15. Bölüm

15.Bölüm: Yeni Başlangıçlar İçin Eskilere Veda Etmeliydik Sevgilim...

Merve Şimşek
uykulupanda

Mete Çağın...

 

" İleride çocuğumuz olması için önce evlenmemiz gerek sevgilim." Çocukluğumun en güzel anısı bunları dile getirerek bana alttan alttan evlenmeliyiz yaşımız geçiyor mesajı mı veriyordu sanki?

 

"Bu evlenmemiz için bir işaret midir Burçak Hanım?" dememle kızarmıştı. Asla kızarmayan kadın saniyeler içerisinde kızarıyordu bu aralar. Eh haliyle Mete Çağın etkisiydi bu ayol.

 

" Saçmalama aptal... sadece sen çocuğumuz olsun deyince çocuktan önce olması gereken evreyi dile getirdim. Yanlış anlama yani. Sonuçta elbet bir gün ayrıl-" dediğini anlamamış olsam bile ki anlamıştım. O kelimeyi duymaya tahammülüm yoktu.

 

Bu yüzden hızla susması için dudaklarımı dudaklarına kapattım. Yeni susturma yöntemimi şahsen ben çok beğenmiştim. Burçak'ta eminim beğenmiştir. Neticede taş gibi çocuktum ayol. Daha iyisini mi bulacak sanki? Bulursa haber etsin basayım nikahı hemen. Hem neymiş canım ayrılık falan. Daha sekiz - on çocuk yapacağız, onları büyüteceğiz, babalık yapacağım ben! Şahsen beni amca dayı olmak kesmiyor. Çok acil baba olmam lazım.

 

Hastane yatağında gerçekleştirmek istemediğim istiyor da olabilirim ama Oflaz'ın diline daha fazla dolaşmamam gereken şeyler olduğu için yavaşça güzel dudaklarının sıcaklığından ayrılarak onu yatağa yasladım.

 

" Biraz daha dudaklarının zehrine bulanırsa dudaklarım sevgilim, korkarım evlilik mevlilik hikaye kalacak. Rüyalarımı burada yaşayacağız."

 

Dediklerime kocaman gülümsedi. Bu halime, zor durumuma güldü! Galiba sinir krizi geçirebilirdim bunun için. Galiba da yok ayol direk sinir krizlik sebepti bu.

 

Gülümseyerek daha da acı verici bir şey söyledi. " Ya rüyalarının içindeki kadın da aynı rüyayı yaşamak istiyorsa?" daha önce de demiştim değil mi? 'Kalbime zararsın Burçak Vatanoğlu.' diye onu unutun. 'Burçak Vatanoğlu kalbime gelmiş geçmiş en büyük zarardır.' olarak düzeltiyorum. Ve bu küçük ama güzel hanımla ne yapacağımı sorgulamam gerektiğini fark ediyorum. Ama daha sonraya bırakmam gerek. Zira şuan çok fazlaca uykum var. Ve emin olun uykulu bir Mete en az sekiz sezon flörtleşmekten ileri gidememiş Amerikan dizisi gibidir.

 

Burçak'ın gözlerine baktığımda ihtiyacımı hissetmiş gibi yana kaydı hafifçe fakat yüzü buruştu. Kasıklarını tutuyordu. Benim canım yanmasın diye kendi canını yakıyordu. Hay kendimi... kendine gel Mete Çağın! Sen gökten düşmüş meteorsun. Dünyaya zarar vermemelisin. Dünyan senin en kıymetli hazinen.

 

"İyi misin ruhumun güneşi? İyi olman gerek. İyi olmalısın. İyi olmak zorundasın." toparlayamadığım cümlelerimi anlamış olmalıydı ki beceremese de gülümsemeye çalışmıştı nazikçe.

 

"İyiyim ruhum iyiyim sen buradasın, hayatımdaki her şeyim burada. Korkularım, üzüntülerim, hayatım, ama en çok sen... iyi ki varsın Mete'm. Biliyor musun? Çok korktum seni bir daha göremeyeceğim, elini tutamayacağım diye. İçime öyle bir işlemişsin ki, sanki ölsem ardımda kalacağın için..." dediklerini, sesini severken sesinin bu kadar ölüm kokması haksızlığı değil miydi dünyamın kulaklarıma?

 

Ellerini tuttum. "Burçak... benim güzel sevgilim. Güzel Burçak'ım. Sen benim hediyemken, dudakların nefes alma sebebimken ne o öyle ölümlü konuşmalar? Hayır illa yaşlı teyzeye bağlayıp " o ne gıı! Ağzından yel alsın kuzum!" falan mı diyeyim. Ha istiyorsan derim son derece de hanımcı bir beyim orası ayrı mevzu da. Deme öyle şeyler işte kızım. Zaten sen varken bir değişik oluyorum." İçimdekileri dile getirmek öyle güzeldi ki.

 

Elini kalbimin üzerine koydu. Fısıltılı ses tonuyla tane tane minik bir çocuğa anlatır gibi anlattı adeta. "Ne kadar değişik olursan ol sevgilim. Burasının atış hızı..." elimi alıp kalbinin üzerine koydu. Göğüs kafesini döven atışların yeni merkezi elim olurken usulca hızlandıklarını hissettim. Tekrar konuşmaya girdi fazla vakit kaybetmeden. "... Benimkini geçemez sevgilim. Neden biliyor musun? Çünkü senin bana bağlı olduğun aşk çocukluğumuzun anılarından, lakin benimki geçmişin ipleriyle geleceğimize bağlı. Gelecekteki bizim hayallerimiz, kalp atışlarımız, gözlerimiz,... her şeyimiz o kadar bağlı ki birbirine. Çekildiğimiz o bağ, senden, benden değil bizden."

 

Ellerimi karnının üzerine koydum. " Canının acısından nasıl buraya geldiğimizi anlamadım ama bulunduğum yer güzel. Ben sevdim şahsen. Tek sevmediğim şey ellerimin altında olan yerlerin acısının sadece sana vurması. Çektiğin her acı kalbimi ağrıtırken nasıl mutlu olayım sevgilim söyle bana? Acını alabilmenin bir yolu olsa keşke." Kendinden emin ses tonum sadece ona, onunla konuştuğum zamanların hatırına yumuşuyordu. Bana yaptıklarını bir bilse...

 

"Sevgilim, koruyucum endişelenme artık. Bak ben iyiyim. Hem sen iyiyken, karşımdayken nasıl iyi olmam? Tek sorun gözlerindeki keder. Ne olduğunu hala anlatmadın hayatımın anlamı. Ne olduğunu anlat ki bende sana deva olabileyim." Endişe... geçer miydi sahi endişem bir gün? Benim endişemle beraber onun sesindeki endişe de yok olur muydu? Sevdiğim kadın kalbinde benimle beraber vatanı taşırken nasıl olurdu da endişelenmezdim? Onu vatanla paylaşmaktan bir an için bile pişman olmazken neydi içimdeki sıkıntının sebebi?

 

Sahi bir de gözlerimdeki keder vardı değil mi? Anlatırsam geçer miydi ki? Anneme tecavüz edilmek istendiğini fakat başarılı olunamayınca yüzüne ve vücuduna kezzap atıldığını anlatmak geçirir miydi gözlerimdeki kederi? Kalbimin kontrol ettiği duygularımı onarır mıydı anlatmak? İçimdeki yangını söndürmeye yeter miydi onun gözlerindeki ormanlar? Ya da gözlerindeki ormanla beraber mi kavrulurduk gerçeğin ocağında?

 

Burçak Vatanoğlu...

 

Ağlıyordu. Sevdiğim adam tam karşımda hasta yatağındaki sağlıklı vücudundan ziyade, hasta gözleriyle oturmuş en çaresiz haliyle belki de ağlıyordu. Ne olduğunu bilmiyordum fakat anlatmak canını daha çok yakacaksa anlatmasının canı cehennemeydi.

 

Hızlıca sarıldım ona acılarımı hissettirmeden onun acılarına tamamıyla saf sevgi ve kabullenişle kucak açarak. Derman olmak bu kadar zor olmasaydı keşke sevdiklerimizin yaralarına. Açık yarasını kapatmak isterken daha da büyütmekten korkuyordum şimdi adeta.

 

O gece ikimizde diktik birbirimizin söküklerini. O benim yaralarımı gocunmadan büyük küçük demeden dikti. Ben ise onun en büyük yarasından başlayarak dikmeye gücüm yettiğince çabaladım. Gerek beraber sustuk, gerek o anlattı beraber ağladık, gerekse o ağladı ben onun yaşlarında boğuldum. En sonundaysa küçük bir çocuk gibi boynumla göğsüm arasına sığındı. Tıpkı yağmurdan kaçışmak gibiydi sığınışı. Korunmak istiyordu. İstediğini vermeye çalıştım gücüm yettiğince. Ama yaralı biri ne kadar güç verebilirdi yaraları yeni açılan birine. Acıyla yaşamaya alışmak en zoruydu belki de. O gece sabaha kadar ikimizde uyumadık. Sabah olduğunda ise ne olduğunu kimse bilmiyordu. Ta ki o artık lanetim haline gelen sese kadar.

 

"Ohoooo! Hasta yatağında refakatçi nedir ya? Ne zamandan beri normal karşılanır oldu bu? Cık cık cık bir de doktor olacaksın. Şerefsiz ırz düşmanı seni! Aldatıyorsun ha beni. Hem de bir çift ela göz uğruna. Bak ben sana diyeyim bu kızın tüm organları elimden geçti bak. Adam olun bak. Gizli gizli çip yerleştiririm bak."

 

Oflaz'ın sesi kulaklarının zarını titrettiğinde gözlerimi açma gereği duymadan homurtulu ses tonumla konuştum. "Doktor. Siktirip gider misin lütfen? Uykumuz var zaten. Verdiğin ağrı kesiciler bir halta yaramadı tüm gece kıvrandım durdum. Tam geçti uykumun içine sıçıyorsun."

 

Boğuk bir kahkaha ve ardından birkaç cümle işittim tepemde Oflaz'ın sesinden. "Aşk olsun yenge. Doktorluğuma, şahsıma küfredeni çok gördüm ama bu kadar kibar küfredene dikkatini çekerim kibar olanına ilk kez rastlıyorum be yenge."

 

İçeriye yüzünü göremediğim fakat sesinin oldukça tanıdık olduğu bir kız geldi ve hızla Oflaz'ın boynuna atlayarak "Sevgilim... sabah sabah ne de çalışkansın sen ya. Ama biz seni çok özledik oğlumla." Deyiverdi bizi umursamadan. Fakat bu ses çok tanıdıktı? Unutamayacağım kadar tanıdık hatırlanmayacak kadar eskiydi.

 

"Gonca!" diye haykıran -evet doğru duydunuz- o ses benim sesimdi bu defa. Gonca'da liseden arkadaşım ve sevgilisini hamile kaldığı için terk eden aslında daha öncesinde de o Gonca'nın hastalığını öğrenip üzülmesin diye gitmek isteyen biricik belamdı. Ya da onun tabiriyle tatlı belam.

 

Yavaşça kaldırdığım kafama ve yeni uyanmanın verdiği minicik zor açtığım gözlerime zıtlıkla hızla çevirdiği kafası ve gözlerimi bulan gözleriyle konuştu. "Burçak! İnanmıyorum! Mete'nin dünden beri başından ayrılmadığı uğruna Oflaz'ın diline düşen yenge sen misin? Oha! Kızım elti oluyoruz!"

 

Sabah sabah ne zırvalıyordu Allah aşkına bu kız?

 

Liseden beri her daim enerjisini kıskananlardan biriydim bende. Fakat son yıllarda iyice enerjik olmuştu. Resmen doğum yapmasının enerjisini tüketmesini beklerken tüketmek yerine arttırmıştı.

 

"Sabah sabah ne saçmalıyorsun sen Gonca? Ne eltisi neden bahsediyorsun?" pürüzlü çıkan sesimle sorduğum soru kulaklarımda yankılanmıştı.

 

Yarım araladığım gözümle Gonca'nın elini alnına vuruşunu ve tekrar konuşmaya başlamasını izledim sakince.

 

"Kızım benim hani oğlum var ya yeğenin olanından. Hah! İşte onun babası olan Oflaz'la seninki kardeş gibiler. Dolaylı olarak kan bağsız elti oluyoruz aşkım. Ama ben senden daha kıdemliyim bak!" cırlaya cırlaya konuşmasının ardından sevdiceğim bey uyanmış ve konuşmaya atlamıştı.

 

"Kıdemin batsın yenge bir uyutmadınız anasını satayım ya. Bir sen bir kocan yeter be. Salın azıcık sevgilimle beni." Mete'nin uykulu sesi çok güzeldi. Hem sevgilim mi demişti o bana?

 

Elimde olsa her gün onunla aynı güne uyanmayı dilerdim. Ama gecesi gündüzü belli olmayan bir askerken ailesinin beni pekte gelin olarak isteyeceğini sanmıyordum. Mete'nin de ailesiyle arasının bozulmasına sebep olamazdım. Bu isteyeceğim en son şey bile değildi.

 

Derken içeri koşarak bir hemşire girdi ve telaşla Oflaz' a durumu aktardı ya da nefes nefese aktarmaya çalıştı. "Hocam! Bir kadın geldi Burçak Hanımı görmek için fakat... acilde bir beyefendi gördü ve bir anda tansiyonu yükseldi! Müşahede altına aldık ama sayıklayıp duruyor."

 

Annem olma ve babamı görme ihtimali hatırıma düşerken " Ne diye sayıklıyor acaba?" diye sorma gafletinde bulundum. Hemşirenin ağzından çıkacak ismi, kelimeyi, o iki heceyi çok net biliyordum. Fakat yine de sormak istemiştim.

 

Neden bilmiyordum fakat babamın ölmediği haberi sebepsizce içimde solan kır çiçeklerini yeniden açmıştı. Sanki kalbimin bir tarafı tahrip olmuşta suya muhtaçmış ve babam da orayı sulamış gibi hissediyordum.

 

Hemşire dudaklarını aralayarak beni hem mutlu hem telaşlı hem de üzgün kılan o iki heceyi dile getirdi. "Alphan... Alphan diye sayıklıyor efendim."

 

Artık bundan sonrası kaderin bana yazdığı talihe isyan etmek olacaktı. Kader beni on yılı aşkın süredir babasız bırakmışken biraz oynanmayı hak ediyordu.

 

 

Bölüm : 22.08.2024 02:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...