29. Bölüm

29.Bölüm Şarlman Destanı

Elif Doğan
ursuula1

1201, Kudüs Toprakları Kraliyet Sarayı.

Hristiyanlık, kendi mezhebi içerisinde çeşitli kollara ayrılan kutsal İsa dini. Daha çok batı Şeria, Kudüs, Kerak ve kutsal Kudüs’e bağlı diğer küçük şehirler. Ortodoks Hristiyanlardık, Avrupa ve modern batı daha çok diğer Hristiyan mezheplerine daha çok inanma payı gösterse de Kudüs’te ki Haçlı ordusu ve kardeşim Kral 5. Baldwin kendimizi bildim bileli Ortodoks Hristanyanlardık. Daha çok, ayin odaları, tapınak ve katedral yapıları amaçlayan mimarimiz İslam devletinin dini yapılarından çok çok değişikti. Tıpkı şu an, babam ve annemin mezar odalarının dekorları gibi.

Karşınızda ki samimi hisler ve hatta daha fazlası aşk duygusu beslediğiniz kişinin, dini farklı bir mezhebe ait olsa ne hissedersiniz?

Kesinlikle aşk, ve diğer samimi duygular farklı bir dini ve inancı engel olarak görmez ama çevre ve hatta çevreden önce aileler buna asla izin vermez can sıkıcı yorumlarını yaparlardı. Peki ya, bütün tarih boyunca devam eden bu din farklılığını aşka engel gören tarih? Ya asırlar önce medeniyetin henüz beşiği yeni sallanmaya başlamış muhteşem derece de kızgın, soğuk aynı zamanda hırslı bir din savaşının içerisine bir aşk düşerse? Cevabı, sorumun içimde ki sessiz cevabı gözlerim önünde netlik kazandı.

Farklı iki din, farklı gündüz ve gece, farklı kumaş renkleri, farklı birbirinden çok zıt iki deniz coğrafyası. Ama bu farklılık sarayın mezar odasında çok uyumlu bir şekilde birleşiyordu, işin daha garibi ise bu birleşim öyle bir uyumluluk resmine dönüşüyordu ki şu an anıt odasının sol tarafında annemin toprakla örtülmüş mezarı, sağ batı kanadında babamın Hristiyan dinine usul tabut içerisine yıllar önce süslenerek özenle yatırılmış Cüzzamlı bedeni. Yürüdüm, adımlarımın sesi bu ölüm, istek, heves, heyecan ve aşk yutan sarayın lanetli sessizliği içerisinde ses yaparak iniltili ağıt sessizliğini bozdu. Bu odada din yoktu, bu odada gece ve gündüz aynı anda yaşanıyordu, bu odada kumaş renkleri iki bedenin arasında ki aşkın rengini almıştı bembeyaz... Bu odada birbirinin coğrafyasından farklı iki deniz sınırında birleşiyor, ama asla birbirine karışmaya cesaret edemiyordu.

“ Yüce efendim, “

Babamın anıtsal beyaz renkli tıpkı üzerinde ki, ölüm döşeğinin gerçek kollarına yatırılmadan, bedeni tanrıya sunulmadan önce özenle giydirilen beyaz renkte ki kumaşları ve beyaz eldivenli ellerinin kumaş rengi gibi olan tabutunun sol ayak ucunda durdum. Nebati çiçekleri ile desen verilerek ince uçlu kalemle özenle köleler tarafından çizilen, kınalı parmak uçlarımı cansız Cüzzamlı bedenine değdirmeye ürktüm. Karşımda, yediden yetmişe diğer krallıktan bir başka Krallığa Kudüs’ün yüce efendisi, Selahaddin Eyyubi’ye az asker sayısı ile 16 yaşında zafer kazanmış bir lordun saygı dolu Cüzzamlı ölü bedenine dokunamadım.

“ Kudüs’ün değeri nedir ki? Sizin sevginiz karşısında... “

Karnım burkuldu, gözlerime müthiş bir sıcaklığın minnetle yayılma hissini hissettim. Ama, hayır onları daha da üzemez gözyaşı dökemezdim. Hristiyanların din gösteri sembolü haç işareti babamın başında simgelenir konumunu alırken, annemin mezar toprağının baş ucunda ise İslam dininin sembolü yıldız konumlanıyordu. İki farklı din, iki farklı gömme geleneği ama tek bir aşk. İşte, Kudüs’ün gizemi ve kutsallığı tam olarak buydu. Birbirinden farklı iki mezarın ayak uçlarının tarafına, tam ortasına konumlandığım vakit mezarlarının üzerinde gözlerimde akmak için diz çöküp yalvaran sıcak yaşları bastırarak bakışlarımı gezdirdim. Kısa bir bakış dahi, anne ve babamın neler yaşadığını hangi engeller yüzünden acı ve cüzzamdan dolayı matem hatıralarına büründüklerini tüm bedenimle hissettim.

“ Kurtarın beni yüce efendim!

Seni kadınım yaptığımda kimse Kudüs meydanında bakışlarını tehdit edemeyecek. Yeter ki benim ol...

İslam diyormuş ki; birbirini seven iki kişi, biri doğu biri batıda da olsa Allah onları mutlaka bir araya getirecektir.

O bir hadis yani İncil gibi bir dua yüce efendim doğrusu “ Allah birbirini seven iki kişiyi mutlaka kavuşturur.

Tanrına teşekkür etmeli miyim? “

Sanki, hiç duyamayacağım ama mezarlarına dahi yan yana bakınca kalbimde bir yerlerde hissedebileceğim, ne kadar yıl, asır, medeniyetler geçerse geçsin ebedi kalabilecek bir aşkın hatıra iniltili seslerini hissediyordum sanki. Kudüs’ün çeşitli dinler tarafından kutsal kabul edilen kızıl, ince kumları yeni bir vaha tepesinde bu fısıltı iniltilerini sarayın mezar odasından işitmiş gibi öfkeyle dans etti. Bu rüzgarla ince kumların uyum içerisinde raks etmesi, çölü daha da öfkelendiriyor toprağına gömdüğü kadim aşkın acısının sıcak iniltilerini böylelikle akıtmaya çalışıyordu.

1204, Tel Aviv Çölü, Şam etekleri.

Şam, ikiz yüce Kudüs kralı kardeşimin Kudüs’te yeniden sıcaklaşmaya başlayan din savaşlarını önlemek için bir zamanlar yüce Iv. Baldwin, babamızın izlediği İslam devleti ile barış politikası adımları atmak için beni ne iş yaptığı belli olmayan, yeri geldiğinde katil yeri geldiğin de dilinin sözleriyle umudu bıçak gibi kesen, yeri geldiğinde ise çok kurnaz bir Mısır katibi olma özelliğine sahip garip bir adamla yolladığı kutsal İslam toprakları.

“ Benimle iyi geçinmenin yollarını bilsen çok iyi olur, çünkü Şam’da bulmak istediğin barış değil kadın benim elimde. İsmi neydi? Hani, şu Kudüs’ün ünlü Mahsa Şarlmanı’na ihanet eden en yakın arkadaşı. İsmihan! “

Son sözleri sanki artık kayış kopmuş Kudüs’ün kutsal çatısı altında ki koca Amed nehrinin eteklerinde, birbirine girmiş din adamları ve onlara inanan halkı arasında beklenilen savaş çıkmış gibi sıcak bir düğüm yutmama zorlatıldı.

“ Sen, “

Dilinin ucuna bastıra bastıra söylediği, ve söylerken haz duygusunu saniye saniye tattığı mavi kumaş parçaları ile dudaklarını, yanaklarını git gide daha da estirmeye başlayan kum fırtınası yüzünden yeniden takarken öfkeden ve şaşkınlıktan hangi kelimeleri söyleyeceğimi seçemiyordum. Nebati çiçekleriyle özenle çizilmiş kınalı parmak uçlarıma, kabzasından çıkmaya heves atan keskin metal kılıcımı hevesle çıkmayı gözleyen yerinden öfkeyle çekerek aldığım saniye mavi peçeyle örtülmüş boğazının kumaş altında ki tenine kılıcımın keskin metal demirinin soğukluğunu dayadım.

“ Sen, kimsin de burnunu Kudüs’ün kraliyet işlerine sokarsın! Sen nesin, katip mi? Çeşitli meslek yapan serbest bir budala mı! “

Aramızda ki soğuk savaş, Tel Aviv çölünün insan yutan kum fırtınasının inilti esintisi ve ince kumların kumaşlarla sarılı tenimizin özel bölgelerine dolan şiddetli hengamesinde daha da alevlendi. Mısır kıyafetlerine uyumlu, altın süsleme ve işlemelerin üzerine yüzünün yarısına çekilmiş mavi peçenin üzerinde, boğazına kılıcımın keskin ucunu dayamaya devam ettim ama bu dayanıklılık bir kaç saniye içerisinde bozuldu. Bedenim, kalın göğsünün iri omuzlarına sağ el bileğimden sertçe tutularak çekildiği vakit kılıcımın metal sesi, çölün kum fırtınasının rüzgarı içerisinde yere düşerek esintinin ince tozlarına karıştı benim bedenim ise katibin iri göğsüne ve omuzlarına. Şu an, bedevi kervanları ya da çölde ki tüccar bizi görse birbirimize sarıldığımızı zannederdi ama katip, sırtımın pahalı kumaşlarına sardığı iri kolları ve elleriyle birlikte keskin bir hissiyat ellerinde tutarak derime batırıyordu. Katip, sırtıma bir hançer çekti ama hançerin sivri ucu yalnızca kumaşın yüzeyinde yavaşça gezinmeye başladı. Katibin güçlü elleri ve kolları sırtımı daha da sararak, bedenime sanki büyük bir özlemle sarılıyormuş gibi asılı kalmaya devam etti, ve bu devamlılığın ağır yükü altında dizlerimin üzerine onunla birlikte eğilmem için resmen koca cüsseli bedenini, bedenim üzerinde oynatarak eğdirdi artık ikimizde koca çölün ortasında yere çömelmiş sarılıyor gibi dururken, hançerinin soğuk metali kaba ellerinde can bulmaya devam ediyor siyah uzun saçlarımın ardından fısıldamaya başlıyordu tıpkı çölün ince kumları içerisine hapsederek rüzgarında dans ettirmesi gibi.

“ Selahaddin size barış sağlamayacak çünkü çoktan kuşluk vaktinde Kudüs’ü geri almak için 200. Bin askeri ile yola çıktı bile. Ayrıca, madem kendi kraliyet işleriniz yüce efendi neden Mısır kraliyetinden firavun ve katibin özellikle Kudüs’e gelmesini istedi? Kim olduğum sorusuna gelince, yalan yok yalandan nefret ederim hâlâ bir katibim ama aynı zamanda Mısır kralı’ da. “

Ne? Selahaddin, Kudüs ve savaş. Babamın kraliyetinden beridir beklenilen kutsal savaş, hayır kardeşim buna hazırlıksız yakalanıp tarih sahnesinden silinemezdi hayır kardeşim bunun için çok hastaydı.

“ Hemen beni ilk önce İsmihan’ı rehin ettiğin yere, daha sonra Kudüs’ün savaşına götürün. Lütfen yüce efendim. “

Fısıldadım, tıpkı onun hançer tutan ellerinin omuzlarım üzerinde fısıldaması gibi. Kırmızı kumaş parçalarının üzerinde gezinmeye devam eden soğuk metal ucu, sözlerimin çaresizliği karşısında yüce efendi dahi farkında olmadan yumuşayarak sırtımın teninden kaydı. Aramızda ki soğuk rüzgar, birbirimize sıkıca dizlerimizin üzerinde sarılır pozisyonda durmamıza sebep oluyor ama bu sıcak görüntü altında yatan nedenin tam tersi bir işleyiş yapıyordu. Yüce efendi beni sırtımdan hançerleyerek kollarında öldürmeyi planlarken, işin seyri çaresizce çıkan titrek buğuların altında ki sesimle birlikte değişti. Bir erkeğin en savunmasız yanı, kadınlardı özellikle çaresiz kadınlar. İşte bende hedefi tam on ikiden böylelikle vurmuştum.

Kudüs çölü etekleri, Amed nehri yakınlarında bir kerpiç ev.

Çöl, Amed nehrinin ölüm yutan kan renginde ki bulanmış sularıyla beraber beşik gibi salınıyor ve Şam eteklerinde ki kudreti, öfkesi gibi kum fırtınasına devam ediyordu. İnce kum taneleri her bir yeni rüzgâr kasırgasında kumaşlarımın özel bölgelerine doluyor, siyah uzun saç tellerimin arasında gezinmeye başlıyordu. Yorulmuştum, zaten Kudüs’ün çölünde etkili olmaya devam eden kum fırtınasının rüzgarından bacaklarım kum taneciklerinin arasında zorlukla yürüyor ve savaşın kent kapılarına dayanmasının ağır nemli hissiyatı ter olarak alnımda geziniyordu.

“ Daha ne kadar yol var, bacaklarımı hissetmiyorum ve farkında mısın savaş kapıda! “

Bağırıyordum, bacaklarım ve bedenimin uyuşukluğunun verdiği son güç taneleriyle Mısır kralına bağırarak seslenmeye, şikayet etmeye devam ettikçe sözde katip beni daha da umursamayarak kafasında ki yola devam ediyordu.

“ Böbürlenmeyi bırak, az kaldı. Ve evet farkındayım Selahaddin sınırlarınıza yaklaşıyor. “

Gözlerimi devirdim, çıplak kınalı ayaklarım ince kumların rüzgardan oluşan tepeciklerine bata çıka yürümeye çalışırken altın bileziklerimin ince, kalın burmaları birbirine vuruyor her bir ayak saplanmasında bileziklerde benimle birlikte şıngırdayarak yere düşüyordu.

“ Annenizin çok alımlı ve güzel olduğunu meydanda duymuştum. Halk hâlâ basit ama bir o kadar da değerli kadının, siyah uzun ipeksi saçlarını, esmer tenini ve özellikle ela renkte ki çekici bakışlarını konuşur durumda. Tıpkı bu tabirlere uyan sen gibi, annenin bir kopyası olmak? Hem dış görünüş, hem huy ilginç. “

Aramızda ki bir kaç adımlık boşlukta yankılanan sesi, çölün fırtınası içerisinde boğuk gelse de kelimelerini ayırt edebildim.

“ Annem hiç bir zaman basit bir kadın olmadı, babam yani yüce efendiyle tanışmadan dahi annem dayımın ölümünü basit bir köyde araştırma cesaretinde bulunup babama kardeşi uğuruna ilk tanışmalarında kılıç çekmiş bir kadındı. “

Bir kaç kuma saplanan adım sonrası cevap verme tenezzülünde bulundu.

“ Kudüs’ün IV. Kralı yüce efendiye ilk görüşte kılıç mı çekti? Vay be! Annen gerçekten çok cesur bir kadınmış. Tanışmaya bak, ilk tanışma ne efsane ama. “

Bedenim kuma bata çıka, zar zor adımlamaya devam ederken gözümün önünü artık rüzgarla birlikte yüzümüze çarpıp göz işlerimize dolarak gözlerimizi yakan kumdan dolayı göremiyordum bu durum yumuşak ama aynı zamanda sert bir şeye çarpmamı sağladı yüce Mısır efendisinin geniş sırtına.

“ Özür dilerim “

Geniş omuzlarının ardından çıkan ince sesim, sırtının mavi kumaşlarına değdiği vakit kırıldı, kum fırtınasının içerisine karıştı sanki. Önümü görebilmek için altın bilezikler dolu kollarımı ve ellerimi alnımın hizasında gözlerimi saklamaya çalışarak ince kumların gazabından kurtulmaya çalışırken yüce efendiyle bakışlarımız bir araya geldi.

“ İstediğiniz de vahşi değil kibarda olabiliyormuşsunuz. Zaten hedeflediğim yere geldik. “

Yine bir laf sokma sanatı, ince kumların gazabından korunmak için alnıma çattığım kollarımı göğsümde bağladığım da hiç onu ve onun sözlerini beklemeden kerpiç taşlardan yapılmış aslında ev ama zindan olarak kullanılan evin ahşap kapısını iterek içeri girdim. Girdiğim saniye, müthiş bir toz tabakası ve havasız nemli oksijen boğazıma doldu.

“ Yalvarırım bırakın beni artık, ne isterseniz yaparım yüce katip! “

Göz gözü görmüyordu, kerpiç evin tek gözlü odasının minik penceresinden gelen güneş ışıkları odanın içerisinde ki ağır toz tabakasını aydınlatıyor ve annemin boğa kanı içerek neredeyse ölmesine yardım yataklık yapan kadının yorgun sesi duvarlardan sekerek kulaklarıma doluyordu. Dolduğu vakit kan beynime sıçramıştı sanki, artık bedenimi ve düşüncelerimi ben değil şeytan yönetiyor gibi yaşlı kadının kaftanının boğazına yapışarak bağırmaya başladım.

“ Annemde senin gibi yalvardı! Alçak! Hem de defalarca kaç kere yalvardı size Tanrı bilir! Ama, annemi asla duymak istemediniz! Annemin acı dolu, yorgunluk dolu yalvarmaları sizin eğlenceniz oldu! Katil! Katil! Katil! “

Her bir sözümle bedenim sarsılarak, titriyor ve nöbet geçiriyordu sanki. Yaşlı kadının kahve renkli gözleri her bir sözümde, sesimde ve ellerimin altında her bir saniye daha da sıkı sarmaya başladığım boynunda korkuyla açılıyordu.

“ Yanılıyorsun, yüce leydim. Anneniz asla yalvarmadı o kadar cesaret doluydu ki, onun gururu ve dik kafası asla eğilmedi ölümün ucuna geldiği gece bile asla yalvarmadı. “

Yüzsüz gibi su yüzeyine çıkmaya çalışan batık beden gibi sözlerine boynunda ki kınalı parmaklarımı daha da sıktım.

“ Kes sesini! Kes! “

Artık dayanamıyordum, kadının buruşuk yaşlı tenine baskı yaptığım boynundan ötürü nefesi git gide kesiliyor ve göz bebekleri kaymaya başlıyorken hiç düşünmedim sağ belimin çukur noktasında asılı olan sivri uçlu hançerimi ellerime sardığım vakit boynunda ki şah damarının üzerinde ki tene acımasızca sapladım. Önce tenin bıçak altında yırtılma sesi, daha sonra ince damarın kopma sesi ve sıcak kan fışkırması. Kırmızı renkte ki elbise kumaşımın üzerine sıçrayan sıcak kan, şimdi gerçekten kan kırmızısı olmuştu. Yaşlı kadının bedeni ise, çıplak ayaklarımın üzerine düştüğü saniye ayaklarımla cansız bedenini bir leş hayvanı gibi iteledim. Zindanın tek gözlü odasına dolan toz tabakasının duvarları artık İsmihan’ın Kırmızı yapışkan sıcak kanıyla adeta resim olarak boyandı. Ben ise, annemin intikamını almanın gururuyla hançerimin kadının iğrenç kanına bulaşan kısımlarını elbisemin etek ucuna silmeye başlamışken yavaş biçimde özellikle yavaş biçimde yapılmasına dikkat edilen alkış sesi odanın kan sıçramış kerpiç duvarlarına doldu.

“ Ne kadar etkileyici bir ölümdü böyle, bu vahşi yanından biraz şikayet ediyordum ama bu sahneden sonra hiç şikayet etmemeye karar verdim leydim. “

Kanın bulaştığı metal ucu kumaşa silmeye devam ederken gülümsedim.

“ Neden sizi de öldürürüm diye mi? “

Hiç düşünmeden cevap kendiliğinden geldi.

“ Tarih kitaplarına sizin gibi bir güzelliğin elinden öldürüldü diye yazılmak ilgi çekici olurdu. “

Bu sözünden sonra, ela renkte ki gözlerimi hançerimden çekerek bakışlarının bedenimin üzerinde gezinen yüzüne sabitledim.

“ Siz delisiniz. “

Kudüs çölü, yerleşim bölgesi yakınları.

İslam devletinin yeşil renkte ki bayrağı 200 bin kişilik dev atlı ordusunun en önde ki sahaflarının, ellerinde ki ince odun parçalarının üzerinde dalgalanıyor yıllar önce Kudüs’ün kaderine yazılmış olan savaş sahnesini tarihe yazmaya ant içiyordu. Korktum, ikizim, kardeşim cüzzamla savaşmaya çalışırken aynı zamanda İslam’ın aslanı Selahaddin Eyyubi’yi ile nasıl barış politikası kuracak ya da savaş verebilecekti. Kudüs’ün saray surlarının üzerinde ki savaş boruları Haçlı askerler tarafından üflenmeye başladı, bu sesten sonra resmen yüce efendi sarayına ve halkına, meydana savaşa girdiğimiz haberini müjdeliyordu. Koştum, bacaklarım saatlerdir yürümekten dolayı eklem yerlerinden kopmuş gibi yanarak ağrımaya başlarken bağırarak koştum.

“ Baldwin! Kardeşim! Kardeşimmmm! “

Koştum, İslam devletinin zırhlı at birliklerinin tam ortasına dalarak adeta şehri bölen Amed nehrinin soğuk su yatağı gibi, ortadan ikiye ben koştukça yan taraflara atlarını eyerleyip metal zırhlar altında bana bakan İslam askerlerinin gözetimi altında koştum. Ben tek bir kişi için bu kadar korkarken, Tanrı bilir meydanda savaş borusunun üflenmesiyle beraber küçücük çocukları, bebekleri aileleri olan kişiler nasıl korkmuştu.

“ Baldwin! “

Kudüs sarayının saray sur duvarlarının ihtişamlı el oymalarının duvarlarına daha varmadan, kardeşimi ve ardında Haçlı askerlerin at üzerlerinde ki parlayan metal zırhlarını gördüğüm vakit yüreğime su serpildi sanki. Hızlı adımlarla kardeşimin beyaz at üzerinde ki bedenine, yöneldiğim vakit bunca zamandır konuşulan ünlü İslam devletinin aslanı olarak tabir edilen Selahaddin Eyyubi’nin siyah kumaşlarla sarılı at üzerinde ki varlığını da fark ettim. Kınalı çıplak ayaklarım, her bir adımda iki kralın bedenine yaklaştıkça aralarında ki konuşma netleşmeye başladı. Çölde hâlâ etkisini devam ettiren kum fırtınasının, ince taneleri kumaş parçalarının içerisine doluyor gözlerimizi yakacak biçimde esmeye devam ediyordu.

“ Kadınlara ve çocuklara zarar gelmesini istemiyorum, zira babanız 4. Cüzzamlı kralın bende hatırı çok büyüktür. Bu sebepten savaş istemiyorum, Kudüs’ü bana kendi rızanızla teslim ediniz, lütfen. “

Kardeşimin Cüzzamlı bedenini taşıyan beyaz atının yanına yaklaştığım vakit, küçük korkmuş bir kız çocuğu gibi Kardeşimin beyaz pelerininin ucunu kınalı parmaklarımla sıkıca sararak tutundum.

“ Krallığınız dedem Kudüs kralı Amalrik tarafından acımasızca alındı. Hristiyanlar, Müslümanlara o savaşta hiç acımadı. Daha sonra yüce IV. Cüzzamlı kral babam Kudüs’e müthiş bir zeka ve vicdan sahipliğiyle beraber barış, huzur getirdi. Babamla olan diplomatik dostluğunuzu takdir ediyordum, sizinle tanışma fırsatımız olmadı cüzzam hastalığımdan dolayı bir yere seyahat ederken zorlanıyorum. “

Gücü tükendi, bu lanet hastalık artık sözlerini ve sözlerinin süresini dahi belirlerken kardeşimi böyle görmek kalbimi kırıyordu.

“ O çok büyük bir kraldı, Hristiyan tapınak askerleri ve lordları babanızın hastalığını daha da ilerletti ve Kudüs’te çıkardıkları sorunlarla bu barışı çok bozguna uğratmaya çalıştılar. Babanıza çok büyük bir saygım var, sizi de babanızın sahip olduğu bu hastalıktan ötürü böyle bir durumda görmek üzücü. “

Ve kardeşim, Cüzzamlı yüzünün deri çürüklerini gizlemeye çalışan demir maskesinin altından konuşmaya devam etti.

“ Babamla iyi bir düşman, ve iyi bir dostluk ilişkisi kurmuşsunuz. Bildiğiniz üzere Tanrı düşmanın bile hayırlısını versin, yüce 4. Cüzzamlı Kudüs kralını bu kadar iyi tanırken onun asla yaşamı boyunca Kudüs’ü teslim etmediğini de çok iyi bilirsiniz. Bu yüzden babama, halkıma ve babamın geri de bıraktığı muhteşem hikâyesine teslim ederek ihanet edemem. “

Bu, bu sözler savaş demekti.

“ Ordunuzun başına geçin lütfen, hamlenizi bekliyor olacağım. Tanrı bizimle olsun. “

Kudüs’ün ünlü büyük çölünde ki kum fırtınası tepecik vahalarında daha da şiddetle esmeye başlarken, yeni bir savaş tarihe yazılıyor Selahaddin Eyyubi’nin siyah atının toynaklarından kuma her bir çıkan at nalı beraberinde ki kumu fırtınası toz yaparak ordusuna ilerlerken savaş çoktan ilan edilerek başlıyordu bile...

Nasıl oldu anlaşılmaz, tarih hep savaş, kan, din, yolsuzluk ve garip halkın üzerine yazılırdı. Tarihi tarih yapan kent, halk, din, para, din ise tarih basit şeyler üzerine kurulu değil miydi? Savaş, kent yıkılması ve çocukların, kadınların masum insanların ölmesi, ne için? Bir avuç İmparatorluk itibarı ve toprağı için. Kudüs neydi? Kimler için bu kadar kutsal kimler için bu kadar ızdırap dolu bir topraktı? Kutsallığın başkenti olan ve adını bu kutsallığından alan Kudüs, miracın ilk basamağı, semalara yükselişin, ilk durağıdır. Miraç yolculuğunda Efendimizin (s.a.s) arkasında binlerce peygamberin namaz kılmasıyla, peygamberlerin toplandığı bir mekân; ilk kıblemizin, ikinci mescidimizin ve üçüncü haremimizin bulunduğu müstesna bir şehirdir Kudüs.

Hz. İbrahim, Hz. Yakup, Hz. Davud ve Hz. Süleyman (a.s.) başta olmak üzere birçok peygamberin ayak izini taşıyan mübarek Filistin coğrafyasının atan kalbidir Kudüs. M.Ö. 11. Yüzyılın sonlarında kurulan İsrailoğulları devletinin ilk kral ve komutanı Talut’tan sonra devletin başına geçen Hz. Davut, Kudüs’ü alarak burayı başkent yapmış ve Mescid-i Aksa’nın temelini atmıştır. Hz. Davut’tan (a.s.) sonra hükümdar olan oğlu Hz. Süleyman (a.s.) Mescid-i Aksa’nın yarım kalan inşaatını tamamlamıştır. Kudüs, M.Ö. 63 yılında Roma imparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir. Roma imparatoru Konstantin 310 yılında Hristiyan olup 313’de Milano fermanı ile devletin dinini Hristiyan yapmış, 335 yılında da Kudüs’te Kıyamet kilisesini yaptırmıştır.

Kudüs, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) isra ve miracıyla İslam tarihinde önemli bir konuma gelmiştir. Hz. Ebubekir (r.a) önce Amr b. As’ı daha sonra da Halid b. Velid’i Filistin’in fethi için görevlendirmiştir. Hz. Ömer (r.a) zamanında Müslümanlar Kudüs’ü kuşatmış ve barış yolu ile şehri fethetmişlerdir. Hz. Ömer (r.a) şehrin anahtarlarını teslim aldıktan sonra halka, güven ve huzur içerisinde dinlerini yaşayacaklarına dair yazılı bir eman vermiştir. Daha sonraki dönemde Kudüs’ün idaresini alan Emeviler buraya büyük önem vermiştir. Halife Abdülmelik b. Mervan Peygamber Efendimizin (s.a.v) miraca çıkarken üzerine bastığı büyük kaya parçası (sahra) üzerine 691’de bir kubbe yaptırmıştır. Bu nedenle buraya Kubbetu’s-Sahra denir.

Avrupa’nın, 1099 yılında başlattığı Haçlı seferlerinde Haçlılar, sadece Mescid-i Aksa’nın içinde 60 bin müslüman katletmiştir. Bu seferler sonunda Kudüs Latin Krallığı kurulmuş ve Kudüs, bu krallığın başkenti olmuştur. Haçlılar, Mescid-i Aksa’daki bütün binaları, kilise ve şapellere dönüştürmüş; Miraç Kubbesini vaftiz odasına, Kubbetü’s-Sahra’yı da kiliseye çevirmiş, Kubbetü’s-Sahra’nın üzerine çan yerleştirmiş, Mescid-i Aksa’yı da tapınak şövalyelerinin kullanımına sunmuştur. Tapınakçılar, Mescid-i Aksa’nın altında bulunan bölümleri atları için ahır olarak kullanmıştır.

Selahaddin Eyyubi, 1204’de Hıttin Savaşı ile Kudüs’ü haçlıların elinden alarak, Mescid-i Aksa’dan ve Müslümanlara ait diğer mekânlardan Haçlıların izlerini silmiş, şehrin yeniden imarına ve yenilenmesine büyük önem vermiştir. Sonraki tarihlerde Fatımilerin ve Memlûklerin yönetimine giren Kudüs, 1516 yılında Mercidabık savaşı ile Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. Yavuz Sultan Selim şehri fethettikten sonra Kudüs’te iki gün kalmış ve şehrin ismini Kudüs-ü Şerif olarak değiştirmiştir. İşte Kudüs’ün kıymeti ve insanoğlunu deliye çeviren tarafı buydu.

Selahaddin Eyyubi ve Haçlı 5. Baldwin kralı arasında ki Kudüs’ün kaderine yazılmış olan bu savaş, sonunda ince kızıl kumların üzerinde kılıç darbeleri, kan ve at toynaklarının kılıç darbelerinden kaçarken kuma iz bıraktığı gibi tarihe yazılarak gerçekleşti. Hristiyanlar, İslam devletine yıllar sonra Kudüs’te yenilgiye uğradı. İkiz kardeşlerin İmparatorluğu tarihin tozlu sayfalarına kaldırılırken, kardeşler Haçlı ordusunun Anadolu, bugün ki ismi ile Türkiye topraklarını Kudüs’ten sürgün edilirken işgal ederek yerleştiler. Yeni bir coğrafya, yeni bir hikâye. Kudüs’ün ince kızıl kumlu topraklarında, Amed nehrinin kan renginde ki kızıl sularında ve Şam’da ki basit bir kerpiç köy evinin duvarlarında gizli bir aşk hikâyesi kaldı. Bu hikâyenin kadim sırrı, akıl almaz hesabın aşkın sıcacık acı iniltisi Kudüs’ün yüce kutsallığının esintisinde kaybolurken, bir gün yüzyıllar sonra açığa çıkmayı sabırla bekleyecek ve Kudüs’ün hırçın çölünün kum vahalarında kopmaya her an hazır olan kum fırtınasının tüyler ürpertici sıcak soğukluğunda var olmaya devam ederek adına Şarlman diyecekti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 23.07.2025 00:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...