15. Bölüm

15. Bölüm

Uykusuz Dengesiz
uuykusuzvedengesiz

"Seni anan benim için doğurmuş canım, Hamurunu benim için yoğurmuş canım!"

Begüm'üm elindeki toz bezini sallayarak başını çektiği halay topluluğunun aksamaksızın artarak devam eden ritmi, Pelin ablanın çaldığı zılgıtlar ile iyice tavan yaparken tek derdim bu hengamenin sonunda serçe parmağımın hâlâ benimle olduğunu görmekti. Zira son birkaç dakikadır olması gereken yerde olduğunu hissetmemeye başlamıştım. Zaten yorgunluktan nereye çekilse oraya giden bedenim de gücünün son demlerindeydi.

"Allah rızası için beni artık bir salın... Ne olur, lütfen."

Kısık çıkan sızlanmalarım son ses çalan şarkının nakaratında kaybolup giderken dakikalar sonra nihayet yüzüme bakmayı düşünen bir insan evladı, ki bu insan evladı Pelin abla oluyordu, şarkının sesini ortamın havasına tezat bir şekilde usulca kıstı. Merhamet dolu bir ifade ile tebessüm ederek başını omzuna doğru eğdi. Belki de kendisinin de kısa zaman önce bu yorgunlukları atlatmasından sebeptir, yorgunluğumu yalnızca o fark etmişti. Diğerleri kendini oluşan ritme o denli kaptırmalarından sebep Pelin abla bana ilerleyip dibime girene kadar ne olduğunu anlamayamamıştılar bile.

"Ah kuşum benim, o kadar sinir stresin üstüne sabahtan beri bir de temizlik yapıyorsun. Üstelik akşama söz merasimin var."

Elimdeki beze uzanıp bezi vileda kovasına atarken ellerini sırtıma koyarak bedenimi merdivenlere yönlendirdi.

"Hadi git birkaç saat dinlen sen. Akşama yorgunluktan kahve yaparken ocağın başında uyuya kalıverirsin bak sonra."

Yüzümde oluşan minnet dolu tebessüm ile elimi koluna atarak hafifçe okşadım. Ve eminim ki benim içimden geçen tüm o minnet dolu hisleri, ifadeleri bakışlarımdan yüzüne söylemişim gibi anladı. Gözlerini ağırca bir kez açıp kapatarak benim gibi gülümsedi. Olanlar ve olacakların binbir türlü ihtimallerinden uykusuz geçirdiğim bir gecenin ardından yoğun bir tempo ile devam eden bu güne biraz olsun ara vermek çok iyi gelecekti.

Ayaklarımı yere sürüye sürüye merdivenleri çıkarken bedenim bir o yana bir bu yana salınarak ilerliyordu. Çünkü omuzlarımı dikip o merdivenleri çıkmaya dahi hâlim yoktu.

En nihayetinde biten basamakların ardından odamın kapısını görmem ile bir denizcinin karayı görmesi ile eşdeğer bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. İşte, kapı aralığından görünen yumuşacık yatağım oradaydı. Benden sadece birkaç adım uzakta... Bedenim ulaşmaya çalıştığı hedefi karşısında görmenin gazıyla anlık bir enerji ile yüklenirken birkaç adımda odaya girdim. Başımdaki tülbenti çıkarıp yatağımın ucuna bırakırken bedenimi de yıkılırcasına yatağıma teslim ettim. Sanki tüm kemiklerim bu anı bekliyormuş gibi sızım sızım sızlarken başımı yastığıma gömdüm. Gözlerim büyük bir huşu ile kapanırken tek istediğim şey biraz uyuyup dinlenebilmekti. Biraz olsun uyuyabilmek ve içimdeki bu heyecan fırtınasını da biraz olsun dindirebilmek...

Uykuyla uyanıklık arasındaki o ince çizgide, kendimi tam uykuya teslim edecekken duvara çarparcasına açılan kapı irkilerek yerimde zıplamama sebep olurken gözlerim aniden açıldı. Hızlanan kalp atışlarım ise ne olduğunu idrak edebildiğinde ancak hızlanmayı kesmişti.

"Hiiiii! Bihter! Ne işin var senin o yatakta!"

Annem şok içinde avazı çıktığı kadar bağırırken bakışlarım korku dolu bir hâlden bezgin bir hâle büründü. Başım bıkkınlıkla geri yastığımla buluşurken annem bugünün önemine ithafen önü ardı kesilmeyen nedenlerini sıralamaya devam ediyordu. En nihayetinde çalışan süpürge sesi de bu nedenlere eklendiğinde yılgın bir kabulleniş ile başımı kaldırdım. Fakat olabildiğince derdimi yansıttığım bakışlarım annemin üzerinde gezinirken annem oralı olmak şöyle dursun kendini yaptığı işe kaptırmış gidiyordu.

"A, ah! Pınar teyze! Sen neden uğraşıyorsun bununla! Ver o süpürgeyi lütfen sen bana! Ver bana!"

Pelin abla annemin arkasından dolanıp elindeki süpürgeyi kontrolü altına almaya çalışırken annem hayranlık dolu bakışlarını Pelin ablanın üzerinde dolaştırdı. Pelin abla ise annem fark bile etmeden elindeki süpürgeyi alıp kendisini odadan çıkarıverdi. Hemen ardından da bana dönüp tek gözünü kırparak odanın kapısını çekerek çıktı. Ve bu an benim için öyle duygusaldı ki... Yüzümde ağlamaklı bir ifade olduğundan çok emindim.

Ah anne, bugün ona hayran olan tek kişi sen değilsin...

Başımı yastığıma tekrar bırakmam ile uykuya dalmamın arası yalnızca saniyeler sürmüş olacak ki o arası bende hiç yoktu. Hatta öyle ağır bir uyku uyumuş olacaktım ki, ne bir rüya gördüğümü hatırlıyordum ne de bir ses duyduğumu. Kendime gelirken hissettiğim tek şey uyuyup dinlenmiş olmanın verdiği o hoş dinçlik hissiydi. Anlaşılan artık bedenim uyuduğum uykuyu kendine yeterli görmüş ve uyanmamın zamanı geldiğine karar vermişti.

Yatağımda olduğum pozisyonu çok bozmadan gerinmeye çalışırken dudaklarımda tatlı bir tebessüm oluştu. İşte istediğim sadece buydu, dinlenmeme yetecek kadar birkaç saatlik kısa bir uyku...

Birbirine yapışan gözlerimi kırpıştırarak aralarken önümdeki karanlığın geçmemesi ile derin bir nefes aldım ve yumruk yaptığım ellerimle hafifçe gözlerimi ovuşturdum. Ve sorun, tam olarak o anda başladı... Açtığımdan emin olduğum gözlerim alışkanlık ile pencereye kayarken tek gördüğüm şey kalın perdenin arasından sızan sokak lambasının cılız ışığıydı.

Hava kararmıştı. Bu da demek oluyordu ki akşam olmuştu. Akşam olunca ne olacaktı ? Beni istemeye geleceklerdi. Peki o zaman... Benim şu an bu yatakta olmam ne kadar normaldi ?

Zihnime bir bir akın eden düşünceler bana yaşattıkları travma niteliğindeki farkındalık ile buz gibi bir kova suyun başımdan aşağı dökülmesini sağlarken olduğum yerde acele hareketlerle toparlandım. Elim sanki bu durumu değiştirebilecekmiş gibi, endişe içinde perdeye giderken hızla perdeyi yana kaydırdım.

Allah'ım gerçekti!

Bu bir kabus değildi! Gerçekten gerçekti!

Ben, nişan günümde kendi odamda bir kenarda uyur vaziyette unutulmuştum!

Elim yaşadığım dehşet ile aralanan dudaklarımın üzerine kapanırken anlık yapabildiğim tek şey öylece kalakalmak oldu. Fakat neyseki zihnim hâlâ mantık yürütebilir durumda olacak ki bu durum çok uzun sürmedi. Derin bir nefes alarak elimi dudaklarımdan çekerken bakışlarım dalgınlıkla perdenin üzerinde gezindi. Mantıklı düşünmeliydim. Evet, mantıklı düşünmeliydim.

Öncelikle hâlâ birileri beni fark etmediğine ve bakmaya gelmediğine göre biraz da olsa hazırlanmak için vaktim olmalıydı. Ömerler geldiği hâlde beni odada unutacak hâlleri yoktu ya... Herkes unutsa Ömer unutmazdı bir kere...

Hemen sonrasında, Ömer ile konuştuklarımız aklıma geldi. Gelmeden yarım saat kadar önce mesaj atacağına dair anlaşmıştık. Bildirim sesi geldiği hâlde hâlâ uyumaya devam etmiş olacak değildim ya... Bu da önümdeki vaktin en azından yarım saat olduğunu kanıtlıyordu.

Derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmek adına yatağımdan kalkarken komodinimin üzerinde durduğundan habersiz olduğum telefonumun ekranı gelen bir bildirim ile aydınlandı. Aceleyle bir elimi uzatarak telefonuma uzanırken boşta olan elim ise stresle kalbimin üzerinde yerini aldı.

Umarım cevap vermeme sebebin yoğunluktandır gül güzelim. Yirmi dakikaya sizdeyiz :).

Bitmiştim. Tam anlamıyla rezil olmuştum. Hayatımın en güzel günlerinden birinin kıyısında, saçım başım dağınık öylece bekliyordum.

Ekranda gezinen bakışlarım Ömer'in verdiği zaman aralığına takılı kalırken zorlukla yutkundum. Bana olan o güzel hitabına bile sevinemedim.

"Ya sanki bir şeyi unuttuk. Bir şey eksik kaldı gibi ama ne olduğunu bulamıyorum. Umarım önemli bir şey değildir."

Kapının önünden geçerken duyduğum ve git gide azalan ses tonu ile kulaklarıma dolan sözler bizzat sevgili kardeşime aitti. Ve sanırım unuttukları o önemli olmamasını temenni ettiği detay ise bizatihi bendim.

Dişlerim yaşadığım stres ile dudaklarıma eziyet ederken derin bir nefes alarak birkaç adımda kapıya vardım. Araladığım kapı karanlık koridora açılırken, başka zaman olsa koşa koşa gideceğim o yolu bu defa korkusuzca ve rutin adımlarla bitirdim. Ruh hâlime tezat rutin adımlarla merdivenleri de arşınladığımda tam olarak salonun ortasındaydım.

Kurulacak olan organizasyon araç gereçleri kurulmuş, etraf tam da olması gerektiği gibi süslenmiş, salonun her yanı pirü-pak olmuştu. Kızların her biri mankenleri çatlatacak güzellikte giyinmiş, misafirleri ağırlamaya tastamam hazır vaziyetteydiler. Hepsinin yüzünde heyecanlı ama gururlu birer gülümseme asılıydı. Ta ki tek tek beni görene kadar...

Önce tüm salonu derin bir sessizlik kapladı. Sanki herkes nefesini tuttu ve nefes bile almadı. Bunun akabinde beni her görenin sırasıyla gülüşü soldu, bir görenin kendini yutkunmak zorunda hissettiği kısa bir süreç yaşandı. Ve nihayetinde ilk tepki sevgili kardeşimden, hemen sonrasında ise Pelin abladan geldi.

"Anaaaaa, ben bir şey unuttuğumuzu biliyordum işte!"

"Çabuk, çabuk bana buz bulun!"

🌺

"Ah Bihter ya! Biz seni nasıl unuttuk!"

Dolan gözlerim, üzerlerinde olan buzlardan dolayı belli olmazken sesli bir şekilde nefesimi verdim.

"İnanır mısınız, ben de bunu çok merak ediyorum Pelin abla."

Pelin abla da tıpkı benim gibi dertli bir nefes verirken araya Begüm'ün sesi girdi. "Ama ben bir şey unuttuğumuzu fark etmiştim abla biliyor musun ? Sadece bu 'unuttuğumuz şeyin' sen olduğunu hatırlayamamışım." Bu durumdan dolayı sanıyordum ki bir tebrik bekliyordu. Fakat bunu bekliyorsa bile beklediğini alamayacaktı. Zira patlayacak yer aradığımdan ve beni düşündüğü için Pelin ablayı suçlamayacağımdan bir numaralı kurban kendisiydi de haberi yoktu.

"Yeterli kuzum."

Pelin abla Begüm'ün eline dokunarak, yaptığı soğuk kompresi bıraktırırken aceleyle yüzümü bir peçete ile kuruladı ve yüzüme sürdüğü nemlendiriciyi yaymaya başladı. Umuyordum ki yaptıkları soğuk kompres biraz olsun ise yaramıştı. Zira gözlerimin şişliğini gören herkes bu evliliği zorla yapacağımı düşünebilirdi.

Bacağım stresle sallanırken tek isteğim yetişebilmekti. Şu raddede mükemmel gözükmek benim için öncelikli amaç olmadığından evet, tek isteğim yetişebilmekti. Kucağımdaki telefonumu karşımda kaldırarak saate bakarken de umudum bunun için biraz daha vaktimizin olduğunu görmekti. Fakat Ömer'in attığı mesajdan yola çıkarak gelmelerine yalnızca on dakikadan az bir süre kaldığını görmek, maalesef ki beni daha da strese sürüklemekten başka bir işe yaramamıştı.

"Yok, yok kesin biz yetişemeyeceğiz!" Ağlar tonda çıkan sesim derin bir acı ile bezenirken kolumda teselli edici bir el hissettim. Hemen ardından da Deniz'in yatıştırıcı tondaki sesi doldu odaya.

"Merak etme Bihter kuşum, eminim Ömer seni bu hâlinle de beğenir."

Dudaklarımın arasından sıkıntılı bir nefes verirken hıçkıra hıçkıra ağlamanın tam olarak kıyısındaydım. Hüngür şakır ağlamam şu an o kadar yakındı ki, yüz ifademi dahi artık düz tutmakta zorlandıyordum.

"Eeeeeh, yeter be! Kızı ağlatmaya ant mı içtiniz ? Ya doğru düzgün teselli edin, ya da sonsuza kadar susun!"

Pelin abla yine ve yine, bu akşam bitince ona kocaman sarılacaktım, ruh hâlimi en çok düşünen kişi olurken yaptığı çıkış Begüm'ü de, Deniz'i de susturmaya yetmişti. Hatta öyle ki, bu çıkışın ardından odada bir çıt sesi dahi duyulmadı. O ise derin bir nefes alarak beni hazırlamaya devam etti. Ve tam 8 dakika içinde, tam da hayal ettiğim gibi doğal duran, çok hafif yaptığı makyajını bitirmişti. Sekiz dakikanın sonunda eserinden gurur duyan bir sanatçı edasıyla gülümseyerek geri çekilirken de yüzünde memnun bir ifade vardı.

"Bihter, o kadar güzelsin ki Ömer seni karşısında görünce heyecandan düşüp bayılabilir."

Deniz hevesle başını sallayıp sıranın kendisine gelmesinden mütevellit bana yaklaşırken elinde siyah bir bone ve takacağım şalım vardı. İki dakika içinde Deniz'de işini çabucak hâllettiğinde oturduğum sandalyeden kalkarak odadaki aynanın önüne geçtim. Heyecanla çarpan kalbim göğüs kafesimi zorluyordu. Gözlerim, sanki az önce ağlamanın kıyısında yaşlarla dolan onlar değilmiş gibi yetişmenin verdiği rahatlıkla parıl parıl parlıyorlardı.

Derin bir nefes alarak arkamı dönüp ellerimle eteklerimi düzeltirken karşımda pür dikkat beni izleyen üçlüde gezdirdim gözlerimi tek tek. Her birinin yüzünden beni beğendiklerini okumak çok zor değildi fakat yine de sordum. Zira görmek ayrı, duymak ayrı şeylerdi.

"Nasıl oldum ? Güzel oldum mu yani ?"

Pelin abla yüzünde 'E yani' dercesine bir ifade ile başını salladı. Gece sonunda kendimi gerçekten tutamayacak ve sıkı sık sarılacaktım bu kadına!

"Vallahi ne yalan söyleyeyim, camdan Ömer abi ile aranda bir ilişki olması ihtimalini duyunca bile çok şaşırmıştım. Ve şimdi karşımdasın, dakikalar sonra nişanlanacaksın." Begüm daha fazla devam edemeyecekmiş gibi işaret parmağını havaya kaldırdı, arkasını dönerek makyajına zarar vermeden burnunu silmeye çalıştı ve hemen ardından burnunu çekerek tekrar bana döndü. "Prenses kişiliğim bunu gözlerinizin önünde yapmama izin vermedi de," diyerek elindeki peçeteyi katlayıp masanın yanındaki çöp kutusuna attı. Herkesin tek tek birbiri ile bakıştığı kısa bir an yaşandı.

"Eeeee ?"

Begüm Deniz'e dönerek başını iki yana salladı. "Ne eeeee ?" diyerek de beden dilini destekledi. Deniz gözlerini devirerek elini hafifçe alnına vurdu. "Yavrucuğum, ablana hitaben bir konuşma yapıyordun ya hani." diyerek ufak bir hatırlatmada bulundu.

"Ay yok ya hu, vazgeçtim konuşmayacağım. Devam edersem ağlarım falan şimdi, vazgeçtim, hiç gerek yok."

Deniz'in dudakları hafifçe aralandı, sanırım bir şeyler söyleyecekti fakat vazgeçti. Derin bir nefes aldı ve gülümseyerek bana döndü. "Bihter, sanki Ece'nin seni Ömer ile yakıştırmasını bana anlatışın daha dün gibi. Zaman ne ara geçti, siz ne ara bu konuma geldiniz hiç anlamadım." Bakışları sevgiyle yüzümde dolaşırken kollarını bedenime dolamadı fakat ben yine de sarılmış gibi hissettim. "Ama o kadar güzel oldunuz ki, yan yana geldiğinizde sizi yakıştırmamak mümkün değil gibi. Birbirinize çok güzel bakıyorsunuz, çok güzel gülüyorsunuz." Birkaç küçük adımda yanımda biterken bu defa kollarını bedenime sardı. "İnşAllah her zaman mutlu olursunuz. Aranıza kırgınlık, kızgınlık girmez ve bir ömür birbirinize böyle sevgiyle bakmaya devam edersiniz."

Güzel dualarının her birine birer amin derken iç çekerek bende ona kollarımı doladım. Aramızda çocukluğumuzdan süregelen bu bağ belki de gerçekten süt kardeşi olduğumuzdan kaynaklıydı.

"Abla çıktılar evden, çabuk koş!"

Begüm, bakışları pencerenin kenarından azıcık araladığı perdenin ardında dolanırken elini sallayarak beni de yanına davet ediyordu. Elbisemin el verdiği kadar hızlı adımlarla bende hemen yanında yerimi aldığımda gözlerim direkt Ömer'i buldu. Buradan bile belli olan stresi ikide bir boyundaki kravatını çekiştirmesine sebep olurken derin bir nefes aldı. Bir elinde zar zor tuttuğu çiçekler varken bir elini göğsünün sol yanına yaslamak ile meşguldü.

"Vazoda mı çiçek almış o ? Ben mi yanlış görüyorum."

Bakışlarım Deniz'in sözleri ile Ömer'in elinde tuttuğu çiçeklere kayarken kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Zira Deniz yanlış görmüyordu, Ömer'in elindeki çiçekler orta boy, uzaktan şeffaf gibi duran bir vazonun içinde duruyordu.

"Ve bende yanlış görmüyorsam getirdiği çiçekler begonvil gibi mi duruyor ?"

Pelin abla da şaşkınlıkla sohbete dahil olurken sevgili kardeşim burun kıvırarak araya girdi. "Çiçekleri yan sokaktan mı koparmış gelirken ? Begonvil alınır mı ya hu kız istemeye giderken ?" Ayıp olmaması adına hafifçe Pelin ablaya döndü. "Senin akraban olduğu için alınma lütfen abla." Pelin abla eminim Begüm'ün patavatsız sözlerini çocukluğuna vermişti. Bu yüzden yalnızca gülümsemekle yetindi.

"Ömer ile birlikte ilk o sokakta yürüdük, sohbet ettik biz. İlk orada gülüşünü gördüm ben. İlk o gün Ece'nin yaptığı yüzükler ile bağlanmıştı aslında kalplerimiz birbirine." İç çekerek dudaklarımda birer çiçek gibi açan gülüşlerimi serbest bıraktım. "Ve bu gece gerçekten o yüzükleri parmaklarımıza takacağız. Yani bu bir hayalin gerçekleşmesi gibi. O günkü çiçekler de bu güne eşlik etsin istemiş olmalı."

Sözlerimi bitirdikten sonra bakışlarımı zar zor camdan çekerken sessizliğe gömülen kızlara göz attım. Hiçbiri bunun altından böyle bir sebep çıkmasını beklemiyor olacak ki hepsinin yüzünde aynı yüz ifadesi vardı; derin bir şaşkınlık ve buna eşlik eden büyük bir hayranlık...

Bakışlarımı onlardan çekerken zil sesi evin içine dolduğunda sağ elim hızla kalbimin üzerine kapaklandı. Gelmişlerdi! Ömer ışınlanmayı mı bulmuştu, ben olduğum yerde fazla uzun bir içsel durum mu yaşamıştım bilmiyordum fakat daha saniyeler önce evden daha yeni çıktıklarına yemin edebilirdim.

"Ay geldiler! Gerçekten geldiler!" Ellerimi ateşe değmiş gibi hızla sallarken yanaklarımın git gide ısındığını hissediyordum. Umuyordum ki fondötenin hafif kapatıcılığından dahi sıyrılarak belli olmazdı.

"Tamam, tamam sakin ol. Çok güzel oldun. Yetiştin. Her şey yolunda." Pelin abla eliyle kolumu sıvazlarken sakin ses tonuyla beni de yatıştırmaya çalışıyordu. Lakin ne bu sakin ses tonu, ne de bu rahatlatma cümleleri, hiçbiri göğsümü hızla döven kalbimin atışlarını düzene sokmaya yetmiyordu.

"Abla hadi, ikinci defa çalıyorlar zili."

Almam gereken komut buymuş gibi bedenim nihayet hareketlendiğinde elbisemin eteklerini tutarak merdivenleri indim. Annem, babam ve teyzem kapıda yerlerini almış sıralarını beklerken iki adımda kapıya vardım ve bir kez daha zili çalmalarına gerek kalmadan kapıyı araladım. Gözlerim önce en önde, elinde gerçekten bir vazo çiçek ile dikilen Ömer ile kesişti. Bakışlarım bir anlık çiçeğe kaydı fakat ışıl ışıl gülümsemesi buna fırsat tanımak istemezmiş gibi tekrar yüzüne bakmam için parlıyordu sanki. Ve daha dakikalar önce göğsüme hızla çarpan kalbim... Sakinleşmesi için ihtiyacı olan ilacına kavuşmuş gibi ferahlık içindeydi şimdi. Sanki ihtiyacı olan tek şey onun gülüşünü görmekmiş gibi, onunla göz göze gelmek bile yeterliymiş gibi...

"Bunu bizim için aldım," derin bir nefes aldı ve boşta olan avuç içini çaktırmamaya çalışarak hafifçe pantolonuna sürttü. Hemen sonrasında ise heyecandan titreyen sesi ile kararsızlıkla mırıldandı. "Birçok çiçek vardı ama begonvil aldım. Sonrasında evimizin bahçesine ekebiliriz diye."

Zannediyordum ki yaşadığı kararsızlık elinde tuttuğu çiçeğe verecek olduğum tepkim konusundaki endişesinden kaynaklıydı. Fakat bu düşüncesi benim o kadar hoşuma gitmişti ki birkaç saniye boyunca yalnızca kocaman gülümseyebildim.

"Tıpkı hayal ettiğimiz gibi."

Dudaklarım arasından çıkan sözlere başını sallayarak onay verirken onunda dudaklarında tıpkı benimki gibi güzel bir gülümseme filizlendi. Omuzları tepkim ile birlikte yaşadığı rahatlıktan mütevellit çökerken yaşadığımız bu hoş anı Begüm'ün pervasız tepkisi böldü.

"Oha, e bu çok romantik."

Begüm'ün sözleri annemin yüksek sesli boğaz temizleme sesine karışırken, babam mevzunun daha fazla uzamasına engel olmak amacıyla dudaklarındaki tebessüm ile Ömer'e yöneldi.

"Hoş geldin oğlum,"

Ömer vazoyu bana vererek sırasını savarken babamın kendisine uzattığı eli sıktı ve tokalaşarak dudaklarındaki gülümseme ile diğerleri ile de görüşmeye başladı. Sanırım dün yaşanan talihsiz olaylar, babamda da beklenmeyecek seviyede bir hoşgörüye sebep olmuştu.

Ömer ile başlayan selamlaşma faslı aile büyükleri ve yakın akrabalar ile devam ederken yüzümdeki gülümsemeyi eksik etmemeye çalışıyordum. Zira burada bulunan herkes bizim mutluluğumuza ortak olmak için buradaydı.

"Tü tü tüh maaşAllah!" Ömer'in teyzesi olduğunu öğrendiğim teyze hayranlıkla beni süzerken samimiyetimi bozmadan tebessüm etmeye çalıştım. Stresten bunun için bile durup ağlayabilirdim fakat kendimi sıkıyordum. Aslında ortada stres olacak bir şey de yoktu zira babam sakindi, ortama devam eden rutin ve hoş bir konuşma hakimdi, herkesin yüzünde samimi birer gülümseme vardı. Belki neredeyse kendi sözüme geç kalıyor olmanın verdiği o gerilimi atamamıştım üstümden bilemiyordum fakat dakikalar içinde kendimi sıkmaktan kilometrelerce yol koşmuşum gibi yorgun hissediyordum.

"Aaaaa! Aynı bize okuduğunuz masallardaki prensesler gibi olmuşsunuz siz öğretmenim!"

Küçük görümcemin sesi tüm salonu neşesiyle doldururken Ece'nin sesini duymak, tanıdık bir kişinin verdiği o müthiş güveni verdi. Ve sanki omuzlarımdaki yük ihtiyacım olan şey buymuş gibi bir anda hafifleyiverdi. Gerçekten, belki de ihtiyacım olan tek şey bir çocuğun masumiyet dolu hayranlığıydı.

Yüzündeki o mükemmel gülümseme, küçük dudaklarının üzerine şaşkınlıkla kapanan o küçük eller ve üzerimden bir lahza ayrılmayan o parlak bakışlar... Başıma tüm bu işleri açan, benim küçük çöpçatanımdı.

Yüzündeki gülümseme bulaşıcı bir durummuş gibi bana da geçerken dizlerimi kırarak eğildim ve kollarımı hafifçe minik bedenine doladım.

"Hoş geldin, Ece."

Minik ellerini kollarımda kısa bir süre hissetmemin ardından, aynı eller kollarımı birkaç defa pışpışlayarak bedenimden ayrıldı.

"Öğretmenim elbiseniz karışacak kalkın lütfen! Prensesler'in elbiseleri ütülü olmalı!"

Onay beklercesine annesine döndü. Kendisine tembihlenen ne varsa, yine tüm açık sözlülüğü ile ne varsa ortaya dökmekten geri durmadı. "Annem de benimkini ütüledi hatta, değil mi anne ? Sakın oradan oraya koşturma yoksa elbisen kırışır, prenseslerin elbiseleri her daim düzgün olmalı, dedi."

Nesrin teyze derin bir nefes alarak başını omzuna eğmiş, dudaklarını birbirine bastırmış bir hâlde umutsuz bir vakayı inceler gibi kızına bakarken, bir anlık göz göze gelişimizle gülümsedi ve omuzlarını silkmek ile yetindi.

"Artık tanıdın, gördün işte kızım. Bu model de böyle oldu."

Nesrin teyzenin mahcup bir tavırla mırıldanmasına karşılık samimiyetle ona sarıldım. Biliyordum, Ece biraz böyleydi. Henüz nerede ne söylemesi gerektiğini tam kestiremiyordu. Yaptığı gafları meşhurdu. Her an her yerde, her koşulda birilerini rezil etme kapasitesine sahipti fakat iyi niyetinden ve güzel kabinden şüphem yoktu. Belki biraz kurnazdı. O da biraz, küçücük...

"Öğretmenim, artık abimle aynı yüzükten takacaksınız ya,"

Merakla bakan yüzüne yumuşak bir ifadeyle karşılık verirken devam etmesi adına başımı bir kez eğdim. Aldığı onayla birlikte hevesle cümlesini tamamladı.

"Artık yengem olmuş olacaksınız değil mi ?"

Başımı aşağı yukarı sallarken beden dilime sesli bir onay da eşlik etti. "Evet, tam olarak yengen olmuş olacağım."

Yumruk yaptığı elini hırsla kendine çekerken prensesliğini bir kenera bırakmış gibiydi. "Evet, evet, evet! Okula gider gitmez bunu Emel'e söyleyeceğim! Öğretmenim benim yengem oldu diyeceğim!" Zıplaya zıplaya içeriye ilerlerken Nesrin teyze de Ece'yi uyararak peşinden ilerledi. Peşi sıra Osman amca, Ömer'in eniştesi ve iki kuzeni de içeriye geçtikten sonra kapıyı kapattım. Girişte asılı olan boy aynasından içeriye geçmeden son bir kez üstümü başımı kontrol ettim ve elbisemin eteklerini düzelterek salona geçtim.

Kısa bir süre ortama havadan sudan muhabbetler hakim olurken dakikalar geçtikçe süregelen bu sohbette bitmeye yüz tutmuştu. Zaten gençler kendi aralarında, yetişkinler kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Ece ara ara abisine bu geceyi arkadaşlarına nasıl anlatacağının provasını yapıyordu. Ömer bir yandan Ece'yi dinliyor bir yandan da bakışlarını elinden geldiğince bende tutmaya çalışıyordu. Ben ise ilk anlara oranla azalan heyecanım ile kızlarla laflıyordum, ki bir elektrik akımı gibi herkesin yanındakinin kolunu dürttüğü bir furya yaşanana dek... Bakışlarım bu akımı başlatan kişiye, anneme çevrildiğinde annem yüzündeki imalı gülümsemesi ile başını hafifçe omzuna doğru eğdiğini fark ettim. Bu hareketi ile komutunu almış bir robot misali usulca hareketlendiğimde kızlar da peşi sıra arkamdan mutfağa gelmeye başladı.

"Şimdi," Pelin abla bu gecenin kahramanı olmakta kararlı bir şekilde hâkimiyeti eline aldığında hepimiz onun buyruğu altına girmeye hazır ve nazırdık. "İkramlıklar hazırdı zaten, herkese bir görev veriyorum hemen o yüzden. Deniz tuzluları sen koy, tatlıları ben koyarım. Begüm sen de kahve yapımında ablana yardım et gülüm."

Herkes görevini kabullenerek iş başına geçerken kapı tarafından ince bir ses de bize ortak oldu. "Ben de yardım edebilir miyim öğretmenim ?" Sevgili örümceğim tüm tatlılığı ile kapı eşiğinde mutfağın kargaşasına karışmak için hevesle beklerken onu reddetmek pek de mümkün değildi.

"Gel hadi," Elimle yanıma çağırıp birkaç adımda dibimde bitmesini beklerken yanıma gelmesi ile mutfağa kısa bir göz gezdirdim. Gözlerim aklıma gelen eksiklik ile kısılırken bakışlarım en nihayetinde Ece'yi buldu. "Aslında, önce içeriye gidip kimin nasıl kahve içeceğini sorabilirsin. Sonra sade içeceklerin ve şekerli içeceklerin sayılarını bana söylersin ve bende kahveleri yaparım olur mu ?"

Ona verdiğim görevi değerlendirme gereksinimi bile duymadan onaylarken koşa koşa bir hışım salona gitti. Saniyeler sonra ise salondan son ses bir soru duyuldu. "Herkes beni bir dinleyebilir mi ?" Salon Ece'nin o harika sorusu ile sessizleşirken, Allah'tan topluluk önünde konuşmak ile ilgili zerre sorunu yoktu, kısaca boğazını temizledi. Şu an yapacağı o minik konuşma için bile saçlarını düzeltip duruşunu dikleştirdiği hâli zihnimde canlanıyordu.

"Bihter öğretmenimin kaç kişi şekerli kaç kişi şekersiz kahve içecek öğrenmesi gerek." Yaptığı kısa açıklama yüzümde mahcup bir gülümsemeye sebep oldu. Umuyordum ki misafirlere ayıp olmuyordu. "Önce şekerli içmek isteyenler el kaldırsın."

Salonun sessizliği birkaç kıkırtı ile sekteye uğrarken Ece buna hiç takılmadı. Zira çok geçmeden aynı soruyu şekersiz içmek isteyenler için sormakta da bu yüzden bir beis görmedi. "Şimdi sırada şekersiz içmek isteyenler var. Kimler şekersiz içmek ister ?"

Usulca mutfağın kapısına yaklaşıp salonun eşiğinde durmuş parmağıyla el kaldıranları saymasını izledim. Kısa bir süre içinde bunu da bitirdiğinde kendi kendine sayıları tekrarlayarak geri mutfağa döndü. Her ne kadar özgüvenli bir çocuk olsa da, çekinme ihtimaline karşılık kapıdan geri çekildim ve mutfağa girip sayıları bana bildirmesini bekledim.

"Öğretmenim, 6 kişi şekerli, 3 kişi de şekersiz içecekmiş." Bir sır verecekmiş gibi bana iyice yaklaştı, minik elini dudaklarına siper ederek hin bir ifade ile kıkırdayarak muzipliğini yerine getirdi. "Abim de şekersiz içer ama onun ki tuzlu olacak değil mi ? Aynı damat videolarındaki gibi."

Daha önce de değindiği bu 'damat videoları' mevzusunu bir ara öğrenmeyi aklıma yazarken nazlı nazlı omuzlarımı silktim. "Ama ben kıyamam ki abine." Onun pekâlâ abisine kıyabileceğini elbette biliyordum. Amacım, tuzlu kahve bekleyen abisine tuzlu kahve yapmayacağım haberini uçurarak onu biraz olsun rahatlatmaktı. Fakat beklediğim gibi olmadı, Ece öğrendiği bu yeni bilgiyi abisi ile koşarak paylaşmak yerine düşünceler içinde bir kenara çekildi.

Ömer, çekilecek çilen varmış canımın içi...

İç çekerek Ece'yi kendi hâline bırakıp ocağın başına geçerken mutfaktaki hummalı çalışma da bir yandan sürmekteydi. Aradan birkaç dakika geçti. Tabaklar hazırlandı, kahveler pişti ve fincanlara pay edildi. Deniz misafirlerin kahvelerini önden götürürken ben de ufak bir tepsiye Ömer'in herkesten gizli, iki arada bir derede bal kattığım kahvesini, suyunu ve bir de ufak bir sosluğun içinde lokum koydum. Tepsiyi almadan önce heyecandan hafifçe titreyen ellerimi açıp kapatarak bir nebze olsun heyecanımı yatıştırmaya çalıştım.

Allah'ım! Resmen sevdiğim adamla evliliğe ilk adımı atıyordum!

"Ay yok, dökerim ben böyle! Nasıl götüreceğim içeriye ben bunu!"

Dehşet içinde dudaklarımdan firar eden kelimeler mutfaktaki herkesi güldürürken, "Abla, misafirler kahvelerini bitirmek üzere." diyerek mutfağa giren kardeşim ile artık battı balık yan gider hesabı tepsiyi tezgahın üstünden aldım. Allah'tan hareket ederken tepsideki titreme çok göze batmıyordu.

Mutfaktan çıkıp salona gelmem yalnızca birkaç saniye sürmüştü. Büyük ihtimal tüm salonun gözleri üzerimdeydi fakat benim odağım tam karşımda, pür dikkat gözlerini üzerimde gezdiren adamdaydı. Son sürat yüksek düzeyde salgılanan hormonlarım zihnimi dış dünyaya kapatırken olduğum an da yalnızca biz vardık. Bu yüzden ona kahveyi ikram etmem de, onun da tıpkı benim gibi titreyen elleriyle kahveyi alıp sehpaya koyması da eminim anlayamadığımız bir zaman dilimi içinde kayboldu gitti. Ben de daha fazla oyalanmadan yanındaki sandalyeye şükürler ederek çöktüm.

Kahveyi dökmeden ona verebildiğim için şükür,

Kazasız belasız bu ana gelebildiğimiz için şükür,

Herkesin yüzünün güldüğü için şükür.

"Abi! Abi buraya bakmalısın! Abi buraya, buraya!"

Ece olduğu yerde zıplayarak tahminimce video çektiği telefonu işaret ederek kendini abisine göstermeye çalışırken abisi çok başka diyarlardaydı. Fakat yine de kardeşini kırmadı, eline aldığı kahvesini yudumlamadan hemen önce bakışlarını kardeşinin elinde tuttuğu telefona çevirdi.

Bakışlarım merakla yüzündeki ifadeye odaklanırken Ömer kahvesinden büyük bir yudum aldı. Aldığı tat ile birlikte yüzünde garip bir ifade oluştu fakat bu durum da çok uzun sürmedi, saniyeler içerisinde kendisini toparlayıp gülümsedi. İhtiyacım olan tek şey bu gülümsemeyi görmek olduğundan derin bir nefes vererek bende gülümsedim.

"Helâl olsun yalnız oğlana, yüzü bile buruşmadı."

Arkalardan bir yerlerden eniştemin övgüleri kulaklarıma dolarken aksini düşünecekleri hiçbir şey söylemedim. Onlar öyle bilsindi ne fark eder ? Ağzımızın tatlandığı bizim aramızda da kalabilirdi.

"Eh, kahvelerimizi de içtiğimize göre, sadede gelelim."

Osman amcanın keyifli sesi yan tarafımdan gelen öksürük sesi ile sekteye uğrarken bakışlarım Osman amcadan tekrar Ömer'e çevrildi. Ömer'e. Yüzü kızarmış, git gide de daha çok kızaran ve yakasını çekiştirmeye çalışan müstakbel nişanlıma...

"Ne oluyor ? Ömer, iyi misin ?"

Kısık sesli mırıldanışım saniyesinde bir kafa onayı ile karşılık bulurken önümdeki manzaranın tam aksini göstermesi belki de bu gecenin tam olarak kırılma noktasıydı. Zira bu manzarayı tek gören ben olmadığımdan, ayaklanan Nesrin teyze de oğluna yaklaşmaktaydı.

"Ömer ? Oğlum iyi misin ?"

Ömer içinde bulunduğu tüm sıkıntıya rağmen annesini de başıyla onaylarken bir yandan da eli ile babasına devam etmesini işaret etmek ile meşguldü. Fakat artık tüm misafirler, bizim ev ahalisi de dahil olmak üzere, ayaklandığından bu isteği maalesef ki vuku bulamadı.

"Oğlum sen farklı bir şey mi yiyip içtin, anlamadım ki!"

Nesrin teyzenin endişe dolu sesine, "Kızım, sen bu kahveye tuz koymamış mıydın?" diyen Osman amcanın sesi karışırken yaşadığım tüm heyecan da yerini büyük bir kaygıya bırakmaktaydı.

Başımı hafifçe iki yana sallarken, "Hayır, kahveye tuz koymadım. Bal koydum ben tatlı olsun diye." diye saçma bir suçlulukla konuştum. Anahtar kelime bu cümlede saklıymış gibi sayılı kişiden yükselen toplu, "Ne!" nidaları kalbimi daha da sıkıştırırken Nesrin teyze nihayet bu duruma açıklık getirdi.

"Ömer'in bala alerjisi var! Boğazı dahil her yeri kabarır, nefes alamaz o bal yediğinde!"

Osman amca oğlunun koluna girip onu oturduğu sandalyeden kaldırırken ben büyük bir şok içinde, Ömer ise saçma bir direnişin eşiğindeydi. Ayrıca bala alerjisi var da ne demekti! Neden bundan benim haberim yoktu ? Neden bunun lafı aramızda hiç geçmemişti ? Biz neden şu an böyle bir an yaşıyorduk ? Biz neden bir türlü hayırlısıyla bu olayı gerçekleştiremiyorduk ?! Nedendi ? Neden ?!

"Hayır," Ömer'in zorlukla çıkan sesi ortamın uğultusunda zar zor kulaklarıma dolarken o, bu hengamede babamı bulma derdindeydi.

"Fethi amca," Kalabalık, Ömer'in babamı görmesi için tıpkı bir film sahnesi misali yarılarak babamın önünü açarken, Ömer babama doğru birkaç adım attı. "Rızan," birkaç defa aşk-ı memnu misali öksürdü. "Rızan, var mı ?"

"Oğlum, şimdi derdin bu mu! Yürü çabuk hastaneye!" Nesrin teyze Ömer'i kapıya doğru sürüklemeye çalışırken Ömer ısrarla başını iki yana sallayarak babamda olan odağını dağıtmamaya gayret ediyordu.

"Fethi amca," birkaç öksürük daha, "hadi söyle." Babam ne yapacağını şaşırmış bir şekilde önündeki manzaraya karşı aceleyle başını sallayıp rızası olduğunu söylerken Nesrin teyze de, Osman amca da hâlâ daha Ömer'i ikna etmeye çalışıyordu. Fakat buna gerek kalmadı, zira Ömer kendini bu sözleri duymaya programlamış gibi babam cümlesini bitirir bitirmez olduğu yere yığıldı. Bu durum kalabalık için son damla olacak ki ortamdaki gürültü de, hareketlilik de arttı. Emindim ki bir dizi çekiyor olsaydık, arka fonda cennet mahallesi olay müziği çalıyor olurdu.

Önde Ömer'i taşıyan Osman amca ve babam olmak üzere; Begüm ve Deniz hariç herkes Ömer'in peşinden evden dışarıya dökülürken salonda yalnızca üçümüz kaldık. Dışarıdaki gürültü topluluğu git gide bizden uzaklaştı. Salonu misafirlerimiz geldiğinden beri ilk defa büyük bir sessizlik kapladı. Belki ani değişen hormon düzeylerim, belki tık diye düşüveren tansiyonum... Sebebi neydi tam kestiremiyordum fakat olduğum anda saniyelik bir zaman diliminde yer ayaklarımın altından çekildi. Bozulan dengem yeri boylamam ile son bulurken açık olan bilincim ile som hatırladıklarım bu defa benim ismimi haykıran seslerdi..

Önce gözlerim kapandı, sonra duyduğum sesler suyun altına dalmışım gibi daha da silikleşti. Net olan zihnim git gide daha da bulandı. Ve ben, gün içinde önüme çıkan tüm engelleri son dakikalarında olsa dahi aşmıştım fakat son dakika bize yeni bir engel çıkarmıştım. Eh, elbet nasipti. Kısmetti. Belki nazardı, belki de nasibimizde yoktu. Sebep neydi bilmiyordum fakat biz yine ve yine, o yüzükleri parmaklarımıza sağ salim takamamıştık.

Yani demek ki neydi, balı gerçekten parmağı uzun olan değil, kısmeti olan yerdi...

 

-Bölüm Sonu-

 

31.800 🌺

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.02.2025 17:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...