16. Bölüm

16.Bölüm: Mucizenin Doğuşu

Merve Şimşek
uykulupanda

Barut Aslan...

Aklımda Pırıl Şentürk’ün elime bıraktığı şok bombası, kalbimde Pırıl Şentürk’e ait aşkım, elimde göğsüme bastığı tuzlu davetiye vardı. Anlatmadığım her gerçek bir bir aramızda mesafeye sebebiyet veriyordu. Anlatmak için çok mu geç kalmıştım acaba? Belki de hayatım hayatımdan kayıp gitmeden aklımın başıma ermek gibi bir niyeti yoktu. Gerçekten tehlike geçmiş miydi? Gerçekler zihnimdeki sığınaktan çıkmakta özgür müydü artık sahiden?

Davetiyeyi açıp sevdiğim kadının ismiyle benden başka bir adamın ismini yan yana görmeye kendimi hazırladığım esnada Pamir’le birlikte oturduğum hastane bankına biri oturmuştu. Kafamı bile kaldırıp bakmaya tenezzül etmemiştim. Pamir yanımdan kalkmış ve yanımıza oturan kişiye yaklaşmıştı. Oğlumun kime gittiğine bakmak için hareketlenirken gördüğüm yüz sevdiğim kadının yüzünün hafif kırışıkla bezenmiş silüeti gibiydi.

“Biriciğimin biriciği!” Pırıl’la benzer tona sahip olan sesiyle Pamir’e hitap etmiş ve sarılmıştı. “Özledin mi sen anneanneyi paşam? Anneanne seni çok özledi.” ben ne yaşanıyor bu aşağılık yerde bakışları atarken Pamir çok rahat ama en rahat olmadığını anladığım bir şekilde konuşmuştu. “Bende öysledim. Anneciğim de öysledi. Anneciğinini anneciğim giytti ki. Eyken niye geylmedin?” biricik çocuğumun özür dilerimden farklı kelimeler bildiğini öğrenmek duygusal açıdan mükemmel olsa da annesinin bok çuvalına çevirdiği patates tarlası bir babaya sahip olmak muhtemelen bu kadar güzel bir his değildi. Pamir'e sorsak inkâr ederdi tabi.

Zamanında ismini biricik aşkımın ağzından duyduğum ve hastane dosyamda adı yazan mikrocerrahi profesörü Ferah Olgun tam yanıma oturmuş oğluma anneannelik yapıyordu resmen. Galiba Pırıl’ın merhameti anneden genetikti. Düşüncelerimi okuyormuş gibi gözlerini Pamir’den ayırıp bana odaklanmış ve konuşmuştu. “Benim gibi mükemmel bir varlık tabi ki kızına en mükemmel özelliklerini verecekti Barut. Kızımın kural bozuntusu babasına çektiğini düşünsene. Ayh cinnet sebebi. Gerçi öyle biri değildi bir zamanlar ya...” iç çekmiş ve buruk bir gülümsemeyle devam etmişti.

“Neyse bizim zamanımız geçeli çok oldu. Önemi kalmadı. Şimdi sen anlat bakalım evlat niçin benim kızımın kalbi sana yanarken senin kalbin kızımı metrelerce öteye sürgüne atıyor? Zamanın birinde niçin gönlü kırık bir kız çocuğu geldi tek başına Ankaralara?”

Verebileceğim bir cevap var mıydı ki? Kırdığım kalbin yükü cehenneme kadar bana eşlik edecekti zaten önemi var mıydı? Şimdi nerede olduğumuzun, verdiğimiz sözlerin önemi var mıydı? Ferah hanım hissetmiş gibi kaba ve nasırlı ellerimi ellerinin arasına almış ve hafifçe vurarak konuşmuştu. “Oğul, kalbinizdeki aşkı iterek nasırlara bulama. Pırıl’ın babasının bana biçtiği kaderi sende kızıma biçme. Pırıl'ımın ağzından dinledim. Eksikleri de sen anlat. Ne yaptı size benim kuralcı sevdiğim? Karısına acımadı kızına da acımaz o bilirim. Pırıl'a anlattıklarını da duydum.” dolan gözlerinden birer damla yaş aktığında bile gözlerini gözlerimden ayırmadan konuştu.

“Yıllar yılı önce Pırıl’ın babasının sana dediği o kirli cümleleri benim babam da ona söylemişti. Hatta belki de daha ağırlarını. Evlat, benim babamın ruhu kocamdan daha çetin bir kıştı. Kalbine bahar gelmesin diye çiçek açan evlatlarına kışı getirmek istedi. En büyük çocuk olarak en kalın sınır bana armağan oldu tabi. Özkan'ım babamdan çok yara aldı. Ailesizlik sizin suçunuz değilken urganları sizin boynunuza bağlandı.” anıları aklına akın ettikçe gözleri puslanmış odağı gözlerim olan gözleri, gözlerimde hayatını izler hale gelmişti.

“Özkan ona dikilen yorganı sana örtmeye çalışıyor evlat. Bilirim ki kızım da benim gibidir. Şimdiye kesinlikle babasıyla kavga etmiş birbirlerini kırıp dökmüşlerdir. Babasından kaçıp sana sığınmak ister. Yanlış anlama. Babasından kaçmasının sebebi sen değilsin ya da geçmişin değil. Babasının hataları. Oğul Özkan’ın kızımıza açtığı yarayı sana diktiği yorganla ört olur mu? Sana diktiği yalnızlık yorganını kızımla paylaş ki gün sonunda kalbi boş kalan kocam... Özkan olsun.”

Ellerimin üstündeki elini almış ve yüzünü ıslatan yaşları silmişti. Ardından elini yerine koymadan benim yüzüme yaklaştırmıştı. Ağlamış mıydım? Yüzüme esen rüzgar ve başımı eğdiğimde pantolonuma damlayan ıslaklıkla fark etmiştim ağladığımı. Ciğerlerime almaya çalıştığım havayla boğuk sesimi kullanarak Ferah hanıma cevap vermeye çalıştım.

“Siz de... zamanında benim gibi bir adamı sevmişsiniz. Peki sevginiz acıma... acımadan mı kaynaklıydı?” elim istemsiz yumruk haline gelmiş parmak boğumlarım beyazlamıştı. “Bizim gibi ailesiz, güvencesiz, yarım adamları gerçekten sevdiniz mi? Siz de Pırıl da. Kalbinizde en ufak acıma var mıydı bize karşı? Özkan bey haklı mıydı? Pırıl... Pırıltım... hayatımdaki tek ışık gerçekten o zamanlar sadece bana acımış ve hayatıma maddi dayanak olmak için mi girmişti? Getirdiği yemekler samimiyet yerine acıma ve sadaka mıydı? Biliyorum Pırıl öyle biri değil. Ama lütfen beni de anlayın. Yirmilerinde bir genç ve bir kızın arasında aşk olabileceği gibi farklı hisler de olabilir.”

O zamanlar Pırıl’ın hislerinden asla şüphe duymamıştım. O güne kadar. Pırıl’ın annesi tam olanı anlatmamı isteyince el mecbur anlatmıştım. “Belki biliyorsunuzdur o dönem araba yıkamada çalışıyordum. Her gün usta yemek söylerdi ama benim yemek parama bile muhtaç olduğum zamanlar olurdu. Bu yüzden sağ olsun, yemek paramı da maaşımla verir yemeğimi kendim alabileceğimi söylerdi. Hatta çoğu zaman benim içinde yemek alır ama belli etmezdi. Fazla gelmiş gibi verirdi. Anlardım ben tabi. Sonraları hep yemek yediğim bankta hep yemek yediğim saatte yemek kapları bulmaya başladım. İlk gün yemediğimde, ertesi gün kapların üzerinde çirkinleştirmeye çalıştığı bir el yazısıyla not bırakmıştı. O günden sonra öğle aralarını beklemeye başlamıştım. Hatta bazen özellikle erken çıkar sessizce yemeği bırakıp kaçmasını izlerdim. Bir gün hasta olduğum için ustam müşteri gelene kadar dinlenmemi söylemişti ve ben de banka uzanmıştım.” o günü hatırlamak ve ilk defa kendimden başka birine anlatmak midemdeki kelebekleri devleştirmişti.

“O günü eminim ondan dinlemişsinizdir. Ancak onun bile bilmediği şey, ben uyuyorum diye rahat rahat davranırken ben onun tüm davranışlarını zihnime ayıkken kazımıştım. O hafta ertesi gün burnunun ucu kıpkırmızı bir halde gelince anlamıştım benden bulaştığını. Ama asıl tuhaf olan şey hayatımda ilk defa benim yüzümden olan bir şeyde suçluluk yerine mutluluk hissetmiş olmamdı. O hafta anladım kızınızın benim dünyam olduğunu.” o zamanki hislerim ve duygularım bir bir aklımdan geçerken yine o genç adam olmuştum sanki.

“Ertesi hafta haber beklediğim yerlerden olumlu haberleri almış ve aldığım gibi aramızda engel kalmadığını düşünüp Pırıl’a itiraf etmek için o yaz çalıştığı kafeye gitmiştim. Fakat yolun kenarında mahallenin saklı bahçesi gibi olan sözde parkta Özkan bey ve Pırıl’ın konuşmalarını duymuştum. Özkan bey Pırıl’a sizin de onun gibi olduğunuzu, zamanında ona acıdığınız için onunla birlikte olduğunuzu söylemişti. Çok dinledim konuşmalarını Pırıl’ın bana acımadığını duymak için çok bekledim. Ancak istediğim o kelime o güzel dudaklardan çıkmadı.”

O anı tekrar yaşamışım gibi vücudumdan titreme dalgası geçmişti. Sanki o anki yalnızlığım tekrar içimde aydınlanmıştı. “Kızınıza onu sevdiğimi itiraf edeceğim gün benim belki de yıkılışımın ve yeniden yakılışımın temel günüydü. Belki o gün kızınız bana acıdığını söylemedi ama hayatımdaki tek gerçeğin kaybolduğunu sessizliğinde anladım. Zaten o hafta işim için gittim. Saymadığım yıllar geçti. Geri dönmeye mecbur kaldım. Neden mecburdun derseniz anlatamam. En azından Pırıl’a anlatamadığım bir şeyi ondan önce başka birine anlatamam. Geri döndüm en yakın arkadaşımın sevdiği kadınla evlendim. Kız kardeşim gibi gördüğüm, benimle aynı yorgana sahip o kızla.”

Selvi'nin hatırası zihnimin en köşesinden el sallamıştı. Acıyla yoğurulmuş bir gülümsemeyi yüzüme yerleştirip konuşmaya devam etmiştim. “Sizin önünüzde Allah’a yemin olsun ki eğer o gün Pırıl’ın gözleri gözüme değseydi kafamdaki tüm planları keser atar canımı bile umursamaz kızınıza koşardım. Ama ne onun gözü gözlerime değdi. Ne de benim korkaklığım onu görmemeyi kaldırabildi. Benim korkaklığım bizden yıllarımızı götürdü Ferah hanım. Şimdi böyle bir adam olarak Pırıl’ı hak etmeye hakkım var mı? Kızınızı bu kadar aşağılık kompleksli, bu kadar duyacaklarından korkan bir korkağa emanet edebilir misiniz? Edemezsiniz. Özkan bey haklıydı. Beni gördüğünde özellikle beni ezip geçmek için bile olsa kızına o cümleleri kurduğunda, bana haddimi bildirip yerimi hatırlattığında, bana gerçek değerimi gösterdiğinde haklıydı. Belki fazla ağırdı. Taşıyamayacağım kadar ağırdı ama haklıydı.”

Daha fazla ağlamamak için kendimi sıkmak ya da ağlarken hıçkırıklarımı tutmakla uğraşmak istemediğim içim Pamir’in elini tutup ayağa kalkmış ve benim gibi ağlamakla hıçkırıklarını tutmak arasında kalan kadını arkamda bırakmak için hareketlenirken yüzüne bile bakamadan kısık sesle konuşmuştum. “Kendinize dikkat edin Ferah Hanım.” gitmek üzere ileri doğru bir adım attığım esnada Ferah Hanım hızla ayağa kalkmış ve kollarını boynuma dolayıp beni eğik bir hale getirmişti.

Titreyen buğulu sesiyle konuştu. “Oğul benim kızımın gözlerine de, yaralarına da ruhuna da senden başkası uymaz artık. Belki babasıyla biz birbirimize uymadık ama iki kırıktan ortaya gelen kırık kızıma en güzel uyacak parça sensin.”

Hafifçe geri çekilmiş ve gülerek konuşmuştu. “Hadi bakalım damat şimdi benim inatçı keçinin planlarını boynuzlayalım. Ne de olsa Şentürklerle uğraşmak favori aktivitem.”

Madem Pırıl Hanım bizi mahvetmeye oynuyordu. Bizde biraz anne jokeri kullanabilirdik. Pırıl’ı boynuzlu hayal ederken gülerek konuştum. “Pırıl’la boynuz pek hoş bir kombin olmaz ama siz istiyorsanız bir şeyler yaparız Ferah Hanım.”

 

Pırıl Şentürk...

Resmen özenle yaptığım saçlarım Barut’un poposuna bakmaktan bozulmuştu ayol. Şimdiyse kollarımı göğsümde bağlamış solumdaki haine yankesici bakışlar atıyordum. Evet yankesici bakışlar. Barut Aslan’ın keyfi maşallah yerindeydi. Zannedersiniz altı tok sırtı pek bebek gibiydi.

“Demek artık kız kaçırmaya da utanmıyorsun öyle mi Aslan?” sırıtan yüzünü hiç bozmadan bana çevirmiş ve konuşmuştu. “Ne kız kaçırması hayatımın anlamı benim hanımın canı sıkılmış eğlendiriyorum biriciğimi.” çattığım kaşlarımla sert sert bakmaya başladım. “Barut, saçmalamaya devam edeceksen indir beni gitmek istiyorum.”

Barut ise en sakin ses tonuyla cevaplamıştı. “Konuşacağız.” onun sakinliği bana kriz geçirme seviyesi olarak dönüyordu. “Adam bana bak! Senin saçını başını yolarım ya ne bok yediğini efendi efendi söyleyeceksin ya da yemin ederim babamdan aldığım tüm çirkef genlerimi açığa çıkarırım!” cevap bile vermeye tenezzül etmeyip orman yolunda sürmeye devam etmesiyle bana kriz katsayısı yüklenmişti. Ani gelen şeytanlarımla elimi direksiyona atmış ve kenara çevirmiştim. Barut’cuğum frene basmasa birazcık kaza yapacak olabilirdik ama ne olmuştukine? Ne yapmışımkine yani. Fakat benim sakinliği bana geçen ayıcık bonbom benim gerginliğim ve sinirimi çalmıştı. “Ne yaptığını sanıyorsun kızım sen! Ölecektin geri zekalı! Yavrum sen niye otokontrolümden nefret etmeme sebep olacak şeyler yapıyorsun?” parmaklarımla oynayarak minnoş olmasını umduğum sesle konuştum. “Ne yapmışım ki aşkım?” kelimelerin gücüyle etkilemeyi umduğum dağ ayımın yemi yutup yutmadığına bakmak için bakışlarımı parmaklarımdan çekip yüzüne baktığımda boynunun hafifçe ensesine doğru kızardığını görmüştüm. Bingo görev başarılı!

“Hatalarından ders al diye beklerken dilinle beni yanlış yollara sürüklemen kaç puan Pırıl Şentürk?” size makyajımla ilgili ufak bir detayı vermeyi atlamıştım. Barut'un deli olacağı bir renk dudaklarımı renklendiriyordu. Şarap kırmızısı. Yüzüme bakmaya çalıştıkça gözleri dudaklarıma kayıyordu. Ama nah alırdı. Yalancıya verecek öpücüğüm yoktu. Gerçi yalancıda pek bir taştı... ama sonuçta yalancıydı canım.

“Yalancıya yalan işlemez sandım ama yanıldık herhalde paşam.” arabayı hala hareket ettirmeden başını hafif omzuna atıp dik dik yüzüme bakmaya başlamıştı. “Hayırdır yüzümü mü aşındıracaksın? Güzelliğime zeval gelirse küserim sana.” duyduklarının ardından daha dik bakmaya başlamış ve dudaklarının sağ tarafı yana doğru hafifçe kaymıştı. Artık iyice gıcık olmaya başlayıp emniyet kemerimi çıkarmış ve sola doğru dönerek kapıyı açıp ineceğim esnada Barut’un kolumdan tutup hayvani bir güçle kendine çekmesiyle tutunacak yer aramıştım düşeceğim korkusuyla.

Bir elim göğsünde, diğer elim koltuğun başında, gözlerim gözleriyle buluşmayı beklerken onun gözlerinin tek odağı dudaklarımdı. Anlık gelen adrenalin ve korkunun karışımıyla bir tarafıma kaçmış sesimle kısıkça konuşmuştum. “Eğer aklımdakini yaparsan...” gözleri gözlerimle buluşmuştu. Devam ettim. “Aklındaki son düşünce yapmayı planladığın eylemlerin olur. Bir kadına istemediği hiçbir şeyi yapamayacağını öğrenirsin.”

Gözlerini bir dudaklarıma bir gözlerime kenetlerken benimle benzer ama sanki yürüyen afrodizyakmışçasına konuşmuştu. “İstemiyor musun? Elinin altında atan kalbin içine kenetlendiğinde de mi istemiyordun, Pırıl Şentürk? Yıllar önce ilk öpücüğünü çaldığın adamın aklındakiler sana lanet gibi mi geliyor? Bana büyü gibi geliyor dudakların. Dinlemediğim tüm o çocuk masalları dudaklarından akıyor kalbime. Sen varsan bu ruhun her şeyi tamamken; çocukluğu, gençliği, adamlığı... Bu sana lanet gibi mi geliyor?” kısık sesinin ardından dudakları dudaklarıma iyice yaklaşmış ve konuştuğunda dudaklarımız birbirine değmeye başlamıştı. “Eğer bu bir lanetse ve sonunda öleceksem, sana ölürüm Pırıl. Başıma gelen en güzel lanet sen olursun. En güzel ve en son.”

Daha fazla dayanamamış gibi bir halde dudaklarını dudaklarımla buluşturmuştu. Yavaş, açıklayıcı ve özür diler gibiydi her iç çekişi ve hareketi. Buz gibi dudakları kor alevlerimle buluşmuş ve ısı alışverişini başlatmıştı eylemleriyle. Ansızın dudakları dudaklarımın üstünde durduğunda, koltuktaki elimi yaralı omzuna zarar vermekten korkarak yavaşça koymuştum. Gözlerimi hafifçe araladığımda onay bekleyen bakışlar beni karşılamıştı. Kızlar üzgünüm ben bu adamla attığım hiçbir birebiri kazanamazdım. Tripimizi sonra uygulardık. Şimdilik özlemimi dindirmem gereken şeyler vardı.

Göz kapaklarımı kapatıp birkaç saniyenin ardından açtığımda onayını alan yaralı adamım sağlam kolunu belime sıkıca dolamış ve tamamen kucağına yerleşmemi sağlamıştı. Boğuk nefeslerimizle nefeslenirken kısıkça konuşmaya çalışmıştım. “Gerçekleri bu dudaklardan duyacağım Aslan.” duyduğundan emin bile olmadığım kelimeler aramızdaki minik boşluğa sızmıştı. Boştaki eli yanağımı bulmuş ve okşamıştı. Eş zamanlı olarak alt dudağım dudaklarının arasına karışmış ve hafifçe dişlenmişti. Onay mıydı, ret miydi? Önemi var mıydı bu haldeyken?

Dişleri ve ağzımın sıcaklığıyla özenle ısınan dudakları hafifçe uzaklaşmıştı. Hala dudaklarımız birbirine değse bile tükenen nefeslerimizin yenisini almak için birkaç dakikalığına mola vermiş gibiydik. Kendimi odaklamaya çalışırken boğuk nefesi kesik sesiyle konuşmasını dinledim. “Senden başkası olmadı Pırıl. Olamazdı. Senden başkası olsaydı öper miydim seni bu kadar tükenmişçesine?” kelimelerin büyüsü bana çarptığında sersemlemiştim.

“Peki niye benle de olmadı Barut? Madem o gün ilk öpücüklerimiz birbirine karıştı, öyleyse söyle bana neden bunca yılımız hasretle geçti? Neden herkesin hatta benim gözümde bile başka birinin olan bir adama arzu duyduğum için yıllarca kendimi suçladım?” belimdeki eli de boş yanağıma gelmiş ve iki eliyle okşamaya başlamıştı yüzümü. Dudakları yumuşakça dudaklarıma değmiş ve aradığı soluğu almış gibi konuşmaya başlamıştı.

“En yakın arkadaşım Kardeşim Turhan... Selvi’min biricik kız kardeş figürümün sevdiği tek adamdı Pırıl. Sen belki hatırlıyorsundur babanla kafedeki iş çıkışı konuşmanı. Benimle ilgili olan ve babanın... neyse o gün bittim ben Pırıl. Senin bana acıdığını düşünmekten, kalbime aldığım kadının bana sadece acıdığı için yaklaştığını düşünmek mantığımı yok etti. Senin o gün sessizliğin benim mezarım oldu Pırıl. Bu duygunun içimde yarattığı boşluğu görmezden gelmek istedim. Gittim Pırıl. Bizden gittim. Belki sana göre korkak bir adamdım ama gözlerinde gördüğüm şeyin acıma olmasını görmek istemedim. Kaçtım Pırıl. Bizden kaçtım. Kabul korkağım, kabul acizim, kabul sensizim. Ama ne olursun beni de anla. Hayatı boyunca sevilmemiş bir adamın bir kızın kalbindekini ayırt etmesini bekleyemezdin.” Barut Aslan ağlıyordu. Pırıl Şentürk ağlıyordu. Gözyaşlarımız birbiriyle savaşıyordu.

“Keşke gitmeseydin Barut. Keşke tamamen dinleseydin. Dinleseydin, babama neler dediğimi duyardın. Dinleseydin bizim için savaşmaya çalıştığımı ama savaştığım kişinin öz babam olmasının beni güçsüz düşürdüğünü dinleseydin. Gücüm tükendiği için savaştığım adamın kollarına düştüğümü görseydin. Senin varlığın yokken güçsüz kaldım ben o gün Barut. Sonra kendimin gücü olmayı öğrendim. Ama o günün yarası geçti mi diye sor. Hala ilk günkü gibi kanadığını gösteririm.” takımımın sol kolunu üst koluma kadar sıyırıp o gün bayıldığım zaman yerdeki camın battığı yeri ve kalan izi gösterdim.

“Bak senin kalbine aldığın yaranın eşi de benim kolumda. O gece babam cezalı olarak beni orada bırakmasa belki izi kalmazdı. Ya da babamdan korkmayacağını düşündüğüm sevdiğim adam yara aldığı anda gitmeseydi. Ama seni suçlamıyorum Barut. İkimizde hatalıyız. Hatta hata bizde değil, asıl hata bizi yanlış zamanda kavuşturmaya çalışan zamanda. En güçsüz olduğumuz anı seçip bizi kaplana yem sunan zamanda.”

Gözleri yara izimden ayrılmadı bir müddet. Kapatacağım anda elimi tutarak durdurdu beni. Tuzlu göz yaşlarının ıslattığı dudakları yara izimi yuvası kabul etmiş gibi uzun uzun öptü yara izimi. Alnını koluma yasladı ve devam etti. Gerçi daha çok kendini konuşmaya zorluyor gibiydi. “Gittiğim şehirde beni yargılamayan, ilk adımı atan tek kişi Turhan’dı. Birkaç yıl geçti. Kardeşim oldu. Ama öyle kader işi ya kardeşim kardeşime vuruldu. Ama Turhan kaç nesil zengin bir ailenin normal yaşam arzulayan günahsızıydı. Ailesinin günahları onun geleceğini yaktı. Selvi'nin cildine yaralar açtı onun yokluğu. Ağabeyi asla onaylamazdı Selvi’yi. Annesi başka bir kadındı. Sırf bu yüzden Turhan’ın yaptığı her şeyi yıkmak yok etmek isterdi. Turhan'ın varlığı yok olunca, ondan kalanları korumak zorundaydım Pırıl. Hala zorundayım. İkisinden kalan tek şeyi ikisinin varlığının gerçekliğini kanıtlayan tek kişiyi ölsem bile korumaya mecburum Pırıl.”

Duyduklarımla dudaklarımdan tek bir şey dökülmüştü. “Pamir... onların oğlu mu?” duyacağım cevap o çocuğa olan hiçbir duygumu değiştiremezdi. Aksine yaraları yaralarım olurdu. Çocuklar anneleri için en önemli süsleri olurdu. Pamir benim sadece süsüm değildi. Pamir başka bir kadının aşkından dünyaya gelen ve dünya üzerinde annesi olarak beni seçmiş bir çocuktu. Pamir beni seçmişti. Selvi'nin emaneti ağabeyini seven kadına gelmişti.

Selvi ve Turhan’ın varlığı bizim geleceğimizi yeniden buluşturmuştu. Buraya dönmeyi aklından geçirmeyen bana umut ışığı olan onlardı. Beni buraya çeken onların aşkının sonucuydu. Hafifçe başını sallayan Barut’a gülümseyerek bakmış ve ağlayan gözlerime rağmen ellerimi aynı onun elleri gibi onun yanaklarına koymuş ve konuşmuştum. “Barut... o bizim oğlumuz. Ben doğurmamış olabilirim. Sen babası olmayabilirsin ama o bizi seçti. Bundan ötesi yok. O bizim mucizemiz.”

  

Bölüm : 09.01.2025 18:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...