3. Bölüm

3. Bölüm: "Günü Gelene Dek"

Uykusuz Dengesiz
uuykusuzvedengesiz

“Bu kadar çabuk ipucu yakalamamız hiç normal değil.”

Pusat bu cümleyi kuralı tam dört saat, on iki dakika oluyordu. Hâlâ şüphelerini haklı çıkaracak nedenlerini sabırla ve ısrarla bize sıralıyor, hepimizi ikna etmek için çaba sarf ediyordu.

Evin altındaki poligondan, gelen mesajla alelacele yukarıya çıktıktan yaklaşık yarım saat sonra ev alabildiğine polis ve asker kaynar hâle gelmişti. Hatta öyle ki, dışarıdan gören biri evde büyük bir operasyon var bile sanabilirdi.

Geniş olmasına rağmen koca koca adamlarla, arada onları zerre aratmayan hemcinslerimle dolup taşan üst düzey güvenli salona elimdeki çay tepsisiyle girdiğimde, salondaki uğultu aniden kesildi ve bakışlar benim üzerimde toplandı. Anlık sessizliğin hakim olduğu salondaki herkese, sırayla çayları dağıttığımda en son kendime de bir bardak alıp koltuğun yanına, Pusat’ın benim için mutfaktan getirdiği sandalyeye çöktüm.

“Ee, bir karara varabildiniz mi ?”

Tek tek, bakışlarımı sağ baştan yavaşça herkesin üzerinde gezdirmeye başladığımda tepki veren ilk kişi Ebrar olduğu için onda durakladım. Kaşlarını kaldırarak, ben mutfakta çayları hazırlarken mevzuyu bir karara bağlayamadıklarını belli etti.

“Kimler tuzak diyor peki ?”

Kocam, sorumu bitirir bitirmez, birkaç saniye dahi geçmeden benden tarafa olan elini havaya kaldırarak beni cevapladı. Peşi sıra, salondaki herkes patır patır döküldüğünde iç çektim. En azından ortak paydada buluştukları bir nokta vardı.

“Şerefsiz, tuzak olduğunu anlamamızın imkânı olmadığını biliyor. Ama boş geçmek istemeyeceğimizi de biliyor.”

Orhan abinin kendi kendine söylenir gibi öfkeyle sarf ettiği sözlere ben de katılıyordum. Bir ikilimin arasında duruyorduk fakat içimdeki merakın git gide alevlendiğini de inkâr etmem pek mümkün değildi.

“Yarın Harun Yarbay’la konuşalım, öyle hareket edelim derim ben.”

Korkut, kendi fikrini söyleyip geri çekilirken Ebrar da heyecanla atıldı. “Biz de gerekli mercilere bilgi verdik. Araştırıyorlar.” Sözlerini bitirir bitirmez onu onaylamam için bana döndüğünde başımla onu onayladım. “Ayrıca, karşımızdaki adamı en iyi tanıyan kişi sanıyorum ki Pusat’tır. Eğer o, bizi yemlemeye çalışıyorlar diyorsa öyledir bence.” Diye devam ettiğinde ise bakışlarımı yanımda, koltuğun benden tarafa olan yanında oturan kocama çevirdim.

“Senelerdir yoktu ortalıkta. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak isteyecek benimle.”

Bakışlarımı Pusat’ın yüzünde gezdirdim usulca. Hafifçe çatılı kaşlarında, yere odakları gözlerinde, bir yay gibi gerilen dudaklarında ve bir süredir sakallı yanağını kaşıyan sağ elinde.

“Öğrenmenin tek bir yolu var gibi gözüküyor.” Diye mırıldandığımda, Pusat yerde olan bakışlarını hızla yüzüme çevirdi.

“Sakın, sakın diyeyim, kendini ortaya atmaya kalkma. Zaten ilk hedefi sen olacaksın, sözümü ikiletme Aylin.”

Ciddiyetle, gözlerimin içine diktiği bakışlarını gözlerimden çekmeden benden bir onay beklemesine şaşırmadım. Fakat Pusat’ın unuttuğu bir şey vardı ki, sakınılan göze çöp batardı.

“Neden ilk hedefi Aylin olsun ki ?”

Geldiğinden beri ilk kez konuşan Tankurt’a döndü bu kez bakışlar. Onun ise gözleri Pusat’a odaklıydı.

Pusat arkasına yaslanarak kısa bir süre sessiz kaldı. O sessizlik sona ermeden evin içine zil sesi hakim olduğunda ellerimi dizlerime vurarak sandalyeden kalktım. Saniyeler içinde kapıya vardığımda, içerideki başlı başına oturan orduya güvenerek kim olduğunu sorma zahmetine girmeden kapıyı açtım. Kapıyı açtığım an karşımda gördüğüm yüz, sevinçten olduğum yerde beni zıplatacak kadar özlem duyduğum adama aitti.

“Abim!”

Hızla atıldığım kollar beni çepeçevre sevgisiyle sararken kollarımı olabilirmiş gibi daha da sıkılaştırdım. Öyle özlemiştim ki onu... Göreve gideli, sesini duyalı aylar oluyordu.

Aldığım koku burnumun direğinin sızlamasına sebep olurken gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Abim kollarını belime dolayarak beni sinesine çekerken, özlemin içimde yaktığı ateşin korlandığını hissettim. Bir süre öylece kapı ağzında kaldık. Bu anı sonlandıran ise Pusat’ın, büyük ihtimâl ben içeriye bir türlü dönmediğim için, kalkıp peşimden kapıya gelmesi oldu.

“Enes, hoş geldin.”

Pusat’ın sesiyle nihayet abimden ayrıldığımda, abim tüm güler yüzlülüğü ile içeriye eve girdi.

“Hoş buldum, kardeşim.” Diyerek abim Pusat’la tokalaştı. Ardından Pusat’ın onu içeriye buyur etmesiyle, abim bizim önümüzde olmak suretiyle sırayla salona girdik.

“Herkes de buradaymış. Hayır mı ?”

Abim Pusat’ın kalktığı yere geçip oturduğunda, Pusat’ın benim için getirdiği sandalyenin yanına bir tane de ben Pusat için getirdim. Bu hareketim üzerine kocamla kısa bir bakışma geçti aramızda.

“Hayır olsun diye toplandık.”

Orhan abi abime tebessüm ederek cevap verdiğinde gülümseyerek hafifçe boğazımı temizledim. Abimin geldiğinden beri yüzünde hiç sönmeyen gülümsemesi bozulsun istemedim.

“Sen nasılsın abi ?” diyerek hâl hatır sorduğumda abim derin bir nefes alarak bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirdi. Bu bakışı biliyordum. İyi bir haberi vardı.

“İyiyim. Ve siz de iyi olun diye, size bir haberim var.”

Bu heyecan ve mutluluğa ihtiyaç duyduğumu hissederek sırtımı dikleştirdim. Ayrıca birini bu kadar iyi tanımanın verdiği o garip haz da hoşuma gidiyordu. Kollarımı önümde birbirine bağlayıp arkama yaslandım ve tıpkı diğerleri gibi ben de beklenti dolu bakışlarımı abimin üzerine diktim.

“Neymiş o iyi haber ?”

Ebrar tüm sabırsızlığını belli edecek şekilde merakla sorduğunda abim oluşturduğu merak dalgasına karşı sesli bir şekilde güldü. Öyle bir ruh hâlinde gibi gözüküyordu ki, bir an sonra, küçük çocuklar misali şen bir hâlde kalkıp oynayacaktı sanki.

“Hani hep birlikte asker bir arkadaşımın cenaze törenine gitmiştik. Alper. Alper komutan.”

Abimin sözlerinin akabinde tüylerim diken diken olduğunda derin bir nefes aldım. Gözümün önüne direkt, şehidimizin al bayrağa sarılı tabutundan gözlerini dahi ayırmayan hamile karısı geldi. Zaten cenaze törenindeki o iki küçük çocuk da bir süre aklımdan hiç çıkmamıştı. Hâlâ ara ara aklıma geldiğinde anar, ruhuna dualar okurdum. Fakat anlamadığım, abimin zamanında arkasından, ‘Ben o tabuta en vefalı dostumu sığdırdım. Ama dostluğunu yere göğe sığdıramadım.’ Dediği can dostundan böyle canlı bir gülümseme ile bahsetmesiydi. Çünkü genelde, Alper komutandan her behsedişinde böyle canlı bir gülümseme yerine, yüzünde gururlu ama küçük bir tebessüm asılı dururdu.

“Yaşıyor. Hayatta.”

Abimin sözleri odayı bir çıt sesi dahi çıkmayacak bir sükuta sürüklediğinde anladığım şeyin gerçek olmasını çok istedim. En çok da, o hiç unutmadığım güçlü kadın için diledim bunu.

“Nasıl yani ? Nasıl yaşıyor ?”

Bu anlamsız sorularım, duyduklarımı doğrulatmaktan başka bir şeye hizmet etmiyordu. Emin olmak istiyordum çünkü. İçimde çiçek açmak için hazırda bekleyen tomurcukları zor zapt ediyordum.

“Biraz, uzun bir hikâye. Ama işin aslı, Alper Yüzbaşı şehit olmamış. Yaşıyor.” Abimin dolan gözleri ışığın yansımasıyla parlarken, kafama ilk takılan soru Pusat tarafından soruldu.

“E test ? DNA testi yapıldığını söylemiştin ?”

Pusat’ın sorusuyla abimin yüzündeki gülümseme sekteye uğradı.

“Bu da olayın diğer perdesi. Şehit olan, Alper’in doğumda öldüğünü sandıkları ikizi Alpay çıkmış. O gün bizim operasyona destek gelen ekipte görevliymiş. İnsanın aklına kolay kolay gelmeyecek bir ihtimal değil mi ?”

Hepimizin yüzünde aynı ifade vardı. Büyük bir şok ifadesi. Kimsenin aklına gelmeyecek en ufak bir ihtimal, birilerinin gerçeği hâline gelmişti. Bunun her iki taraf içinde, ne kadar sarsıcı olduğunu düşündüm. Birbirlerinden haberleri bile yokken, kader onları nasıl bir paydada tekrar bir araya getirmişti. Yıllar sonra, hiç bilmediğin ama aynı anneden doğma kardeşinle, şehit olduğun günde bir araya gelmek...

“O zaman bir gün ziyaretine gideriz.”

Şaşkınlıktan yeni yeni sıyrılmaya başladığım için allak bullak olan yüz ifademi toparlamaya çalıştım. Ama Orhan abiyi başımı sallayarak onaylamaktan da geri durmadım. Olayın şaşkınlığı azaldıkça bir yanımın buruk kalmasına rağmen bir yanım Alper komutanın eşi ve çocukları için huzur duydu. Her ne kadar görmesem de, eşinin güzel yüzünün gülümsediğini düşünmek bu huzuru bana yaşattı.

Böylesine zorlu bir imtihandan geçmek, emindim ki her yiğidin harcı değildi. Bir an gözlerim Pusat’a takıldı. Ve o an aklıma, daha önce hiç düşmeyen bir korku tohumu düştü.

Ya biz de birbirimizle imtihan olursak ?

“Bu koalisyon neden burada toplandı peki ?”

Abimin sesi irkilerek daldığım sulardan çıkmamı sağlarken, başımızdaki derdi tekrar aklıma getirmesi ve zihnime düşüp kalbimi sıkıştıran korku bir olup az önce verdiği haberin huzurunu yok etti. Yüzümün asılmasına engel olamayarak huysuz huysuz söylendim.

“Önemli bir şey değil.”

Abim, inanmadığını belli ederek tek kaşını havaya kaldırdı ve ısrarlı bakışlarını birkaç saniye yüzümde tuttu. Fakat baktı ki benden bir fayda yok, bakışlarını benden çekip Pusat’a çevirdi.

“Hayır mı diyeceğim ama pek hayır gibi de değil. Sen söyle Pusat.”

Pusat sıkıntıyla sağ elini saçlarına atıp karıştırdı. Ardından ensesini sertçe ovalayarak nefesini sesli bir şekilde verdi.

“Tefo,”

Abim, Pusat’ın telaffuz ettiği ismi duyar duymaz oturuşunu dikleştirdi. Kaşları hızla çatıldı, çenesi öfkeyle kasıldı. “Geberip gittiğini ummuştum. Hâlâ yaşıyor muymuş o şerefsiz ?” diye sinirle söylendiğinde, Pusat kaşlarını kaldırarak abimi sessizce cevapladı. Abim sakin olmaya çalışarak sakallı çenesini sıvazladı. “Ne istiyor ? Bir derdi olmasa o şerefsiz ininden çıkmaz.”

Pusat burnunu çekti. Bakışlarını bana değdirdikten sonra derin bir nefes aldı. Bunu söylemenin bile ağrına gittiğini biliyordum. Sadece ben de değil, bu odadaki herkes bunu rahatça görebiliyordu.

“Aylin ile tehdit ediyor beni.”

Abimin bakışları, ismimi duyduğu an bana döndü, hiddetle ayağa kalktı. Ne yapacağını bilemeyerek odanın içini boydan boya turlamaya başladı. Aynı zamanda bahsettikleri insan müsveddesine de pek hoş olmayan tabirler yakıştırmaya devam ediyordu.

“Artık biri ne olduğunu bize de anlatacak mı ?”

Tankurt, abimin gelmesi ile alamadığı sorusuna cevap alabilmek için artık daha sabırsız gözüküyordu. Zaten normal zamanlarda da pek sabırlı bir insan olduğu söylenemezdi. Bu yüzden bunu belli etmekten çekinmeyerek ayağını yere vurmakta ısrarcı davrandı.

“Bu itin sevgilisi vardı, Pusat da zamanında gitti ipini çekti kadının. Sebebi bu.”

Salon, bu akşam defalarca olduğu gibi tekrar sessizleştiğinde, Korkut arkasına yaslandı ve boğazını temizleyerek bu sessizliği bozdu.

“Yeni bir şey değil sanırım, yeni olsa bilirdik. Eski bir mevzu olduğuna göre de, neden şimdi ?”

Pusat sert hareketlerle elleriyle yüzünü sıvazladı ve sabır dilenircesine başını koltuğun arkasına yaslayıp gözlerini tavana dikti. “Büyük ihtimal anca bana kafa tutabilecek kadar yandaş buldu kendine.” Diye söylenirken gözlerini yumdu. Yüz ifadesinden kafasının karma karışık olduğu ayan beyan ortadaydı. Hatta öyle ki, saniyeler sonra gözlerini aniden açtığında, bu karışıklıktan mütevellit sıkıntılı olan yanı kendini gayet net bir şekilde ifadesine yansıttı.

“Peki önce nereden başlıyoruz ? İçeride olan çürük elmayı mı buluyoruz, yoksa direkt atağa mı geçiyoruz ?”

Abim başını omzuna doğru eğerek bakışlarını halıdan çekmeden Ebrar’ın sorusunu cevapladı.

“İkisi birden.”

Bakışlarımı ben de yerdeki halıya çevirdim. Dertli dertli iç çektikten sonra kaşlarımı kaldırarak halıyı incelemeye başladım. Herkes konuşmadan önce halıya odaklandığına göre sanırım marifet halıdaydı.

“Biz bir taraftan içeride olan adamlarımıza ulaşalım, ulaşabilecekleri dişe dokunur bir şey olur mu onu öğrenelim. Eh, bir yandan da temizliğe başladık mı hâllederiz el birliği ile.”

Abimin düz mantık planına anlam veremediğimden kaşlarım çatıldı. “O nasıl olacak acaba ? Sanki konumları hakkında bir bilgimiz var da gidip hemen tepelerine çökeceğiz.”

Soruma karşılık cevap olarak koca bir sessizlik ile karşılaştığımdan bakışlarımı şüphe ile halıdan çektim. Bu sessizliğin tek bir açıklaması olabilirdi.

“Abi ?”

Sorgulayıcı çıkan sesim, asıl sorduğum soruyu gayet net bir şekilde anlatıyordu. Abim usulca az önce kalktığı yere geri otururken başını hafifçe iki yana salladı. Yüz ifadesinden, bahsedeceği mevzudan yana zerre pişmanlık duymadığı ayan beyan ortadaydı.

“Bazen büyük balığı yakalamak için küçük balığın suda durmasına göz yumarsın.”

Tankurt, oluşan kısacık sessizliği fırsata çevirerek ellerini dizlerine vurarak ayaklandı. “Kabaca bir plan da olsa, en azından artık bir fikrimiz olduğuna göre bize müsaade.” Dedi ve diğerlerinin de kalkmaları için dik dik diğerlerine baktı. Tankurt’un ardından Orhan, onun ardından Korkut abi, onun da ardından Ebrar derken herkes bunu bekliyormuş gibi birden ayaklandı ve vedalaşarak akın akın salondan çıkmaya başladı. Pusat da tıpkı benim gibi bu ani kalkışa yetişmek için ayaklanıp salona çıkarken peşlerinden ben de çıktım. Herkes herkesle tek tek vedalaşarak kendi evine doğru çıkarken evde yalnızca abim, Pusat ve ben kaldık. Dış kapıyı kapatıp üçümüz birlikte yeniden salona geçtiğimizde abim kapının karşısındaki koltuğa bıraktı kendini.

“Bir an önce babama haber vermeliyiz.” Abim bakışlarını yüzüme dikse de ben ona dönüp bakmadım. Bunu yapmamız gerektiğini biliyordum. Fakat bunu yaptığımız an her şeyin çok daha karmaşık, çok daha büyük bir olay hâline geleceğini de biliyordum. Yine de tüm bunları bilmek maalesef gerçekleri değiştirmeye yetmiyordu.

“Yarın için kahvaltıya çağırırım. Yüz yüzeyken söyleriz, daha iyi olur.”

Abim beni başıyla onaylayıp sessiz kalırken Pusat da abime döndü. “Sen de bu gece burada kal. Hem kahvaltıda beraber oluruz.” Diyerek fikrini dile getirdi ve bana baktı. Bu bakışı biliyordum. Destek istiyordu.

“Evet, sen de burada kal. Hem çok uzun zaman oldu seninle aynı çatı altında uyumayalı.” Sözlerimi bitirir bitirmez bir kedi gibi abimin yamacına sokuldum. Her zaman olduğu gibi kolunu omzuma atıp beni göğsüne doğru çekmesine gülümsedim. Pusat karşı koltuğa yerleşerek kaşlarını kaldırdı ve nispet yaparcasına bana daha çok sarılan abime baktı.

“Yalnız nispet yaptığın kadın benim karım, hani küçük bir hatırlatma yani.”

Bir yandan başımı göğsüne bastıran abimden alaylı bir gülüş sesi yükseldi. “Senin karım dediğin kadın da benim kardeşim yalnız, hani küçük bir hatırlatma yani.” Paylaşılamayan olmak yüzüme hin bir gülümsemenin yerleşmesine sebep olurken boğazımı temizledim.

“Eh, sizi de anlamak lazım tabii. Herkesin hayatında böyle mükemmel bir kadın olacak değil ya. Tartışmakta haklısınız siz de bir yerde.”

Abim ukalalığıma karşılık kolunu omzumdan çekerek beni serbest bırakırken gözlerini devirdi. “Vazgeçtim. Benim kardeşim bu kadar ukala değildi. Bu resmen senin karın.”

Abime burun kıvırarak, sanki saniyeler önce onun göğsüne kıvrılan ben değilmişim gibi bir tavırla ayağa kalktım. Diğer koltukta oturan kocamın yamacına sokuldum bu sefer. “Keyfin bilir, benim burada aslan gibi kocam var!” Pusat, tüm bu dönekliğime rağmen, az önce abimin yanında durup onu satmamı önemsemeden beni sinesine kabul ederken sesli bir şekilde güldü. “Sana söylemiştim.”

Abim yüzünü buruşturarak bakışlarını ikimizin üzerinde gezdirdiğinde kolumla hafifçe Pusat’ın karın boşluğunu dürttüm. Bu ‘Bak şimdi, nasıl moralini bozuyorum izle.’ Demekti ve Pusat da bunu gayet iyi biliyordu. Bu yüzden biraz daha keyiflendi, yaslandığı yumuşak koltuğa biraz daha gömüldü.

“Eh, sen de evlenseydin senin de yamacında karın olurdu.”

Abim konunun dönüp dolaşıp geleceği yerden emin olacak ki, her an kalkıp gidecekmiş gibi oturduğu koltuktan bir hışım kalktı. “Evet, geldik yine dönüp dolaşıp aynı yere. Zaten saat de geç olmuş,” hepimizin gözleri duvardaki, dokuzu kırk geçeyi gösteren duvar saatine kaydı. Saatin daha on bile olmaması, geç falan olmadığını hepimize gösteriyordu. Fakat kimse bunun hakkında bir yorum yapmadı. “Misafir odasının yolunu biliyorum, yatağın temiz nevresim takımı serili durduğunu biliyorum. İkinize de hayırlı geceler. Ben kaçtım.” Salondan çıkıp gözden kayboldu ve söylene söylene koridorun sonunda, solda kalan odaya girene kadar sözlerini anca bitirdi. Sözleri biter bitmez ardından da kapı sesi duyuldu.

“Sanırım ona her fırsatta evlilik mevzusunu açmayı bırakmalısın.”

Pusat’ın sorgulayıcı bir tınıyla sarf ettiği sözlerine gözlerimi devirdim. “Sadece sevmenin, sevilmenin ne kadar güzel bir his olduğunu öğrensin istiyorum. Hayatı birisiyle paylaşsın, günün sonunda onunla olduğu için şükretsin istiyorum. Çok mu şey istiyorum?”

“Hmm, sen günün sonunda benimle olduğun için şükür mü ediyorsun ?”

Oyunbaz tavrına eşlik etmek, bunca derdin arasında durup nefeslenmek gibiydi. Dolayısıyla bu fırsatı kaçırmayacaktım.

“Ediyorum tabii ki, senin gibi bir koca her kadına nasip olmaz.” Başımı hafifçe iki yana sallayarak iç çektim. “Ufak tefek kusurların var tabii ama, o kadarı kadı kızında da olurmuş. Ne yapalım.”

Nazlı tavırlarıma karşılık sesli bir şekilde gülerek ayağa kalktı. “Allah Allah,” diye mırıldanıp kafasını kolumun altından geçirdiği gibi bedenimi omzuna attı. Bir an da oturduğum koltuktan havalanmak gözlerimin irice açılmasını sağlarken çığlığı basmamak için bir elimi ağzıma örttüm. Bir diğeriyle ise kocamın sırtına vurdum.

“Allah seni ne etmesin Pusat, insan bir haber verir!”

Yüzünü görmedim fakat gözlerini devirmesi gözümün önüne geldi sanki. Salonun ışığını kapatıp koridora çıkarken derin bir nefes aldı.

“Aynen güzelim, birisi sırta atılmadan önce o kişiyi uyarmak şarttır.” Dedi ve yatak odasının kapısını açıp içeri girdi. Odanın ışığını açtı, kapıyı kapattı. “Hatta o kişiyi yere indirmeden önce de uyarmak gerekir.” Sözleri biter bitmez ellerini bedenimden çekerken dengemi koruyamadım ve pata küte düştüğüm yerden pis pis bana sırıtan kocama karşı ben de aynı şekilde sırıttım. O şimdilik minik zaferiyle mutlu olabilirdi, zira bu mutluluğu benim kazandığım zaferi görene kadar süreceğinden çok da mühim değildi.

𓃭

Ben kalabalık sofraları severdim. Seslerin birbirine karıştığı uzun masaları, tabakların masada gezdiği o kalabalık sofraları severdim. Bu sabah da genele oranla masaya daha fazla tabak koyduğumdan, her ne kadar sebebi hoş bir durum olmasa da, mutluydum.

Saat sabah sekiz buçuktu. Babamın huyunu bildiğim için erkenden kalkmış ve kahvaltıyı hazırlamıştım. Ve şimdi de son son sofrada bir eksik olup olmadığını kontrol ediyordum. Pusat arkamdan uzanarak masaya tuzluğu bırakırken yanağıma sesli bir öpücük bıraktı. “Bence her şey tamam, babam gelince hemen otururuz.” Pusat sözlerini bitirir bitirmez zil çaldığında güldüm. “İyi insan lafının üstüne gelirmiş.”

Pusat geri çekilerek geçmem için bana müsaade etti. Yana kayarak mutfaktan çıkıp giriş kapısına vardığımda kapıyı büyük bir sevinçle açtım ve gülen yüzüyle kapıda bana bakan babamın boynuna sarıldım.

“Hoş geldin babam!” Babam kollarını belime dolayarak sımsıkı beni sardığında gözlerimi kapattım. Bu kokuyu duymayı seviyordum. Bu sıcaklıkta huzur bulmayı ve bu bedenin verdiği güveni seviyordum.

“Hoş buldum güzel kızım,” babam ellerini sırtımda gezdirerek gülümsedi. “Sanki yıllar oldu görüşmeyeli. Dur da bir içeri geçelim.” Gülümseyerek geri çekilip babama yol verdikten sonra Pusat da babamla tokalaştı ve direkt mutfağa geçtik. Abim de bizim sesimize uyanmış olacak ki mutfağa geçmemizin ardından kapı sesi oldu ve saniyeler sonra da saçları dağınık, gözleri uyumaktan şişmiş bir hâlde abim kapıda göründü.

“Günaydın.”

Babam abimin daha yeni uyanıyor olmasına gözlerini kısarak baktı ve burun kıvırarak sırtını arkasına yasladı. “Ah, paşam! Sizleri de güzellik uykunuzdan ettik af buyurun!” diye alayla söylendi. Abim nefesini sesli bir şekilde vererek boşta olan sandalyeye otururken esnediğinden elini ağzına kapattı. Birkaç saniye boyunca hepimiz sessizce esnemesinin bitmesini bekledik.

“Sana da günaydın, emekli Yarbay Mehmet Korkmaz.”

Abimin emekli kelimesini vurgulayarak konuşmasına babam ters ters baktı ve Pusat’ın çay koyduğu bardakları önümüze bırakmasıyla çayından bir yudum aldı. Böylelikle kahvaltıya başlamış olduk ve hoş sohbet, keyifli bir kahvaltı ettik. Herkes karnını doyurup artık keyif çaylarında geçtiğinde, babam çayını bitirdi ve bardağı öne doğru iterek derin bir nefes aldı.

“Evet, gelelim sebebi ziyaretimizin sebebini öğrenmeye.”

Beklentiyle bakışlarını tek tek üzerimizde gezdirdi ve parmaklarını ritmik bir şekilde, sabırsızlıkla masaya vurmaya başladı.

“Sebebi Tefo.”

Babam da, tıpkı abim gibi o lakabı duyar duymaz ilk oturuşunu dikleştirdi. Hemen ardından kaşları hızla çatıldı ve çenesi öfkeyle kasıldı. Fakat abim gibi aniden hiddetlenmedi. Aksine soğuk kanlılığını koruyarak sadece kısa bir süre sessiz kaldı.

“Hedefi Aylin olacağı için Aylin’i yalnız bırakmayız. Görevli bir arkadaş eşlik eder ona.” Benim için ölesiye endişelendiğini bildiğim hâlde mantığıyla hareket ediyor olması, her ne kadar şimdi emekli olsa da, mesleğinde ne kadar iyi olduğunu bir kez daha kanıtladı. Ve o farkında bile olmadan, ona duyduğum hayranlık biraz daha arttı.

Sorunu bu kadar çabuk kavramış olmasının sebebi ise, Pusat’ların zamanında bu operasyonu yürütürken başlarında babamın olmasıydı. Bu sayede her detaydan haberdar, her konuya hakimdi.

“Ebrar yanından ayrılmayacak zaten. Harun Yarbay’a da haber verildi. Askeriyeye geçince ben de konuşacağım kendisiyle.”

Babam başını sallayarak Pusat’ı onayladıktan sonra gözlerini masaya dikti. Anlaşılan bugünkü dalgınlık aracımız halı değil masaydı.

“Ne düşünüyorsun baba ?” Abimin temkinli sesi babama ulaştığında, babam irkilir gibi oldu ve bakışlarını masadan çekip abime çevirdi. “Harun’la konuşurum ben.” Dedi ve sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Kafasına takacak yeni bir dert edinmişti. Bunu bilmek her ne kadar beni huzursuz etse de, nihayetinde gelişen olayları her zaman ben yönetemezdim.

“Hadi çıkalım o zaman, erken kalkan yol alır.” Babam ellerini birbirine vurarak masadan kalktı ve kendi tabak, bardağını tezgahın üzerine bırakıp içeriye geçti. Abim de aynı işlemi tekrarlayıp başımın üzerine bir öpücük bıraktı ve babamın peşinden o da mutfaktan çıktı. Masada geri kalan her şeyi de Pusat ile birlikte, alakasız konulardan konuşa konuşa topladığımızda yapacak bir şey kalmadığı için biz de salona geçtik. Babam montunu giymiş çıkmaya hazır bir şekilde koltukta oturup bizi beklediğinden, önden Pusat’ı üstünü değişmesi için yatak odasına gönderdim. Fakat kendim babamın yanına, ikili koltuğun boş tarafına oturdum.

“Annem aklına geliyor değil mi ? Onu kaybettiğin gibi bizi de kaybetmekten korkuyorsun.”

Gözlerim dolu dolu gülümsediğimde babam başını öne eğerek sessizliğini korudu. Ağzını açıp tek kelime etmeyeceğini biliyordum. Çünkü mevzu bahis annem olduğunda, babam hep sessiz kalırdı. Onu böyle zamanlarda tıpkı tüm yapraklarını dökmüş, sonbaharda soğuk ayazda kalmış bir çınar ağacına benzetirdim. Bu benzetme içimde bir yerleri hep acıtırdı. Fakat bu acıya merhemim, her zaman o sancılı geçen kışın ardından o ağacın bahar tomurcuklarının patlayacak olduğunu bilmekti. Biz annemden sonra babamın bahar çiçeklerini artırdık mı bilmiyordum. Fakat böyle olduğunu düşünmek her zaman bana daha iyi geliyordu.

Babam sorularımı cevaplamayı es geçerek başını kaldırıp bana gülümsedi. Ona göre böyle durumlarda iyiyi anıp, çağırmak önemliydi.

“Bırak şimdi bunları. Birlikte neleri neleri atlattık biz. Bu da geçecek Allah’ın izniyle.”

Dolan gözlerimden yaşların akmasından saçma bir endişe duyarak başımı arkaya yatırıp göz yaşlarımın geri gitmesi için kısa bir süre bekledim. Artık ağlamayacağımdan emin olduğum anda ise başımı kaldırıp babam gibi umutla gülümsedim. O ara Pusat, ardından da abim salona geldiğinde bu sefer ben salondan çıkıp üstümü değiştirmek için yatak odasına geçtim. On dakika içinde ben de üstümü değiştirdikten sonra ise hep birlikte evden çıktık. Babam abim ile abimin arabasına binerek evden ayrılırken biz de Pusat ile kendi arabamıza binerek yola çıktık. Pusat, her ne kadar geçen geceki sürücülüğümden dolayı beni şoför koltuğuna geçmemem için ikna etmeye çalıştıysa bile yapamadı. Sonuç olarak arabanın sol koltuğunda ben, sağ koltuğunda ise o oturuyordu. Arabayı çalıştırıp yola çıktığımızda bu defa çok daha güven verici ve temkinli bir şekilde arabayı sürmeye dikkat ettim. Önce Pusat’ı askeriyeye bıraktım. Sonrasında ise rotamı karakola çevirdim. Yolculuğun yalnız başıma geçirdiğim sessiz sakin kısmı da nihayet sonlandığında arabayı otoparka park ederek otoparktan çıktım. Önceden Ebrar ile birlikte karakola gireceğimizi kararlaştırdığımız için karakolun önüne çıktım ve beklemeye başladım.

Bakışlarımı etrafta şüpheyle gezdirirken lacivert, eski model bir otomobilin içinde oturan orta yaşlardaki esmer adam ile göz göze geldik. Anlık bir şaşkınlıkla adamın gözlerini gözlerimden çekmesini beklerken, adam bu beklentimi karşılayacak tek bir harekette bulunmadı. Aksine sanki izlendiğimi bilmemi ister gibi, hatta bunu gözüme sokmak ister gibi gözümün içine içine bakmaya devam etti. En sonunda bakışlarını çeken ben olduğumda ilk baktığım yer plaka oldu. Birkaç kez üst üste okuduğum plaka zihnimde ani bir farkındalığın ışıklarının yanmasına neden oldu. Ve ben yaşadığım bu ani farkındalıkla bir anda irkildim. Zira bu plaka, bizi geçen gece takip eden arabanın plakası ile bire bir aynıydı. O an gözlerimin önüne bir de evden çıkış anımız eklendi. Pusat’ın, yolun sonunda gördüğü eski, lacivert bir arabaya bakarak bu modelin hâlâ kullanılıp kullanılmadığını sorguladığını hatırladım.

Bakışlarımı yaşadığım kin ile, meydan okurcasına tekrar bana bakmaya devam etmekte olan adama çevirdim. Dertlerini çok iyi bilmekle beraber, neyi beklediklerini anlamıyordum. Yolda tek başıma geldiğim, on dakikalık bir yol da olsa, bir vakit olmuştu fakat hiçbir şekilde taciz edilmemiş, bir saldırıya uğramamıştım. Ve tüm bunlar, sadece bir şeyi gösteriyordu.

Bekliyorlardı.

Neden, ne için, ne zamanı bekliyorlardı bilmiyordum. Fakat bekliyorlardı. Bundan emindim.

•••

Desteklerinizi eksik etmeyiniz 🌷 Allah'a emanet olunuz! 🪂

 

 

 

 

 

Bölüm : 12.07.2025 18:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...