
Sıcak, yapışkan ağaç gövdesinde ki reçineler gibi Tel Aviv’in Pazar meydanında uzadıkça, uzuyor ve yer yüzünde ne varsa yakıp geçiyordu sanki. Kral kardeşimin isteği doğrultusunda, annemin doğduğu ve büyüdüğü Şam topraklarına kimliğimi gizleyerek adım atmalı, kimliğimin üstünlüğünü kurarak kesinlikle İslam topraklarına girmeye çalışmamalıydım. Ancak böyle bir sual, Selahaddin Eyyubi’nin dostluğunu kazanmamıza fırsat verir ve belki Kudüs’ün eski barış politikasına yeniden iki İmparatorlukta imza atarak huzur getirirlerdi.
Keten kumaşlardan yapılmış ince torbanın heybesine su testisi ve bir kaç hurma, beraberinde kurutulmuş et ve bir kaç kıyafet alarak Ahlat sarayından çıkmıştım. Her bir yeni adımla birlikte güneşin kızgın ellerinde pişen sıcak ince kumlara, düşüncelerimin de sıcak yoğun akışkan parçaları yere düşüyor ve bir olumsuz önsezinin bu yolculuğun sonunun iyi bitmeyeceğini yorumluyordu.
“ Umarım Şam’da İsmihan’ı bulabilir, annemin ölüm gizemini aydınlatacak şeyler duyarım. Ah, tabi bir de başıma yeni bela çıkan şu katip var. “
Mısır ile aramızda ki sınırların çizgisi çok şeffaftı, yalnızca aramıza bir nehir yatağı giriyordu. Bu yüzden birbirimize sık sık mektup, ya da kıl tablet yazarak haberleşiyor ve komşuluk ilişkilerimizi en üstte tutuyorduk. Kudüs’ün kutsal topraklarında başlayan bu uğursuz ölümün matemi, en yakın sınırımız olan komşumuza yani Mısır uygarlığına da sıçramıştı. Kraliçenin bu ölüm gizeminin din mi, yoksa arkasında yatan olgunun başka bir şeye dayalımı olduğunu anlamak için bir kaç firavun, ve katip gönderdiğini duymuştum. Ama şaşırtıcı olan su ki, bu katipler ve firavunlar bir kaç ay önce Kudüs kutsal topraklarına gelmişlerdi lakin şimdi yüce efendinin birisini yanıma vermesi saçmaydı. Bir kaç dil bilen katiptense Haçlı askerlerinden birisini vermesi daha mantıklıydı, çünkü Şam halkını tapınak şövalyeleri daha iyi tanıyor bir zamanlar Kudüs çatısı altında yaşayan bu insanların yaşam tarzlarını görüyorlardı.
“ Gel vatandaş gel, Kudüs’ün en güzel etlerine gel! “
Kafamda hâl dönen ve beni kum fırtınasının girdabı içerisine alan düşüncelerimi, meydanın ahşap oyma tezgahlarına dolan tüccarın sesi bozdu. Omuzuna astığım keten heybemin kulplarına kınalı parmak uçlarımla, gerçek dünyaya döndüğüm vakit daha da sıkı sarıldığım saniye kardeşimin söylediği meydanın ortasında durdum. Yüce efendinin dediğine göre, katip beni burada bekleyecekti ama ne meydanın ortasında dikilen bir katip ne de garip Mısır kıyafetli birisi yoktu. Yüzüme çektiğim kırmızı elbisemin, kırmızı kumaş peçesi üzerinde açık kalan ela gözlerimle Tel Aviv meydanının dört bir yanında dikkatle gezinmeye başlarken, katibin şimdiden beni kurnazlığı ile dolandırdığını ve olduğum konumun unvanını kullanarak Şam topraklarına sızdığını düşündüm.
“ Yüce efendinin şımarık kadını sensin demek ha? “
Kırmızı kaftanımın ince tül kumaşlarının esmer omuzlarımı saran sırtıma vuran, kaba yontulmamış sert erkek sesi tek bir kişiye ait olabilirdi katibe.
“ Ben kimsenin kadını değilim, kalıplara sokulmam özgürlüğüme düşkünümdür yüce katip. “
Ardımda ki nefes aldığını bildiğim varlığına dönmedim dahi, benimle küstahça bu şekilde konuşan birisine bu saygı çok fazlaydı bile. Yalnızca kollarımı göğsümde bağlayarak, çöl güneşinin tepemizde raks ettiği sıcaklık ile peçemin üzerinden yan gözle bir kaç saniye yanımda ki bedenini süzdüm ve yeni bir şok dalgası üzerimde gezindi. Bu adam, iki gün önce Batı Şeria çöl eteklerinde bedevi kadını öldürüp güya beni kurtaran adamdı.
“ Bir katille mi yoksa Mısır katibi ile mi yolculuğa çıktığımı bilmiyorum, yüce efendi bu noktayı gözünden kaçırmış olmalı. “
Kendimi ve dilimi durduramadım, hay şu dilimi eşek arısı soka kesinlikle olur olmadık yerde kılıç darbesi gibi kördüğüme bıçak iniltisini vuruyor ve bundan gram şikayetçi olmuyordu.
“ Keyfim o an ne olmak isterse o olurum, sizin gibi bende unvanların verdiği kalıplara sokulmam küçük hanımefendi. “
Küstah, benimle söz cambazlığı şimdiden yapıyor ve bundan çekinmiyordu. Kardeşime verdiğim fazla konuşmama sözünü şimdiden çiğnemiştim, ve bunu önlemek için daha fazla sözlerine cevap vermedim Şam topraklarına çıkan çöl yolunun meydan taşlarında adımladım katip ise ardımdan deve gibi boyuyla beni takip etmeye başladı. Meydanın kalabalık Tel Aviv halkının arasından kurtulup doğu Şeria yakasına gitmek için, çıkmaya çalışana dek tüm halkın dikkati ve sessiz fısıltı dolu meraklı gözleri benim ve ardımda deve gibi adımlarımı takip eden katibin üzerindeydi...
Bir kaç saat sonra Tel Aviv doğu yakası çölü.
Dilim damağıma saatlerdir güneşin tepemizde olmasıyla birlikte yapışmış, siyah saçlarımın ince telleri ise her bir adımda terledikçe alnımda tutunup kalmıştı. Doğu Şeria noktasında daha fazla yaşayan bedeviler, keten kumaşlardan yapılmış çadırlarının içerisinde adım seslerimizin sessiz kum fısıltılarını toprağın altından işitiyor, meraklı gözlerini çadırlarının kumaş kapıları arasından gezdiriyorlardı. Tel Aviv çölünün bir kaç saattir, sessiz olan ve yalnızca kum tanelerinin rüzgarla bir oraya bir buraya savrulduğu sesiyle bizi içerisine çeken sükuneti bir kaç adımla birlikte yok oldu hem de bu doğu Şeria yakasında yaşayan bedeviler tarafından. Ellerinde uzunca tuttukları, hurma ağacının gövdesinden yapılmış saz, darbuka ve Frig gamileri hep bir elden müthiş bir gruplaşma uyumu ile çalıyorlar ve ağıt yakmaya başlıyorlardı.
“ Uzun bir zaman oldu,
Kendimi ve sevdiğimi arıyorum.
Kendimi ve sevdiğimi hayal ediyorum! “
Çölün sessizliğini delip geçen tüyleri duyulan andan itibaren diken diken yapan bu ağıtlı, musiki anne ve babamın aşklarına yazılmış binlerce musikiden birisiydi.
“ Çöl kumlarında bahçeleri hayal ediyorum.
Acıların içinde uyanıyorum
Zaman ellerimden akıp giderken aşkı hayal ediyorum.
Ateşi hayal ediyorum.
Bu hayaller asla yorulmayan bir atın boynuna asılı
Ve Alevler içinde.
Onun gölgeleri bir erkeğin arzuladığı şekilde oynuyor.
Bu çöl gülü.
Onun her bir maskesi, gizli bir sözdür.
Bu çöl çiçeği, aman, aman, aman...”
Muhtemelen Afrika kökenli bu bedeninin dudaklarından, esmer renkli kalın erkek ellerinden çalınan farklı çalgılara eşlik eden ağıtlı ince tiz sesi boğazıma bir kaç şey takılmasına sebep verdi. Bu öykü öyle ağırdı ki, bu dinlerin sıcak savaşı içerisine düşen masum aşk öyküsü o kadar ağır bir hâle gelmişti ki artık bu hikâyeye ve Kudüs’e beslenen bestelerin sayısını dahi hatırlamıyordum.
“ Tatlı çöl gülü
Onun her bir maskesi, gizli bir sözdür.
Bu çöl çiçeği
Hiçbir hoş koku bana bundan daha fazla işkence etmemişti.
Tatlı çöl gülü
Tatlı çöl gülü...”
Temel ihtiyaçlarımı karşılamak için omuzuma astığım heybe bile bu şarkının ağır sözleri altında, bedenime fazlalık yükü olarak ağırlık yaptı sanki. Gözlerimin pınarlarına ben izin vermeden, hissedemeden dahi dolan sıcak gözyaşları musikinin ilahi ağıtı gibi secde ederek yanaklarımdan süzülmek için yalvardı.
“ Ey kervancı! Bu şarkının hikâyesi nedir? “
Ne? Şimdi de bu küstah katip Tel Aviv bedevi sakinlerini sorusuyla rahatsız ediyor, benim kendi içimde yıllardır gizlemeye çalıştığım yaralarımın sahibi olan hikâyeyi öğrenmek için çalgıları katibin sesiyle bir kenara teker teker bırakmaya başlayan bedevi çadırına adım atıyordu. Durdurmak istedim, saçma ya da akıllı bir bahane bularak onu o çadırın yanından söküp almak istedim, Şam topraklarına kadar sıcak kızgın çöl kumları üzerinde koca bedenini sürüklemek ve ağzını konuşmaması için keten kumaşla sıkıca bağlamak istedim.
“ Yabancı mısın delikanlı? “
Katip hiç düşünmeden cevapladı.
“ Evet. “
Grubun içerisinden uzun saplı saz çalgısını hâlâ kırışık esmer teninin elleriyle sıkıca sapından, tutarak minder üzerinde oturmaya devam eden yaşlı bedevi hafifçe başını onaylamış gibi sallarken gülümsedi.
“ Bu musiki, Kudüs’ün dördüncü yüce cüzzamlı kralına ve onun acı dolu ölümüyle tarihe kazınmış Mahsa’sı na yani kadının isminin anlamıyla Ay parçasına yazılmış hikayesidir. “
Katip durmadı, bedevi amcanın dudaklarından çölün sessiz kum fırtınasına yayılan bu cümleler ruhumda bir yerlerde delikler açtı.
“ Ah evlat, onların hikâyesi o kadar acı ile dolu ki bu sözler yetersiz bile kalıyor. Yüce efendinin yıllar öncesinden yazılmış ölümü, henüz 24 yaşında Kudüs’ün meydanında vuku bulunca zaten basit bir kadının Hristiyan tahtına oturmasına lordlar ve kralın yakınında ki insanlar bile olumsuz baktı, hele ki bu basit kız Müslüman olunca hikâye daha da acılı olmaya mahkum kılındı. Din savaşları bahane, makamların aç gözlülüğü ve itibarı için Yüce Cüzzamlı kralın ölümünü tüm Kudüs dört gözle bekledi, tabi böylelikle onun biricik aşkını Mahsa’sı nı kolaylıkla öldürecek ve tahta geçeceklerdi. “
Artık tutamadım, karakterimin olgu tutumlarını ters düşen sıcak gözyaşları ailemin gerçekliği ile bildiğim tüm duygularımı daha da sarsarken çölün ince kumlarının dibine çekilmek istedim. Ama, olmadı amca daha da konuşmaya devam etti ben ise tarihe kazınmış bu lanetli hikâyenin esasıyla yüzleşmeye.
“ Daha da acısı, çocuklarının olacağını Yüce efendisi kollarında canını verdiği salise anlamıştı. Zaten ailesini kısa zaman içerisinde kaybeden kızcağız, yeniden ailesine kavuşacakken kaybetti. Yüce efendi çocuklarını, varis çocuklar babalarını asla tanıyamadı. Mahsa’nın acı dolu ölümü ise, Amed nehrinin soğuk sularlarının dibine yazıldı. Öyle ki, halk destanı Şarlman öyküsünde der ki, Mahsa’nın evlatlarını korumak için yüce efendisinin ölümünü dahi kendi içerisinde sindirmiş ve ölürken dahi dinine bağlı kalarak canını vermişti. Yüce efendi ve yüce Mahsa’sı Kudüs’ün kaideleri gereği asla birlikte olamadı. Ve bu hikâyenin ağıtı, kadim sırrı Kudüs’ün kutsal topraklarına gömüldü. Şimdi biz bedeviler ise, kendi yeterliliğimizde bu büyülü imkansız, din tanımayan aşkın sıcak acısını musiki yapmaya çalışıyoruz. “
Nefes alamadım, Kudüs’ün uçsuz bucaksız sınır tanımayı bilmeyen havadar çölünün ortasında nefes alamadığımı hissettim. Meğer, yabancı bir insandan kendi ailenin acılarını duymak, yaşanılan olayların travmatik yönleri ve ne kadar ağır olduğunun gerçekliği vuku bulurken önce insanın burun delikleri yanarak genişliyor daha sonra, göğsünün üzerine çok ağır bir şey oturmuş gibi sancı yaparak nefes almamasını hissettiriyormuş. Daha fazla, bu işkenceye dayanamayarak Kudüs’ün yüce efendisinin gerçekten şımarık kadını olma zamanım gelmişti. Her ne kadar, bu tür tabirlere sinir olsam dahi şimdilik işime yaraması büyük ihtimalken geri durarak daha fazla bu katibe uyuz olamazdım.
“ Yeter artık! Geçmişte kalmış bir hikâyeyi bu kadar dillendirmeye lüzum yok. “
Altın kalın ve ince bilezikler dolu esmer tenimin bileklerini ve kollarımı göğsümde birleştirerek homurdandım.
“ Katip buraya bedeviler ile çene çalmaya mı, yoksa yolculuk yapmaya mı gelmişti? “
Katibin varlığını bildiğim sıcak bakışlarını görmesem dahi üzerimde sırtımın ardından, omuzlarımın üzerinde dahi hissederken hâlâ onun deve gibi uzun boylu bedenine tenezzül ederek dönmedim. Yalnızca göğsümde kollarım inatçı şekilde bağlanmış, sağ ayağım belirli bir ritimle çölün ince kumlarını saniye de bir beklemekten sıkılmış şekilde ezerken gözlerimi devirip siyah uzun saçlarımı sıcaktan ve terlemekten savuruyordum.
“ Daha bir kaç saat önce şımarık bir kadın olmadığını, kimseye ait olmadığın naraları atıyordun? Şimdiyse, topacını kaybetmiş küçük bir kız çocuğu gibi somurtarak istediğini almaya çalışıyorsun. “
Ürperdim, bakışlarının delici sıcaklığı sırtımın kaburga kemiklerine ve omuzlarımın ince elbise kumaş türlerinde gezinirken bir anda nefesi çok çok yakınımda neredeyse bedenimle yapışık şekildeydi.
“ Mısır katiplerinin çok kurnaz ve dikkatli olduğunu duymuştum. Kurnazlığımı, şımarıklığa yoracak kadar henüz iyi bir katip olamamışsınız demektir. “
Son sözlerimi dilimin altına bilerek bastırarak, aklına bu sözlerim duvarlara kazılan Mısır hiyeroglifleri gibi kazınsın diye fısıltı iniltisiyle söyledim.
“ Yüce katip...”
Bedevi kervanları İslam dini için uygunsuz olan ve tamda yaşadıkları kervan çadırlarının, dibinde gerçekleşen günah dolu yakınlaşma görüntüsünden kaçmak ister gibi saniyeler içerisinde dağıldılar. Zira, basit bir çölün ortasında zengin giyimli bir Kudüs hatunu ve zengin, bilge görünen bir Mısır katibinin din ya da diğer günah kurallarını umursamayacaklarını çok iyi biliyorlardı.
Aramızda ki, sırtımda hissettiğim ağır gövdesinin iri omuzlarını kumaşlar altına gizleyen kaliteli Mısır mavi renkli kumaşının, uzun ipek şal tülleri çölün vahalarında yine oluşmaya başlayan kum fırtınasıyla birlikte tenimi okşadı tıpkı sağ kulağım ve küçük boyun boşluğumu kapatan uzun siyah saç tellerimin arasına eğdiği fısıltısı gibi.
“ Cümlemi bitirmeme izin vermediniz, somurtarak istediğini almaya çalışıyorsun ne kadar küstahça ve tam da bir kadına en iyi yakışan cilve kurnazlığıyla. Takdir edilesi, Mısır ve diğer uygarlıklarda bahsedildiği gibi Kudüs’ün yüce kraliçesi sandıkları kadar aptal değildir. “
Artık aramızda ne çölün küçük tepelerinde semaya başlayan ince kum tanelerinin rahatsız edici hissiyatı, ne de bir başka engel giremezdi. Sözlerinin tatlı, mayhoş, ekşi tadını zevkle tadıyormuş gibi bedenimin etrafında yavaşça çember çizerek sırtımın ardında ki sert göğüs kafesinin boşluğunu şiddetle esmeye başlayan rüzgâr aldı. Muhtemelen 1.94 boyundaydı, gözlerinin rengi her ne kadar gözlerine dikkatle bakmasam da gri ve sol göz rengi diğer gri renkli gözünden yeşil ve gri karışıktı. Geniş bir alnı, siyah alnına düşen ince düz saçları ve pahalı Mısır kumaşlarının ardında dahi görünen kasları, geniş omuzları vardı. Kaftanın ve ince şal tarzı pelerininin üzerine o kadar fazla altından işleme ve hiyeroglif yapılmıştı ki bu adamı tanımasam dahi gösteriş budalası olduğunu ama asla bununla övünmenin aklına gelmeyeceğini hissedebilirdim. Yalnızca sustum, kafamda ki tüm düşünceleri susturarak bedenimin etrafında daire çizmeyi dakikalar sonra burnumun dibinde durarak, aynı hizaya gelmemiz için gri ve sol gözünün tuhaf rengi ile yüzünü, bakışlarını esmer tenimin zarif yüz hatlarına indirerek hizaladı. İşte şimdi, birazcık aynı boyda gibiydik yine hangi saçma sözü Şam yolculuğunda dillendirecek, ya da hangi saçma meraklı sorusu ile canımı sıkacaktı bilmiyordum ama muhtemelen bu yakınlaşma büyük bir felaket doğuracak ve katip bu doğan felaketi iri omuzlarına gizlediği iri kaslı kollarıyla zevkle kucaklayacaktı.
“ Benimle iyi geçinmenin yollarını bilsen çok iyi olur, çünkü Şam’da bulmak istediğin barış değil kadın benim elimde. İsmi neydi? Hani, şu Kudüs’ün ünlü Mahsa Şarlmanı’na ihanet eden en yakın arkadaşı. “
Son sözleri tıpkı benim az önce yaptığım gibi, dilinin altına zevkle bastıra bastıra yüzüme daha da eğilerek fısıldadı ve fısıltısının tınısı boğazıma düğüm olarak kald
“ İsmihan. “
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 654 Okunma |
125 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |