9. Bölüm

8.Bölüm Aşk Kurbanı

Elif Doğan
ursuula1

 

8. Bölüm Aşk Kurbanı

 

 

Ön söz

 

Geceleri senin için bir ülke kuruyorum;

Karanlığı ısıtan sımsıcak nefesinden.

Sana ıslak turnalar uçuruyorum...

Ve seni dinliyorum turnaların sesinden.

 

Bölüm şarkısı: Arabian nights

 

Aşk, aşk henüz gidilmemiş bir ülkedir keşfedilmemiş bir saklı bahçe ve beraberinde getirdiği perişan hüzün...

 

 

Bedesten sumak tezgahlarının arasında dolaşan cümbüş gibi renkli çocuk sesleri peçenin altında ki yüzüme kıvrak elleriyle ilişiyor, akıncı başı ile aramda ki gül tüccarının tezgah boşluğu içerisine doluyordu. Sanki, sanki öyle bir narinlikle melodilerine basılan ud gibiydik ki sanırsınız Bedesten çalgıcılarının kınalı parmakları altında çalınan melodi aramızda oluşan yasakların verdiği tatlı matemdi.

 

" Bedesten zinhar has bahçede açan gülleri açmaz, hem zira ben onu özel bir gül sanmıştım. "

 

Tüccarların Bedestenli müşteri çekmek için bağırış sesleri sokak ve avluda oynayan çocukların seslerine karışıyor ben ve akıncı başı ise, Osmanlı hanedanının bize biçtiği yasak sınırları arasında kalmaya dikkat ediyorduk. Ama yine de, tüm yasakları delerek kumaş altında Bedestenin güneşinin kumaş altında gizlediği ela gözlerine vuran ışık kaynağı gözlerinde ki kehribar rengi ortaya daha da çıkarıyor yasakların biçtiği kumlar arasında ki ayaklarımızı birbirimize yaklaşmamak için yeşil kubbe altında ki tezgah önünde diretiyorduk.

 

" O gül zaten özel senin olduğu için, bir gülü özel kılan şey ona biçtiğin zamandır. "

 

Ağıt, Bedestenli çalgıcı hatunların dudaklarından dökülen ağıt diba kumaşlarının ardından çıkan boğuk sesine karıştı, karıştığı saniye bize örülen tüm Osmanlı İmparatorluğunun yasakları içerisinde birbirimize duyduğumuz özlem avluda ki ağıt seslerine karıştı gitti sanki. Ramazan ayının kavurucu sıcaklığının kaynağı olan güneş ışıkları siyah saçlarımdan bir su gibi akıyor, gözlerimin içerisine çektiğim siyah sürme ela gözlerine baktığım her saniye gözlerimden akıp gidiyordu.

 

" Git buradan akıncı başı sen ve ben "

 

Beyaz kaftanımın peçesi altında kalan yasakların verdiği sınırlarla, gül tüccarlığı yapan kadının tezgahının başında aramızda ki boşlukta sözlerimin ağıtı dolarken fısıldadım.

 

" Sen ve beni ne Bedesten ne de Osmanlı kabul etmiyor zira bu husus yüzünden benden uzaklaşın "

 

Yeşil gözlerime çektiğim siyah sürme el oldu uzandı yüreğine sanki, dilenci babasının manat ve güç uğuruna özgürlüğünü sattığı diba kumaşlarının içerisinde kalan ela gözlerini tüccar tezgahı önünde ki gözlerimden hiç ayırmadı. Korktum, Bedestende birbirimize bu kadar yakın olarak hasbihal edersek Osmanlı zinhar affetmezdi.

 

" Yasaklar, Divanlar ve Osmanlı zinhar umurumda değil benim cihadımda cihanımda senin kibirli gözlerin "

 

Beyaz kaftanımın peçesine siyah sürmeli yeşil gözlerimden damlalar bir su birikintisi gibi akıyor, tüm bu yasakların içerisinde ki özlem duygum Bedesten avlusunun ortasında aydınlığa çıkıyordu. Kırıldım, aramızda ki bir ya da iki boşluğu kollarımla varlığımla dolduramamaktan, ona sarılamamaktan özgürce sarılamamaktan kırıldım. Aramızda yılların verdiği yasak altında oluşan özlem açlığı buram buram baharat kokan avluya karışıyor ben ise, gözlerimden peçemin altında usulca akan gözyaşlarını tutamıyordum.

 

" Bu özlem aramızda ki mesafelerden nasıl şikayetçi bir bilsen "

 

Diba kumaşlarının yüzünü sıkıca sarmasından dolayı kumaş sesinin net bir şekilde çıkmasına mani oluyorken, zaten tüccarların ve sokak çalgıcılarının sesleri arasında bir bir yanaklarıma düşen yaşlarla dolu gözlerimi sözlerinin kırık mateminden dolayı usulca kapadım.

 

" Efendim ben yalnızca bütün serveti yaşamı olan bir dilenciyim bana aşk gibi yüklü bir zenginliği vererek yoksul kalbimi zinhar kandırmayın çünkü buna kanarak eskisinden bile fakir kalmak istemem "

 

Bedestenin sokak çalgıcıları dilinden dökülen her bir mısra aramızda görülmeyen, dokundurmayan ama varlığını en derinlerde hissettiren şeriat yasağı kendini belli ediyorken zira daha fazla yanında kalamazdım. Eğer kalırsam zinhar dilenci babasının onu yıllar boyunca boyunduruk altında hapsettiği siyah kumaşlar altında ki bedenine, sadece rütbesiz kendisi olan Mahir'e sarılmadan duramazdım. Bu yüzden hatunların gözlerine çektikleri kömür karası sürmenin sıcaktan aktığı yol gibi, gözlerim peçe altında gizlenen gözlerinden yol oldu aktı gitti.

 

Annemin manat borcunu vermem gereken falcı tüccarı hatunun Bedesten taşlı yolunda ki dükkanına hızla adımlar ile yaklaşırken, Bedestenli sokak çalgıcılarının her bir sözü ardımda öylece bıraktığım akıncı başıyla aramızda ki uzaklığa doluyor bense beyaz peçenin altında ki gözlerimden akan yaşları tek tek tenime bastırıyordum.

 

Yılan gördü Bedesteni

Gözleri pınar gibiydi

Dile gel ey sevda, anlat

 

Bedestenli kızın aşk hikâyesini.

Sevenin sevdası bambaşka,

yılanın zehri aşkı damlıyor işte.

 

Bir Küçük Türk Kızı yılandan uzaklaştı,

Akıncı yüreğine kızı koydu.

Yandı yüreği, kavruldu...

 

Ahşap kapının yere değen bölgesi müşterinin sürekli gidip gelmesinden dolayı açtığı kapıyı taş mermer betona sürte sürte, eskitmiş ahşap kapının odunları tek tek soyularak yere dökülüyordu. Kaftanımın yamalı cebinden çıkardığım parmak uçlarımla geriye doğru ittiğim kapının gıcırtı sesi odanın her bir yanına doluyorken, çocukların ara sokaklarda oynama sesleri dükkana girdiğim saniye şiddetle son buldu. Avuçlarım içerisinde gerginlikten dolayı sıkıca tuttuğum sikke altınları tenim altında gıcırdıyor ben ise, falcı kadının Bedestenin güneş tepesinde ışıtmasına rağmen karanlık dükkanının içerisinde yönümü bulmaya çalışıyordum.

 

" Kimsin sen? "

 

Karanlık dükkanın içerisine dolan iniltili kadın sesi tenimi yaktı geçti sanki, sanki bir hayvanın derinin yüzülmesi gibi olan bıçak gibi dilinin tırmıkları saçlarımı okşadı.

 

" Ben Rümeyşah hatunun kızı Elif'im annemin size manat borcu varmış bu borcu vermeye geldim "

 

Karanlık dükkanın içerisinde ki atmosfere dakikalar geçtikte alışmaya başlıyordum, karanlığın içerisine dolmak isteyen Bedesten güneşinin kızgın kolları kumaşlı pencerelerin yamacından içeri sızmaya çalışıyor ben ise dükkanın içerisinde ki karanlığa alışan gözlerimle etrafı süzüyordum.

 

Kırmızı canfes kumaşlarının yırtık uçları cibindik giydirilmiş koltuğun deynek kısımlarına ulaşıyor, vitray pencerenin önünde ki büyük ihtişamlı kırmızı renkli tahtın üzerinde oturan zenci kadının tıpkı dükkanın içerisinde ki renk gibi siyah olan gözleri, karşısında un ufak şekilde ezilen bedenimin gözlerini resmen yiyordu.

 

" Elif..."

 

Falcı kadının esmer şekeri gibi teninin dudaklarından dökülen ismim dilinin altında ezildi sanki, sanki kadın öyle bir narinlik ve yavaş şekilde tadarak ismimin anlamına bakıyordu ki ne cevap vereceğimi bilemedim.

 

" Annenin karşıma zinhar çıkmaya cesareti olmadığı için mi bilhassa seni av inine gönderdi "

 

Avuçlarım içerisinde ki sikke altınları peçe altında kalan gergin yüzümün verdiği hissiyat ile sıkmaya devam ediyor, karşımda ki zenci kadının dolgun dudakları arasından çıkan anneme söylediği sözler karşısında afallıyordum. Kadın ihtişamla canfes kumaşlarının tel tel aktığı cibindik içerisinden yavaşça aydınlığa çıktı, dükkanın içerisinde ki renge karışan ten rengi sikkeyi sıkıca sıktığım avuçlarım arasında ki bedenime yaklaşıyor ben ise annemle bu kadının neden bu kadar yakın olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

" Annelerin kurbanı çocukları olur Rümeyşah o müzevvir babandan ilk ve tek kurbanını doğurdu "

 

Falcı kadının dükkanın karanlık cümbüşünün içerisine dökülen her bir kelimeyi dilinin altında zevkle ezerek, sözleriyle gerilmiş bedenimin etrafında sözlerini devam ettirerek overlok çiziyor ben ise bu saçma hasbihale daha fazla katlanmak istemiyordum.

 

" Bir düzine insan görüyorum bu insanlar aç! Kana aç! Bedesten medrese taşları altında cansız bedeni kalan o cesur kızı görüyorum! O kız, o kız yeşil gözleriyle ölümü taşıyor! O Bedestenli kız siyah kumaşların doğurduğu çocuğu yüreğine alarak kurban ediyor! O kız yılanın zehrini, Osmanlı hanedanının sonunu taşıyacak matemi yayıyor! Kız hükmediyor! Kız isyan kraliçesi oluyor! Kız medrese için binlerce kurban vererek aşkını öldürüyor! "

 

Dükkanın kırmızı tahtı önünde duran bedenimin etrafında yuvarlak çizerek hasbihal eden kadının dudaklarından dökülen her bir kelime, siyah ten rengini şiddetle sarsıyor kadın her konuştuğu saniye bedeni spazm geçiyor gibi titriyordu. Ürktüm, hatunun dudaklarından dökülen ve bedenini bile titreten bu saçma hikayeden ürktüm. Çıkmak istedim falcı kadın her konuşarak titrediği saniye dükkanın havası daha da bunaltıcı hale geliyor, zaten Ramazan aylarının verdiği kuru sıcaklık varken daha da yakıcı hale geliyordu.

 

" Kurban! Dilencinin oğlu kurban seçildi! "

 

Gerginlikten ve ürkmekten dolayı terli avucumun içerisinde sıktığım sikke altınları zenci kadının dükkan içinde yükselen sesinin, elleri beyaz kaftanın tülünün sıkıca sardığım koluma bir yılan gibi dolandığı saniye kolumu saniyesinde zor olsa dahi kadının siyah ellerinden kurtararak avucumun içerisinde ki altınları yere fırlattım.

 

Dükkanın eskimiş ve soyulmaya yüz tutmuş kapalı ahşap kapısının ardından ki havasız ve bunaltıcı atmosferden koşarak uzaklaştım, Bedesteni kambur gibi bağlayan 3. Ara sokağı içerisinde ayaklarım kum yere sertçe iz bırakıyor ben ise deli falcı kadının tenime elleriyle kazdığı sözlerini unutmaya çabalıyordum.

 

Taşlı yolun 3. Ara sokak evleri arasında olan bu eski kapılı dükkan resmen bir kaç dakika içerisinde ruhumu emdi sanki, sanki dükkanın içerisi öyle bir lanetlenmişti ki burnumun içerisine çektiğim hava bile rutubet kokusu emiyor ben ise isyandan dolayı yıkılmış duvarların birleştiği enkaz önünde nefesimi sakinleştirmeye çalışıyordum...

 

Mahpeyker ve annemin sesi oturduğum sedir yastığın ve evimizin gecesine sahiplik yapan avlu içerisine doluyor ben ise, taş mermerinden yapılmış avlu çeşmesinden yere akan suyun sesini dinleyerek deli falcı kadının sözlerini düşünüyordum.

 

Kurban! Dilencinin oğlu kurban seçildi...

 

Ne demek istiyordu? Neden bedenime yaklaştığı dakika böyle hususları zikretti, annemi neden bu kadar iyi tanıyor ve babama lanet okuyordu bilmiyordum. Bedestenin bunaltıcı ve kalabalık atmosferinden sıyrılıp eve geldiğim vakit, güneş çoktan yerini söküyor ve geceye bırakıyordu. Anneme falcı kadınla aramızda geçen bu olağanüstü saçma hususu dilimin ucuna gelmesine rağmen, söyleyemedim. Sanki kadın ben dükkandan çıkmadan önce dilimi düğüm ile bağlamış hiç bir kimselere bu hususu zikretmeyeyim diye yemin biçtirmişti.

 

" Bu kez peçe yok mu? "

 

Avlunun gri taş betonla kaplı çeşmesinden akan suyun ve Bedesten gecesinin sessizliği içerisine tanıdığım bir ses doldu. Yüzümde ki kaftanın peçesini avluda olduğum için zinhar kimse göremez diye çekmemiştim, annem ve kız kardeşimin mutfak avlusundan yükselen tartışma sesleri akıncı başı Mahir'in sesine eşlik ediyor bense sedir yastık üzerinde oturan bedenimin sırtına değen sesine dönüyordum.

 

" Lokma tatlısı için geldiysen bizim evimizde bu tatlı zinhar dökülmez yanlış avludasın akıncı başım "

 

Avlunun çeşmesinden dökülen oluk su sesi kelimelerimin ardında ki yüzüme tebessüm bırakıyor, ve bu tebessümü zinhar saklamak istemeyerek onun geceye uyum sağlayan diba kumaşlarla kaplı bedenine gösteriyordum.

 

" Ne o halkı örgütleyerek devlete isyan etsin diye zikretme hevesiniz kaçtı şimdi ise benim yanına mı geliyorsunuz? "

 

Sultanlara özel olarak yapılmış saray ardında ki has bahçenin içerisinde dolaşan cırcır böcek sesleri fakir evimizin, fakir avlusuna doldu. Siyah saçlarımda Bedestenin günah ve sumak baharatı kokan kokusu her bir rüzgarda siyah saçlarım arasında salınıyor akıncı başının binbaşıyla avlunun ortasında kalan çeşmenin önünde sessizce dikiliyorduk.

 

" Hatice sultanın kaçtığı havadis tüm saraya yayılmış durumda başının daha fazla belaya girmesini önlemek için Fatma sultanın her yeri talan ederek aramaya çalıştığı düğün kaftanını almaya geldim "

 

Dediği saniye siyah diba kumaşlarının sıkıca sardığı parmakları altında kalan avlunun az çok ışıtan meşale ışığında bile, görünen kırmızı pırlanta ve mücevher dolu kaftan parladı. Şaşırmıştım, hangi ara avlunun eşiğiyle bitişik odamıza girerek kaftanı çaldı merak ediyordum tam meşale ışıklarının altında parlayan pahalı canfes kumaşlarına bakarak dudaklarımı aralıyordum ki Bedesten çarşının avlusundan kadın çığlığı geceye karışarak yükseldi.

 

" Aaaaaa! Oğlum! "

 

Akıncı başının diba kumaşları arasında gözüken ela gözleri, yüzümden saniyesinde bir su değirmenine değerek öğütülen un taneleri gibi aktı. Aktığı saniye hiç durmadı, hiç düşünmedi geçen sefer ki gibi geldiği evimin odun çitleri üzerinden siyah diba kumaşları pelerin gibi sarkarken atlayarak avluya gitti. Ben ise evimin kırık çeşmesinin yanında kollarım arasına yeniden kadın sesiyle verilmiş olan kırmızı renkli düğün kaftanını yüreğime bastırıyor akıncı başının geceye karışan siyah pelerininin peşi sıra öylece gidiyordum.

 

Bedesten gecesinin isyandan geriye kalmış sessizliğini delip geçen Bedestenli hatun sesi gökyüzüne karışarak inilti şekilde kulaklarıma geliyor, ben ise gecenin sessizliğine ev sahipliği yapan yeşil kumaşlı kubbe altında kalan 7. Ara sokağın tünel gibi olan yolunun içerisinde yüreğimde ki korkuyla kumlu yolda her adım atmamda ardımda iz bırakıyordum. Kadının çatallaşmış iniltili sesi her bir adımda kulaklarım arasına daha da doluyor, Mahir'in nereye kaybolduğunu anlamak için 7. Ara sokağın eşiğinden bütün ara sokakların bağlandığı tüccar tezgahlarına annelik yapan çarşı avlusunda gözlerimi gezdiriyordum. Korktum, gecenin sessiz ipliği içerisinde tesbih gibi dizilen kehribar rengi ağıt yakan kadının ardından geliyor, ben ise yüzüme korkuyla kimsenin tanımaması için çektiğim beyaz peçenin altında ki adımlarla emin ve temkinli adımlarla avlunun ortasına yürüyordum.

 

Kadının evimizin sokağına ulaşan sesinin bedeni zinhar avluda değildi, yüreğime gecenin altından ki gökyüzünün rüzgâr esintisiyle birlikte korku ve şüphe doluyorken akıncı başını arıyordum ama zinhar Bedesten bana akıncı başını vermedi. Yüreğim korkudan göğüs kafesim altında kasılıyor ben ise falcı kadının dükkanı içerisinde yaptığım gibi, avuçlarımı öyle bir gerginlik ve bekleyiş ile sıkıyordum ki deli falcı kadının siyah teni içerisinde ezdiği her bir kelime avlu ortasında kalan tenime kazınıyor şüphe ve korkuyla atan göğüs kafesim arasında ki kalbime bir yumruk iniyordu.

 

İlk başta gecenin mutlak karanlığı arasına dolan sızıyı hissetmedim, lakin dakikalar geçtikçe odunsu bir şey sol göğsüme kalbimin olduğu yere batıyor ben ise gecenin rüzgarı içerisine karışan soğukluğu tenimde hissediyordum. Korktum, avuçlarımın içerisine sıkıca bastırarak yumruk yaptığım parmak uçlarım sızlar şekilde sol göğsüme uzanıyor ben ise dudaklarımdan evimizin avlusunda ki çeşmeden akan su gibi dudaklarımdan akan kanı kusmaya çalışıyordum. Parmak uçlarım beyaz kaftanımın üzerinde bir çeltik gibi dikilen ok ucunu buldu, okun odunsu ahşap yapısı altında kalan kalbimin altına daha da batan hançer üşümemi ve dudaklarımın kurumasını sağlıyor ben ise kalbime aldığım mızraklı ok ucuna daha fazla dayanamayarak beyaz kaftanlı bedenimi Bedesten avlusunun ortasına öylece bırakıyordum...

 

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...