
14.Bölüm: Yanlışlıklar Senfonisi
Pırıl Şentürk...
Barut bey paşa hazretlerinin hastanede duramam senfonisine tahammül sürem yaklaşık üç gün olmuş ve uyanmasından üç gün geçtiği gibi Barut’u eve atmıştım. Sağ olsun kendisi hiç zorluk çıkartmamış fakat cüssesi hayat kalitemi sıfırlamıştı. Şimdiyse evimizde o salonda televizyon karşısında yüz üstü uzanırken biz Pamir Ege’mle yemek yapıyorduk. Daha doğrusu yaptığım yemekleri ısıtıyorduk. Isınmış ve ılımış köftelerden birini elime alıp yanmadığıma kanaat getirince Pamir’in meraklı gözleri eşliğinde yemesi için uzatmıştım.
Bu arada tabi Barut Bey hastanede yatarken ben önce işimden izin almış, ardından evi yeniden dekorlayıp Pamir’in odasını tamamen yenilemiştim. Mesela artık odası koridorun sonundaki küçücük içi dolu turşucuk değildi. Sevilay hanımcığın odası artık biricik oğlumundu. Henüz kendimi bu eve taşımamıştım. Barut’un iyileşmesiyle ona yapacağım sürpriz için henüz buraya taşınmamam lazımdı. Ama tabi birkaç parça giysim vardı burada da. Barut Beyin omzunun talihi henüz kesin olmadığı için benim kendi evime geçme tarihim de kesin değildi. Kocamızı elin kadınlarının kem gözlerine bırakamazdık değil mi hanımlar?
“Barut! O televizyonun sesini kıs! Kafamız şişti oğlumla!” mutfaktan salona doğru çığırışımla Barut’tan gelen cevap sessize alınmış ya da belki de tamamen kapanmış bir televizyon olmuştu. Bu aralar –kazadan sonra- çok sessizdi. Televizyon izlerken bile dalıp dalıp gidiyordu. Kime böyle dalıp gitmelerin diye sorası geliyordu insanın. Kucağımdaki minik kuşu masada onun için aldığım yüksek sandalyeye indirip oturmasını sağlamış ve yemeklerimizi masaya koymuş masayı hazırlarken de arada Pamir paşamı öpe seve vakit eylemiştim. Pamir’im masadaydı, şimdi sıra büyük erkeğimizi masaya getirmekteydi.
Pamir’in alnını öpmüş ve yanağını öperken konuşmuştum. “Annem sen otur tabağına koyduğum yemeklerine başla, ben babayı alıp geleyim tamam mı bir tanem? Başlamak istemezsen babanı da bekleyebilirsin bebeğim.” hafifçe başını sallamış ve aşk dolu gözlerle gözlerime bakmış ve dolu dolu gülümsemişti. Salona doğru ilerlemiş Barut’un sırtüstü yattığı koltuğun başına geldiğimde gözleri kapalıyken düzensiz nefesleriyle uyumadığını belli ediyordu. Yavaşça başına yaklaşıp elimle saçlarını düzeltirken hiç irkilmemiş ve hafifçe gözlerini aralamış ve gözlerimle buluşturmuştu. Dudakları gülümsese bile o gülüş gözlerine yansımıyordu. Muhtemelen kafasının içinde düşündüğü tek şey bu hafta gideceğimiz ve omzunun geleceği hakkında konuşacaklarımızın omzu için bir hayat mı yoksa hayatının tamamının yok olmasındaydı.
Onu oradan çıkardığımız günden beri aklımda beni ve zihnimi yiyip bitiren tek bir kuruntum vardı. Ya o daracık yerde mümkün olan en steril halimizle yapılan operasyon tamamen hatalı olmuşsa düşüncesiydi. Mesleki açıdan tamamen doğru bir karar olduğuna emin olan Doktor Pırıl Şentürk’le sevdiği adamın yıkılmış bir enkaz altındayken yaşaması için dualar eden Şentürk’ün arasına sıkışmıştım. İşin doğrusu biz bitirim bir ikiliydik. Ya beraber yok olurduk, ya da birimiz yok olduğunda diğeri kendini yok ederdi.
Gözlerimi sabitlediğim gözlerdeki kuytuda boğulmaktan korkmayıp, o kuytuya beraber atladığımızı belirten bir ses tonu ve yüz ifadesiyle elimi saçlarından çekmeden konuşmaya başladım. “Hadi yemek hazır. Yaralarımız Pamir’den gizli kalsın olur mu? Biricik oğluşum babasının “ben neden buradayım şimdi” bakışlarına biraz daha maruz kalırsa ne yazık ki benim biricik ve değerli ve mükemmel oğlumda baygın bakışlı babasını örnek alacak. Biliyorsun erkek çocuklarının rol modelleri babaları oluyor maalesef. O yüzden oğluma düzgün örnek ol adam.”
Gözlerini gözlerim ve dudaklarım arasında gezdiren nazlım nihayet konuşmaya karar vermiş ve arada biraz sapık gibi dikizlediğim ama prensesliğimden ödün vermemek için yakalanmadan kaçtığım dudaklarını aralamıştı. “Bizim oğlan bence daha çok annesini rol model alıyor Şentürk. Özellikle her geçen gün büyüyüp gelişen vicdanıyla annesinin oğlu olduğunu kanıtlıyor. Hiç dikkat etmiyor musun yoksa sen bizim oğlana hanım? Bak oğlan diye dışlıyorsan kız versiyonu için çalışmalara başlayabiliriz. Tek kolumla da gayet güzel tutarım yani seni.”
“Gerçekten tam anlamıyla sapık ve densiz bir adama vicdan yapıp evimde bakıyorum ya vallahi cennetliğim. Boş yere demiyorlar cennet annelerin ayakları altında diye. Mükemmel varlıklarız ayol. Birde size bak, aklınız fikriniz nasıl ikinci çocuğu yaparım? Nasıl hanımı ikna ederim? Ay ne hanımı lan? Nereden hanımın oluyorum el oğlu?” bu aralar Barut’un sessizliğini de kendi sesimle doldurmaya çalışmak çok yoruyordu beni vallahi.
“İnsan sevdiğine sapık der mi aşkım? Ayrıca ne diyeyim otağımın hatunu, bebemizin anası, mağaramın ışığı mı diyeyim?” alay eden sesi birkaç dakikacık kolunu unutturduğumun kanıtıydı ama söylediği hitaplarla buruşan yüzüm ve anında ağzımdan çıkan mide bulantısı sesi gayet yeterliydi Barut Beyimizin susması için. Yavaşça toparlanıp yanına sabah bıraktığım beyaz tişörtü giymek için üstündeki battaniyeyi koltuğun köşesine bırakmış ve buruk gözlerle gözlerime bakmıştı.
Günlük işlerini bile kendi başına yapamayacak kadar yaralı ve sargılıydı omzu. Öte yandan enişteli bozuntu Yağız hala hastanede kalıyordu. Elif’e çaktırmamaya çalışsa bile onun da ruh hali Barut’la aynıydı neredeyse. Son zamanlarda üstümüzden eksik olmayan buruk gülümsememi sahici olmasını umarak alıcıma göndermiş ve yanına yaklaşıp tişörtünü giymesine yardım etmiştim. Daha doğrusu etmeye çalışmıştım. Bir adamın kolu nasıl oğlumdan daha ağır olabilirdi? Bilim adamları bunu da açıklasındı.
Tişörtünü giydirdikten sonra geri çekileceğim esnada dudaklarını alnıma mühürlemiş ve kırık sesiyle fısıldamıştı. “Teşekkür ederim her anıma nefes olduğun için.” kızarık yanaklarla cevap vereceğim esnada mutfaktan gelen kırılma sesiyle Pamir’e bir şey olduğunu düşünerek mutfağa doğru koşmuştum. Mutfağa geldiğimde Pamir’in boş çorba kasesinin yerde paramparça olduğunu ve bir parçanın minik ayağını kestiğini fark etmiştim. Hızlıca gözleri dolmuş oğlumu kucağıma almış ve ayağına bakmak için salona ilerlerken o transa girmiş gibi sadece dört kelimeyi tekrarlıyordu. “Özür dilerim. Affet teyze özür dilerim. Teyze affet.”
Kulaklarıma kucağımdaki küçücük çocuğun yaralarla dolu geçmişi doldukça dolan gözlerim önümü görmemi zorlaştırıyordu. Boğazımdaki yumru nefes alışımı keserken Pamir’i Barut’un kucağına oturtmuş aynı kattaki banyodan ilk yardım çantasını almak için koşmuştum. Alıp döndüğümde yüzüm ağlamamak için kendimi kastığımdan muhtemelen kıpkırmızıydı. Dolan gözlerimle ve hücrelerimin donuşuyla kendimi, dizlerimi hiç umursamadan kendimi sertçe önlerine bırakmış ve hızlıca çantadan çıkardığım pamukla Pamir’in ayağının kesilen yerine bastırırken iç güdüsel olarak farkında bile olmadan minicik ayağının bileğine dudaklarımı aralıksız bastırıp çekiyordum. Belki de her annenin söylediği gibi öpünce geçiyor düşüncesi o an zihnimde yankılanıyordu bilmiyorum.
Beş altı dakika boyunca kan dursun diye bastırdığım pamuğu çektiğimde kesiğin kesikten çok çizik olduğunu görmek bir nebze daha içimdeki ateşe buz takviyesi yapmıştı. Tam ayağının altının bitişiyle üstünün arasında olan bir yara olduğu ve çocuklar meraklı olduğu için bandajla hafifçe sarmış ve bantlamıştım. Çocukların meraklı olduğu külliyen yalandı. Kalbindeki yaralara saramadığım bandajı ayağına sararak kendime boş bir teselli veriyordum.,
Ben hala ağlamamak için kızarmaya ve başımı küçücük yaralı ayağına yaslamaya devam ederken oğlum annesinin bir halta yaramadığı histeri krizini kendi kendine geçirecek kadar güçlü bir hale gelerek minik elini başıma koymuş ve saçlarımı okşuyordu. Birkaç dakikanın ardından oğlumun elinden daha güçlü bir el de saçlarımı okşamaya başlamış ve ne kadar sürdüğünü bilmediğim bir rutin olmuştu.
O gece sonunda hepimiz bir şekilde yataklarımıza ulaştığımızda hepimizin zihninde farklı bir düşünce okyanusu vardı. Benim aklımda sevdiğim herkesin ya yaralı ya da benim etraflarında olmam kaynaklı yaralanmış olmalarının yüküyle ezile ezile yok olacağım düşüncesi. Barut’un aklında bu kadar yaralı bir ailenin fiziksel ve ruhsal olarak yıpranmasının sorumlusu olarak kendini görmesi, Pamir’in aklında ise geçmişin dargınlığının, karanlığının bittiği geleceğin parlaklığının gözlerini sadece mutluluktan ıslattığı bir hayatın mümkün olması için annesinden yaralarını saklaması gerektiği düşüncesi kol geziyordu. Halbuki anneler yavrularının tüm yara izlerini öperek iyileştirmek isterken, yavrular annelerinden yaralarını saklıyordu üzülmesinler diye.
Doktorla Görüşme Günü...
Barut Aslan...
Sabah erkenden kalkan evimin doktoru ve hazırladığı güzel kahvaltı eşliğinde gerginliğini gizlemeye çalışmasını izliyordum. Daha geçen günlerimizde evin aynı yerinde yaşanan soğuk ama yakıcı savaşın etkileri neredeyse yok gibiydi. “Barut kahvaltını yapar mısın yoksa odamızda sana öpücük yağmuru mu vereyim?” yanımdan gelen naif sesle aklıma gelenle sırıtmama engel olamamıştım. Öpücük yağmuru dediği şifre beni odaya soktuktan sonra karnıma attığı bir iki yumrukcuktu. Belki boyu kafama yetişseydi o zaman yumruklarıyla yüzümde öpücük yağmuru yapabilirdi. Ya da belki de ben biraz eğilir ve kendi öpücük yağmurumu yağdırmaya başlardım kim bilir.
Bir saat içinde Pırıl da diğer anneler gibi süper güçleri varmışçasına hem masayı toplamış hem çamaşırları yıkamış -ki benim çamaşır yıkamam daha çok makineyi yıkamam gibi olduğu için makinenin keyfine diyecek yok- bizi kombinlemiş tişörtüme yardım etmiş, Pamir’i giydirmiş ve kendi de giyip tırnaklarını boyamıştı. Tırnaklarına bakıp muhtemelen ne kadar harikayım ya diye iç geçirirken topuklu botları tıkır tıkırdı. Duvardaki saate bakıp randevu saatimin yaklaştığını görmek iç çekmeme sebep olmuştu. Büyük hüsrana son kırk kırık dakika.
Sözsüz ve sessiz samimiyet eşliğinde yirmi dakikalık bir araba yolculuğunun ardından bir kez daha her haliyle mükemmel olan sevdiğime bakmış ve iç geçirip bana nasip olana şükretmiştim. Büyük hüsrana son on iki dakika yirmi dört saniye.
Hastanenin içine girip 11.kata çıktığımızda doktorun muayene odasını bulmuş ve çağırılmak için beklemeye başlamıştık. Pamir de bizimleydi. Pırıl güzel haberi hep beraber öğrenelim diye tutturmuştu. Halbuki ortada iyi bir haber yoktu. Doktorun odasının kapısının açılmasıyla üçümüzde oraya bakarken doktorun tıbbi sekreteri olan hanımefendi çağırılan hastanın adını söylemek için elindeki dosyaya bakmış ve çıkarabileceği maksimum sesle seslenmişti. “Barut Aslan! Barut Aslan!” Büyük hüsrana son dört dakika.
Geri geri giden ayaklarıma rağmen elini elime emanet eden kadına gülümsemeye yeltenen bir yüzle hafifçe bakmış ve ilerlemiştim. İçeri girdiğimizde paravanlı bölüme geçmiş Pırıl’ın yardımıyla kendi başıma bir halt yapamadığım için tişörtümü çıkarmıştık. doktor omzumun orasına burasına birkaç dakika bakmış ve üstümü giyinip gelmemi rica etmişti. Pırıl yine beni yalnız bırakmayarak tişörtümü giymeme son kez de yardım etmiş ve doktorun yanına içeri koltuğa geçmiştik. Büyük hüsrana son saniyeler.
Doktor boğazını temizlemiş ve patlamak üzeri olan bombanın kablosunu kesmişti. “Öncelikle o şartlara rağmen ameliyat mükemmel yapılmış. Barut bey birkaç hafta içinde kolunuz... kolunuzun düzelmemesi için hiçbir sorun yok. Üç maksimum dört ayda mesleğinize geri dönebilirsiniz. Endişeniz olmasın.”
Herkese selam önceden var olan ve yeni gelen değerlilerim. Öncelikle bu upuzun ara için çok üzgün olduğumu söylemek istiyorum. ama ne yazık ki hem yks öğrencisi olmak hem de bağışıklık sisteminin düşük olması iğrenç bir hayatı beraberinde getiriyor. Ama iyi tarafından bakalım altı ay sonra birinden kurtuluyor olacağım! Umarım sizinle dalga geçtiğimi ya da bir hikaye oluşturmayı ciddiye almadığımı düşünmezsiniz (düşünemeyeceğinize inancım tammm) arayı bu kadar uzun tutmamak kaydıyla ara ara gelip bölüm atıp yok olacağım bir süreç içerisindeyiz (ben varsam sizde varsınız canlarım no kaçış)
Hepinizi ayrı ayrı seviyorum hepinize çokça kalp yangını, iyi dilekler ve bol bol özlem. Love Youu
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.2k Okunma |
400 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |