
20. Bölüm Osmanlı Sergisi
(FİNAL)
Kurgunun son bölümü 2023 Türkiyesi zaman dilimi içerisinde geçecektir.

Ön söz
Kireç taşı piramitlerini taşıdım,
ama duvar olmaları için değil.
Kendi dilimin sözlerini taşıdım,
ama ağzıyla söylesinler diye değil.
Aşkım, biz hep aynıyız seninle
sadece taşlar değişti, sadece çimenler...
2023 Edirne Saray yanı Osmanlı portreleri müzesi.
Edirne. Araştırmacı ve klasik genç yazar yarışması için şehre gelmemin üzerinden yalnızca bir kaç gün geçmişti. Günlerdir, hatta aylardır bu tarihi araştırma hakkında bilgi toplamaya çalışıyor sergilerde tabloların tarihini anlatan Osmanlı İmparatorluğunun müzesi altında ki rehberin gezgin kalabalığa söylediği şeyleri hafızamda tutmaya çalışarak elimde ki tablete yazıyordum.
" Ah ne kadar da kalp kırıcı bir Osmanlı aşk hikâyesi hocam. Peki ya, bu iki Osmanlı gencinin aşkı neden hiç bir kitaba konu olmamış? "
Serginin tablo hikayelerini anlatan hocanın kırışık, yorgun ve yaşlı yüzüne buruk yarı gülümseme dudaklarına oturdu sanki. Az önce, benim yazar ismim dışında gerçek ismime sahip olan o Osmanlı kızının ve akıncı diye adlandırdığı erkeğin aşk hikâyesini kalabalık kabileye anlatırken kabileden bazı önemli kişiler bu acı sonlu aşk hikayesine dayanamayarak gözlerine yaşlar dolduruyordu.
" Olmaz olur mu efendim. Dış ülkelerde ki yazarlar bile Osmanlı tarihinin en acılı aşk öyküsünü roman yapmak istediler, haklarını Türkiye' den satın alarak Elif ve Mahir hikâyesini yazmak istediler ama Türkiye hükumeti buna izin vermedi. "
Üzücüydü. Karşımızda her bir tabloyu gezerek hikâyesini anlatan rehberin bile, Bir Küçük Türk Kızı olarak isimlendirilen tablonun çerçeveleri altından işlenmiş olan tablonun önünde durduğumuz vakit tarih rehbercisi hocanın gözleri bile ilk kez bir hikayede yaşlarla doldu.
Yarı loş müze ışığının altında ki altın işlemeler ile resmi süslenmiş kızın, Elif hatunun yüzüne baktım. Normalde Osmanlı döneminde bir insanın yüzünü tasvir etmek yasakken bile, bu kız tarihe o kadar büyük bir iz bırakmış olacak ki cansız bedeninin yüzü karşımda ki tabloda kendini belirtiyordu.
Araştırmam ve belki hükumet yazmama izin verir diye, bu kızın hikâyesini roman yapma hissim kızın asırlar önce yaşayan yüzüne baktığım an daha fazla heves yüreğime doldu sanki. Loş ışık altında ki tablo içerisinde kalan simsiyah uzun saçları, minik burnu, yeşil gözleri ve o zamanlara ait beyaz renkli Osmanlı elbisesi içerisinde tebessüm ediyordu. Kız, tarihe bu kadar cesareti, o döneme bu kadar cesareti gösteren kızın yüzü o kadar güzeldi ki yeşil gözleri baktığım her saniye acılı sonunu rehberden dinlediğim için daha fazla içerisine çekti beni.
" Ursula hanım? "
Evet, bu lakap bana aitti. İki ismim vardı birisi tüm okuyucularımın bildiği yazar ismim Ursula, diğeri ise sadece ailemin, önem verdiğim kişilerin bildiği ismim Elif. Evet, tarihe bu kadar baş kaldırarak kadınlarında erkeklerle eşit olduğunu savunan bugün kız çocuklarının okumasına öncülük eden o Osmanlı kızının ismi benimle aynıydı.
Bu büyük bir tesadüf mü? Ya da kaderin aptalca, acı oyunlarından birisi miydi? Bilmiyordum. Tek bildiğim şey benimle aynı göz rengine, aynı saç rengine sahip kızın tabloda ki cansız yüzüne etrafımda hiç bir şey yokmuş gibi bakmamdı.
" Sanırım Bir Küçük Türk Kızı tablosunun acılı aşk öyküsü sizin yazarlık karakterinizi çok etkilemiş gibi? "
Güneş batmadan önce bile tabloların tarihe vermiş olduğu öyküyü anlatan rehberin sesi, hikâyeye duyduğum hassas noktalar karşısında şefkatle çıkmıştı ki bir an utanarak yanlış bir şey yapmışım hissi gibi yeşil gözlerimi kızın gözlerinden kaçırdım.
" Bu iki gencin aşk hikâyesi tüm Osmanlı aşk hikayelerinden daha farklı hocam. Tabloya, kızın gözleri içerisine baktığım an 1720, 1690 tarihi arasında ki tüm yasaklara, şartlara rağmen cesaret görüyorum.
"
Rehber hocasının yaşlı dudaklarından kısa bir gülüş yayıldı.
" Bilirsiniz o döneme ait güçlü kadın hikâyesi neredeyse bulmak imkansızdır. Ama bu Elif çok değişik bir hikâyeye sahip. Hem özgürlük için savaşması, hem de Osmanlı İmparatorluğunun tarihine geçen en acılı aşk hikayesine sahip olması enteresan. Eğer hükumet bu tarihe yazılan aşk öyküsünü yazmama, özgürce yazmama izin verirse Elif ve Mahir'in o imkansız aşkını kalemime almak isterim. "
Hocanın Osmanlı tabloları sergisi içerisine, müzenin penceresinden yavaşça akan güneş ışıkları gibi gülüş sesi söylediğim kelimeler ile soldu.
" Ursula hanım sizin ne kadar iyi bir genç yazar olduğunuzun farkındayım. Eminim ki, hükumette farkındadır. Kaleminiz bu tarihi acılı aşkı anlatmaya hayli hayli yetecek güçte biliyorum ama, ne yazık ki Türkiye hükumeti yazar Türk olsa dahi roman olmasına izin vermiyor. "
Neden, neden hükumet izin vermiyordu anlayamıyordum bile. Belki de tarihimize merakı olmayan, sıkıca ders kitaplarında yalnızca konu edilen bu tarihimiz genç kitlelerin ilgisini bu aşk hikâyesi ile çeker belki de meraklı bir kaç genç yazdığım romandan sonra tarihimize ilgi duymaya başlardı.
" Neden, neden hükumet böylesine masum bir aşk öyküsünün kitap olmasına karşı? Edebiyat dünyasında o kadar saçma hikayeler kitap oluyorken, bu kadar derin bir tarihi hikaye nasıl yazılamaz? "
Kabilenin ilgisi diğer tablolara çoktan kaymışken müze rehberinden hükumete resmi bir mektup yazarak, bu hikâye için izin alma şansımı sonuna dek kullanmalıydım. Böylesine büyük, güçlü karakterlerin aşk öyküsünü yazarsam o yarışmayı kazanır okuyucu kitlemi genişlete bilirdim.
" Ben izin vermiyorum yazar hanım efendi. "
Müze sergisinin rehberiyle aramda ki Elif hatunun loş ışıklar altında, parıldayan tablosu içerisine kalın bir erkek sesi doldu. Dolduğu saniye, sırtıma değen sesine yüzümü döndüm. Ela rengi, siyah takım elbisesi ve siyah renkte ki saçları ile ardımda rehberle aramda ki konuşmaya laf yetiştirerek elde edeceğim fırsatımı ellerimden almaya çalışıyor ve bunu yaparken gram çekinmiyordu.
Kibirli yüzüne, kibirli ela renkte ki gözlerine müze sergisinin içerisinde ki sessizlikte dudaklarımı cevap vermek için araladığım an rehberin sesi beni kestirip attı.
" Ah Mahir bey, sergiye daha erken gelmenizi bekliyorduk. "
Tesadüfe bak. Rehberin henüz bir kaç dakika önce anlattığı Osmanlı aşk hikâyesinin baş kahramanları olan, Elif ve Mahir'in ismi asırlar sonra yan yana duruyordu. Ama bu adam, karşımda ki adamın kendini beğenmiş karakteri onun asla rehberin dudaklarından dökülen Mahir'in karakterinin zerresini bile tanımıyorsun gözlerimi devirdim. Kollarım her zaman bir şeye küstüğüm ya da sabrımın taştığı zamanı belirlediği gibi, göğsüme bağlanıyor sol ayağımı ise müzenin mermer beton yerine ikide bir ritmik şekilde vurarak adamın gitmesini istiyordum.
" Siz kimsiniz de bir tablo üzerinde hüküm sürüp, izin vermem diyebiliyorsunuz? "
Müze rehberi aramızda ki daha yeni tanışmamıza rağmen elle hissedilir derece olan, ateş çemberi içerisinden uzaklaşıp diğer kabile turistlere tabloların hikayelerini sayısız defa anlatmaya başlıyorken yanımda ki adamın ela gözleri ile baş başa kalmak zorunda kaldım.
" Size kim olduğumu söyleyeyim kısrak at gibi inadı olan yazar kız. Bu Bir Küçük Türk Kızı tablosunu, bulan arkeolog benim. Sizin o rengarenk fetişleri olan edebiyat dünyanıza, tablonun hikâyesine izin vererek güzelim tablonun öyküsünü kirletemem. "
Ne? Bu adam az önce benim küçüklükten beridir ilgi duyduğum edebiyat dünyasına çamur atmış, 6 yıldır emek verdiğim yazarlık unvanıma ise laf söylemişti.
" Bana bakın Mahir beyefendi. Ben diğer genç yazarlara ya da, edebiyat dünyasına benzemem! "
Gülümsedi. Dudakları siyahlar içerisinde ki takım elbisenin ciddiyetinin tersine gülümsedi, ama gözleri o ela gözleri tam tersi kinaye yaparak bu gülüşün " İnanmadım sana " dediğini resmen yüzüme tokat gibi çarptı.
" Biliyor musunuz sanki başka bir zamanda, başka bir sözlerle dediğiniz şeyi duymuş gibi hissediyorum. Ama bu hikâyeyi yazarak, yarışmayı kazanmak isteyen her yazar sizin gibi aynı saçma zırvalıkları geveleyip duruyor. "
Loş ışıkların tenimize vurduğu Bir Küçük Türk Kızı tablosunun cam koruması önünde, yan yana duran bedenlerimizi ayırmak istedim. Daha fazla onun basit bir tabloyu roman yapmama izin vermediği gerçeği ile, gittikçe adama oluşan nefretim ve öfkem yükseliyor omuzuna yumruk atmamak için kendimi zor tutuyordum.
" İyi akşamlar Mahir bey. "
Müzenin sergisi ardında ki tablo altında adamın bakışlarını, ve gıcık varlığını ardımda çoktan bırakırken araştırma günlerimi bir çatı altında geçirdiğim otelin olduğu konuma çoktan gidiyordum.
Ellerimden alınan klasik genç roman yazarı ödülünün sancısı, burun deliklerimi yakarak doluyorken bu koca şansımın bir adam yüzünden heba olması gerçeğini kendime sindiremiyordum...
Ertesi gün, Edirne Sarayı has bahçe sergi alanı.
Göğsüme bastırdığım yazı yazma tabletimde ki kilit ekranı kıyafetime temas ettiği her saniye, kilidini aptal bir sistem ile açmaya çalışıyor ben ise Edirne Sarayında yapılacak olan yakut sergisinin has bahçensin de Türkiye müze birliğinin restorasyon yaparak yenilediği taşlı yoldan müzenin içerisine giriyordum.
Girdiğim saniye, adımlarım restorasyon işlemi görmüş has bahçenin taşları üzerinde durduğu saniye tanıdık, asırlar önce saçma ama tanıdık bir his tüm bedenimin etrafını sardı sanki. Hatta garipseyerek tenime, kollarıma öyle bir naziklik ile dokundum ki sergi içerisine gelen kabile turistler bile tuhaf gözleriyle bana baktılar. Ah! Muhtemelen deli olduğumu düşünerek aralarında kendi dilleriyle dedikodumu yapacak, belki de dalga geçeceklerdi.
Serginin içerisinde ki yakut yüzüklere bakmak, Hünkarların parmaklarına taktığı sayısız mücevherlere bakmak ilgimi çekmedi. Onun yerine otel odasında ki dört duvar içerisinde sabaha dek, düşündüğüm Elif&Mahir aşkının öyküsünün geçtiği alanlara doğru ilerliyor her bir adımda ki saray köşesinde onların asırlar önce olan varlıklarını hayal etmeye çalışıyordum.
Olduğum konum ise, has bahçeye bağlı seranın biraz ilerisinde olan giriş yol kapısında ki büyük ağaç altıydı. Düzine düzine Osmanlı döneminden kalmış kırmızı has bahçe güllerinin dalları saray içerisinde çalışan, özel olarak seçilmiş bahçıvanların ellerinde budanmıştı.
" Müzede ki rehber hocasının anlattığı güller bunlar mıydı yoksa? "
Göğsüme bastırdığım yazar tabletimde ki notlar yerine güllerin rengini, ve sarayda hangi konumda olduklarını yazıyor Bir Küçük Türk Kızı tablosunun ardında ki acılı hikâyenin saray içerisinde ki yerlerini bulmaya çabalıyordum.
Edirne sarayının hâlâ kendini koruyan, 1720 Patrona Halil isyanı ardından tarihe yazılan yanık izlerine rağmen, ahşap giriş kapıları kendini korumayı başarmıştı. Türkiye hükumeti bu saray giriş kapılarını restore ederek o kadar uzun süre üzerinde çalışarak tarihi eseri kurtarmaya çalışmışlardı ki, haber kanallarına bile verilen bu restore işleminin hakkını gerçekten Arkeolog ekipler vermişti.
" İşte bu, o dönemlerde ki saray giriş kapısı. Sarayın aslında çok büyük olmasından kaynaklı 4 kapısı var. İki kapısı kuzey yönünde, birisi payitaht avlusunda ki zindan çıkış kapısı, diğeri ise saray mutfak çıkış kapısı. Diğer iki kalan kapı ise, birisi işte bu. Diğeri ise 1720 yılında çıkan akıncı isyanı ile yıkılmış yerinde ne yazık ki, yok. "
Müzenin rehberi Türk turistlere saray hakkında tarihi bilgileri kabileye söylüyorken, daha fazla rehberi dinlemek istemedim. Söylediği zindanları, saray mutfağını ve haremi o kadar fazla merak ediyordum ki rehbere ihtiyaç duymayacak şekilde sanki buralarda daha önce bedenim, ruhum gezmiş ben ise o zaman ki anıları kafamda canlı tutarak yolları hatırlıyor gibiydim.
Müze rehberinin bahsettiği saray zindanının payitaht avlusu ardında kalan yerine adımlarım geldiği saniye duraksadım. Bugüne dek İlber Ortaylı hocamın anlattığı Osmanlı tarihini düşündüm. Bugüne dek Osmanlı İmparatorluğu hakkında okuduğum çeşitli yazarları, makaleleri düşündüm. Acaba kitaplarda yazılan Bedestenli kadınlar bu zindanlara esir düşmüş müydü? Acaba kaç kadının hayatı karardı, acaba kaç kadın köle satıldı...
" Haklıymışsınız yazar kız. Siz diğer genç yazarlara benzemiyormuşsunuz. Çünkü o yazarlar korkudan zindana girme lüksünü kendilerine tanımazlar. "
Sarayın dar şekilde yapılmış yapısı içerisinde ki zindan koridoruna, bir erkek sesi yankılanarak doldu. Ben ise, bu erkek sesinin kime ait olduğunu bilerek yeşil gözlerimi devirdim. Göğsüme bastırdığım yazar tabletimin sorunlu kilit ekranı not olarak yazdığım ekranı zindan içerisinde ki, yarı karanlık yere dolduruyordu.
" Ee? Bu fikrinizi değiştirmeye yetecek kadar gerekli bir durum mu? "
Zindanın ve saraya bağlı olan karanlık dar koridoru içerisinden siyah takımlar giyen adamın bedeni, ve ela gözleri benim olduğum tarafta ışıkla aydınlatılmış yere dolduğu saniye yüzü eskisinden bile seçilir hâle geldi.
" Hayır. Kararımı değiştirecek güçte bir gereklilik yok. Ama tuhaf bir his var, sanki sizi başka zamanlarda, başka diyarlarda uzun zamandır tanıyormuşum gibi bir his. "
Garipsedim. Boşluğa düştüm sanki, söylediği şeyler zindan içerisinde yankılanan sesi hisleri tıpkı benim gibiydi. Bende öyle hissediyordum bir şey, saçma bir his beni saraya çekiyor Bedesten şehrine gitmemi istiyordu ama tabi ki bu garip aynı duyguyu ona söyleyemez belki bana yem atarak beni kontrol ediyor gibi düşündüğümden dolayı duygumu belli edemezdim. Binlerce zindanın içerisinde ki bedenim, ela gözlerinin bedeni arkamızda basit bir zindan parmaklıkları önünde duruyorken bu basit zindanın bile parmaklıklarına beni çeken bambaşka güçlü bir duygu vardı.
" Gözleriniz o kadar fazla ölü kalıntı görmüş ki Arkeolog bey, zihniniz veya duygularınız bile tarih içerisinde kendine aptalca bir yer arıyor gibi. "
Gülümsedi. Ama bu sefer ela gözleri müzede ki sergi alanında olduğu gibi, gözleri kinaye barındırmıyor onun yerine gerçekten samimi bir his taşıyordu.
" Dilinizde ne kadar dikenliymiş, tıpkı sarayın has bahçesinde olan güller gibi. "
Göğsümün ortasına bastırdığım tabletimin bozuk ekranı loş ışıklar altında parlamaya devam ediyorken, gözlerimi devirdim. Kendi içimde ki zaten Edirne şehrine geldiğim günden beridir tuttuğum saçma tanıdık hisse daha fazla dayanamıyor, bu saçma aşk hikâyesini araştırma yaparken kalbimin tanımadığım iki insana sancıma hissine anlam veremiyordum. Tüm bu garip şeyler ise üst üste gelince daha fazla dayanamayarak, sıkıca avucum içimde sıktığım parmaklarımla elimi yumruk yaptığım saniye siyah takım elbiseli ceketinin sağ omuzuna sertçe vurdum.
Flasback sahne...
" Peki ya başka bir evrende, başka bir zamanda yaşasaydık ne olurdu akıncı başı? "
Dudaklarım Osmanlı İmparatorluğunun çatısı altında olmamasına rağmen korkuyla, açılarak özgürlük umutlarını vaha içerisinde titretirken sorduğum soru sarayın duvarları arasına karıştı.
" Kendimi bilemem ama, senin inatçı at kısrağı gibi olan elinin ağırlığı değişmezdi. "
...
Günümüz 2023 yılı Edirne Saray Müzesi.
Ceketinin altında ki tenine elim indiği saniye yüzünü alaycı bir buruşma ile, ekşitti.
" Elinizde çok ağırmış. "
Ona bana verdiği zararın birazını bile vermiş olduğum gururu ile, ellerimi birbirine çarparak sırıtırken ela gözlü yüzüne zindan duvarları içerisinde fısıldadım.
" Öyledir. "
Kendimce yazarlık hayatımda minik bir başarı olarak gördüğüm zaferi ardımda bıraktığım, arkeolog adamın ela gözlerinin sırtımı delen bakışlarını hissetsem dahi zafer tebessümü ederek ondan ve zindan içerisinde ki dar saray koridor duvarlarından kurtulurken dudaklarımda dolaşan aptal gurur tebessümü hâlâ yerini koruyordu...
1 hafta sonra.
Bilgisayarımda sayısız şekilde Word sitesine yazılmış kitaplarımın senaryoları duruyor, onları düzenlemem için okurlarım her ne kadar sosyal medyama mesaj atsa dahi bu şehirde Allak bullak olmuş düşüncelerim arasında kimsenin mesajlarına bakmak istemiyordum. Bu Bir Küçük Türk Kızı tablosunun hikâyesi giderek her araştırma yaptığımda merakımı ve ilgimi üzerine çekiyor ben ise otel odasının dört duvarı arasında ki çalışma masamda başımı masaya koymuş şekilde düşünüyordum derken, bilgisayar ekranıma kırmızı bültenli bir bildiri düştü.
Hiç bir zaman kırmızı butonlu bir e-mail almadığım için dudaklarımı korkuyla ısırdım. Muhtemel, ya devlete ait olan bir bildiriydi ya da müze birliğinin adamlarından birisiydi.
" Bu bir Türkiye Tarih, sanat, ve ressam birliği hükumet bildirisidir. Sayın Ursula E.D bize yazmış olduğunuz Bir Küçük Türk Kızı Osmanlı tarihli, tablonun hikâyesini Roman yazarak matbaada bastırma izniniz hükumet ve Meclis tarafından yayınlanan genelgeyle onaylanmış lisansını almanız için ise en geç 3 iş günü içerisinde Türkiye, tarih, sanat ve ressam birliği binasına ikamet etmeniz gerekmektedir. "
Başardım! İşte klasik genç roman yazarı yarışmasının unvanını, bana kazandıracak olan bu tablo hikâyesi ayaklarıma kadar kendisi geldiği saniye aklıma tek bir isim geldi. O arkeolog, tabloyu bulan arkeolog izin vermiş ve hükumete bildiri yazmış olacak ki bu büyük balık kendi ayakları ile yürüye yürüye bana gelmişti.
Vakit dahi kaybetmeden bilgisayarımın gri renkli kapağını sevinçten kapadığım için, tekrar açıyor bildirinin heyecanından dolayı kafamı çarptığım otel odasının duvarı ise sanki aptal halime gülüyor gibiydi.
Otel odasında ki çalışma masamın sandalyesine yeniden oturduğum saniye, kulaklarıma yeni aldığım büyük baş üstü kulaklığı takıyor roman yazdığım Word belgesinin dosyalarına açılan binlerce kitap senaryosu arasından yeni bir senaryo taslağı açıyorken o 1690, 1720 asırlar öncesi tarihinde ki cesur Bir Küçük Türk Kızı Elif hatunun imkansız aşk hikâyesini ve imkansız Medrese hükmü hikâyesinin 1. Bölümünün başlığını atıyor kalbim göğüs kafesimi delecek bir hızla atmaya başlıyor kulaklığımda ki bu aralar sıkça dinlediğim Farsça şarkının anladığım kadarıyla yükselen sözleri giriş bölümünü yazarken bana eşlik ediyordu.
İkimizin bu dünyada ortak bir acısı var
İkimizde acıdan yorgunuz, ikimizde kalbi yaralı
Acılarımız dağlar kadar büyük, bir köşede bırakılmışız
Can çekişiyoruz, tuz basılıyor yaramıza.
Hayatımız yandı kül oldu, bütün anılarımız öldü.
Aşkımızı; öksüzlüğümüz, kimsesizliğimiz sildi süpürdü
Birbirimize aittik, iki tende bir candık
Bizi içten içe kemiren, bizi bitiren, yok eden neydi?
Biz bu dünyada kader esiriyiz.
Hep kaygılı ve telaştayız, mücadele veriyoruz
Nefes almamız bile sanki işkence
Sanki bir ölüme terk edildik bu yalnızlıkta.
Çökmeye başlamış bir duvar gibiyiz
Yuvamız bir sonbahar akşamı gibi soğuk...
Kimin, neyin bedelidir bu ödediğimiz?
Neden bu günlerimiz bu kadar hüzünlü
İkimizin bu dünyada ortak bir acısı var.
İkimizde acıdan yorgunuz, ikimizde kalbi yaralı
Acılarımız dağlar kadar büyük, bir köşede bırakılmışız
Can çekişiyoruz, tuz basılıyor yaramıza...

Yazarlık kariyerimde 6 yıllık sonunda ki veda kitabıma eşlik ettiğin için teşekkür ederim.
Son kitabıma, son kurguma ve son satırlarıma benimle geldiğin kadar sana teşekkür ediyor ve Wattpad okur kitleme hoşça kal diyorum!
Kurguda emeği geçenler;
Atilla Kağan Kaya
Salih Cerrahoğlu
İclal Türkmen
Ve
İlber Ortaylı eserleri.
Ve, en büyük emeği ise
Yazar ursula. Elif Doğan...

Elif karakteri gerçek hayat örnek alınan yüz çizimi.

Mahir gerçek hayat örnek alınan yüz çizimleri.

(Mahir)

Malkoçyalı örnek alınan yüz çizimi

Mahpeyker örnek alınan yüz çizimi

Nigar örnek alınan yüz çizimi

Fatma Hüma Şah Sultan örnek alınan yüz çizimi
Elif&Mahir çizimleri




| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 437 Okunma |
9 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |