6. Bölüm

5. Bölüm Bedesten Dilencisi

Elif Doğan
ursuula1

5. Bölüm Bedesten Dilencisi

 

 

Ön söz

 

Sorup soruşturun onu, getirin bana havadislerini

Mutlu muymuş, matemde miymiş?

Hala beni sayıklıyor muymuş yoksa diline bile düşmüyor muymuşum?

Bana neler olduğunu anlatmayın ona

Onu her özlediğimde gözyaşlarım yanağımdan süzülüyor çünkü,

Bana geri dönse bile beni istediği için değil bunu biliyorum.

 

Bölüm şarkısı; roi 2 coeur indila

 

Güneşin sıcaklığı daha da cildi yakıyor, Ramazan ayı git gide yaklaşıyordu. Bedesten her zaman ki cümbüş rengi olan oruç sevincini isyan yüzünden kaybetmiş, tüm Bedesten kadını ve erkeği matem bir üzüntünün içerisine kendini bırakmıştı. Dün gece ki, has bahçe olayından sonra avuçlarım içerisinde kalan uzun uzun bakışlarımı gezdirdiğim pembe peçem mor kaftanımın yamasında kendini saklıyor ben ise annemin Mahpeyker ile bana verdiği çamaşır yıkama görevini yerine getirmeye çalışıyordum.

 

" Yemin biçiyorum bu mehlul kadın bize ev işleri vere vere canımızı okuyacak "

 

Sedir odunundan el ile örülmüş sepette ki kirli kaftanları çıkarmaya çalışıyor, avlunun kırık çeşme altına getirdiğimiz taş üzerinde çamaşırları çitilemeye çalışıyorduk. Yaz ayının sıcaklığı Edirne şehrini iyiden iyiye, kuşatıyorken annem kız kardeşim ile bana bir daha saray hususlarına buluşmayalım diye ceza veriyordu.

 

" Hepsi senin o mendebur inadın yüzünden Mahpeyker zira kendini öyle diretmeseydin şu an bu cezayı çekiyor olmazdık "

 

Kaftanın tüllerini taş üzerine sürte sürte çitileyen parmaklarım uyuşuyor avlunun içerisinde ki havaya sıcaklık rüzgarı doluyorken, siyah saçlarımı kendiyle beraber uçuruyordu. Alnıma yapışan ve gözlerim önüne gelen saçlarımı sabun köpüğü olmuş parmak uçlarım ile gözümün önünden almaya çalışıyorken, bir yandan da kız kardeşime laf yetiştirmeye çalışıyordum. Yeşil gözlerim her zaman ki memnuniyetsiz tavrını sergilemek için gözlerimi devirdim.

 

" Anne! Ablam yine senin sevmediğin göz devirme şeyine ilişti "

 

İsyandan dolayı zarar görmüş evimiz ile beraber çeşmenin kırılmış avlu suyunun altında, çitilemeye çalışarak yıkadığım ıslak kaftanı Mahpeyker'e susması için savurdum. Bir çocuk gibi aramızda ki geçen husus ve hasbihalleri valideme yetiştiriyor ve zinhar bundan çekinmiyordu.

 

" Sen ve benim başımı musalla taşında kurtaran o akıncı arasında ne gibi bir husus var abla? "

 

Örgü sedirin içerisinde kalmış diğer kaftanları çıkarmaya çalışırken ve çeşmenin altında ki taşa koyuyorken, sabunla buruşmuş parmaklarımı kaftanıma silerek bastırıyordum kız kardeşimin sesi ise avlunun sessizliği içerisine doluyordu.

 

" Has bahçenin serasında ki musalla taşına hünkar emriyle götürüldüğüm vakit öleceğimi sanıyordum ama o siyah kuşaklı adam ellerinde parşömenler ile idam edildiğim yere geldi. İdamı halka ders olsun diye izlettirmek isteyen III. Ahmed Han sultana önce parşömenleri daha sonra kendini hediye etti "

 

Mahpeyker neden bana bu hususları şimdi söylüyor merak ediyordum ama, şimdilik sessiz kalmayı tercih ettim zinhar onun lehinin tersine bir şey söylersem bana olan olayları hasbihal etmezdi.

 

" Abla bu akıncı başı sırf benim kellemi kurtarmak için yıllar boyunca 1690 savaşından beridir elde ettiği Roma, Venedik parşömenlerini hünkara hiç düşünmeden verdi. Üstelik kendi bile hünkara " Sizin için Hümâyûn yeminini biçmeye ve bu yolda akıncı askerlerim ile ölmeye hazırım " dedi. Bunu zinhar benim için yapmadı biliyordum, bunu senin için yaptı. Aranızda bu kadar derin ne hususu var? "

 

Kaftan tüllerini çitileyen parmaklarım suyun yerine ateş akıyormuş gibi geri tepti, birbirimize yıllarca ulaşamadık. Bu yıllar içerisinde neler yaptı, hangi kuşatmalara katıldı bilmiyordum ama binlerce sefere gitmiş olacak ki akıncı askerlerinin tümünü 90 savaşında kayıp verdiği hâlde emrinde binlerce isyan birliği askeri bulunuyordu.

 

Emindim, 90 savaşından sonra o önemli parşömenleri zorlukla elde etti ama benim kız kardeşimi kurtarmak için böylesine büyük bir fedakarlık yapması beni rahatsız ediyordu. Bu hissin verdiği rahatsızlık ile baştan aşağı falaka çarpmış gibi kalktım, ellerimde taşa sürte sürte canını çıkardığım kaftanı avlunun çeşme mermerine fırlattığım saniye hiç düşünmeden avludan hızlı adımlarla koştum. Biliyordum zinhar şimdi tez vakit avludan uzaklaşmazsam kardeşim öyle hususlar sorarak beni kıstırıp atacaktı ki şimdiden nefesim kesilirken evimizin 7. Bağlı olduğu Bedesten ara sokağına çıkmadan önce ki vakit seslice kardeşimin çamaşır yıkadığı bölgeye bağırdım.

 

" Akıncı başı Mahir yalnızca tehlikeyi eğlence olarak gören birisi Mahpeyker! Zinhar aklından geçen aşk hikâyesi gerçekliğe bürünemez. Çünkü akıncı başının bir kalbi bile yok! "

 

Ara sokağa yıkadığım kaftanların üzerinden kayan sabun gibi adımlarım saniyesinde kaydı, Mahpeyker avlunun ara sokağa bağlı olan çit ile örülmüş kapısının ardından bana karşılık veriyor ama ben hasbihal ettiğini net şekilde ayırt edemiyordum. Çünkü Bedestenin isyan yüzünden yıkılmış evinin duvarları ve tüccar tezgahlarının arasında Hünkarın kapı kul elçileri geziyor, ellerinde tuttuğu saray parşömenini sesli şekilde okuyorlardı.

 

" Ey Bedesten halkı! Osmanlının şanlı tarihine hükmeden 18. Padişahı III. Ahmed Han hazretlerinin yegane haseki sultanı Fatma Hüma Şah sultanın sizlere fermanı vardır. Dikkatle kulaklarınızı ve evlerinizin kapısını açın! "

 

Yeşil kumaşlar ile evimin olduğu kubbenin örtülü olduğu sokağından fermanı duyduğum tez vakit koştuğumda, kaftanımın iç cebinde ki pembe peçem avuçlarım arasında sıkılmaktan dolayı kırışıyor bense ara sokağın avluya bağlanan eşiğinde daha dün bu eşikte ölen bir yaşlı amcanın bedeninden geriye kalan kan izleri üzerinde duruyordum.

 

" Sevgili kullarım Bedesten çok zor koşullardan ve bilakis isyan imtihanından geçiyor. Zinhar isyan çıkaran mehlul hatunları işitmeyiniz. Ramazan ayını Perşembe gecesine bağlayan arife günü kızım Hatice sultanın düğünü vardır, tüm yerel Bedesten halkını saray lokma gününe davet ediyor ve isyanın ayaklarının sesini kısmak için halkımın yerel hatunlarını hareme bekliyorum "

 

Bu kadın, Fatma Hüma Şah Sultan kesinlikle dün kız kardeşimi esir olduğu zindandan çıkarmak için akıncı başının askeriyle, harem merdiveninden tırmanırken kalfaların arasında cariye istediği belirtilen sultanın ismi ve ta kendisiydi. Daha dün gece yaşanan hadisenin ardından halka duyurulan saray fermanı halkı yine avuç içerisine aldı, anlamıyordum halk daha dün yaşanan esir alma hususunu bile saatler geçmesine rağmen nasıl unutuyor ve avluda hünkar elçilerinin okuduğu fermana nasıl alkış tutuyorlardı.

 

" Elif çok önemli bir husus benimle gel "

 

7. Ara sokağı avluya bağlayan eşiğinde ki duvara elimi koymuş öyle hür dikkat ile Hünkarın kapı kullarının, okuduğu fermanı dinliyordum ki sokağın ardından sırtıma değerek kulaklarıma dolan arkadaşımın yıllar sonra ki sesini tanıyamayarak ürktüm. Yeşil gözlerim avlunun ortasında tüccar tezgahları üzerinde dikilecek ferman okuyan efendilerden Nigar'a döndü. Bugüne dek hiç bir hususu önemseyen ve kendi çizdiği dünya sınırları içerisinde yaşayan arkadaşımın gözleri telaşlıydı, sanki diyeceği şey gerçekten çok önemli gizli bir husustu. Bu yüzden gözlerinde gördüğüm o nadir endişe yüzünden Nigar kaftanımın mor tülünün sardığı kolumu nereye çekerse, oraya peşin sıra gittim.

 

7. Sokağı 8'e bağlayan dar Bedesten sokağına girdiğimiz vakit Nigar kahve renkli gözlerini tüm sokağın başından ucuna kadar, dikkatle gezdirdi bu yüzden zinhar sokakta kimsenin olmadığına dair ipucu aradığını hissettim. Daha fazla dayanacak ne vaktim ne de sabrım vardı bu yüzden gözlerimi devirdim ve kaftanın tülünün sardığı kolunu dürttüm.

 

" Fatma Hüma Şah Sultan harem içerisinde cariyelerin arasında dolaşan isyancı akıncı başının hatununu her Bedesten yerinde arıyor. Saray içerisinde kalfa olarak annemin sayesinde çalışmaya başladım zinhar saraya gitmemen gerekiyor zira biliyorum isyancı akıncı başının bahsedilen hatunu sensin. Fatma Sultan bu düğün ferman olayını sırf isyancının hatunun yakalamak için tertip etti. Zira saraya ayak bastığın ve akıncı başının yanına yaklaştığın vakit kadı efendiler senin o kız olduğunu anlayacak. "

 

Hünkarın elçilerinin avlu içerisinde yükselen hasbihal sesleri git gide azalıyordu, Nigar'ın söylediği her husus doğru olacak ki saray içerisinde tertip edilen lokma gününe sıradan Bedesten kadınları gidemezdi.

 

" Seni arkadaşım olduğun için seni uyarmak istedim. İsyancı akıncı başından uzak dur zira bu yakınlık seni Sultan eline verecek Mahiri ise isyan ayaklanması çıkarmaması için Fatma Hüma Şah Sultan kendi kızı ile nikah kıydıracak "

 

Arkadaşımın susuzluktan ve buraya kadar saraydan koşmuş dudaklarının çatlakları arasından son söylediği kelimeler, kulaklarıma doluyor ben ise işittiğim her bir havadise şaşkınlığımı gizlemeyecek şekilde kaşlarımı çatıyordum.

 

" Böyle bir nikah olamaz Nigar akıncı başları ve akıncı askerleri zinhar evlilik yapamaz bu hususu bana II. Süleyman söylemişti. Akıncılar hünkar asker birliğine girmeden önce yeminle tören yaparmış ve bu yemin arasında nikah bile yasakmış "

 

Avluda fermanı dinleyen halkın uğultulu dağılış sesi 9 ara sokaklara doluyor, arkadaşım ise halkın yaklaşan adım ve birbirileri ile ettiği hasbihal seslerinin yaklaşmasıyla daha da hızlı konuşuyordu.

 

" Fatma Sultan bu yemin törenini Mahir'e okutturmayacak diğer isyancı askerler yemin biçti ve tören yaptı ama Mahir'e tören yapılmadı Sultan bunu bilerek yaptırdı eğer kızı ile isyanı çıkaran akıncı başına nikah kıydıracak olursa Mahir zinhar isyan çıkaramaz çünkü artık Osmanlı soyundan bir Sultan ile evli olur. Sultanla evli olmak, Devleti aliyenin ta kendisiyle evlenmek demektir biliyorsun "

 

Bu Sultan öylesine akıllı ve zehir doluydu ki, kesinlikle Nigar'ın harem içerisinde kulak misafiri olduğu her hususun doğru olduğunu anladım. Halkın fermandan sonra dağılan kabilesi ara sokaklara bir sumak baharatı gibi yayılmaya devam ederken, bizim olduğumuz sokak eşiğine yavaş yavaş bedenleri doldu. Ara sokağın ev sahipleri geldiği vakit Nigar yanımdan toz oldu uçtu sanki, Edirne sarayının Bedesten tüccar yoluna giderek çıkacak olan saray yoluna hızla bedeni ve adımları yok olurken ardından öylece bakıyordum. Ardında bıraktığı gerçekler o kadar fazla düşündürücü ve bu sultanın zekası karşısında plan yapmam gerektiğine dair, haber çanları çalıyorken sokağın sessizliğini kaplayan Bedesten 8. Ara sokak halkının sesini yaşlı bir adamın sesi aldı.

 

" Dilenci aslında bundan yıllar evvel zenginmiş. Bunu hiç fark etmemiş cebinde ki yırtık o kadar fazlaymış ki, bu yırtılmış boşluk kalbine ilişmiş. Oğlunu çok zengin olmak için satan dilenci adam eskisinden de fakir kalmış. Anlamış ki kaftanın cebini doldurunca değil, kalbini evladın ile doldurunca zengin olurmuş insan "

 

Ardımda sokağın hemen orta eşiğine isyandan dolayı kırılmış kireçli duvara yaslanan yaşlı bir adam gördüm. Bu adamın beli o kadar kambur şekildeydi ki, yüzünü bile belinin kamburundan zar zor ayırt edebilirdiniz. Ayaklarında certik yoktu, bu yüzden tüm yürüdüğü ya da oturduğu sokağın pisliği ayaklarına yapışmış şekilde yırtık pırtık olan bir kumaşın üzerinde bağdaş kurmuş oturuyor önünde ise, yaşlı başının tek tük beyaz saçını kaplayan yeşil renkli sarığını koymuş öylece yoldan geçen efendilerden manat dileniyordu.

 

" Dilenci gözlerinde ki bulanmış zenginlik için oğlunu siyah kumaşlar arasına yıllarca hapsetti, dilenci bir daha kalbinde sükunet bulamadı. Öyle bir yaşlandı ki, hapsettiği oğlunun siyah kumaşları onu her gün rüyalarında boğdu. "

 

Adamın duvar dibinde sefalet içerisinde kalmış bedenine her baktığım saniye gözlerim yaşlar ile doluyordu, yaşlı dilencinin dilinden dökülen her kelime at arabası içerisinde tutsak edilerek kadınlarla beraber getirildiğim faytonu süren yaşlı amcanın saçma hikâyesini hatırlatıyor yaşlı adamın manat dilenen bedeni önünden geçen her bedestenli seslice alay ediyordu.

 

" Bu yaşlı adam delirmiş saçma, saçma dede korkut hikayeleri hasbihal ediyor "

 

Zinhar bu yaşlı Bedestenli adam deli değildi aksine, aksine bu adam geçmişte yaptığı hataların vicdan azabını kendi dilinde hikâye yapıyordu. Anladım, zihnimde faytonda hikayelerine saçma dediğim adamın söylediği hususlar bu dilenci adamın anlattığı hikâye ile çakışıyordu.

 

Bir dilenci oğlunu henüz ağızı süt kokarken akıncı birliğine vermiş...

 

Siyah kuşaklar, özgürlük sınırlarını zorlayan o kız. Bu evimin sokağında dilenen adam kesinlikle Mahir'in babasıydı. Bugüne dek annesinin sözleri hariç babasını dilinden bile sakınan akıncı başının babası, şu an gözlerimin önünde evimin sokağının ortasında sefalet içerisinde ki eskimiş kaftanı ile dileniyor bense bu gerçeği sindirmeye çalışıyordum. Yaklaşmak istedim, oğlunun özgürlüğünü elinden alan ona bu cezayı veba gören adamın yüzüne bakmak istedim ama yapamadım. Yalnızca bir an önce Bedesten 8. Ara sokağından çıkmak istedim zira zihnimde oturan her bir yapboz parçası, birleşiyor ara sokakların darlığı kadar nefes almamı sağlıyordu.

 

İsyandan geri dağılmış tüccar tezgahları ve Bedestenin Kemerli duvar girişinin yıkıntılar arasından koştum, bir an önce karanlık orman yolunda ki yeni çeri otağına gitmem ve akıncı başı Mahir'e bizim için yapılmış planları, babasını gördüğümü anlatmam lazımdı. Mor kaftanımın tülleri her bir orman yolunda koştuğum vakit yerde ki kumu süpürüyor, bense kaftanın iç cebinden avuçlarıma aldığım pembe peçeyi kalbime bastırıyordum.Otağın yeniden kurulmuş beyaz çadırları üzerine güneşin gökyüzünde batışı rengi vuruyor, bense soluk soluğa kalan bedenimin nefesini sakinleştirmek için çadırı ayakta tutan demire tutunuyordum.

 

" Elif Hatun burada ne hususunuz var? Zira bir şey mi oldu? "

 

Otağın demirinden sıkıca tutunmuş nefesimi normale bindirmeye çalışıyorken, bugüne dek hep bana yardım eden ve kız kardeşimin kurtulmasını sağlayan akıncı askerinin sesi nefes almaya çalıştığım için kapalı gözlerim altına doluyorken hemen kendimi toparladım ve yıllar önce Mahir'i kaybettiğimi sandığım otağın girişinde öylece duruyor zihnimde canlanan matem duvarı haline bürünmüş anıları görmemeye çabalıyordum. Ancak zinhar fayda etmedi yıllar önce ki 1690 savaşında yaşanan acı hadiseler ses oldu yayıldı, cümbüş oldu boyandı.

 

" Yoksa yine kardeşiniz Mahpeyker hatuna mı bir şey oldu? "

 

Akıncı askerin sorusu garip geldi. Neden kız kardeşimi soruyor ve sesi neden bu kadar titrek şekilde geliyordu bilmiyordum ama, az çok ne olduğunu tahmin ediyordum zira Mahpeyker böyle başlangıç yapan şeyleri romantizm içerisine yormaya bayılırdı.

 

" Zinhar seni Mahpeyker'in durumu neden ilgilendiriyor merak ettim ama buna harcayacak vaktim az akıncı başını görmek istiyorum "

 

Akıncı askeri sorusunun içerisinde ki hususun kesinlikle yersiz olduğunu anladığı vakit başını kabahat işlemiş gibi, ayak uçlarına kadar eğdi ellerini el pençe divan şekli konumuna aldığı vakit otak içerisinde ki çadırlar ile dizilmiş Akıncı başlarının otağına doğru peşinden beni sürüklüyordu bile. Kesinlikle yeniden Hatun ve erkeklerin birbirine bakması bile yasak olan husus gün yüzüne çıktığı vakit, kardeşimin başını kendim gibi derde sokamazdım. Zira kardeşim benim gibi değildi ben Mahpeyker aksine soğuk kanlı, olduğu durumun içerisinden bir türlü sıyrılarak ayrılan bir yapıya sahiptim kesinlikle Mahir'in yaptığı erkek kılığına sokma, saraydan kaçırma, raks elbisesi giydirme ve daha binlerce husus. Kardeşim bunlara göğüs gerecek bir yapıda değildi, bense kardeşimi her ne kadar sevmesem de bu tehlikeli aşk hususu içerisine atacak kadar aptal değildim.

 

" Binbaşım Elif hatun sizleri görmek istedi huzurunuza alalım mı? "

 

Otağın naylon kapısı önünde beklememi aramızda geçen az önce ki hasbihal için çekinerek işaret eden, askerin çadıra ev sahipliği yapan naylon kapının ardında bile sesini işitiyordum. Otağın yan yana ve karşı karşıya dizilmiş çadırları tıpkı ara sokak gibi dar bir koridor oluşturmuş, bu koridorda ise geride kalan diğer akıncı askerleri kendi aralarında hasbihal ediyor ve Saray tatlısı yiyordu. Zaten otağa girdiğim saniye tüm akıncı askerlerin gözleri benim üzerimde durmuştu, eski akıncı birliği olsa bu hususa çoktan alışmıştı ama bir zamanlar şimdi beyaz otak çadırlarının olduğu kumlu alan kazıklar çevrili ve cehennem gibi olan bu anımda binlerce kazık ucunda cansız akıncı askeri belliydi.

 

Göğüs kafesim daraldı, zihnimde canlanan görüntüler ve sesler bir el oldu boğazımı sıktı sanki. Otağın içerisinde ki hasbihali bile aklımda canlanan görüntüler yüzünden işitemedim zaten, daha fazla benim dinleme fırsatım olmayacakmış ki akıncı askeri otaktan çıkmıştı. Neredeyse naylon çadır kapısı önünde bekleyen bedenime çarpıyordu ki, son saniye durakladı ve otağın içerisine girmeme dair onay verir şekilde başını yalnızca bir kez ayak uçlarına eğdi.

 

" Ne o yeni adetler mi edindin akıncı başı? Beni huzuruna almak için bekletiyorsun "

 

Nefes almaya dahi fırsat vermeden ve alamadan laf sokma çabamı geriye atmadım, otağın içerisine girdiğim vakit beyaz kumaşlı çadır duvarlarına asılmış meşalelerin ışığı yanıyor sedir üzerinde ki yatağın üzerinde hazırlık yapıyormuş gibi kılıçlar duruyordu.

 

" Yine dilin dikenlerini saçmaya mı geldi yoksa beni özlediği havadisini zikretmeye mi? "

 

Bedesten kemerli çıkış duvarının yıkıntıları arasından çıkmadan önce kaftanımın tülünü yüzüme çekmiştim, yüzümde ki peçenin varlığını unuttuğumu dudaklarımın tebessüm yapmasına giden parmak uçlarımın tüle değdiği hissiyatını hissedene dek anlamamıştım.

 

" Dilim yalnızca diken saçar özlem değil "

 

Diba kumaşlarının her zaman ki vücudunu sıkı sıkı saran siyah renkli kuşaklarıyla, otakta olan aramızda ki boşluğu yaklaşarak kapattı. Biliyordum, hissediyordum sedirin üzerinde dizilmiş olan kılıçlar ve su mataraları dün gece ki emir ile gelen Roma, Venedik seferine gitme göstergesiydi.

 

" Bazen dil yürektekini zikredemezmiş tıpkı şu an söylemek istediğim ama söyleyemediğim şeyler gibi "

 

Otağın dışında ki akıncı asker sesleri kuşatmaya hazırlanmak için aralarında hasbihal yaparak eğleniyor, eğlendikleri sesleri ise güneşin ardında bıraktığı yakıcı turuncu rengin içerisine vurduğu çadır içerisinde doluyordu. Aramızda binlerce gecelerin konuşulmamış özlemi vardı sanki, Bedesten ve Arasta Medrese binalarının içerisinde bile dile gelen Bir Küçük Türk Kızı efsanesinin hikâyesi otak içerisine yayılan askerlerin uğultusunu bile bastırarak aramıza doldu sanki.

 

" Anlaşılan husus Bedestenli kıza veda etme vaktim geliyor "

 

Yeni çeri ocaklarına askerlerin birlik olmuş Roma ve Venedik fethine gidecek olan mehter marş sesleri doluyor, sedirin üzerinde Mahir'in siyah kuşaklar ile özenle sarılmış parmak uçlarına değmek isteyen kılıçlar parlıyordu. Kum saatinin bizim için Osmanlı tarafından özenle, günlerce el işçiliği ile yapılmış kum saatinin kumları yüreğime doluyor yeniden belki aylar belki de hiç bir zaman hünkar yemini vermiş olan akıncı başını göremeyeceğim gerçeği havaya bile doluyordu. Yüzünü sıkıca saran kumaşlar altında kalan teninin yakıcı sıcaklığını tenimde hissettim, tıpkı her zaman yakındığım Bedesten güneşinin yakıcı sıcaklığı gibi. Aramızda ki dağ başında olan otağın rüzgarı dans ediyor, siyah kuşaklarla sarılı elleri sanki seramik bir camdan yapılmış mermer taşa dokunur gibi korkacak şekilde tenime uzanıyordu.

 

Siyah diba kumaşlarının altında kalan teninin sıcaklığının bir eli kaftanın tülüyle sarılı, otağın içerisinde dolaşan serinlik yüzünden üşümüş belimi sarıyor diğer eli kumaşlarla sarılı eli ise dudaklarımı kaplıyordu. Başında ki siyah kavuk saçlarının özgür bile olmasına izin vermezken yalnızca ela gözlerinin açık olduğu alnını, alnıma bastırdı. Çıplak alnıma değen siyah kumaşlarla sarılı alnını tenimde hissettiğim saniye yeşil gözlerimi kapadım. Bize biçilen, bizim için kum saatinden akan kum tanelerinin biçtiği bir kaç dakika içerisinde birbirimize dokunduk. Diba kumaşlarının sıkıca sardığı bir eli belimi sarılan kumaşlar gibi sıkıca sararak, kendine bastırıyor dudaklarımın özgürlüğünü kapatan siyah kumaşlı diğer elinin üzerine kumaş altında kalan yüzünün dudaklarını bastırıyordu.

 

Dudakları, dudaklarımı elini koyduğu siyah kumaşlı duvarın üzerinden öptü. Dudaklarımız tıpkı bize reva görülen yasaklar gibi, yasaklar koyarak birleşti. Kumaşlı elinin altında kalan dudaklarıma, elinin üzerinden tıpkı bir rüzgârın saçlarınızı okşadığı o saniyeler gibi okşayarak öptü. Bize verilen kum saatinin kumları verildiği kısıtlı alanın ahşap yerine düştü, düştüğü tez vakit belimi sıkıca saran diba kumaşlı eli önce tenimden kaydı daha sonra ise dudaklarımıza yasak olan duvarın diğer diba kumaşlı elleri kayarken adım sesleri ve sedir üzerinde olan kılıç darbelerinin çanları çadır içerisinden ayrılan kumlu yere doldu. Güneşin ardında bıraktığı turuncu renk yavaşça kendini gece yüzlü karanlığa bırakıyorken, Çadırın beyaz naylon duvarlarını aydınlatan titrek meşale ışıkları önce yüreğime daha sonra bir daha onu göremeyeceğim gerçeği ile gözlerime doldu. Bir Bedesten ara sokağının dar oluşu gibi çizgi çizilen gözyaşlarım yanaklarımdan çeneme aktı, otağın içerisinde ki yeni çeri askerinin uğultulu anlamsız sesinin içerisine yeni bir kadın sesi doldu.

 

" Kadı efendiler! İsyancı Bedesten hatununu yakaladık! "

 

Akıncı başının verdiği veda öpücüğünün izi hâlâ yanaklarımdan, çeneme doğru şerit halinde yol çizerken önce otak içerisine dolan daha sonra ise sırtımda ki kaftan kumaşına değen kadın sesine bedenimi döndüm. Döndüğüm saniye, meşale ışıklarının vurduğu pahalı canfes Sultan kumaşlarının altında gizlenen yüzün sahibinin Fatma Hüma Şah Sultan olduğunu anlamam bir oldu.

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...