5. Bölüm

4. Bölüm Pembe Peçe

Elif Doğan
ursuula1

 

4. Bölüm Pembe Peçe

 

 

Ön söz

 

Belki bir gün yolun düşer hatırımı sormaya

Sensiz hayatım kedere boğulmuş,

Sefaletin içinde debelenerek yaşıyorum adeta

Sanki Mevlam yalnızca seni yarattı bu Dünya'ya

 

 

 

 

İsyan sesleri çeşmeden beton avlu yere yavaşça süzülen suyun içerisine karışıyor ben ise akıncı başının, ardında bıraktığı bedenimle öylece duruyordum. Gecenin rengi ile aynı olan diba kumaşlı bedeninin ardında bıraktığı sorular ve gerçekler o kadar fazlaydı ki, avlunun ortasına mancınık ile atılmış bu gerçek yüreğime kadar ilişti.

 

" Durun ağalar! Yalvarırım kızlarımızı bırakın! "

 

Bedesten ana avlu sokağının ortasında olan isyan kavgası devam ediyor ben ise akıncı başından duyduğum sözleri, sindirmeye çalışıyordum kardeşim idam edilmediyse neredeydi? Acaba payitaht arkasında kalan batı kanadında olan yeni Edirne sarayının zindanına tutsak mı düştü? Kafamda ki dolaşan düşüncelere karışan halk isyan bağırışlarını duymayı reddederek odama koştum. Derhal üzerimde ki bu hengâmeden dolayı pişman olan kaftanı değişmeli ve kardeşimi o komplo dolu saraydan çıkarmam gerekliydi. Beyaz kireçli duvarın evimizin avlusuyla birleşen açık penceresinden içeri her zaman ki yaptığım gibi atladım, küçüklüğümden bu yana avluya bakan odamızın penceresinden avluya atlar ve ormana kaçardım.

 

" Ne yapıyorsun yine mi isyanı durdurmak için kendini riske atacaksın kızım! Zinhar akıllanmıyorsun "

 

Yatağımın altında ki sedirli yuvarlak leğeni dipten tutarak odanın mermer taş yerine çıkarmaya çalışırken, annemin başımda dikilen sesi ve her zaman ki lafları kaftan arayan bedenime ilişti. Ama umursamadım bile kız kardeşimi o saray zindanından bir an önce kurtarmalı köle olarak ya paşaya ya da sadrazamlara satılmasına engel olmam gerekliydi. Ellerim bile acele ve endişe ettiğim için titriyor Bedesten avlusunda yükselen isyan sesleri daha da evimize doluyordu. Her bir isyan sesinde annem dışarı gideceğimi anladığı için itiraz ediyor, sözlerini daha sert bir hâle bürüyordu.

 

" Senin de sonun Mahpeyker gibi olacak zira sen ve kardeşin zinhar akıllanmıyorsunuz senide o pis saray yutacak senide kaybedeceğim "

 

Elime leğenin içerisinden geçen bir kaftanı üzerime geçirdiğim saniye annemin sert itiraz sözleri git gide kırıldı, sesinde ki kırgınlık ve endişe tıpkı benim titreyen ellerim gibi titriyordu. Annemin yaşlı gözlerinde yaşlar birikti, odamızın duvarında asılı meşalenin altında bile belli olan buğulu gözlerine karşı yüreğim acıdı. Tıpkı yıllar önce kız kardeşimin bana gitmemem için direndiği anlar gibi geldi gözleri ve sözleri, aklıma gelen acı verici anılar dilimin altına zehirle bal çaldı sanki.

 

" Anne ne olursun Mahpeyker gibi duygusal olmaya yönelme Mahpeyker iyi anne hâlâ hayatta yeniden onu Bedestene getirmemi istiyorsan gitmeme karşı çıkma zira biraz daha geç kalırsam o ağzına şetmettiğim hünkar kardeşimi satacak "

 

Ah edip vah ettiği ellerinin avuçlarını birbirine geçirerek vurduğu annemi az da olsa, sözlerim ve kendimden emin sesim ile ikna ettim. İçim tam tersi çıkan isyanda hengamesinden dolayı Hünkarın sarayda esir edilen hatunları çoktan cariye olarak sattığını ve kız kardeşimin çoktan bu helak olan kaderi paylaştığını hissettim.

 

İsyandan dolayı eski görüntüsünden çok uzak olan odamızın penceresi ile birleşik duvarından, atlayarak kendimi Bedesten ara sokağına attığım vakit annemin isyan içerisine karışan gözyaşlarının sesi yoluma kırmızı halı olur gibi çoktan serilmişti bile.

 

Yaklaşık 3,4 sokak sıra sıra duvarlar boyunca yan yana dizilmiş tüm sokakların ucu Bedesten çarşı avlusuna bağlanır şekildeydi. Her sokak arası yaklaşık 8 veyahut 9 ev bulunur çatıları olmayan bu evler genelde beyaz ve sarı renkte ki taşlar ile yapılmış olurdu. Kaftanımın uzun sarı tülü kendini ara sokağın kumlu yolu üzerine salınarak ayaklarıma dolanıyor ben ise, avlunun içerisinde yükselen çocuk ağlama seslerini duymak istemeyerek ilerliyordum. Tüccar tezgahlarının bir zamanlar halka satış yapan sunakları çoktan ateş ve boğuşmaktan dolayı dağılmış, evimizin çıktığım ara sokağının eşiğinde ise cansız yerel halktan olan bir adamın bedeni yatıyordu.

 

" Baba! Beni bırakma yalvarırım baba! Beni Saraya verme baba! "

 

Tüm kargaşa arasında birbirleriyle fiziksel ve sözel savaş veren halkın arasına Hünkarın kadı efendilerinden birinin, omuzunda giden kızın babasına seslenişi yüreğimde yankılandı. Kadı efendi omuzuna attığı kızın bedenini sıkıca tutuyor ardından koşan adam ise, babası olarak kızının uzanan ellerini tutarak saraya götürülmesine engel olmaya çalışıyordu.

 

" Efendi ayaklarına kapanayım kızımı bırak "

 

Herkes, hepimiz öylesine bir yokuşa sürüldük ki kız kardeşim sarayda hapisken şimdi gözlerim önünde bir başka kız çocuğu hapis edilmek üzere götürülüyordu. Çarşının kırılmış duvarlarında hâlâ asılı olan meşalelerin ışığı altında bakışlarım akıncı başı Mahir'i aradı. Muhtemel evimden çıktığı vakit buraya gelmişti ama bir türlü kan, savaş ve kadınların isyan seslerinin değdiği gözlerime onun diba kumaşlı bedeni değmedi ta ki yeşil kubbe örtülü evlerin yönüne bakana dek...

 

Her zaman ki başı asker figürlü kılıcı sol elinde bulunurken sağ eli de boş değildi, her iki kılıcı diba kumaşları ile sarılı parmaklarıyla sıkıca kavramış saplarından tuttuğu iki kılıcı da keskin yeri dışa gelecek şekilde döndermiş yürüye, yürüye her iki kılıç ile aynı saniyede iki adam öldürüyordu. Adamların yan yana dizilen bedenlerinin göğüs kısımları aynı anda kesiği aldığı saniye kan fışkırarak açılıyor, göğsünden başlayan kesik alt karın bölgesine kadar uzanıyordu. Gecenin rengine ve Bedestenin isyan bağırışlarına karışan diba kumaşlı bedeni her iki elinde tuttuğu kılıç ile, halka zulüm eden kadı efendileri tek tek kesiyor ve bundan gram midesi bulanmıyordu.

 

" Sultanım binbaşımız sizi at ile Edirne Sarayına götürmemizi emretti "

 

İsyan bağırmaları hâlâ avludan kulaklarıma doluyorken savaş devam ediyordu, Mahir'in iki eliyle birlikte öldürdüğü kadı efendilerin mide bulandırıcı kan görüntülerinden başımı ve gözlerimi ardımdan gelen sesle ardıma dönderdiğim de gündüz emir bekleyen akıncı askerin bana " Sultanım " diye hitap eden kişiyle aynı olduğunu fark ettim. Bu kez itiraz bile etmedim, gerçekten şu an gözlerimi devirip Sultan değilim diye söyleyecek halim bile yoktu.

 

Öncelik olarak tez vakitte saray zindanlarına gitmem ve kız kardeşim ile buradan az önce babasına yalvaran kızı kurtarmam gerekliydi. Hiç sorgulamadım gündüz bu akıncı askeri Mahir'in emrinde ve yanında gördüğüm için ona güvendim. Evimizin ara sokağının eşiğinde yatan yaşlı Bedesten halkından olan adamın cansız bedenine bakmak istemedim, eğer bakarsam görüntü yıllar boyunca aklıma kazınacak ve kabusum olacaktı. Yaşlı amcanın sokak eşiğinde yüz üstü yatan bedeninden yapışkan kırmızı sıvılı kan kumlu Bedesten sokağına akmaya devam ediyor, ben ise bugün gördüğüm binlerce can alıcı görüntüyü unutmaya çabalayarak gözyaşlarımı tenime bastırıyordum.

 

Bedestenin çıkış simgesi olan kemerli duvarın altından akıncı birliğine ait olan atlarla çoktan çıkmıştık, emrinde olan asker güvenli olup olmadığını anlamak için atıyla birlikte önden gidiyor ben ise atın eyerini ellerimde tutarak askerin gittiği yönün ardından onu takip ediyordum. Kız kardeşim ne haldeydi? Acaba ona zarar verdiler mi? Benim gibi aç susuz bıraktılar mı? O kadar fazla merak ediyordum ki, düşündükçe göğsüm daralıyor gücüm kendime ördüğüm duvarlar tek tek isyanda yıkılan duvarlar gibi yıkılıyordu.

 

" Bir hususu çok merak ediyorum sizin isminiz Elif mi sultanım? "

 

Edirne Sarayına giden tüccar orman yolunun sadece at toynak sesleri dolduğu yeşillik ve kum yolu yola, önde atıyla güvenliği sağlamak için giden askerin sesi doldu.

 

" İsmimin Elif olduğu çok kesin ama Sultan olduğu değil "

 

Başımı annemin hep biz yaramazlık yaptığı vakit bahtsız bedevi gibi salladığı, gibi salladım. Neden bana böyle hitap ediyor kimsenin olmadığı, isyan seslerinin, ölümün ve kadınların çaresizliği olmadığı yerde sormak istedim.

 

" Neden bana sultanım diyerek hitap ediyorsunuz? Ben soylu Osmanlı kanından gelmiyorum "

 

Ya sorduğum soru garipti ya da akıncı asker bunu uzun dakikalar boyunca düşündü. Ormanın sessizliğine yeniden at toynak sesleri ve saraya her yaklaştığımız vakit payitaht önünde isyan eden ailelerin sesi alanı doldurdu.

 

" Bilakis şahit olduğum hususlar yüzünden öncelikle saray içerisinde olan sultanlardan bile daha cesaretli ve kendini ezdirmeyen birisisiniz. İkincisi ise binbaşımız sizin için öyle kuşatmalar, öyle planlar yaparak kurtardı ki böylesine bir isyancı başının hatun için göze aldığı şeyler o hatunu Sultan olmasa dahi Sultan yapar "

 

Peçenin altında kalan yanaklarım akıncı askerin sözleri ile resmen yandı sanki. Yaz aylarının akşam esintisi bile yanaklarıma değdi ama, bu kızarıklık geçmedi. Sustum, eğer daha fazla husus sorarsam muhtemel göze aldığı yemin biçtiği büyük aptal riskler gözlerim önüne serilirdi.

 

Akıncı askeri ile payitaht medrese binası altında ki Mimar Sina'nın ısıtım yalıtımı yapılması için açılan tünelden içeri girebilirdik, payitaht ardından girişi olan medrese binasının içerisinde ki tüneli kullanarak zindan önünde ki has bahçe yolu ardından hareme gireceğiz, oradan ise kadı efendilere ve Saray muhafızlarına yakalanmadan batı kanadından zindanın olduğu binaya merdivenle çıkacaktık. Atları akıncı askerlerinin diğer bölüğünde olup Mahir'e boyun eğen kişilere verdiğimiz tez vakit tünele girdik, yüzümde ki sarı renkli peçe tenimden aşağı kayıyor ben ise askerin dar tünel arasında ilerleyen bedenini takip ediyordum.

 

Uzun dakikalar sonucu tünelin sıkışık topraklı duvarları arasından çıkıp haremin ahşap odunsu büyük iki kapılı, avlusuna çıktığımız saniye derin bir nefes çektim. Zaten peçe ile örtülü yüzümün altında tünelin o nefessiz toprak kokan havasında temiz hava almak zordu. Hiç vakit kaybetmeden haremin batı kanadında kalan mermer merdivenli taşlarına hızla tırmanmamaya başladığımız vakit, saray ve harem içerisinde hizmetli olan kalfa, kızlar ağasının sesini her merdivenden çıktığımızda ardımızda bırakıyorduk bile.

 

" Fatma Hüma Şah Sultan o hatunu Şehzade için cariye olacağını emretti. "

 

Merakım ve dinleme huyum yüzünden mermer yapılı zindana çıkan merdivende durdum, kulağımı aşağıda kalan ve merdivenlerin oluşturduğu boşluktan baktığınız saniye görünen kalfa, kızlar ağası hasbihaline kabarttım.

 

" Hatun yarın gece için taşlı harem yolundan geçerek halvete hazırlanmış olacak ağam "

 

Allah'ın cezaları yine bir hatunu istemsiz dışı Şehzade isteği için zorlayacak ve bunu normalmiş gibi konuşuyordu. Sinirlerim ve yaşadığım tüm bu saçma esaret olaylarından sonra çok gergin, bozuktu. Midem bu aptal insanların düşünceleri karşısında bulandı ama şu an vakit kaybetmeden kardeşime yetişmem gerekliydi, eğer Şehzade ya da hünkar için sunulan bu hatunlar zindandan tahsis ediliyorsa tez vakit kardeşim ya gitti ya da gidecek demekti. Koştum, merdivenleri 2 veya 3 'er şekilde atlayarak koştum. Uzun dar zindan koridoru her zaman ki hayallerimde canlanan ve anılarımda olan görüntüsünü koruyordu. Gecenin karanlığını aydınlatmak için kullanılan meşale ateşleri titrek şekilde eski taş mermer olan duvarlara vuruyor, esir alınan hatunların ve küçük kız çocuklarının sesleri zindan demirlerini görmesek dahi kulaklarımıza geliyordu.

 

" Yardım edin! Bizi burada tutamazsınız! "

 

Kaftanımın tülleri ayaklarıma dolandığı vakit eteklerini bileklerimde ip izleri kendini korurken, ellerime doladım yüreğim kardeşimin hünkara sunulduğu korkusu ile ağzımda atmaya başladığı vakit dar uzun koridor boyunca dizilen zindanları inceledim. Tüm eskimiş ve pas tutmuş zindan demirliklerinin içerisinde bakışlarımı gezdirsem dahi kardeşim yoktu, göz göze geldiğim her esir kadın ellerini parmaklıklar arasından bedenime uzatıyor beni kurtar diye ağlıyor ben ise gözlerim doluyorken onları buradan çıkarmak ve kardeşimi kurtarmak istiyordum.

 

" Abla! "

 

Tüm hengâmenin içerisine tanıdık bir ses yayıldı, sesin en son geldiği dipte ki zindana döndüğüm vakit Mahpeyker'in gözlerini gördüm. Parmakları sıkıca hiç temizlendiği için pas tutmuş demir parmaklıklara sarılıyor ben ise, ölmediği için içimden binlerce dua ediyordum. Yaklaştım, kardeşimi yıllardır görmediğim ve geldiğim saniye kaybettiğim özlem ile yaklaştım. Demir parmaklıklara asılı olan parmaklarının üzerine ellerimi sardım zindanın ayırdığı bedenimize rağmen alınlarımızı birbirine değdirdik ve gözlerimizi kapadık.

 

" Bu sefer raks elbisesine ihtiyacımız yok gibi ama yine de tercih hakkı sunulsa raks elbisesi derim zira ablana çok yakışmıştı "

 

Kardeşimi bulduğum için göğsüme gelen ferahlamanın içerisine birlikte dolan havaya, akıncı başının küstah sesi katıldı. Gerçekten bu katil ve yeniden kendini bile bile hünkar köpeği yapan adamın sınırı bitmiyor, aksine her şeye rağmen laf atmaya devam ediyor ve benim yemi yememi istiyordu.

 

" Raks elbisesi mi? Ablam zinhar öyle kaftanlar giymez "

 

Ah, ahh... Mahpeyker'in bilmediği ve hep kendime sakladığım o kadar fazla anı ve gerçek vardı ki, şu an bunların gün yüzüne çıkması için ortam zinhar müsait değildi. İşte bu yüzden kaftanın tülleri altında kalan ayağımı akıncı başının her yeri baştan aşağı kaplı siyah diba kumaşlı bedeninin ayağının üzerine sertçe basarak koydum. Zira susmasını işaret etmek için daha fazla bir şey yapacak halde değildim, kardeşimin parmaklarından kalan parmaklarım akıncı başına olan öfkem ile tel tel yandan fışkırmış saçlarım ile kollarımı göğsüme bağlayarak bekledim.

 

Mahpeyker'i saatlerdir esir eden zindandan çıkardık akıncı başı ben ve akıncı askeri tüm anahtarları aramızda dağıtım yaparak, tutsak edilmiş diğer kızları kurtardık. Muhtemelen hareme ya da Topkapı Sarayına satılacak olan bu hatunları özgür bıraktığımız vakit kadınlar Mahir'e dua ede, ede koridor boyunca payitaht çıkışına yürüdü. Birden fazla Hatun ve askerin çok dikkat çekeceğini düşündüğümüz için ben, Mahpeyker ve akıncı askerlerin başları Mahir harem içerisinde kalan saray sur çıkış kapısından ayrılmaya karar verdik.

 

Merdivenden her inen adımda ayaklarımın altı yorgunluktan yanıyor bacaklarım ise bocalayarak titriyordu, o kadar fazla uykusuz ve yorgundum ki muhtemel birisi bana dokunmasa ya da tehlike içerisinde olmasak uyurdum. Mahpeyker'in her zaman bitmek bilmeyen harem dedikodu hasbihalleri harem kapısının önünde bile bizi buluyordu, ama bir kaç dakika bile geçti ki kız kardeşimin sesi yerini sessizliğe ve harem içinde ki kalfaların konuşmasına bıraktı. Ardımdan gelen bedenini, yüreğime oturan telaş ile döndüğüm vakit Mahpeyker yoktu bir kaç dakika içerisinde nereye kayboldu bilmiyordum ama kulağıma gelen destur sesi ile birlikte esaretten dolayı ip izlerinin halen kendisini koruduğu bileğimden tutularak bir saray odası kapısının içerisine çekildim.

 

" Destur! III. Ahmed Han Hazretleri "

 

Ahşap kapının üstüne bastırılan bedenimin dudaklarını, siyah diba kumaşlarının sıkıca sardığı parmakları kaplarken aynı kumaşların kapladığı diba kumaşlı bedenini, kapının üstüne yaslanan bedenimi kapladı.

 

" Zinhar yeni ferman imzalamış akıncı başı ile yerel halktan bir hatunu bir arada hünkar görürse akıbetimiz mahvolur sessiz ol has bahçe gülü dikenleri batırma saniyesi değil "

 

Haklıydı, başka zaman olsa çoktan bahsettiği dikenlerimi ellerine batırırdım ama zira şu an ardımda yaslandığım kapının arkasında hünkar vardı. Kalbim Hünkarın varlığını hissederek daha da korkuyla hızlandı, Mahpeyker hangi Allah'ın cezası yerdeydi bilmiyordum bile ama tüm bu düşüncelerimi kulağıma dolan su sesi buldu.

 

Birden telaşla Hünkarın gelişiyle çekildiğim odanın neresi olduğunu bile fark etmedim, muhtemel akıncı başı Mahir bile fark etmedi. Parmakları sarılı kumaşın altında kalan ve baskı uyguladığı dudaklarım hâlâ onun parmakları altında duruyorken etrafa göz gezdirdim. Bu oda bir hamamdı, kime aitti bilmiyordum ama taş küvete dolmuş sıcak hamam suyunun buharı yanında ki altın tas ile havaya dağılarak odayı buharlaştırıyor kırmızı renkli kalın mumlar ise sefer taşının üzerinde eriyerek yanıyordu. Suyun hamam içerisinde olan sıcaklığı yaz ayları ile birleşince hamam içerisinde nefes almak mümkün değildi, hünkara yakalanmamak ve fermanı bozmamak için kapı ardına saklanan ve birbiri üzerinde baskı uygulayan bedenimiz bu kadar yakınken nefes almak daha da imkansızdı.

 

" Sen deli misin be! Hamama kaçırmak nedir? Daha ne olacak zindan, erkek kılığına sokma, raks ve hamam! "

 

Dudaklarıma baskı uygulayarak beni susturmaya çalışan akıncı başının siyah diba kumaşlı ağzımı kapatan elini ısırdım, ısırdığım vakit tutsak ettiği dudaklarımın üzerinden çeken elinin ardından konuştum. Hamamın altın varaklı çeşmesinden akan sıcak su buhar olarak sis gibi penceresi bile olmayan odanın içerisine daha da yayılıyor ben ise, sıcaktan dolayı yüzümde ki peçeyi çekiştirir şekilde acıyordum.

 

" Mekanı ve kişiyi zinhar ben seçemiyorum sen ve ben olunca tüm cihan ya savaş ya da hamam mekanı sunuyor has bahçe gülü ya da elimi ısırdığın için inatçı at "

 

Zaten sıcaktan dolayı artan sinir katsayıma sözleri resmen ateş oldu, haremin hamamında git gide daha da artan su buharı bedenlerimizi sarıyor kırmızı renkli mum ışıkları aramızda ki garip enerjiyi daha da garip hâle bürüyordu. Güldüm, kinaye yapar gibi seslice havaya yayılan ve yüzüme vuran sıcak buhara rağmen güldüm, mum ışıklarının hamam odasını aydınlatan ışığı altında yeşil gözlerimi devirdim ve kollarımı göğsümde bağladım.

 

" Mekanı ve kişiyi zinhar ben seçemiyorum sen ve ben olunca tüm cihan ya savaş ya da hamam mekanı sunuyor sırf senin ellerini ısırayım diye. "

 

Hamam tasının ve ışığı ile odayı aydınlatan kırmızı mumların arasında siyah kumaşlar ile sıkıca sarılmış bedeni otururken, yüzünü görmesem dahi kumaşın yüzünde gerildiğini ve bu yüzden gülümsediğini anladım.

 

" Binbaşım Hünkar has odasına gitti çıkabilirsiniz "

 

Askerin sesi buhar dolu odaya dolduğu vakit zinhar vakit kaybetmedim, kendimi ve bedenimi harem koridoruna attığım tez vakit yapış yapış buhar olmayan temiz havayı içime çekmek istedim.

 

Koridora çıktığım saniye kız kardeşim ve Mahir'in emrinde ki akıncı askerin şaşkın bakışları ile bana ve akıncı başına baktığına hissettim. Boğazıma dizilen bu bakışlara açıklama yapmayı düşündüm ama saçma olacağına ve kız kardeşim ile askerin kafasında yarattığı düşünceyi değiştirmeyeceğini hissettim. Kalfaların haremin kapalı kapısı ardında koridora dolan sesleri yüzünden tez vakit Edirne saray çıkış sur kapısına kendimizi attık, yıllar sonra Edirne Sarayının has bahçesinde bedenim varlığını bulduğu saniye kimseye belli etmesin diye yüzüme peçeyi çektim ve peçemin altından tebessüm ettim.

 

Sarayın duvarlarına bir kaç tane asılmış siyah demirli meşale ışıkları yarı loş şekilde has bahçeye vuruyor, özenle saray çalışanlarının elleriyle dizdiği has bahçe yolunun beyaz taşları ışık altında parlıyordu. Kimsenin dikkatini çekmemek için kız kardeşim ve akıncı başı Mahir'in askeri önden sanki bir Sultan ile emrinde ki akıncı askeri koruyormuş gibi gitti, ben ve Mahir ise has bahçenin sessizliği içerisine dolan meşale ışıkları ve Saray pencerelerinin yansıma yaptığı bahçe içerisinde öylece yan yana duruyorduk.

 

" Yine saray duvarları, yine yasaklar. Bu kez hangi son ile bana veda edeceksin akıncı başı? "

 

Aramızda oluşan ve has bahçe içerisine dolan sessizliği bozdum. Korkuyordum, ilk defa korkuyordum zira geçmişte yaşanılan kötü hatıralar düşüncelerimi bırakmıyor beni zindan ediyordu.

 

" Biz birilerinin merhametine ortak olana dek acı çekeceğiz "

 

Diba kumaşlarının sıkıca sarılı olduğu yan yana duran ve yasak boşluğunun çizgisini geçmeyen bedenlerimiz sessizce hasbihal ediyordu, has bahçenin gülleri içerisine yayılan ve içerisinde binlerce yıl Özlem biriktiren konuşmamız aramızda ki boşluğa doluyor birbirimizin yüzüne zorla bakmamızı sağlıyordu.

 

" Neden rüyalarımda senin gölgen var Elif? "

 

Kumaşın sardığı yüzüne yansıyan ay ışığı gözlerine doldu, gözlerine dolan ışık sorusunun içerisinde yitip gitmiş meşale ışığı gibi titreyen sesine kalbimi koydu. Cevap veremedim, aramızda ki tüm şeriat yasakları bir kaç saniye dahi aramızdan çekilse bile cevap veremedim.

 

" Neden, neden bu kadar acı var senin aşkında? "

 

Peçenin altında gizlenen dudaklarım titredi, burnumun iç direği bile sesinin verdiği titreme ve acıyla yandı sanki. Peçe altında aralanan yeşil gözlerim, diba kumaşlarının izin verdiği ela gözleri ile buluştu. Has bahçenin içerisinde ki yarı aydınlık olan bahçenin yeşillikleri arasına birbirimiz için feda ettiğimiz gerçekler doluyor, gözyaşları ise yanaklarıma inci tanesi gibi tek tek dökülüyordu.

 

" Binbaşım Hünkarımız sizi Hümâyûn odasına Roma fethi için gelmenizi emretti "

 

Erkek kalfanın meşale ışıkları altında bile gözüken mavi kavuklu şapka altından gelen sesi, aramızda ki boşluğa doldu. Zaten harem yasaklarının olduğu boşluk kalfanın sesi ile daha da açıldı, siyah kumaşların sıkıca sardığı bedeni ayakları altında ezdiği her çakıl taşının sesini has bahçeye yayıyorken kumaşlarla sarılı ellerini, ellerime uzattı uzattığı vakit avuç içlerime kendini saklayan kumaşlı elleri gizlendiği avuçlarımın içerisinden kayarken geride pembe bir peçe bıraktı.

 

Bu peçe, avuçlarımın tam ortasında kendini rüzgâra salan bu peçe yıllar önce Bedesten camisi önünde onun ellerine verdiğim kaftanımın peçesiydi. Yeşil gözlerimin karanlıkta bile parlayan pınarlarına gözyaşları özenle koyuldu, has bahçe çimlerinin güllere eşlik ettiği taşlı yol harem girişinden siyah kumaşlı diba ile sarılı bedeni yavaş yavaş sırtına değen bakışlarım ile içeri giriyor, ben ise ellerime bıraktığı ve yıllar önce bana ait olan peçeyle baş başa kalıyorken efsanenin ud ile başlayan melodisi has bahçe içerisinde hüküm süren yaz sıcaklığının rüzgarı gibi kulaklarımı okşadı.

 

Garip dervişten duydu,

 

Adını aşk koydu.

 

600 sene bekledi,

 

Gönlünde yer etti.

 

Dile geldi ey aşk, anlattı yılanın aşk hikâyesini.

 

Buna dediler; Bir Küçük Türk Kızı efsanesi...

 

 

 

 

 

 

 

Öncelikle böylesine romantik bir bölüm sonu ardından açıklama ile batıracağımız için yazar ve okurlardan özür dileriz ama tarihçi olarak her şeyi açıklamak zorundayız :D

 

*Şetmekmek; Ağıza sıçmak

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...