12. Bölüm

12. Bölüm: "Maviye Bakan Sokaklar"

Uykusuz Dengesiz
uuykusuzvedengesiz

Sizi hiç mutluluktan uyku tutmadığı oldu mu ? Hani böyle, içinizdeki kıpırtıların uykunuzu kaçıracak derecede olduğu, güneşin sanki içinize doğduğu, aydınlanan gökyüzünün bile sizi gülümseteceği kadar bir mutluluk. Gözlerinizi her kapattığınızda, aklınıza her geldiğinde, dudaklarınızın her yukarı kıvrılışında sevildiğinizi iliklerinize kadar hissettirecek bir mutluluk. İşte ben bugün böyle mutluydum. Etrafımdaki gördüğüm her şeye gülümseyecek kadar, bir boşluğa saf saf durup dakikalarca dalacak kadar.

İç çekerek parmağımdaki yüzüğe bakarken, beni bu denli mutlu edenin bu yüzük olmadığını biliyordum. Beni bu denli mutlu eden şey, sevdiğim adamın beni hayatına ortak edecek, her gün yüzümü görmek isteyecek kadar çok beni sevmesiydi.

"Bihter, hadi çıkıyoruz!". Annemin salondan seslenmesi üzerine pişmiş kelle gibi aynada kendimi inceleyip sırıtmayı bırakıp odadan çıktım. Tabiri caizse atlaya zıplaya merdivenleri indim. Şu hep bahsedilen kelebeklerin beni de kanatlandırıp uçurmasından korkmaya başlamıştım artık.

Heyecanla iç çektim ve nihayet kapının önünde beni bekleyen ailemin yanına vardım. Önce annemi, sonra kardeşimi, sonra da babamı yanaklarından öpüp, kapağı açık olan ayakkabı dolabının içindeki yüksek topuklu siyah süet açık ayakkabılarıma uzandım. Ayakkabılarımı uzandım ve diğerlerinin tuhaf bakışlarını umursamadan ayakkabılarımın iplerini bağladım. Ayakkabılarımla olan işimi bitirir bitirmez doğruldum ve gülümseyerek karşımdaki şaşkın üçlüye baktım.

"Ah ben sizi çok seviyorum ya! Durun bir kez daha öpeceğim!". Aynı sıradan her birini tekrar öptükten sonra giydiğim beyaz elbisemin eteklerini savura savura kapıyı açtım ve sanki onları ben bekletmemişim gibi önden önden evden çıktım. Uzaktan gelen müzik sesi usul usul yerimde sallanmama sebep olurken, üzerimde olan bakışlar bir de gülme isteği doğuruyordu içime. En sonunda ellerimi kaldırarak bileklerimden kıvırmaya başladım ve kapıdan ilk çıkan şanslı kişi kardeşim olduğundan, omzumla omzunu dürttüm. İçimdeki neşe öyle büyüktü ki, artık sadece bana yetmiyor, etrafımdakilere bile sıçrıyordu.

Begüm dünden razı, bugünü bekliyormuş gibi bana eşlik ederken, annem de babam da ayakkabılarını giyerek evden çıktı. Annem evden çıktıktan sonra evden çıktığımız için dua okurken, babam gülerek bizi izlemeye devam etti. Sonra bir şey oldu, babamın yüzündeki gülümsemesi silindi. Duruşu dikleşti ve derin bir iç çekti. Olanı aslında biliyordum. Babam, sonunda fark etmişti."Bihter, o parmağındaki ne ?"

Benimde yüzümdeki gülümseme git gide küçülüp yerini ufak bir tebessüme bırakırken elimi kaldırıp yüzüğüme baktım. "Yüzük." diye mırıldandım. Sesim çekingenliğimden mütevellit kısıktı. Babam yutkundu, hafifçe kaşları çatıldı. "Senin öyle bir yüzüğün mü vardı ?"

Yoktu. Ve bunu babamda çok iyi biliyordu. Çünkü bizim evin süslüsü ben değil, Begüm'dü. Takı takacağım zamanda takacağım takılar belli bir tipte olurdu. Böyle bir yüzük de, o tiplerin içerisinde yer almıyordu.

Babam'da olan bakışlarımı kaçırarak olduğum yerde hafifçe sallandım. Dilimi damağıma vurarak olumsuz bir ses çıkardım.

"O nereden o zaman ?"

Annem nefesini sesli bir şekilde verip, sağ ayağını yere vurmaya başladı. Çok değil az sonra, herkesin tahmin ettiği o gerçeği haykıracak gibiydi.

Derin bir nefes alarak omuzlarımı dikleştirerek az önce kaçırdığım bakışlarımı babama çevirdim tekrar. Omuzlarımı dikleştirdim. Başımı hafifçe havaya kaldırdım. Artık bazı şeyleri konuşmanın vakti gelmişti sanırım.

"Ömer'in hediyesi."

Babam, Ömer'in ismini duyduğu an irkildi ve tahmininin doğru çıktığını fark etti. Yine de son bir umut şansını denedi."Doğum günü hediyesi falan mı ?"

İç çekerek başımı iki yana salladım. Şimdi, kapı önünde, gider ayak bu mevzuyu konuşmanın belki de ne yeri ne zamanıydı fakat anlaşılan oydu ki, babam Ömer 'den evlilik teklifi aldığımı doğrudan duymadan bu konuyu kapatmayacak ve ertelemeyecekti.

"Bihter Kasım ayında doğdu ve biz Haziran ayındayız ?". Annemin bu detayı belirtmesinin üzerine gülümsedim. Ve daha fazla uzatmamaya karar vererek, hafifçe boğazımı temizleyip bu ciddi konuşmaya giriş yaptım."Bu yüzük, evlilik teklifi yüzüğü."

Babam'ın yüzü ekşi bir şey yemiş gibi buruşurken, Begüm merakla elimi avcuna aldı ve yüzüğe daha yakından baktı."Ömer bana evlilik teklifi etti."

Annem, elini babamın koluna koyarak babamın kolunu sıvazladı ve dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladı. İç çekti, başını babamın omzuna yasladı ve sonra dudaklarını tekrar araladı."Metin ol hayatım, hem bir tane daha kızımız var."Annemin tesellisiyle birlikte babam yutkundu ve bir adım geri çekilip çatallı çıkan sesiyle konuştu. İçinde yaşadığı yıkım tamamıyla yüzünden okunuyordu.

"Bu nasıl teselli ? İki kızımızdan biri evden gidecek diye üzülmeyeyim de biri kalacak diye mi sevineyim ?"

Annem bir an duraksadı. Bakışlarını karşı tarafa dikip uzunca düşündü. Hepimiz annemin o iç karmaşasının dinmesini, biz geri dönmesini sessizce bekledik. Bu analiz yaklaşık iki dakika kadar sürdü. İlk otuz saniye kadar merakla bekledik, beklentiyle annemin gözüne baktık. Fakat sonrasında sıkıldık. En nihayetinde annem o düşünce silsilesinden yakasını kurtarabildiğinde, bakışlarını babama çevirdi.

"Biraz mantıklı düşün Fahri, en fazla nereye gidebilir ki ? Dünürlerimiz karşı evde, geçen günde otururken Nesrin sokağın sonundaki evin onların olduğunu söylemişti. Hazır ev varken kiraya çıkacak hâlleri yok ya. Ayrıca o ev Bihter'in de, Ömer'in de iş yerine yakın. Ayrıca bir odası biraz uzaktan da olsa denize bakıyor. Bihter'in hep uyandığında camdan bakınca bir mavilik görme hayali vardır."

Dudaklarım annemin bu küçük parçaları birleştirme yeteneği yüzünden hafifçe aralandı. O ara Begüm anneme elleriyle alkış tutarken, babam da bu fikirle kendini rahatlatmaya çalışıyor gibiydi."Yani, kızımızın en fazla gidebileceği yer,"

İşaret parmağını sokağın sonundaki taştan taştan eve dikti ve gözümüze sokmak ister gibi elini salladı."Şurası! Kızımız en fazla şuraya gider ya hu!"

Annemin bir anda yükselmesi bir an hepimizi sus pus ettiğinde, etrafta sadece cırcır böceklerinin sesi duyulur hâle geldi. Bir süre o sessizlikte sanıyorum ki herkes annemin sözlerini ölçtü, tarttı, doğru buldu ve bu konunun uzatılmamasına sessiz bir şekilde karar verildi.

Annem, babama kısık sesli telkinler vererek koluna girdi ve konuşa konuşa onunla birlikte bahçe kapısına doğru ilerlemeye başladı. Begüm açık kalan evin giriş kapısını kilitledikten sonra koluma girdi ve direkt elime uzandı. Yüzüğe birkaç saniye baktıktan sonra gözlerini kısarak elimi yüzünden uzaklaştırdı.

"Abla, vallahi belli, kıymış paraya enişte bey! Ay bir dakika, gözüm kamaştı tam bakamadım dur!"

Ben onun tepkisine gülerken, o elimi tekrar kendine yaklaştırdı ve yüzük hakkında övgü dolu cümleler söylemeye devam etti. Ben de gülerek onu dinlemeye... Düğün yerine oldukça yaklaştığımız için artan müzik sesine rağmen, ansızın aklıma gelen, geçen hafta Ömer'in bana attığı şiirden ezberlediğim birkaç mısrayı mırıldandım.

 

"Bir yakın iklim olmalısın bana.

Ah ederken,

Gün görmemiş bir yıldız kaymalı.

Seveceksem böyle sevmeliyim

Yaşayacaksam böyle..."

 

İç çekerek yüzüğüme baktım. Dilimde onun attığı şiir, parmağımda onun hediyesi olan yüzük, yüzümdeki gülümsemede ve kalbimde bizzat o vardı. "Vay, ne kadar güzel şiirmiş."

Başımla onu onaylayıp omuz silktim. Bakışlarım, artık o düğün kalabalığına yaklaştığımız için hemen onu aramaya girişti. Fakat aradığını bu kalabalıkta maalesef ki bulamadı.

"Kim yazmış peki bu şiiri ?"

Begüm'ün kolumu dürtükleyerek merakla sorduğu soruya iç çekerek cevap verdim. Kolumu dürte dürte iz çıkardığına emindim.

"Anonim."

"Senin anonim!"

Kardeşimin bir anda yükselmesiyle gözlerim irice açıldı. Anlamayarak başımı Begüm'e çevirdim ve iki yana salladım. "Ne dedin sen ?"

Begüm, tepkimle birlikte olduğu yerde duraksadı ve kendini hızla geriye doğru çekti. Dudakları şaşkınlıkla aralandı. Bir eli kalbine gitti ve nefesini sesli bir şekilde geri verdi. "Nasıl yani, onu da mı bilmiyorsun ?". Bir bilmece gibi konuşmasına karşılık iç çektim gözlerimi devirdim. Bazen ağzından laf alana kadar bin dereden su getirtmek gibi cins bir huyu vardı.

"Söyleyecek misin artık ne olduğunu ?" diyerek söylendim. Bir yandan da bir tülü göremediğim sureti görmek için bakınmaya devam ediyordum. "İnternette bu aralar popüler olan bir videonun repliği."

Begüm'ün kısaca olayı açıklamasına karşılık başımı iki yana salladım. Buna mı bu kadar şaşırmıştı ? "Buna neden bu kadar şaşırdın Begüm ? Anlamadım." Begüm gamsızca sorduğum soruyla iki eliyle koluma yapıştı ve olduğumuz yerde dikildiğimiz için daha belirgin bir şekilde beni sarstı. "Dünyadan haberin yok diyorum dünyadan! Bir kaza bela olsa günler sonra haberin olur!"

Çalan şarkının ritmiyle ellerimi eteklerime atıp hafif hafif sallarken omuzlarımı silktim. "Kara haber tez duyulurmuş, sen kafana takma."

Begüm kollarını aşağıya doğru sarkıtarak bayılmaya benzer hareketler yaparken, nihayet gözlerim yaklaşık bir dakikadır aradığı yüzü buldu. Gülümsemem için onun yüzünü görmem yeterli olduğundan dudaklarım hemen iki yana kıvırıldı. Birkaç saniye içinde Ömer'in gözleri de beni bulduğunda aynı gülümsemeden onun yüzünde de belirdi. İkimiz de saf saf birbirimize gülümserken, omzuma çarpılmasıyla yerimde sarsıldım. Kaşlarım aldığım darbeyle birlikte çatılırken dudaklarımdaki gülümseme silindi ve yerine yalnızca kısık bir inilti çıktı. Her ne kadar kalabalıkta bu hareket bir nebze hoşgörülebilir olsa da, bana çarpan kişi ileriden tekrar bana döndüğünde tüm taşlar yerine oturdu. Ezgi, bana olan anlamsız nefretiyle önce hiç de yanlışlıkla olmayacak bir şekilde koluma çarpmış, sonra bir de bunu isteyerek yaptığını beyan eder gibi gözlerini yüzüme dikmişti. Bu kızın derdini anlamıyordum, fakat madem uğraşmak istiyordu, bu sefer onu geri çevirmeyecektim. Hem de onun anladığı dilden değil, oldukça şiddetsiz bir şekilde kapatacaktım meseleyi.

Babam erkeklerin olduğu tarafa geçtiğinden, kısa bir aramanın ardından boş yer bulan annemlerin yanına ilerledim önce. Anneme bir tanıdığı gördüğümü, kısaca bir selam verip hemen döneceğimi söyledim. Annemin yanında yer bulduğu Nesrin teyzeyle sarılıp selamlaştıktan sonra Ezgi'nin olduğu yöne doğru ilerlemeye başladım. Belki bu uğraşıma bile değmeyecekti fakat sebep olduğu huzursuzluğa tahammül etmek istemediğimden, bunu yapmak artık benim için bir gereklilikti.

Onun tüm bu saçma sapan, çocukça tavır ve davranışlarına karşılık, yüzüme en sahici samimi gülümsememi kondurdum. Adımlarım ona giden yolda ilk sevdiğim adamın yanında duraksadığında bir süre Ömer'in yanında durdum. Gözlerini üstümde hissetmemin yanında, az kalsın amacımdan sapıp Ömer'le sohbete dalıyordum fakat yine de kendimi toparladım. Ömer, hâlimdeki farklılığı kolayca sezdiğinden, ona da neden böyle bir tavır sergilediğimi kısaca açıkladım ve onun da yanından ayrıldım. Nihayet birkaç adım ötemdeki Ezgi'nin yanına varabildiğimde başımı hafifçe omzuma doğru eğdim. Normalde böyle şovlardan zerre hoşlanmayan biri olarak geldiğim nokta beni hiç hoşnut etmese de, katlanacaktım.

Yüzük olan elimi kaldırıp ona doğru uzattığımda bakışları önce yüzümü, sonra da ona uzatılmış elimdeki yüzük olan parmağımı buldu. Yüz ifadesi önce şaşkınlıkla bocaldı, hemen ardından öfkeyle kasıldı ve bu sayede çene kemikleri daha belirgin bir hâl aldı. "Nasılsın Ezgi ? Görmeyeli yine aynısın." Ezgi, yanındaki babaannesinin dürtmesiyle dudaklarına zoraki bir gülümseme kondurmaya çabaladı."İyiyim. Çok iyiyim. Ve haklısın, ben aynıyım. Ama sende epey değişiklik var anlaşılan."

Bakışlarım onun gibi yüzüğüme indiğinde mahcubiyet dolu gülümsememle başımı omzuma doğru eğdim."Ah, evet. Öyle oldu. Ömer'le hayatlarımızı birleştirme kararı aldık."

Sözlerim, belki de o bildiği gerçeği bir de sesli bir şekilde duyduğundan olacak, ruh hâlini baştan sona değişime sürükledi. Anında yüz ifadesi değişti. Önce az evvel dudaklarına hükmeden nefret dolu gülüşü soldu, sonra da genelde bana her bakışında olduğu gibi az önce de gözlerinde hüküm süren küçümseyici bakışları gitti. Gözlerine yansıyan öfke kırıntıları bir anda yerle bir olup kaybolurken, yerini de büyük bir yıkıma bıraktı. Bu bakışın, bu yıkımın benim nezdimde yalnızca bir sebebi olabilirdi. Ve ben, tam da o an anladım. Tüm bu saçma sapan abartı tavırlar, bana olan yersiz öfkesi ve nefreti... Hepsi bir an da anlam kazandı. Çünkü bu kızın derdi kuzeni falan değildi, bizzat kendisiydi. Zira Ömer'i seven kişi Pınar değil, oydu.

Fark ettiğim gerçeklik benim de bocalamama sebep olduğunda, Ezgi yutkundu ve babaannesinin tekrar koluna dokunmasıyla irkilerek bakışlarını daldığı yüzüğümden çekti. "Hayırlı olsun." diye varla yok arası bir sesle konuştuğunda yutkundum. Şansımıza müzik sesinin olmadığı bir anda bunu söylemişti ve ben de ancak bu vesileyle duyabilmiştim. Ben yeni farkına vardığım bu gerçeği sindirmeye çalışırken, o daha fazla karşımda durmadı ve başka bir şey söylemeden birkaç adım ötedeki babaannesinin yanına çökercesine oturdu. Ne yapacağımı bilemeyerek birkaç saniye boyunca etrafa bakındıktan sonra karşıdan bana el sallayan kuzenimi fark ederek hareketlendim.

Ne yapmam gerek, nasıl bir tepki vermem gerek kestiremiyordum. Aslında yapmak istediğim tek şey, bu tavırlarının yersiz, artık bizim için önemsiz olduğunu göstermek ve aynı ortamda bulunduğumuz takdirde saçma hareketlerle huzurumuzu bozmamasını ona belli etmekti. Fakat şimdi bu gerçeği gördükten sonra zaten ne ben onunla aynı ortamda bulunmak isterdim, ne de o benimle aynı ortamda bulunmaya tahammül ederdi.

Saniyeler içerisinde aheste adımlarla Deniz'in yanına vardığımda aklım hâlâ Ezgi'de ve onun duygularındaydı. Neden bu kadar takıldığımı bilmiyordum ama o bakışlarındaki bir şeyler beni yaptığım hareketten pişman olmama sebep olmuştu.

"Ne oldu ? Bir yüzün düşmüş senin ?" Deniz'in, tekrar müzik sesi yükseldiğinden mütevellit, kulağımın dibinde bağırmasıyla kaşlarımı çattım ve omuzlarımı silktim. Bakışlarım ilerideki Ezgi'de dolaşırken beni ilgilendirmediği hâlde merakla dolup taştım ve bu sefer ben Deniz'e doğru eğildim.

"Bu Ezgi'nin hayatında biri oldu mu hiç ?" Deniz birkaç saniye duraksadı. Muhtemelen, normal şartlarda benim başkalarının hayatlarıyla ilgilenmememe karşı bu sorumu yadırgadığındandı.

Başını iki yana sallayarak o da benim gibi Ezgi'ye baktı. "Hiç kulağıma gelmedi. Ben de yanında birini görmedim." Başımı aşağı yukarı sallayarak sessizce onu onayladım ve sessiz kalmaya devam ettim. Benim için çalan şarkı artık sustuğundan içimdeki enerjinin de beni terk ettiğini hissederek omuzlarımı düşürdüm. Aradan geçen gürültü dolu dakikalardan sonra yan tarafım dolunca irkilerek soluma döndüm. Ömer bakışlarını yüzümde gezdirdikten sonra usulca başını azıcık bana doğru eğdi.

"Ne oldu ? Keyfin yok gibi." Düşünceli çıkan sesine karşılık dudaklarım iki yana kıvırılırken iç çektim. O yanımda olduğunda aklımı da kalbimde olduğu gibi o meşgul ettiğinden, tüm keyif kaçırıcı mevzuları boş verdim. Sorusuna karşı omuzlarımı silkmekle yetindim. Deniz kolunu koluma vurup imalı bakışlarını yüzümde gezdirirken birkaç kez kaşlarını kaldırıp indirdi. Dikkatim daha Deniz'in üstündeyken yan tarafımdan gelene heyecanlı ses tonuyla bakışlarım direkt Ömer'i buldu.

"Bihter, takmışsın ?"

Bakışlarım tıpkı onun gibi parmağımdaki yüzüğe dönerken, aynı anda bakışlarımızı oradan çektik. Bu sefer gözlerimiz birbirimizi bulduğunda gözlerinin içinde onlarca yıldızlar parladı sanki. Belki etraftaki ışıklandırmalardandı ama, ışıl ışıldı işte gözleri. Tüm sevgisini bakışlarıyla belli eder gibi pasparlaktı. Onun bakışlarındaki heyecan benim dudaklarıma sıçradığında kocaman gülümsedim. O sıra ezan okunmaya başladığı için müzik sesi kesildi.

"Evet, taktım. Yakışmış mı ?" Hevesli çıkan sesime karşılık Ömer yutkundu. Başını omzuna doğru eğip iç çekti. "Sanki senin için yapılmış gibi." Başımı hızla aşağı yukarı sallarken ona katıldığımı belli ettim. "Değil mi ? Parmağıma tam oldu." Sesim az önceye nazar daha normal bir tonda çıktı, duyup duyamayacağından emin değildim fakat istemsiz oldu. "Ayrıca ortadaki taşı parmağımdaki ufak yanık izini de tam kapattı."

Kaşları, sözlerimi duyduğunu belli ederek hafifçe çatıldı. "Ufak bir yanık izini kusur olarak gördüğünü söyleme bana." Sessizliğim, teorisine bir kanıt olarak sunuldu. Başını iki yana usulca salladı. "Şu an tam olarak 'Gel bir de benim gözümden bak' konumundayız." Yakınır gibi söylendikten sonra boğazını temizledi. "Eh, artık yüzüğü taktığına göre istemeye gelebilir miyiz ?"

Beklediğim bu soru karşısında ben de başımı omzuma doğru eğdim. "Sana net bir gün vermem için birkaç gün daha bekleyebilir misin ? Babamın bu haberi sindirmesini istiyorum da." Ömer başını bir kez eğip nefesini sesli bir şekilde verdi. "Ne yapalım, o kadar bekledik. Birkaç gün daha bekleriz."

Anlayışına karşılık ona sarılmak istediğimi fark ettiğimde bir an duraksadım. Sanırım birlikte zaman geçirdikçe, hislerimiz daha çok oturdukça, artık kendime, hareketlerime mukayyet olmak çok daha zor bir hâl alıyordu.

Kollarımı, ona uzanmasınlar diye kendi bedenime doladım ama bakışlarım hâlâ onun yüzündeydi. Ömer ara ara hâlâ parmağımdaki yüzüğe bakıp gülümsüyor ve bakışlarını benim üzerimden bir lahza ayırmıyordu.

Zaman, onun yanında hep olduğu gibi hızla geçip giderken Ömer, bir ara babasının çağırması üzerine yanımızdan ayrılmıştı. Biz de Deniz ile birlikte annemlerin yanına gitmiş, ve yarım saat kadar sonra da eve gitmek üzere düğün yerinden ayrılmıştık.

Annem, Nesrin teyze ve teyzem bizden biraz daha önde ilerlerken ben, Deniz ve Begüm ise arkalarından aramızdaki mesafeyi açmadan onları takip ediyorduk. Begüm ve Deniz yine sosyal medyadaki popüler videolar üzerinden birbirlerine takılıp, replikler söyleyerek sohbet ediyor ve gülüşüyorlardı. Ben ise onlara nazaran daha sessiz bir şekilde yürüyordum. Çünkü bahsettikleri çoğu videodan haberdar değildim ve kafam doluydu. Aheste adımlarım ara sokaktan gelen, fısıltıdan hâllice konuşmalarla yavaşlarken kaşlarım hafifçe çatıldı. Kızlar arkada kaldığımı fark etmeden yürümeye devam ederken durup konuşan kişileri izleme sebebim de o kişilerden birinin Ömer olmasıydı. Ara sokakta, yanan sokak lambasının az berisindeydiler.

"Evleneceksin yani onunla, öyle mi ?" Ömer, kendisine gelen soruya karşılık nefesini sesli bir şekilde verdi. Genel olarak sessizliğin hakim olduğu sokakta beni fark etmemelerinin bir sebebi de beni karanlığın örtmesiydi. İçimden bu karanlığa teşekkür ederken, Ömer gür sesiyle burada olan iki kişinin de dikkatini çekmeyi başardı.

"Ezgi, ben sana sen benim kardeşim gibisin, diyorum. Defalarca da dedim. Neden böyle yapıyorsun ?"

Ezgi elini yüzüne götürüp yanağını sildi ve başını iki yana salladı. Onun ağlamasına ne üzülebildim, ne de ağlaması bana keyif verdi. Öylece onları izlemeye, bir kadının sevdiğim adama olan sevgisini dinlemeye devam ettim. "Neden ama neden ? Neden ben değil de o ? Onun kadar güzel değil miyim ? Onun kadar başarılı değilim diye mi yoksa ? Sordum, öğrendim, o da benimle aynı yaştaymış. Neden ben kardeşin gibiyim de o sevdiğin kadın ?!" Titreyen çenesine elleri de eşlik etmeye başladığında Ömer ellerini kaldırdı ve ne yapacağını bilemiyormuş gibi bir an hareketsiz kaldı. "Ezgi, bence bu konuşma daha fazla uzamamalı. Ne ben sana istediğin cevapları vereceğim, anladığım kadarıyla ne de sen benim duymak istemediğim soruları sormaktan vazgeçeceksin. O yüzden bu konu burada sonsuza dek kapansın." Bir an duraksadı, her ne söyleyecekse tereddüt etti ama söylemeye karar verdi. "Ve rica ediyorum, Bihter'in kulağına gitmesin. Durduk yere huzursuz olsun istemiyorum."

Ezgi olduğu yerde sallandı, küçük bir çocuk gibi burnunu çekerken başıyla Ömer'i onayladı. Hıçkırmamak için olsa gerek, ağzını bir kez bile açmadı, hatta dudaklarını birbirine bastırdı. Kararsızca sağ elini kaldırıp el sallayacak oldu, fakat saniyeler içinde bundan da vazgeçti. Usul usul Ömer'in karşısından çekilip benim olduğum tarafın tam tersi istikametinde sokağın sonuna doğru yürümeye başladı. Ömer, Ezgi'nin gidişinin ardından ellerini yüzüne kapatıp sert hareketlerle yüzünü sıvazlarken, Ezgi de karanlığın içinde kayboldu. Ömer, canı sıkkın olduğu her hâlinden belli olan görünüşüyle benden tarafa döndüğünde önce birisinin varlığına karşı kaşları çatıldı. Sonra bana doğru biraz daha yaklaşıp benim olduğumu anlar anlamaz olduğu yerde durdu. Konuştuklarını duyduğumu düşündüğü, yüz ifadesindeki o durgunluktan belliydi. Fakat ben konuştuklarının muhtemelen sadece sonuna denk gelebilmiştim.

"Bihter," Ömer yutkundu ve tekrar harekete geçip aramızda birkaç adımlık bir mesafe kalana kadar yaklaştı. "Gerçekten, tamamen senin rahatsız olmaman için söylemedim. Hatta ben eve gidiyordum, o birden karşıma çıkıp konuşmak iste-" Elimi havaya kaldırıp başımı hafifçe iki yana salladığımda, sözleri havada asılı kaldı, başladığı cümlesine devam edemedi. Omuzları, onu yanlış anladığımı düşündüğünden olsa gerek çökerken, benim omuzlarım hafifçe yukarı kalktı. Onu yanlış anlamamdan korktuğu, sadece feri sönen bakışlarından dahi belliydi.

"Ömer, ben senden uzun uzadıya bir açıklama beklemiyorum. Benim senden yana bir şüphem yok." Başımı omzuma doğru eğip, bunun için oldukça uğraş verdiğim bir durumu da içinin rahatlaması için itiraf etmeye karar verdim. "Hem, seviyor diye insan suçlanmaz ya. Onun da elinde değil sonuçta." Kısık çıkan sesim, sessiz sakin sokaktan dolayı rahatça duyuldu.

Ömer nefesini sesli bir şekilde verip benim gibi başını omzuna doğru eğdi ve gülümsedi. "Bu saate açık nikâh dairesi de yoktur değil mi ?"

Konunun değişme hızına karşı kaşlarım hafifçe çatılırken yutkundum. "Ya ya, zaten onlar da kapıda bizi bekliyorlardır eminim." Şakalaştığımı belli etmek için ses tonumu biraz kalınlaştırıp konuştum. "Bihter Hanım ve Ömer Bey, buyurun. Nikâh salonumuz bu tarafta." Ellerimle gösterdiğim, evlerimizin olduğu sokağı göstererek konuştuğumda Ömer kahkaha attı. İkimiz de bu konunun uzamaması hususunda hemfikir olduğumuzdan olsa gerek, sözsüz bir anlaşma ile o konuyu kapatıp aheste adımlarda yürümeye başladık. Şakalaşarak yavaş adımlarımıza rağmen hızla tükettiğimiz yolun, Ömer'in eve daha yeni taşındığımızda onların olduğunu ve evlendiğimiz takdirde orada yaşayabileceğimizi laf arasında söylediği evin önünden geçerken, sözlerini bu sefer gerçekten tekrarladı.

"Bir ara bu eve de bakalım olur mu ? Beğenirsen burada da yaşayabiliriz." Onu başımla onayladığımda bu sokağa iyice alıştığımı çok sevdiğimi fark ettim. Hem, yolun sonu denizi vaad ediyordu, insan nasıl sevmezdi ki ?

Ömer, aldığı cevaptan memnun bir şekilde ikimizle, hayatımızla ilgili daha bir sürü hayallerini anlatırken, çok da uzun olmayan o yolu hızla tamamladık. Evlerin önüne geldiğimizdeyse Begüm ve Deniz'in yokluğumu ancak fark etmeleri üzerine beni aramaya çıktıklarını gördük. Her ne kadar beni aradıklarını ve ulaşamadıklarını, bu yüzden endişe ettiklerini söyleyip beni azarlaslar da onlara aldırmadım. Ben de onlara yokluğumu ancak mı fark ettiklerine dair azar çekebilirdim fakat şu an leyla gibi olduğumdan bununla da uğraşmadım. Ömer ile evlerin önünde birbirimize veda edip ayrıldığımızda, Ömer'in eve girmesiyle iç çekerek birkaç saniye kapanan kapıya baktım. Ardından bizim evin olduğu yöne, önüme döndüm. Bakışlarım, direkt kapıda beni sorguya çekmeye çalışacakları her hâllerinden belli olan ikiliye takılırken duraksadım. "Ne ?" Safça verdiğim tepkiye karşı Deniz nefesini sesli bir şekilde verip başını iki yana salladığını görürken Begüm sağ koluma girip beni eve doğru beraberinde götürmeye başladı. "Gel bakalım Leyla, neler oldu bu akşam anlat bize."

 

-Bölüm Sonu-

 

Selamün aleyküm, herkese merhaba! Yazmakta çok zorlandığım bir dönemin ardından ben geldim. O dönemi atlatabildim mi bilemiyorum ama ciddi mânâda yazamadım doğru düzgün bir şeyler. Yazamadığım gibi okuyamadım da. Umarım artık daha seri yazabilir ve okuyabilirim. Benim de umudum bu yönde. 🥺

Her neyse, derdimi kısaca açıklamanın ardından yine bir nebze daha iyi hissediyorum. Umarım anlayış gösterirsiniz. Ve umarım keyif alarak okuduğunuz bir bölüm olmuştur.

Okuyan, oylayan herkese çok teşekkür ederim! Bol bol yorumları bekliyoruuuuum 🐿️

Allah'a emanet olunuz! 🦋

 

Bölüm : 14.10.2024 23:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...