaşlarla sarılı bedenine yaklaştım. Beyaz kaftanımın, beyaz peçesi altında tam karşılık vermek, dikenlerimi batırmak için dudaklarımı açıyordum ki diba kumaşlarıyla sarılı parmak ucunu dudağıma bastırarak beni susturdu.

 

" Yalnızca bu kez sus olur mu? Soru sorma, cevaplar arama. "

 

Neden, birden bire neden bambaşka biri olmuştu sanki. Az önce ki diba kumaşlarıyla sarılı yüzünün altından gelen o gülüş kaynağı, niçin birden korkak bir mum ışığı gibi solarak gitti bilmiyordum. Saray güvenliğini sağlamak için surlarda dikilen kapı kulu askerleri, bakışlarını benim bedenime yönelttiği saniye akıncı başı direkt askerlere bakarak onların meraklı bakışlarını üzerimden çekti.

 

Muhtemel sıradan Bedestenli bir kız, bir Osmanlı hatunu niçin bu güçlü akıncı için bu kadar önemliydi değil mi? Kapı kulu askerleri de bunu düşünmüş olacak ki, zinhar akıncı başı onlara göz ucuyla baktığı vakit bile gözlerini çeken askerlerin merakı hâlâ üzerimdeydi...

 

Mahir beni sorunsuzca has bahçe içerisine beraberinde soktuğu vakit, benden uzak duruyordu. Neden saraya girdiğimiz vakit, tüm bedeni hatta gözleri uzak durmaya karar kılmış bilmiyordum ama aramızda has bahçe güllerinin kırmızı yaprakları öğlen güneşi altında parlamaya devam ediyorken yasak olan bakışmayı yine deldim geçtim.

 

" Hadi bana bilmediğim bir şey söyle akıncı başı "

 

Dedim. Ağzımdan birden izinsiz çıkan bu söz, has bahçenin içerisinde yarım kalmış taş binanın tarafına bile ulaştı. Duraksadı, düşünceleri ve ruhu öyle bambaşka bir yerde, bambaşka bir yükün altında eziliyor gibi baktı ki gözleri bana onu tanımasam duyguları umursadığını düşünürdüm.

 

" İsyan, Lale Devri isyanını bugün ilan edeceğim. Ettiğim vakit ise, neler olacağını tahmin etmek güç değil. Bir has bahçe gülümü, atımı yıllar önce isyanda kaybettim. Şimdiyse geriye kalan tek has bahçe gülümü, atımın renginde olan giydiği kaftan ile kaybetmek istemiyorum. "

 

Kırıktı, sözlerinin hepsi sultanlara hoşaf ikram edilen cam tepsilerin hafifliği gibi gözlerimin önünde kırıldı. Aramızda ki sınırlar, yasaklar, kastlar bu isyan savaşına bağlıyken diğer bir yanı ise bu savaşı kaybetme riskimizin olduğuydu ve tam da şu an, o risk Malkoçyalı tarafından ilan edildi.

 

" Binbaşım, Bedesten halkı ayaklanmış. Askerleriniz Saray' a gelmek üzere. Emir Timur'un İmparatorluğundan sınıra gelen süvari birlikler ise Osmanlı yönetiminin diktatör tarihini bitirmek için emrinizi bekliyor. "

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...