Dakikalarca sarılı kalışımızın ardından geri çekilmiş ve favori aktivitemi yerine getirme zamanına girmiştim. Hesap Sormak! Ciddi bir surat ifadesiyle başladım. “Evet Barut Aslan. Gerçekleri anlattım totoyu kurtardım sanma. Asıl hesaplaşma şimdi gerçekleşecek. Bekle bir saniye.” hızlıca çantama uzanıp telefonumu almış ve not kısmına girip not aldığım sorgu taleplerimi açmıştım.
Sağ koltuk prensesi olmanın verdiği yetkiyle utanmadan çıktığım kucaktan utanmadan inip koltuğuma oturmuş. Hükümlüyü sorguya çekme pozuma –bacak bacak üstüne atıp çenemi dikleştirerek- geçmiş ve kalın italik yazdığım ilk sorumu sormak için bakışlarımı kocam beyin gözlerine sabitlemiştim. İnşallah adamın gözlerine ölmek hak yolunda ölmek sayılırdı. Bu gidişle bu gözlere ölecektim çünkü.
“Evet Barut Aslan olup Pırıl Şentürk kişisine mırlayan kişi, öncelikle Sevilay –patates çuvalı kılıklı karı- ile aynı evde niye kaldın? Sessiz kalma, avukat tutma hakkına sahip değilsiniz. Aksine sessiz kaldığınız her saniye için bir saç telini cımbızla yolacağım. Kel kalmak istemezsin diye umuyorum?” inandırıcı olsun diye çantamdaki pembe cımbızı da çıkarmış ve torpidonun kapağını açarak kapağın üstüne koymuştum. Yutkunmuş ardından anlatmaya başlamıştı.
“Şimdi Sevgili mırladığım şahsiyetim, yoluna öldüğüm. Şöyle ki kız kardeşimin biyolojik kardeşiydi biliyorsun. Daha önceleri yoktu hayatımızda. Turhan öldükten sonra ben Pamir için Selvi’yle evlendikten bir süre sonra gecenin bir yarısı kapımız çalmıştı. Açtığımızda on beş on altı yaşlarında, üstü başı yırtık pırtık, ateşten titreyen, Sevilay’la karşılaştık. Elinde sıkı sıkı bir kağıt tutuyordu. Önce yanlış geldi falan sandık fakat Selvi’yi gördüğünde titreyerek abla dedi ardından bayıldı. Şaşırıp kaldık hemen hastaneye götürdük. Yolda giderken Selvi kızın elindeki notu aldığında bizim adresimiz yazılıydı.” hafifçe öksürüp boğazını temizlemiş ardından devam etmişti.
“Hastaneye geldiğimizde darp edildiği için iç kanama geçirdiğini öğrendik. Pantolonunun cebinde bulunan cüzdandan kimliğini alıp hastaneye giriş yapacağımız an Selvi kızın soyadını, baba adını gördüğünde donup kalmıştı. Selvi yetim değildi Pırıl. Selvi babasının istemediği için terk ettiği kız çocuğuydu. Hayatı boyunca ya terk edildi ya bırakıldı. En sonunda da oğlunu terk etmek zorunda bırakıldı işte.” bu gece kaç kez aktığını sayamadığım göz yaşları tekrar gözlerimize akın ediyordu. Sağ elimi uzatıp sol gözünden akan yaşı silmiş ve diğer elimle elini tutmuştum. Yüzünü yaşını sildiğim elime yaslamış ve minik bir öpücük kondurmuş ardından ağlamamak için direnen titrek sesiyle devam etmişti.
“Koridordaki banka oturup saatlerce ağladı Pırıl. Gözümün emaneti, göz bebeğim küçücük yaşında yaşadıklarını hatırladıkça ağladı. O ağladıkça benim içim nefretle doldu. Ulan küçücüktü lan. Geldiği ilk gün hala aklımda yedi yaşında dediler ama dört yaşında bir çocuğun vücuduyla geldi Pırıl. Kollarındaki izler hala aklımda. Ağlarken sayıkladı sadece. Onun suçu yok. O masum niye benim suçlu kaderim ona da bulaştı diye sayıklaya sayıklaya ağladı. Benim pamuktan masum ve saf kardeşim kendini zihninde suçlu kabul etmişti Pırıl. Çok ağırdı. İnan çok ağırdı güzelim. Çok ağırdı.” nefes almakta zorlanır gibi olduğunda iyi olup olmadığından emin olmak için hafifçe yaklaştığımda gözlerini kapatmış ve kısaca devam etmişti.
“O gün uyandığı gibi yanımıza aldık Sevilay’ı. Çok korkardı benden. Halbuki ben ona ne yapabilirdim ki. Gerçi ben sevdiğim kadını bile bilmeden kırıp, yıllarını sikip atan bir adamım. Belki de hissetmiştir o zamanlar kim bilir. Aynı hafta babaları gelip kavga çıkardı mahallede. Kızımı alıkoydular diye. Davalar açıldı, DNA testleri yapıldı, celseler geçti. En sonunda Sevilay’ın ablasıyla yaşamasına karar verildi. Benim güzel kardeşim kardeşi için karnı burnunda bir halde babasıyla savaştı. Sonra vefat ettiğinde babası tekrar mahallede dolaşmaya başladı. Bir gece evime girmiş. Ben tabi o zamanlar eve gitmiyorum öyle çok rahatsız olmasınlar diye. Pamir’e bakıcı tutmuştuk. Bakıcı Sevilay ve Pamir beraber kalıyorlardı. Gündüzleri gider kardeşlerimin emanetine senden çaldığım sevgiyle sevgiyi göstermeye çalışırdım. Bazen kelimelerim biter senin fotoğraflarını gösterirdim tabi ama neyse burası minik bir detay. O gece içimi bir huzursuzluk kapladı ve gittim işte. Gittiğimde...”
Devamını anlatmasına gerek yoktu. Belliydi çünkü. Ruh hastası bir herif için kendine koyduğu aşılmazları aşmıştı. Barut hep aynıydı. Sevdiğim adam hep nahifti. Hep kalbimdeki adamdı işte. Dayanamazdı. Şiddete dayanamazdı araya mutlaka girerdi. Herhangi bir kadın ya da kız çocuğu için asla oturup izlemeye katlanamazdı. O el kalktığında, Barut oradaysa muhtemelen o el yerinde kalmazdı. Gençken yüzü yara bere olurdu gördüğü her kadına yardım etmek için öne atılmaktan.
Cümlesine devam etmesine izin vermeden hızla devam ettim. “Pervin kim lan o zaman? Hayır yedinse bir bok bari sayıklama baygınken. Kim bu Pervin Karısı? Beni kimle aldattın lan?” tamam hayatında değildim çokta aldatma sayılmazdı ama madem beni seviyordu duygularını aldatamazdı canım. Döverdim yani. Ciddi ciddi cevap beklerken bir anda gür bir kahkaha patladığında kulağımın zarının bile sövdüğüne yemin edebilirdim. Tabi kanıtlayamazdım orası ayrı ama.
Bir anda gelen cırlama perilerimle birlikte çirkefliğimizi konuşturmuştuk hemen. “Ne gülüyorsun lan öyle yakışıklı yakışıklı? Yasak bundan sonra sana kahkaha atmak kardeş. Açıklıyor musun kaçayım mı başka kocaya?” sonuna kadar ukala ukala sırıtırken son duyduğuyla onun sırıtış bana geçmişti. Son gülen hep güzel güler kocam sonuçta yani. Darılmaca gücenmece yok.
“Hayırdır Şentürk? Benden başka adam falan? Bana bak kızım bu adam bir sana mırlıyorken gidip ikinciyi eğitmekle mi uğraşacaksın sen? Hele bir dene bak nasıl hırlıyorum. Sonra yeni piçin kemikleriyle bakışırsın bulursan. Ayrıca sen Pervin’ciğimi nasıl unutursun ya? Güzeller güzeli bir hatundu. Unutman beni bile kırdı şu an.”
İki elimle birden yakasına yapışıp dibine girdiğimi fark etmeden konuşmuştum sertçe. “Bana bak Barut Aslan! Aslanın dişisi de aslandır ha! Hayırdır sen? Seni boğarım bak çocuk. Sen elin karılarına güzel falan? Hayırdır aslanım? Hangi dağın kurdu öldü? Söyle bir öldüğümüz yere bin doğalım mevzu nerede? Güzeller güzeli hatun(!) götüne girsin Barut! Lan niye elin karısı götünü görüyor dur! Kafa bırakmadı adam hay böyle işin ya!”
Kolunun birini belime koymuş ve kısık ses tonuyla ezberinden mısraları dökmeye başlamıştı.
“Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?
Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?
Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;
Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin…”
O kulaklarıma tanıdık gelen sesiyle okurken işittiğim her dize Pervin’in kim olduğunu bana hatırlatmıştı. Pervin bendim. Ortaokulda zorla kitabı okuma ödevlerini ve lisede zorla sayısallara verilen edebiyatı sevme nedenim olan şiir ünitesinden beğendiğim şiirleri gizli gizli yollardım Barut’a. Bazen şiir, bazen şarkı sözleri, bazen kendi yazdığım dizeler... hoşuma giden her şey gün sonu benden bağımsız olduğunu düşünmesi amacıyla Pervin mahlasımla Barut’un masasında, sırasında, aldığı yemek kaplarının üstünde olurdu ve ben buradan giderken Barut’la ilgili anılarımı silerken mahlasımı da silmiştim zihnimden.
Kendi kendimiz rezil etmede bugünde rekordaydık. Ruhumdan kalbine yollamayı amaçladığım şiirlerden ilki ve tam üç gün aldığına emin olamadığım için tekrar tekrar yazdığım şiiri seslendirmeyi bitirdiğinde alnımdan öpmüş ve gözlerimin içine bakmıştı. Dolu gözlerimle karşılaşan gözlerin içindeki kuyu derinleşmiş ve beni içine çekmişti. Zihnimden bağımsız hale gelen bedenim hafifçe biraz daha öne eğilmiş ve hayranı olduğum sesin geldiği yeri mühürlercesine dudaklarımızı birleştirmiştim. Ne yapabilirdim ki bu hikayenin arsızı bensem?
Ne kadar zaman boyunca arabada konuştuğumuzu, oturduğumuzu bilmediğim günün sonu evimizde sarılarak uyumamızla bitmişti. Aslında arkadaşının tatil köyünden bungalov bir ev tuttuğunu ve oraya gidebileceğimizi söylese de baş başa gideceğimiz ilk tatilin daha özel ve güzel olduğum bir zaman diliminde olmasını tercih ettiğim için arkadaşını arattırmış ve iptal ettirmiştim. Kaçmıyorduk ya elbet giderdik.
O geceden beri aramızdaki tüm yıllar bir bir eksilmişti sanki. Yeniden liseli genç kız mutluluğuma kavuşmuş gibiydim. Yeniden çok sevdiği oyuncağına kavuşmuş kız çocuğu gibiydim. Onunla olana kadar onun eksikliğini yok sayma çabalarım beni terk etmiş, yerine mutluluğun doldurduğu bir kalp ve ruh gelmişti sanki.
Bir aydır şehir hastanemizde görevdeydim. Eğitimimi alıyor gelen hastalarla ilgileniyor ve iş çıkışı evimizde Barut’u -kocam olmayan kocamı- bekliyordum. İzinlerimiz çakıştığında randevulara gidiyor, hafta içlerinde oğlumuz ve birbirimizle aile zamanı yapıyorduk. Bir nevi hafta içi yaşıtlarımız hafta sonuysa liseliydik. Her gün öğle yemeklerimizde telefonlaşırdık. Tabi genelde aramamızın sonunda alarm çalardı ve yarım kalırdı ama olsun.
Son hastama da bakmış ve ardından yemekhaneye doğru ilerlemiştim. Yeni manikür yaptırıp etlerini aldırdığım pürüzsüz tırnaklarım ve bordo ojelerime baka baka sıranın bana gelmesini bekliyordum. Bir anda arkamdan omuz atılmasıyla sendelemiş ve ağzımdan minik bir serzeniş çıkmıştı. Omzumu söküp götüren şahsiyet önüme geçmiş ve yok saymıştı beni. Arkamda sırada bekleyen Onur Hoca önüme geçen doktora hitaben konuşmuştu.
“Sıraya geçmelisin. Aksi takdirde hastane kurallarını ihlalden seni insan kaynaklarına bildirmem gerek.” Önüme geçen genç doktor arkasını dönmüş ve Onur Hocaya hitaben konuşmuştu. “Hocam kusura bakmayın fark etmedim sizi ameliyata yetişmek için hızlıca yemek almam ve çıkmam gerek ama sırayı görüyorsunuz.” Onur Hoca önümüzdeki doktorun personel kartına bakmış ve hafifçe gülümseyerek konuşmuştu. “Demek ameliyata yetişeceksin Doktor Fatih Bıçakçı. Ama ameliyata yetişmek için meslektaşlarını sakat bırakman çokta dost canlısı bir politika değil sanki? Asistanımdan özür dilemen gerekmez mi? Ya da program çizelgesine dahil olmayan ne gibi bir acil ameliyatın olduğunu açıklayabilirsin.”
Fatih olan adam kısaca bana bakıp ağzının içinden pardona benzer bir şeyler zırvalamış ve kısaca konuşmuştu. “Açık kalp ameliyatım var ve sayenizde geç kalmak üzereyim uzatmasak ve yemek alsak artık?” dağdan gelip bağdakini kovarak mı yemek almayı planlıyordu. Galiba muhabbete dahil olma vaktim gelmişti. “Ne tuhaf. Onur Hoca kalp ve damar bölümünün başkanı ama böyle bir ameliyat çizelgemizde yok. Kaldı ki ben omzumu çıkartarak doyduğunuzu düşünmüştüm.” cevap vermekle vermemek arasında kaldığı esnada telefonuma bir mesaj gelmişti.
Kimden: Romance Bahçem Olan Herif
Pırıltım... hastanede hedef var dikkatli ol. Polis ekipleri ve her ihtimale karşı biz de geliyoruz yoldayız. Odandan çıkma ve kapını kitle olur mu? Her ihtimale karşı adam odana gelirse iş bahane et ve kaç. Fotoğrafını atıyorum şimdi sana. Dikkat et kendine güzelim.
Hanımlar beyler ayvayı yemiştik. Önümde omzumu kıran adam, tam olarak fotoğraftaki rastalı maymundu. İtfaiye manita yapana bela promosyon geliyordu galiba. Adamı dikkatli ve hızlıca incelediğimde göğüs kısmındaki şişkinliğin tahminlerime uymaması için dua ediyordum. Adamın arkasını dönmesini fırsat bilerek doktorların olduğu gruba girip hızlıca mesaj azmıştım.
Siz: Personel yemekhanesi girişinde kod gri! Kod gri! Kimsenin durumu açık etmeden sakince tahliye olması gerek.
Adama çaktırmamak için herkesin telefonlarından gelen sese kılıf bulmam gerekiyordu. “Arkadaşlar on yedi araçlı zincirleme kaza vakaları geliyormuş! Mesajı alan herkes acilin önüne geçsin hızlıca!” çaktırmamaya çalışarak tahliye olan doktorlar eşliğinde önüme döndüm. Tüm sakinliğimle konuştum pis herife. “Size ve bana mesaj gelmedi galiba bizi istemiyorlar buyurun biz yiyelim. Sıramı almak için o kadar uğraştınız sonuçta.”
Doktorlar çıktıkça biz yemekleri alıp içeri ilerliyorduk. O bir yere oturduğunda bende ileriye oturmak için ilerleyecekken konuşmuştu. “Sadece ikimiz kaldığımıza göre beraber yemek istemez misiniz?” valla istemezdim şahsen. Hızlıca konuşmuştum tüm sakinliğimden kalanlarla. “Kusura bakmayın öğlen saatlerimi genellikle oğlumla konuşarak geçirmeyi tercih ediyorum. Rahatsız olursunuz ne yazık ki. Pek tabi ben de oğlumla konuşmalarımın meslektaşlarım tarafından dinlenmesini istemem. Sonuçta iş ve özel hayat ayrımı önemli.”
İlerleyeceğim an elini belindeki silaha atmış ve çıkarıp sertçe emir vermişti. “Otur dedim sana! O etekle milleti tahrik edip kaçabileceğini sana düşündüren ne!” adrenalin yoğunluğumla ve polisin gelmiş olduğunu umarak elimdeki metal tepsiyi sertçe başına geçirmiş ve sersemliğinden yararlanarak koşmaya başlamıştım. Yaşasındı iş yerinde spor ayakkabı.
Arkamdan gelen adam bir hayvanat olduğu için çıkışa koşabilmenin imkansız olduğunu bildiğimden yemekhanenin metal kapılı mutfağına girmiş ve mutfağın kapısını kilitleyip, mutfağın balkonuna gelmiştim. Hızlıca telefonumu çıkarıp Barut’a mesaj atmıştım.
Kime: Romace Bahçem Olan Herif
Barut! 2.kattaki yemekhane mutfağının balkonundayım! Kat tahliye oldu mutfağın girişinde sizin adam. Beni alır mısın buradan? Biraz korkuyorum gibi de.
Arkamdan duyduğum silah sesleriyle üç buçuk atan kalbim on buçuk falan atmaya başlamıştı. İnşallah gün sonu bu güzelliğim tek parça kalabilirdi. Aşağıdan gelen bip sesleriyle aşağı baktığımda kocam bey ve ekibi -enişte maymunusu eksik- aşağı platform kurmuştu. Arkamdan haykırarak bağıran sesle yerimde titremiştim. “Doktor! İyi deneme! Peki bu sik kadar mutfaktan da kaçabilecek misin!? Eğer ortaya çıkıp özür dilersen belki affederim! Sonuçta böyle bir güzelliğin yok olması büyük kayıp olur!”
Karşı binaya baktığımda gördüğün hazırda bekleyen nişancıyla göz göze gelmiş ve hafifçe başımı sallamıştım. Aynı hareketi almamla ayakkabılarımı çıkarmış ve korkuluğun üstüne çıkmıştım. Ardından ruh hastasına seslenmiştim gürce. “Gel balkona gel de evveliyatın götüne kaçsın korkak arabesk piç seni! Gel de sapık sapık bakan gözlerini topuklularımla oyayım!” normalde gelmesi iki dakika süren yere bu götten bacağın bir dakikada gelmesiyle göz göze gelmiştik. Silahı kaldırıp ateş için nişan alacağı an kendimi geriye doğru bırakmıştım.
Patlayan silahla gelen çığlık sevgili sapık piçtendi. Aşkolar soygun moygun hikaye tek gerçek polis aşklarım. Milleti tekte indiriyorlardı ayol. Platforma başarıyla indiğimde eteğimi tuta tuta yere inmiştim. Hızlıca biri sarılıp kucağına almış ve şakağıma öpücük kondurmuştu. “Çok korktum deli kadın. Ya sana bir şey olsaydı lan? Sana bir şey olsa, ne yapacaktım lan ben? Yaşadığını bilerek yaşarken nasıl yaşardım Pırıl?” kollarımı boynuna dolamış ve konuşmuştum sakince. “Kocam... sen cidden benden kurtulabileceğini mi sanıyorsun? Ayrıca sana olan güvenim, polisimize olan güvenim olmasa sence böyle bir halta karışır mıyım? Ayrıca ben adamı bulmadım adam beni buldu. Vallahi ben masumum kocam.”
Bilerek yumuşasın diye kocam dediğimi anlamazsa sevinirim.
Dudakları alnımı bulmuş ve soluklanır gibi birkaç kez öpmüştü. Konuşacağı esnada etrafımızı kamera ışıkları kaplamıştı. Utanılmasa ağzıma sokulacak mikrofonlara bakarken tuhaf tuhaftım. Sahi ben biraz önce aşağı atlamıştım değil mi? Ay ayakkabılarım! Ya kan oldularsa!
“Doktor Hanım! Tüm katı boşaltmışsınız doğru mu? Haberiniz var mıydı saldırıdan? Nasıl bu kadar sakin kaldınız? Herhangi bir tehdit aldınız mı?” gibi yetmiş tane soruyla bakışırken kocam sağ olsun beni hiç indirmeden hastanenin önüne gelmişti. Beni sağlam gören Onur Hoca hafifçe rahatlamıştı. Polisler yarası basitçe dikilmiş adamla çıktıklarında adamın beni görmesiyle sırıtmıştım. Kaşlarını çatıp kötü kötü bakmaya çalışmasıyla konuşmuştum. “Hiç öyle bakma raftalı maymuncuğum! Sen kadınlara bakan gözlerini oymadığıma polisimin kurşunuyla kurtulduğuna şükret! Artık hapiste sararmış donunla ağlaya ağlaya bakışırsın diğer adamlarla. Ah tüh kadın yoktu sizin tarafta değil mi? Çok üzüldüm.” elimle gözyaşlarımı siler gibi yapmıştım. Kudura kudura arabaya binmesini izlemek çok keyifliydi doğrusu.
Elinde ayakkabılarımla çıkan polisi görmemle ayımı hafifçe dürtmüş ve işaret etmiştim. Kucağından inip ilerlemiş ayakkabıları almış ve banka oturtulup giymek için eğilmiştim. Elimden alınan ayakkabıyla başımı kaldırmış ve kocamı görmüştüm. Önce iki dakikada ayağıma gelen pislikleri eliyle temizlemiş sonra yavaşça ayakkabıyı giydirmişti. Diğer ayağıma da aynısını yapmıştı. Sonra da arkasına bakmadan itfaiye aracına ilerlemişti.
Al işte küsmüştü. Tamam haklıydı evet ama yok saydığı şey portfolyomda yazan o kadar fazla risk yönetimi acil yardım eğitimleri aldığım gerçeğiydi. Donanımlı bir doktor olarak yardım etme hakkım yoksa neden bu kadar çabalamıştım? Evlenip evinin prensesi olan, sadece doktorluk yapan ve bu tar bir olayda ağlayarak fenalaşmak için mi? Hızlıca yanına ilerlemiş ve araca binmek için hareketlenen adamı kolundan tutup çekmiştim.
“Bana bakacaksın! Böyle arkanı dönüp gidemezsin ulan hayvan herif! Yukarıda bir ruh hastasının sapık bakışları altında kendimi koruyup sana güvenip kaçıyorsam sen bana arkanı dönüp gidemezsin! Ben eğitimlere yıllarca köpek gibi çalışıp çabalamışken bir adamın beni kurtarmasını bekliyorsam bana düşen kısmı halledip sen bana siktiri çekip gidemezsin!” en sonunda ağlayarak küfrederek korkumu dışarı vurduğumda kollarıyla anında sarmalamıştı bedenimi.
“Ağla güzel kızım. Ağla ki kalbindeki korku aksın içinden. Ağla ki gerçek duyguların bana duvar örmesin. Benim güçlü karımın da insan olduğunu yok sayma güzelim. Korkunu saklama benden gülerek. Gizleme kendini.” ördüğüm duvarlardan ilk tuğlayı çekmişti işte.
Biraz ağlayıp rahatlamış ve hafifçe geri çekilmiştim. Arkasındaki araç ne zaman yok olmuştu ayol? Elleriyle yüzümü tutmuş ve dudaklarını dudaklarıma yaslamıştı. Hafifçe buseler kondurup geri çekilmiş ve iyi olup olmadığıma bakmıştı. Alınlarımızı yaslayıp konuşmuştu. “Haklıydın güzelim. Aslanın dişisi de aslan. Güzeller güzeli dişi aslanım benim. Sikik dünyamım en güzel detayı. Bir şey olacak düşüncesiyle yusuf yusuf gezdiğim ateş hattım benim. Göster bakayım ojelerini kocaya.”
Küçük kız çocuğu gibi kıkırdamış ve ellerimi uzatmıştım. Ellerimi tutup her parmağımı tek tek öpmüş ve gözlerimin içine bakarak konuşmuştu. “Bordo çok yakışmış güzelimin güzel parmaklarına. Ama bir ara üniformamın renginden oje alalım sana kombin olalım yavrum.” gülerek başımı sallamış ve kıkırdayarak sarılmıştım.
Gün ortası tüm personele verilen izinle hastane günümü bitirmiş eve gelmiş ve oğlumla aşk yaşamıştık babamız gelene kadar. Akşam yemeklerimizi kahkahalar eşliğinde yemiş, tatlı eşliğinde çayımızı içip çizgi filmimizi izlemiş ve gün sonunu getirip yataklarımıza geçmiştik. Gece yarısı art arda çalan telefonlarımızla sıçrayarak uyanmış ve duyduklarımızla hızlıca kalkıp hazırlanmıştık.
Ülkeyi etkisi altına alan bir kıyamet yaşanmıştı. Ülkenin başkent dahil olmak üzere yarısı enkaz altında kalmış ve her şehirden itfaiye, polis, asker, sağlık takviyeleri gönüllü yardımcılar, gönüllü yardımlar organize şekilde yola çıkmıştı. Felaket herkeseydi. Bilinmeze doğru sırtlandığım çantamla itfaiye arabasının arkasındaki ambulansın içinde ilerlerken, parçalanmış yolların sallantısıyla, herkesin içindeki panik ve korkuya rağmen ilerliyorduk. Göreceklerimiz, yaşayacaklarımız, hayatlarımız, her şeyimizi omuzlarımıza yüklemiş enkaz altındakiler için umut olmaya, onlar için baharı getirmeye gidiyorduk.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
3.52k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
20 Bölümlü Kitap |